BALKANLAR (7-14 Temmuz 2018)
Önceliğe değineyim ki sonceliğe yol alabileyim:
{{ Balkanlar, TİTO Yugoslavya’sının parçalanmasıyla etnik dokularına bölünmüş. Etnik milliyetçi ve dincilerin ırk ve din yarışı da dokuları hücreler ayrıştıracak. Ardından küresel efendi; “AB+ABD=ARBD” sömürü denklemiyle katmerli bir Ortadoğu denklemi yaratarak el koyacak; içerdeki işbirlikçileriyle..Cennetin izdüşümü Türkiye’m için benzer endişeler taşımıyor değilim..}}
Balkanları duymayan var mı? Aysun Kayacı’nın dağdaki çobanı, Yavuz Bingöl’ün Manavına dek herkes duydu duyuyor. Hatta Trakya’da %5’imiz Balkanları yaşıyor. Evet, sürekli düşüncelerimizde yer aldı fakat Meriç’ten öteye geçmeyenler Balkanları tümden duyumsayamadı.
Düşüncelerimizde vardı, eylemde yoktu Balkanlar.. Biz şimdi Meriç’ten öteye geçeceğiz ve Balkanlara dokunarak yaşayacağız. Balkanların farklı yerlerinde yer alan küçüklü büyüklü kentlerinin bazılarını göreceğiz. Kimisi deniz kıyısına, kimisi ortasına yer verdiği nehirle yaşam bulmuş betimlemesi zor güzellikler. Adını ilk kez bu yazıda duyacağınız kentler, nehirler, dağlar, ovalar güzellikleri kovalar; ‘doğası ve doğanı’ ile.
Güzelliğin ve ihtişamın ortak noktası ise cazibelerini suya borçlu olmaları. Suyun çevresinde akan yaşam güzellikleri suyun berraklığından, enerjisinden ve dinamizminden geliyor gelmesine de acıları, hüzünleri, yıkımları, kayıpları yaşayan yer Balkanlar. İnsansızlığı, insafsızlığı ve doyumsuzluğu ile birileri Balkanlardaki cennet atmosferi bozdu, daha da bozuyor. Bunları da anlatacağız bu yazıda…
Balkanlar dünyanın dört büyük medeniyetinin örtüştüğü, çok katmanlı yerel bir uygarlık coğrafyası. Eski Yunan ve Roma, Bizans, Rus Slav kültürleri ile Osmanlı Türkiye’si ve Katolik Avrupa kültürleri burada buluştu, çatıştı, bazen kaynaştı. Şu bir gerçek ki burası hiçbir kültürün tek başına egemen olamadığı bir topraktır. Bu nedenle Balkan bölgesi, etnik linguistik(Dil bilimi) bakımından dünyanın en karmaşık bölgelerinin başında gelmektedir.
Slavlar Balkan coğrafyasında akraba toplulukları olarak dağılıp kendilerini; Kuzey-Güney- Batı ve Doğu Slavlar olarak adlandırmışlar. Sırpça, Boşnakça, Hırvatça gibi Rus(Slav) dilini farklı dialektlerini(Şive) konuşmaya başlamışlar. Slav, İngilizce köle anlamaına gelen Slev sözcüğünden türeme. Tarihte Vikinglerin esareti altında yaşayan, sarışın, mavi gözlü yapılı insanlar Slavlar. Bu insanlar Hıristiyanlığı 900 yüzyılda kabul etmişler.
1360’lardan sonra ise, Osmanlı yönetimindeki Türkler bu bölgeye yerleşmeye başlamışlar. Derebeyleri tarafından sömürülen ve zulmedilen köylü ve şehirli halk nefes alabilmek ve insanca yaşayabilmek için Osmanlının gelmesini dört gözle beklemiş… Balkanların gerçek fatihi, Orhan Gazi’nin ölümü ile Padişah olan (1362) “I. Sultan Murad Han Hüdâvendigârdır (Tanrinin gölgesi; dünyanın sahibi). Temmuz 1362’de tahta geçer geçmez, Edirne’yi, Filibe ve Zağrayı almış, Meriç vadisine hâkim olmuş.
1389’da birinci Kosova savaşı sonunda, Mısıloviç adında bir Sırp soylusu Sultanın elini öpüp Müslüman olmak istediğini belirterek I. Murat’a yaklaşmış ve onu ani bir hamleyle hançerleyerek şehit etmiş. Şehadetinden sonra Hüdâvendigar lakabı veriliyor. I. Kosova Savaşı tarihte Sırp milliyetçiliğinin ilk yeşerdiği ve bugün Sırpların çok önem verdiği ve unutamadığı bir savaştır.
27 yıl 3 ay süren saltanatında l.Murad Osmanlı’yı, Tuna’ya, Tuna deltasına, Adriyatik denizine, Afrika yarımadasına dek taşıdı. 500.000 km2 'ye varan bir imparatorluk bırakıyordu oğlu, Yıldırım Bâyezid'e; Avrupa toprakları (291.000 km2) Asya topraklarını (208.000 km2).. Oğlu Yıldırım Beyazid (1389–1402), Balkanlardaki Türk hâkimiyetini kesinleştirdi.
Bu durum Balkanlarda (Sırp, Bosna, Arnavut, Leh, Hırvat, Macar, Eflak) ittifakını, yani yeni bir Haçlı ordusunu doğurdu. Ve ardından 2. Kosova Savaşı (1448) kendini gösterdi. Padişah 2. Murat, Mora ve Yunanistan’da Osmanlı hakimiyetini tekrar kurdu. Sırp kralı yeniden Osmanlı egemenliğine girdi. 2. Murat Morova Savaşı’nda Osmanlı’nın yenilmesine neden olan İskender Bey’i cezalandırmak amacıyla Arnavutluk seferine çıktı; ama kesin netice alınamadı. Bundan sonra, Hıristiyan Avrupa, Osmanlıya karşı savunabilme amacıyla birleşik Haçlı kuvvetlerini oluşturdu. İki buçuk asır (1400–1683) Avrupa, Osmanlıya karşı savunma harbi yaptı. 1683 Viyana kuşatmasına kadar..
Balkanların en güçlü devletini Güney Slavlar kuruyor, 1918’de. Adı Güney anlamına gelen “Yugo” başlığında “Yugoslavya” kuruluyor.
Balkanlar doğasıyla güzel, doğanı ile huzursuz. Dahası insanlar mutsuz ve tepkili ve de bastırılmış öfke birikimli... Baskının getirdiği bir yapı. Nasıl ki; Güneydoğu insanı; sevinçlerini ve hüzünlerini Nemrut’un eteğine, Harran ovasına gömmüş, Fırat ve Dicleye vermiş, kuşkuyla bakan, patlamaya hazır öfke sarmalında, Balkan insanlarını da öyle gördüm. Sevinçleri ve hüzünleri yaşayamamanın verdiği bir gerilim içindeler. Dahası cennette cehenneme programlı bekleyiş modundalar..
Osmanlı döneminde yaşadığı baskı Balkan insanını tepkili kılmış. Cumhuriyet dönemi çok partili demokrasi sonrası muhafazakârlıktan ve feodal yapıdan beslenen sağ parti iktidarlarının Güneydoğu’da oluşturduğu ruh yapısının paramparça olmuş şekli diyebiliriz buna. Elbet, bu yapıya, özellikle Yugoslavya ve SSCB katkısını yadsıyamayız. İlle de Stalin ve Tito dönemlerini. Fakat yadsınamayacak bir gerçek daha var ki; vahşi kapitalizmin doyumsuz duruşu; Stalin ve TİTO dönemlerin, Özellikle; TİTO Yugoslavya’sını aratır olmuş.
Coğrafyalarında kültürel açıdan yakın ve birlikte davrandıkları takdirde güçlü olacakları bilinen ülkelerdeki etnik yapıların yumuşak karnı olan; din ve milliyetçiliği gündeme getiren egemenler; Balkan halklarını evrensel sorunlardan soyutlayarak yapay sorunlarla halkları uyutmaktadırlar. Küresel efendiler halkları birbirleri ile çatışmaya sürüklemeleri temelindeki, “Böl Yönet-Böl Sahip Ol(Divide Et İmpera)” sömürü politikalarını-algoritmalarını hala devam ettirmektedirler, içerideki maşalarıyla.
Öyle ki: gözlemime göre; Balkanlar çıkar dokunuşlarıyla dokulara ayrılmış ve ardından hücrelerine dek parçalanma sürecine sokulmuş tümden sahiplenme adına...
Bir düşünün; gezegenimizdeki 1. ve 2. dünya savaşlarının çıkışı nedenlerini. Özellikle 1.Dünya savaşı. Neydi o nedenler? “Sanayi devrimi sonrası kendini gösteren Ekonomik nedenler. Dahası Hammadde ve Pazar rekabeti. Silahlanma ve milliyetçi ve dincilik ve tüm bu nedenlerden dolayı Bloklaşma. İşte Balkanlarda tüm bunlar fazlasıyla var…Osmanlı ise dinlere dokunmuyor, ibadet yerlerini aksine destekliyor.
Irkçılığı da beslemek için eyalet sistemi ile ‘yarı başkanlığa özdeş’ bir sistemi uyguladılar. Dinleri ve kültürleri serbest bırakmaları asla Osmanlı’nın baskıcı olmadığını göstermez. Osmanlı, halkın ‘din ve irk boyutundaki’ kutsallarına çalışarak baskıcı şiddetini yumuşatmaya çalışmış. Ters düştüğünde kılıç ve idam sehpaları devreye sokmayı temel ilke edinmiş. Bu da en büyük baskıdır.
Tüm bu yapılar, sizi Balkan ülkeleri konusunda böylesi bir değerlendirmeye itiyor. Ve zaman kaybetmeksizin Balkanların en büyük coğrafyası TİTO Yugoslavya’sına bakıyorsunuz.
Baktık da: “TİTO Yugoslavya’da halkları bir arada tutan kişiydi” diyebilirim. Çünkü, paramparça olmuş ve hala olmakta olan bir Yugoslavya (Güney Slavlar) coğrafyasında; “İş-Aş-Marş marş” bütünündeki “Gez-Gör-Yaz” etkinliğim bende bu kanıyı oluşturdu! Tüm yazılarımda sıkça kullandığım belirtecimi burada da kullanacağım: “Nesimi’nin dediği gibi güzelim Yugoslavya, bugün zehirli örümcek ağı sınırlarla örülmüş, yani 1990-1995 savaşıyla parçalanmış.” Bunun önünü almak için TİTO ne yapmıştı? Irktan ve dinden geçinenlere tavır alarak kiliseleri ve tüm dinlerin ibadethanelerini kapatmış. Irkçılığı yasak etmiş ve insanI öne almış…
İşte tüm bunlar; ‘ırktan ve dinden geçinenler için’ yadsınamayacak baskıydı...İlginç bir söylence var:
[[ Tito ve Atatürk bir araya geliyor. Tito, Atatürk’e; “Ben ulusları camdan kürede bir araya getirdim; nefesimle tutuyorum. Nefesim bittiğinde cam kür sönecek, yani darmadağın olacak. Siz demirden bir küre oluşturdunuz. Asla parçalanmaz..” ]]
Gerçekten de Yugoslavya paramparça oldu. Avrupa’nın 3. Büyük ekonomisi ve ordusu bitti. Düşünün; her insanın bir evi, iki arabası olan halk yoksullaştı. din ve ırk hançerleriyle birbirini katleder oldular..
Sporda ve ekonomide başarılı Yugoslavya ülkesi; “Slovenya(1991), Hırvatistan(1991), Karadağ(2006), Sırbistan(1993), Kosova(2008), Makedonya(1991) ve Bosna-Hersek(1992)” olmak üzere 7 ülkeye bölündü. Yetmedi; Bosna-Hersek” 2 cumhuriyete bölündü; Bosna- Hersek(Toprakların %51’i) ve Sırbistan Cumhuriyeti(%49) şeklinde. Bitmedi; Bosna Hersek Federasyonu, Dayton anlaşmasıyla; 10 kantonl bölündü; “Una-Sana, Posavina-Tuzla-Zenica-Doboj, Bosna-Podrinje, Merkez Bosna, Hersek-Neretva, Batı Hersek, Saraybosna ve Livno” olarak.
Her kantonun kendi parlamentosu, hükümeti ve güvenlik birimi bulunuyor: Önce belirttiği gibi Yugoslavya 7 ülke şeklinde dokulara, ardından; Bosna-Hersek ülkesi; Bosna-Hersek ve Srbıstan cumhuriyetine, Bosna-Hersek cumhuriyeti de 10 kanton şeklinde hücreler bölündü. Ülkeler, cumhuriyetler ve kantonlar adeta birbirlerine karşı pusudalar.
Evet; bunlar hala çekişme içindeler. Örneğin, Kosova Sırbistan’la. Dahası var; Komşu devletlerle çekişme içindeler; Örneğin Makedonya Yunanistan’la, Karadağ Arnavutluk’la. İşin özü, belirttiğim gibi Emperyalist güçler bölüyor, bölüyor ve sonunda sahiplenecek! Yani, sıcak ve soğuk savaşla harmanlanmış post modern sömürü politikaları..Bu politikaların sahibi çekinmeden; “Süreç içinde siz kendinizle savaşarak dünyayı rahatsız ediyorsunuz, sizi federasyon seklinde kendimize bağlıyoruz” demeleri uzak olasılık değil!..
Bir olası tezim de Yugoslavya’dan art kalanları komşu ülkelerin paylaşması: Duyuyoruz ki; Kıbrıs Yunanındır diyen, Yunanistan, tüm Makedonya’nın kendilerine ait olduğunu savlıyormuş. Bu nedenle Makedonya’nın adını değiştirmek istiyorlar. Makedonya adının Kuzey Makedonya olması için referanduma gidecek yakında. Mekadonlu kesin “Kuzey Makedonya” adına karşı.
Evet; parçalanan Yugoslavya’nın kalanını komşu ülkeler paylaşması olasılığı da var küresel efendinin bilgisi doğrultusunda!?.. Megaloman Yunan “Megalo idea’nın” beslenmesi..
Doğası be doğanı ile mutlu Yugoslavya’yı parçalayan etnik milliyetçilik, Balkanları ve kendisini tamamen mutsuz etmiş. Öyle bir duruma düşmüşler ki TİTO’yu arar olmuşlar, sosyalizmi arar olmuşlar; evini, arabasını arar olmuşlar; huzuru ve aldığı standart maaşı arar olmuşlar. Erer kendini bulmaz ise daha çok şeyi arar duruma düşecekler.
Özdeyişim geldi; “Özgürlük var diyenin... Özgürlükten anladığı düşünülemez.”
VE BALKANLAR
[[ “Lütfen gezegenimizi gezin, görün; alın sırt çantasını sırtınıza, sırtlanlar gezegenimizi, dinden ve ırktan geçinerek, Nukleerler ve HES’ler inşa ederek bitirmezden önce vedalaşın!?..” ]]
Biz öyle yaptık: 01:30 Ankara- Çankaya Başvavuş’tan çıkış..03:30 Esenboğadan İstanbul’a ve 07:40 İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan Balkanlara uçuş... Hareket öncesi gazeteleri alalım dedik. Havuz medyası havuzun içinden sere serpe oturuyor; Sabah, Posta,Vatan, Milliyet, Akşam ve diğerleriyle. En onda de aralarına yeni katılan Hürriyet. Cumhuriyet en arkada görünmez yerde uzaktan onlara bakıyor. Sözcü ve Birgun yok. Tek adamlık tek gazeteye doğru gidiyor; Hitlerin gazetesi ve benzerlerine...
Düşüncelerimi tutamadım: Tek adamın tek sesi egemen. Nerde düşünce özgürlüğü?! Basını susturmak halkı, dolayısıyla ülkeyi susturmak değil mi?!.. Havuz medyasını yandaş sayfaları resmen iktidarca yapılan finans destekleriyle yaşamaya çalışıyor. Gün gelecek kapı önlerine atılan Zaman gazetesine dönüşmeyi bırak kapanacaklar. Görevli sitemkâr tebessümle dediklerimi onaylayınca uzaklaştım. Gazeteleri okuyorum.
O ne! Sabah’tan Nur Çintay da istemeden adeta beni doğruluyor, yandaş medyanın kuşe (parlak) baskılı en renkli Habertürk gazetesi ve TV’nin kapatıldığını yazarak: “Evet, haftanın medya olayı Habertürk gazetesinin kapanmasıydı. Beraberinde 'Kâğıt bitiyor mu' tartışmasını da getirdi yine..Ufalma ve daha tasarruflu kullanma kaçınılmaz gibi görünüyor. Yine tam da bugünlerde Milliyet, Posta ve sesi soluğu iyice zayıflamış Vatan, Hürriyet binasına taşınıyor. Daha da küçülerek, tenhalaşarak...”..
Çintay’ın bu bahanesi yalansı bir savunma ve de komik aslında.. Belli ki bu gazeteler bir zamanın zaman gazetesi gibi bedava apartman kapılarına atılacak. Ki sabah, Akşam, Vatan atılmaya başlanmış..
Nerede yazı yazdığım Hürriyet? Nerede “Düşüncelerini Düşüncesi” köşesinde yazı yazdığım Milliyet? Yakın zamanda ‘toplumun düşün refleksi olan’ Milliyetblog bile yüzümüze kapatılarak ekranlar karartıldı, Hitlerin ve Kenan Evren’in kitap yakması gibi.. Nerede Hürriyet Akşam, Vatan, Sabah, Star, Güneş? Nerede, nerede, nerede?! Nerede olacak, mutlak monarşist tek adamın yanında!! Halktan kopuk yapayalnız yaşam savaşı veriyorlar. Böyle giderse sadece Resmi gazete ayakta kalacak gibi. Ya da; yakındır tümü harmanlanarak “Der Stürmer”’e dönüştürülmesi..
Havalimanı, bakımsız. Hizmet sıradanlaştırılmış. Satmalara zemin mı oluşturuluyor? -Ki Atatürk adıyla birlikte bu havalimanı kaldırılıyor. Millet bahçesi yapılacak-. Ne dersiniz, 3.hava alanı ile birlikte diğer tüm hava alanları satılır mı? Doğru, 3. Havalimanı kredi borçlanmaları ve yap işlet devret ile satılmış, Yavuz Sultan köprüsüyle. Diğerlerini satar canım..Sattı bile; Kanal İstanbul’u yap işlet devret modeli ile..
Rehberimiz Enise Özdemir ile tanıştık. Annesi Bosna Türkü. Dobra ve sözünü esirgemeyen yürekli kimliğini yüzünden okuyabiliyorsunuz....
Trakya’ya yöneldik. Bulutlar belirmeye başladı. Yinede Trakya’nın güzelliğini görebiliyoruz. Çatalca ve çevresindeki su havzalar muhteşem. Güzelliğini, öbek-öbek taş ve mermer ocakları bozuyor. Bir de İstanbul’u dünya finans düzlemine dönüştürme savıyla çıkar düzlemine dönüştüren; 3. Havaalanı ve köprüsü içler acısı.. Nükleer ve HES bütünündeki ülkemin dolar dostları iyi çalışıyor.. Trakya’yı terkederek, Balkanlara havadan giriş yaptık ve sudan ‘haklı’ sebeplerle ülkemin profilini belirlemeye çalıştık..
Sofya, Perrik, Pirot, Kutluviçe. Viçe (Rize-Fındıklı) bizde de var. Bunun bir anlami olmalı. Gezegenimiz kesin potansiyel birlikteliğe sahip. Yani ortak dile. Küresel efendiler dahil tüm ülkeler bu dili kullanmamakta ısrarlı. Aslında egemenler özdeksel çıkar adına bu ortak dili kullandırmıyorlar. Leskofça, Niş, Knjazebac, Juzmonoya, Prokapjle, Alacahısar, Çaçk, Kragujevat’a el sallayarak, göz gezdirerek bembeyaz, tertemiz bulutlar arasında süzülüyoruz.. Bulutların tertemiz beyazlığında, yeşili, mavisi ve sarısıyla cennetin izdüşümü gezegenimizi cehennemin izdüşümü haline dönüştüren kapkaranlık insansalları düşündük..
Saat; 09:02. Onlara göre; 08:02’de inişe geçtik. İlkin bizi Semendire, Obrenouac ve Pancevo karşıladı. Beyazşehir Belgrad’a, bembeyaz buluttaki tahtımızı terk ederek iniyoruz. Saat: 09:09(08:09)da, 1339 metreden Beljanica’yı, Moldova Noua (Yeni Moldova) ve Temösver’i kuşbakışı izleyerek Belgrad’a iniyoruz. O da ne Sava ve Tuna nehrinin kucaklaşması ile oluşan anlatılması zor bir doğa güzelliği ve arkasındaki derin su Havzası adeta büyülüyor insanı.
Saatimiz 10;25. Sırbistan’a göre; 9;25. Ve böylelikle 09:25’te Belgrad hava alanına, havacılık terimine göre piste teker koymuş oluyoruz. Hava limanına iner inmez gökte su akmaya başladı. Antik düşünürsek, Gök tanrısı ihtiyacını gideriyor..
Evet, yerdeki su da zaten havadan gelen su değil mi?
Zaman- zaman, toprağı yeşerten, doğaya ve doğana can veren su, güneşi karartabiliyor ve altındaki coğrafyanın doğasal sinirini bozabiliyor. Kusura bakmayın; biraz Yaşar Kemal sandım kendimi. Demek istedim ki; Belgrat’ta yağmur yağmaya başladı.
Balkanlar Neresidir?
Balkanlardayız. Her şey de olduğu gibi bunda da sınır sorunumuz var. Elbet siyasi sınır sorunundan söz etmiyor, coğrafya bilgi sorunundan söz ediyorum.
Evet; “Balkanlar neresidir?”’in yanıtını arıyorum:
Balkanlar; Bulgaristan'ı ikiye bölen 600 kilometre civarında kuzeybatıdan doğuya uzanan sıra dağlardan ‘Koca Balkan Dağları(Stara Planına )’ndan adını alan ve; Arnavutluk, Bosna –Hersek, Bulgaristan, Karadağ, Kosova, Makedonya, Yunanistan, Sırbistan (Topraklarının %73’ü ), Hırvatistan( %49’u ), Slovenya(%27’si ), Romanya ( %9’u ), Türkiye( %5’i ) sınırları içerisinde yer alan coğrafya; “Balkanlar”. Dahası; Avrupa kıtasının güneydoğu kesiminde, İtalya Yarımadası’nın doğusu, Anadolu’nun batısı ve kuzeybatısında yer alan coğrafi ve kültürel bölge.
Bölge, en az Orta Doğu kadar sarsıntılı, hareketli bir tarihe sahiptir. Önce, Latin dünyası ile Grek dünyası, ardından ikiye ayrılan Roma kültüründe Katoliklik ile Ortodoksluk arasında paylaşım savaşları yaşamış. Sonrasında da bölgeye giren Osmanlılık da, Balkanlar’daki ‘sosyal-siyasal ve ekonomik’ yapıyı ve coğrafyayı şekillendirmiş. Tarih boyunca Avrupa’nın hiçbir bölgesi Balkanlar kadar saldırı, istila ve işgale uğramamış. Özellikle kuzeyden ve doğudan gelen değişik orduların saldırısı sonucu, küçüklü büyüklü birçok ulusun egemenliğine girmiş.
Kısacası gezegenimizin şamar oğlanı... Orta Doğu mu? Canım o tam bir mahküm köle Balkanlar’ı; Irıyalılar, Likyalılar, Frigler, İskitler, Daçyalılar, Traklar, Gepid ve Got kavimleri(Tervingiler ve Greutungiler), Slavlar, Sarmatlar, Persler, Makedonlar, Romalılar, Bizanslılar, Hunlar, Avarlar, Bulgarlar, Sırplar, Selçuklular(Osmanlı önce Sarı Saltuk), Osmanlılar, Peçenek, Kuman (Kıpçak) ve Uz Türkleri, Avusturyalılar ve daha başka uluslar tarafından uzun yıllar boyunca ‘Balkanların yerli halkını’ yönetti...Hala kimliklerini koruyabilmişlerse kutlamak gerek…
Cilalı Taş Devri ,Bakır, Demir, Roma ve Osmanlı devri yaşamış, fakat yerli Balkan halkı(Bulgarlar, Sırplar, Arnavutlar, Bosnalılar, Eflaklılar, Boğdanlılar, Hırvatlar, Slovenler) kendi devrini çok az yaşamış..Kendimi bu sefer de İlber Ortaylı’ya benzer buldum. En doğrusu tarihi biz tarihçilere bırakalım(Yazı kaynağımı belirteyim: Gezilendirirken esinlendiren Enise Özdemir hanım ve Meydan Laoursse, AnaBritanica ve Yurt ansiklopedisi)
Antrparantez: “Kemal Paşazade, Kâtip Çelebî ve Evliya Çelebî sonrası bir de benden okuyun..”
BALKANLAR
1.GÜN (7 Temmuz 2018): SİRBİSTAN-BELGRAD
Eski Yugoslavya (Yugo=Güney=Güney Slavlar)’nın başkenti, yani, Hırvat kokenli TİTO dönemi Yugoslavya’nın ve de 1990-1995 sonrası kurulan şimdinin Sırbistan’ın başkenti; Beyaz Şehir (Bleli Grad) anlamına gelen Belgrad’tayız. Beyaz Şehir adını; Belgrad’da var olan 272 camiden aldığı söylenir. Bir tek cami (Bayraklı) kalması düşündürücü. Bana ilginç ve düşündürücü gelen ikinci olgu; Sırbistan’ın,Türk vatandaşlarının vizesiz seyahat edebildiği ülkelerden biri olması. Belgrad, 49 yıl boyunca Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’ne başkentlik yapmış; Kültürler, dinler, sporlar kenti.
İlk durağımız Bayraklı Camii. Saat; 09:45. Bayraklı camii (Hüseyin Kethüda Camii- Sırpça: Bajrakli đamija), Belgrad’ta var olan 272 camiden kalan tek camii. Camii eski Belgrad sınırları içerisinde, kaleye yakın bir noktada ‘Kanuni Sultan Süleyman zamanında (1520-1566 arası)'da inşa edilmiş. 22 yıl Katolik Kilisesi olarak kullanılan Bayraklı Camii, 1941 – 1944 yılları arasında Almanların hava saldırıları sırasında büyük zarar görmüş. Bir söylenceye göre, savaş istemeyen bazı Sırplar, yıkmak isteyen Sırplara karşı camiyi korumuşlar.. Buraya sosyalist dönem evlerinden ve “U” dizaynlı parlamento binasından geçerek ulaştık.
Kalemegdan (Kale meydanı): Tuna ve Sava Nehirleri'nin kesiştiği platoda kurulu olan Belgrad’ın en iyi izlenebildiği Kalemegdan (Kale meydanı) ilk durağımız. Saat; 10:25. Gezeceğimiz yerler: Fikir bayır, İstanbol/İstanbul kapısı, Askeri müze, Saat kapı ve müzesi, Nebojsa kulesi, Sava ve Tuna nehirlerinin bitleştiği nokta ve ‘Fatih Sultan Mehmet'in ayrı-ayrı gerçekleştirdiği iki kuşatmadan da kurtulabilen, fakat 1521 yılında’ Kanuni'nin Belgrad’a boyun eğdirirken üs olarak kullandığı ada, Osmanlıya karşı isyanı başlatan yer olan kafe ve dükkanlarıyla ünlü Knez Mihalijova caddesi, İsa’nın kalbi denen ve 1989 yılında tamamlanan ve Sırp Ortodoks Kilisesi’nin kurucusu Aziz Sava’ya adanan etkileyici mimarisiyle Sırbistan’daki en güzel yapılardan biri olarak kabul edilen; “St. Sava kilisesi” ve de Cumhuriyet meydanı...
Sava ve Tuna nehrinden 125 metre yüksekteki bir tepede yer alan Kalemegdan’a, Kale meydan parkından geçerek ulaşıyorsunuz. Harika bir park. Kalemagdan’ın giriş kapılarından ilk kapı, bir adı da zindan kapı olan Leopold kapısındayız. Kapının ziline basmaya gerek yok, ardına kadar açık.. Osmanlı’nın Sırpları zindana attığı yermiş.
Diğer kapı; ‘İstanbul Kapı(Stambol Kapija)’. Kalemeydan parkı girişinin sağında Osmanlı’nın, 6 Nisan 1876 tarihinde, Belgrad, Smederevo, Šabac ve Kladovo kalelerinin anahtarlarını Sırplara teslim etmesini tasvir eden yatay bir mermer anıt dikkatinizi çekiyor. Çıplak adam heykeli Pobednık (Victor) ve Sırbistan zafer anıtı…
1928 doğumlu Pobednık (Victor) heykeli Terazije Meydanı’na dikilmek istenmiş. Fakat; Anıtta bulunan erkek figürünün çok fazla çıplak olması halkı öfkelendirmiş. Bu öfke karşısında heykel şehrin gözlerden uzak bir noktası olan Kalemeydan Parkına konmuş. Sonrasında İroni yaşanmış, çünkü bu bölge Belgrad’ın en gözde alanlarından birisi haline gelerek Victor Anıtı Belgrad şehrinin sembollerinden biri haline dönüşmüş.
Burada, Osmanlılardan kalma birçok yapı var. Osmanlı yapısı çok. İlginç olan, Balkanlarda 10 bin Osmanlı sözcüğünün olduğu savı. Örneğin Saat kulesi; onlarda Sahat Kula. Kale meydanı; Kalemegdan. Taş Meydan Parkı;Tas Megdan. Dört Kol; Dorcol. Trazi Meydanı, Terazije Meydanı. Bayraklı da; Bajrakli. Saat kulesini geçince Mora Fatihi Damat Ali Paşa’nın türbesi ve Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın 1578’de yaptırdığı çeşme karşılıyor sizi. Çoğu Osmanlı yapılarının yanında da TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı) çıkıyor karşınıza. Ne mi? Nedir mi? Ne yapar? Amacı ne? soru silsilesine yazı akışı içinde yanıt vermeye çalışacağım..
En güzelini unuttuk; Kale duvarlarına çıkıp Sava ve Tuna’nın kavuşmasını izleyebilmeyi. Anlatılması, dahası betimlenmesi çok zor muhteşem bir görsellik sunuyor, Sava ve Tuna aşkı. Fotoğraf sanatçılarının saatlerce sanat yapacakları bir görsellik.
Dünyaya getirdikleri ada ise bu muhteşemliğin simgesi adeta. Kanuni’nin Belgrad fethinde top atışlarının yapıldığı ada.. Bu betimlemeden sonra; Doğa Tarihi Müzesini, Askeri Müzeyi, Hayvanat bahçesini de gezebilirsiniz.. Ben 20 yıldır yazıyor ve çekiyorum. Geziciler benim gibi yazmıyor, fakat 4G ile fotoğraf çekiyorlar. Zaman-zaman çekilmez oluyor, çünkü hemen önünüzde bir Japon bitiveriyor, hatta karenize girebiliyor. Çok seviyorum Japonları. Gezerken bile çalışıyorlar; gezmelerindeki dokunuşları adeta gördüklerini ölümsüzleştiren bir süreç..
Tüm etkinliklerin yapıldığı ana cadde Knez Mihajlova Kalemegdan’dan başlıyor. Burası restoranların ve mağazaların olduğu ve yakınında; Sırbistan Ulusal Müzesinin bulunduğu Cumhuriyet Meydanı (At meydanı)’nın bulunduğu bu görkemli cadde trafiğe kapalı. Meydanda bulunan atlı heykel üzerindeki Sırp Prensinin bir eliyle İstanbul’u işaret Ettiğini söyledi Enise Özdemir hanımefendi. Balkanlar’ın en büyük Ortodoks Kilisesi ve Belgrad’ın en görkemli yapısı; Aziz Sava Katedrali buradaymış. Hala inşa halinde. Çünkü; İkinci Dünya Savaşı sırasında, Kilisenin inşasına ara veriliyor. Sonrasındaki çalkantılı dönemlerinde de yapma şansları olmamış.
Tasmajdan'da park içinde bulunan St. Mark’s Kilisesi ve Sırp asıllı Nikola Tesla’nın müzesini de ziyaret edebilirsiniz. Dünya bilim tarihini değiştiren buluşları nedeniyle bugün bile saygı ile anılan bir isim olan, floresan lambayı, neon ışıklarını, elektron mikroskobunu, mikrodalga fırını ve daha birçok şeyi, yani Elektrikle ilgili sayısız buluşun sahibi, hatta 1890 da ülke Niyagara Şelalesi üzerinden elektrik üretmek için çalışmalara başlayarak hidroelektrik jeneratörü ile HES’leri icad eden, Sırp asıllı mucit.
Elektrik mühendisi ve fizikçi Nikola Tesla’nın yaşamını ve uğraşılarını gösteren orijinal belgeler, çizimler, fotoğraflar ile çeşitli teknik cihazın bulunduğu müze, görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Edison beynimizde nakş olmuş, fakat adını zor duyduğumuz bir mücit Nikola Tesla. Öyle ki; 2006’da Christopher Nolan’ın çektiği ve Scarlett Johansson, Christian Bale, Hugh Jackman, Michael Caine, Rebecca Hall’ın oynadığı; ABD yapımı “The Prestige” filminde, iki sihirbaz arasında saldırıya varan rekabetin sembolik olarak Thomas Edison(1847-1931) ve Nikola Tesla(1856-1943) arasında yaşanan çekişmelere gönderme yapılmıştır.
Tesla; bilim dünyasında öne çıkmamasının ana nedeni, ABD’ye göç ettiğinde Thomas Edison’un onun çalışmalarını kötüye kullanması ve de aralarındaki büyük rekabet nedeniyle Edison’un onun ilerlemesine taş koyması imiş. Rekor sayıda buluşun sahibi ve en önemlisi günümüz iletişiminin temeli sayılabilecek kablosuz elektrik iletiminin mucidi olan Nikola Tesla 1943’te New York’ta bir otel odasında borç içinde ölmüş. Para baronlarının bir değeri nasıl yok ettiklerinin göstergesi. Ayrıca, Edison gibi çakal olmadığı gün gibi ortada.. Edison senin ampulü ancak senin gibiler simge yapar; istemiyorum senin Ampulü, beni Tesla aydınlatmış....
Görülmesi gereken bir diğer yapı Terazije Meydanı’ndaki 1906 doğumlu Moscow Otel. Otelde Albert Einstein, Alfred Hitchcock, Maxim Gorky, Mahatma Gandhi, Luciano Pavarotti gibi kişilerin yanısıra Jack Nicholson, Robert de Niro, Brad Pit, Mila Jovović, Michael Douglas gibi Hollywood’un bir çok ünlü isim konaklamış. Belgrad Üniversitesi Kütüphanesini ve Sava nehri tarafından ikiye bölünen; Belgrad’ın Stari Grad olarak adlandırılan tarihi merkeziyle, şehrin,Yeni Belgrad (Nova Belgrad)’ı birleştiren “Branko Köprüsü”nü görebilir, dahi; Sava Nehri üzerinde, sonradan yarımadaya dönüştürülmüş küçük bir ada olan Ada Ciganlija (Çingene adası)’nın plajında yüzebilirsiniz de..İşlerim nedeniyle gidemedim..
Slovenya’da dünyaya gelen Sava (Tuna’nın sağ kolu) ve Almanya’da dünyaya gelen Tuna’nın kavuşmasını izledik. 945 km’lik Sava’nın 206 km’si Sırbistan’da. 2860 km’lik Tuna’nın 292 km’si Sırbistan’da. Birileri Sava ve Tuna’nın bu kavuşmalarını hiç bozmasın çünkü hayat veriyorlar gezegenimize.
Soruyorum; “Sava, Tuna, Nevedra, Buna ve diğer nehir ve derelerde Kaç HES var?” ..İstanbul’da nasıl ki dört bir yanı deniz , Belgrad’ında dört bir yanı nehir. Üzerinde çok az HES varmış. Bizde olsa tespih tanesi gibi HES dizer, Belgrad’ı çevreleyen Nehri kuruturduk.Yani,doğayı ve doğanı yok ederdik....
Tekrar edeyim: Sava ve Tuna’nın ilk bileşmesinden olan ve hala kucaklarında olan yavruları ‘ada’, “Büyük Savaş Adası” (Veliko ratno ostrvo) olarak da anılıyor. Kanuni Belgrad’ın fethini bu adadan yönettiğini öğrenmiştik. Sırp İsyancı Karayorgı birliklerini bu ada da konuşlandırmış. Sava ve Tuna’nın ilk göz ağrıları olmanın yanında tarihleri için çok önemli ki; hala el bebek gül bebek bakıyorlar. Ben olsam bir besleme mafya çakalı bulur bu adaya görkemli bir gazino yaptırırdım..Yok, yok Cami..
Sava ve Tuna birleşmeden doğan su havzalarının yarattığı Muhteşem bir görsellik unutulacak gibi değil. Su, su, su gerçekten yaşam.. Antik çağda Deniz tanrısı yanında neden su tanrısı düşünülmemiş... İnişte, aniden. bulutlar kararıp morarınca Yeşil ve mavi suratlarını asıp görselliğini bozacağını düşündüm.
Olmadı böyle bir şey. Sadece Tuna bozulmuş gibi geldi bana. Yaşlılığına bağladım. Su yaşlanır mı, sadece yok edilir, ülkemizdeki gibi. Kardeşim, Manavgat’ı bile İsrail’e satmaya kalkmadık mı?!.. Satmak deyince THY içler acısı.. Ne dersiniz; 3.Havalimanıyla ve de Kanal İstanbul ile birlikte satar mıyız? Bu vurguyu yapmıştım galiba.
Devem edeyim:
Özel(leştirmiyor), resmen satın alıyoruz; özelleştirme, yap işlet bahane, satın almak şahane..
Avrupa’nın bir çok yerlerini Viyana ve Budapeşte üzerinden İstanbul’a ve Önasya’ya bağlayan ana yollar üzerinde bulunan Belgrad, MÖ 7000'e kadar giden bir tarihe sahipmiş. M.Ö: 60.Yüzyıldaki ; Güneydoğu Avrupa'da bulunan bir Cilalı Taş Devri arkeolojik kültürü olan Vinca kültürünün izlerine ilk olarak Belgrad'ta rastlanmış.
İşte Belgrad; Kalemegdan (kalemeydan) burnu üzerindeki eski kalenin çevresinde gelişmiş. Keltlerin M.Ö. 4. yüzyılda kurduğu ilk kalenin Romalılarca adı; Sigidinum. Kale kavimler göçü sırasında istilalara uğradı, 422 yılında Hunların daha sonra da Ostrogotların saldırılarıyla harabe oldu. 6. yüzyılda l.Justinianus tarafından etrafına sur çektirilerek onarıldı.
Osmanlılar döneminde güçlendirildi. Baktığınızda, iki farklı sur inşasını görebiliyorsunuz… Belgrad kenti tamamen bu surlarla çeviliymiş. 1521’de Kanuni döneminde, Boşnak asıllı Gazi Ekrem Hüsrev Paşa tarafından; deli kuvvet denen ve saçları yandan traşlı heybetli 10 bin Serdengeçti öncülüğünde Osmanlı topraklarına katılan Belgrad, 1878’e dek Osmanlı’da kaldı. İstanbul’daki Belgrad Ormanı, ismini, Belgrad’ın fethedilmesinden hemen sonra, şehrin tüm Ortodoks Hıristiyan nüfusunun, İstanbul’da bu bölgeye gönderilmesinden aldığını da öğrendik.
Sırbistan, ilk 1804’te Karayorgi/Karadorde olarak bilinen ve basit bir çoban olan ve de ayaklanmanın lideri halk kahramanı görülen Đorđe Petrović ve sonrasında (1815) lll.Miloš Obrenović önderliğindeki son ayaklanmayla özerkliğini elde etmiş. Karayorgi Rakibi Milos Obrenoviç tarafından öldürülmesi siyasetin çirkin yüzüdür. Krallık bu iki hanedan arasında gidip gelmiş. Günümüzde bile Karayorgi’nin torunlarından Alexander Karayorgeviç sürgündeki kral olarak tanınmaktaymış.
Evet, bu süreçlerden sonra Sırbistan o dönem bağımsızlığını kazandı ve Belgrad başkent oldu. (1990 sonrası da). Belgrad’da Türk tarihinin ve kültürünün izlerini görmek elbette olası. Yukarıda işlendiği gibi; Osmanlılardan kalma Bayraklı Camii hala Belgard'daki Müslümanlara hizmet vermektedir.
Belgrad, I. Dünya Savaşı'nda Avusturya’nın işgaline uğradıysa da Sırbistan’a başkentlik yapmayı sürdürdü. II. Dünya Savaşı'nda üç gün devam eden ve 20.000 sivilin ölümüne neden olan Almanya'nın hava bombardımanı şehri harap etti. 1944’de Yugoslav partizanların yardımıyla Fyodor Talbuhin komutasındaki Sovyet birlikleri tarafından kurtarıldı.
Evet; Belgrad 1. Ve 2. Dünya savaşında bombalanmış, hem de 44 kez. Bombalanmış bir kent olmasına karşın, yine de 63 parkı ile Avrupa’nın sayılı yeşil kentlerinden biri. 3000 icadıyla ünlü mucit Nowak Gokovıç de burali.. Einstein’in eşi de buralı Sırp. Sırbistan bir tarım ülkesi...
1 Euro 115 dinar.. Dediğim gibi; Sosyalist donemdeki Rus evler (Blogları) hala ayakta. Avrupa’nın büyük statlarından sayılan, 56 bin kişilik Crvena Zvezda stadın yanından geçtik.. İlginç olanı; Belgrad’da Vozdovac takımının 3.500 kişilik stadının bir AVM’nin çatı katında olması..
28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan Veliaht Prensi Franz Ferdinand eşi Sofia ile birlikte Saraybosna’da Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip tarafından öldürülmesiyle patlak veren 1. dünya savaşında 350 bin Sırplı öldürüldüğü söylenmektedir. 2. Dünya savaşında da 1 milyon deniyor (Nüfusun %10’u).. Nedenini araştırmak gerek..
Sava ve Tuna nehirleri kente görkemli bir dürüş veriyor. Fakat pek duramıyor, yanı bunu kullanamıyor gibi. Belgrad bana pek temiz gelmedi. TİTO zamanında çok ihtişamlı imiş. Küresel efendi parçalayıp daha kolay sömürmek isteyince,Yugoslav coğrafyası, halkı, demokrasisi, insan hakları örselenmiş ve de, evrensel kardeşliği yok eden süreç yaşamaya başlamış.
Bu süreç devam ediyor. “Yugoslavya’yı dünyanın en prestijli ülkelerinden bir yapan ‘Karizmatik ve anti-milliyetçi lider’ Mareşal TİTO dönemi arayışlarını halkın gözlerinden okuyorsun” bilgiçliği yapmış olmayayım, fakat yüzlerine yapışmış özlem yüklü gerginlik size eski Yugoslavya özlemini anlatabiliyor....
Nasıl anlatmasın ki; Yugoslavya’da okuma oranını%97’ye çıkarmış. Herkesi muhakkak 2 evi ve Yugo (Zastava Koral) marka arabası varmış. Güney anlamındaki Yugo’la hala kullanılıyor. Bu nedenle, bu yapıyı bozmamak için memnun olan halk İTO’ya resmen ajanlık yapıyormuş. TİTO halkından, Halk TİTO’dan memnun.. 25 Mayıs yine bayram, çünkü TİTO’nun doğum tarihi.
TİTO son günlerinde sürekli kuşku ve endişeliymiş. Bir röportajında; “Biliyorum benden sonra Yugoslavya paramparça olacak..” demiş ve başlamış ağlamaya. Ve 1990’da dediği çıkıyor, önce düşündürücü şekilde batıya, dahası küresel efendilere en yakın Slovenya, ardından Yunanistan’a yakın Makedonya ayrılıyor ve çorap ipliği gibi ardı arkası geliyor. 1992 Bosna savaşı ve soykırımlar başlıyor. Son olarak da Kosova (2004) devreye giriyor ve Güney slavlar, yani Yugoslavya tümden bitme süjeciyle, Slavlar bir yerlere savruluyor..
TİTO’nun gelişi: 2. Dünya Savaşı’nda Nazi işgali ülkede ikinci büyük yıkıma neden oldu. Krallık yanlısı, dahası; II. Dünya Savaşı'nda işgalci Mihver kuvvetlerine ve Hırvat işbirlikçilerine karşı direnmek amacıyla ortaya çıkan, fakat Partizanlar olarak bilinen Tito'ya bağlı komünist gerillalarla çarpışan radikal milliyetçi, monarşist olan Çetnikler ile Josip Broz Tito’nun önderliğindeki komünist partizanlar Nazi işgaline karşı ortak direniş göstermesine karşın Tito, Çetnikleri dışlayıp “Sosyalist Federe Yugoslavya Cumhuriyeti”’ni kurmayı başarmış. (1943). TİTO1980’de Sloovenya’daki ölümüne dek, bir elinde kamçı bir elinde şeker yöntemiyle farklı din ve ırktan insanların aynı bayrak altında toplamasını bildi ve yaşattı. TİTO bir Hırvat.
TİTO adı, emir veren anlamında imiş. “Sürekli “Sen, onu, şunu, bunu yap” emri gibi emirler verdiği için bu adla anılmaya başlanmış.. TİTO ile Stalin arasında çekişme nedeniyle Yugoslavya komünist rejimle yönetilmesine karşın, tam anlamıyla bir Demir Perde ülkesi olmadı ve Batı’nın desteğini gördü… TİTO, mezarının olduğu yere trenle getirilmiş. Öldüğü gün trenin her geçtiği kentte insanların sokaklara dökülmüş. Ölüm haberi ulaştığı sırada oynanan bir maçın durdurulduğu, 110 bin kapasiteli stadyumdaki herkesin ağladığı söyleniyor. Tartışmalı bir lider olan Tito’nun cenazesi, 120’den fazla devlet başkanının katılımı sebebiyle tarihin en geniş protokol katılımlı cenazelerinden biri olarak tarihe geçmiş.
Saat, 10:45.Belgrad’ın Cumhuriyet (Halk- Trg Republike) meydanındaki heykelin İstanbul’u gösterdiğini söylemişti Enise hanımefendi. Şöyle ki; Meydanın ortasında Osmanlıların Sırbistan üzerindeki hâkimiyetini sonlandıran kişinin adı; Prens lll. Milos Obrenovic (Knez Mihailo). Prens sağ eliyle ileriyi işaret ettiği yer İstanbul’muş. Dahası; söylenceye göre; Prens, hedefinin İstanbul olduğunu söylüyormuş! Heykelin çevresi, Belgratlıların arkadaşlarıyla buluşmak için randevu verdikleri yer olarak ünlenmiş.. Studentski Trg (Akademi meydanı veya parkı) ya da Öğrencilerin Meydanın.. Çiçeklerle bezeli burası aynı zamanda bir mahalle...
Sırbistan stratejik konumu nedeniyle sürekli saldırıya uğrayarak savaşlar yaşamış. Total olarak değindik..
Sırplar Fransızlara hayranlar, onları seviyorlar ve minnettarlar. Bayrak rengini bile Fransızlardan esinlenmişler. Fransa’nın 2. Dünya savaşında Sırbistan’a büyük destekler vermiş. Bu nedenle 1930 yılında Fransa için Kalemeydan Parkı içinde Şükran Anıtı (Monument of Gratitude to France) dikilmiş. Anıtın merkezinde elinde kılıç tutan kadın figürü savaş sırasında Sırplara destek veren Fransa’yı betimlemekteymiş.
Heykel kaidesinde iki adet kabartma bulunmakta. “Çocuklu Kadın” Sorbonne’nun eğitime verdiği desteği, “Savaşçılar” da, 2. Dünya Savaşı sırasında görev yapmış Fransız ve Sırp askerlerini betimliyor.Hatta; Sırplar uzunca bir süre, Fransız olmayanların Fransızca konuşması olan Frankofonmuşlar..Yani Sırbistan’ın en popüler yabancı dili Fransızca imiş. İşte bu dostluk Bosna- Hersek savaşında hayli örselenmiş.
Şöyle ki; Bosna savaşı sırasında Fransız medyası bazı sebeplerle Sırp karşıtı propaganda yapması ve ardından NATO’nun bombalaması Fransa ile olan dostluğu bitirmiş. Kalemeydan Parkı içinde bulunan Şükran Anıtı etrafındaki heykeli siyah bir kumaş ile örtülmüş ve “Artık var olmayan Fransa’nın sonsuz zaferi” yazan bir tabela heykelin önüne konmuş. 2000 yılında kurulan hükümet ile Sırbistan – Fransa ilişkileri tekrar iyileşerek heykel orijinal görüntüsüne geri dönmüş.
Sırp katliamı unutulmaz elbet: Sırp-Boşnak-Hırvat aralarında evlenmez iken, TİTO’nun “Biz biriz” sloganıyla birbirinden kız alıp vererek kaynaşan Boşnaklar, Hırvat ve Sirplar TİTO’dan sonra birbirlerinin soyunu kurutmaya başlıyorlar..
Savaşı tetikleyenin Aliya İzzetbegovic olduğu savlanıyor. Dahası Avrupa’nın ortasında Şeriat devleti kurmaya çalışmasından söz ediliyor. Sürercin ana nedeni fesli, sarıklı bir grubun düğünde 8 Sırplıyı öldürmesi ve ardından karşılıklı katliamların başlaması ve de 350 bin, Halklara göre 550 bin insanın yaşamını yitirmesi.
Hollanda – Lahey’de şunları yazmışım:
[[ Yugoslavya’nın iç savaş sonucunda dağılmasının ardından 1992 yılında Sırplar, Yugoslavya’yı oluşturan diğer halklara katliam yapmaya başlamışlardır.. Hollandalı askerler Bosna’daki Birleşmiş Milletler Barış Gücü Komutanı Fransız generalden aldıkları emirle bir gece yarısı kenti boşaltmış ve bulundukları kampın içindeki 25.000 kişiyi Sırplara teslim etmişlerdir..
11 Temmuz 1995 tarihinde Sırp ordusu Srebrenica’da genç, yaşlı, kadın, çocuk demeden katliama başladı. Otobüs ve kamyonlara bindirilen Boşnaklar'dan 8 bin 372'si götürüldükleri ormanlık alanlarda, fabrikalarda, depolarda Ratko Miladiç komutasındaki ağır silahlı Sırp ordusu tarafından hunharca katledildi.. Ne Birleşmiş Milletler’in Srebrenica’yı güvenli bölge ilan etmesi, ne de kentte bulunan 600 Hollanda Barış Gücü askeri, katliama engel olamamıştır.
1995 Temmuz’unda yapılan katliamda, kenti Sırp askerlere teslim eden Hollanda askerlerinin yaklaşık yarısı ülkelerine döndüklerinde psikolojik tedavi görmek zorunda kalmıştır. Hollanda hükümeti hiçbir sorumluluk kabul etmezken, kenti bırakarak Sırpların katliamına göz yuman 600 hafif silahlı Hollanda askerinin büyük bir bölümü pişmanlıklarını her fırsatta dile getirmişlerdir. Srebrenica kentinde yaşadıklarını kitaplaştıran askerlerden biri olaydan dolayı yaşadığı pişmanlığı şu sözlerle ifade etmiştir: “Ölmek istiyordum, masum insanları koruma sözü verdiğimiz halde bize sığınan insanları koruyamadığımız için kendimi affetmiyorum.”
Katliam’dan 13 yıl sonra Sırbistan’ın Sermiyan köyünde yakalanan Sırp komutan Ratko Mladiç, Lahey’de eski Yugoslavya için kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından müebbet hapse çarptırılmıştır. Bu adam; 8 binden fazla Boşnak sivilin kıyıldığı Srebrenica Katliamı'nın baş sorumlusu. Bunun yanında; Bosna-Hersek'te 1992-1995 yılları arasında yaşanan 100 binden fazla insanın öldüğü iç savaşın en önemli isimlerinden başatı Sırp lider Radovan Karadziç.
Acımasız can katliamdan 13 yıl sonra Belgrad'da yakalanmıştır. Lahey'de Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanmış ve Bosna savaşı sırasında “insanlığa karşı suç işlemekten” suçlu bulunarak, toplamda 40 yıl hapis cezasına çarptırmıştır. Katliamdan 15 yıl sonra 27 Haziran 2010 tarihinde Hollanda Mahkemesi, Srebrenica katliamıyla ilgili Hollanda askerlerinin yasa dışı hareket ettiğine, Hollanda'nın kısmen hatalı olduğuna karar vererek, Hollanda askerlerini suçlu bulmuştur. Mahkeme, Srebrenica'da ölümlerin %30'undan Hollanda hükümetinin sorumlu olduğunu açıklamıştır. Lahey Adalet Divanı bir hafta süren katliamı, bir 'soykırım' olarak kabul etmiş, ancak Sırbistan'ın sorumlu tutulmayacağına karar vermiştir.]]
“Sırplar oldukça yardımsever” diyenlerin yanında; 1 Hırvat kötünün 5 Sırplı kötüye bedel olduğunu söyleyenler de var. 2. Dünya savaşında Nazi kampları benzer kamplar kurdukları, 1 milyon insan katlettikleri, hatta bunun için kafa kesmede kullandıkları özel bıçaklar (Sırbosık) kullandıkları söylenir. Tüm bunla asla Sırpların Srebrenica soykırımını zihinlerden ve tarihin sayfalarından sildirtemez. Şu bir gerçek ki; Hırvatlar ve Sırplar Boşnaklardan, Makedonlardan, Karadağlılardan, kısacası tüm Balkan halklarından çok acımasızlar. Bosna-Hersek’teki Sırpların “Soykırım sonrası toplu mezarlara gömülen Bosnalıların DNA örneklerinden kimlik tespit çalışmaları hala devam ederken”, ülkeme vize uygulamaması ve de Tarım ve Hayvancılığın yok edildiği ülkemin idarecilerinin, Sırbistan'dan et ihraç etmelerinin hangi gerçeklik düzlemine oturtabiliriz…
Kimin aklına gelirdi TRT 1’den izlediğim Rusya 2018 dünya kupası maçını, RTS 1’den izleyeceğim?! RTS 1, Radyo Televizyon Sırbistan. Evet; saat;16:00’da İngiltere-İsveç maçını Belgrad “In Hotel”’de izlerken biryandan da Hıncal Uluç’u okuyorum: Futbol adına tarihe geçmiş ve birçok başarı elde eden ama dünya kupası şampiyonluğu yaşamamış 11 yıldız futbolcuyu sıralamış;
[[ Lionel Messi-Arjantin.. David Beckham-İngiltere…Raul Gonzalez-İspanya…Oliver Kahn-Almanya…Paolo Maldini-İtalya…Johann Cruyff-Hollanda…Michel Platini-Fransa…Eusebio-Portekiz…Ferenc Puskas-Macaristan…Zlatan İbrahimovic-İsveç…Cristiano Ronaldo-Portekiz ]]
Bu bir şey mi; Biz ülke olarak şampiyonluk görmedik. Fakat; AKP’den İzmir milletvekili olan topçu Alpay Özalan; 2002 dünya kupasını kaçırdığımızı söyleyebiliyor: “2002'deki Dünya Kupası'nda ülkemizin başında Erdoğan Olsaydı, final oynardık”.
BALKANLAR
2.GÜN BOSNA-HERSEK [(BOSNİA AND HERZEGOVİNA (HERSEK’İN TOPRAĞI)]
SARAYBOSNA (SARAJEVO):
Sarajevo’nın anlamı Türkçedeki Saray ve Slavca’daki ova anlamına gelen Evo’dan oluştuğu söyleniyor..
İşte 8 Temmuz 2018’in sabahında, saat; 08:00’de bu Sarajevo (Saraybosna)’ya ulaşmak için 320 km yol gideceğiz. Evet, 600 yüzyıl önce gelen Slavları ve onlardan sonra gelen halkları, yani Balkanları doğası ve doğanıyla tanımayı sürdürüyoruz.
Jabak ve Platıcavo köyünü geçtik. Saat; 09:30 Köyler tespih tanesi gibi birbirine yakın. Temiz ve düzenli. Köy değil, kentleşmiş yerleşimler. Ayçiçeği ve mısır tarlaların ve zaman-zaman ağaçlar arasından süzülerek doğayı izliyor, görselliyoruz. Yol tek yön ve dar, fakat araçlar dikkatli seyrettiği için tehlike aklınıza bile gelmiyor. Bir diğer olgu, din tüccarları ve Kilise rantçıları olmadığı için uzak ara Kiliseler karşınıza çıkıyor. Sava nehrinden önce Klenak beldesini geçtik. Saat; 09:45 Loznıca’ya yaklaşıyoruz. Yol üstünde köylülerin meyve tezgahları renkli desenler gibi, düzenli. Karpuz çok..
Stiteri geçerken bizim serentiye benzer ahşap yapıcıklar gözüktü; belli ki mısır ambarları gibi kullanılıyor. Tütün ve mercimek tarlaları derken, bu yöreye özgü sarı çiçekli Kanola bitkisini tanıttı Enise hanım. Ahududu, böğürtlen, kuşburnu, elma ve armut bol.. Yörede Mısır ve Ayçiçeği yağı yanında yağ üretilen bitkiymiş. Dunljle’yi de geçiverdik. Bu sefer Çam ağaçları derken, erken ceviz ve ıhlamur ağaçları çıktı karşımıza. Petlocava ve Rıbar bitişik olmalarına karşın ayrı-ayrı ad taşımaları acaba etnik ayrılığın yerleşim yeri mi diye düşündürdü bana. Bu coğrafyada Fındık da yetişiyormuş, fakat Sırbistan Sancak bölgesinde. Kadını erkeği, özellikle orta yaşlılar bisiklet kullanımı yaygın. Düşünün köylerde bile yol boyunca bisiklet yolları var.
Makedonya’da, özellikle başkenti Üsküp ve Bosna Hersek’te türbanlı genç kızlar türemeye başlamış. Doğruysa bu örtünme 2002 sonrası başlamış. Anadolu kadınını saçının perçemini gösteren kutsal başörtü değil genç kızların başındaki; nükleer başlıklı türban, yüzleri kozmetik duvar.. İslami örtünme değil, dolarsı örtünme, çünkü; Türban takana 100 Euro veriliyormuş. Üsküp, Mostar. Buradaki Telekominikasyon sistemini, Bilal Erdoğan almış. Eee, damat enerji Bakanı olunca telgirafın tellerine konacak değil ya.. Mehmet Cengiz de yolları yapıyormuş..
Aliya İzzetbegoviç: Bosna-Hersek'in eski cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç Avrupa’nın ortasında Şeriat devleti kurmaya çalışmış. Çalışmış değil resmen kurar gibi olmuş. Bosna-Hersek aydınları ve diğer halklar buna şiddetle karşı çıkmışlar. Tescilli Atatürk karşıtı. Ankara’ya gelince İran cumhurbaşkanı gibi Anıtkabiri ziyaret etmeyen kişi. Dahası; Aliya İzzetbegoviç Bosna-Hersek de 1 Mart 1992'de gerçekleştirdiği referandum sonrasında bağımsızlığını ilan ediyor.
Temel amacı şeriat devleti bütününde İslam Birliğini oluşturmak. Çillerin de bu bağlamda desteklediği söyleniyor. Tüm bunlara demokratik çözüm getirmeleri gerekirken karşı tarafın ırkçı ve dincileri, yani Sırplar Bosna yönetiminde söz sahibi olan Müslümanlara karşı savaş açarak katliama başlıyorlar. En etkili savaş yöntemleri Keskin nişancı denen Snaypırleri kullanmak. Batinin beslediği Sırplara karşılık Türkler be Malezyalılar da Boşnakları silahlandırmış.
Hırvatistan ve Slovenya'nın bağımsızlık mücadelesine destek veren Avrupa Birliği ve ABD, Bosna-Hersek'i Sırp saldırıları karşısında yalnız bırakmaları bence bir haçlı ruhu. Evet; yalnız bıraktılar, çünkü Haçlı ruhları tetiklenmişti. Müslümanlar bu savaşta askeri açıdan oldukça zayıf bir konumdaydılar. Sırplar Bosna'nın önemli şehirlerini işgal ettiler. Özellikle camileri ve İslamî izler taşıyan tarihî eserleri tahrip ediyorlardı. 1995 yılında ABD'nin zoruyla imzalatılan Dayton Anlaşması'yla savaş sona erdi.
Savaşın sonucunda 250 bin insan hayatını kaybetmiş, 1 milyondan fazla insan da mülteci konumuna düşmüştü. Savaşın insanların psikolojisini bozması, psikologları en çok kazanan konumuna getirmiş. Bir gerçek var ki savaşı zenginler çıkarır yoksullar ölür ve de liderleri abat eder. Şu an cumhurbaşkanı olan Izzetbegovic’in oğlu Halil Seferoviç’in İstanbul’da yalısı varmış. Sırp kasabı Sloban Miloseviç’in çocukları da paraya para demiyor ver Allah’ım ver diyorlarmış. Adına bakar misin adinin? Sloban; özgür, Miloseviç; sevimli demekmiş. Bu insan kasabı nasılı sevimli olur?!
Bosna-Hersek topraklarının % 51'i Müslümanlara ve Hristiyan Hırvatlara, % 49'u da Sırplara verildi. Ülkenin yönetimi de bu üç halk arasında paylaştırıldı. Bunun yanında Amerika Birleşik Devletleri, Müslümanlara ellerindeki silahları imha etmelerini ve ABD patentli silahları, yedek parçasız bir şekilde satın almalarını şart koştu.
Böylesi kaosun yaşanmasında, küresel efendinin dahli olmadığını söylemek aptallık olur. Bunun yanı sıra Türkiye’mizin bilinen kesiminin adını da dile getirenler yok değil. Diyorum ki; Tüm bu gelişmeler adeta dinler ve ırklar savaşını tetikler.. Birileri insanları rahat bırakmıyor.. İlginç olanı; Bosna-Hersek Müslümanları için toplanan ülkemiz camilerindeki paralar, nedense halka ulaşmıyormuş. Bu nedenle halk paralar ne oldu pankartlarla mitingler düzenlemiş.
Sırbistan sınırına geldik, Boşnakların oranı %70, Hırvatların oranı %22 olan Bosna-Hersek Federasyonu’na’e geçeceğiz. Saat; 11:15. Drina nehri izler oldu bizi. Drina nehri Bosna-Hersek ve Sırbistan sınırın oluşturuyor. Balkanlarda en çok taşan nehir. Son taşmada büyük felaketlere neden olmuş. Çünkü bilinen mayın yerleri değişmiş ve uzun zaman almış temizlenmesi.
Ve saat; 11:39 Bosna-Hersek topraklarına girebildik. Drina nehrine koşut yeşil kordondayız gibi. Enise hanım devam ediyor: Bosna-Hersek’in %50’si Müslüman Boşnak. %30’u Ortodoks, %20’si Katolik Hırvat. Dağlık Vornik sınırı harika..
Ülke 2 büyük otonom yönetimden oluşuyor, “Bosna ve Hersek Federasyonu” ile “Sırp Cumhuriyeti”. Bir tane de küçücük mahalli hükümet olan özerk “Brcko Bölgesi” var. İlginç ve karmaşık bir idari yapısı var. 10 federal olan; 1. Una-Sana Kantonu 2. Posavina Kantonu 3. Tuzla Kantonu 4. Zenica-Doboj Kantonu 5. Bosna-Podrinje Kantonu 6. Merkez Bosna Kantonu 7. Hersek-Neretva Kantonu 8. Batı Hersek Kantonu 9. Saraybosna Kantonu 10. Livno Kantonlarından oluşan bu federasyonun da, Sırp Cumhuriyeti’nin de başkenti Sarajevo. İşin ilginç ve kuşku taşıyan yanı; Sırpların 2 başkentinin olması.
Birincisi, Sırbistan Devleti’in başkaenti Belgrad, diğeri Sırp Cumhuriyetinin başkenti Sarajevo.. Saraybosna (Sarajevo) Nüfusu yaklaşık 600 bin.TITO zamanında buraya büyük yatırımlar yapılmış. Saraybosna Osmanlı ve Avusturya- Macaristan ve Yugoslav mimarıyla yapılanmış zengin bir kent. Bu tarihi kültür ile Müslümanların, Sırpların ve Yahudilerin çok uzun yıllardır beraber yaşadıkları topraklar oldu. Hem NATO adaylığı hem de AB adaylığı var.
Bosna-Hersek nüfusu Boşnak, Sırp ve Hırvatlardan oluşuyor. Yalnız herkes Bosnalı olarak adlandırılıyor. Hersek bölgesinin fiilen bir varlığı yok. O halinden memnun..
Sırbistan’da olduğu gibi, Burada da Latin ve Kiril alfabesi kullanılıyor. Kırıl alfabeli tabela ve ilan gördüğünüzde anlayın ki bunlar Sırplı. Sırp milliyetçiliği öyle katı ve fanatik ki, Bosna-Hersek içinde Sırp bayrakları görebilirsin, ama Sırp özerk bölgesinde asla Bosna- Hersek bayrağı göemezssin. Bosna’nın Adriyatik kıyısında 20 km’lik bir sahili dışında tüm topraklar karasal bölgede. Yazları sıcak, kışları soğuk ve karlı geçiyormuş.
Bugün, Bosna Hersek’te, belirttiğim gibi iki tüzel kuruluş (entite) ile bir küçük özerk bölgeden oluşan bir idari yapılanma mevcut. İki siyasi 2 tüzel kuruluştan biri Bosna Hersek Federasyonu (FBİH), diğeri ise Sırp Cumhuriyetidir (RS). Bosna-Hersek Federasyonu; Boşnak, Hırvat Ve Sırp cumhurbaşkanınca 4’er ay yönetilmektedir. On iki kilometre kare alana sahip ve uluslararası denetime tabii olan ve Bosna-Hersek Sırp Cumhuriyeti’nin kuzey ve güney kısmında bir şerit halinde uzanan topraklarını yarı yarıya bölen Özerk Brco, diğer bir deyişle Sırp Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünün önüne geçen bir konumdadır. Bu açıdan bakarsak, sadece on iki kilometre karelik bir alana sahip olan Brcko’nun, Bosna Hersek açısından oldukça önemli bir konumda olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Balkanlar adeta, farklı inançların düzlemi. Müslüman, Hıristiyan, Müsevi dışında; Baba- Oğul- Kutsal ruh olgusunu reddeden, İsa’yı tanrı değil peygamber gören Ortodoks karşıtı heterodoks (öteki yol) inanç akımı “Bogomiller”. 10. yy. ortalarında, Bulgaristan da, Hak dostu anlamında Bogomil adında bir köy papazı tarafından kurulmuş ve 10-15 yüzyıllarda Balkanlar’da gelişmiş bir mezhep.
Görünen dünyanın şeytan tarafından yaratıldığını öne sürerek her turlu madde ve etle teması, özellikle evliliği, et yemeyi ve şarap içmeyi yasaklıyormuş. Bogomiller de sivil itaatsizliği savunur, yaşadıkları topraklarda hiyerarşik düzeni reddederler ve çoğunlukla gezgin keşiş/derviş hayatı sürerlermiş. Bir yanıyla Ortodoks karşıtları Müslümanlara benziyorlar. Bundan olsa ki Osmanlı bunları korumaları altına almış. Özellikle Fatih, Bogomil çocukların eğitme fermanı çıkarmış..
Bogomil keşişleri, İtalya ve Fransa’ya kadar ulaşarak, öğretilerini yaymış ve buralarda reenkarnasyona inanan bir tarikat olarak bilinen Kathar inanışının doğmasına önayak olmuşlardır. Anadolu Heterodokslarıyla yakın ilişki içinde olan, Bogomiller vakti zamanında şeyh Bedrettin’e de yardım etmişler. 14. yüzyıldaki Osmanlı fethinden sonra çoğunlukla Bektaşiliğe yönelmişler ve Müslümanlığa geçiş yapmışlar.
Balkanlarda 1200 cami inşa etmiş Osmanlı. Bir yabancı, Saraybosna’yı görünce ne çok fabrika var diye mırıldanmış. Çünkü minareleri fabrika bacası sanmış. Recep Tayyip Erdoğan bu bölgeye çok-çok sıcak bakıyor. Bosna’da büyük bir medrese inşa edittiriyormuş(var mı böyle kelime? Bende varmış)
Kozluk’u geçtik... Celopek’i geçtik. Kabakaj ve Karakaş beldeleri yan yana. Zornik’teyiz. Dinar Alpleriyle çevrili Zornik muhteşem bir doğaya sahip. Tara ve Piva nehirlerinin oluşturduğu Drina nehri kırmızı akıyor ve bizler bakıyor görkemine. Kıyısındaki Restauran’ta moladayız.
Dana çorba harika idi. Köfte bizim İnegöl köftesi benzeri. Patates kızartma bildiğimiz damak tadı. Elbet diğerleri de. Dana çorbası evimizde kaynayan et çorbası. Köfte de İnegöl köftesi, fakat hakkını yemeyeyim daha iyi. İnegöl köftemizin öyküsü değil gerçeğini ileride anlatacağım. Yüksel Çalhan kardeşim hesap istemiş. Garson 90 Euro deyince haklı olarak parlamış. Sonrasında garson 9 Euro olduğunu, şaka yaptığını(!?) söyleyince kahkaha kopuyor ve ben kahkahaya geliyorum, çünkü terasta Drina kıyılarını ve de sigara çekiyordum.
Saat, 13:51 Nilicigi’den geçtik. Drina nehrinin inşa ettiği yeşil kanyonun yemyeşil kordonunda gidiyoruz, Drina nehrine koşut. Salt ırkçı Sırpların kaldığı Vlasneninca’dan geçtik. Dinar Alpleri (Romania fağları) gorkemli duruşu insanı büyülüyor. Bosna-Hersek’in Dinar ormanları en büyük gelir kaynağı. Saray Bosna’ya 100 km var. Hanspisecek’i ve Scolac’ı geçtik. Saat; 14:50..
Saat; 16:00. Saraybosna’dayiz. İlk durağımız Başcarşı (Bascarsija), yani; Osmanlı çarşısı. Başçarşı Sebili ve Saat Kulesi size ilk selam verenler. Enise hanımın klişe uyarısı; “Aman hırsızlara dikkat!!”.. Saraybosna 750 bin nüfusa sahip.%70’i Mislüman. Dinar Alpleriyle çevrili. 1992 iç savaşında bu noktalardan keskin Sırp nişancıları (snaypirlar) Müslümanları ve Hırvatları öldürmüşler. 1300 gün kuşatma altında kalmış Saraybosna.
Başcarşı Sebilinin etrafına dizilmiş Osmanlı çarşısının dar sokaklarına girmeye hazırlanıyoruz. Osmanlı ve Avusturya- Macaristan çarşısı yan yana..Tarihi yapılardan çok hırlı olmayan insanları gözlüyoruz.. İzzet Begovic mezarı dik yamaçlı mahallenin sonundaki şehitlikte.. Gazi Hüsrev paşa burada Balkanların en büyük Camisini inşa ettirmiş. Bosna- Hersek’te Osmanlı padişahlarından çok bilinen ve sayılan kişi, Gazi Hüsref paşa. Adına da müze de var. Yakınında Mohicaj Kolohoba hani var.
Tarık Hosiç: Osmanlı çarsısındaki; 1981-84 arası soydaşı Mirza Sejdic, Mustafa Denizli ve İmparator Fatih Terim ile Galatasaray forması giyen ve Türkiye 1. liginde gol kralı olmuş(16 gol) ilk yabancı futbolcu, Boşnak Tarık Hocic (Hodzic)’in köfte dukanı (Cebabdzinica=Kebapçı); "Sur Galatasaray(GS Kalesi)"’ya uğradık. Dükkan küçük fakat Hosiç’in GS yüreği büyük olduğu için Galatasaray armalı ve GS bayraklarıyla süslemiş. Yoktu kendisi. Resimler çektirdik. Adim Şevket deyince, Boşnaklardan biri; “Tanıdım sizi de GS’da oynadınız..” Güldük.
Çünkü Galatasaray’da oynayan Şevket Candar (1991-93)’ı anımsamıştı. “Avrupa'nın birçok takımında oynadım. Galatasaray'da bulduğum sevgi ve saygı ortamını hiçbir yerde bulamadım. İlk Fenerbahçe maçında 2 gol attım. En iyi gollerimi Fener'e attım. En iyi müşterim Fenerbahçe kalecisi Yaşar Duran'dı.. Ölene dek Galatasaraylıyım" demesini ve en baba anılarını anlatmasını isterdik, olmadı çünkü artık Başçarşı’daki dükkanına günaşırı geliyormuş ve de bize de olmadığı gün rast geldi..
Klasik Unutamadığı maç anısını zannedersem şöyle anlatırdı:
[[ Takım arkadaşlarımın hepsiyle aram iyi idi. O dönemde yabancı oyuncu geldiğinde takım halinde cephe alıp pas vermezlermiş(Futbolun en kötü yan; sahaya inen içsel çekememezlikler). Galatasaray'da kendimi öyle sevdirmiştim ki; bütün takım ve taraftar benim gol atmamı istiyordu.
10.12.1983 günü; “Haydar Erdoğan-Raşit Çetiner -Cüneyt Tanman-Ali Çoban-Fatih Terim-Ahmet Keloğlu-Metin Yıldız 88'-Tarık Hocic-Mirza Sejdic-Öner Kılıç-Mustafa Denizli 46'-Mustafa Ergücü 46'-Bülent Alkılıç 88'”’lı kadromuzla; 9-2 kazandığımız Adana Demirspor maçında 2-0'dan sonra bütün tribünler "Hodzic gol, gol, gol" diye tezahürat yaptı ve 2 gol attım. Gol kralı olduğumda da bütün stat "Unutamam seni" şarkısını söylediğinde ağlamıştım. O anı hep hatırlayacağım..]]
Saraybosna’daki Gazi Hüsrev Bey Camii, iç savaşta 63 kez bombalanmış. Araplar yenilemiş. Avusturya-Macaristan çarşısındaki Katolik Kilisesine İsa’nın kalbi diyorlar. 1840 da yapılmış. Önünde, Mehmet Ali Ağca’nın vurduğu Papanın heykeli var. Gazi Hüsrev Camiine 63 kere saldırılmasına karşın buraya hiç saldırılmamış. Önünde katliam kanını sembolize eden kırmızı boyalı noktanın kareye alınmış olması bana pek samimi gelmedi. Katedral vitrayları ile ünlü. Hemen yanındaki Kahvehane(kajve) kültürünün dünyada başladığı yermiş. Biraz ilerisinde 1945 yılında Nazilere karşı ortak savaş veren Boşnak, Sirp ve Hırvatlara teşekkür için sönmeyen ateş anıtı yapılmış. Fakat bu ateş, 3 ulusun iç savaşında sönmüş. Simdi tekrar yakılmış. Korkum, ırkçı ve dinci duruşların ateşi söndürmesi ve bu 3 ulusun evrensel barışını yok etmesi...
Saat;17:33.Saraybosna denince böreği akla geliyor. Tattık, tatmasana fakat bizim evde yapılan sosyete mantısından daha iyi değil. Tek farkı yöreye özgü ekşi kaymakla ikram edilmesi. Saat; 18:00’de Yozgatlı Oğuz Yıldırım’ın 2011’den beri işlettiği Gökyüzü anlamındaki Nebo cafede çay ve Boşnak kahvesi içildi; güzel iki insan Tekirdağlı Tatar Onur Esmer ve sevgili eşi Elif ile. Kahve değil de çayı özleyenler için iyi oldu. Alışverişi Makedonya-Üskup’e bıraktık çünkü daha ucuzmuş.
Saat 18:45 Latin köprüsünde resim çekindik. Köprünün sol yanında Konyalı Restaurant... Saraybosna’da Recep Tayyip Erdoğan Osmanlı yapılarını TİKA aracılığıyla restore ediyor. Başvçarşı(Bascarsija) camii restorasyonda.. Saraybosna, Bosna-Hersek’in başkenti ve aynı zamanda en büyük şehri. Saraybosna Vadisi içerisinde Miljacka Nehri etrafına kurulmuş 600 bin nüfuslu Saraybosna, Balkanlar’daki kültürel şehirlerin en önemlilerinden biri olarak kabul ediliyor.
Bosna Hersek’in ve Sırp cumhuriyeti (Sırbistan değil)’nin başkenti olan Saraybosna (Sarajevo) 90’lı yılların başında yaşanan yıkıcı savaşın izlerini hala taşıyor. Saraybosna hem ülkenin en kalabalık şehri, hem de eğitim, kültür, ekonomi, ticaret ve spor merkezi olarak, ülkenin nabzının attığı yer olarak kabul ediliyor. Gazi Hüsrev Bey Medresesi ve Ferhadija Camii, Moriça Han ve Ferhadiye Caddesi gezilecek diğer yerler arasında yer alıyor. Saraybosna caz festivalleri ve Ramazanda başlayan ve de 2 ay süren Başçarşı geceleriyle ünlü.
Saraybosna’da Araplar yerleşmeye başlamış. Her Arap Miljacka nehir kıyısında villa yaptırmış. Bir ilginç konu; Konya Belediyesini eski tramvaylarını buraya göndermesi...
Saraybosna’nin Ilıca ilçesini de unutmamak gerek; Antik Romalılar döneminden kalma kaplıcalarıyla ve şifalı sularıyla ünlü. Araplar buraya da sarmış. Araplar için yapılan villalar adeta bir masal kenti yaratmış. Bizim Doğu Karadeniz’i talan etmeye başladılar biliyorsanız.. Onlar için, yine biliyorsanız bizim satıcılar orman yakmaya başladı, Karadeniz’de..
Şu bir gerçek tüm değerler ve güzellikler insanlığın değil paranın. Halkı yoksul ve aç Arapların bir avuç petrol zengini Arapları dünyanın tüm güzelliklerine konuşlanabiliyorlar; doğayı ve doğanı hatta halkın ortak coşkusu futbolu da satın alarak. Elbet sadece Araplar değil Hint ve sosyalizmi bırakıp kapitalizme geçen Rusların yarattığı oligarklar ve de Çin’in dolar baronları da bu acımasız ve doyumsuz şımarıklık içindeler..
Düşünün bir Hintli aile, Türkiye’de çocuklarına 50 milyon dolarlık şatafatlı düğün yapabiliyor veya bir Arap aile 30 uçakla sürülerini dünyanın gözde yerlerine taşıyabiliyor halkları açken. Bu kapitalizmin çirkin yüzüdür. En dikkati çeken Sosyalizm sonrası türeyen Rus oligarklar ve yeni Çin züppeleri. Adam futbolculara olmadık fiyat verebiliyor ve en fazla 2 yıl oynatıyor. Örneğin Burak Yilmaz ve benzer oyucuları şımarıklığın nirvanasina çıkarabiliyorlar..
BALKANLAR
MAKEDONYA
MOSTAR
Saat; 09:30 120 km yol gideceğiz. Yolumuz dar ve çif yön dağ yolu. Binjezevo semtini ve Müthiş Bosna vadisini oluşturan Bosna nehrini geçerek Ilıca’ya ulaştık. “Saraybosna mi yoksa Mostar mi?” dense Mostar dermiş herkes. Göreceğiz.
Bizde mi Mostar diyeceğiz?
Hava yine yağmurlu. Dubovcideyiz, saat; 09:40.Yine de 2 adımda bir cami. Nedir bu cami sevdası. Camiler değil rahatsızlık veren, cami avlularından geçinenler.. Yoksa, bilmediğimiz ve sadece dinden geçinenlerin bildiği ilahi bir gerçeklik mi var? Aklıma yine Bosna Hersek için dinden geçinenlerin cami avlularından topladıkları paralar geldi.
Saraybosna kantonundan Neretva kantonuna gidiyoruz. İşte bu kantonun da başkenti MOSTAR. Bosna-Hersek 10 kantondan oluşuyor ya, her kantonun kendi ulusal takımı Avrupa turnuvalarına katılıyormuş. Israr edince UEFA 2 yıl men cezası Vermiş. Bosna -Hersek tek ulusal takim çıkarınca başarılı olmaya başlamış. Bu gösteriyor ki, Josip Broz Tito sonrasının Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar arasındaki dayanışma yok olmuş. dışarıyla değil birbirleri ile uğraşıyorlar. Düşünün Bosna- Hersek topraklarında 2 devlet ve de devletlerden Bosna-Hersek olanında uyumsuz 10 kanton var.
Sırbistan ve Bosna Hersek sınırındaki Sırp Cumhuriyetine ait “Srebrenica”’dayız. Sırpların katliam yaptığı kent.İlginçtir, Belediye seçimlerini Boşnaklar kazanıyormuş. Nedeni, nüfus kaydı bu kentte olan dışarıdan gelen Boşnakların seçim zamanında oy kullanma hakları. Sırplar bundan hiç memnun değilmiş; özellikle Sırp kasaplarından Ratko Mladiç’in başını çektiği aşırı milliyetçi Çetnik Sırplar. Bunların simge işareti, birilerin 4 parmak olduğu gibi 3 parmak..
Partizanlar olarak bilinen Tito'ya bağlı gerillalarla çarpışan milliyetçi Sırpların kullandığı; serçe ve yüzük parmakları kapatılıp İsa, Tanrı ve Sırplıyı temsil eden selam çeşidi. Fenerbahçe’de oynayan Mateja Kezman bir çentikmiş. Bir maçta Çetnik işareti olan “3 parmak” işareti yaptığı için eleştiri almış. İşin korkunç boyutu; Korkunc boyutu Sirplar, 3 parmak kalsın diye Boşnakların 2 parmağını kesmesi.. Evet biri 3, diğeri 4 parmak. Yani dinden ve ırktan geçinenlerin duruşu. Bu duruş toplumları geren bir tehlikeli duruştur.
Jablanic
Savaşı öldüremediğin sürece o seni öldürecek
Savaşın acımasız yüzü
Dinler yarışı; yukarıda Haç, aşağıda minare.. Balkanlar hala kaynayan kazan
Yüküm verilen hüküm; "taşıııı!!"
Sevgili Çalhan ailesi ve Çorbacıoğlu ailesi
Yol boyunca “Srebrenica” katliamlarının izlerini görüyorsunuz, Müslüman ve Hıristiyan mezarlıklarıyla. Sırp, Hırvat mezarlar siyah mermer ve çiçek bezeli.. Saat 10:05. Rastelica’dayız. Cengiz inşaatın yaptığı otobana paralel geçerek tünele girdik.
Buradan Saray Bosna kantonundan Neretva kantonuna geçtik. Dinar Alpleri ve sırası Lebršnik’te doğan 230 km’lik Neretva nehri sürekli yanımızda, bırakmıyor bizi. Konjik’ten geçtik. Konjik’in Konya’dan gelenlerin kurduğu söyleniyor. %95’i Müslüman. Bu bolgede aricilik ve hayvancılık yapılmaktadır.
Atların dinlendiği yer deniyor. Neretva nehri türkuaz rengiyle doğaya harika bir görsellik katıyor. 30 km’si Bosna- Hersek’te. Konjık’te TITO’nun 600 kişilik sığınağı müzeye dönüştürülmüş. Neretva nehir çevresi villalarla dolmuş. Öğrendik ki her evin arıtma tesisi varmış, nehrin türkuaz rengini bozmamak için. Neretva üzerinde sadece 6 HES varmış. Bizde olsa bırakın türkuaz rengini nehir yatağında su bırakmazdık...Saat; 10:60 Yukari Jablanicko’dayiz. Neretva koprüsu ünlü.
Köprü Nazilere karşı verilen savaşın simgesi. “Nevedra Koprüsu” adli film yapılmış. Chârls Bronson oynamış. Köprüyü bombalama sahnesi büyük maliyetlerle kurgulanmış. Köprü patlatılıyor. Büyük bir hüsran, çünkü patlama sahnesinin çekiminde kamerayı açmayı unutmuşlar. Dedik ya burada hayvancılık geliştiği için kuzu çevirmesi revaçtaymış. Biz köfte yedik Aşağı Janlanica’da. Saat; 11: 35’e dek buradaydık.
Restaurant Neretva’nin oluşturduğu türkuaz rengindeki Jablanicko gölü üzerinde. Göl ve çevresi anlatılmayacak güzellikte büyüleyici.. Bu harika doğayı çekmek için, önce kendinize gelmeniz gerekir. İnanın anlatılması, betimlenmesi çok zor bir doğa şaheseri. Hani vardır ya bazı güzellikler anlatılmaz, işte öyle bir şey. Neretva nehrine paralel cennet yolunda ilerliyoruz. Bu yolda ilerleyerek Mostar’a ulaşacağız ulaşmasına da cennet yolunun hiç bitmesini istemiyor insan.. Grabvobica’yi gectik. Nehir, kıyı, belde ve köyler bakmaya kıyamayacağın güzellikte. Baksan da doyamıyorsun…
Mostar’a gelmeden anlatıyor Enise hanim; güzel ve beyne nakş eden üslubuyla. Mostar’ın köftesi unluymuş. İnegöl köftesinin damak tadı varmış. Göreceğiz. İnegöl koftesi gerçeği: İnegöl köftesi; 1863 yılında Bosna-Hersek’ten gelmiş. Nereye? Belli ki Inegol’e. İyi bir; “Kim Miyoler olmak ister” sorusu çıkabilir buradan. Ya, İnegöl köftemizin doğduğu yer Bosna-Hersekmiş.
Mostar Köprüsü Mimar Sinan’ın örgencisi tarafından bitirilmiş..Köprü projesine Mimar Sinan başlıyor.. Bitiremeyince Yöredeki öğrencileri arasında yarışma düzenleniyor. Yarışmayı kazanan Mimar Hayruddin 2 yılda bitiriyor. Kanuni beğenmez diye dağa kaçıyor. Bulunuyor ve başarısından dolayi 1 kese altınla ödüllendiriliyor. Mostar adı köprü anlamındaki Most’tan geliyormuş. İlk paralı geçisin yapıldığı köprü. Osmanlı köprülerden kazandığı paraları yoksul Arap halkına gönderiyormuş. Mostar Köprüsü dünyanın 10 köprüsünden biri ve ilk minyatürü yapılan köprü. Minyatür yapı Mimar Hayruddin’den geliyor. Çocukluğunda çamurdan minyatür ev ve kaleler inşa edermiş.
Bu yeteneği nedeniyle, Hayruddin’i Osmanlı zeka testine tabi tutarak eğitime almak istemiş. Annesi korkmuş ve kaçırmış. Sonra gerçeği öğrenince evet demiş. Köprü 1993’te iç savaşta yıkılıyor ve Türkiye 2 milyon dolar yârdim ederek tekrar yapılıyor. Köprü geliri gönderilen şimdinin zengini Arap neden yardım etmemiş!? Her yılın Haziran ayında atlayış festivali düzenleniyormuş. Mostar’ın sembolü; Nar ve üzüm. Sarap yapımı ust seviyede. Köpru yapininda eski taş demtas- Beyon bağlantısı hala çözülememiş. Hırvatistan yerleşim yeri olan Duiste’deyiz, saat; 12:00. 3 dakika sonra Potoci’de oluverdik...
Mostar üniversitesi bölgenin saygın üniversitelerinden. Küçük uçakların inebildiği bir havaalanı da var. En büyüğü Saraybosna’da. Mostar Sırp barındırmıyor. Boşnaklar doğuda, Hırvatlar batıda yerleşmiş. Karasal bir Akdeniz iklimi egemen. Turizm, şarapçılık yanında Alüminyum fabrikası var. Bosne-Hersek’in en modern kenti Mostar’ın Nüfusu 130 bin.
Mostar’dayiz, saat; 13:30. 1993-1993 savaşında kentin %70’i yıkılmış. Erkekler manastırının sağında Hırvatlar, solunda Böşnaklar var. Basçi sokağından Mostar köprüsüne giderken Damat Rüstem Paşa'nın kardeşi Mehmet Karagöz’ün yaptırdığı Karagöz Camıı’ini ziyaret ediyoruz. 1557 yılında inşa edilen Karagöz Camii(Karadoz Begova Dzamija), Nakışlı kubbesi ve yüksek minaresi ile tanınıyor. Mimar Sinan tarafından yapılmış. Cami yanında bulunan medrese, Mostar’ın en eski halk kütüphanesini barındırır. 1992 yılında savaşta Hırvatlar tarafından tamamen yıkılmasına rağmen tekrar inşa edilerek ibadete ve ziyarete açılmıştır.
Yıkım deyince Balkanlarda neler yıkılmadı ki; tüm değerler yok edildi. Hemen-hemen her kentte ağır silahlarla taranan ve yıkılan birçok bina savaşın insansızlığını, insafsızlığını anımsatmak için korumaya alınmış. Hüzünle onları resimliyor, hüzünlü bu ölümlerle selfiye yapıyoruz..
Mostar köprüsündeyiz. Allahın bütün güzel isimlerini zihinlerde çağrıştırması düşüncesiyle 99 basamaklı yapılmış. 456 adet kesme taş, nakış gibi işlenmiş. Taşların birbirine sıkı bir şekilde yapışması için yumurta akından yapılan Horasan harcı kullanılmış ve köprünün iki yakasına kuleler inşa edilmiş. Fakat beton ve çeliğin kaynaşmasını sağlayan tekniğin sırrı hala bulgulanamamış. Adim atamıyorsun.
Yoğun insan geçişleri 99 basamağı kaygan hale getirdiği için her an istemeyerek köprü atlayışında bulunabilirsiniz. Düşersiniz canım. Kanuni’nin fermanıyla yapımına başlanmış ve 9 yılda bitirilebilmiş. Günümüzde UNESCO tarafından dünya mirası olarak kabul edilen Mostar Köprüsü bana köyümün köprüsünü çağrıştırdı. Bu nedenle çok gizemli anlamlar yüklenen köprü bana yabancı gelmedi. Yüzme ve atlamayı öğrendiğim Artvin-Arhavi-Sidere köyümdeki Kvaxinci (Taş kemer köprü)’den daha yüksek bir köprü, doğrudur. Fındık ve çay toplama molasından sonra veya bereket fındıklarını toplayıp (hasat sonrası yerde unutulan fındıklar) sattıktan sonra, karpuz, beyaz ekmek(çarşı ekmeği) ve kaşar peynirleriyle koştuğumuz, altındaki gölünde yüzdüğümüz ve üstünden atladığımız Kvaxinci’yi (Taş kemer köprü) tüm benliğimle özlüyorum. Cenevizlilerin yaptığı bu kemer hilal şeklindeki köprü çocukluğumun silinmez anılarıyla dopdolu..
Nasıl ki Mostar’da; erkek çocukları arasında ergenlik çağına geldikleri zaman çarşının içinden koşa-koşa gelip köprüden Neretva nehrine atlamak âdet halini almıştı, benim Arhavi-Sidere köyünde de, fındık ve çay bahçelerinden kopup Taş köprüden atlamak ergenliğin ve cesaretin ritüeli idi adeta. İzin verse bizim aile meclisi buradan da atlamaktan çekinmezdim..
Mersin Aydıncık’da 20 yıl önce atladığım kayalıklar da benzer yükseklikteydi. Köprüden dönüş Yaparak, Yüksel Çalhan ve eşi Arzu Çalhan, Şevket Çorbacıoğlu , Kadriye Çorbacıoğlu ve Ececan Çorbacıoglu olarak Neretva nehri kıyısındaki Restauranta Mostar köprü manzarasını seyrederek Cevabi köfte yedik. İnegöl köftesini sevmem, inanın İnegöl köftesinden iyi değildi. Tekirdağ köftesinden ise hiç iyi değildi..
Yine aklıma düştü;11 Temmuz Srebrenica (Srebrenitsa) katliamı. Balkanlarda ve özellikle Bosna - Hersek'te de toplumlar arasında saygı anlayışını esas alan hoşgörü ortamı oluşturularak kentlerde Müslüman, Katolik ve Ortodoksların mabetleri yan yana sıralanmışken, tabutların sıralandığı katliamlar yaşadı Balkanlar. Evet, Osmanlı böylesi bir hoşgörü ortamı kurumsallaştırmıştı, fakat Osmanlı’dan sonra dünyaya egemen olmak isteyen küresel efendiler bu hoşgörünün yumuşak karnı din ve milliyetçi duyguları kaşımaya başladı. TİTO çıkmış bu süreci durdurmuş, dinden ve ırktan geçinenleri disipline ederek, fakat TİTO sonrası bildiğiniz gibi…
Şimdi size soruyorum; “Osmanlı ve TİTO dönemleri mi, yoksa katliamlar-soykırımlar süreci mi daha acımasız ve insansızlık?!...
Saat;16:00. Mostar gezisi bitti; Aş, iş derken Gez-Gör-Yaz etkinliğimiz devam edecek... Buna Nehrı’ni izleyerek Pocitelj koyü derken erken girdik Alperenler Tekkesi(Blagay)’ne. Evliya Celebi en iyi Rum köyü dermiş Pocitelj’e. Alperenler tekkesi 1521 yılında Bektaşı tarikatı tarafından kurulmuş. Erenler be Dervişleri Osmanlı’yı tanıtmak için bu yöreye gelmişler. Aslında Osmanlılardan önce Sarı Saltuk 12 bin askeriyle gelmiş. Sarı Saltuk 13 Sanduka(Mezar üstü) hazırlatıyor.
Nedeni ne olabilir?
Ya bilinmesin, ya da her yerde varım mesajı.. Sarı Saltuk’un, asıl mezarının Romanya’nın kuzeyinde Dobruca bölgesindeki Babadağ Kasabasında olduğu düşünülüyor....... Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey’e “Ya oğul Osman! Allah sana ve senin nesline padişahlık nasip etmiştir. Yürü fetih ve zafer senindir. Hemen var yetiş. Gayret eyle. Büyüklük, mutluluk ve devlet senin neslinindir. Amma sana ve nesline verdiğim nasihatleri tutasınız..” şeklinde öğüt veren, dahası akıl hocası da olan Sarı Saltuk İznik’i Müslümanlaştıran komutan. İlkin Rum köyü Pocitelj’e Boşnakları yerleştiriyorlar....
Rakusa (şehir cumhuriyeti Dubrnik) Dubronık’i Venedik cumhuriyetinden korumak için Osmanlı’dan yardim istiyor.. 14 yıl sadrazamlık yapan Sokullu Mehmet Paşa da bu yörenin insanı olduğu için korumayı üstleniyor..
Osmanlı; babası papaz olan Sokullu’yu zeka testine tabi tutarak eğitmek için seçmiş. Test, bir sopa ile kazandan çorba içme testi. Sokullu sopayı kazana daldırmış ve bir kâseye süzdürmüş ve kâsede toplanan çorbayı içmiş. Osmanlı, zekâsına hayran kaldığı çocuk Sokullu’yu eğitime almış. Tıpkı Mimar Hayruddin’e minyatür ev yaptırdıkları test gibi. Acımasızlığıyla tanınan Kuyucu Murat Paşa da Boşnak’mış.
Osmanlı, İmparatorluğun yapısını Anadolu taşlarıyla değil de devşirme taşlarla örmemiş olsa belki de hala İmparatorluktu. Kardeşim, Anaların ve vezirlerin tümü Hıristiyan; bir tek Hititli, Etili, Frigyalı, Lidyalı, Selçuklu, Samsunlu, Artvinli, Ankaralı, Çorumlu, Laz, Türk, Kürt v.d olmaz mı?...
Mostar'ın güneyinde Adriyatik Denizi'ne 30 kilometre uzaklıkta Dubrovnik yolu üzerinde bulunan Pocıtelj (16. Yüzyıl) köyü gözetleme kulesine Ececanımla tırmanıyoruz. Annemiz Kadriye bizi biraz aşağıda bekliyor. En son noktadaki kuledeyiz, yani Zirvede... Buna Nehrı ayaklarımızın altında. Köy; kale ve gözetleme kuleleriyle gizemli bir atmosfer sunuyor size. Birileri Osmanlı köyü demekte ısrarlı, fakat Evliya Çelebi Rum köyü diyor. Buna nehrinin bereketlendiği yörede hemen-hemen tüm meyveler cennet meyvesi adeta; Ahududu, böğürtlen, üzüm, karpuz, kavun, elma, ceviz, incir ve şeftali..
Saat; 27:30’da Pocitelj’den ayrıldik. Alperenler tekkesine doğru yol almaya başladık. Sevajnjive’yi gectik, üzüm bağları içinden geçmeye devam ederek Zitomlisici’ye vardık. Buna nehri kıyı yerleşmeleri Nevertva nehir kıyi yerleşmeleri kadar güzel. Su resmen cennetin en büyük inşacısı. Buna nehri, Avrupa’nın debisi en yüksek nehri.
Üzerinde acaba kaç HES var?
Bildiğim tek şey Buna nehri bizde olsa HES’lerle kesin bunaltırlardı ve Buna ilçesi ile birlikte kuruturlardı. Otıjes’i geçtik. Şeftali bahçeleri içinden geçerek Blagaja geldik. “Yaratılanı yaratandan dolayı sevdik” felsefesiyle kurulan Alperenler tekkesi, tarihinde Kadiri, Rufai, Jalveti ve Nakşibendi tarikatlarına ev sahipliği yapmış ve hala yapmaktadır. Tekke Buna nehrinin doğduğu noktada inşa edilmiş ve sizi; “Biz canlı her şeyi sudan yarattık (Enbiya 30)” sözleri karşılıyor. Sarı Saltuk ve Şeyh Açikbas türbesi binanin içinde. Binada ayrıca; misafirhane, mutfak, Namazlık iç avlu ve abdesthane mevcut. Abdesthane hiç temiz değil. Tüm odaları dualarla gezdik, abdesthane’den kaçtık.. Buna nehrinde yüzümüzü yıkadık, serinledik ve ayrıldık.
Evet; Bosna Hersek'in güneybatısında yer alan Mostar, Neretva nehriyle ikiye ayrılır demiştik. İşte tam bu noktada, Ececan bana iki boş mermi kovanından yapılan tükenmez kalem aldığını unutmuşum.
İnsanlar her şeyi ticarete dönüştürüyor; kendisine sıkılan mermiyi bile!!!.. Turkiye’ye dönerken hava alanında tehlikeli diye elimizden aldılar. Anlayışa bak; dolu mermiden korumuyor birbirlerine sikiyorlar, boş kovandan korkuyorlar, boş kafalar..
Mostar'ın bir yakasında Boşnaklar diğer yakasında da ağırlıklı olarak Hırvatlar yaşamakta olduğunu da söylemiştik. Mimar Sinan'ın öğrencilerinden Mimar Hayruddin'in inşa ettiği köprü 1566 yılından bu yana kentte iki yakayı birleştirmiş. Mostar Köprüsü dışında kentte yine Osmanlı dönemine ait çok sayıda camii ve sivil mimarinin örneği olan evlere rastlanabiliyor. Şunları da belirteyim: Balkanlarda etli yemekler, ille de köfte tuzlu. Ececan bunu iç savaşa bağladı. Büyük olasılıkla esir kamplarında insanlar tuzsuz bırakıldı zayıf düşmeleri için. Bu nedenle insanlar tuzlu yemek yaparak bu özlemi gideriyorlar..
BALKANLAAR
4.GÜN (10 TEMMUZ 2018)KARADAĞ(MONTENEGRO) KOTOR VE BUDVA
Saat; 08:00. Makedonya bitti. Sıra Karadağ’da sonrası Arnavutluk... Karadağ Sınırına dek 140 km yol alacağız. Arnavutluk-İşkodra’ya ya dek 390 km... Ve başladık Karadağ’a doğru yol kat etmeye:
Fabrikalar kenti Ortojes’i ve Buna nehrini tekrar geçerek Stolac’a döndük. Hodbina’dan geçerken Enise Özdemir hanımın büyük jesti. Bir şekilde Ececan’imizin doğum gününü öğrenmiş, pasta almış ve güzel grup arkadaşıyla seyir halinde Ececan’in doğum gününü kutladık ve alkışlarla Poprati’yi geçtik. Le stolac’dayiz. Burası eski bir Roma yerleşim yeri. Roma kalesi tüm görkemiyle karşımızda. Boşnaklar ve Hirvatlar yaşıyor.
İnşallah bu birlikteligi kuresel efendi bozmaz. Bu bölgede bitki ortüsü makileşti. Sürekli savaşın acı yüzü ‘mezarlıklar’ karşımıza çıkıyor. Zegulja’da çoraklık kalktı. Bosko’yu ve Cukovci’yi geçtik. Ljubınje’deyiz. Hirvatlarin savaşta kaybettiklerinin mezarlığı. Hemen yanında Kilise, biraz uzağında Cami. İstenen barış duruşu.. Tek-tek mezarlar da var.. Obzir’i geçtik. Bir Roma kenti olan Kotezi’deyiz. Dodanovici’’yi geçerek Strustici’ye geldik.. İki dağ arasindaki platodayız.
Trebinje ve Zavala’yi geçtik. Üzüm bağları, Vrlicani’ye ve Dublajı’ya dek uzanıyor . Bundan sonraki plato değerlendirilmemiş. Dracevo sonrasi kismen üzüm bağları.. Drijenjani, Mikronjici, Pojice, Yuljce, Zakova, Dobromani, Mesan,Kovacına, Zuja, Lug, Staro Slano’yu topluca geçtik gibi, çünkü birbirine çok yakınlar. Tum bu köyler ürünleri olan bal ve meyvelerini tezgâhlarda ya da mini kafelerinde müşterilerine sunuyor. Her köyün önünde araçların durması için cepler var. İsimler Latince ve Kiril’ce..Araç süricüsu Boran beyefendi bir Makedon. Diyor ki Arnavut yolu çok kötü..
Camiltropi yapılabilir. Kocela, Marıc, Medina, Tectik ve Trvdos’a geldik. sulama kanali boyunca. Ve Sirbistan Cumhuriyet’nin en irkci kenti TRBINJEYIL’e geldik. Düne dek burada durmak, mola vermek tehlikeliymis. Dubrovnik buraya 30 km.
Bosna- Hersek devlet bayrağında nedense 10 kantonu temsil eden 10 yıldız yerine 8 veya 7 yıldız var. Belli ki Sırplar ve Hırvatlar etkin belirleyici ve kendilerinin yoğun olduğu kantonları yıldızlıyorlar. Bu da Boşnaklara karşı ırkçılığın tüm hızıyla devam ettiğini gösteriyor. Nedendir bilinmez Sırp Cumhuriyet’i AVM’leri daha ucuz.
Trebins’ten Herceg Novi’ye saptık. Volkanik bölge ki her yer yüzeysel ve gömülü taş.. Ubla’ya yaklaştık. Rpab-Gtap’i geçerek Bosna-Hersek sinirindan Karadağ’a gireceğiz. Saat, 11:15
Montenegro’nun anlamı; Monte= Dağ, Negro= siyah al sana “Karadağ”. Köy ve körfezleri, gölleri, ulusal parkları, adaları ve kanyonları ile dünyanın en harika yeri. UNESCO’nun korumaya aldığı Tara kanyonu dünyanın 2.büyük kanyonu 1300 mt derinliğiyle. Dalmaçya kıyılarına iniyoruz.
Karadağ’ın %11’i Müslüman; %8 Bosnak, %3’u Arnavut. Doğusunda Arnavutluk ve Kosova, kuzeyinde Sırbistan, batısında Hırvatistan, Bosna-Hersek, güneyinde Adriyatik Denizi yer alır. Başkenti, Podgorica'dır. Karadağlılar sert mizaçlı ve yapılı insanlar. Spora çok yatkınlar. Özellikle Basketbola; Mehmet Okur, Hüseyin Uçok, Hidayet Türkoğlu..
NBA’da en çok basketçisi olan ülke. Populer bir ülke. Daniel Craig’in oynadığı 07 James Bond Casino Royale filmi burada çevrilmiş. İlginç bir yönü 500 bin dolara vatandaşlık vermesi ve 4 kadına 1 erkek düşmesi..Karadeniz fıkraları benzeri fıkralar Karadağlılar için söylenirmiş. Antrparantez: ”Karadeniz fıkralarına Laz fıkrası deniyor ki bu yanlış. Bir kere Karadeniz fıkralarının baş figürleri olan Fadime, Temel, Dursun ve İdris adları Lazlarda yoktur gibi bir şey..”
Enise hanim Karadağlı. Babası Boşnak. Türk dizileri çok revaçtaymış. Tembel olan Karadağlı sürekli Türk dizileri izlermiş. “Binbir gece” ve “Vatanim Sensin” dizisi için kafeler maç nakli gibi tıklım-tıklım olurmuş. Halit Ergenç, evin anne babası ve kardeşten daha tanınırmış. Ergenç’e benzeyen bir kisi benzerliğinden dolayı Show’lar yaparak Ergenç’ten çok daha fazla para kazanmış. Karadağ’ın en büyük geliri turizm. Avrupa’nın en genç devleti (2006) olan bu küçük ülkede 1170 banka şubesi varmış.
Saat; 12:00. Dünya’yı büyüleyen Kotor Körfezi uzaktan göründü.
Uzakta büyüleyen, yakında ne yapar insanlara acaba?
Onun için önlem almalıyız. Roma yerleşim bölgesi Risa’dayiz. Banja’yi geçtik. Çok kiyi ve köşe bucak gördüm, fakat böylesi muhteşem kıyı koşeyi (Koylari) ve bucağı (Belde) görmedim. Adriyatik’te 293 km kıyısı olan ve Dalmaçya diye adlandırılan bu yerler kayıtsız şartsız cennetin malzemeleriyle inşa edilmiş.
Karadağ’da “Baba-Oğul-Kutsal Ruh” benzeri olay yaşanıyor. Balıkçı iki kardeşin ağlarına Meryem ana İkonu takılıyor. Aradan bir zaman sonra bir Meryem ana İkonu daha takılıyor. İlkinin yanına götürüp saklamak istiyorlar. Fakat o ne; ilki yerinde yok. Anlıyorlar ki; ikincisi, buldukları ilk İkon. Ve İkon’u buldukları kayalıklara bırakıyorlar Adaya sonradan Kilise inşa ediliyor.
Ortaçağ kentleri KOTOR ve BUDVA körfezi Dinar dağlarıyla çevrili muhteşem bir doğa vazgeçilmezini oluşturuyor. Orayhovacı ve Ljuta’yı geçtik. Geçtiğimiz yerler hepsi de birbirinden güzel, hangisini isteyeceğini şaşırıyor insan. Kotor’da Un, tuz ve silah ticareti yapılıyormuş. M.Ö. 600’da deprem yerle bir ediyor. Antik deprem kalıntıları içinden gecen çayın içinde yana yatmış yardım ister durumda adeta...
İstanbul Bizans imparatoru Jüstinyenus Kotor’u M.Ö. 500’de yeniden inşa ediyor. Kenti devasa surlarla çeviriyor. M.S. 1975’te deprem tekrar vuruyor..
KOTOR tüm albenisi ile karşımızda. Saat; 13:15. Muhteşem bir doğa. Dalmaçya kayıtsız şartsız cennetin malzemeleriyle inşa edilmiş diyorum. Roma dönemi yerleşim. Sonra Irıyalılar geliyor. İlk kez Hıristiyan oluyorlar. 1 Euro ayakbastı parası ödedik. Irıyalılara değil canım.. 7500 kişi yaşıyormuş. Deniz ürünleri ve turizm en büyük geliri..
58 prens evinin olduğu ve de dünyanın en uzun balkonlu evin bulunduğu meydandayız. Eski kent meydanındaki Venedik mimarisi evlerin tümü yeşil panjurlu. Çoğu 12 ve 13. yüzyıllardan kalma, yoğun kütlesel görünümlü antik Roma, yani Romanesk yapılar. Nedeni sivrisinek yeşile gelmezmiş, akrebin maviye gelmediği gibi. Asillerin mahallesi adeta. Hata yapan asillerin yüzüne tükürtüldüğü ceza verilen sivri kule insan boyunda..
St. Tryphon katedrali de burada. Aziz Tryphon Çanakkaleli. Kotor’a Venedik saldırısını bildiren Tryphon kutsal addediliyor ve M.S. 860 yılında kemikleri getiriliyor ve adına kilise yapılıyor.. Eski kent meydanındaki Palata Grugurina sarayi muzeye dönüştürülmüş. Aziz(St.) Buka kilisesi Katolik. Kıblesi Vatikan’a bakıyormuş. Katolikler ile Ortodokslar arasında sınıf anlayış farkı varmış. Katoliklerde sınıf var, Ortodokslarda yok. Kotor adeta meydanlar kenti. 6. yüzyıldan kalma Saat Kulesi de bu 4 kilometrelik surların içinde. Un ticareti meydanındayız. Mısır unu bulamayınca geri döndük:J)..
Depremlerin yanında Veba’dan da acı çekmiş insanlar. Biliyorsunuz Avrupa’da 200 milyon kişi öldü. Her yıl maske festivali yapılırmış. Maske takmayana, ellenirmiş, veba bulaştırmayı sembolize etmek için...Batı da olduğu gibi, pardon burası da batı, evet burada da öncelik yayaların. Adımını attığın an araçlar duruyor. Ülkemde; Kemer Belediyesi “öncelik yayaların” tabelası asmış. İnandık, indik yola az daha eziyordu maganda, sonra kendi ezildi..
Dalmaçya kıyısında olacaksın da denizinin kokusunu ve kendisini duyumsamayacaksın ha?
Yüksel Çalhan, eşi Arzu hanim ve kızım Ececan ve de ben Kotor limanında ayaklarımızı denize sokalım dedik. Ben tamamen girdim çünkü bir oligarkın yatı şımarıklıkla geçince dalga beni aldı götürdü, soluğu limanın arkasındaki banklarda aldım...
Karadağ Balkan Birliğinin öncüsü. Osmanlıya ilk saldıran ulus Karadağ ulusu. Kotor ise Osmanlı’nın fethedemediği kentlerden biri. Kalesi ve kale gibi savaşçıları etken, fakat Bosna-Hersek vezirinin katkı vermemesi en büyük etken... Kotor bu kadar değil elbet.. Kotor güzel olan her şey için çok-çok güzel bir yer..Benzer yere gidiyoruz.. Budva’ya..
BUDVA
Saat; 16:00. 30 dakika sonra Budva’dayız.. Urmac köyü sonrasi Krasıci ve uzun tünelinden geçtik. Radonovici sonrası 7. km de Budva’da olacağız. Dünyaca ünlü plajlarıyla tanınan ve plaj yaz festivalinin yapıldığı yer. Budva eski şehrindeki 2 km uzunluğundaki surlar etkileyici. 1979 depreminde antik kent kalıntıları çıkmış. 15 bin nüfusa sahip. Ruslar akın etmiş buraya. Sürekli mülk ediniyorlar. Bu nedenle çarpık kentleşme yaşanıyor. Monaco’ya benzetilmeye başlanmış devasa binalarla.
Aziz Nikola adası ve Aziz Ivanov kilisesi dikkat çekici. En dikkat çekeni de Budva’ya yakın PRZNO’daki ünlülerin düğün yaptığı Azız Stephan Adası. Burada TİTO büyük bir otel inşa etmiş. İstenen tarihi ölçütler yerine getirilmediği için UNESCO korumasından çıkarılmış. Erotik gece eğlenceleriyle ile tanınıyormuş. Öyle ki Dubrovnik gençleri bile buraya geliyormuş. Eski şehir içindeki daracık sokaklar gizemli süreçler yaşatıyor insana. Kotor sonrası Budva’da, dahası karadağ tamam..İnanmayabilirsiniz; dönüşte büyülenmişliğimizi kırmaya çalışıyoruz..
Saat; 18:00 Arnavutluk yolculuğu başladı. Yol üstündeki Karadağ’ı da anlatmalı, çünkü hak ediyor.. Becici’yi geçtik, Rafaolici’deyiz. Pulcevo antik kentine 5 km batıda. PRZNO’yu ve ünlü adasını tepeden gören yerde 18:30’da durduk. Aziz Stevi Stephan adasinin resimlerini çekiyoruz. Bilizikuce’deyiz. Dobriptisejak ve Rezevici ören yeri sonrası virajlı dar yola girdik. Denizden yükseklerde seyrediyoruz.
Petrovica derken Yugoslavya’nın ve şimdiki Karadağ’in önemli liman kenti ve de petrol dolum kent’e, Hal-Nehaj tünelini geçerek 19:10’da BAR’a ulaştık. 13 km sahil uzunluğuna sahip. En büyük porselen fabrikası buradaymış. Petrol yüzünden deniz kızıllaşmış. 1913 yılında Osmanlı Arnavutluk’tan alınıp Karadağ’a verilmiş 50 bin nüfusuyla Karadağ’ın ikinci büyük kenti. %70’i Hıristiyan, %30’u Arnavut Müslüman. 2 Kilisesi 1 camisi varken Recep Tayyip Erdoğan yaptırdığı cami ile sayıyı ikiye çıkarmış. Eski çarşı tamamen Osmanlı yapıları ile dolu.
Recep Tayyip Erdoğan Türkleri sevmeyen Arnavut Müslümanları çok seviyor. Onlar da adeta Recep Tayyip Erdoğan ninjasi gibiler. Recep Tayyip Erdoğan aleyhtarı her harekete büyük tepki veriyorlar. Açık deniz anlamına gelen Ulcinj(Ülgun) Karadağ’ın en güneyindeki liman. Arnavut sınırında bir liman. Arnavut Müslümanlar çoğunlukta. 2000 yaşında zeytin ağaçları varmış.
Old Town’da, yani eski şehirde gezintiye çıkanlar burada yaşayan korsanlar ve onlar tarafından tutsak edilen Cervantes’in öyküsünü anlatarak- Ben anlatmayacağım çünkü İspanya ile ilgili yazımda anlatmıştım-. Bojana Nehri’nin deniz ile birleştiği noktadaki Bojana adasını görün derim. Özellikle nehir boyunca var olan restoranları. Yahudi ve bazı Osmanlıların Mesih gördüğü Sabetay Sevi öyküsünü ve de mezarında Dadaş Mehmet yazısını görün ve düşünün.
Merak ediyorum, Yahudilerin ve küresel efendinin beslediği Erzurumlu Fetullah Gülen’in mezarına Dadaş Fetullah yazacaklar mı? Stumore, herkese açık yerli halkın da kullanma büyüklüğüne sahip, fakat yine de kıyı korsanlarınca kısmen işgal edilmiş plaj yeri. Buljarica’dayiz. Ve yabancıların akın ettiği Petravat’in muhteşemliğini.

Karadağ AB’ye alınacak günü bekliyor. Karadağ’a ilgi çok. Geçen yıl 30 doktorumuz ailece Karadağ vatandaşı olmuş.
BALKANLAR
5.GÜN (11 TEMMUZ 2018)ARNAVUTLUK(ALBANİA) İŞKODRA TİRAN
Çocuk ölümlerinin oranı binde 28, okuma oranının %99 Arnavutluk’a gidiyoruz. Çok azı Bektaşi olup %70 Müslüman, çoğunluğu Sünni olan, Avrupa’nın en kadim milletinin yaşadığı, M.Ö. 5 binlerdeki Irya kökenli Arnavutluk’a.. Enver Hoca’nın sistemine hala önem veren ve Avrupa’ya su ihraç eden su deposu ve doğal gaz, maden zengini, Krom üretiminde bizden sonra dünya üçüncüsü olan ülkeye. Dinar Alplerinin en yüksek (2694) noktasına sahip Enver Hoca’nın ülkesi Arnavutluk’a gidiyoruz.. Canj dağ köyü harika. Dinar Alplerin sırası Rümija dağına Celigi’den tırmanıyoruz.
Dar yolda Arnavut sınırına yaklaşıyoruz, 25 km kalan yolu kat ederek.. Valdimir Kateckole de mola verdik. Dağ geçidinde bir belde. Saat; 20:00. Skebine döndük, inişteyiz. Ve 20:45te Arnavutluk toprağındayız. Saat; 21:15 Arnavutluk İşkodra’sındayız. Yarin Tiran yolumuz..
İSKODRA (ÜSKÜDAR;LATINCESI;SCUTARİ).....
Arnavutluk cumhuriyetinin en eski yerleşim merkezlerinden biri olan İşkodra aynı zamanda ülkenin kuzey kesiminin en önemli sanayi ve kültür merkezi. Orta yerinden Buha Nehri geçen İşkodra vilayetinin merkezi olan şehrin nüfusu 90.000'dir.....
İşkodra ya da Arnavutça Shkoder, M.Ö. 4. yüzyıla dayanan geçmişiyle Avrupa’daki en eski yerleşim yerlerinden biri. 15. yüzyılda Osmanlı topraklarına katılan İşkodra 20. yüzyılda Balkan Savaşları sonunda Türk hakimiyetinden çıkmış. Osmanlı’dan en son ayrılan ülke de Arnavutluk olduğunu şimdiden belirteyim... Fatih Sultan Mehmet'in 1470'de büyük olasılıkla İtalya Roma seferi ön hazırlığı için Venediklilerden fethedildi.
İşkodra Arnavutluk’un en kuzey noktasında yer alır. Şehrin çevresine kurulu olduğu İşkodra gölü Karadağ ile sınır oluşturur. Tarihsel olarak İşkodra’nın Müslüman Arnavut nüfus ile Karadağlı Ortodoks nüfus arasında bir sınır olan İşkodra, Müslümanlar, Ortodokslar ve Katoliklerin yaşam alanlarının kesiştiği bir noktadır. Bugün itibariyle İşkodra şehri nüfusunun yaklaşık yüzde 60’ı Müslüman, %40’ı Hristiyan’dır (Katolik Arnavut)... Şehrin Latince ismi Scutaridir (Üsküdar’ın da Latince ismi Scutaridir), Osmanlılar da İşkodra ismini vermişler.
TIRAN
İskodra’dan Enver Hoca’nın yaptırdığı toplu konutlarının olduğu semti ve de Roma kalesi Rozafa’yı geçerek,11 Temmuz 2018 saat; 09:45’te İşkodra’dan ayrıldık.. Arnavutlar; savaşçi Gedyalar ve aydın Toskalar diye ikiye ayrılıyormuş. Temel esas Arnavut milliyetçisi olmak. Din asla belirleyici değil. Hıristiyan, Müslüman, ateist olman önemli değil, Arnavut ol yeter.
En önemli özellikleri Osmanlı ile sürekli savaşmaları ve zaman- zaman başarı kazanmaları. Bu nedenle Avrupalı Arnavutları çok severmiş. Recep Tayyip Erdoğan bunu kırmaya çalışıyor yardımlarıyla.. Venediklileri ve Osmanlıları yenen tek Ulus savaşçı Arnavutlar.1451 II.Murat dönemi ve İskender bey savaşları bunun somut kanıtları..Osmanlı ile savaş nedeni Osmanlının kardeşlerini katletmesi.. Bizim için, Atatürk, Fatih ne ise, Arnavutlar için de İskender Bey o.. Halk Enver Hoca'yı arıyor, küresel efendi anıtını bile yıkıyor.
Her Ulusun bir kahramanı vardır; bizim Mustafa Kemal Atatürk ve Fatih Sultan Mehmet v.d olduğu gibi.. Arnavutların kahramanı da, 1405 doğumlu İskender Bey ve 1908 doğumlu Enver Hoca’dır. İskender beyin asıl adı; Gergi Kastrioti (Gjergj, Georges) batıda. Batılılar dan Scanderbeg (Skandarbeg) diyen de var..
Kruja doğumlu olan İskende bey; Osmanlı’ya başkaldırıp Kruja’nın fethine kadar 24 yıl hükümranlığını sürdürdü… XII. yüzyılda Kruya (Osmanl akçahisar diyor). Kruya; M.S: 375’de başlayan Kavimler göçü ile başlayan ve 1453’te İstanbul’un Fethine dek devam eden Ortaçağda Arnavut Devletinin çekirdeğini teşkil eden bir siyasî oluşumun merkezi durumunda iken, sonrasında Osmanlı mirasının yaygın olarak bulunduğu kent haline geldi.
Adını Kruya kalesi dibinden çıkan kuvvetli su kaynağından alıyor. bu tarihî Arnavutluk kentinin fethi sırasında çok çetin savaşlar verilmiş, çünkü kalesi ve çevresindeki sarp kayalıklarla çevrili..
Sonunda; baba Gjon Kastrioti 1421’de Osmanlı padişahı II. Murat’a yenilir ve Osmanlı egemenliği kabul edilir.
1443'den 1468 yılından ölümüne dek Osmanlı’ya karşı etkin gerilla savaşı yürütmüştür. İkamet ettiği Kruye kalesi kendisi hayattayken II.Murat tarafından 1 kez, oğlu Fatih Sultan Mehmet tarafından 2 kez toplam 3 kez kuşatılmış fakat zapt edilememiştir. Ölümünden ancak on yıl sonra Osmanlı Arnavutluk’u kontrol altına alabilmiştir. Bir söylenceye göre; mezarını bulan Osmanlı askerleri kemiklerinden ‘savaşırken cesaret verir hesabıyla’ kolye yapmışlar(!). Bugün, Arnavut milli bilincini oluşturan en önemli unsurlardan biridir.
Muhteşem Yüzyıl’da izlemiştik; 4 kardeş Osmanlı tarafından devşirilip saraya götürülür. İskender Bey en az 3 yıl Osmanlı Sarayında rehine tutulmuş. Süreç içinde 3 kardeşi saraydan kızlarla evlendirilmiş olmalarına karşın öldürülürler. İskender Bey nasıl olduysa sarayın güvenini kazanıp,1431’de Sipahi olarak Osmanlı tarafında savaşlara katılır. Ve sonunda Debre’ye sancak beyi olarak atanır.
Babası Gjon Kastrioti’nin 1437’de ölünce Osmanlı onu Arnavut idaresinin başına getirmeyip buraya bir başkasını atarlar. Sonunda Osmanlıya bayrak açarak, baba memleketi olan Kruja’yı işgal eder ve beyliğini ilan eder. Böylece İskender Bey dönemi başlar. Bu sefer Müslümanlığı terk ederek Hıristiyanlığa geçer ve kardeşleri için ‘Osmanlı’ya karşı intikam’ yemini eder.
Coğrafyanın çetinliği ve usta yetenekleri sayesinde İskender Bey çeyrek yüzyıl sürecek Osmanlılarla ateşli bir mücadeleye girişir. Osmanlıyla yaptığı 25 savaşın neredeyse tamamını kazanır. İstanbul Fatihi II. Mehmet dahil hiçbir Osmanlı büyüğü onun bileğini bükemez. Ta ki; İskender Bey sıtmaya yakalanıp 1468’de ölünceye dek. Ölümünden sonra sürekli baskı altında tutulan Kruya, çok sonraları 1478’de fethedilir.
İskender bey 15. yy da Osmanlı ya karşı ayaklanmış ve ülkesinin 15 yıl bağımsız kalmasını sağlamıştı. Ölümünden 10 sene sonra yenilen Arnavutlardan ‘İskender Bey’in’ 300 kadar yardımcısı İtalya’ya sığınmış. Bugün, İtalya’da 500 yıl öncesinin Arnavutçasını konuşan grubun bu sığınmacılar olduğunu söylüyor Arnavutlar.
Osmanlı ancak 17.yüzyılda Arnavut halkını Müslüman yapabiliyor. Enver hoca İskender bey için anıt mezar yaptırmış..Arnavut kavgacı ve aksi. Bel kuşağını uzun bırakırmış, biri kuşağına bassın ve kavga edeyim diye.. "Çocuklar kutsaldır. Arnavut atasözüne göre “Beşiği tutan el dünyaya hakim olur..”..Gelin bir yıl iş yapmaz aile geleneğini tanımaya çalışırmış. Arnavutların bu özelikleri yanında konuksever oldukları da söylenir..
Sırp Kosova savaşında ülkenin her bir yanında Kosovalılar için mülteci kampları kurulmuş. Arnavutlar kampa gider, bir aile bulur, evine getirirlermiş. Kosovalı yabancıları Arnavutlar yedirdi içirdi, giydirdi ve aileden biri gibi davrandı. Bu Arnavut geleneğine 'besa (Arnavut yemini)' deniyor. Daha çok 'şeref sözü' anlamında kullanılan bu kelime aynı zamanda yardım isteyene el uzatma, konuk etme geleneğini sürdürmektir.
2. Dünya Savaşı'ndan çıkarken Yahudi nüfusu azalmak yerine artan tek Avrupa ülkesi Arnavutluk olmuş. Fakat Osmanliya karşi nedense Arnavutlar tepkili. Osmanlı döneminde Patrona Halil isyanını Arnavutlar çıkarmış. Abdülhamit’in oğlu Burhanettin Arnavutluğa prens yapılıyor, Avrupalıların kullanmasına izin vermemek için.. 29 yaşında cumhurbaşkanı, 32 yaşında kral olan ‘Musolin’in arkadaşi’ Ahmet Muhtar Zogu donemi. Nasıl ki Musolini 2000 valizle İngiltere’ye kaçıyor, Ahmet Zogu da 1945’te Enver Hoca yüzünden Mısır’a sığınıyor.. Kral Faruk onu vergi memuru yapıyor...
Süreç içinde, Enver Hoca Zogu ailesine unvanlarını geri veriyor ve rahat ortam sağlıyor... Enver Hoca 1908 doğumlu. Paris’te Marxsist oluyor. 1945’te Arnavutluk’u Musolini ve Zogu’dan kurtarıyor.. Arnavut çocuklarını Marx Bahçelerinde eğitti.. Sokaklara Bar koydu herkes sabah ve aksam birer kadeh atıp güne iyi başlasın ve günün yorgunluğunu atsın diye.. Enver Hoca demiryollarıyla ulaşım sorununu çözdü. Hala onun dönemindeki raylı sistem kullanılmaktadır.
Avrupa komünizmini kapitalizm olarak gördüğü için SSCB, özellikle Stalin ile arası iyi oldu. Kruşçevi bati yanlısı bulduğu için sevemedi. Genelde Çin ile diyalog kurması onu MAO’cu gösterdi. Basta Ruslar olmak üzere tüm yabancıları ve yatırımcıları ülkeden çıkardı. Aslında kendine özgü bir sosyalizm yaratmıştı ülkesinin özgünlüklerini esas alarak. Bektaşi inancına sahip Enver Hoca Dinci ve ırkçı yapıları kırmak için dinleri ve milliyetçilikleri yasak etti.
En ilginç olanı, Gri rengin dışında tüm renkleri yasak etmesi. Elbet renk koru değildi, muhakkak ki bir sebebi vardır. Bana göre insanların lüks duygularını edilgenleştirmek olabilir. Günümüzde komünist dönemden kalma gri beton binalar kısmen duruyor. Fakat; son yıllarda, gri yapılar Arnavutluk Sosyalist Parti lideri Edi Rama tarafından değiştiriliyor. Edi Rama 2000’de Tiran Belediye başkanı idi. Şimdi ülkenin Başbakanı. Enver Hoca’nin rengi griye seçenek olarak ‘Edi Rama; parlak pembe, sarı, yeşil ve mor renkleri seçenek olarak sunmaya başladı. Doğrusu renkleri azat etti.
Enver Hoca; Protein zengini domuz etinin zorunlu kılıyor. Dinsel yapıları genelde yıktırıyor. Spor salonlarına be Marx bahçeleri eğitimine önem verdi. Ve böylelikle eğitim seviyesini %99’lara çıkardı. Dahası bilgi toplumu yaratarak; toplumların geri kalış be yaratıcılığını yok eden düşünme tembelliğini kirdi. Düşünebilen toplum yarattı. Luxu ve lupculuğu (üretmeden üretilmişleri yutan demek istedim) yasak etti. Sosyalist ülkelerin özellikle Yugoslav Yugo arabalarını kullanmaya izin verdi. Düşündürücü olan 1985’te öldükten sonra yurt dışına çikanlar Alman.Mercedes almaya başladılar..
Mercedes zenginliğin simgesi deniyor, fakat okuz düşünemiyor kıçında donu olmayanın da altında Mercedes olduğunu. Herkesin altında olduğu için acemiler çoğaldı ve araçları çok kotu kullanmaya başladılar. Tüm bu lükse Arnavutluk’a Turgut Özal soktu.. Ardından tarikatlar türemeye başladı, milliyetçilik hortladı. Adına yeni kapitalistler kolej bile yaptırdılar.. Enver Hoca çok kati idi. Kendisine de kati davrandı ve yoksul öldü, halkına bir şeyler verme uğruna.
1991’den sonra çalışkan halkın çalıştığı fabrikalar kapatıldı, çünkü kapitalist insan çalışan ve üreten ve de düşünen insan istemiyordu.Tüm fabrikaları kapitalist insan satın aldı, sosyalist insanin elinden. Evet Demokrasi Yalanıyla Arnavutluk’ta iç ve diş kapitalist Arnavutluk’u yağma etmeye başladı.. Tarikatlar ve Misyonerler, mafya (Çeçen, Sicilya ve Arnavut) cirit atmaya başladı. 10 Kas 2017 - Enver Hoca'nın heykeli, Azem Haydari tarafından yönetilen öğrenci hareketinin zirveye ulaştığı yerde yapılmış. Nedense yıkılmaya bırakılmış. Fakat sol iktidara gelince onarılmaya başlanmış.
Arnavutlar arasında Kan Davaları Lek Dukakin Kanununun doğal bir yansıması olarak ortaya çıkmış ve dağ kanunu olarak tanımlanan bu kanunlar çerçevesinde Kan Davaları Arnavutlar arasında oldukça yaygınlaşmıştır. 20. yüzyılın başına gelindiğinde Osmanlı Devleti birçok alanda modernleşmeye çalışırken geleneksel yapı ile zorlu bir mücadeleye girmek durumda kalmıştır. Meşrutiyet sadece Türkler için değil Osmanlı Devleti içindeki tüm unsurlar için önemli bir tarihsel olaydır.
Bu açıdan bugün ulus-devlet haline gelmiş birçok Balkan devletinin demokrasi tarihini 1876 yılında ilki ilan edilen Meşrutiyetle başlatmakta yarar vardır. 1908 ilan edilen Meşrutiyet önemli ölçüde Balkanlardaki gelişmelerin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. II. Meşrutiyet sonrasında İttihat ve Terakki’nin izlediği merkezileşme politikası modernleşme çabalarının önemli bir özelliği olarak dikkati çekmektedir.
Bu süreçte Osmanlı Hükümetleri Arnavutluk’ta yaşanan Kan Davalarını bitirerek toplumsal uzlaşma yaratma amacına uygun olarak daha önce başlanmış ama yeterli ilerleme sağlanamamış “Müsalaha-i Dem Komisyonları” nı (Kan Davalarını Barıştırma) yeniden faaliyete geçirmeye karar vermişlerdir. Böylece modernleşmenin toplumsal tabana yayılması ve toplumun geleneksel yapısının çözülerek yeni sisteme uyum sağlamasına çalışılmıştır. Arnavut geleneğine gör gelin 1 yil iş yapmaz aileyi tanımak için sürekli izlermiş.
Mısır ve tutun tarlalari icindé Kujdes’te vardik. Kujdes Bolgesı’nde devam ediyoruz. Pıraji ve Gocaj’ı gectik. Saat; 09:30’dayiz Lac’tayiz. Yol boyunca kaza noktalarında çiçekler konmuş. Hepsi de taze. Nedeni ölü ruhu kaza yerlerinde gezinirmiş. Otoban yapımı başlanmış sosyalistler iktidara geldikten sonra. ABD ile diyaloglar geliştirilmiş Hoca sonrası. Balkanların En büyuk ABD üssü Kosova’daymış.
Derven’deyiz.. Saat; 10:25.. Kruje’de otoban bitti. Arnavut adeta otomobil mezarlığı. Balkanların en büyük hurda pazarı. Uluslararası tekeller halkın tepkisine neden kimyasal atıkları da buraya boşaltıyormuş... Rahine Tersa Üsküplü Arnavut. Adına havaalanı ve Üniversite var burada.
Ve saat; 10:45. Tıran’dayiz. 3.milyon 600 bin Arnavut’un 1 milyonu bu kentte yaşıyor. Ataturk tekke ve zaviyeleri kapatınca Bektaşi tarikatı buraya göçüyor. Sanayi kenti. Özal koleji burada. Çelik fabrikası da burada. Biz de geldik. Doğru sanayi kenti demiştik. Ahmet Zogu zamanında Musoli’nin mimarlarına inşa ettirilmiş. Başkent yapılıyor. Hala başkent.Tiran Osmanlı döneminde Süleyman Paşa fethetmiş. Arnavutluk’un sembolü çift başlıklı Kartal anıtının olduğu meydani geçtik.
Trafik İstanbul, Ankara trafiği gibi. Elbasan kent tabelasi, bana Catalca Elbasan köyünü anımsattı. Demek ki Elbasan koyu Arnavut göçmeni. İlkin Arnavut ciğerini sordum. Meğer Arnavutluk’ta Arnavut ciğeri diye bir şey yokmuş. Onu bizim ülkede uydurmuşlar. Tirilice tatlısı meşhurmuş. Tri=3 Liçe= süt. Bu tatlı 3 ayrı sütten yapılıyormuş; Inek +Manda+Keçi. Bu nedenle Tirilice denmiş. Ececan’in yaptığından iyi değildi.. Yoğurt de ünlü burada. “Yoğuteıra” dükkanları çok.
TİRAN’in merkezini gezdik. Ankara ve İstanbul’da olmayan bisiklet yolu Tiran’da var. Ankara ve İstanbul’da olan klakson sesi Tiran’da yok.. İşin düşündürücü yanı, Tiran’da; Namazgah adli Balkanlarin en büyük camisi inşa edilmesi.. Sultanahmet camiinin benzeri bu camii AKP iktidarınca yapılıyor. Dedik ya, Balkanlarda Kilise ve Camii yapma yarışı var. TİKA’nın burada ofisine rastladık, galiba Osmanlı yapılarının olduğu her Balkan kentinde var.
Arnavut ve Kosovalı Müslümanlar Türklerden çok AKP ve Genel Başkanı R.T.Erdoğan’ı sevdiğini söylemiştim. Bu sevgiyi tüm Balkanlarda yaygınlaştırmak için; AKP Balkanlara çalışıyor; niçin sevmesinler ki. Düşünebiliyor musunuz ülkemin çoğu sanat okulları onlar için masa ve sıra üretiyor; ülkemde masa ve sıra bir yana ülkemde okul açığı varken..
BALKANLAR MAKEDONYA
OHRI
İskodra’dan Tiran’a gelmek için 140 km yol kat etmistik. Simdi Tiran’dan OHRİ’ye gitmek için 180 km kat edeceğiz.. Saat; 13:30.Tiran’da elçilikler caddesini geçerek, büyük bir tünel sonrası otobana girdik. Krom Fabrikası’nın olduğu Elbasan’dayiz. Mola verdik. Saat; 14:36. Zeytin ağaçları arasında yol alıyoruz. Librazhad şehrine geldik. İçinden nehir geçiyor.
Elbasan ve Librzhad şehirleri İşkomi Nehri (Latince: Genusus) etrafında konuşlanmış. Nehir Arnavut ortasında yer aliyor. 181 km uzunluğunda olup Ohri Gölü'nun batısındaki Valamara Dağı'ndan başlayarak Adriyatik Denizi'ne dökülür. Nehir Arnavutçanın iki lehçesi olan güneyde Tosk ve kuzeyde Greg lehçelerini ayıran çizgi olarak kabul edilir. Evet, hala Arnavut topraklarında ilerliyoruz. Hotolihst, Qukes ve Prenjans’i geçtik. El Bar’dayiz. Bolu dağına tırmanıyoruz adeta, fakat çıplak bolu dağına.. Ve tepeyi aştık, Ohri gölü karşımızda. Adeta cennetsi bir mavi nokta. Büyüdü-büyüdü ve de büyüdükçe güzelleşti ve büyüledi.
Saat; 15:30. Daha doğrusu Ohri il sınırlarındayız. Kaza olmuş. Saat;15:56. Kaza değil biri vefat etmiş. Makedonya’da ölünün önüne seçilmediği için saygı bekleyişindeyiz. Ladarihst’e geldik ve ardından Karadrim nehrinin doğduğu STRUGA’ya ulaştık..Şiir festivalinin yapıldığı kasaba. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şiirlerinin okuduğu yer. Harika bir yer. Mola verdik. Gelen yapancılara hava atan gençler çeşitli atraksiyon atlayışları yapıyorlar hızla akan Karadrim nehrine köprüden atlıyorlar. Deneyeyim dedim benimkiler kıyametleri kopardı. Resimler çektik, çekindik. Saat; 17:00. Ve Ohri’deyiz. Balkanlarda değil, sosyalizm düşmanlığından kaynaklandığı için TITO’yu indirmek adına, dini ve ırkçılığı kullanarak paramparça ettiği Yugoslavya’dan koparak kurulan devletçiklerin tümünde savasın acı ve ürküntü veren yüzü karşınıza. çıkıyor.
Evet; yıkılmış, bombalanmış ve de yüzünde mermi izleri taşıyan binalar..Veee mezarlıklar!!! Neymiş efendim savaşın acı yüzünü göstererek bir daha savaşılmamasını vurgulamakmış. Akla ziyan duruş; dinden ve ırktan geçinme adına halkları katlet, binaları yak yık ve sonra “İşte savaş bu, savaşmayın!” de, has….lan… Milletlerin karakteri ve kimliği, akli ve yüreği ile dalga geçmedir bunun adı! Neden Arnavutluk ve Türkiye parçalanmadı?! Demek ki küresel efendinin oyununa gelmeyip direnildi. Gerçi 2002 sonrası ödün verilmedi değil. Dahası akıl, algi ve mantık ötelenerek işletilen süreç bizi nereye taşıyacağı meçhul. Önce Barış dendi dağdaki eşkıyayı kente indirdik, ardından kent içi hendek savaşı yapıldı, siyasi rant için.
Niçin? Niçin olacak; kahraman ve tek olmak için. “Benim kahramanım, doğayı ve doğanı öldüren değil, yaşatandır!” Durmuyor, sinir ötelerinde gezinip duruyor.. İşte bu mantık, Yugoslavya’dan türeyen Balkanlarda, özellikle Arnavutluk ve Bosna-Hersek’te de benzer hamleler içinde. Ülke insanı açlık sınırına dayandığı günümüzde, işsizliği ve arsızlığı kıracak fabrika kurması gerekirken, evrensel barisin düşmanı dinciliği, ırkçılığı körüklemeye devam ediyor.
TİKA’yi kullanarak Osmanlı yapılarını onarmak,Tiran da olduğu gibi camiler inşa etmek ve sonrasında karşı yakadakiler başlıyor Haç dikmeye, Kilise inşa etmeye. Kısacası, Balkanlar patlamaya hazır bir düzenek haline getiriliyor.. “Divide et impera(Böl ve ýönet”’dan sonra sıra sahiplenme yaşanacak. Yani el koyma.. Utanmadan küresel efendi kan çanağına çevirdiği bölgede arabuluculuk yapıyor , tıpkı katliamım olduğu Sebrenista‘da yaptığı gibi.. Bugün yemin ediyorum; Arnavutlar Enver Hoca’yi, Yugoslav halkları da TİTO’yu arıyor. Eger birileri cami ve kilise yarışını sürdürürse bugünlerde aranacak...
Ohri, yaklaşık 42.000 nüfuslu, Makedonya'nın güneybatısında en büyük sekizinci kent. Bu kent, Ohri Gölü'nün kenarında, Arnavutluk sınırına gayet yakın bir konumda bulunmaktadır.
İncisi ile meşhur ve Avrupa’nın en eski gölü olma özelliğine sahip Ohri’ye “Makedonya’nın incisi” deniyor veya diyorum. Şehre adını Ohri Gölü vermiş. Balkanlar’ın en gözde turistik yerlerinden biri.
Makedonya ve Arnavutluk arasında yer alan Ohri, 1979’da UNESCO Dünya Mirası Listesine alınmış.
Balkanların yemyeşil muhteşem doğası içinde yer alan şehir; göl kenarındaki evleri, renkli sokakları, kiliseleri ve eski kalesiyle doğa ve tarihin buluştuğu bir yer. Alışveriş için tercih edilen Küçük Çarşı; akşamları barları kafeleri dolduran insanlarla adeta canlanıyor. Dondurmacılar, takıcılar, sokak sanatçıları, kitapçılar alabildiğine hareketli bir manzara katıyor.
Küçük bir merkeze sahip olduğu için ulaşımın kolay sağlanabildiği şehirde; göl kıyısındaki parklarda, tarihi yerlerle çarşısında gezinerek zaman geçirebilirsiniz.. En güzeli de; gezmelerden sonra 2000 yıllık çınarın altında dinlenmek, bu çınar meydanında mısır ve dondurma yemek...
Osmanlı Dönemine ait cami ve tekkelerin yer aldığı Ohri’de çok eski kiliseleri de görmek mümkün. Ohri Gölü’nün hemen sağ tarafından Kale’ye çıkınca Sv. Kliment Kilisesi yer alıyor. Oldukça yüksek bir alanda yer alan bu kiliseden gölü, şehri ve karşınızda duran Arnavutluk’u izleyebilirsiniz. Biz izlemedik.siz izleyin..
Bosna-Hersek’ten ucuz olduğu, burada alışveriş yapabileceğimiz söylendi. Hırsızlık konusunda yine uyarıldık, fakat farklı bir şekilde; “Burada hırsızlık yok gibi, yine de çantalarınız konusunda dikkatli olun!!” Tamam anladık, onlardan çantamızı koruruz da, birilerinden ülkemin doğası, doğanını, madenleri, nehirleri, gölleri, denizleri, dağları, ovaları, kadim degerleri be demokrasiyi nasıl koruuyaaacagiz!??!!
Balkan ülkelerinde, özellikle Yugoslavya doğumlu devletlerde ille de Türklerde dayanışma yok. Hemen-hemen tüm yeni devletlerde de. Düşünebiliyor musunuz; Makedonya’ya Konya’dan gelen ülkenin %4’nu teşkil eden 80 bin Türk’ün parlamentoda en az 5 milletvekilleri olması gerekirken 3 ayrı parti ile seçime girerek 1 milletvekilli çıkarabilmişler…
Makedonya’nın Tıkveşli bölgesi şarapçılıkta dünya birincisi. Bir diğer konu, Plaşica dedikleri benekli alabalığın pullarından inci yapmaları. Bunun yöntemini sır olarak saklıyorlar, fakat Türkiye’de bir hanımefendi kefal pullarından inci yapma patenti almış. Göreceğiz incilerini, Plaşıca balığından iyi olup olmadığını.
Makedonya’nın 5’te 3’ü ormanlık. Meşe, Kayın ve cam ormanları. Orman ürünleri yanında mermer ocakları ve tutun önemli gelir kaynakları. Tek sorunları Makedonya’daki Arnavutların özerklik istemesi.
Yerel rehber Makedon Türk’ü Cengiz Pakl... Çok cana yakin ve esprili bir insan; yöre aksanıyla konuştuğu Türkçesiyle sevimli bir kişilik. Anlatıyor:
Ohri gölü dünyanın en derin gölü 286 metre ile. Ortalama derinliği 50 metre. Avrupa’nın su depolarından biri. Göl çok temiz ve yaşlı gölü, fakat dinç: 2500 yaşında olmasına karşın, içinde 350 canlıyı emzirebiliyor. .17 çeşit baliği var. 8 tanesi endemik, yani dünyada buradan başka yerde yok. Alabalığı ünlü, fakat çok pahalı. Bir balık 50 Euro. Pahalı olan tek şey bu.. Kaşarlı köfte çok tercih ediliyor. Çevredeki seyyar satıcıların çoğu Türk. Benim gibi 99 dil bilenler kolay anlaşabiliyor.
Ohri (Ohrid) UNESCO korumasında. 365 kilisesi var, şapeller dahil. Dahası; Ohri’de br zaman, yani Hıristiyanlığın yoğunlaştığı zaman, yılın 365 günü için, Şapel dahil 365 kilise yapılmış. Sadece Ohri kalesi içinde 46 kilise varmış. 365 Kilisenin günümüze dek ancak yaklaşık 40 kadarı kendini korumuş.
1100 yaşındaki Çınar meydana adını verdiğini söylemiştik. Cingiz (Cengiz) bey sanki bilmiyormuşuz gibi; Çınar Farsça imiş ve “Çi Nar”, Ateş anlamına geliyormuş. Bilmiyordum, yeni öğrendim.... Boche Delche sokaktaki “Döner Kebap Adana”’da kaşarlı köfte güzeldi.
Ohri’ye tepe üstü kent deniyor. Antik dönemde 300 gün güneş gördüğü için, gelen ışık kent anlamındaki “Lychinidos”’den türediği ve zamanla “Vo Hrid” olduğu ve günümüz adını aldığı söyleniyor. Yakından tanıma şansına sahip olduğumuz Ohri’yi biz “Elveda Rumeli” dizisinde duymuştuk.
Ohri gölü(Lake Ohri), adeta Kuğuların mavi ve yeşilin tonlarıyla dans ettiği, yeraltı sularının midyelerle vokalisttik yaptığı, 6000 bin yıl önce cennetten düşen büyüleyici bir doğa koreografisi. Baykal ve Tanganika göllerinden sonra geliyor Ohri gölü. Yani aynı zamanda doğmuş 3 kardeşten en küçüğü. 5 milyon yıllık odluğunu savlayanlar da var.
Ve de Kırıl Alfabesinin doğduğu kent, Ohri kenti. Azizler meydanındayız. Azizler meydani denmesinin nedeni, Glagol ve Kiril alfabesini bulan; Aziz Kiril, kardeşi Aziz Metoxius ve öğrencileri Ohrili Clement’in heykellerinin meydanda bulunması.
En eski Slav kitaplarının yazıldığı iki alfabeden biri (diğeri Glagol alfabesi) Kiril alfabesi. Aziz Kiril ve kardeşi Metodius tarafından 9. yüzyılın ilk çeyreğinde Glagol alfabesi bulunuyor, Yunan alfabesinden esinlenerek. Bulgar din adamları olan ve sonradan Slavlarin önderi ve Avrupa’nın koruyucusu ilan edilen Aziz Kırıl ve kardeşi Metodius’un öğrencisi olan Ohrili Clement, Kırıl alfabesini bulgulamış ve öğretmeni Kırıl’ın adını vermiş alfabeye.
Evet; Kuzeyden gelen Slavlar, 6. yüzyıldan itibaren neredeyse tüm Balkanlara yayılmış. Pagan dinini 9. yüzyıla kadar koruyan Slavlar, bu yüzyılın ortalarından itibaren Hıristiyanlık ile tanışmış. İşte bu yeni dini Slavlar arasında yaymak için görevlendirilen iki keşiş, işe Slav diline uygun bir alfabe oluşturarak başlamış. Benim adım Hudur, elimden gelen budur:
Cingiz (Cengiz) beyle Ohri’nin Ayasofya’sına ve 2000 yıllık Roma tiyatrosuna tırmanmak için, Safranbolu’nun daracık sokaklarındaki o güzelim evleri izleyerek tırmanitorluk yapıyoruz, Temmuz sonu sıcağı bedenimizi buharlaşırken.. Önümüzde 1957’de TİTO için yapılan ev var. Hemen görselledik . Evet, Ohri’nin Safranbolu evlerine benzer dar sokaklardan ilerliyoruz.
Almam mimar Klaus Uhlig’in dediği gibi; Hayattır sokak ( Via est vita), doğru da çok sıcak. Bu sokaklardan kim bilir nice hayatlar geçti, hayatın içinden de insanlar... Sezar’in soylediği ve ayni zamanda Lazca sözcüklerden oluşan; “ Veni-Vidi-Vici (Geldim, gördüm, yendim)” özdeyiş misali ben de “Geziyorum, Görüyorum, Yazıyorum” kent yorgunluğumu yenmek için... Sadaka taşını tanıdık.
Bir evin temel üstündeki düz bir taş çıkıntısı. Osmanlılardan kalma. Bu tasa varlıklılar para bırakırmış. Sadece ve sadece gereksinimi olanlar alırmış bu parayı. Aklımdan geçmedi değil, para koymak da, onlar gelir bunu da cebe atar endişesiyle vazgeçtim.. Ayasofya (″Azize Sofya ″) anlamı; kutsal bilgi imiş. Ayasofya benzeri yapıyı, yani ″Azize Sofya Kilisesi″’ni dışarıdan izledik. Osmanlı döneminde cami’ye çevrilmiş. Evliya Çelebi cami Rum mahallesinde olduğu için cemaati olmazmış der. Be aslanların çıkış dehlizlerin öldüğü gladyatör doğuşlarının yapıldığı 2000 yaşındaki Roma tiyatrosu gerçekten görkemli.
BALKANLAR
6.GÜN(12 Temmuz 2018)
MAKEDONYA MANASTIR(BITOLA)
Saat; 09:06.Manastır’a gidiyoruz. Gorno Konsko’yu geçiverdik hemen. Galiçya dağlarındaki milli parktan da, kendimizden de geçtik. Çünkü burası; 855 mt yükseklikteki 2080 hektar büyüklüğünde büyük ve küçük Prespa göllerinin olduğu kuş cenneti bölge. 200 kuş cinsi var, bunların 104’ü su kuşları. 62 kuş cinsi Bern anlaşmasına (Konvansiyon) göre koruma altına alınan türler arasında. 3 kuş cinsi Avrupa Nesli Tükenmekte Olan Türler Kırmızı Listesi’nde yer almaktadır.
Büyük ve Küçük Prespa gölleri Balkan Yarımadası’nda üzerinde ada bulunan yegâne göllerdir. Çevredeki diğer 5 göl (Golem Grad, Mal Grad, Pirg, Agios Achillaeos and Vidrinec) Makedonya, Arnavutluk ve Yunanistan sınırları içerisindedir. İnanılmaz kıyıları, çok sayıda koyları, olağanüstü temiz suları, el değmemiş doğası ve üç ayrı milli park dahilindeki çevresiyle Prespa, adeta cennet köşkü.
273 km2 yüzölçümüyle Büyük Prespa Gölü, Ohrid Gölü’nden sonra Makedonya’nın ikinci büyük gölüdür. İki gölün arasında Galiçica Dağı uzanmakta ve bu dağın içinden yer altı deresi Zavir akmaktadır. Prespa Gölü, dağın öte yanında Aziz Naum Manastırı yakınlarında yeryüzüne çıkan sularla ve Ohri yakınlarındaki Bilyana kaynağıyla Ohri Gölü’nü besler.
Doğrusu; 853 metre yüksekliğindeki Prespa gölüne 755 metredeki yani aşağıdaki Ohri golüne su akar ve Ohri golünü besler. Prespa gölü; Balkanlar'daki en yüksek tektonik göllerden biridir. 190 km²'si Makedonya'ya, 84,8 km²'si Arnavutluk'a ve 38,8 km²'si Yunanistan’a ait. Prespa bölgesi Makedonya’nın, dahası Balkanların en temiz kalmış yeridir, doğasına insan eli hemen hiç değmemiş gibi görünmektedir.
Alabalık, sazan balığı, kırmızı yüzgeçli sazan balığı, kefal, karakeçi balığı ve diğer birçok balık türünün yaşadığı gölün çevresinde beyaz pelikan, siyah kuzgun, balıkçıl ve martı türleri bir aradadır. Golem Grad adasında yerleşim yoktur ama turistlerin ziyaretine açık bir doğal koruma alanıdır. Ada, yöreye özgü hayvan türleri ve yüzyıllık ardıç ağaçlarıyla ünlüdür. Su seviyesi düştüğünde, 11 ve 12. yüzyıllardan kalma eski yerleşimler gün yüzüne çıkar.
Golem Grad adasında Zararsız binlerce yılanları araştıran bir grup Fransız biyologları eşliğinde çekilen belgeselde izlemiştim. Kuşların - siyah karabatakların ve rengarenk Kaplumbağaların olduğu yer. Golem Grad adasına en kolay Resneli Niyazı’nın kenti Resen’den geçiliyor..
Lagadin’i geçtik. Cengiz bey de bölgede 4 gölden söz eder; Prespa, Galicya, Ohri ve Ohri golünün altındaki yeraltı gölü..Pestani gectik. Ohri şehrini kuran Aziz Naumi Katedraline gideceğiz. Kemikler körfezine, dahası Göl evlerinde mola verecek ve resimler çekeceğiz. Ohri; Ohri lalesi, Misk kedisi ve Tavuz kuşlarıyla da ünlü....
Saat 09:45 Gradişte Yarımadası’ndaki Kemikler körfezindeyiz. olağanüstü bir arkeolojik kompleks olan Göl evleri ilginç., İnsanlar düşmanlarından ve yırtıcılardan korunmak için; 9 mt uzunluğunda ahşap kazıklar çakılarak kalas kirişler üzerine evler inşa etmiş, seyyar köprülerle geçişler yapmışlar.
İçinde hayvan ve insan kemiklerine rastlandığı için kemikler körfezi denmiş. Yılan balığı varmış. Meksika’dan getirildiği söyleniyor. Bu balıkları yakalayanları yakalayanlara yılan denirmiş.. Göl evleri, su üzerinde bir müze. Ohri’nin bir başka kültürel ve tarihsel simgesi. Türünün tek örneği olağanüstü bir arkeolojik kompleks.. M.Ö. 1200 ile 700 yılları arasına dayanan bu göl üstü yerleşim Kemikler Körfezi’nde aslına uygun olarak yeniden kurulmuş. Kemikler Körfezi’nin üzerindeki tepede ise eş zamanlı olarak Roma dönemine ait kale (Gradişte) yeniden inşa edilmiş…
Dar yollardan Galicya milli parkındaki meşe be kayınlar arasında kayıyor, dahası dağ sörfü yapıyoruz. Plajı ile ünlü Trpejca köyündeyiz. Oteseve köyünden karşıdaki Pogratec adlı Arnavut şehrini izliyoruz. Ohri gölü kıyısında 3 şehir var. Ohrid ve Struga, Makedonya'da, Pogratec ise Arnavutluk sınırları içinde yer alıyor. Galiç çıplak demekmiş. Tepesi ağaçsız olduğu için bu dağa Galicya deniyor. Eteğindeki ormana sarılarak iniyoruz.
Saat; 10:00. St. Nauma’ya yol alıyoruz. Park içindeki St. Nauma manastırı gideceğimiz yer. Saat;11:27’de 40 km yol kat ederek Geldik. Çoook güzel bir yer. Ohri gölunu besleyen Kara Drim nehrinin oluşturduğu gölette kayık gezintisi yapabilirsiniz. Drim anlamı; kara bitki imiş. Sizi ilk Tavus kuşu sesleri karşılıyor. Bir beyaz Tavus kuşu direğe tünemiş. Herkes yapma zannetti. Uçunca başka hayret yaşandı, çünkü uçan Tavus kuşunu ben de ilk kez gördüm.
Makedonya’nin bugün sevinçli günü, çünkü NATO’ya giriyor. (12 Temmuz 2018). Sveti (Aziz) Naum Manastırını geziyoruz. Balbal taşı nedense burada karşımıza çıktı: Bilhassa Göktürklerde, kağanların, kahramanların ve ünlü kişilerin mezarları üzerine öldürdükleri düşmanları temsilen heykel veya taşlardan bir..
St. Nauma Manastırının içinde mezar. Mezara kulağınızı verdiğinizde kalp atışı benzer ses duyarsanız cennetlikmişsiniz. Kimse ciddiye almıyor olmalı ki mezar üstünde hiç kulak görmedim. Sözde gizemli olguya Mistik yaklaşım mı katmak, yoksa yer altı sularının veya midyelerin açılıp kapanma seslerini algılayamamak mı?
St. Naum, St. Clement ile birlikte, Kiril alfabesini bulan, Slav azizler olan St. Kiril ve St. Metodius'un öğrencileriymiş. St. Kiril'in öğrencisinin bulduğu Kiril alfabesini Balkanlara yaymışlar. Ohrid, Hıristiyanlık açısından önemli bir merkez konumunda olması nedeniyle St. Naum bu manastırı 16 y.y. sonunda inşa etmiş. Genelde zihinsel problemi olan hastalara şifa dağıtıyormuş. Manastırın içinde bir de kilise var.. “Before The Rain (1994-Yağmurdan önce..Milcho Manchewski)" filmi bu manastırda çekildi.
Konu; Küresel efendinin buraları kan çanağına çevirmesi ve sonra kıvırması ve yarattığı acıyı ve hüznü ticarete dönüştürmesi.
Bu çizgide seçtikleri konu; Savaşın masum insanları zorla taraf tutmaya yönelten film.. 1994 İngiltere - Fransa ortak yapımı, olup savaş sonrası ve yeni savaş başlangıcı bıçak sırtı Balkanları anlatıyor.Dahası benim anlatmaya çalıştıklarımı.. Makedonya dağlarında meydana gelen gizemli bir olay ülkeyi bir iç savaşın eşiğine getirerek bir rahip, bir Londralı resim editörü ve bir de savaş fotoğrafçısının kaderlerini de trajik bir biçimde bir noktada buluşturan küresel efendi oyunu.. Oyunu, çünkü, onlara göre; Makedonya dağlarında meydana gelen gizemli bir olay ülkeyi bir iç savaşın eşiğine getirmiş. Ulan içsavaşı çıkaran sizlersiniz, sizler..
40 km tekrar gelerek; 12:20’de, Ohri’den Manastır’a hareket ettik; 70 km kat edeceğiz, 70 km geri gelinecek ve 13 Temmuz günü Ohri göl gezisi yapacağız.. Lesce ve Koseli geçtik. Ve Resne’deyiz. Manastır dönüşü burada mola vereceğiz.
MANASTIR(BİTOLA)
Manastır’ın bizim için önemi; 1896 yılında Atatürk’ün askeri liseyi(İdadi) okumak için geldiği yer olması. Atatürk’ün en sevdiği kent olması. Yine; Atatürk’ün çok sevdiği Rumeli Türküsü olan; “Maaanastırın oooortasında-vaaar bir havuuuzzz-Dimetoka kızları hespi de yaaavuuz-Biiiz çalar oooyyynaaarıııız.” türküsündeki havuzu görmek.. Önemleri çoğaltmak olası…
Manastır havuzunda fikynin yarattığı suyun sesini ve türküsünü dinledikten sonra, her zamanki gibi resim çekindik. Bunun yanı sıra magazinsel yaklaşarak; “Elveda Rumeli” dizisinin çekildiğ Wnop sokaktaki mekanları, özellikle Terzi Hasan (Tuna Orhan) dükkanını gördük.
Mustafa Kemal, Selanik Askerî Rüştiyesini bitirdikten sonra Manastır Askerî İdadisi‘nin imtihanlarını kazanarak, doğduğu Selanik’ten ilk defa ayrılıp Manastır şehrine gelmiş. Atatürk Askeri İdadisi’ni 1896-1899 yıllarında başarıyla tamamladıktan sonra İstanbul Harp Okulu’nda eğitimine başlamış…
Makedonlar hiç çekinmeden; “Size iki Kemal verdik. Biri Yahya Kemal, diğeri Mustafa Kemal” diyebiliyorlar. Ne diyebilirim ki; gururlandık. Atatürk’ü anlamayan gurusuzlara, duyarsızlara... Geçen de çok eski bir dergi elime geçti; Hayat Dergisi. 1961’de Atatürk heykeline saldıran bir meczup yüzünden ülke genelinde mitingler yapılmış..Şimdilerde, bırakın dinden ve ırktan geçinenleri; sözde aydınlar, Beton Mustafa diye espri yapıyorlar..
Atatürk’ün sevdiği Rümeli Türküsündeki Havuz’u, Terzi Hasan’ın dükkanını ve de Büyük İskender’in meydandaki heykelini göreselledikten sonra, onlarla selfi bile yaptık. Manastır güzel kent, duygulu ve gururlu kent, Atatürk’ü bağrına basan kent-Ki Makedonlar, Atatürk’ün değerini ülkemdeki dinden geçinenlerden daha iyi biliyorlar ve sahip çıkıyorlar-Kısacası, bizdeki gurusuzlara oranla çok gururlular.
Manastır çok kültürlü bir yer. Osmanlı döneminde 22 konsolosluğun bulunduğu kent. Piyano sanatçılarını çıktığı kent. Balkanların ilk sinemacıları olan ve ilk Türk sinemacıları olarak da kabul edilen Selanik kökenli “Manaki kardeşlerin (Yanaki Manaki-Milton Manaki)” olduğu kent. Dahası; ve de Sultan Reşat’ı kameraya alan, 1908'de 2. Meşrutiyet nedeniyle Manastır'da yapılan kutlamalar ve geçit törenini çeken; “Manaki kardeşler (Yanaki Manaki-Milton Manaki)” adına festivaller düzenlenen kent..
Fakat, evrensel kültür odağı Manastır duvarlarında Nazi işaretleri, birilerin ‘tekrar’ ırkçılığı körüklediğini işaretleri gibi geldi bana ve üzüldüm. Tekrar ediyorum; Bütünlüğüne dokunarak dokularına ayırdığı Balkanları hücrelerine ayırmak için küresel efendiler içerdeki işbirlikçileri ile iş başındalar gibi..
Özellikle Osmanlı 3. Ordu’sunun Manastır’da bulunmasıyla birlikte şehir gelişmiş ve birçok eğitim kurumu açılmış. Bunların başında; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda önemli rol oynayan çok sayıda önemli şahsiyeti yetiştiren ‘gezdiğimiz’ Manastır Askerî Lisesi(İdadisi) gelmektedir. Manastır Askerî İdadisi(Lisesi), günümüzde Manastır Kültür Müzesi. Müzede bu bölgeye ait arkeolojik eserler yanında, Makedon kültürüne dair pek çok kalıntı, fotoğraf, kıyafet gibi şeyleri görüyorsunuz. Binanın ikinci katında Atatürk’ün bir anı odası var.
Burada; Atatürk’ün balmumu heykeli büstü ve bazı kişisel eşyaları; hayatı, katıldığı savaşlar devrimleri veciz sözlerini içeren bilgiler fotoğraflar ve Atatürk ile ilgili Türkçe ve diğer dillerde yayımlanmış kitap broşür ve dergiler sergileniyor. Gururla geziyorsunuz. Bir dikkatı çeken ve gururumuzu katlayan; Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanmış ”Güneşin Adı: Mustafa Kemal” isimli kısa filmi izlememiz ve de; Büyük Taarruz, Sakarya Meydan Muharebesi ve Çanakkale Savaşı ile ilgili Türkçe, İngilizce ve Makedonca dillerinde anlatımları dinlemeniz.
Anı defterine şunları yazabildim: “Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk; sen salt Anadolu insanı için değil, gezegenimiz için yaratılmış evrensel bir değersin. Ne yazık ki; senin değerini dünya kabul etmişken, Anadolu’nun bazı kesimleri senin değerini bilemiyor, bildirtmiyorlar. Biri seni sürekli tekrarlıyor, diğeri eleştiriyor. Seni tekrar edenlerin seni durağanlaştırdığı gün gibi ortada.. Dünyanın özgün gelişim ve değişimini senin Anadolu insanıyla yarattığın evrensel felsefesine entegre etmek sana ve arkadaşlarına gerçek saygıdır.. Sana sonsuz teşekkürler..12 Temmuz 2018 “
Atatürk Anı Odası’na gezenlere müze görevlisi tarafından, ‘nedense’; Atatürk’ün ilk aşkı olduğu söylenen Eleni Karinte’nin ona yazdığı bir aşk mektubu veriliyormuş. Bizim tanık olmadığımız o mektübü buldum. İşte o mektüp:
[[ “Çok seneler geçti, ben halen her gün içerisinde senden haber bekliyorum. Herhangi bir zamanda mektubumu alırsan, beni hatırla ve kâğıttaki gözyaşlarımı görebileceksin. Yıllar ve olaylar geçiyor, seninle ilgili çok şeyler konuşuluyor. Mektubumu okurken, başka kadını seviyorsan, mektubumu kopar ve kendine sor: inanabiliyor mu ki, Manastırlı bir Eleni Karinte, bir günlük tanıdığı ve âşık olduğu adama bütün ömrünü harcamıştır? Ve benim seni sevdiğim kadar, o kadını o kadar seviyorsan, kendisine hiçbir şey söyleme, senin kadar mutlu olmasını diliyorum. Fakat balkondaki kızı hatırlıyorsan ve başkasını sevmiyorsan, seni beklediğimi ve ömrüm boyunca bekleyeceğimi bilmeni istiyorum… Döneceğini, beni unutmayacağını biliyorum. Babam vefat etti. Beni senden ayırdığından tam bir yıl geçti, beni eve kapattı ve bir ay çıkmama izin vermedi. Ağladım, biliyorum ki tüm kilitleri ve hapisleri boşuna harcadı… Beni evlendirecekleri adamı sadece bir kez gördüm ve kendisi bana onu sevebileceğimi sordu. Ben kendisine, ‘Hayır, ben sadece ilk aşkımı seviyorum’ dedim. Ve artık kendisini görmedim. Babam beni hiç bir zaman affetmedi ve ben de kendisini affetmedim. O zamanlardaki gibi artık genç ve güzel değilim… Tüm ömür bir gün içerisinde!.. Ebediyen seni seven ve seni bekleyen, senin Eleni Karinte.”]]
Manastır’ın Günümüz nüfusu 100 bine yakın… Atatürk’ü Atatürk yapan 4 kent; Selanik (Doğup büyüdüğü); Manastır (Askeri İdadi’yi-Liseyi okuduğu), İstanbul (Harp Okulu’nu okuduğu ) ve Sofya (Askeri ataşe). Manastır’ı M.Ö. 369’da Makedon kralı II. Filip kurmuş.
Saat; 14:30 Resen’e gidiyor ve sonrasında Ohri’de göle gireceğiz.
Resne ve Resneli Niyazi
Saat; 13:10. Niyazisi, Geyiği, Elması ve seramiği ile anılan ve de ünlenen Resne’deyiz. Balkanları ilginç kılan; TV’deki “Elveda Rumeli” dizisidir. Bu diziyle Balkanlara, özellikle de Makedonya’ya ilgi çok arttı.
Makedonya’yı ziyaret eden Anadolu insanı Makedonya’nın başkenti Üsküp’ü, Tetova (Kalkandelen), Ohri ve Resne ve sonrası, Atatürk’ün askeri okulu okuduğu Manastır(Bitola)’da sona eriyordu. Resne (Rosne- Resen) en az uğranılan yerdi. Biz oraya özellikle uğradık Resne ve Resneli Niyazi(Ahmet Niyazi bey) ve de İttihat ve Terakki’yi yakinen tanımak için. 21 Mayıs 1889’da İttihad-ı Osmani adıyla ‘Abdülhamit Hanı tahttan indirmek amacıyla’ kurulan gizli bir cemiyetten evrileşerek kurulan ve Türkiye’nin ilk partisi olan “İttihat ve Terakki(İlerici Birlik Partisi)”’nin önde gelen isimlerinden Resneli Niyazi’nin doğduğu konağı ve yaptırdığı sarayı ziyaret ettik.
İkinci Meşrutiyet’in ilanı ile Paris elçiliğine tayini çıkan arkadaşları Ahmet Niyazi’ye elçilik binasının önünde çekilen fotoğrafını gönderir. Rivayete göre fotoğrafa bir de not eklenmiştir: “Sen orada otururken bak biz burada neler yaptırıyoruz...” Buna kızan Niyazi fotoğrafta gördüğü binanın aynısını doğduğu Resne kasabasına yaptırır. Resne’de, göl elmacılığı geliştirmiş.
En ilginci de killi toprağı sayesinde ‘ortaçağda’ çömlekçilik, seramikçiliğin gelişmesi. Bu saray şimdi; modern seramik ve resim sanatının önemli örnekleriyle birlikte etnografya müzesi olarak ziyaretçilere açık. Yaşlı ve belli ki seramik sanatçısı olan bir Türk gezdirdi bizi. Binada, “Makedonya Türk Kadınlar Teşkilatı (Matukat)”’nın da bir odası bulunuyor. Resne 10 bin nüfusa sahip. Ancak %15’i Müslüman, çünkü çoğu İsveç ve Danimarka’ya göçmüş veya AB ülkelerinde çalışıyor. Tatillerde nüfus de artıyor Müslüman sayısı da..
Resneli Niyazi bey, İttihat ve Terakki(1889)’nin önde gelen yürekli liderlerindenmiş. Makedonya bölgesinde çok tanınan ve sevilen bir kişilikmiş.. Öyle ki; İttihat ve Terakki gizli cemiyetinin devrim stratejisi doğrultusunda, 3 Temmuz 1908’de Selanik’ten 200 fedaisi ile dağa çıkar ve Sultan İkinci Abdülhamit’in istibdat rejimine karşı başkaldırır…
Dahası; I. Meşrutiyet’in kapatılması üzerine harekete geçen Jön Türkler, İttihat ve Terakki Örgütü’nü kurarlar. (1889). Örgüt, II. Abdülhamit’e meşrutiyeti tekrar ilan etmesi için baskı yaptı.
Padişah meşrutiyeti ilan etmeyince, İttihat ve Terakki Örgütü’ne bağlı bulunan Niyazi Bey ve Enver Bey birlikleriyle Balkanlarda ayaklandı. Ayaklanmanın büyümesini istemeyen II.Abdülhamit, ikinci kez meşrutiyeti ilan etmiştir (1908). Ardından; meşrutiyete karşı olan ve şeriat isteyenler 31 Mart Vakası (İsyanı 13 Nisan 1909) yaratıyorlar ve İttihatçıları katlediyorlar.
Bugün ülkemin sağ siyasetlerini belirleyenler 31 Mart isyanına neden bu kitledir. Bunların tümü de Atatürk’ün Anadolu insanıyla verdiği Kurtuluş savaşında cepheden kaçanlardır… İngilizlerin desteklediği, doğrusu organize ettiği 31 Mart İsyanı Selanik’teki 3. Ordu bastırıyor Mahmut ve Enver paşalar ve de Resneli Niyazi beyle..
Arnavut asıllı Bektaşi olan Resneli Niyazi, Yunan askerlerini esir alır. Osmanlı Yunan askerlerini istiyor. Niyazi gönderiyor. Fakat Saray şımarığı, dahası 13 yaşında Albay yapılmış bir saray... Çocuğu askerlerin boyunlarına ip bağlayıp İstanbul sokaklarında dolaştırarak aşağılaması Niyazi beyin Osmanlıya öfkesini daha da arttırdı..
Resneli Niyazi dava arkadaşı Enver paşayı da terk eder: Şöyle ki; Bilindiği gibi; 1913'ten sonra İttihat ve Terakki yönetiminde çok hâkim bir konuma geldi Enver paşa ve hatta rütbesi buna uygun olmadığı halde, harbiye nazırlığı makamına kadar yükseldi. Ve de 2. Meşrutiyeti Makedonya Velez (Köprülü) kentinde halka bildirdikten sonra kendisine Enverland dedirtecek kadar insanlara tepeden bakan kişiliğe büründü. 90 bin askeri Büyük Türk İmparatorluğu kurma ideali için donarak ölümüne neden olan bu insanla da ilişkisini koparıyor ve sonunda kuşkulu bir şekilde koruması tarafından öldürülüyor.
13 Yaşında albay, bana 18 yaşında milletvekilini, Enverlend da bilmem ne “land”ı çağrıştırdı.. “Geyik Muhabbeti” ve “Ne şehittir ne de gazi, pisi pisine gitti Niyazi” deyimleri: Bir efsanedir anlatılır: Dağda, kendiliğinden yanına gelen bir geyiği sevip besliyor ve kendisinden hiç ayırmıyor. Af çıkıp İstanbul’a gelirken bile yanında geyiği olurmuş. İstanbul basını sürekli geyiği haber yaparak halkın diline düşürdü. Ve sonrası efsaneler üretilmeye başlandı. Sözde; Niyazi bey etkilenerek; anılarında, geyiğin tanrı tarafından gönderilen yol gösterici olduğuna inandığını yazdı. Geyik büyük bir üne kavuştu, Gülhane Parkı’nda halka gösterildi. Veliaht Abdülmecit bile çocuklarıyla geyiği görmeye geldi. Günlerce Niyazi Bey’in geyiği konuşuldu. “Geyik muhabbeti” lafı da buradan çıktı.
Resneli Niyazi, yeniden Makedonya’ya döndü, bir süre sonra, Arnavutluk’un Avlonya Limanı’nda kırçıllı bir palto içinde, İstanbul’a kalkacak vapuru beklerken, öldürüldü. Korumasının öldürdüğü söylenir. Öldürülme nedeni karanlıkta kaldığından kendisi için, “Ne şehittir ne de gazi, pisi pisine gitti Niyazi” deyimi insanların hafızasına kazındı.
Saat; 13:55. Ohri’ye dönüş başladı. Ohri gölünde yüzeceğiz… Saat; 18:00. Göldeyiz, serindeyiz, derindeyiz ve keyifdeyiz..Harıka güzellik, harika serinlik ve harika avcı Kormoran bizden ürken balıkları kolluyor..
BALKANLAR
7.GÜN(13 Temmuz 2018)
MAKEDONYA ÜSKÜP
Sabahın erken saatlerinde ayaktayız. 08:30’da Krater gölü olan Ohri gölünü gezeceğiz. Rehberimiz Makedon Cengiz Pakl bey eşliğinde göl gezisi başladı.
Gölü sarmalayan ve aynı zamanda ulusal park olan; Pelister, Mavrovo ve Galichica dağlarının yeşili, göğün ve gölün mavisi ile yarışırken berrak sularında bıraktığı izlerin seyrine doyum olmuyor. Öğrendiğimize göre; Makedonya ve Arnavutluk arasında yer alan Ohrid Gölü, Avrupa’nın en eski gölü. Göl alanının yaklaşık üçte ikisi Makedonya’ya, üçte biri de Arnavutluk’a ait. Biz üçte ikilik alanında yüzdük, üçte iki alanında da gezeceğiz.
UNESCO tarafından 1979’da Dünya Mirası ilan edildiğini bildiğimiz bu muhteşem gölün adını NASA’nın Satürn'ün uydusu olan Titan’ın göllerinden birine verdiğini de öğrendik. Göl kenarında bulunan Arnavutluk’taki Pogradec ile Makedonya’daki Ohri’yi görüyor, Struga şehrini göremiyorsunuz; göl gezintisinde. Bir de ne gördük biliyor musunuz? Çay, çay; 10 gündür içmediğimiz çayı gördük. Çayı bırakır mıyız?!
İçmezden önce onun ince belli simge duruşuyla selfi yaptık ve sonrasında özlem yüklü höpürdetmelerimizi gölün berrak sularında yüzdürerek, gölü 360 derece çeviren dağlara yankılattık.. Ohrid Gölü’nün albenisini bu denli artıran, çekici kılan şey ise, hem yer altı, hem de dağlardan gelen sular. Ve de sularının her 10 yılda bir yenilenerek büyüleyici kristal berraklığını koruması. Siz okuyucuları tahrik etmek için tekrar edelim: Göl, üç nehrin suyuyla beslenirken, Göl’ünde Drim nehrini beslediğini, ona aktığını belirteyim.
3 akarsu tarafından beslendiğini söyledik, fakat Ohrid gölünü asıl, yukarıda belirttiğim gibi Galicica Dağı’nın diğer tarafında yer alan Prespa gölünden besleniyor. Doğrusu, Nehir gölü, Göl’ün gölü, göl’ünde nehri, besleyen ilgin bir coğrafi olgu (Biz buna tektonik ilginçlik diyelim). Evet; Ohrid gölünü Prespa gölü, Ohrid gölü de Karadrim nehrini besliyor. Karşımızda TİTO’nun evi. Rehber Cengiz 1000 odalı saray diye bize gönderme yapıyor. Sonra sıradan bir yazlık ev diyerek espri yaptığını vurguluyor, alaylı tebessümüyle.
Belli ki batıda bile Aksaray alay konusu yapılmış. 1.5 mt kanat açıklığına sahip siyah göl kuşu Kormoran (Karabatak olsa gerek) dubalar tünemiş Ohri gölünün berrak sularını izliyor. Günde 3 kilo balık yermiş.. Kale çevresindeki eski Ohri mahallelerini ve onu izleyen yeni mahalleleri görüntülüyoruz. Gerçekten gölü ve dağlarıyla harika bir Ohri (Ohrid) izliyoruz. Saat; 09:35’te göl türü bitti. Fakat TİTO bitmiyor. Bir özelliği de doğanın yanında Doğayı sevmesi. 6 ayı kalan mahkumları, 10 ağaç dikme cezası veriyormuş. Sonrası ne mi yapıyormuş, onları serbest bırakıyormuş..
Başkent Üsküp’e yol almaya başladık; 10:20’de..
ÜSKÜP (SKOPJE)
Yahya Kemal, Mehmet Akif Ersoy ve Mustafa Kemal Atatürk’ün dedesi Hakkı Efendi gibi büyük şahsiyetlerin yetiştiği, Makedonya'nın başkenti ve en büyük kenti. Ülkenin politik, kültürel, ekonomik ve akademik merkezi olan Üsküp’ün ortasından Vardar nehri geçiyor, tüm güzelliklerin yaratmanın gururuyla. Üsküp adının nerden geldiğiyle ilgili bir söylence var.
Bana pek ciddi gelmeyen bir söylenceye göre, dahası, Evliya Çelebî’nin anlattığına göre; Üsküp’ün fethi sırasında şehirde gömülü yedi küp altın bulunmuş. Üsküp fatihi Gazi Evrenos Bey erlerine “Üst kübden alın” dediğini ve Üsküp’ün Türkçe adı buradaki “Üst küb” ifadesinin zamanla “Üsküp” şeklini almasıyla ortaya çıkmış. Fakat şu bir gerçek ki; adı; M.Ö.3 YY’daki Skopje’den gelmektedir. Üsküp, Aziz Teodor Manastırı’ndaki bilgiye göre de, 13 Ocak 1392 tarihinde Sultan Yıldım Beyazıt’ın komutanlarından Saruhanlı Mehmet Yiğit Paşa tarafından fethedilerek Osmanlı Devleti topraklarına katılmış.
Üsküp, Osmanlının Rumeli coğrafyasındaki önemli kültür merkezlerinin başındaki konumunu yıllarca korumuş. Buraya gitmek için 189 km yol kat edeceğiz. Saat; 11:30’da tekrar Manastır’dan geçtik.. Prileoe 43, Velez’e 116 ve Üsküp’e 169 km var. Mısır, tütün, ayçiçeği tarlalarından ve mermer ocaklarından geçerken şahane bir tablonun parçası gibiyiz.. Üsküp’ün %50’si Arnavut. Bir de Osmanlı döneminde getirilen Karamanlıların varlığından söz etti Enise hanımefendi. XIII.YY’da Kumanlar (Kıpçak Türkleri) tarafından kurulmuş; 60 bin nüfuslu Müslüman Kumanova kent sapağından Üsküp’e ilerliyoruz.
Duyumlarım ve şu anki Balkan gözlemlerim bana şunu söylüyor. Balkan halkı ile Osmanlı arasında 13.Yüzyılda oluşmaya başlayan bir sosyolojik bağ varmış. Ki bu kan kardeşliğine kadar taşınmış. Fakat, sömürgeci devletler ‘sömürü coğrafyasını genişletmek adına’ bu bağı; din ve milliyetçilik gibi değerleri kullanarak 18.Yüzyılda bozmuşlar ve hala bozmaya devam ediyorlar. Düşünün, ben Arnavutluk, Bosna-Hersek, Karadağ, özellikle Makedonya’da sokakta yürüyen birçok kişinin birbirine selam vermesine, en azından tebessüm etmesine tanık oldum. İnsanların, grupların, vesselam kısa kelam, ‘özdeksel çıkar yüzünden’ ulusların birbirine gerdiği, birbirinden uzaklaştığı süreçlerde bu çok önemli.
İşte hala sizinle sıcak ilişkiler kurmak isteyen bu Makedonlar, süreç içinde kurumsallaşan ve 21.yüzyılda son çırpınışları içinde olan Vahşi kapitalizmin devreye girmesiyle Osmanlıya ilk direnişe geçen ulus..
20. yüzyılda parça pinçik edilen Balkanlar hala birbiriyle uğraşıyorlar; din ve ırk temaları üzerinden. Birinin Haç-Kilise, diğerinin Cami-Mescit dikmesi bir yana, birbirlerine sınır koyup ayrıştıktan sonra, bir zamanlardaki ortak değerleri için gerilim yaşıyorlar. Örneğin, Yunanlılar ve Makedonlar salt isim yüzünden değil, Bayrak ve Büyük İskender’e sahiplenme konusunda büyük anlaşmazlıkları tetikler konumdalar.
Evet; Yunanistan ile Makedonya’nın tek sorunu isim değil. Yukarıda değindiğim gibi; Yunanistan "Kuzey Makedonya Cumhuriyeti" anlamına gelen "Republika Severna Makedonija" adını Makedonlara dayatıyor.. Sadece bu konuda değil; iki ülke Makedonyalı Büyük İskender’in temsilcisi olma konusunda da kavgalı.Neyin kavgası, anlamış değilim.
Yunanistan Grek mı, Makedon mu(Güney Slavyalılar)?
Önce bunun kararını versin. Belli ki Makedon değil. Neden Makedon olan Büyük İskender’in babası kral II.Filipe sahip çıkmıyor? Hatta; Makedon olan Rahibe Teresa’ya?!
Bir başka gerilme modu: Makedonya; bağımsızlığını ilan ettiği 1991 yılından itibaren bayrağında kırmızı zemin üzerine sarı mitolojik güneş figürünü kullanmaya başlamış. Bu figürün Büyük İskender’in babası Makedonyalı Filip’in mezar taşından alınması nedeniyle de Yunanistan’la gerginlik yaşadı. Yunanistan bu figürün kendisine ait olduğu teziyle baskı yaratınca Makedonya 1995’te bayrağındaki güneş figürünü değiştirerek son kullandığı biçime dönüştürdü. Tüm bu çabalara karşın Makedonya’nın en büyük havalimanının ismi Büyük İskender.
Ülkenin dört bir yanında İskender’i sembolize eden heykeller, caddeler ve mimari yapılar mevcut. Öyle ki; ekonomik zorluklar içindeki Makedonya başkent Üsküp’ün meydanlarını devasa, bazıları görkemli, bazıları gösterişsiz ve de anlamsız heykellerle doldurmuşlar; 200 milyon Euro harcayarak. Bunu 2006-2016 yılları arasında Makedonya Başbakanlığı yapan Nikola Gruevski gerçekleştiriyor.
Projesinin adı; ‘Üsküp 2014’. Bu projesiyle 3 köprü, 20 kamu binası ve 40 heykel inşa etmiş. İşin ilginç yanı, yaklaşık 500 milyon Euro maliyetin 300 milyonunu AB’nin karşılaması. Başta Üsküp’ün kalbi Makedonya Meydanı olmak üzere Taş Köprü’den Türk Çarşısı’na giden tüm güzergâh heykellerle çevrili. Açık hava müzesi mi, açık ara tahrik mı?!. Düşünün bronz bir heykelin maliyeti, 10 milyon Euro.
Ortalama aylık geliri 400 Euro olan Makedon bu maliyeti hangi kafaya hizmet üstleniyor?!
İnsan’ın aklına gelmiyor değil, acaba batı 3. Haçlı seferine Üsküp’ten mı başlayacak?! Lafa ola beri gele, zannetmiyorum, fakat Arnavut inadı derler ya, ben de Makedon inadı daha büyük inat diyorum. Bir bakmışsınız, nesil ki 1:50’lik İskender dünyanın yarısına egemen oldu, 1:50 (25.713 km²)’lik Makedon devleti tüm Makedonya’ya egemen olsun,
AB deyince, serbest dolaşım hakkından sonra Makedonların büyük kısmı göçüyor. Bunun önüne geçmek için olsa gerek; 4 çocuk doğuran anne ‘işi olsun olmasın’ emekli ediliyor ve maaş bağlanıyor.
Halk ruhsal bağlamda da rahatsız. Akıl işi mi, dahası evrensel aklın işi mi duvarlarda Hitler işareti gamalı haç (Swastika) çizmek! Bir başka dikkatimi çeken, Makedonya’da Fetullah Gülen okullarının kapanmadığı. Yahya Kemal Koleji 3 şubesiyle duruyor. Sadece Türk ve Arnavut Müslümanlar değil, Hıristiyanlar da öğrenci veriyor bu koleje.. Düşündürücü olmanın ötesinde bir şey..
Makedonya halkı; Arnavut, Bulgar, Yunan, Türkler, Romanlar, Pomaklar ve Törbeşler’den oluşuyor. Makedonca, Arnavutça ve Türkçe konuşuluyor. Torbeşler ilginç bir halkmış. Söylentilere göre 1 Torba karşılığında dinini değiştiren çıkarcı, cimri ve de acımasız, fakat çok zengin bir etnik gurup. İnanmak istemiyorum, fakat bir torba hurda (çökelek) karşılığında ve kılıç zoru ile Müslüman oldukları söylenir. Adlarının da buradan..
Hakan Şükür’ün Torbeş olduğunu duyunca değil de, Futboldaki ve siyasetteki özdeksel çıkar duruşlarıyla bu denli örtüşmesine şoke oldum. Doğru veya yanlış, bilemem. Benim için esas olan insandır ve de karakterdir. Torbeşler Bursa’da çokmuş..
Ve Üsküp’teyiz: Üsküp sizi Vodna (çıplak) dağı ve üzerindeki ‘Hıristiyanlığın en büyük Haçı karşılıyor. Milenyum Haçı deniyor. Haç, 66 mt yüksekliğinde ve 33 katlı, çünkü Hz. İsa 33 yaşında çarmıha gerilmiş.. Yapımını Makedon Ortodoks Kilisesi üstlenmiş(2002). Hıristiyanlığın 2000. yılı şerefine gövde gösterisi amaçlı yapıldığı söyleniyor. Haçın yapımı esnasında Avrupa’daki çeşitli Hıristiyan ülkelerin yanı sıra Amerika da destek olmuştur. Sanki birileri dini yeniden bulguluyor ve de kaşımaya başlıyor.
İyi de ülkemdeki cami çokluğunda Arap katkılarıyla Ankara ve İstanbul’a devasa camiler, hatta Tiran’a devasa cami inşa etmek ne oluyor? Ne olacak ki; 3. Haçlı savaşına giden yolun taşları döşeniyor!!
Ötele yerleştik ve başladık turlamaya: 26 Temmuz 1963 yılının 6.1 şiddetindeki depreminde büyük hasar gören tren istasyonundayız. Gar saatı deprem saatı 06:17’de duruyor. Ve bir daha düzeltilmiyor 05:17(Bizde;03:02) ve de günün felaketini simgeleyen saat olarak bırakılıyor. Sonradan bu gar, Üsküp Şehir Müzesine dönüştürülmüş. Depremde şehrin %80’inin yıkılması, iki bin kişinin ölümü ve yüz bin kişinin evsiz kalışı yıkımın boyutlarını gösteren değerler. Ayni zamanda tren istasyonunun duruşu, Makedonlar için büyük bir yas ve hüznün sembolü gibi...Makedonya bölgesi tam arı slav ırk olarak düşünülmediği için, TİTO’nun hizmet götürmediği söylenmektedir.
Antrparantez;
[[ Tarihi yapıların Balkanlarda da fazla saygı görmediği bir gerçek..Bunun temel nedenleri arasında Batıl inançlar gelmekte. Batıl inançlarının batı kökenli olduğunu söylüyor Enise Özdemir hanımefendi. Bilindiği gibi; İlk çağlardan beri her toplumdan insanlar gerçeklik payı olmayan, korkuları, çaresizlikleri, eski gelenekleri gereği genellikle doğa üstü olan olaylara inanırlar. Batıda eğer fresklerdeki göz, kulak kazınmışsa bilin ki batılı birileri kazımıştır, çünkü kazındıkları göz ve kulak parçaların suda kaynatıp içtiklerinde o uzuvlardaki rahatsızlıkları geçermişsin diye..]]
Osmanlı döneminde M.Reşat caddesiolan Mareşol TİTO caddesi şimdi Makedonya caddesi olmuş. Fakat herkes Mareşal TİTO caddesi diyor. Nişantaşı benzeri bu caddeden heykeller meydanına yaklaşıyoruz. Dahası, Osmanlı döneminde Gazi Menteş meydanı olan Büyük İskender(Alexander) ve Mareşal TİTO meydanı şimdilerde Makedonya meydanı(1991 sonrası).
Halk TİTO döneminde Revü Meydanı diyor. Meydana yaklaşmazdan sağımızda; Rahibe Teresa Evi: İnsanlık için yaptığı özverili çalışmalar ile tanınan ve 1910 – 1928 yılları arasında Üsküp’te yaşayan Rahibe Teresa adına yapılmış. Ev, Rahibe Teresa’nın vaftiz edildiği Hz. İsa Roma Katolik Kilisesi’ne yakınında. Ve karşınızda tüm görkemiyle Büyük İskender heykeli.
Revü, yani TİTO Meydanındayız. TİTO zamanında tüm etnik grup kızları akşamları bu meydanda saat yönünde, etnik grup erkekler de tam tersi istikamette iç içe iki daire halinde yürür, birbirini beğenenler göz göze gelir tanışır ve sevgili olurlarmış. Günümüzde bu romantik meydan dinden ve ırktan geçinenlerin antidemokratik meydanı olmuş. Yani romantizm yok edilmiş. TİTO gidince yeniden dinden ve ırktan geçinmeye başlamış, küçük beyinler. Makedonlar kilise, Müslümanlar da bu meydana Camii yapmak istiyormuş. Gençler, özellikle Mühendis ve mimarlar, öğrenciler her ikisine de karşı..
Enise hanım uyarıyor. Sakın Heykeller meydanında 2 dakikadan fazla durmayın birileri resminiz çeker veya selfi yapar heykel sanarak..İstanbul Beyoğlu’ndaki Balmumu müzesinde yaptığım aklıma geldi; insanların benimle resim çekinmek için sıraya girdiği ve yürümeye başlayınca insanların kaçıştığı an..Burada da dikileyim dedim fakat korktum etrafta çokça enik yavrusu vardı:
Üsküp; 1392 yılında Osmanlı egemenliğine girmiş ve 500 yıldan fazla bir süre topraklarımız arasında yer almış bir kent.
Osmanları yapıları bu gerçeği adeta haykırıyor. Örneğin; Yavuz Sultan Selim ve II. Beyazid’in veziri Mustafa Paşa tarafından Kalenin karşısındaki tepede, çevresine hakim bir konumda yaptırılan eski Osmanlı camilerinden biri olan Mustafa Paşa Camii (1492). 47 metre yüksekliğindeki minaresiyle ihtişamlı camii. Hemen yanındaki Kum saatleri benzer aygıt doğa felaketlerini bildiriyormuş. Caminin yanındaki türbede Mustafa Paşa ve kızı Ummi Hatun’un kabirleri varmış..
Vesselam kısa kelam; Üsküp Davut Paşa Çifte Hamamı, IV.Murat Hamamı, Yeni Hamam, Kapan Han, Kurşunlu Han, Sulu Han, Üsküp Saat Kulesi, Taş Köprüsü, Mustafa Paşa Camii, Murat Paşa Camii, Pirlepe Camii, Alaca Camii eserleri Osmanlı yapıları olarak karşınıza çıkmaktadır...
388 km uzunluğunda olan ve Makedonya’da 301 km, Yunanistan’da 87 km akan Vardar nehri su potansiyeli (174 metreküp/s) en yüksek nehir. Vardar nehri tüm ihtişamıyla değil, tüm perişanlığıyla karşımızda. Yüzü sapsarı. Etrafi modern binalar ve heykellerle bile iyileşememiş bir nehir. Vardar nehri Üsküp’ü doğu ve batı diye ikiye ayırıyor. Türk mahallesi batı tarafında.
Makedonya Kralı II. Philippos (Philip) ve kendisinden sonra kral olan oğlu Büyük İskender: 46 yaşında ölen II. Philippos (Philip) (M.Ö. 382), dağlı kabileler tarafından öldürülen ağabeyi Perdikkas’ın yerine MÖ 359 yılında 23 yaşında Makedonya karlı oluyor. Yunan dünyasında hatırı sayılır güç olmasına karşın, daha kültürlü güneyin kent devletleri olan Korintliler, Atinalılar ve Spartalılar kendisini ve ordusunu hep vahşi, dağda yaşayan barbarlar olarak görmüşlerdir. Evet vahşi saldırgan ve cinsel tercihlerinde abartılı bir şekilde özgür kişilik. Öyle ki; kendisiyle yatmak isteyen herkesle, erkek-kadın ayırt etmeden yatma arzusuyla tanınıyordu. Dahası; İlk karısı ve Büyük İskender‘in annesi Olempia, Dionysius tapınağı rahibesi, yani bugünkü söylemle tapınak fahişesiydi.
Yunanlılardan savaş eğitimi almış büyük bir savaş taktisyeni komutan ve de cesur. Ordusunu savaş alanına kendi götüren askeri bir lider.. Yunanistan’ı tümüyle ele geçiren bir başarının sahibi.. Yunan kent devletlerini Korinth’e davet etti. Isparta dışında tüm davet edilen devletler bu görüşmeye katıldılar. Katılanlarla “Hellenler Birliği”ni meydana getirdi. Filip birliğin başkanı ve birlik ordusunun “hegamon”u yani başkomutanı seçilmişti. Bütün Yunanlı’ları Pers‘lere karşı savaşa davet etti.
Bu seferin amacı Anadolu Yunanlı’larını Pers boyunduruğundan kurtarmaktı. Bu hazırlıklar içindeyken; kızı Kleopatra‘nın düğününde, kesin olarak bilinmeyen bir neden yüzünden asiller tarafından bir suikastta 46 yaşında öldürüldü. Söylenceler göre; Kral II.Filip; karısı Yunan asilli Olempia’dan doğan İskender’i yarı Makedon olması nedeniyle Kral olmasını meşru görmüyormuş. Bunu bilen İskender babasına suikast düzenlemiş ve tahta geçmiş. Annesi Olimpia’nın bu komploda pay sahibi olduğu fikri de, soru işareti olarak akıllarda kaldı.
Büyük İskender (III. Aleksandros): 32 yaşında ölen ve MÖ 336 - MÖ 323 yılları arasında Makedonya kralı olan, doğduğunda tüm tapınakların yıkıldığı söylenen, Kahinlerin babası II.Filipe:” Yeni doğan oğlun savaşlarda yenilmek nedir bilmeyen bir komutan olacak!” dediği, kentlere adı verilen, kentler yıkan, fakat 70 kadar kent kurduğu söylenen, Mısır’da İskenderiye, Anadolu’da İskenderun kentini kuran ve de dünyada en çok ismi konulan gezegenimizin gelmiş geçmiş en büyük imparatoru. Biz Büyük İskender diyoruz.
Tarihte; İskender Rumî, İskender Yunanî ve Makedonyalı İskender adlarıyla da geçmektedir. Asıl adı; İskender’i çağrıştıran Alexsandros..Düşünün; adı büyük, yaptıkları büyük 1:50 boyunda ve en az babası kadar acımasız, cesur ve biseksüel, fakat müthiş bir zeka. 1:50 boyu asla zekasını belirlemez, fakat 20 yaşında tahta çıkan ve 12 yıllık krallığı döneminde; İyonya’yı, Hellespont’u (Çanakkale Boğazı), Frigya’yı, Kapadokya(Güzel atlar ülkesi; Nevşehir, Kırşehir, Aksaray, Niğde, Kayseri)’yı, Paflagonya (Zonguldak, Bartın, Kastamonu)’yı, Lidya’yı, Karya (Güney Ege)’yı, Likya (Antalya-Muğla)’yı, Pamfilya (Antalya ovası)’yı. Fenike (Doğu Akdeniz)’yi ve Mısır’ı, Libya’nın Yunan kısmını, Arabistan’ın büyük bir bölümünü, Suriye’yi, Mezopotamya’yı, Babil’i ve Susa (Tunus-Cezayir)’yı; Pers (İran) diyarını ve Medya (İran’ın kuzeyi ve Azerbaycan güneyi)’yı, Hazar kapılarının ardındaki toprakları, Kafkasları, Tanais (Rusya ve Azak denizi çevresi)’yı, Hyrcanian’ı (Hazar ve Hazar Denizi’nin); İskitleri, İnduslar ve Hydaspes (Hindistan’da bir bölge), Acesines ve Hydraotes (Pakistan’da bir bölge) topraklarını fethedebiliyor.
Kimsenin binemediği huysuz atların gölgelerinden korktuğunu anlayıp onların yönünü güneşe çevirerek sakinleştirme zekasına sahip (Ünlü atı; Busefalus’u bu şekilde sakinleştirmiş)- Ünlü filozof Aristo’nun kişilik kazandırdığı Homeros’u rehber edinen-Genç yaşta savaş sanatını tüm ince detaylarına bilen ve 16 yaşında, ilk savaş tecrübesini yaşamış ve bu yaşta ilk zaferini elde etmiş- Ünlü düşünür Diyojen’den, “Bir isteğin var mı?”
diye sorusuna; “Gölge etme, başka ihsan istemem” cevabını aldığında ;“İskender olmasaydım eğer, Diyojen olmak isterdim” diyecek kadar düşünen insanlara saygılı ve de; ordusuna mühendis, mimar, bilim adamı ve tarihçileri de eşlik ettiren bilgiye saygılı - Savaşta hayatını kurtaran arkadaşı Kleitus’u öldürecek kadar kendini haklı gören ve kendine güvenen
- Çanakkale’de Aşil’in mezarını ziyaret edip onun savaş kalkanının alacak kadar tarihin efsanelerine saygılı- Fethettiği kentleri fiilen kendisine bağlayan, ancak kendi içlerinde demokrasiler kurmalarına izin verme erdemine sahip- Beraberindeki aydınlara, gittikleri tüm bölgelerde Yunan kültürünü kurduran ve yaydıra
- Ordusuyla Frigya’dan geçerken, Asya’ya hükmedecek kişinin çözebileceğine inanılan Ankara yakınlarındaki Gordion (Kördüğüm) düğümünü, kılıç darbesiyle kesip, pratik zeka yanını da gösterebilen- Yenilen Perslerin teklifi karşısında komutanı Parmenion’un “İskender’in yerinde olsam teklifi kabul ederdim” dediği, ancak buna karşılık İskender’in “Parmenion olsaydım, ben de kabul ederdim” yanıtıyla hazır cevap bir zekaya sahip olan-Dünyanın en büyük komutanI ve askeri dehaları arasında sayılan
- Doğu efsanelerinin neredeyse tümünde adı geçen İskender’in ne denli bir deha olduğunu gösteriyor. Öylesi bir deha ki; zekası, cesareti ve savaş yeteneği ile adeta mitolojik gizemli bir güç. Adeta, yaşadığı zamanından çok zaman ötesinin güçlü bir figürü. Dahası paralel zamanın zamanımıza gönderdiği üstün süper akil bir kimlik. 1.50 boyunda bir zeka küpü, evrensel efsane..Ve mit..
[[ Tarihi dizilere katkı bir Vardar öyküsü size: Vardar nehrinden çok “Vardar ovasını” duyduk ve bildik. Özellikle türkülerde. En bilinen “Vardar türküsüdür”. Türkünün hüzün dolu öyküsü anlatılır:
“Osmanlı devletinin büyüme ve genişleme süreci(1371) yaşanıyor. Osmanlı İstanbul’u fethedememiş, fakat Anadolu'yu fethettikten sonra, Rumeli’ye yönelmiş. Öncesi, Rumeli’nde karargah kurmuş Alperen dervişler, fethin altyapısını hazırlamak için gönülleri fethediyorlar… Ve kuşatma başlıyor: Devir, I.Murat devridir. Osmanlıya Makedonya’nın kapıların açan Cirmen zaferi(26 Eylül 1371) öncesi ordular Vardar ovasına otağlarını kurmuştur.. Vezir Çandarlı Ali Bey de otağında paşaları dinliyor. Kuşatmanın devam ettiğini ve çevre köylerden, kasabalardan halkın Osmanlıya sığınmak için ovaya akın ettiğini öğreniyor. İlgilenmesi ve süreci yönetmesi için, kendisinden sonra vezir-i azam olacak oğlu Çandarlı Halil paşayı görevlendiriyor. Osmanlıya sığınmak adına ovaya köylerden, kasabalardan ve kentlerden insanların akın ettiği dense de, ürkek ve hüzünlü, aman dileyen genç yüzler ovaya hakim. Evet; kalabalığı köylerden, kasaba ve kentlerden zorla toplanan kızı erkek tutsak gençler oluşturuyor. Ailelilerinden koparılmışlardır ve büyük bir hüznün içindeler; umutsuzca ürkek-ürkek olacakları beklemektedirler…Rüzgarda savrulan ve yüzünde toplanan altın sarısı saçları, ılgıt-ılgıt esen rüzgarda savularak akşam güneşi ile ışıldıyor, mavi gözleriyle birlikte. Genç kız umutsuzluk ortamında umutsuz gözlerle bir el uzansın istiyor. O el uzandı da. Onun çaresizliğini izleyen Çandarlı Halil kalabalığa değil kalabalığın önündeki kıza doğru yürümeye başladı. Kıza elini uzatarak kalabalığın içinden kendine çeker ve onu otağına alır. Kız kazanmıştı, Ordu ile birlikte kız İstanbul’a döner; Balkanlardan getirilen bir yığın insanla… Zorla, baba ocağından ve anne kucağından alınan bu insanların özlem yüklü kavuşma istemleri ölene dek devam etti. Çandarlı Halil Paşa’nın sahiplendiği kız, Halil Paşayı çok sevip bağlanmasına karşın yurt özlemi hiç bitmedi. Kız, ailesini, kardeşlerini, arkadaşlarını,Vardar ovasını, Maya dağını hiç aklından çıkarmadı, hep yaşattı onları yüreğinde ve zihninde. Özlem yüklü sevgiyi, efendisine olan sevgisiyle harmanlayıp hüzünlü günlerini yaşamayı sürdürdü.Yıllar sonra. Fakat, bütün Balkanların 500 senelik Türk hakimiyetine giren savaşta Padişah 1. Murat kaybedilmiştir. 23 Haziran 1389 yılında Kosova ovasında yapılan 1. Kosova savaşında; Sırp Despotu Lazar’ın damadı Miloş Obiliç, sultanın elini öpüp Müslüman olmak istediğini belirterek I. Murat'a yaklaşmış ve onu ani bir hamleyle hançerleyerek şehit etmiştir. Bu kızın tüm umutların bitirmiş ve bir gün sarayın balkonunda ‘tüm özlemler , umutlar’ söz oldu dökülüverdi, türkü oldu boğazın sularından geçerek karşı yamaçlarda yankılandı. İşte o türkü asırlardır Anadolu’da, Balkanlarda yankılanmaktadır: [[ Maya dağdan kalkan kazlar-Ak topuklu şirin kızlar-Yarimin yüreği sızlar-Eğlenemem aldanamam Ben bu yerlerde duramam/Vardar ovası, vardar ovası-Kazanamadım sıla parası/Maya dağın yıldızıyım-Ben annemin bir kızıyım/Vardar ovası, vardar ovası-Kazanamadım sıla parası/Efendimin sağ gözüyüm-Eğlenemem aldanamam Ben bu yerlerde duramam/Vardar ovası, vardar ovası Kazanamadım sıla parası..]]
500 yıl Osmanlı'nın olan Balkan topraklarından sadece o sarışın mavi gözlü, narin elli, ince belli kızın türkü sözleri kaldı ve hala o günkü özlem yüküyle yankılanır durur..
Vardar Nehri‘nin ikiye ayırdığı kentin bir tarafında-Ki burası eski şehir ve burada Arnavutlarla Türk azınlığı yaşamakta-,Türk Çarşısı ve yukarıda belirttiğim Osmanlı eserleri yer almaktadır. Nehrin diğer tarafında, dahası Yeni şehir denen yerde ise dini ve etnik kökeni farklı, Müslüman olmayan Makedon halklarının tarihi yapı ve benzetmelerini içeren yapıları, heykelleri, kilise ve müzeleri gördük ve görselledik ve de yazdık..
Roman mahallesi; Gerçek adı Bahriye Tokmak olan Kibariye’nin kökeni olduğu söyleniyor.. Hatta ve kata buradaki Roman mahallesinde doğmuş.
14.5 metre uzunluğunda ve 30 mt yüksekliğinde Büyük İskender Heykeli tüm görkemiyle bizi karşıladığını belirteyim.. Heykelin etrafında 2.5 metre boyutunda 8 bronz aslan heykeli daha vardır. Bunun dördü çeşme olarak dizayn edilmiştir ve müzik dinleyebiliyorsunuz..
II.Filip heykeli ve kaidenin dibinde oğlu Büyük İskender kucağında karısı Olimpia.. Arkeoloji müzesi ve Ristik Sarayı, Makedonya Mücadele Müzesi, Makedonya Ulusal Müzesi, Yahudi Soykırım Muzesi ve heykeli(Burası aynı zamanda Yahudi mahallesi), Üsküp kalesini inşa eden Doğu Roma İmparatoru I. Justinian heykeli, Osmanlı ayaklanmasının öncüsü Gotze Delçev heykeli, Bulgar İmparatoru Çar Samuil, Kiril alfabesini bulan Cyril ve Methodius kardeşler, Rahibe Teresa, 10 günlük Kruşevo Cumhuriyeti'nin lideri olan Bulgar-Makedon devrimci ve “İç Makedon Devrimci Örgütü (IMRO) üyesi” Nikola Karev ve ona bağlı Pitu Guli heykelleridir.
Antrparantez:
[[ Ve ilginçtir ki Osmanlı’ya isyan eden tedhiş sabotajcılarının ve ellerinde bıçakla, kılıçla canlandırılan Bulgar eşkıyalarının heykelleri bu figürlerin en gözde örneklerindendir. Heykeller ve haçlarla zorla kazandırılmaya çalışılan bir Makedon kimliği, bence salt Türklere değil Balkan ülkelerinin tümüne kabul ettirilmeye çalışılan bir duruş. İşin ilginç olanı; Makedonya, Yugoslavya’dan ayrılıp bağımsızlığını ilan ettiğinde, ‘Osmanlı döneminde ilk isyan edenler olmasına karşın’, ilk tanıyanın ve elçilik açanın bizim olması. Bunu anlamak zor. Onlar bunları yapınca biz de TİKA aracılığıyla orada Osmanlı yapıların restore ediyoruz veya Cami inşa ediyoruz..]]
“Gez-Gör-Yaz” etkinliğine tüm hızıyla devam ediyoruz: Aziz Ohrid Kliment Katedrali ve bir kısmı yerin altında olan ve Mustafa Paşa Camii'nin yalnızca birkaç adım ilerisinde yer alan Aziz Saviour(St. Spas) Kilisesindeyiz. Kilise, küçük bir avluya sahip. Avluda, Makedon bağımsızlık hareketinin önemli ulusal kahramanı kabul edilen Gotze Delçev'in mezarı ve küçük bir müze bulunuyor. 19. yüzyılın başlarında yıkılan bir kilisenin bulunduğu yere inşa edilen Aziz Saviour Kilisesi’nin ikonları 19.yüzyılın en iyi ahşap sanatçılarının eseri. Ceviz ağacının gövdesine oyulan İncil bu ahşap sanatının somut örneği.
Ve öğle yemeği için, aşağıya Türk çarşısına iniyoruz., Arzu Çalhan ve Yüksel Çalhan ve de güzel kardeşler Bahar Ultay ve Tahsin Caner Ultay ile lokantadayız, siparişlerimizi söyledik; Güveçte kuru fasulye, eh, köfte de eh fena değildi. Fakat, Yüksel Çalhan beyden küçük bir domates parası istemeleri konukseverliklerinin değil de para severliklerinin göstergesi idi.
1963 yılında meydana gelen depremi büyük ölçüde hasarsız atlatmış, sadece yayalara açık olan ve 12 kemerli 244 mt uzunluğunda 6 mt genişliğindek “Taş Köprü”. Köprü, Vardar nehri üzerinde 2 yakayı birleştiren köprü. Köprünün Mimar Sinan’a 15.Yüzyılda I.Murat tarafından yaptırıldığı söylenmektedir. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, Fatih Köprüsü, Vardar Köprüsü, Duşan Köprüsü adları, her ırkın sahiplenmeye çalışılıdığının belirgin örnekleri...
1912 yılından itibaren sistematik bir şekilde, köprüdeki Osmanlı-Türk mimari öğelerini kaldırıp, kendi kültürlerine mal etmeye çalışıldığı savlanıyor. En son köprüdeki mihrabı kaldırarak bu emellerine ulaşmaya gayret etmişler. Sonradan; Kamuoyunun baskısıyla köprü mihrabını kötü bir restorasyonla yerine koyma zahmetinde bulunmuşlar. Köprünün hemen yanındaki Golse Delchev köpüsü var. Burası Osmanlıya karşı başlattıkları isyan noktası. Bitişiğinde özgürlük anıtı yükselmektedir..
Yeni yapıların diş cephesi genelde, roma antik üslupla yapılıyor. Restarosyanlar Türk firmaları inşa ediyor, fakat cepheler dökülmeye başlanmış. Otoban inşaatlarında da varlar. Halk bankası şubeleri dikkat çekiyor. Bir dikkati çeken olgu da; köprü üzerinde kitabenin olmaması. Batılılar değil de, Osmanlı her köprüye bir kitabe yapardı, köprünün kimliğini belli eden.
13 Ağustos 2018’i 20:45’te gideceğimiz Makedon gecesinde bitireceğiz ve 14 Ağustos 2018’i alacağız: Saat; 20:45, Makedon gecesindeyiz. Güzel Makedon ezgileri dinledik. Fakat Kadriye hanım cereyanda kalınca hastalandı ve Ankara’ya dönünceye dek ayakta kalmanın savaşını verdi ve de her zamanki gibi kazandı..
BALKANLAR
MAKEDONYA ÜSKÜP MATKA KANYONU VE MAKTA BARAJ GÖLÜ
Cennetin kapılarına giden yol. Siz eğer cenneti görmek istiyorsanız, cennete giden Matka kanyonundaki cennet yolundan geçmek zorundasınız. Bu cennet zorunluluğunu yaşayarak geçtik; birçoğu Matka bölgesine özgü olan, bitki ve hayvan türünü, ille de 77 endemik kelebek türlerinin bazılarını, kuşları izleyerek..
Matka Kanyonu, Üsküp’ün yaklaşık 15 km güneybatısında Treska Nehri’nin Vardar Nehri ile buluştuğu alanda konuşlanmış.. 5 bin hektarlık alan kaplayan kanyonun içinde yer alan Matka Gölü, 1937 yılında inşa edilen barajın yarattığı ülkedeki en eski yapay göl. Matka’da bulunan bitki türlerinin yaklaşık %20’si sadece burada bulunur. Kanyon 77 endemik kelebek türünün ev sahibidir. Kanyonda yaşamakta olan akbaba ve kel kartallar da yasalarla koruma altına alınmış.
Kanyonda derinlikleri birbirinden farklı 10 mağara bulunur. Bunlardan bir tanesi de dünyanın en derin yeraltı su mağarası olduğu ifade edilen Vrelo Mağarası. Mağaranın içinde birçok sarkıt mevcuttur. Mağaranın sonunda iki adet göl vardır. Treska Nehri’nin sağ kıyısında yer alan Vrelo Mağarası; “Doğanın Yedi Harikası Projesi” nde de aday olarak gösterilmiş.. Doğal güzelliklerin yanı sıra kanyonda orta çağdan kalma kilise ve manastırlar gibi tarihi yapılar da yer almaktadır. Bunlar Matka Manastırı, Aziz Nikola Manastırı, Aziz Andrew Manastırı’dır…
Doğa sporları açısından da Makedonya’nın en çok tercih edilen yeridir Matka Kanyonu. Mayıs ve Ekim ayında hizmet veren Kanyondaki dağcılık kulübünden faydalanarak, farklı zorluklara sahip rotalarda kaya tırmanışı yapabilir, nehirde kano veya tekne turuna katılabilir veya yürüyüş parkurları boyunca ortaçağdan kalma kilise ve kaleleri keşfedebilirsiniz.
Arnavut köylerinin yer aldığı (Balkan köyleri bile bizim köylerden düzenli ve bakımlı) Gllumove bölgesini izleyerek Matka’ya geldik.. Matka’nın anlamı rahim, doğuşu simge ediyormuş. Yürümeye başladık Treska nehrine koşut. Önce Matka barajı selam veriyor size uzaktan, ardından cennet vizesi için cennet takından geçiyorsunuz. Takı geçince, Kano iskelesi “hoş geldiniz, buyurun cennet gezisine” diye sesleniyor. Siz de; “Hoş bulduk, hoş bulmasına da biz cennet yolunda yürümek istiyoruz” diyerek yolumuza devam ediyoruz.
Cennet yolundasınız artık. Antika objeler ve de eski kitapların olduğu tezgahlara göz selamı veriyorsunuz. Cennet yolunda; TİTO ve Enver Hoca kitapları. Baraj gölü kıyısındaki Restoran’da soluklandık. Burası aynı zamanda manastırların olduğu yer. Enerji topladıktan sonra tekrar bir grup yola çıktık. “Kadriye ve Ececan; “Biz yokuz, bize bu kadar cennet yeter..” diyerek beni cennet yoluna saldılar. Arnavut kaldırım ve yarı beton patika yolda ilerliyoruz. Resim için objektife bakmaya, kare ayarlamasına gerek yok, sadece fotoğraf makinenizin objektifini doğaya tutun ve deklanşöre basın, çünkü her kare bir cennet tablosu...
Patika yolda, sizi çelik el arabasıyla yük taşıyan veya çöp toplayan görevlilere rastlıyorsunuz, yol veriyorlar, çünkü yol patika ve dar. Kısacası bakım güzel. Patika yol daha da daralarak ve taş satıha geçerek tehlike sinyalini verdi. Yerde gömülü sivri taşlar ve de ayağınızı kaydırıp merkezkaç kuvvetinizi bozarak sizi göle savuracak taş kırıntıları var..
[[ Ben bunları etüt ederken ayağım kaymasın mı!? Gölde buldum kendimi. Yüzme bilmiyor, bağırıyor, fakat kimseye sesimi duyuramıyorum.. Kendimden geçmişim. Gözümü restoran’da açtım. Düşüş sonrasını anımsamıyorum. Sağ olsun, göl sesimi duydu da beni baygın olarak restoran’a kadar sürükledi..Doğaldır ki büyük bir panik ve yalan..]]
Elbet böyle bir yaşanmışlık yok, fakat ayağımın kayıp yere düştüğüm doğru. Sağ olsun Giresun-Görele’den Ankara’da yaşayan Hukukçu müfettiş kardeşim Eray Alarçın göle düşeceğim noktada elini uzattı.. Cennet yoluna devam.
Cenneti toptan istiyorum, çünkü günahlarım çok.. anlatılması en zor güzellik, kimi yerde görkemli, kimi yerde zarif ve narin ve de yakışıklı bir doğa bütünselliği. Kuş sesleri ve kelebek uçuşları eşliğinde, özlenen bir dinginlik ve sessizlik yaşıyorsunuz.. Sessizlik öylesine güçlü ki Kelebeğin kanat çırpmalarını duyabiliyorsunuz.. Neden birileri bu cennet sessizliğini bozacak cehennem gürültüsü çıkarırlar ki?!
Bizimkisi Kanyon gezisi değil, Kanyon tabanı suyla dolu olduğu için yapay göl kıyısındaki patikada yürümek.. Yalnız yürümek yanlış; uçurum yüksekliğinde patikadan göle düşmeniz sizi kanyon derinliğine çekebilir.. Kanyondaki son kanoyu izliyorum, onlar dönerse döneceğim. Ve öyle yaptım, saat 12:30’da Matka gezimiz bitti. Dahası Balkanlar..
Sağolasın Enise Özdemir. Sağolun sevgili arkadaşlar.. Biz Lazlarda bir özdeyiş vardı; “Acı, macı fakat yine de meyvelendik..” Evet; Balkanlar acı, macı ama yine de gezdik. Özellikle TİTO zamanında olgunlaşmaya başlayan ve Avrupa’nın üçüncü ülkesi konumuna geldiği noktada Yugoslavya koparıldı. Ve, ardından ham meyveler bitiverdi; bu hamları ham edenlerin yarattığı siyasi ve ekonomik iklimde hamların olgunlaşacağını düşünmüyorum.
Evet; olgunlaşmaları çok zor. Bir Haç ve Kilise dikiyor veya tarihi yapılarını onarıyor diğeri Camii yapıyor ve tarihi yapıları onarıyor... Biri tarihi kimliklerin heykellerini ve müzelerin açmaya başladı. Diğeri de başlar yakında.. Yol iyi bir yol değil; 3. Haçlı yolu..
Her gezi insanı; yeni coğrafi güzelliklere ve yeni güzel insanlara ulaştırır, yeni kültürlere.. Yeni dostluklar, arkadaşlıklar kazanılır.. Bu evrensel bir süreçtir.. Biz bu süreçte 27 dost tanıdık. Bugüne dek tanıdığım en hoşgörülü, kendisiyle barışık, selam almasını bilen, konuşmasını bilen 27 güzel insan ve bu güzelliği daha da güzelleştiren Enise Özdemir..
Bizle birlikte 30 güzel insan 7 güzel gün yaşadı. İşte o güzel liste:
[[ Kadriye Çorbacıoğlu, Ececan Çorbacıoğlu, Şevket Çorbacıoğlu—Dilek Arzu Çalhan, Yüksel Çalhan---Aysel Şebnem Yar, Seyda Sinem Yar---Elif Esmer, Egemen Onur Esmer--- Bedriye Tüfekçi, Erdal Tuna Tüfekçi, Zulal Ebrar Tüfekçi---Ferde Altay, Kasım Altay---Esra Altıok---Safiye Anaz, Dilara Müzeyyen Anaz---Akgül Akça---Ebru Can---Rabia Gökçe Alarçın, Eray Alarçın---Perihan Ulukara, Bekir Ulukaya---Beril Gönüllü---Bahar Ultay, Tahsin Caner Ultay---Ergül Erkurtoğlu---Busra Nur Altun---Meryem Çakır---Tuğba Çavuşoğlu..]]
Adı reklam olacak fakat ETSTUR bu işi çok iyi yapıyor. Kim ne derse desin sahibinin Bakan yapılmasını gündeme getiren akıl, çok akıllı bir iş yapmış.. Tatil ‘gerçekten’ ETSTUR’dan sorulmalı.. (13 Ağustos 2018. Saat 13:44-Ankara-Çankaya)
Teknopolitikalar Platformu
evesbere@gmail.com
GSM: 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder