28 ŞUBAT KİME KARŞI DURUŞTU? FETÖ ÖRGÜT LİDERİ FETULLAH GÜLEN VE TARİKATINA İDİ İSE FETÖYA KARŞI SAVAŞTIĞINI SÖYLEYEN SEN NASIL OLUYOR DA ÇETİN DOĞAN VE DİĞER PAŞALARI CEZALANDIRIYORSUN!!?? SEN YOKSA POTANSİYEL FETULLAHÇI MISIN?!!!
VE DE BİNALİ YILDIRIM’IN İTİRAFI: “HOŞUMA GİTMEYEN PROJE 15 TEMMUZ!”
28
Mayıs 2023
Tarih
21 Şubat 1997. MİT Müsteşarı, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e “İrticai tehlikesi”
için bir rapor sunar. En tehlikelisinin
ve güçlüsünün Fethullah Gülen tarikatı olduğu belirtilmektedir. Öyle ki
Fetullah’ın 4 üniversitesi, 130 civarında lise ile 50’den fazla şirketi ve de
ABD’de de ve 12 ülkede yayınlanan Zaman
gazetesinin sahibi olduğu bildirilir.
Birkaç
gün sonra MİT Cumhurbaşkanlığı makamına “İrticai Faaliyetlerin Önlenmesine Dair
Tespitler(25 Şubat 1997)” başlıklı ikinci bir rapor daha gönderir. Raporda,
irticanın durumu detaylandırılmıştır.
Ve
28 Şubat 1997
Milli
Güvenlik Kurulu toplantısında, irticai faaliyetlere karşı alınması gereken
tedbirleri içeren ‘28 Şubat’ kararların uygulanmaması, Türkiye’min bugünkü karanlık örtüsünü yaratmıştır. Bu kararlar ülkemin aydınlanmasının
sürekliliği bağlamında çok önemliydi ve ülkemiz için bir dönüm noktasıydı. Laiklik
ilkesi yok edilirken bu kararların ülkemiz için önemi daha iyi anlaşılmaktadır.
28
Şubat 1997 tarihinde alınan 18 maddelik tavsiye kararlarını darbe diye lanse
edenler yalan söylüyor. Şu bağlamda doğru; evet darba idi ama karanlığı
aydınlatma, Atatürk’ün arkadaşları ve Anadolu insanıyla kurduğu; “Laik ve
Demokratik Cumhuriyet”’i yaşatma, yine Atatürk’ün “Evrensel Kurtuluş Felsefesi”
doğrultusunda kurumsallaştırdığı Cumhuriyet değerlerini yaşatma darbesi idi. Ve
bu darbeyi siyasal İslam’ın öncü lideri
ve de Refah-Yol Hükümeti Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan tarafından 13
Mart 1997 tarihinde ’28 Şubat kararları’ imzalanarak ‘Bakanlar Kurulu Kararı’
haline getirildi. Bunun neresi darbe!!?? 28 Şubat, tarikatları ve cemaatleri tehdit
kabul etti ve ABD ile işbirliği içindeki siyasal İslamcılıkla mücadele etmeye
başladı.
“28
Şubat 1997” kararlarına alan açan o
dönemin Refah-Yol Hükümeti ortağı Refah Partisi’nin ve Başbakan Erbakan’ın
laiklik ilkesini yok edecek söylem ve eylemleriydi. 11 Ocak 1997 tarihinde,
Başbakan Erbakan, Başbakanlık Konutunda tarikat liderleri ve şeyhlere iftar
yemeği vermesi, Refah Partisi Rize Milletvekili Şevket Yılmaz’ın; “Allah'ın
size soracağı soru şöyle: Küfür düzeninde İslam Devleti olsun diye niye
çalışmadın?” haykırması, Ankara Milletvekili Hasan Hüseyin Ceylan’ın; “Bu vatan
bizimdir, rejim bizim değildir kardeşlerim. Rejim ve Kemalizm başkalarınındır.
Türkiye yıkılacak beyler” demesi, Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir
Yıldız’ın, “Laiklere şeriat enjekte edilecek”, Kayseri Belediye Başkanı Şükrü
Karatepe’nin; “Bu törenlere içim kan ağlayarak katılıyorum. Bu düzen değişmeli.
Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Gün ola harman ola. Müslümanlar içlerindeki
hırsı, kini eksik etmesin” anırtısı, Şanlıurfa Belediye Başkanı Halil İbrahim
Çelik’in; “Ben kan dökülmesini istiyorum. Demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi
olacak” demesi “28 Şubat’ı” ivmelendirmiştir..
“28
Şubat” demokrasinin panzehiri, karanlığın zehiri idi. Fakat dinden ve yoksuldan
geçinenler karanlığa panzehir, aydınlığa
zehir vererek, günümüzde Laik Demokratik Cumhuriyet ile Atatürk’ün
yarattığı ulusal ve de evrensel değerler öldürülmektedir, tek-tek, tek adam
rejimi mutlak monarşı ile..
Bu
olguyu Anayasa Mahkemesi(AYM) de doğrulayan duruş göstermiştir; 30 Temmuz 2008
tarihinde AYM ‘nin verdiği karar, AKP’nin laiklik karşıtı söylem ve eylemlerin
odağı olduğunun onayıdır. Durum bu iken; Laik Devletimi, laiklik karşıtı
iktidar yönetmesi çok çok düşündürücüdür.
28
Şubat Kararları sonrası(19 Mart 1999) Fethullah Gülen’e soruşturma açılıyor
fakat soruşturmanın açıldığı gün Fethullah Gülen, ABD’ye kaçırılıyor.
En
düşündürücü olanı; AKP iktidarının 2012 yılında TBMM’de “Darbeleri Araştırma
Komisyonu(2012)” kurarak, 28 Şubat’ı araştırmaya başlaması… Ve bu Komisyon
yıldırım nikahı ile adeta karanlıkla nikahlanıyor verdiği kararla; “Türkiye
Cumhuriyeti Hükümetini cebren devirmeye, düşürmeye iştirak” suçlamasıyla 28
Şubat Karlarının sahipleri olarak görülen 103 sanık hakkında 2 Eylül 2013 tarihinde
Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde davada açıldı. Kararnameyi imzalayan ve
yürürlüğe koyan Erbakan 103 sanık arasında yoktu. Biri çıkıp; “Türkiye
Cumhuriyeti Hükümetini ve Başbakan Erbakan’ı cebren devirmeye, düşürmeye
Erbakan’ın kendisi mi iştirak etti!!??” sorusunu soramadı. Nasıl sorsun ki,
mecliste verilen önergeler AKP çoğunluğuyla ters tepiyordu..
Fetullah’a
yönelik “28 Şubat” gelişmeleri bütününde, gelişmeleri özetledim. Süreç durmuyor
işliyordu. Benim feraseti yüksek muhafazakar cahillerim, 2002 yılına dek süren
Koalisyon hükümetlerinin hataları halkı farklı arayışlara itti. Aslında bu
farklı bir arayış değil tanıdık biri, yani Karaoğlan,
Halkçı Ecevit, Kıbrıs Fatihi diye tanımladığı 1970’lerin(1972-1979) 26 Ocak
1974 ve 5 Ocak 1978’deki Koalsyon hükümetlerinde Başbakan olan Bülent Ecevit’i
tekrar gündeme getirdi. Ecevit Başbakanlığı döneminde 20 Temmuz 1974'te Türk Silahlı
Kuvvetleri Kıbrıs Barış Hareketi'ta başlattı. Harekâtla -Kuzey Lefkoşa da dâhil
olmak üzere- adanın yüzde 37'sinin Türk kontrolüne geçmesiyle sonuçlandı…
25
Kasım 1998'de koalisyon hükûmetinin gensoruyla düşürülmesinin ardından 11 Ocak
1999'da CHP dışındaki partilerin desteğiyle DSP azınlık hükûmetini kurarak
yaklaşık 20 yıl aradan sonra 4. kez başbakan oldu. Ecevit'in azınlık hükûmetinin iktidarda
olduğu sırada PKK lideri Abdullah Öcalan Kenya'da yakalanarak Türkiye'ye
getirildi (15 Şubat 1999). Ardından;
Ecevit, 1970'lerden sonra
yeniden patlama yaptı. DSP, 18 Nisan 1999’da yapılan genel seçimlerden yüzde
22,19 oy oranıyla birinci parti olarak çıktı. Seçimlerden sonra hükûmeti
kurmakla görevlendirilen Ecevit, 28 Mayıs 1999’da ANAP ve MHP ile kurulan
ANASOL-M koalisyonunda yeniden başbakanlık koltuğuna oturdu. Hükûmetin kurulmasından sonra 17 Ağustos
1999'da yaşanan Gölcük depremi, ülkede büyük yıkım yarattı. Ecevit’in siyasi
hayatındaki en büyük hatası; Toplumun
bir kesimi ve Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından bir tehlike olarak görülen
Fethullah Gülen ve okullarından övgüyle söz
etmesi oldu. 28 Şubat süreci devam ederken DGM Başsavcısı Nuh Mete Yüksel,
Fethullah Gülen hakkında iddianame hazırladı. Bu dönemde, Gülen'in yıllar önce
yaptığı konuşmaların görüntüleri art arda televizyon kanallarında yayımlanmaya
başlandı. Bu konuşmalarda Gülen'in, "bürokraside nasıl yapılanmaları gerektiğini,
siyasilerin nasıl ikna edileceği" anlattığı görülüyordu. Ecevit Gülen’in
bu karanlık yüzünü görememiş kanmış olacak ki, katıldığı bir televizyon
programında Gülen hakkında şöyle konuştu: "Açıklamalarında laiklikle ters
düşmemeye özel bir özen göstermişti. Çağ dışı bir akım temsil etmiş olabileceği
izlenimini vermemişti. Dediğim gibi bunda samimi olunabilir, gayrisamimi
olunabilir fakat böyle kuşku uyandırıcı, bende kuşku uyandırıcı birtakım
tavırlarına tanık olmamıştım. ... Bu okulları gören kime rastlarsam, laikliğe
bağlılığını bildiğim kime rastlarsam, bu okullarda laiklik karşıtı veya
Türkiye'deki rejim aleyhinde, Atatürk aleyhinde herhangi bir telkinde
bulunulmadığı bilgisini aldım. Kim gezdiyse bu okulları, kim gördüyse. ... Bu
okullar tabii dünyanın dört bucağına Türk, Türkiye hakkında bilgi, Türkçe, Türk
kültürünü yayıyor. Ve dediğim gibi bir olumsuzluğa da rastlanmadı.". Evet,
Bu konuşma Ecevit’in Gülen iletişimini sağlayanlar tarafından aldatıldığının
göstergesi idi… Dönemin
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından 3 Mayıs 1999 tarihinde
görevlendirilerek ANAP ve MHP ile kurduğu koalisyon hükûmetinde, yani
57.Türkiye Hükümetinde Başbakanlık koltuğuna
oturdu.
Fakat
Devlet Bahçeli’nin ve Ecevit’in manevi oğlu Husamettin Özkan’ın emperyalizmin
ağabeyi ABD tarafından yönlendirilmesiyle Ecevit’in Başbakanlığı erken seçim
kararı ile sonlandırıldı; 18
Kasım 2002’de sonlandı ve böylelikle “Milli gömleği çıkardım” diyen R.T.Erdoğan;
Fas Kralı II.Hasan’a(Şimdiki kral VI.Muhammet’in babası) yakınlığı ile
bilinenlerin örgütlediği
ve İslami demokrasi doğrultusunda bir siyaset izleyen Adalet ve Kalkınma Partisi’nden (PJD) esinlenerek 14 Ağustos 2001 kurduğu Adalet ve
Kalkınma Partisi(AKP) 3
Kasım 2002 günü erken seçiminde iktidara geldi. Düşünün bir günde kuruluyor,
yarın ikinci gün iktidara geliyor..
Erdoğan’ın
New York'un, varsıl
Manhattan’ın kalbinde “Türkevi” adı altında devasa gökdelen dikebildiğini
sorgulamayanlar bugün
Erdoğan’ı ABD yıkıyor diyebiliyor..
Ve
Erdoğan, Fetullah Gülen’e “Gel ülkene, bitsin bu hasretlik” diye Gülen’i ülkemize çağırırken, Türkiye’yi dizayn etmeye
çalışan Gülen projelerine ödünsüz destek vermeye başladı..
Birileri
Fetullah’ı, Fetullah da birilerini kullanıyordu, çünkü duruşu birileri için
vazgeçilmez siyasi rant materyalı idi ve Erdoğan’da bu olguya pragmatik
bakıyordu..
Gizliden
gizliye birbirleriye yarışıyorlardı. O günlerde; “Ülkemde iç savaş Dinden
geçinen bu iki gurup arasında çıkacak” “ demeye başlamıştım..
Erdoğan
dinden geçinen birey ve örgütlerle de iç içeydi. Bunlardan biri de Atatürk ve
de Kurtuluş Savaşı karştı Fesli Kadir Mısıroğlu idi. İlişkileri geçmişe dayalı
idi Kadir Mısıroğlu MSP GİK üyesi iken Erdoğan da MSP’nin Gençlik Kolları Genel
Başkanı idi…Öyle ki Necmettin Erbakan’a karşı ilk muhalefet bayrağını açan
Korkut Özal’ın yanında da Kadir Mısıroğlu ve Erdoğan ve de MTTB başkanı İsmail
Kahraman vardı.
MTTB,
o yıllar paneller,konferanslar
düzenliyor, İstanbul önlerine gelen ABD emperyalizminin “Simgesi” 6. Filo’yu
Kabe’si yapıp namaz kılan saflarında idiler. Dahası; 6.Filo askerlerini denize
döken solcu gençler için de “Komünistlerin katli vacip” diyen bu yapının sözde
“Efsane” Başkanı, AKP iktidarında TBMM
Başkanı oldu, bu İsmail Kahraman!
Karanlığın
Gülen yüzü dediği Fetullah Gülen birilerine rahatsızlık vermeye başladı..
Örneğin
1970 ile 2000 yılları arası etkin olan Karadenizli İş Adamları lobisi bunların
başında geliyordu. Bunlar 2007 sonrası Yeşil sermayenin başınaı çeken Fetullah Gülen yüzünden eskisi kadar para kazanamaz olmuşlardı. Gülen
yüzünden bu
Karadenizli aile şirketleri 2007 sonrası Erdoğan’a yaklaşmakta zorlanmaya
başladı.
Ve
devreye 2013 sonu 2014 başı itibariyle
adeta Erdoğan’ın gözdesi olan Kadir
Mısıroğlu’nu soktular.
Süreç
içinde “İslamiyeti kullanılarak yenilen rantı” bölüşemediği için kavgalı olduğu
Gülenciler ile Erdoğan da kavgalı hale gelmişti. Bu Mısıroğlu için büyük
fırsata dönüştü ve en güçlü dönemini yaşamaya başladı..
Ve
15 Temmuz 2016 darbe kurgusu kurgulanmaya başladı kafalarda
Fetullah
salt yeşil sermaye oluşturmamış, kendisini besleyen Emniyeti ve Yargıyı ele
geçirmişti, hatta tüm kurumları..
Sezinliyordum;
kol-kola yürüyen Fetullah ve Erdoğan, özellikle Erdoğan cephesinde homurdanmaya
başlamıştı. İkisinin amacı da tüm İslam dünyasına baş olmaktı, dahası Kaddafi-
Nasır birleşmesinin özündeki İslam Birliğinin daha ötesi bir şey..Fetullah bunu
daha ileri götürerek dünyanın manevi liderliğine oynuyordu “Dinler arası
diyalog” etkinlikleriyle. Öyle ki Türkiye’de iken “La İlahe İllallah Muhammeden
Resulullah” derken, Türkiye dışında; “La İlahe İllallah” demeye başladı. Çünkü Muhammet
Resulullah” derse İsevileri küstürmüş olurdu..Tüm bu duruşlar, gizliden gizliye
Hilafete soyunan ve fırsatını bulunca Hilafet yasasını TBMM raflarından
indireceği kuşkusu taşıdığım Erdoğan, bugün Cumhuriyet’in 100.yılında “Cumhuriyetin
yüzüncü yılı”değil de “Türkiye Yüzyılı” ifadesini kullanmaktadır. İşte bana göre bu
ifadenin arkasında Hilafet yılı yatmaktadır. Siz Erdoğan’ın Sudan, Somalı, Libya
ve bazı Uzakdoğu ülkelerine yardım ettiği ve neden askeri üsler kurduğunu hiç düşündünüz mu?
Vesselam kısa kelam; Halife olma düşlerinin yatırımları..
Tüm
bu gelişmeler sonrası yazılarımda şu ifadeyi kullanmışımdır; “Darbe bahane,
dinden geçinme savaşı şahane..Ülkemde iç savaş kesin dinden geçinenler arasında
çıkacaktır..”
Ve
çıktı da;
Fetullah
Devleti ele geçirmek için birçok koldan devletin
içinde kök salmaya başlamış ve bu işleyen süreci Erdoğan’da yardım ediyordu. Özdeki
amaç 2.Cumhuriyetçilerin akıl hocalığında Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’i
yıkmaktı. Bu bağlamda devlete ilk ortak saldırı 26.12.2009’da başlatıldı: “Savaş
durumunda neler yapılacağı, gizli cephaneliklerin yeri, olası bir savaşta
devlet büyüklerinden iş insanlarına kadar ülke için önemli olan isimlerin nasıl
ve nerede korunacağına dair detaylı planların yer aldığı [Kozmik Oda]’ya Erdoğan’ın
emriyle girildi..
Fakat,
güçlendirdiği Erdoğan’ın kendisine rakip olduğunu gören Fetullah birden 17-25 Aralık 2013 günü Erdoğan ve yakınlarını
yargısal darbe ile devirme süreci başladı. Bu süreci zor atlatan Erdoğan da
kendi sürecini başlattı. Yani dinden geçinenler kendi aralarında iç savaşa
başladı..
Önce
Fetullah’ın emniyet ve yargıdaki adamları meslekten uzaklaştırıldı. Bu işleyen süreçte Fesli
Kadir’in dahlı yok diyemeyiz..Çünkü; Ömer Çelik’in Kadir Mısırlıoğlu için
söylediği “Kendisi FETÖ ile mücadele etmiş önemli bir zattır” sözlerinin derin arka planı daha net anlaşılır. Püsküllü
“üstad” (!) FETÖ ile milli menfaatler için değil rantsal menfaatler için
mücadele etmiştir. Erdoğanın ki de rantsal, fakat fazlalığı var; siyasi ve
ekonomik rant..
Fetullah
artık tasfiye edilmiş, yerin Fesli Kadir’in akıl hocalığında, devlet içerisinde
FETÖ’nün yerini Menzil, Milli Damar, Süleymancılar gibi tarikatların doldurmuştur..Dinden
geçinmelere devam..Ülke artık tüccar gibi yönetilir oldu ve Karadenizli İş
insanları tekrar eski gücünü kazanmıştı..
Bu
süreci taçlandırmak gerekirdi, öyle de oldu ve 15 Temmuz 2016 günü Fetullahçılar
tamamen darp edildi, gizemli darbe ile. Nereden çıktu bu gizmli darbe sözü?! Beraber
yürüdüğünüz Binali Yıldırım’dan. Yıldırım’ın 5 Temmuz 2018 günü söylediklerini
dinleyin; “Başbakan Binali Yıldırım, veda ziyareti kapsamında geldiği Anadolu
Ajansı'nda (AA) Editör Masası'na konuk oldu. Yıldırım, 'Sizi çok zorlayan bir
proje oldu mu?' sorusuna yanıt olarak "Yani hoşuma gitmeyen proje 15
Temmuz. Keşke olmasaydı" şeklinde yanıt verdi.
Artık
meydan Erdoğan’ındır ve Fetullah’ın bıraktığı yerden Orduya saldırı devam
etmeliydi: Yıllar sonra FETÖ davasından tutuklanacak olan Mustafa Bilgili’nin o
tarihte Ankara Savcısı olarak iddianamesini yazdığı 28 Şubat davası, Ankara 13.
Ağır Ceza Mahkemesi’nin kapatılmasının ardından, Ankara 5. Ağır Ceza
Mahkemesi’nde görüldü. Hukuka aykırı şekilde süren davada 13 Nisan 2018
tarihinde oybirliğiyle “Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini zorla
düşürme veya vazife görmekten men” gerekçesiyle 21 sanığa müebbet hapis cezası
verildi. Verilen cezalar 9 Temmuz 2021 tarihinde Yargıtay tarafından
onaylanarak, 14 sanığın müebbet cezası kesinleşti. 19 Ağustos 2021 tarihinde 14
sanık hakkında yakalama kararı çıkartıldı ve tutuklandılar. Yaşları 80
civarında olan sanıkların cezaevine gönderilmesi tam anlamıyla demokratik ve
laik cumhuriyetten intikam almaktır. 28 Şubat 1997 kararlarını yargılayıp, ceza
verenler, hukuku kendilerine bağımlı hale getirerek, kendi sivil darbeleriyle
ülkeyi yönetmektedirler ve buna “ileri demokrasi” adını vermektedirler.
Erdoğan’da,
Fetullah da birbirini kullanmıştır, fakat Erdoğan ‘gelişmeleri’ daha iyi
kolladığı için dinciler arasındaki savaşı kazanmıştır..
Bu
son yazımda soruyorum;
“Sizce
kim FETÖ’cu!!!???”
Şevket
ÇORBACIOĞLU
Teknopolitikalar Platformu
Sevket-che@hotmail.com.tr
evesbere@mynet.com
GSM:
0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder