TÜSİAD VE MÜSİAD VE RCEP
28 Ocak 2014
TÜSİAD; “Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği”, diğeri, MÜSİAD “Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği”, aslında Müstakil falan değil, bal gibi “Müslüman Sanayici ve İşadamları Derneği” de saklıyorlar; biliyorsunuz onlara göre, sadece dinden ve yoksuldan geçinenler Müslüman. Ve son diğeri de RECEP, bilmem açılımını yapmaya gerek var mı?
Birkaç gündür, nedense TÜSİAD ve RECEP konuşuyor, MÜSİAD susuyor, yoksa MÜSİAD’da paralel kenarların çatışma düzlemine dönüştü?
Türkiye genelinde çalışanların yarısın istihdam eden TÜSİAD üye kuruluşlarının oluşturduğu katma değer, Türkiye’de kamu dışında yaratılan katma değerin de yaklaşık yarısına denk geliyor. Enerji ithalatının dışarıda bırakılması durumunda, TÜSİAD üye kuruluşları toplam dış ticaretin yüzde 80’ini gerçekleştiriyor. Kayıtlı istihdam sektöründe tarım ve kamu dışı kayıtlı çalışanların yaklaşık yüzde 50’si TÜSİAD üye kuruluşları tarafından istihdam ediliyor.
Türkiye sermaye elitlerinin güçlü örgütü olan TÜSİAD başkanı Muharrem Yılmaz’ın; TÜSİAD'ın 44. Olağan Genel Kurul Toplantısı'nda yaptığı konuşma, 17 Aralık operasyonu sonrası yapılması gereken ‘özeleştiri’ boyutundaki en önemli konuşma idi, özellikle; ‘gündemdeki sorunları kurumları altüst ederek çözüm bulmaya çalışmanın doğru olmadığını’ vurgulamaları konuşmanın önemini daha da artırıyordu. İlle de sayın Muharrem Yılmaz’ın, işaret ettiğim öneme derinlemesine açıklık getiren şu ifadesi; "...Siyaset dışı örgütlenmelerin devlet kurumları aracılığıyla siyaseti etkilemeye çalışması hepimizi tedirgin ediyor. Birbiri ardına hazırlanan bir takım kanunlar bizi tereddüde düşürüyor" söyleminize katılıyorum. Daha doğrusu; Ekonomik ve stratejik olarak dünyanın yeni çerçevesinin çizildiği bir ortamda Türkiye kendisini tüketen, şiddetli bir kavganın içine düştüğünü belirten Yılmaz,"Gözleri kör eden bu kavganın temelinde hukuk devleti, güçler ayrımı, temiz siyaset gibi vazgeçilmez demokratik kavramlar konusundaki zaaflarımızın yattığı açıkken, bu meseleye sistemi, kurumları altüst ederek çözüm bulmaya alışmanın doğru olmadığını düşünmekteyiz"
Yine de; Böylesi bir devasa oluşumun örgütlü düzleminden açıklama gelirken çok dikkat edilmesi gerekmektedir. Açıklamalarla bir yanlış oluşuma özeleştiri getirirken, o yanlış oluşumu besliyor ortamı yaratılmamalıdır.
Bu nedenle Muharrem Yılmaz’ın "Vergi cezası veya başka türlü cezalarla şirketler üzerinde baskı kuran, ihale yasası onlarca kez değişen ve de; son dönemde Türkiye'de yaşanan gelişmelerin hukuk devleti ve çoğulcu, katılımcı bir demokrasinin işleyişine ilişkin endişeler yaratan tüm bu gelişmeler karşısında; yabancı sermayenin Türkiye'ye bakışını olumsuz etkilediği çini yabancı sermayenin gelmesi mümkün değildir" şeklindeki bu ifadesi üzerinde duracağım.
Bu ifade, karşı tarafa söylem kapısını açan ifadedir. Öteden beri milli gömleği çıkardığını söyleyerek milliyetçiliği yadsıyan ve milliyetçi tabanda tepki alan başbakana söz söyleme fırsatı tanımıştır.
Muharrem Yılmaz’ın, TÜSİAD'ın 44. Olağan Genel Kurul Toplantısı'nda yaptığı konuşmalardaki doğruları es geçip, bu olguyu ‘vatan hainliği çizgisinde işleyen başbakana bu fırsatı vermemeliydi, çünkü bu işi çok güzel yapıyor, hatta öteye de geçebiliyor; Mustafa Sarigül’e
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin Ankara Belediye Başkan Adayları Tanıtım Toplantısı’nda konuştu. Erdoğan, “ ‘Vergi cezası veya başka türlü cezalarla şirketler üzerinde baskı kuran, ihale yasası onlarca kez değişen bir ülkeye yabancı sermayenin gelmesi mümkün değildi’ diyerek AK Parti’ye karşı bu kadar açık tavır koyanlar bilsinler ki biz de onlara karşı bu tavrı koyacağız. TÜSİAD, Hükümete karşı yapılan darbe girişimine karşı tavır koymadı. Siz darbe girişimine karşı tavır koymuyorsunuz öyle mi? O zaman karşınızda bizi bulacaksınız. TÜSİAD’ın Başkanı ‘Böyle bir ülkeye küresel sermeye gelmez’ ifadesini kullanamaz. Kullanıyorsa bu ülkeye karşı ihanettir. Bunu dediğin andan itibaren sen hangi yüzle bu hükümetin bakanlarını TÜSİAD’a davet edeceksin? Hangi yüzle yatırımlarında başta başbakan olmak üzere bizimle kalkıp da işini göreceksin? Yabancı sermaye gelmez diye kendi hükümetlerini tehdit ediyorlar. Öyle mi? O zaman cevabını alacaksın.”
Tehdit eden kim? Elbette ki siz. Siz eğer çıkıp yok TÜSİAD tehdit ediyor diyorsanız, özeleştiri ve tehdidi karıştıran algı yoksunu akla ziyan kimlikleri besliyorsunuz demektir.
Asıl tehdit sizden geliyor, ekonomi politikalarından yanlışlarınızla. Birkaç gün önce, finans durumunu çözme adına, döviz k-uruyla oynayan, dahası TCMB’ye döviz sattıran siz dolardaki artışları durduramayınca, gecelik faizlerle oynayarak ‘ faiz baronlarına’ teslim oldunuz ve Türkiye’yi yine yabancılar için faiz cennetine, ülkemin insanı için de cehenneme dönüştürecek sürecin düğmesine bastınız.
Durur mu, ardından CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayına geçti; “ “Önce sen ey genel müdür o klasöre elini koyup durduğun pozun var ya, sana pazar gününe kadar müsaade. Pazar gününe kadar açıkladın-açıkladın, yoksa ben sizin kendi hazırladığınız CHP’nin özet dosyasını açıklayacağım” Yani Mustafa Sarigül’den söz ediyor. İyi de geç kaldığını birileri anımsatmadı mı? Bugüne dek neredeydin? Bilal oğlun ve sen gündeme gelince mi, aklına geldi; tek kelimeyle yemezler..
Birkaç gündür, TÜSİAD ve Recep konuşuyor dedik; doğrusu 11 yıldır susmadı ki. 17 Aralık operasyonu sonrasının konuşmaları düşündürücü:
Zorla bir renkli hormonlu gazete köşesine konuşlandıran kişi soruyor: “- Paralel yapıyı nasıl anlattınız?”
Yanıt veriyor: “AB, Türkiye’deki komployu gördü..İkna olduklarını zannediyorum. Paralel yapıyı anlattım. Bazı örnekler verdikten sonra onlar da olaydan rahatsız oldular. Mesela ikinci dalgada 25 çuval belgenin açılmadan hemen gözaltı talimatı verilmiş olması..”
Birincisi, AB komployu görmedi, aksine AB Erdoğanı uyardı(Frankfurter Allgemeine: "AB Erdoğan’ı uyardı" Süddeutsche Zeitung: "Başbakan Erdoğan Brüksel’de ‘bağırıp, çağıramadı..Erdoğan Brüksel'de bilinen çizgisini sürdürdü ve yargının bağımsızlığı konusunda hiçbir eleştiriyi kabul etmemekte direndi"). Zaten başbakan; “İkna olduklarını zannediyorum “ ifadesiyle, AB’nin kendisine inanmadığını kuşkuyla karşıladığını işaret ediyordu..
‘Belgeler açılmadan gözaltı yaptılar’ diyerek yargıyı suçlamasını ben İnsafsızlık ve de insansızlık ile örtüştürüyorum;
Aynı yargı, Ergenekon, Balyoz ve benzer operasyonlarda aynı duruşu sergilemiyorlar mıydı? Neden o zaman suskun kaldın da, şimdi her şeyi cemaate yüklemek adına, Balyoz ve Ergenekon davaları, hatta FB şikesi konusunda ‘kumpas’ vardı diyorsun? Yetmedi, son hakim ve savcılar kararnamesinde Balyoz davasına ilk celsede dava bitiren hızlı hakim Ahmet Korkusuz’u atıyorsun? Özellikle yargının son FB başkanı Aziz yıldırım hakkındaki mahkeme kararını onaylamasını da zamanlama açısından kuşkulu bularak Galatasaray’a göndermede bulunuyorsun?
TBB Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun dediği gibi; ‘Tarafsız, bağımsız ve adil yeni bir yargı yapılanması’ için 12 Eylül 2010’daki referandum ile HYSK’daki yanlış yapılanmayı hani düzeltecektin? Ne oldu referandum sonrası; şimdi paralel yapılanma diye suçlamada bulunduğun cemaat yargıda etkin yapılanmayı kurumsallaştırırken ve kumpas dediğin duruşlar sergilerken suskun kaldın. Ne zamanki 17 Aralık operasyonu yaşamaya başladın, o zaman yargıda paralel yapılanmadan söz ederek HSYK’yi resmen yürütmeye(kendine) bağlayarak, “Yasama, Yargı ve Yürütme” arasındaki kuvvetler ayrılığını yok edip, paralel hükümet yapılanmasını paralel devlet yapılanması diyerek, suçu cemaate ve devlete attın. Suçlu olan devlet değil, siz paralel iplerde cambazlık yapanlarsınız.
Dur, dur daha bitmedi yaptıkların:
Paralel devlet yapılanması diyerek; Adalet Bakanlığını, ‘Özel Yetkili Mahkemelerin yanında, “Özel Yetkili Bakanlığa dönüştürdün. Atamada tek yetkili, savcı ve hakimlerin idari görevlerini belirleyecek genelge ve yönetmelik yapma yetkisini yapma erkine sahip, dairelerin hangi işlere bakacağının yetkisini alan, Mahkemelerin görev alanlarını ve üye dengesini belirleyecek adalet komisyonların belirleme yetkisini alan, HSYK üyelerini görevden alma ve HSYK üye disiplin işlemleri konusundaki HSYK Genel Kurulu yetkisini alan, HSYK üyelerinin nerede ve nereye gideceğinin kararını ve de Teftiş Kurulu Başkanı’nı ve genel sekreteri ile tetkik hakimlerini seçme yetkisini alan bir Adalet Bakanlığı..Ne denir böylesi yapılanmaya? Elbette ki; ‘sadece belirli bir grubun bir ülkeyi yönetmesiyle ortaya çıkan yönetim biçimi’ olan; oligarşi..
Düne dek; Fetullah Gülene övgüler yağdıran siz değil miydiniz? Örneğin, Fetullah’ın; ‘Cihan Devlet Türkiye’ modeline katkı veren tek kişinin olduğunu, kutlu yolculuğun yediveren çiçekleri gibi bereketlenerek geldiği bu nokta iftihar vesileniz olduğunu, Fetullah’ın devlete sızdığını söylemenin ahmaklık olduğunu, Cemaat için yazdığımız yazılarımızdan dolayı bizleri tehdit edenler, Fettullah’ı muhteşemliğe yükseltip, “o’na rabbim hayırlı ve uzun ömürler versin” diyen sizler değimliydiniz? Şimdi ne oldu da, o’nu El Kaide ve Hizbullah radikal İslami örgütlerinden daha çok korkulan bir illegal örgüt çizgisine taşıdınız?
Ve şimdi “Ne istedik de vermedik?” diyerek, istenenlerin karanlık ve kötü şeyler olduğunu işaret edercesine kendi kendinizi ‘paralellikleri’ yaratan suçlu olarak ilan edebiliyorsunuz.
İkili stant bu olsa gerek..
http://blog.milliyet.com.tr/Fetullah_in_think_tank_ci_lari/Blog/?BlogNo=117141
https://sevketcorbaciogluteknopolitika.blogspot.com/2013/12/fettulahcilar-mi-hakli-naksiler-mi.html
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
Teknopolitikalar Platformu
sevket-che@hotmail.com.tr
evesbere@mynet.com
GSM:0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder