28 ŞUBAT NEDİR NE DEĞİLDİR VE ERDOĞAN VE ERBEKAN 28 ŞUBAT'IN NERESİNDE İDİLER ŞİMDİ NERESİNDELER??!!
Günaydin
arkadaşlar..Aman dikkat, uzun bir 28 Şubat..
28 ŞUBAT ERBAKAN’NIN İTİBARINI KAZANDIRMAK İDİ İSE NEDEN ERBAKAN’I
İÇERİ ATTIN!! BİR TAŞ İLE BİRKAÇ KUŞU VURMA KUMPASI..TABANINA HER ŞEYİ YUTTURAN
HALKA ASLA…ERBAKAN VE ERDOĞAN 28 ŞUBAT'IN NERESİNDELERDİ ŞİMDİ NEREDELER!!
28.1.2023
Aşağıdaki
haberi okuyunca 6 Mart 2014 günkü “AKP’nin doğum tarihi ve 28 şubat öyküsü”
başlıklı yazımı güncelledim; “28 Şubat Davası Erbakan’ın itibarını kazandırmak
idi ise neden Erbakan’ı içeri attın!! Bir taş ile birkaç kuşu vurma kumpası”
başlığıyla:
[[ 28 Şubat davasında
yargılanan emekli Korgeneral Vural Avar yaşamını yitirdi(21.12.2022).
Son dakika haberi... Cumhuriyet gazetesi yazarı Barış
Terkoğlu, 28 Şubat davasında yargılanan emekli Korgeneral Vural Avar'ın dün
yaşamını yitirdiğini duyurdu.
"28 Şubat kumpası davasında, sağlık sorunlarına
rağmen cezaevinde tutulan 85 yaşındaki emekli Korgeneral Vural Avar, dün gece
uykuda hayatını kaybetti. Hepimizin başı sağ olsun. Gücümüz bu zülmü bitirmeye
yetmediği için çok üzgünüm." ]]
“14 Ağustos 2013 günü, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin 12.
kuruluş yıl dönümü nedeniyle resepsiyon
verildi.Resepsiyonda, Mısır'da yaşanan olaylar nedeniyle müzik yayını
yapılmadı. Erdoğan, konuşmasının sonunda salondakileri "Rabia" selamı
ile selamladı.”
Bu haberi okuyunca; AKP doğum tarihi ile birlikte 28
Şubat öyküsünü araştırmak geldi içimden.
Araştırma sonucu şöyle bir kanıya vardım; AKP’nin doğum
tarihi; 14 Ağustos 2001 değil, 28 Şubat muhtırası ile anılan tankların yürüyüş
tarihi 4 Şubat 1997’dir. Bana göre
AKP’de tanklarla birlikte yürüyüşe geçmiştir.
Haklı olup olmadığıma siz karar verin:
Evet; Tansu Çiller, Koalisyona onay vererek Necmettin
Erbakan’ı Başbakan yaptı. İşleyen süreç asla demokrasi süreci değildi;
adım-adım şeriata gidişin çalışmaları organize ediliyordu. Biliyorsunuz yine
bir Rizeli olan Şevki Yılmaz gibi milletvekilleri ile tarikatlar, şeriat
düzenine geçiş arzusunu çekinmeden haykırıyorlardı. Özellikle Erbakan, Meclis
kürsüsünden: “Kanlı mı olacak kansız mı karar verin?” tehdidinde bile
bulunabilmişti.
Erbakan ve çevresi, böylesi anlamsız sıçramalar yaparken,
bir şeyi fark etmiyorlardı; partinin içinde kendilerine ‘yenilikçi’ diyen bir
grup öğrencisi pusuya yatmış, öğretmenlerinin yanlışlarıyla kendilerini
beslediğini.
Ne oldu sonunda? Milli Güvenlik Kurulu 28 Şubat 1997
tarihli toplantısında 18 maddeden oluşan ünlü 28
Şubat kararlarını aldı. Bu karar, öyle
Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir’in dediği gibi post-modern darbe
falan değildi, sapına kadar darbe idi.
Her ne kadar; askerlerin 'yönetime el koyalım' baskısını, Cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel ısrarla konuyu yasal ve anayasal zemine çekip MKG'nın karar almasını sağladığı savlansa da
bal gibi, Laik ve Demokratik Cumhuriyet’e
goldü ve bu golün adı da darbe idi.
Bu işlemeye başlayan ve sonradan 28 Şubat diye
adlandırılan 4 Şubat süreci benim için
net ve açıktır; bu süreç, ülkemiz üzerine
çökmekte olan bir karanlığı aydınlatma bahanesiyle, sözde yenilikçi
Erbakan karşıtı ılımlı İslamcı öğrencileri iktidar taşımanın projesi idi.
Demokratik seçimle iktidara gelen yönetime el koyma ne kadar darbe ise, bu
dolambaçlı küresel efendilerin içteki
Danimarkalılarla kurguladıkları oyun da
o denli darbe idi. Öyle, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’nın dediği gibi ‘Nizamiyeden
dönülmedi’, bal gibi demokrasiden dönüldü. Birilerinin dediği gibi demokrasi
yara alıp kesintiye uğramadı, karanlık enjekte edilerek demokrasi
enfekte(iltihap) edildi.
Dün, Erbakanların, Hasan Hüseyinlerin, Şevki Yılmazların,
Bekir Yıldızların, Şükrü Karatepelerin söyledikleriyle, bugün söylenenler
arasında bir fark var mı?
Tüm o söylemlerin; 28 Şubat sürecini tetiklediği ve
hızlandırdığı iddia edilmektedir. Bu olaylara ‘bugün söylenenler ile
karşılaştırmalı olarak’ göz atalım:
2 Ekim-7 Ekim tarihleri arasında Başbakan Erbakan Mısır,
Nijerya ve Libya gibi dini siyasallaştırmış ülkelere ziyareti ve Kaddafi’nin
ziyaret sürecinde Erbakan’ı aşağılaması ve PKK övgüler sıralatması.
İyi de; bugün bunların fazlası yaşanmıyor mu ülkemde?
Örnek;
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, "Mısır'daki
darbenin arkasında İsrail var, elimizde belgesi var" sözlerine Washington
ve Tel Aviv'in ardından Kahire'den de tepki geldi. Mısır Cumhurbaşkanlığı
Sözcüsü eleştiri sınırlarını zorlayan açıklamasında, Başbakan Erdoğan'ı
kastederek, "Batılı bir ajandan vatanseverlik dersi almaya ihtiyacımız
yok" dedi(21 Ağustos 2013).
6 Ekim 1996'da Ankara Kocatepe Camisi'nde başlayıp
"şeriat isteriz" diye bağıran sakallı, cüppeli kimliklerin eylemlerinin süreklilik
kazanması.
İyi de; bugün neden o şeriat eylemleri sonlandı? Bunların arkasında ne vardı? Günümüzde o
eylemlerindeki söylemler, iktidar erkinin yetkilileri ve grupları tarafından
fazlasıyla yerine getirildiği için mi duruldu?
Örnek;
“17 Ağustos 2013 Eminönü Mısır Mitingi”ne yürekten
katılıyorum; fakat, Mısır’daki faşist Sisi darbesi, Şeriatçı Mursi
yandaşlığıyla şeriat ve hilafet savunusu çizgisine çekildiğini de kaygıyla izliyorum.”
3 Kasım 1996’da Susurluk’ta meydana gelen kaza sonrası
ortaya çıkan mafya, siyasetçi, polis ilişkilerinin derin devlet yapılanmasını
ortaya çıkardı.
İyi de; derin
devlet yapılanmasına ‘fasa fiso’ diyen Erbakan ve aydınlık için bir dakika
karanlık toplumsal eylemi için "Mumsöndü oynuyorlar" diyen o dönem
Adalat Bakanı Şevket Kazan mantığı bugün fazlasıyla devam etmiyor mu? En
önemlisi, “devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” diyen T.Çiller 28
Şubat mağduru olarak ifade verirken, Ergenekon ve Balyoz davalarıyla derin
devletin adamı diyerek ilgisiz insanlar, ağır cezalara çarptırılmasına ne
diyeceğiz..
Örnek;
Danıştay'ın kamusal alanda başörtüsü takılmasını yasak
etmesi nedeniyle "Aldıkları karar
Allah’ın adaletine sığmıyor. Cezalandırmak istedim." diyerek Danıştay ikinci Dairesini basan ve bir Danıştay üyesini
öldüren, diğerlerine yaralayan(17 Mayıs 2006)
Alparslan Aslan’ın suç ortağı Osman Yıldırım ‘ı Balyoz davasında tanık
yapılması ve ardından beraat ettirilmesi. Evet; Danıştay davasında müebbet
cezası alan ve Danıştay saldırısı, Cumhuriyet gazetesine bomba atma ve Ergenekon davası sanığı. Hırsızlık, yaralama,
gasp, adam öldürme suçlarından sabıkalı olan Yıldırım, aniden Ergenekon
iddianamesinde tanık olarak adı geçmeye
başlıyor. Sonrasında Yargıtay, Danıştay
saldırısı davasının kararını bozup davanın Ergenekon ile birleşmesi kararını
alınca, Yıldırım yeniden yargılanma hakkı kazanıyor ve 5 Ağustos 2013'te İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesi tarafından serbest
bırakılıyor.
Refah Partisinin Belediye Başkanı Şükrü Karatepe’nin 10
Kasım 1996 tarihli Refah Partisi İl Divan Toplantısındaki konuşmasında,”Süslü
püslü göründüğüme bakıp da laik olduğumu sakın sanmayın. Resmi görevim
nedeniyle bugün bir törene katıldım. Belki başbakanın, bakanların,
milletvekillerinin bazı mecburiyetleri vardır. Ancak, sizin hiçbir
mecburiyetiniz yok. Refah Partili olarak yeryüzünde tek başıma da kalsam, bu
zulüm düzeni değişmelidir. İnsanları köle gibi gören, çağdışı bu düzen mutlaka
değişmelidir. Ey Müslümanlar sakın ha içinizden bu hırsı, bu kini nefreti ve bu
inancı eksik etmeyin. Bu bizim boynumuzun borcudur.”şeklindeki konuşmasına 1
yıl hapis ve 420.000 lira ağır para cezası verilmesi.
İyi de, Şükrü Karatepe benzeri konuşmaların daniskacı ve
adamları tarafından fazlası yapılmıyor mu?
Örnek;
Mayıs 2013’te şu
sözler söylenmedi mi başbakan tarafından: “İki tane ayyaşın yaptığı yasa, sizin
için muteber oluyor da, inancın emrettiği bir gerçek, vaka niçin sizler için
reddedilmesi gereken bir olay haline geliyor?”
Kimler bu iki ayyaş? Millî mücadele döneminde yasak
edilen alkollü içecekleri 22 Mart
1926’da çıkardıkları yasa ile serbest
bırakan İnönü ve Atatürk değil mi/ Bu iki önder mi kastedildi?
Başbakan Prf. Dr. Necmettin Erbakan 11 Ocak 1997 günü,
Başbakanlık Konutunda tarikat ve şeyhlere
iftar yemeği vermesi.
İyi de, bugün iftar yemeği böylesi kimliklerin baş tacı
edildiği yemekler değil mi? Hikmetyar’in dizinin dibindeki kimlik bugün nerede?
30 Ocak 1997'de Sincan
belediyesi Kudüs gecesi
düzenledi. Belediye başkanı, İran
büyükelçisinin misafir olduğu gecede sahneye konulan Cihad oyunu basında tepki oluşturdu. Star muhabiri
Işın Gürel saldırıya maruz kaldı. Bekir Yıldız tutuklandı, mahkûm edildi.
İyi de bugün benzerleri gündeme gelmiyor mu? Özellikle
Cihat söylemleri tekrar edilmiyor mu? O dönemin Star gazetesi bugün ne durumda,
köşe yazarları ve muhabirleri kim?
Dahası hangi anlayışa hizmet ediyor? TRT ne durumda?
Bir örnek yoruma yer vereyim de TRT’nin ne durumda
olduğun anlayın:
“Mısır’da Müslüman Kardeşler yanlısı göstericilerin
sığındığı camide bir süre mahsur kalan TRT muhabiri Metin Turan, bir vasiyette
bulundu ve “Bana bir şey olursa beni Gafir Mezarlığı’nda Mustafa Sabri
Hazretleri’nin kabrine defnedin” dedi. Mısır güvenlik kuvvetlerinin camiyi
boşaltmasından sonra Anadolu Ajansı’nın Arap muhabiri Hiba Zekeriye, Kahire’nin
güneyindeki Turra cezaevinde 8 saat gözaltında tutulduktan sonra serbest
bırakıldı. Turan ise bu yazı yazıldığı sırada hâlâ gözaltındaydı.
Mısır’da meydana gelen olaylar hepimizi üzüyor. Bunca
olay arasında Metin Turan’ın yanına gömülmek istediği “Mustafa Sabri
Hazretleri”nin kim olduğu ise kaynadı gitti.
Bilinen bir Mustafa Sabri Efendi var. Başka Mustafa Sabri
yok ise Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Atatürk ve Kuvayı Milliyeciler için
idam fetvası çıkaran kişidir. Metin Turan’ın, yanına gömülecek kadar sevip
saygı duyduğu kişi bu ise, TRT’nin nasıl bir zihniyetle yönetildiği de açığa
çıkıyor(Arslan Bulut).
Eğer benim ülkemde Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı
kurumlara ‘Said-i Nursi’ adı veriliyorsa,
Mustafa Turan olayına şaşırma kardeşim!
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya “İrtica”
PKK’dan tehlikeli demesi.
İyi de bu gerçek, bugün daha fazla geçerli değil mi?
11 Şubat'ta Şeriata Karşı Kadın Yürüyüşü Ankara'da
yapılması.
İyi de, demokrasi var diyenlerin, böylesi eylemi yapmayı
anti demokrasi ile, yapmamayı demokrasi ile örtüştürmelerini nasıl tanımlayacağız?
28 Şubat'ta yapılan MGK toplantısı 9 saat sürdü. MGK
laikliğin Türkiye'de demokrasi ve hukukun teminatı olduğunu sert bir şekilde
vurguladı.
İyi de tüm bunlar tedirginliğe yol açan nedenler olarak
görüldü, bugün bu tedirginliği fazlasıyla tetikleyen unsurlar ve de gelişmeler
yok mu?
MGK kararları
hükümete bildirildi. Kararda, laiklik için yasaların uygulanması istendi,
tarikatlara bağlı okullar denetlenmeli ve MEB'e devredilmeli, 8 yıllık
kesintisiz eğitime geçilmeli, Kuran
Kursları denetlenmeli, Öğretim Birliği(Arapçası; Tevhidi Tedrisat) uygulanmalı,
tarikatlar kapatılmalı, irtica nedeniyle ordudan atılanları savunan ve orduyu
din düşmanıymış gibi gösteren medya kontrol altına alınmalı, kıyafet kanununa
riayet edilmeli, kurban derileri derneklere verilmemeli, Atatürk aleyhindeki
eylemler cezalandırılmalı, deniliyordu.
İyi de bugün bu
endişeler ortadan kalktı mı? AKP
meşruiyete dönebildi mi?Yani, herhangi bir sağ muhafazakâr iktidar
mıdır, yoksa İslamcı bir iktidar mı? Batı, özellikle AB ve ABD eskisi gibi
yakın mı duruyor, yoksa mesafeyi açmaya başladı mı?
Karanlığın cephesinde değişen bir şey yok; ‘Benim oğlum
bina okur, döne-döne yine okur” modundalar.
Örnek;
"Biliyorum ki sizler ellerinde silah dahi
olmadan öldürülen kardeşlerimizin yanındasınız. Bütün bu gelişmeler demokrasiyi
hazmedemeyenlerin projeleridir. Bütün bu projeler nasıl Gezi'de geri teptiyse
burada da geri tepecektir. Gezi; Trabzon'a gelebildi mi, Giresun'a, Samsun'a
gelebildi mi? ..Bize diktatör diyenler, buyurun Suriye'ye. Diktatör görmek
istiyorsanız Suriye'ye bakın. Diktatöre diktatör diyeni sallandırırlar..
İnşallah bizim ülkemizin meydanları ikinci Tahrir olmayacak. Adeviyye olacak,
Rabia olacak, Mansuriye olacak, İskenderiye olacak; demokrasinin egemen olduğu
meydanlar olacak.”
Ağır-ağır 28 Şubat kurgulanmaya başlandı;
RP-DYP Koalisyonu kurulmasının ardından yaşanan bazı
olayların, 28 Şubat 1997 sürecini
tetiklediği ve hızlandırdığı iddia edilmektedir.
21 Mayıs'ta Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, ‘‘Ülkeyi iç
savaşa sürüklediğini’’ söyleyerek, RP'nin kapatılması için dava açtı. 7
Haziran'da Genelkurmay, irticai faaliyetleri desteklediğini iddia ettiği
firmalara ambargo koydu. 18 Haziran'da Erbakan
başbakanlıktan istifa etti. 19 Haziran'da Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel hükümet kurma görevini
TBMM’inde çoğunluğa sahip DYP lideri Tansu Çiller’e değil, ANAP Genel başkanı
Mesut Yılmaz’a verdi ve 30 Haziran
1997'de Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit ve Hüsamettin Cindoruk'la birlikte ANASOL-D
hükümetini kurdu.
Ondan sonraki süreci biliyorsunuz, adım-adım AKP iktidar
süreci..
30 Haziran 1997'de kurulan ANASOL-D hükümeti gensoruyla
düşürülmesinin ardından, Bülent Ecevit, 11 Ocak 1999'da DSP azınlık hükümetini
kurarak 4. Kez Başbakan oldu. DSP18
Nisan 1999’da yapılan seçimlerden yüzde 22.19 oy oranıyla birinci parti olunca,
sayın Ecevit, 28 Mayıs 1999’da kurulan DSP-MHP-ANAP koalisyonunda yeniden başbakanlık koltuğuna
oturdu. 2000’nin Kasım’ında ve 2001’in şubatında yaşanan ekonomik kriz sonrası,
22 yıldır Dünya Bankası’nda görevli olan Kemal Derviş 3 Mart 2001'de Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı görevine
getirildi. Uluslararası Para Fonu (IMF) ile görüşmeleri yürüterek mali krizi
belli oranda olumlu boyutlara getirdi. Gerçekten, Türk finans sisteminin
radikal bir şekilde yeniden yapılanmasını sağlayan(AKP iktidarının hala
kullanmaya çalıştığı) Güçlü Ekonomi
Programı'nı hazırladı.
3 Kasım 2002 Seçimlerinde CHP'den İstanbul milletvekili
seçildi. 9 Mayıs 2005’de milletvekilliğinden istifa ederek Birleşmiş Milletler
Kalkınma Programı Başkanlığı(UNDP) görevine atandı. Mayıs 2008'te Financial
Times'a yaptığı açıklamada Türkiye ve Brezilya gibi ülkelerde enflasyon
tsunamisi yaşanacağını ve son bir yıldan kısa sürede bu ülkelerde halkın %25
daha fakirleştiğini belirtti.
Bu dönemde sağlık
sorunlarıyla ilgili söylentiler çıkan Bülent Ecevit, 4 Mayıs 2002’de
rahatsızlandı ve Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi'ne kaldırıldı.
Başkent’te yanlış tedavi edildiği savlanarak Mehmet Haberal suçlandı. Evine
çıkarıldı, durumu düzelince Hastalığı
bahane edilerek Beklenmedik şekilde başbakanlığı tartışılır oldu(ceza almış
birinin başbakan olması olası mı..Ha, Yargıtay onamaz ise o zaman komplo
teorisi üretebilirsin).
Bu ara ortada hiç olmayan Devlet Bahçeli ve Kemal Derviş
krizi başladı. Ekonomiyi düzlüğe çıkarmaya başlayan Kemal Derviş; 2002 Ağustos
ayında başbakan yardımcısı Devlet Bahçeli
ile görüş ayrılığına düşerek görevinden istifa etti. Ardından hükümete
yönelik tartışmalar ve erken seçim talepleri
yoğunlaşmaya başladı. Bu tartışmalar parti içine de yansıdı. Oğlum
dediği Başbakan yardımcısı Hüsamettin Özkan’ın görevinden ve partisinden
beklenmedik istifası(8 Temmuz 2002), beraberinde yeni istifaları getirdi ve MHP’nin de erken
seçim kararı almasıyla koalisyon hükümeti TBMM’deki sayısal desteğini
yitirirken, erken seçim kararı alındı ve 3 Kasım 2002’de yapılan erken genel
seçimlerde DSP barajı aşamadı ve TBMM dışı kaldı, AKP iktidar oldu.
DSP’ye karşı çıkan MHP’yi, yani Devlet Bahçeli’yi bir yana bırakın, oğlum dediği Hüsamettin
Cindoruk’un ve çok sevdiği İsmail Cem’in
karşı duruşunu nasıl açıklarsınız?
İşleyen(dahası işletilen) süreç hala düşüncelerimizden
silinmedi, doğrusu hala düşünüyoruz. Nasıl oldu da; 22 Temmuz 2002’de, DSP’den
ayrılan İsmail Cem ve Hüsamettin Özkan liderliğindeki bazı milletvekilleri
tarafından merkez sol ve liberal bir çizgide
bir partiye(Yeni Türkiye Partisi) gereksinim duyuldu ve Kemal Derviş’i
bu konuda ikna ettiler?
Kemal Derviş neden; İsmail Cem ve Hüsamettin Özkan ile
YTP’nin kuruluş çalışmalarına katıldığı partiden istifa etti ve 3 Kasım 2002
erken seçiminde CHP’den milletvekili oldu?
3 Kasım 2002 seçimlerinde
MHP ve DSP barajın altında bırakıldı ve AKP de tek başına %34 ile
iktidar yapıldı..
Sanki gizemli bir özgörev vardı ve bu görev yerine
getirilmişti.
AKP’nin günümüze dek devam eden iktidarını ve
yaptıklarını anlatmaya gerek yok,
hepimiz naklen yayın izliyoruz..
Ve gelinen noktada;
2012 yılında ise TBMM, darbeleri araştırma komisyonu kurmuş ve 28 Şubat
başta olmak üzere askeri darbeleri
araştırmaya başlamıştır. Bu sürecin yargılanması ise 28 Şubatta etkin
rol oynayanların tutuklu yargılanması ile başlamıştır.
En düşündürücü olanı ise; 2 Ekim 2012 tarihinde Dönemin
Başbakan Yardımcısı ve DYP Genel Başkanı Tansu Çiller 'mağdur' sıfatıyla ifade
vermesidir.
Bir Diğer pencereden baktığınızda şu sorular aklınıza
gelmiyor değil;
AKP, Ergenekon ve Balyoz ve de 28 Şubat yargılamalarında
nasıl bu denli yoğunlaşabildİ? Daha doğrusu, suçlu-suçsuz bu denli cezalar
verecek gücü buldu?
Acaba, birileri Asker içinde var olan darbeci kimlikleri
AKP’ye mi temizletiyor..AKP’nin özgörevi bittiğinde, AKP’yi çekerler mi
dersiniz(Ben sandıkta halkın isteğiyle çekilmelidir AKP, yeter ki gerekli güçlü
siyaset yapılabilsin).
Veya AKP, bu oyunu anladı da sürdürülebilir iktidarını
sağlayacak politikalar mı gerçekleştirdi?
İnanın benim kafam karmakarışık. Yoksa bizİ bunlar teslim
almadı da, her zaman olduğu gibi küresel
efendiler bunlara mı teslim etti ve geri almasını bekliyoruz? Dedim ya, bu
hazırcılık demokrasiyle bağdaşmayan hazırcılıktır ve ülkemize hep zarar
getirmiştir, tıpkı AKP’nin ve ANAP’ın
hazıra konmasındaki gibi, benim esasım sandık konması ve sandıktan çıkılması,
birilerinin portföyünden değil..
Hazıra konmada her şey 1997’nin Aralık ayında başlıyor
sanki:
Rcep 12 Aralık 1997 tarihinde Siirt'te düzenlenen bir
mitingde yaptığı konuşma nedeniyle Diyarbakır
DGM Savcılığınca "halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge
farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği" gerekçesiyle açtığı
davada TCK’nun 312. maddesinin 2. fıkrası uyarınca 10 ay
hapis cezasına çarptırıyor ve Cezaevinde dört ay kaldıktan sonra, 14 Ağustos
2001'de Yenilikçilerle birleşerek
AKP’yi kuruyor. Ardından 2002 genel seçimlerini kazanarak tek başına
iktidar oluyor.
Bu sürecin öncesi daha anlamlı;
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş 21 Mayıs 1997’de Refah Partisine kapatma davası açıyor ve
kapattırıyor, Ardından aynı savcı Refah
Partisi’nin yerine kurulan Fazilet Partisi’ne 7 Mayıs 1999 yılında kapatılması
için dava açıyor ve o’nu da kapattırıyor.
Her iki partiyi kapatarak adeta AKP’nin önünün temizliyor. Yerine
kurulan Saadet Partisi ve Erbakan pek bir engel değildir artık, kapatmaya gerek
duymuyor.
Bu nedir şimdi?
Yıllardır, iktidar olmayı düşleyen
yılların partileri dururken, iki günde kurulan AKP üçüncü gün tek başına
iktidar oluyor.
En önemlisi, kendine karşı olan ve zarar veren herkesi
içeri atanlar Vural Savaş’a dokunmuyorlar, adeta Kenan Evren’e dokunmadıkları
gibi. Acaba, Kenan Evren’e dua edenler Vural Savaş’a da mı dua ediyorlar?
Dedim ya kafam karmakarışık bu işleyen süreçlerden
dolayı.
28 Şubat 1997 süreci soru ve sorularla dolu bir süreç
benim için. Bu süreç şu soruyu da sorduruyordur bana ve size:
“ Bu gün, 28 Şubat yargılanıyor, iyi de Süleyman Demirel
niye yargılanmıyor? 28 Şubat muhtırasından önce 5 Şubat 1997’de Başbakan
Erbakan'a uyarı mektubu gönderen Cumhurbaşkanı Sami Süleyman Gündoğdu Demirel
değil mi? Muhtıra metni diye adlandırılan MGK’ni uyarı mektubu konusunda,
MGK’ni ikna eden Süleyman Demirel değil mi?
SSGD’nin uyarı mektubu muhtıra değil de, MGK’nin ki nasıl muhtıra
oluyor?
MGK sözde bu kararlarla;
“Refah+DYP+ANAP” koalisyon hükümetini anayasal sınırlar içinde siyaset
yapmalarını öneriyordu. Kararları kimler imzaladı? Genelkurmay Genel Sekreteri
Tümgeneral Erol Özkasnak' Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir ve
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, Başbakan Necmettin
Erbakan(13 Mart'ta Başbakan Necmettin Erbakan, MGK kararlarını imzalamak
zorunda kalmış ve daha sonra bu kararları imzalamadığını sadece ön yazıyı
imzaladığını iddia etmiştir)imzasını attı. Devlet Bakanı olan Abdullah Gül de
Bakanlar Kurulu’nda kararları onayladı.
Bugün, tankın üzerine çıkarım diyen, o günün Erbakan,
bugünün iktidar militanları ses bile çıkaramadılar, o gün. Bugün ise, o günün
suskunları; suçsuz bir yığın insanı Ergenekon ve Balyoz hareketiyle intikam
hırsıyla rövanşı suçsuz insanlardan aldılar.
Yoksa amaç; küresel efendi ve onun içteki işbirlikçisi
gözlüklü göbeklilerce, bir taşla birkaç kuş mu vurmaktı. Örneğin, ABD karşıtı
Erbakan’ı temizleyip, ABD ile uyumlu bir grup(AKP) mu yaratıldı? Yada, ANASOL-D
iktidar sürecinde, banka hırsızlarının önün açılıp ülke 2001 ekonomik krizine
sokulmasaydı AKP iktidar olabilir miydi?
Madem, partiler tökezleyince çareyi askerde aranıyordu,
arayanlar neden askeri değil de AKP’yi buldu? “Paşam hala ne bekliyorsunuz?”
diyen aydınlar bu sefer AKP’de mi karar kıldı? Niçin halk olarak, aydınlar
olarak Anayasa ve Kanunların verdiği haklar doğrultusunda demokratik tepkimizi
gösterip tank’ta değil hukukta çözüm aramadık. Arayabilseydik-ki zaman geçmiş
değil-; “Es selam ün aleyküm” diye halka
selam vererek, ‘Ben siyasal İslam’ iletisi sunan bilinen kişiyi engelleyemez
miydik?
Gerçekten, 28 Şubat doğru bir karardı da, sözde aydınım
diyen karanlıkların gülen yüzü ajanlarınca amacından mı saptırıldı?
Türkiye ve Mısır konusunda, insanların ideolojik duruşu,
kimyası bozuldu.
“Suçlu ayağa kalk!” dediğinizde, küresel efendilerin ve
onun Türkiye’de ve Mısır’daki işbirlikçileri ayağa kalkması gerekirken, sanki
Türkiye’de suçlu bizmişiz gibi “Gezi Ruhu Mısır için ayağa kalk” uyarısı
alıyoruz. Ne Sisi, ne Mursi ne de bizimkisi kabulümüz olamaz.
‘Mübarek’ diktatörünün gönderilmesi nedeniyle Mısır için
ayakta idik, Sağcısı solcusu Türkiye olarak; Tahrir Meydanı’ndaki Mursi’yi
alkışladık, küresel efendilerle birlikte . Gördük ki, Mursi ‘laik demokratik
cumhuriyet karşıtı, şeriat yanlısı yasalar çıkararak, Radikal İslamcı ‘Müslüman
Kardeşliği’nin imamlığına soyunmaya başladı, bu nedenle Tahrir Meydanı’na
tekrar inen ‘Tahrir’ meydanındaki Mısırlıları alkışladık, tıpkı Gezi Parkı Halk
Hareketi’ndeki gibi, küresel efendiler de alkışladı, ülkemin iktidarı hariç.
Tahrir meydanı Mursi karşıtlarının olunca, Mursi yandaşları Adevviye meydanını
doldurarak Rabia selamı vermeye başladı. Sisi darbesi ile Mısır’da Mursi
yanlıları katledilmeye başlandı, Mısır Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanı
Abdülfettah es- Sisi faşizmini lanetledik, fakat asla Şeriat yanlısı Mursi’ye
evet demedik, Rabia Selami vermedik; Küresel efendi suskun, ülkemin iktidarı
ise adeta ‘bazı futbolcular dahil iktidar Rabia selamı vererek şeriatı
savunurcasına Mursi savunuculuğu yapmaya başladı ve dün beraber olduğu Küresel
efendileri demokrasi düşmanı ilan etti. Halbuki aynı küresel efendinin ‘Arap
Baharı’ aldatmacasıyla neden olduğu katliamları savunuyordu. suçlamaya başladı.
Sisi tarafından Mübarek hapishane’den çıkarıldı, dün dost olduğu Mübarek’i,
küresel efendi diktatör dediği için, diktatörlükle suçladı, küresel efendi diktatör
olarak devirttiği Mübarek konusunda suskun, bizimkisi feryatlarda, “o bir
diktatördü” diyerek.
Hala birileri “Gezi ruhu için ayağa kalkmalı” deniyor
bana, Gezi Halk Hareketi’ne karşı olan Mursi için.
İnanın kafam karmakarışık. Değneğin bir tarafında Mursi,
diğer tarafında Sisi..
Ama ben yine Adevviye’de masum insanları katleden Sisi
karşıtı olarak ayaktayım, ama asla Mursi ve bizimkisi için gezi ruhumu ayağa
kaldırmam.
Şu yaşananlara neden suskunsun?
Baksana; “Ben İsrail’i kastettim, ABD niçin alındı,
küstüm” diyor.
Düne dek; ABD dostu o değil miydi? İsrail ile işbirliği
içinde olan kimdi? Obama’nın sesini özleyen, BOP eş başkanıyım diyen..
Kuzey Irak’da, hangi yerel yöneticisi ‘İran’a saldırı
üssü olacak’ dünyanın en büyük
havaalanını İsrail ile ortak inşa
ediyor? İsrail’i korumak adına İran’a
karşı Patriotları Türkiye’ye konuşlandırtan kim? İsrail Mossad’ı hangi yerel ve
siyasi liderleri koruyor?
Mursi’ye üzülüyor da eski dostları Saddam ve Kaddafi
boğazlanırken niye üzülmedi? İnsan olan hepimizi ağlatan, Mısır’da Esma’nın
gencecik bedeni ortadan kaldırılmazdan önce babasına(İhvan lideri) yazdığı mektuba ağlarken, Arap Baharı
aldatmacasıyla 2 milyona yakın Müslüman
katlinde, hepimiz ağlarken o niye ağlamadı? Irak işgalinde Adana İncirlik
üssünden kalkan ABD uçaklarının Irak Müslümanlarını katlederken neden ağlamadı?
O değil miydi, ABD ve bizim dış politikamız aynı diyen veya dedirten? O
Mısır’daki Müslüman halka mi, yoksa
şeriatçı Müslüman kardeşler örgütüne mi sahip çıkmak için Rabia selamı
veriyor, üzülüyor ve de ağlıyor?
İnan, onun bu duruşu salt benim değil de, onun şu %50
diye abarttığı seçmenin kafasını ‘senin duruşundan da’ hayli karıştırdığını düşünüyorum.
Dahası; “Demokrasi sandıktan ibaret değildir” diyenleri
darbeci ilan ederek, demokrasiyi sandıkla sınırlayabiliyor..
Başbakan; " Tencere ve tava ile devrim olmaz"
diyerek, Gezi olaylarına göndermede bulunuyor.
Ben de Başbakana "Demokrasi ve Evrensel Bandım"
ile bir göndermede bulunacağım:
[[ Gezi Parkı Halk
Hareketinin iki önemli haykırışı var,
benim de bir önemli haykırışım ..
Birincisi; “31
Mayıs 2013 tarihine dek hep birkaç kişi düşündünüz, konuştunuz ve birçok kişiyi
dinlemek zorunda bıraktınız, artık birçok kişi olarak düşüneceğiz ve
konuşacağız ve siz birkaç kişi bizi dinleyeceksiniz; bunun için yarattığınız ‘korku psikolojisini
kırdık’ sokaklara indik.”
İkincisi; “31
Mayıs 2013, Türkiye’de ve dünyada 20. Yüzyılın egemen ideolojilerinin
sonlandığı ve ‘dünyanın özgün gelişimi ve değişimini dikkate alarak, farklılıkları
bütünleştiren, evrensel barışı esas alan’ 21.
Yüzyılın ideolojisinin başlangıcıdır.”
21. Yüzyılda, artık birkaç kişinin düşüncede, siyasette,
ticarette, bürokraside ve medyadaki egemenliği bitiyor, birçok kişinin, yani
halkın etkin ve belirleyici olacağı sürece girildi. Bu sürecin düğmesine de
Türkiye’de basıldı. Brezilya’ya
yansıyan sürecin Türkiye’de daha da güçlenmesi ve evrensel mesajını
yaygınlaştırması için, ülkemdeki
‘CHP’lisinden, AKP’lisine, MHP’lisine,
İP’lisine, BDP’lisine, kısacası sağ-sol
tüm oluşumlardaki siyasi payandaların, Gezi Parkı Halk Hareketi’nde paydaş
olması gerekir.
Bu bir sokağa inişten çok, 21.yüzyılın düşüncelerine
inişti, inmeye de devam edeceğiz.
Benim Haykırışım:
“Hormonlu renkli yazılı ve görsel basın; pıtrak gibi biten, çok
dağıtılan, fakat çok satılıyor diye yutturulan,
az seyredilen; cemaatin yazılı ve
görsel basını gibi olmasa da benzer
duruş sergilemektedir. Şöyle ki; korku
psikolojisiyle nedeniyle siyasal erkin
yandaş medyasıyla örtüşen anlayışlarına yer vermekte, gezi parkı halk
hareketini aşağılayan haberlere öncelik tanımaktadır. Bu nedenle ben 31 Mayıs 2013 gününden bu yana, hormonlu
renkli basını, okumuyorum, dinlemiyorum
, sevdiğim dizileri izlemiyorum ve de ürünlerini satın almıyorum, yani bu ilgimi dondurdum,
askıya aldım, ta ki ‘demokrasi ve evrensel barışı’ ilke edinmiş halkın
tepkisini ciddiye alacağı güne dek. Sizin özgür istencinize, gem vurmak
değildir amacım, ben böyle yapıyorum, siz bilirsiniz. ]]
ŞEVKET
ÇORBACIOĞLU
Teknopolitikalar
Platformu
evesbere@mynet.com
sevket-che@hotmail.com.tr
GSM:
0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder