ZEYTİN DALINI GÖVDESİYLE KESEREK ATMOSFERE SERA GAZI VERMEK VE AK SARAY İLE SAVARONA
Unuttuk şu Zeytin ağaçlarını kesenleri, Ak Saray’a Savarona’yı örnek gösterenleri... Zeytin dalını gövdesiyle kesen adam(Kolin İnşaat) çıkıp “Ben, kurumsal sosyal Sorumluluk hedefleri olan bir kuruluşum ve bunun için Çevreyi ve ekolojik dengeyi koruyacak tedbirler alıyorum, Doğal kaynakların tüketimini asgari düzeyde tutuyorum, Çevresel bilincin gelişmesi için çalışıyorum ve yöresel kültürlere verilebilecek zararları önlüyorum.” diyebiliyorsa bilin ki, yalan ve iki yüzlülük kişisel ve grupsal çıkarın ana gövdesi olmuş demektir.
İnsafsızlık değil resmen insansızlık.. Düşünün; 6 bin zeytin ağacını bir gecede, toplam 7500 ağacı acımasızca katleden şirket, Doğaya ve Doğana saygılı olduğunu söyleyebiliyor::((
Kim bu Kolin? Celal KOLOĞLU (Yönetim Kurulu Üyesi) M. Kemal KOLOĞLU (Genel Koordinatör), Veysi Akın KOLOĞLU (Yönetim Kurulu Üyesi) ve Naci KOLOĞLU’ndan(Yönetim Kurulu Başkanı) oluşan bir A.Ş. ‘Havuz medyası’ndan 3. Havalimanı ve Yırca’daki ağaç katliamının faili, tipik bir ‘Yeni Türkiye’’nin sömürücüsü. Gazlı, çivi sopalı, kelepçeli adam kaçıran, zulmeden izin almaksızın imarsız alanlara girebilen bir eşkıya yandaşı. Yetmedi; İstanbul'a yapılacak 3. havalimanı için hazırlanan Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporunu göre canlı yaşamı yok eden ve 657 bin ağacı kesenler ve de göletleri kurutanların ortağı…
Evet, son olarak; Manisa’nın Soma ilçesinde, 16 Eylül 2014’ten bu yana termik santral yapılacak 5 farklı sahada 1500 ağacı kesen, bölgedeki kalan zeytin ağaçlarının kesilmemesi için 52 gün nöbet tutan köylülere 06 Kasım 2014 akşamı güvenlik görevlileri ile saldırdı ve dozerleri ile bir gecede 6 bin zeytin ağacını yerle bir etti.
Arbedede, mahalle sakinlerinden Mehmet Öksüz, Kamile Çiftçi, Kerem Özkılınç ile Yırca’da zeytinliği bulunan Avukat Hasan Namak, özel güvenlik görevlilerince kelepçelendi. 16 gün önce de aynı görevliler 11 köylüyü kelepçeleyip yüzlerine biber gazı sıkmıştı. Dün karga tulumba bir kamyonete bindirilen 4 kişi, iddiaya göre, inşaat sahasına yaklaşık 4 kilometre uzaklıktaki Kül Barajı olarak kullanılan mevkideki bir barakaya kapatıldı.
Danıştay 6. Dairesi'nin yürütmeyi durdurma kararı perşembe günü çıktı. Karar şirket avukatlarına sızdırılıyor. Ardından Jandarma kaymakamla birlikte ağaçların kesilmesine göz yumuyorlar. Danıştay kararı, ağaçlar kesildikten yazılıp tebliğ ediliyor.
Ve sonrasında; Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, "Dağ taş zeytin ağaçlarıyla dolmuştur. Ama Türkiye'nin enerjiye de ihtiyacı var" diyebiliyor.
Belli ki; 2009’da sayısı 154 bin iken, 2013’te 167 bine yükselen zeytin ağacından rahatsız. Anlaşılan zeytin dalına ve gövdesine, saldırı devam edecek. Bundan rahatsız olan sa var, yani; zeytin ağaçlarının kesilmesinden rahatsız olan. O kişi de AKP’ye geçerek Milli Görüşten kurtulmuş olan Numan Kurtulmuş.
Numan bey, Saadet Partisi’nden uzaklaştırılınca, HAS Partiyi(Halkın Sesi Partisi) kurmuştu. Anlaşılmaz numara ile Numan AKP’ye geçince, HAS’ın 2.hası Mehmet Bekaroğlu’da CHP’ye gitti, Halkın sesi de güme gitti. Kurtulmuş, Biliyorsunuz, AKP’ye geçmezden önce AKP için “Harun iken Karun oldular biz AKP gibi firavunlaşmayacağız” derken, AKP’li oldu erken. Düşündük ki, kesin Erdoğan’dan sonra Başbakan Numan, fakat yeni bir numara ile, kendisini Başbakan A. Davutoğlu’nun yardımcısı, yani Başbakan yardımcısı buldu.
Kırgın olsa ki, Manisa- Yırca’da 7500 zeytin ağacının kesilmesi nedeniyle; “..Ekonomiyi gerekçe yaparak çevreyi vahşi bir şekilde doğayı tahrip etmemek lazım. Çevreyi vahşi kapitalizmin kurallarına terke demeyiz.” diyebildi. Yakındır “sen misin bunu diyen?!” yaptırımı..
Erdoğan’ın eski haslarından, Danıştay önceki Başkanı Hüseyin Karakullukçu, kararın Danıştay’ın resmi internet sitesinden yayınlandığı andan itibaren tebligat sayılacak şekilde düzenleme yapılabileceğini vurguladı; “Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararı vermiş olmasına karşın tebligat yapılmadığı için 6 bin zeytin kesildi.
Zeytinlere çok yazık oldu. Tebligat Kanunu’nda bu tip sıkıntıların önlenmesi için reform şart. Tebligat Kanunu’na veya İdari Yargılama Usul Kanunu’na, ‘kamu yararı bulunan ivedi işlerde’ karar UYAP’a (Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi) konulduğu ve Danıştay’ın resmi internet sitesinden yayınlandığı andan itibaren tebligat yapılmış sayılır. Bu şekilde ilan da tebliğ yerine geçer şeklinde düzenleme yapılabilir” O da kırgın ki, Numan Kurtulmuş gibi hataları söylemeye başladı.
Anlayacağımız gibi; salt iktidarın bazı yandaşları ve de yanındakiler değil İktidarın kararları da ters tepmeye başladı.
Örneğin; Hukukçular ise bu kararın; 28 Haziran’da Resmi Gazete’de yayımlanan ‘Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 18 Haziran 2014 kabul tarihli ve 6545 Sayılı Kanun’nun ‘İvedi Yargılama Usulü’ne göre verilmiş ilk karar olduğunu belirtti. Torba Yasa’da yapılan bu değişiklik ilk yapıldığında tepki çekmişti. İvedi Yargılama Usulü’nün ‘üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olduğu’ vurgulanmıştı.
Söz konusu kanun maddesi ile yeni yargılama modelinin uygulanacağı davalarda dava açma, davaya cevap ve temyiz süreleri kısaltılmış; idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem tesisini idareden talep etme hakkı kaldırılmış; yürütmenin durdurulması talebine ilişkin olarak verilecek kararlara ‘itiraz engeli’ getirildiği eleştirilmiş, AKP iktidarı da bu yaptırımı savunmuştu. Böylelikle AKP iktidarı kendi ayağına ateş etmiş oldu, çünkü; İtirazı kaldırma maddesini AKP koymuştu, bu tip davalar uzamasın, itirazlar yapılmasın diye..
Artık, ivedi yargılama usulüne ilişkin verilen yürütmeyi durdurma kararına itiraz yolu kapalıdır. Evet; Danıştay 6’ncı Dairesi’nin kararının gerekçesinde, sadece acele kamulaştırma yürütmesinin durdurulmasına değil, zeytinlikte Kolin Şirketler Grubu tarafından santral kurulamayacak ve de torba yasa ile yapılan ‘İvedi Yargılama’ düzenlemesine göre de karara itiraz edilemeyecek.
Örneğin; Yırca’da 6 bin zeytin ağacının iş makineleriyle kesilmesinin ardından Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararı vermesi sonrası Kolin firması şantiyesinde çalışan 100 kişiyi işten attığı güvenlik görevlilerinin “Bize iş garantisi, hatta emeklilik garantisi vererek buraya getirdiler. Bizleri kandırıp köylülere saldırttılar. Onlarla karşı karşıya getirdiler. Sonra da kullanıp attılar” diyerek yetkilileri şantiye binasına kilitlediler.
Aslında, Kolin’den önce iktidar kesmeye başladı Zeytin ağaçlarını. Söylentilere göre, İstanbul-Bursa-İzmir otoyol inşası için 35 bin zeytin ağacı kesilmiş. Bilindiği gibi son torba yasasıyla 25 dekardan(25 dönüm) küçük zeytin alanları enerji, turizm ve maden işletmeciliğine açıldı. Zeytinliklerin ortalama büyüklüğü ülkemde 12 dekar değil mi? Demek ki, zeytin ağaçlarının kesim fermanı çıkarılmış bile..
Ne olacak şimdi? Ben olsam, öncelikle torba yasasının bu yaptırımını ortadan kaldırırım. Ardından bu bölgeyi tekrar zeytin ağaçları diktirtecek mahkeme kararı aldırtırım ve Zeytin ağacının 5 sene sonra ürün vermesi nedeniyle üreticiye 5 yıllık gelirini ödettiririm, sorumlulara ve yetkililere.
Doğaya ve doğana düşmanlığın ters tepen diğer örnekleri:
Örneğin; Danıştay 14. dairesi, ‘HES’ler birbirinden bağımsız düşünülemez’ dedi. 'Bölgenin kaderi yetersiz bilirkişilere teslim edilmiş'..Doğal ve koruma öncelikli güzellikleriyle bilinen ve birçok endemik türe ev sahipli yapan Ardanuç havzasında, Suat ve Polat Dereleri üzerinde kurulması planlanan ‘Ardanuç 5 regülatörleri ve HES projesi dışında 4 ayrı HES projesi daha planlanmıştı.
Ancak yapılan bu HES’lerin Ardanuç Havzasına yapacakları toplam etki saptanması amacıyla herhangi bir bütüncül inceleme ve havza planı yapılmadan ÇED Raporu hazırlanmış. Ardanuç halkı tarafından Rize İdare Mahkemesi’nde açılan dava için hazırlanan bilirkişi raporunda, havza planının yapılmadığı saptanmasına karşın bu durum bir eksiklik olarak değerlendirilmemiş ve ÇED Raporunun yeterli olduğu belirtilmiştir. Rize İdare Mahkemesince de bu bilirkişi raporunu esas alarak davayı reddetti. (7 Kasım 2014)
Örneğin; Bilindiği gibi 2012 yılından beri maden ruhsatlarını verme yetkisini R.T. Erdoğan üstlenmişti. AKP’den belediye başkan adayı Saffet Uyar’da, Ermenek’te 18 insanımızın ölümüne neden olan, ocağın işletim ruhsatını alanlardan biri. Ermenek’teki ocağın işletim hakkını alan Has Şekerler Madencilik Limited Şirketi’i olası riskler karşısında maden işçilerini de sigorta ettirmesi gerekirken, sadece makinelerini sigorta ettirmiş.
İşte bu şirketin sahibi Saffet Uyar’ın avukatı kazadan sonra yaptığı açıklamada resmen R.T.Erdoğan’ı, yani AKP iktidarını suçlayıcı açıklamada bulundu; “Tepenizde binlerce ton su olduğunu bilseniz bütün mal varlığınızı, hayatınız boyunca bütün birikiminizi bu suyun altına yatırır mısınız?..
Denetleme ve kontrol görevleri yerine getirilmiş mi lütfen sorgulayın. İmalat planından sonra uyarması gereken devlettir.. Maden kanunu 29. Madde, bütün işletmelere nisan ayında üretim planı haritasını hazırlayıp Maden İşleri Genel Müdürlüğü’ne verme yükümlülüğü getirir. Aynı madde Maden İşleri Genel Müdürlüğü’ne de ocakta bu plan çerçevesinde bir tehlike var ise söz konusu işletmeyi uyarma ve durdurma yetkisini getirir..”
Sen küresel efendi, dahası AB+ABD=ARBD küresel sömürü denkleminin yaratıcısı, ülkelerdeki işbirlikçilerinle gezegeni sömürme adına ekonomik Örgütlülüğünü yaygınlaştırırken, neden gezegeni yaşatma adına çevre örgütlenmeye gitmiyorsun da, Ermenek ve Somadaki katlımaya seyirci kalman bir yana; Greenpeace (İngilizce: yeşil barış), WWF (Dünya Doğayı Koruma Vakfı - Vakfı (World Wide Fund for Nature), TEMA Vakfı (Türkiye Erozyonla Mücadele Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı), ÇEKÜL Vakfı (Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı) v.b ile biz bireysel doğa savaşçılarını yok etmeye çalışırsın?
Gezegenimizi yok edenleri engelleme adına; “Doğayı ve Doğanı Korumanın Evrensel Düzlemi(DD-EV)” oluşturulmasını öneriyorum.
İşte ABD’nin ülkemiz bazında gezegenimize saldırıları: Yıllarca yazıldı. (ben bile), Atatürk’ün; Anadolu insanıyla kurduğu genç cumhuriyetin yoktan var ederek sanayi hamlesine, hatta ağır sanayi sürecine başladığını. Dahası; temel ilke yerli malı herkes onu kullanmalı söyleminden yola çıkarak, tutumlu olmayı savruk olmamayı şiar edinen bir süreç başlatıldığını yıllarca örnekleriyla yazdık:
Türkiye, savaştan çıkar çıkmaz Cumhuriyet’i kurmuş bir ülke idi. Halk yoksulluk içerisinde yaşıyordu. Atatürk, 1923 yılında İzmir İktisat Kongresi'ni topladı. Bu kongrede yurdun bağımsızlığının korunması, yerli mallar üretilmesi ve kullanılmasına karar verildi. Dönemin başbakanı İsmet İnönü 12 Aralık 1929 tarihinde TBMM’de bir konuşma yaptı.
Konuşmasında ulusal ekonomi, yerli malı ve tutumlu olma önerilerinde bulundu. Temel amaç; II. Dünya Savaşı sonrası oluşan ekonomik darboğazın ardından yabancı ülkelere para akışının önünün kesilmesi ve toplumsal tutum bilincinin oluşması idi. 1946 yılından itibaren Yerli Malı Haftası olarak kutlanmaya başladı.
Bu ilke günümüzde de sürdürülmeli idi. Fakat 1983 yılında adı “Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası” olarak değiştirildikten sonra; Okullarda 12–18 Aralık tarihleri arasında kutlanan ve tutum, yatırım ve Türk malları hakkında bilgi veren etkinlikler yok edildi. Devlette oluşturulan arpalıklar ve örtülü ödeneklerle savruk bir iklime taşındı Türkiye. Bu tutumsuzluk 2002 sonrası abartılı bir artış gösterdi. Düşünebiliyor musunuz, bugün Cumhurbaşkanı’nın ödeneği 447 milyar lira.
Özellikle, bu konuda; 1937 yılında Atatürk’ün vasiyetiyle devlete emanet edilen, 1950’de çıkarılan bir yasayla resmi statüsüne kavuşturulan, 1992’de ‘Doğal ve Tarihi Sit Alanı’ ilan edilerek saldırılardan kurtarılan, fakat; 2011 yılında ‘1’inci Derece Doğal ve Tarihi Sit’ alanı statüsü, ‘3’üncü Derece Doğal Sit’ alanına dönüştürülerek ‘Tarihi Sit’ statüsü kaldırılan Atatürk Orman Çiftliği(A.O.Ç)’ne değinmek gerekiyor.
Evet; ‘Tarihi Sit’ statüsü kaldırılan “A.O.Ç”, aynı yıl çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile parçalanarak ya da tamamının adalet hizmetlerinde veya Bakanlar Kurulu’nca belirlenecek kamu hizmetlerinde kullanılması amacıyla “A.O.Ç” için bedelsiz olarak hazineye devredilmesi kararı alındı.
Sonunda;” A.O.Ç”nin bir kısım arazisi Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje Alanı’ ilan edildi ve neredeyse 2 milyar dolar maliyetinde, AK Saray diye tanımlanan yapı konuşlandırılıdı. Siz buna uçaklar ve İstanbul’daki köşk ve saray benzerleri için yapılan harcamaları ekleyin, bu rakamın devasa boyutlara vardığını göreceksiniz.
Bu tutumsuzluğu, savrukluğu söylediğinizde size Atatürk’ün Savarona adlı yatını örnek gösteriyorlar. İnsaf be Atatürk gösteriş meraklı bir tutumsuz ve tutarsız biri olsa başka biri gibi Dolmabahçe Sarayı’na yerleşirdi. Neden yok olmakta olan İmparatorluk zamanında Sultan Abdülmecid’in, Dolmabahçe'ye saray yaptırdığında saray gündeme getirilmez de, ille de Savarona..
Savanora’ya gelince, Savarona, Devletin Atatürk’e hediyesidir ve de devlet bunun için abartılı bir para harcamamıştır.
İşte öyküsü: “Savarona” adı; Hint Okyanusu'nda yaşayan Afrika kuğusundan almış. Asla, Atatürk için yapılmış bir yat değildir.
1931, Amerikalı John A. Roebling'in(Brooklyn Köprüsü'nün mühendisi) mirasçısı Emily Roebling Cadwallader için, Bağımsız Deniz Araçları Mühendislik şirketi olan Amerikalı deniz mimari William Francis Gibbs’in Gibbs & Cox şirketi tasarlamıştır. Gemi, Alman gemi inşaat ve mühendislik şirketi Blohm & Voss tarafından Hamburg'da inşa edilmiştir. Geminin toplam maliyeti 4 milyon $ (2014 yılı 62.7 milyon $)’dır. Gemi, vergi sebepleriyle Cadwallader çifti tarafından ABD'ye sokulamadı ve Hamburg'a geri döndü.
Savarona, 23 Şubat 1938'de Türk hükümeti tarafından 1.2 milyon $ (2014 yılı 20.3 milyon $) karşılığında, ‘sağlığı gün geçtikçe kötüleşen Mustafa Kemal Atatürk'e hediye edilmek’ için satın alındı. Atatürk, bu yatın nereden geldiğini soramayacak kadar rahatsızdı, ancak bu yatta 56 gün vakit geçirebildi..
Savarona 1951'de Güneş Dil adıyla eğitim gemisine çevrilmiştir. Atatürk’ün kullandığı, dahası Cumhurbaşkanlığı’nın kullanımına tahsisi edilmiş yat “İmparatorluğun son ve Cumhuriyetin ilk devlet yatı” olan Ertuğrul Yatı’dır. 1903'te satın alındığı günden itibaren üç sultana hizmet etti: II. Abdülhamid, Reşad ve Vahdeddin. İşgal günlerinde limanda yattı ve Cumhuriyet sonrasında Cumhurbaşkanı’nın kullandığı devlet yatı oldu. 1938'de görevi Savarona devraldı. Ancak Atatürk bu yatı sayılı günler kullanabildi..
Kurtuluş Savaşı’nın ardından kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti, hiç kuşkusuz, bütün dünyanın ilgi odağı durumuna gelmişti. Ülke bir yandan kısıtlı olanaklarla kendine çekidüzen vermeye çalışıyor, bu arada birçok dost ve komşu ülkenin başkanlarının da bu yeni, genç ve dinamik devleti ziyaret etmek istediği biliniyordu.
Geleneksel misafirperverlik karakterimizin bir örneği olarak bu önemli konukları ağırlayacağımız seçkin yerlerden biri olan Ertuğrul gemisi, savurgan olmamak adına tutumlu bir duyarlılık içinde elden geçirildi ve 1926 yılının Eylül ayında, "Cumhurbaşkanlığı" yatı olarak hizmete alındı.
Ertuğrul, İskoçya’nın Nescastle-Upon-Tyne kentindeki Armstrong, Michell & Co tezgahlarında özenilerek inşa edilen 900 tonluk bir gemiydi. I. Dünya Savaşı sırasında 1915 yılı içinde, donanma hizmetine alınarak Gelibolu’ya cephane ve kargo taşımakla görevlendirilmiş bir gemi..1926 yılının Eylül ayında, Cumhurbaşkanı yatı olarak hizmete alındı.
Ertuğrul artık eskimişti, baştan sona esaslı bir şekilde elden geçirilmesi gerekiyordu. Nitekim 1937 yılında ikinci kez hizmetten alındı. Asla Atatürk’e yeni bir yat alımadı. 1931 de 4 milyon dolara mal edilen Savarona, Cadwallader çifti tarafından ABD'ye sokulamayınca Hamburg'a geri getirilmiş ve 7 yıldır alıcı bekliyordu. 23 Şubat 1938'de Türk hükümeti tarafından, büyük pazarlıklar sonucu kelepir denecek bir fiyata, yani maliyetinin 3’te bir fiyatına(1.2 milyon) satın alındı. Ve ‘sağlığı gün geçtikçe kötüleşen Mustafa Kemal Atatürk'ün hizmetine sunuldu, ki kullanamadı ve büyük önder 9 ay sonra aramızdan ayrıldı.
1923 yılında İzmir İktisat Kongresi'nde Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün yerli mallar üretilmesi ve kullanılması gerektiğini vurgulamasından 2 yıl sonra (1925) Kayseri’de uçak fabrikası kuruldu ve ilk milli uçağımız Ankara’ya indi. Sıra Denizaltına gelince; ABD; “Yoo, yapamazsın!!” diyerek karşımıza Marshall Yardımını çıkardı. Bize, “ Bırak uçak ve gemi yapmayı, sen savaş yorgunusun, bunlarla uğraşma, ben sana hazırlarını vereceğim” diyerek bizim ulusal değerlerimiz yok eden Marshall Yardımı girdabına soktu.
ABD salt sanayi düzlemimizi bozmadı, Tarım alanlarımıza da girerek, Tarım ürünlerimizi yok etti: Süreç, askeri yardım olan Truman doktrini ile başladı, ardından ekonomik yardım olan Marshall Yardımı ile devam etti(1947).
Yobazlarca, Yahudi ağacıdır, kesilmelidir denen Zeytin ağacını bizden önce ABD kesmeye başlamıştı.
Bilindiği gibi; Atatürk Tarımsal projeleri de ivmelendirmeye başlamıştı. Süreci 1929’da Zeytin yetiştirilmesi ile Yalova’da başlattı. Biliyordu Zeytinin anavatanının Anadolu’nun Mardin, Kahramanmaraş ve Hatay üçgeni olduğunu. Bu üçgeni Anadolu’ya yaymaktı amacı. Süreç, 1937’de Bornova Zeytincilik Araştırma Enstitüsü’nün kurulması ile hızlandı. Ve, 1939 Şubatında 3573 sayılı “Özel Zeytin Kanunu” çıkarıldı. Ve de Zeytincilik hızla gelişti.
ABD buna da dur dedi, Marshall yardımlarıyla…Sözde kanser yaparmış. Fakat kendisi bizden sürekli zeytinyağı satın alıyordu.
Onun mısırözü yağı vardı, dünyanın en büyük mısır üreticisi olarak. Bize, Marshall Yardımı bütününde mısırözü yağı satmaya başladı. Türkiye resmen “ekonomik kalkınmasının kaderini ABD’ye teslim etti. Türkiye’de neyin üretileceğine, neyin tüketileceğine ABD karar veriyordu artık. Ve vermeye de devam ediyor.
ABD, önemli ihraç kaleminden biri olan zeytinyağına sınırlama (Fr. Kota diyorlar) getirdi, 12 Kasım 1956 tarihli tarım anlaşmaları gereği. Tarım anlaşmasına göre, zeytinyağı ihracatı ABD’nin izin verdiği miktarı aşarsa Türkiye, ABD’den aynı miktarda nebati yağ satın almak zorundaydı!
Buğday da ihraç edemiyorduk, öyle ki Menderes hükümeti ihracat yapınca, ABD 20 Ocak 1958’de Menderes Hükümeti’ne nota verdi!
Resmen ABD tarımımızı ele geçirmişti. Ondan ithal edilen ürünlerden gümrük vergisi başta olmak üzere hiçbir vergi, resim ve harçlar, sundurma(koruma yeri) ve antrepo (depo), rıhtım resmi ve rıhtım ücretleri alınmaz oldu.
En önemlisi ABD’nini bize soya yağını da dayatması. Öyle ki, soya yağı satarak bize Margarin fabrikası kurdurdu, çünkü margarin soya yağından yapılıyordu. İçinde domuz yağı bulunan doymuş yağ asidi içeren margarin bağımlısı olduk, aynı zamanda kalp hastası. Ne ilgisi var deme makarnacı; damar sertliği/kalp damar tıkanıklığı hastalığı margarita ile girmedi, margarin ile girdi.
Düşündürücü olanı, margarinin içinde domuz yağının bulunması. Domuz için haram diyen dinden geçinenler yıllardır domuz yağı ile beslendiklerini bilmiyorlar mı? Bal gibi biliyorlar..
Kulakları çınlasın Mustafa Ekmekçi aklıma geldi. Cumhuriyet gazetesinin “ Ankara Notları” köşesinin yürekli yazarı..Yıllardır Türkiye yoksulluktan kurtulmak için domuz yetiştiriciliğini serbest bırakmalıdır savaşını verdi. Meşrutiyet Cad. İnkilap 2 sok. 25/A’daki İsmail Poyraz’ın Tavukçu lokantasında yemek yerdi genelde..
Bazan rastlar, konuşurduk, çünkü Cumhuriyet gazetesinden tanışırdık. Özellikle Türkiye'de domuz çiftlikleri kurulmasını yazmasına karşın bıkmadan da anlatırdı. Gerekçesi, domuzun bol yavru yapması, etinin ucuza olduğunu bu nedenle Türkiye ekonomisine büyük katkı vereceğini tekrar eder durur, genç mühendisler olarak öncülük yapmamızı isterdi.
Dinden geçinenlerin kendisini hedef aldığını söylediğimizde, gizli domuz çiftliklerinden söz eder, bu çiftlik sahiplerinin de genelde en çok domuz eti haramdır diyenlerin işlettiğini, bunların Salam ve Sosislere genelde domuz eti kattıklarını söylemekten çekinmezdi. Dahası, Şarküterinin domuz kasabı anlamına geldiğini, sabunların donyağı yüzünden domuz yağı içerdiğini ve domuzu yemiyoruz, fakat cildimize sürdüğümüzü hayretle Ekmekçi’den dinlerdik.
Ekmekçi’nin “Salam ve Sosislere genelde domuz eti kattıkları” tümcesi bugünlerde bana; bir zamanın Tercüman gazetesinde; ‘ Sucuk etine, at, eşek ve domuz eti katan kişi yakalandı ve hapse atıldı’ manşetini anımsattı. 2002 sonrası o gazeteleri Türkiye arşivlerinde Nazlı Ilıcak’ın toplattığının söylenmesi ve bu kişinini şimdi nerelerde olduğunun aklıma gelmesi çıldırtıyor beni.
ABD, domuz etine de sınırlama veya tümden yasak getiri miydi? Getirirdi. Hala yasak getirmelerde. Özellikle 2002 sonrası yasaklarını alabildiğine abarttı:
AKP iktidarının ilk Tarım ve Köyişleri Bakanı Prof. Dr. Sami Güçlü idi. 2004’te görevden aldılar ve Diyarbakır’da son sırada beklenmedik şekilde Milletvekili olan Mehdi Eker getirildi. Nedeni, Güçlü’nun; yerli üreticiyi korumak için 2004 yılında “ Yerli ürün alana ithalat izni” uygulamak istemesi. ABD ayağa kalktı.
Sebep Sami Güçlü’nun yaptığı uluslararası ticaret yasalarıyla bağdaşmıyormuş. Bu gerekçeyle Türkiye’yi “Dünya Ticaret Örgütü”ne şikayet etti ve dava açtı. Erdoğan anında harekete geçti, S.Güçlü’yu makamından etmesi bir yana 2011 sonrası milletvekili bile yapmadı.
Bir başka domuzluk aklıma geldi. 3. Hava Limanı, 3. Köprü ve TOKİ konutları nedeniyle HABİTAT’ı, yani yaşam ortamı ormanları yok edilen domuzların İstanbul’u basması.. Aman sende, diğer domuzlar ülkeyi basmış sen İstanbul’u basan 1-2 domuzcuktan söz ediyorsun!!!
Nedense ABD, Türkiye’mde bilerek yapılan domuzluklara ilgisiz. Acaba kendisi mi yaptırıyor?
Şevket Çorbacıoğlu
Teknopolitikalar platformu
evesbere@gmail.com
0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder