ATATÜRK
“EVRENSEL KURTULUŞ FELSEFESİ”’Nİ YAZDIĞI SAMSUN’A 19 MAYIS 1919’DA, BEN İSE 19 AĞUSTOS 1958’DE ÇIKMIŞIM
19 Mayıs 2021
19
Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımızı kutluyorum.
17
Mayıs 1958’in baharında Arhavi-Kavak
köprüsünden Samsun’a gitmek için Çavuşoğlu burunlu otobüsündeyiz. Otobüs o
denli büyük geldi ki bana ürküntü içindeyim, aynı zamanda üzüntü içinde de..Çünkü
7 sene koynunda büyüdüğüm Babaannem Asiye’den ayrılıyorum ve Anne Babamla ilk
kez beraber olacağım, fazla tanımıyorum da.. Babaannem Asiye Çorbacıoğlu ve
sevgili amcam Şefik Çorbacıoğlu yolcu ediyor. Otobüsün içindeyim, yanımda
'kundaktaki kardeşim Niyazi’yi kucağında pışpışlayan' annem ve kardeşim Hüseyin
var. Benim gözüm dışarıdaki Babannem'de ve onun ağlamalarına eşlik ediyorum.
Şefik amcam, sonradan içinde gümüş var diye toplatılan demir “2.5 Lira”’dan tam
4 tane vermiş. O bile beni teselli edemiyor. İki avucumda onları sıkmış göz
yaşlarımı siliyorum(Agresifliğimin nedenselliği mi acaba, bir devam eden travma
gibi..)..
Kavak
Beldesi, Arhavi Kasabasından daha büyük bir yerleşke, çünkü tüm, şehirlerarası
yolcu otobüslerinin kalktığı yer. Kavak köprüsü de kalkış limanı..Deniz için
veya resmi iş için Arhavi’ye gidenler dönüşte Kavak’ta alışverişlerini
yaparlardı..Aslında o demir kemerli o ahşap dükkanlar korumaya alınıp restore
edilerek tekrar yaşama geçirilebilirdi..
Ve,
kalkış anı geldi, Çavuşoğlu otobüsü, içindeki yolcu ve sırtına bağlı yüküyle
büyük bir gürültü ile kalktı, Babaannem
ve amcam kayboldu, hızla köprüden inerek, iki yanı sıralı ahşap dükkanların
olduğu yola girdi, dükkanlar da kayboldu ve fındık bahçelerin içinde hız almaya
başladı, sonrasında tanıdığım fındık bahçeleri de kayboldu ve Armoni(Ermeni)
dağını tırmanmaya başladığım an babaannemi, amca ve dayılarımı, yengelerimi,
Halamları, kuzenlerimi, babannemin her Arhavi’ye inişte Kavak’tan aldığı
sepetin içindeki beyaz ekmeği, ipe dizili kerkeli(susamsız simit), fındık ve
çay tarlalarını, inekleri kısacası benim için her şey olan memleketimi özlemeye
başladım. Arkaya baktım, tanıdıklar otobüste mi diye. Biraz rahatladım; Babamın dayısı Rüştü Gümüş ve akrabamız Veysel
Horoz amca otobüste idiler. Tam 2 gün sonra, yani 19 Mayıs akşamın karanlığında
uzakta çok ışığın olduğu bir yer çıktı
karşımıza. Samsun’a geldiğimizi söyledi Veysel amca ve Rüştü dayı. Yanan
şeylerde elektrik lambalarıymış. Hiç de tanımıyor, bilmiyorum..
Memleketim
gerçekten doğası ve doğanıyla güzel..Memleketimin güzelliği deyince; Samsun 19
Mayıs Lisesinden arkadaşım doktor sevgili Turgut Çaykara’nın bir küçük öyküsüne
yer vereceğim. Şehirler arası yolcu otobüsleri var. Zaman-zaman eşlik ediyor.
İki kere Arhavi’ye gitmiş. Anlata-anlata gururlandırdı beni. “Hayran kaldım
Arhavi, Hopa ve Kemalpaşa’ya. Gençler kızlı erkekli sahilde geziyorlar,
rahatsız eden yok. Son derece de uygar giyimliler..Fakat bu çağdaş
duruş Fındıklı’dan sonra azalmaya başlıyor ve Çayeli ötesinde maksimuma
çıkıyor..”
19
Mayıs 1958’in bahar akşamında gördüğüm aydınlığı çok sonraları düşündüm, o
aydınlık Atatürk’ün 19 Mayıs 1919
günü Samsun’da Anadolu insanı için yaktığı aydınlık meşalelerinin ışıkları idi
adeta...
Ve
zaman öykülerini beraberinde taşıyarak akıp gitti.1972 yılına dek defalarca
Samsun-Arhavi- Samsun yolculuklarım oldu ve sonlandı.. 1972’de 1970’lerin son
Samsun’a gidişim oldu. Mühendislik eğitimi bitmiş YSE’de göreve başlamıştım. Kabuller için komisyon başkanı
olarak 1980 Temmuz’unda Samsun’a göreve gidiyorum. Babamın arkadaşları ve
ağabeyim Sezai Çorbacıoğlu’nun çalıştığı Samsın İl Müdürlüğü’ndeyim. Görev süremin kısalığı nedeniyle Samsun’un 8
senede değişen yüzünü göremedim.. Ve tam 23 yıl sonra, yani 2003’ün Aralık
ayında, büyüdüğüm kenti doğası, ve doğanıyla doyasıya gezme fırsatını yakaladım
kızım Ececan, eşim Kadriye ve kuzenim Refik Tuna ve eşi Nursen ile.
Çocukluğumun ve delikanlılık dönemlerimin geçtiği mahalleleri gezmezden, önce
kızımı mezun olduğum 19 Mayıs Ortaokulu ve Lisesine götürüyorum..
Öğretmenlerimi anlatıyorum, arkadaşlarımı da. Bak kızım, şu saçları kabarık
kıvırcık saçlı Nimet Uçkan. Ağabeylerimiz o’na Deli Kar diyorlardı biz de der olduk. Akıllı,
disiplinli ve yürekli de.. Kopya yakalama uzamanı. Bir keresinde beni yakaladı.
Yanıtları vermiş, kağıdımı sola çekmiş, Hüseyi Hamamcı'ya’ okutuyorum,
sonrasında sağıma çekerek diğer arkadaşıma okutayım derken, erken Nimet hanım da son anda canıma okudu.
Ben sıfır, onlar 8 aldılar.. Okulun bahçesindekileri, okul giriş bekçimiz
Tahsin amcanın yanında durarak kızıma tanıtıyorum: Şu gördüğün gözlüklü beyaz
önlüklü “Dersi tatil olanın, tatili ders olur” diyerek bizi uyaran Matematik
Öğretmeni Osman Yalın. Gözlüklu kıvırcık beyaz saçlı Haluk Uğrurlu’nun; Ziya
uğurlu. Lakabı Paya idi. Oğlu Haluk bile babasına takılırdı, parayı gösterip
“Bu ne baba?” diyerek. Uzun boylu gözlüklü Ali Riza Daltaban, bisikletin
dışında bütün hava, deniz ve Kara araçlarını kullanır...Şu heyecanlı heyecanlı
dolanan mavi önlüklü Kimya öğretmeni Özden Özdemir. Yaramaz öğrenci avında. Bir
keresinde benle de kapıştı..Cesur yürek Fransızca Öğretmenim Meliha Atasagun,
Amcamın da öğretmeni, o zamanki soyadı Dizer. Meliha hanımın yanındaki uzun
boylu kıvırcık salkım saçı güzeller güzel Biyoloji öğretmenim Günay Bütün.
Meliha hanım gibi çok severdim, o da öğrencilerini. Şu uzun boylu yakışıklı
beni Lise sonda ikmale bırakan ve Tarihçi Doğan Akın hocamın ısrarıyla tekrar
sınav yapan Kıbrıslı Müzik hocamız Turkay Sungurtekin. Mereddet Sarabil,
Fizikçi Vedat Korkmaz, yanındaki güzel fizikçimiz Mualla Sarıyiğit . Eli bağlı
olan kıvırcık saçlı kimya öğretmeni Haydar Koyun. Acımsız biri eşi Meral Koyun da Kimya öğretmeni(Sonradan
duydum ki intihar etmiş). Şık giyimli Mustafa Durmaz, Düşünen insan Matematikçi
Salih Karadağ(Prf. Dr), Sezai Serdaroğlu, Ayhan Işık’a benzeyen müdürümüz Beşir
Sağlam. O çok geride duran Kenan Burgut Beşir beyden önceki müdürümüz. Sert
adam; okulda birilerin isimlerini almış saçları uzun diye. Bunlardan biri de
benim. Saçlarımı protesto için usturaya vurduttum. Beni törende kürsüye
çağırdı, sorgusuz tokatlamaya çalıştı, zıplayarak derken geri çekildim,
çiçeklikler düştü ben de okulun giriş kapısına... Şu gördüğün İbrahim Tunalı
Beşir beyin yardımcısı oldu. Beşir bey gelmezden ben okuldan uzaklaştıran adam.
Bilmem belki de okulu haşarı-hareketli öğrencilerden temizleyip sonra müdür
olmak istiyordu. Sonrasında Özden Özdemir hocamın sayesinde okula döndüm. 2 ay
sonra talihsiz bir şekilde Özden beyin hışmına uğradım ve karşılık verince
tatsız bir süreç yaşandı. Fizikçi Lütfü Dündar ve Matematikçi Muzaffer Güler
yan yana duranlar. Gördüğün gibi sürekli sağ avucuna
sol elin dirseğini koyup sol eliyle ağzını kapayan ve sevecen-sevecen güldüğünü
sandığınız Matemetikçi Muzaffer Güler, aynı zamanda Nafiz Çorbacıoğu amcanın
sınıf arkadaşıydı. Benle nedense yıldızı barışmdı. Uzun boylu olanı
Edebiyatçı Mustafa Kırcı, At kafa derlerdi, ben hiç demedim.Onun yanındaki çok
sevdiğim sanat tarihi hocamız Korkut Ondin.
Duvarda oturan ve kitap okuyan bana yazmayı öğreten Türkçe hocamız Sıtkı Çağlayan.
İkmale kaldığımda beni yazın bol-bol kompozisyon çalış diye uyaran Şair hocamız.
“Sibeli Tanırmısınız” adlı kitabını hala saklarım. Kitabın son sayfasındaki;
“Aşk için yanan gerek-Canan için Can gerek…..Sevdik o halde varız-Can içre can
yanarız-Aşk yoluna can koyarız-Aşka gideriz aşka..” dizeleri hala aklımdadır.
O, Felsefe ve Mantık hocamız Ahmet . Beyefendi hocalarımızdandı, güzel
ders anlatmaz güzel not aldırırdı. Defterlerini hala saklarım.. Beden eğitimi öğretmenlerimiz Tömris Acartürk ve Kenan Çeviker; Gençlerbirliği eski topçusu.
Lise takımına beni almazdı, çünkü çalım atma tutkusuyla, kolektif futbolu
bozduğumu söylerdi..Tomris Acartürk eşofman altını zorunlu kılardı. Bizim
Çarşambalı Hasan Bolukbaşı, arkasını bastığı Çarşambalılara özgü yumurta topuk
ayakkabıyla gelirdi, eşofman konusunda ısrar edince Tomris hanım, Hasan bir
derste ninesinin yünlü yeşil lastıklı pazen ile çıktı. O günden sonra Hasan’a
Pazen der olum, olduk daha doğrusu..Şu sağ dipteki Solmaz Teğmen.
Sevgili amcan Nafiz Çorbacıoğlu ile hiç arası yoktu Artvinli olmasına karşın.
Nafiz amcan onun yüzünden Trabzon Lisesi’ne gitti.. Sarışın saçlı Leyla Yıldız
Almanca öğretmeni, Fındıklılı Dr. Kenan
Yıldız amcanın eşi . Ve anılarımın bir yerine duran; Matematikçi haza beyefendi
Ahmet Çağlayan'ı, Ali Acartürk'ü, Fizikçi sarsış güzel Mualla
Sarıyiğit. Türkçe hocamız Pakize Ozantürk, Samiye Anakök, Cemal Aşçı, Yıldız
Düzköylü, Ekrem Tığlı, Azmi Şahin, Rahmi Türker, Erol Kural, Kamil Saka, Nazmi
Uçan, Reyhan Bayzat, Naci Uzun, Adnan Müezzinoğlu, Pembe Demir, İsmet Yüksel,
Semra Bartın, Kemal Karagöz, Burhan Paçacıoğlu, Cahide Mursal, Ayşe
Tahmiscioğlu, Erol Tahmisçioğlu, Ruşen Yelken, Aziz İskenderoğlu, Recep Öztürk,
Orhan Korkmaz, Aydın Kılıçkıran, Harun Şekercioğlu, Rasim Akın, Ayşe Sevindik’i
de analım.
Kızım
diyeceksin ki, “Baba hocalarınız topluca hepsi bahçede nasıl oluyor..” “Kızım
değerli hocalarım benim anılarımın bahçesindeki vazgeçilmezler..Her ne ise
burada keselim ve arkadaşlara geçelim..”
Şu
kalabalık grup arkadaşları; Hüseyin-Hasan Seyhan, Cemal Gencer(Artist oldu.
Hülya Koçyiğit ile filmi var), Selim Ağca, Gidarist Oya, Aynur Ertek , Emel
Onursal, Fatma
Berke, Ferhan Arol, Binnaz Türker, Gülseren Göksuoğlu, Aysel Pehlivan, Levent
Atasagun, Gülşen Pehlivan, Aynur Keskin, Ayla Horoz, Gülseren(Duman), Naile Ural, Eser
Onursal, Ferhan Arol, Necile Gündüz, Abdullah Necmettin Gündüz(meslekdaşım. Prof.
Dr), Murat Tıkıroğlu, Mazhar Başoğlu, Kenan Hazneci, Osman Kaleli, Mustafa
Türker, Bülent Atasagun, Yılmaz Türker, Atila Gümüşel, Kurtuluş Demirpençe,
Ahmet Cerit,
Esat Sevuk, Engin Erik, Abdullah
Nezih Kaleli, Suat Lafçı, Eriş Semiz, Çelik…,Kenan Altıparmak, Nedim
Nasrettinler, Emin Özkaragöz, Amcan Hüseyin Çorbacıoğlu, Amcan Niyazi
Çorbacıoğlu, Yakup Akmaz, Yalçın…, Hamdi Çatalsakal, Varol Türker, Selami
Türker, Kenan
Durukan, Halis Şişman , Işık Kayhan, İlhan
Cüre, İrfan Cüre, Vedat Yılmaz, Alattin Kartal,Erdal Kılcı, Ali Fuat Ak, İlhami
Yavuzaslan, Erkan Durukan, Abdullah Göçet, Nihat
Tıkıroğlu, Enis Özdoğan, Semih Şahinkaya, Cengiz Gül, İbrahim Aydemir, Mustafa
Kademoğlu, Hayrullah Denizci, Zeki Çalışkan, Nevzat Telci, Mehmet Kaya,
Muharrem Özeren, Haluk
Uğurlu, Metin Demir, Aytekin Ceylan, Adil Yüksel, Cemil Ercan, Ziya Akbaş,
Necati Başustaoğlu, Nuri Dural, Mevlüt
Ekmekçi, Mehmet Öngör, İsmet Bayrak,
Mehmet Akyürek, Mümin Coşkun, Birol Yücetepe, Tahir Vardar, Orhan Ulusoy, Metin
Demir, Köksal Piyade, Mehmet Yaşkafa, Osman Gülüm,Yasin Alemdağ, Mehmet
Türkmen, Ali Şahin, Turgut Çaykara,
Yekta Gürsel, Erkan Eray, Ahmet İhsan Kalkavan, Tuncay Kalkavan, Hüseyin Uçar, Nuri
Aytekin, Şaban Öztel, Ersin Alemdağ, Musa Baştuğ, Aysel Horoz, Engin Erik, Metin Çetindağ,
Hüseyin Hamamcı, Hasan Muti, Hasan Bölükbaşı, Mahmut Sinan Ünsal, Ali Can
Gökçe, Sinan Bulut, Mehmet Sarı, Cahit İncegöz, Davut Uludoğan, Şüayip Erişkin,
Abdülkadır Samangül, Muhammet Mısırlıoğlu,
Şükrü Kumbasar, Abdülkadır Başnamlı, Mustafa Türkoğlu, Mustafa Şentürk,
A.Kadir Sağlam, Tayyar Kumbasar, Emin Karagöz, Mehmet Oktay Yılmaz, Veysel
Keleş, Temel Sönmez, Atilla İskender Ediz, Şefik Öztürk; Şefik okulun en
çalışkanı idi. Benim liseyi bitirmeme çok yardım etti. TIP fakültesini kazandı.
Ankara’da imiş. Samsun yurdunda kalıyormuş. Çok sigara içiyormuş ki bizle iken
sigara dumanından nefret ederdi, Cebinde Cumhuriyet gazetesi taşıdığı için
faşistlerin saldırısına uğramış ve okulu bırakmış. Çok, çok ama çok büyük bir
zeka idi..O küçük elleriyle tuttuğu kalemle, defterlere o büyük beynindekileri
aktaran zeka..Şu an psikolojik sorunları varmış, ulaşamıyorum kendisine..
Ağabeylerimiz
de oradaydı; Kaya Akal(Deli Kaya), Cudi İmamoğlu, Ali Şahin, Naci Duman, Yusuf
Ziya Yılmaz, Yavuz Ediz; Hava izcileri başkanı, sonradan pilot oldu, annenin
arkadaşının eşi ve Yılmaz Türkoğlu vd….
Derken
Baran Özcan’ın biz diktik dediği Çamların içindeki Sanat Okulu’ndayız..Necati
amcanın(ağabeyim) okuduğu okul olduğunu anlatıyorum.. Ken Clark adlı hocasıyla
ters düşmelerini de anlattım..Sonrasında SSK hastanelerin olduğu sokağa
girdik..Eskiden İnönü Ortaokulu olan, sonradan Mustafa Kemal İlkokulundayız.
Öğretmenim Ekrem Göçmen’den söz ettim 1960’da, Mustafa Batur(Beton Mustafa),
Azem Başnamlı, Nedret Bayraktar arkadaşlarımdan da..Buradan 56’lara ve
Bahçelievler'deki-Kılıçdede mahallesi ve Mustafa Kemal İlkokulundan sonra
3.sınıfa başladığım Riza Nur İlkokuluna geldik. Hocam Gülşen Onat, arkadaşlarım
Ersin, Kemal, Şaban, Yaşar, Şenay Deveci, Hatice ve diğerleri bahçede
koşuşturuyoruz, beyaz saçlı bıyıklı
Dursun Babayiğit bir babayiğit edasıyla merdivenin başında bizleri izliyor.. Gür sesiyle sınıflara doluştuk. Bugün “Tutum
haftası”..Yerli malı yurdun malı herkes
o’nu kullanmalı dedirtiyorlar, fakat, o hafta sonrası hergün Amerikan peyniri yedirip ve Amerikan süt tozu
içiriyorlardı.Sınıfın ortasında kocam bir kara kazan, kepçesiyle bize bakıyor.
Ben ne peyniri, ne de süt tozunu seviyorum. Peynirler masada, evden
getirdiğimiz bardakları da masaya koyduk. Okulun hizmetlisi bizi bekliyor. Biz
Yaşarla boğuşuyoruz, Kara tahta başına dek geldik, silgiyi Yaşar’a atarken Kara
kazana düştü, Yaşar da kara lastiğnin bana fırlatırken, o da kara kazanı boş
bırakmadı; Dursun Bbaboğlu’da bizi kara kazana değil sınıftan attı..
Ertesi günü Halk Evleri’ne gitmek için boy sırasına göre
yürüyüşe geçtik. Başımızda Gülşen Onat hocamız..Dia gösterisi var. Konu Atatürk
devrimleri..Bizden önce iki okul var; 23 Nisan İlk Okulu ve Mustafa Kemal İlk
Okulu. Yıllar sonra iki okulda da vekil öğretmenliğ yapacağım hiç aklıma
gelmezdi, geldi..Beklerken Acıktık. Mahalemin simitçisinden simit alım.Sevgili
annemin verdiği 100 kuruşu arkadaşlarıma da ısmarlayarak bitirdim. Beklerken
tekrar canımız simit yemek istedik. Para yok, borç istedim vermedi. Israr
ettim, ısrarla yok dedi..Kızdım, tablaya tekme, simitler yerde..Herkesin elinde
simit..İyi ki babam gelmişti erken, parasını verdi eve gelen simitçiye, yoksa
annemden şansıma ne düşerse o’nu yiyecektim, süpürge veya terlik..
Ececan’la tanıştırdım,
tüm onları ve yaşananları..
Refik
ağabey bizi, büyüdüğüm mahalleye indirdi, Ali Osman, Ali Riza, Ulvi, Muhammet,
Bayburtlu Metin-Aydın kardeşler, Haluk ağabey ve Recai’ler mahalledeydiler, bir
kısmı çelik çomak bir kısmı misket oynuyordu, onlara özlemle selam verdik..
Oradan Gündoğdu sokağına geçtik. Samsun’a gelişimizdeki ilk evimizin olduğu
Rasathane’ye. Gündoğdu sokağı yine cıvıl-cıvıl. Ececan’a mahallelilyi
tanıştırıyorum, Adem’i, SarıÜnal’i ve İhsan’ı....Çocukların kızdırdığı Deli
Rafet’in Arnavut kaldırımdan seken taşların çıkardığı kıvılcımları ve en az
kıvılcımlar kadar hızlı kaçan Roman çocuklarını izliyor, bir yandan beni
dinliyor Ececan.. Evimizin karşısındaki; boş arazide çocukların bir kısmı cicili(misket),
bir kısmı sek-sek, bir kısmı da, saklambacın evirilmişi olan ve adeta uzun
maraton koşusu gerektiren Amen kapmaca oynarken, bir grup yaramaz da Romanların
otlamaya bıraktığı Eşek ve Atlara binmeye çalışıyor. Sonrasında naif, kibar Cinperi inmeye başladı
Gündoğdu’dan, kızlar camlarda bitiverdiler, en çok da evde kalmak üzere olan
kızlar bağırıyor Cinperi’ye fal açması için. Mahalleli çok seviyor
Cinperi’yi..Fallara baktıktan sonra Cinperi o kibar haliyle denize dik inen
sokaklardan birine girerek Çiftlik caddesine indi. Akşam karanlığı da inince
köylülerin Samsun’da satacağı odun ve kömürü taşıyan kağnı gıcırtılarına, su taşıyan eşeğin
Arnavut taşlı yolda nal sesleri ile birlikte sütçünün bağırışları karıştı.
Annem sucuyu ve sütçüyü çağırdı, dışarıda olan bizleri de..Hikmet ve Hasan
Turna da evlerine çekildi…Ne güzeldi Gündoğdu sokak. İlk ve son aldığım
transfer teklifinin yapıldığı yerdir burası. Ağabeyim Nafiz mahalle maçı almış.
Karşı taraf güçlü, bizim takım hem eksik hem güçsüz. Sadece Nafiz ağabey,
sonradan Samsun Amatör takımlarında oynayan sarı Ünal, bira da İhsan ve Adem,
diğerleri dan dun.. Kaleci bulamıyorlar. Beni geçirdiler kaleye. Nafiz ağabeyin
“Gelen topları yakalamaya çalış, kaleye girmesin” komutuyla kaledeyim.. Ben her
gelen topa atlıyorum kedinin yumağa atladığı gibi, sağdan soldan gelen toplara
hamlelerimle kendimi hayli paraladım; kısa pantolon giydiğim için dizlerim
örselenmiş derken maç bitti. Kazandık maçı, 4 gol yememe karşın. Sarışın bir
adam geldi Nafiz ağabeyin yanında bir şeyler konuştular. Adam beni beğenmiş, 3
yıl sonra takımın geçlerine alırız diyerek ağabeyimden söz almış. Takım dediği
Samsun Galatasaray. Ve bana yapılan ilk ve son transfer teklifi oldu, olmasına
fakat Galatasaraylı olmama neden olan bir süreci yaşadım..
Ertesi
gün kentin kalanını gezdik, sokaklardaki arkadaşlarımı, koşuşturmalarımı,
Yıldız sinemasının önünde 5 kuruşa Tommiks, Teksa okumlarımı tanıştırdım
Ececan’a, sokak aralarındaki misket oynamalarımı ve ebe olanların beklediği
direği kapmak olan, uzun soluklu koşmaya dayalı Amen kapmacalarımı
da..Sonrasında Matasyona gittik, plajlar alabildiğine dolu, alabildiğine uzanan
kumsal altın kum sahili. Akrabam Kemal Yılmaz ve mahalle arkadaşlarıyla
şamyeller belimizde, mayolar elimizde Matasyon sahillerine gidiyoruz,
yüzeceğiz..
Tam
denize gideceğimiz anda Ececan; “Baba burada denize girebilir miyiz?” sorusuyla
düşsel anılarımdan uyandırdı ve Kemal ağabey ve arkadaşlarımı
kaybettim..Matasyon Atakent olmuş, Atakum olmuş ve betonlaşmıştı. Öyle ki;
İncesu, Taflan, Engiz ve Dereköy’e dek sahil boyundaki denize yakın betonlaşma
beni düşlerimden tamaen uyandırmıştı. Metin Burma’nın yaptırdığı sahil yolu
biraz sınır koymuştu koymasına dek, fakat eski Matasyon’u asla geri
getirmiyordu.. Samsun’un deniz paralel ve dik sokaklarındaki beton yığınları
arasında yalnız kalmış, tek katlı ve dışarıdan merdivenli 2 katlı sıvasız tuğla
evler sanki geçmişin anılarını anımsamamız için işaret veren taşları gibi..Bu
Gündoğdu sokakta, 56’larda, Kara Samsunda.. Bahçelievler’de ve her yerde
aynıydı..
Evrensel
Kurtuluş Felsefes’nin kutsal tarihi; “19 Mayıs 1919”
Gazi
caddesinden Mecidiye’ye doğru yol alıyoruz. Atatürk’ün kaldığı ve Atatürk Evi
olarak, dahası “Gazi Müzesi”’ne dönüştürülmüş Rum Monica’nın Mıntıka Palas otelindeyiz. Otelin adına Mantikas, Mantika,
Mıntıka denmiş zaman-zaman. Otel Kale Mahallesi Gazi caddesinin devamı olan
Mecidiye caddesinde. İki katlı binanın iç kısmı Bağdadi olarak yapılmış. Yani;
Ağaç direklerin dışa ve içe gelen yüzleri çıtalarla kaplanır üzerleri sıvanarak
yapılan(duvar veya tavan) yapı biçimi-tekniği. Kültür Bakanı İstemihan Talay
döneminde restore edilmiş. Kültür Bakanlığı görevlisi Aslı Aydın sürekli bizi
bilgilendiriyor. Atatürk 19 Mayıs 1919 Salı sabahı saat; 08:00’de
arkadaşlarıyla Samsun’a ayak basıyor. İlk gözümüze çarpan 16 Eylül 1923’te
İnönü’nün adının geçtiği notları oluyor: “Saat sekizi çeyrek geçiyor.Yaz odasındayım.
İsmet Paşa’yı beklerken bu satırları yazıyorum. Samsun’a 3.kez geliyorum. İlk
gelişim malumdur….Burayı karalamış, şu kadarını okuyabildim; “tarihin, gözümün
önünde…” Büro üstünde duran Üzüm Cigara
kutusunun kapağında okuyorum..19 Mayıs 1335. Ondan sonra bir defa daha
gelmiştim, tarihini 4 sene evvel bu gelişimi…ve……..tarihini, yukarıda
etti…..İsmet Paşa geldi yazıyı bırakıyorum..Gazi. M.Kemal..”..
Atatürk’e
doğum gününü soranlar; “19 Mayıs” dermiş. Bu deyişin tescil edilmesini gösterir
belge karşımızda: “Ankara 12 Teşrin 1936..Atatürk’ün doğum tarihinin 19 Mayıs
1881 olarak tescil edildiğinin belgesi..”..Aslı hanım; “Bu da o dönemin Samsun
Mutasarrıf(Vali) vekili Osman Atlı’nın evinden getirdiği yorganı..” diye bizi
uyarıyor..
Ve; Atatürk’ün ve Anadolu
insanı olarak bizlerin doğum tarihi olan ve de Silah arkadaşları ve Anadolu
insanıyla Atatürk’ün oluşturduğu “Evrensel Kurtuluş Felsefesi”’sini kutsal
tarihi olan “19 Mayıs 1919”’a gelelim:
Önce; Mustafa Kemal Atatürk'ü sandalla iskeleye
çıkaran Mustafa Karakaş kaptanın anılarına göz atalım:
1952
yılında anlatmış...
"Samsunda
kara günler yaşanıyordu.Şehir Fransız ve İngilizlerin işgalindeydi. 9. Kolordu
komutanı Rafet Bey Mustafa Kemal geliyor diye haber gönderdi.Bana da onu
gemiden alma görevi verilmişti.
19
Mayıs sabahı saat 8 de ,6 gemici ve ben sandalımızda bekliyorduk.Fener burnunda
ufak bir gemi göründü. Bu "Bandırma" idi. Gemi demirledi .Geminin
güvertesine çıkınca yalnız onun mavi gözlerini hatırlıyorum.Yanında 6 kişi
vardı hala onların kim olduğunu bilmiyorum.
Sandala
bindik ve sahile doğru yol aldık.Bir aralık İngiliz torpidoları görünmüştü.Uzun
müddet onlara baktı sonra :
-Bunlar
ne arıyor? diye sordu.
-Bilmem
ki paşam hiç böyle kafile halinde gelmezlerdi.
-Beni
mi arıyorlar dersin?
Bu
sözlerin anlamını şimdi anlıyorum.Bizim o ana kadar bildiğimiz 9.kolorduyu
teftişe gelmiyordu. Başka bir maksadı vardı.
Sivil
elbise giyiyor başında da bir kalpa taşıyordu. Konuşurken insanın yüzüne
bakmıyordu. Gözlerini dağlara dikmiş ve düşünüyordu.Bir ara düşünce alemini
bırakıp bana dedi ki :- Dağlarda Pontuslu çok mudur?
-Şu
gördüğün dağlar Paşam.Havza ovasından aşağı Pontuslu ile doludur.Adetleri 7.000
den fazladır.
-Ne
yapıyorsunuz?
-1.5
ay içlerinde kaldım.35 kişiydik.Ot yedik.Elbise değiştirmedim.Yani sizin
bileceğiniz Paşam uğraşıyoruz.Gündüz köy basıyoruz.
O
zaman elini omzuma koydu.
-Var
olun,her şey düzelir dedi.
Sahile
gelmiştik.Tütün iskelesine çıktık.Belediye Reisi yok,Mutasarrıf (Vali)
yok.Neden bilmiyorum,hepsi ortadan kaybolmuştu.
Gazi'yi
şehir adına Boşnakzade Süleyman bey ile Mavnacılar Cemiyet Reisi Molla
Dursun,çıktığımız ortamda ürkek bakışlarla karşıladılar ve hoş geldiniz
dediler.
Karakaş
,Cumhuriyet Meydanını göstererek :
-Buraları
o zaman mezarlıktı. Atayı buraya kadar getirdim.Ara sokaktan geçtik Onu
(Mantika Palas) oteline yerleştirdik.
İki
gün Şahinzadenin evinde kaldı. Sonra Kavak'a gitti.Kendisi hakkındaki idam
kararını Kavak'ta öğrenmiş ve orada (ben böyle hükümete hizmet etmem) diyerek
rütbelerini söküp atmıştı.
Daha
sonra Havza,Amasya,Tokat ve Sivas ...gerisi malum.…
16 Mayıs 1919 günü Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan ayrılmış
olan Dokuzuncu Ordu Birlikleri Müfettişi Mustafa Kemal ve yanındakiler, 19 Mayıs 1919 sabahı saat 07.00’de
Samsun’a ulaştılar; mülkî ve askerî ilerî gelenler tarafından karşılandılar.
Mustafa Kemal, bir Rum otelinde karargâhını kurdu. Teftiş bölgesinde bulunan
idareci ve komutanlardan, bölgelerindeki asayiş durumunu bir telgrafla sordu.
Mustafa
Kemal, Samsun’dan, emrindeki vilâyetler mülkî amirleri ile 15. ve 20.Kolordu
Komutanlıklarına bölgelerindeki asayiş durumuyla ilgili bir rapor
göndermelerini istedi.
Samsun’da
görevli İngiliz askerî temsilci Yüzbaşı Hurst, Atatürk ile bölgedeki genel
durum hakkında görüştü.
İngilizler,
Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçisinden tedirgin olmaya başladılar. Karadeniz
Orduları Başkumandanı George Francis Milne , Harbiye Nezareti’ne, “Mustafa
Kemal’in Samsun’a gönderilme sebebi nedir?” diye sordu.
İstanbul’da
General Milne “Mustafa Kemal Paşa’nın niçin Samsun’a gönderildiği hakkında”
Harbiye Nezareti’ne yazı gönderdi…
Ardından
Mustafa Kemal, Samsun’dan Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya telgrafında “İzmir’in
Yunan askerleri tarafından işgali hadisesi, yakından temasta bulunduğum milleti
ve orduyu, tasavvur edilemeyecek derecede üzmüştür. Ne millet ve ne ordu,
mevcudiyetine karşı yapılan bu haksız tecavüzü kabul etmeyecektir!” dedi.
Mustafa
Kemal, İngilizlerin Samsun’a bir kısım asker çıkarması sebebiyle, bu gibi
tecavüzlerin önlenmesi ve siyasî vaziyetten gerektikçe haberdar edilmesini,
Harbiye Nezareti’ne telgrafla bildirdi.
Mustafa
Kemal, Samsun’dan İstanbul’a ilk raporlarını kronolojik gönderme öyküsü:
21 Mayıs 1919: Mustafa Kemal,
Samsun’dan Erzurum’da 15.Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’ya gönderdiği
telgrafta: “Umumî durumumuzun almakta olduğu vahim şekilden pek elemli ve
müteessirim. Millet ve memlekete borçlu olduğumuz en son vicdanî vazifeyi
yakından müşterek çalışma ile en iyi yere getirmek mümkün olacağı kanaatiyle bu
son memuriyeti kabul ettim. Bir an evvel zât-ı âlinize kavuşmak arzusundayım…”
dedi…..İtalyanların giriştikleri işgallerin endişe yaratması üzerine Paris’te
Dört Büyükler, Türkiye’yi nasıl paylaşacaklarını bir kere daha görüştüler.
Lloyd George, İstanbul, Ermenistan ve Kilikya için Amerikan mandası ve kontrol
altında bir Anadolu Türkiye’si önerdi…..Mustafa Kemal, Samsun’dan,
Başbakanlığa, Genelkurmay Başkanlığı’na ve Harbiye Nezareti’ne gönderdiği
raporda, ateşkesten sonra bölgedeki Rumların şımardığını, 40 kadar Rum
çetesinin Pontus devleti kurmak için düzenli bir program altında toplandığını
bildirdi…Samsun’da bulunan İngiliz askerî temsilci Yüzbaşı Hurst, İstanbul’da
İngiliz Yüksek Komiseri Sir Somerset Arthur Gough- Calthorpe’a gönderdiği
raporunda, “Kemal Paşa 19 Mayıs’ta buraya ulaştı. İlçedeki umumî durum hakkında
kendisiyle görüştüm” dedi…Sadrazam Damat Ferit Paşa, Samsun’a çıkışı sebebiyle
Atatürk’e başarı telgrafı gönderdi.
22 Mayıs 1919: Mustafa Kemal,
İngilizlerin Hükûmet’in varlığına önem vermeksizin memleket içerisine
kuvvetlerini sevk ettiklerine dair, Genelkurmay Başkanlığı’na, gönderdiği
telgrafta, “… Bir gün, her tarafta oldu bittiler karşısında kalınmasının pek
ziyade muhtemel olduğunu arz eylerim.” dedi…Mustafa Kemal, yanındaki birkaç
kurmay subayı, Samsun’da görevli bazı İngiliz subaylarıyla bölge güvenliği
hakkında görüştürdü…Sadrazam Damat Ferit Paşa, Mustafa Kemal’in Samsun
bölgesindeki asayiş ile ilgili raporlarına bir telgrafla teşekkür etti.
23 Mayıs 1919: Mustafa Kemal,
Ankara’da bulunan 20.Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’ya, Samsun’a geldiğini,
kendisiyle daha sıkı temasta bulunmak istediğini ve İzmir bölgesine dair
alabileceği bilgiden haberdar edilmesini bildiren telgraf gönderdi…Mustafa
Kemal, Erzurum’da 15.Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’ya çektiği
telgrafta, mitingler yapılarak İzmir işgalinin protesto edilmesini istedi.
24 Mayıs 1919: Mustafa Kemal,
Samsun’dan Harbiye Nezareti’ne gönderdiği telgrafında “… Bazı şikâyetleri
yerinde tetkik ve önlem almak üzere karargâhımı yarın geçici olarak Havza’ya
nakledeceğim” dedi…Mustafa Kemal, Samsun’dan Genelkurmay Başkanlığı’na orduda
jandarma kuvvetlerinin takviyesi için İtilâf Devletleri temsilcileri katında
teşebbüste bulunulmasını isteyen telgraf gönderdi…Mustafa Kemal, Samsun’dan
Genelkurmay Başkanlığı’na gönderdiği telgrafında, Ermeni tecavüzlerine karşı
15.Kolordu’nun mevcudunun gerekirse artırılmasını istedi…Harbiye Nâzırlığı,
İngiliz Generali Milne’nin 19 Mayıs 1919 tarihli yazısına verdiği cevapta,
Atatürk’ün atandığı Dokuzuncu Ordu Müfettişliği’nin, Harbiye Nezareti adına
verilen emirlerin ne derece uygulandığını araştırma, vazife bölgesindeki
silâhların toplanması ve asayişsizliği ortadan kaldırma amacıyla oluşturulduğunu
bildirdi.
25 Mayıs 1919: Mustafa Kemal,
öğleden sonra otomobille Samsun’dan Havza’ya gitti…Beşiktaş ve Beyazıt’ta
yapılacak mitinglere Hükûmetçe izin verilmedi. Hükûmet, mitingleri
yasakladı…Samsun’da kendini güvenlik içinde hissetmeyen Mustafa Kemal, 6 gündür
bulunduğu bu şehri karargâhı ile birlikte terk etti. Yollarda arkadaşlarıyla
birlikte zaman zaman “Dağ başını duman almış” marşını söyleyerek otomobille,
sessizce Havza’ya geldi.
26 Mayıs 1919: Havza ileri
gelenlerinin ziyaretinde, Atatürk şu sözleri söyledi: “Hiçbir zaman ümitsiz
olmayacağız, çalışacağız, memleketi kurtaracağız! Bizi öldürmek değil, canlı
mezara atmak istiyorlar. Şimdi çukurun kenarındayız. Son bir cüret belki bizi
kurtarabilir; zaten başka türlü de dönüş imkânı yoktur.”…Mustafa Kemal, Sait
Molla imzasıyla bütün belediye başkanlarına gönderilen ve “milletin İngiltere
yardımını istediğini bildiren” yazı nedeniyle, vilâyetlere ve mutasarrıflıklara
gönderdiği bildirisinde şunları söyledi: “Millî ve siyasî bağımsızlığımızın kurtarılması
ancak milletin yekvücut olarak müdafaası ile mümkün olacaktır.”
27 Mayıs 1919: Mustafa Kemal,
Yıldırım Kıtaatı Müfettişliği’ne, “İzmir Müdafaa-i Milliye ve Redd-i İlhak
Cemiyeti Merkez Heyeti’nin halen nerede bulunduğu”nu soran telgraf gönderdi…Mustafa
Kemal, Havza’dan, Ankara’da 20.Kolordu Kumandanlığı ve Konya’da Yıldırım
Birlikleri Müfettişliği’ne gönderdiği telgraflarda, Afyon’da bulunan
23.Tümen’in mevcudu, görevi ve Konya’da kurulduğu işitilen “Vatan Ordusu”
hakkında bilgi istedi.
28 Mayıs 1919: Mustafa Kemal,
İzmir, Manisa ve Aydın’ın işgali üzerine Havza’dan valilere, müstakil
mutasarrıflıklara ve bazı kolordu komutanlıklarıyla Konya’da Ordu
Müfettişliği’ne gönderdiği bildiride, “Siyasî bütünlüğümüzün muhafazası için,
millî gösterilerin daha canlı olarak belirtilmesi ve devamı gereklidir. … Büyük
ve heyecanlı mitingler yapılması, millî gösterilerde bulunulması ve bunun tüm
memleketi kapsaması, bütün Büyük Devletler mümessilleriyle Babıâli’ye etkili
telgraflar verilmesi, ecnebi olan yerlerde ecnebilere de tesir yapılmakla
beraber millî gösterilerde âdap ve sükûnetin fevkalâde korunması, Hristiyan
halka karşı bir taarruz ve nümayiş ve düşmanlık gibi tavır alınmaması
zorunludur” dedi…Mustafa Kemal’in cesaret telkin eden dünkü sözleri üzerine, Havzalılar,
bir okul binasında ilk toplantılarını yaptılar.
29 Mayıs 1919: Mustafa Kemal,
Havza’dan 15.Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’ya gönderdiği telgrafta,
“İtilâf Devletleri’nin milletimize haksız bir siyaset uygulaması ve millî
bağımsızlığımızı ve devletimizi idama mahkûm etmekte oldukları gerçekleşmiştir.
Silâh ve cephanenin ve iaşe tarzının zamanında kararlaştırılması; birliklerin
mevcutlarının artırılması, birliklerin elinde bulunan silâhların mümkün ölçüde
birleştirilmesi; levazım, iaşe işlerinin güvenliği ve cephanenin tamamlanma
tarzı; mühim yol üstlerindeki büyük yapıların, gerektiğinde tahrip edilmek
üzere hazırlıklı bulunulması gibi hususların şimdiden düşünülmesiyle son derece
mahrem bir şekilde yerine getirilmesi lâzımdır.” dedi.
30 Mayıs 1919: Mustafa Kemal,
işgalleri protesto amacıyla mitingler yapılması ve Büyük Devletler
mümessilleriyle Babıâli’ye etkili telgraflar çekilmesi emri üzerine, beliren
millî faaliyetin mahiyeti ve genişliği hakkında bilgi edinmek isteyen Harbiye
Nezareti’ne Havza’dan yanıt gönderdi: “… İstanbul’a çekilen telgrafların
tamamen sine-i milletten fışkıran teessüratın birer aksi olduğunu arz eylerim.
Bu heyecan memleketin en ıssız köşesine kadar şâmildir, umumîdir.”…Mustafa
Kemal, Havza’dan Kâzım Karabekir’e, “Ermenilerin Kars ve Sarıkamış’a asker
yığdıkları haberlerinin kaynağı ve doğruluğu” hakkında bilgi isteyen
telgrafında: “İtilâf hükûmetleri, atadan kalma meşru hakkımız olan toprakları
çiğnemeyi Hristiyanlık adına bir hizmet addediyorlar. Bu cümleden olarak Ermenilere
vilâyetlerimizi peşkeş çekmeleri de ihtimal dahilinde bulunuyor. Kanaatimce
böyle bir hâli biz, çarpışmaya başlangıç saymaya, meşru topraklarımızı ve millî
bağımsızlığımızı kurtarmak için mecburuz!”dedi….Mustafa Kemal’den 15.Kolordu
Komutanlığı’na: İtilâf Devletleri illerimizi Ermenilere peşkeş çekebilirler.
İzmir’de Yunanlılara yaptıkları gibi bu illerimizde de Ermenilere öncülük
edebilirler.
31 Mayıs 1919: Ahmet İzzet,
Çürüksulu Mahmut, Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa gibi bazı tanınmış kişiler,
İstanbul’daki Amerikan Kurulu’na giderek bütün Türkiye için Amerikan mandası
istediler…İngiliz Yüksek Komiseri Calthorpe, Damat Ferit’e, bundan böyle
mitinglere izin verilmeyeceğini bildirdi…İngiliz Yüzbaşısı Hurst, Havza’da
Mustafa Kemal’le yaptığı görüşmede vazifesi hakkında şüphesi olduğunu
söyledi…17.Kolordu Komutan Vekili Albay Bekir Sami Bey, Alaşehir’den Mustafa
Kemal’e bölgesindeki durumu bildiren telgraf gönderdi…Ödemiş Jandarma Komutanı
Yüzbaşı Tahir, Kolordu’ya sunduğu raporda, “Kuvvetim bir taburu geçti. Adını
‘Yiğit Ordusu” koyduk. Turgutlu ve Salihli arasında Kuvâ-yi Milliye kurması
için Mustafa Efe’yi 100 kadar zeybekle yola çıkardım” dedi.
1 Haziran 1919: Mustafa Kemal,
Başbakan Damat Ferit Paşa’ya çektiği telgrafta, ulusun, bağımsızlığını korumaya
kararlı olduğunu, kötü sonuçlara karşı her türlü özveriyi göze aldığını, ulusal
vicdanı yansıtmayan haberlerin kaygı verici tepkiler doğurduğunu bildirdi.
Mustafa Kemal, idarecilere gönderdiği telgrafla, bölgelerinde Vilâyât-ı Şarkiye
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin teşkilâtı olup olmadığını, varsa temsilcilerinin
kimler olduğunu, başka illerle bağlantısının olup olmadığını sordu.
2 Haziran 1919: Mustafa Kemal,
İstanbul’da toplanan Saltanat Şûrası’nın çalışmaları hakkında Kâzım Karabekir’e
gönderdiği telgrafta, “… Anılan Şûra’da kesin bir karar alınamamıştır. Halen
hükümetin yine eski hükümet olduğu, fazla olarak zaafa uğradığı ve İstanbul’da
yeniden bir inkılâp ruhu uyandığı anlaşılmaktadır.” dedi.
3 Haziran 1919: Mustafa Kemal,
İngiliz Yüksek Komiserliği’nden aldığı nota suretini ileten Harbiye
Nezareti’nin telgrafına, “Bağımsızlık ve millî mevcudiyeti imha ve hayatın
devamını tehlikeye sokan işgal, suikast ve tecavüz gibi İzmir havalisinde
görülmekte olan olayların benzerlerinin meydana gelmesine karşı ne milletin
heyecan ve vicdanî teessürlerini ve ne de buna dayanan millî gösterileri önleme
ve durdurma için nefsimde ve hiç kimsede kudret ve kuvvet göremeyeceğim gibi bu
yüzden doğacak vakaların ve hadiselerin karşısında da mesuliyet kabul
edebilecek ne komutan ne de idareci ve ne de hükûmet tasavvur ederim” yanıtını
gönderdi…Havza’da Büyük Cami’de okutulan, Mustafa Kemal’in de hazır bulunduğu
mevlidin ardından Belediye önünde düzenlenen büyük mitingde halk, mücadele için
ant içti. Mustafa Kemal, Havza’dan Sadaret’e, Ege bölgesindeki işgaller üzerine
siyasî ve umumî durum hakkında bilgi isteyen telgraf gönderdi…Mustafa Kemal,
Havza’dan gönderdiği bir genelgede, Hükûmet’in Paris görüşmelerine
çağrılmasının memnunluk verici olduğunu, ancak Paris’e gitmeye hazırlanan kurul
ile ulusun istekleri arasında uygunluk olmadığını, Başbakan’ın sınırları
belirsiz bir Ermeni özerkliğine razı olduğunu belirtti…Mustafa Kemal, mitingler
konusunda ne gibi tedbir aldığını soran Harbiye Nâzırı’na verdiği karşılıkta:
“Milletin heyecanını ve gösterilerini yasaklamak için ne kendimde ne de
başkasında hiç bir güç göremem!” dedi…Türkiye mandaları üzerinde araştırma
yapmak üzere kurulması öngörülen komisyonun Cirane-King adıyla anılan 7 kişilik
Amerikan kolu, Paris’ten İstanbul’a geldi. Tek çıkar yol olarak Amerikan
mandasını gören parti ve derneklerin temsilcileri tarafından özel törenlerle
karşılandı.
4 Haziran 1919: Eski Başbakan Prens Sait Halim Paşa, İngilizler tarafından sürüldüğü Mondros’ta, İngiliz komutanına
yazdığı mektupta, kendisini Osmanlı Hükûmeti’nin elinden kurtardığı (!) için
İngiliz Hükûmeti’ne “derin ve sarsılmaz minnetarlığını” bildirdi...
5 Haziran 1919: Mustafa Kemal,
Sivas, Amasya, Merzifon, Trabzon, Erzurum ve Erzincan ile bağlantı kurarak,
asayiş hakkında edindiği bilgileri Sadaret’e telgrafla bildirdi…Balıkesir’de
yayımlanan Doğrusöz gazetesi mandacılığa çattı: İki yol vardır: Ya istiklâl, ya
ölüm!”…Mustafa Kemal, Samsun, Amasya, Sivas, Erzincan, Erzurum, Van, Trabzon,
Gümüşhane ve Tokat’taki asayiş durumu hakkında aldığı bilgileri Harbiye
Nâzırlığı’na bildirdi.
6 Haziran 1919: Müttefiklerin
Karadeniz Ordusu Başkumandanı General Milne, Hükûmet’e bir yazı göndererek “
Mustafa Kemal ve yanındakileri derhal İstanbul’a çağırmanızı talep ederim!”
dedi.
7 Haziran 1919: Mustafa Kemal,
Samsun yoluyla İstanbul’a gönderilmekte olan 10.000 sürgü kolu ile 12 top
kamasına Havza’da el koydu. Havza silâh deposundaki silâhları evlere taşıttı.
8 Haziran 1919: Harbiye Nâzırlığı,
General Milne’in Mustafa Kemal’in geri çağrılmasını isteyen önceki günkü
yazısına cevap verdi: Mustafa Kemal, bir ordu kumandanı değil, müfettiştir.
Onun gezmesiyle karışıklık olmaz….Mustafa Kemal, Harbiye Nâzırı Şevket Turgut
Paşa’dan, “Beraberinizdeki istimbotlardan biriyle İstanbul’a gelmeniz rica
olunur.” telgrafını aldı.Mustafa Kemal’in görevine son verilmesi için Yüksek
Komiser Calthorpe da aynı konuda bir başvuruda bulundu: Başbakan Vekili Mustafa
Sabri Efendi Mustafa Kemal’i görevden aldırmak için yaptıkları müdahaleden
dolayı İngilizlere teşekkür etti.
9 Haziran 1919: Mustafa Kemal,
Havza’dan, 17.Kolordu Komutanı Vekili Albay Bekir Sami (Günsav) Bey’in
31.5.1919 tarihli telgrafını yanıtladı. “… Kısa sürede ülkeyi düzenli ve güçlü
bir örgüte kavuşturmak zorundayız. Başaracağımıza da itimat edebiliriz. İzmir’in
akibeti tüm ülkeyi yasa boğdu; ancak bağımsızlık için yeni bir azim ve iradenin
doğmasını da sağladı. … Vaziyetinizden ve o taraflar millî teşkilâtından sık
sık bilgi vermenizi rica ederim.”..Havza Camii’nde yapılan toplantıdan sonra
meydanda bir miting yapıldı. Konuşmacılar, bütün milletin silâha sarılması
gerektiğini söylediler.
10 Haziran 1919: Mustafa Kemal,
İstanbul’a geri çağrılması üzerine bir genelge yayımlayarak, millî bağımsızlık
uğruna bütün varlığıyla milletle birlikte sonuna kadar çalışacağına, kutsal
bildiği şeyler adına söz verdi…Mustafa Kemal, Ankara’da 20.Kolordu Kumandanı
Ali Fuat Paşa’yı ve onunla birlikte bulunan Rauf Bey’i, görüşmek üzere Havza’ya
çağırdı. Kimliklerini gizli tutmalarını istedi.
11 Haziran 1919: Mustafa Kemal,
Havza’dan Kâzım Karabekir Paşa’ya telgraf gönderdi: “…Hükûmet, aldatarak
İstanbul’a getirtme planını izlediğinden ben de mümkün olduğu kadar zaman
kazanma ve karargâhımı memleket içerisine sokmak için aynı usulde mukabele ve
yazışma yapmaktayım.”…Mustafa Kemal, Harbiye Nâzırı Şevket Turgut Paşa’nın
kendisini İstanbul’a çağıran 8.6.1919 tarihli telgrafına, “… Davet sebebinin
lütfen açıklanmasını rica ederim.” yanıtını verdi…Genelkurmay Başkanı Cevat
Paşa, neden İstanbul’a çağrıldığını gizli olarak soran Atatürk’e, “Kıymetli bir
generalin Anadolu’da seyahati kamuoyuna iyi bir tesir yapmayacağı cihetle
İngilizlerin kendisini istediği…” yanıtını verdi…Mustafa Kemal, Padişah’a
çektiği telde, İngilizlerin emrindeki kişilerin kendisini İstanbul’a
çağırdığını, gitmeyeceğini, millet için gerekirse görevinden ayrılıp çalışmaya
devam edeceğini bildirdi.
12 Haziran 1919: Mustafa Kemal, sabah
Havza’dan hareketle öğleden sonra Amasya’ya gelerek Hükûmet Konağı salonunda
bir konuşma yaptı: “Hep beraber aziz vatanımızı ve bağımsızlığımızı kurtarmak
için büyük gücümüzle çalışacağız!”
“Hayat'ta
En Hakiki Mürşit İlimdir” veciz sözünü de Samsun’da söyledi:
Büyük
Önder Mustafa Kemal'in Samsun’u ikinci ziyaretleri olan 22 Eylül 1924 tarihinde
Samsun İstiklal Ticaret Mektebi'nde ''Hayat'ta En Hakiki Mürşit İlimdir'' veciz
sözünü söylediği konuşmanın canalıcı
kısmını hepimiz ezbere biliriz….Atatürk'ün, Öğretmenler Birliği'nin Samsun
İstiklâl Ticaret Mektebi'nde şerefine verdikleri çayda konuşması:
"Bu çay ziyafetini düzenleyenlere özel
olarak teşekkür ederim. Bu vesile beni, Samsun'un çok aydın ortamında
bulundurmuş oldu. Bu vesile beni, kafaları ilim ve fen ile bezenmiş kıymetli
insanlardan oluşmuş bir topluluk huzurunda bulunmakla pek mutlu etti.
Dünyada
her şey için, uygarlık için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici
ilimdir, fendir, ilim ve fennin dışında yol gösterici aramak dalgınlıktır,
bilgisizliktir, doğru yoldan sapmaktır(En hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlmin
ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, delâlettir)!
Yalnız,
ilim ve fennin yaşadığımız her dakikadaki gelişimini kavramak, ilerlemeleri
zamanında izlemek şarttır." (En hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlmin ve
fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, delâlettir)
Atatürk'ün,
Samsun'da Öğretmenler Birliği'ni ziyareti ve Birliğin hatıra defterine
yazdıkları: "...Bütün Türkiye'yi içine alan Öğretmenler Birliği'nin, bütün
milleti aydın birlik haline getirdiği zaman, Türk milletinin nasıl bir demir
kütle olacağını düşünmek cidden büyük zevk ve saadettir!"
Ve Atatürk’ün, Mazlum ülkelere rehber olmuş
“Evrensel Kurtuluş Felsefesi”’ni yazmaya başladığı Samsun aslında Anadolu’nun
kutsal şehri ilan edilmeli, “Kutsal 19 Mayıs” günü adıyla..
Benim
için kutsal ve ilk şehrim olan Samsun’u gezmeye devam ediyoruz:
Buruk,
hüzünlü, biraz da öfkeli bir gezi benimkisi. Çünkü; gözlemlediğim beton dokusu
anılarıma dokundu. Beynime, yüreğime beton dökmüşler gibi geldi bana. Samsun
kıyıları betonlaşmış, kentin kıyıya paralel ve dik inen sokakları yok edilerek kentin ızgara planı bitirilmişti..Kutsal
şehir Samsun’un, kent planlaması tamamen ötelenmiş var olan özgün planlaması
örselenmişti..
Anılar
düzleminden ayrılıp gözlemlediğim şu anki Samsun düzlemini değerlendirmeye ve
anlatmaya başladım, hüzünle:
Eski
Samsun evleri yok artık. Kesinlikle Mecidiye, Saathane, Subaşı, Kadiköy,
Zeytinlik, Baruthane, Cedit, Unkapanı, Selahiye, Rasthane, 56’lar ve Çiftlik
mahalleleri, yani İlkadım İlçesine bağlı Cedit semtinde bulunan Karasamsun bölgesi(
eski Samsun) , kısmen de olsa Tarihi ve Kültürel SİT alanı ilan edilmeliydi.
Samsun’un
tarihi dokusu eski Samsun evlerine olan
özensiz duruşla örselenir olmuş. 1968 sonrası Kent planlaması, Mimarlık,
mühendislik disiplinleri ötelenince çarpık kentleşme yaşanmaya başlıyor. İslam
külliye anlayışı kentin tarihi, kültürel ve doğal dokusunu lokal İslam kültürü
ile yok etme sürecine sokulmuş. Dinden,
kentten ve yoksuldan geçinme süreci, 1970’lerde birkaç dönem Belediye
Başkanlığı yapan Vehbi Gül dönemiyle başlıyor. Bu sürece salt 1989-1993
Muzaffer Önder döneminde ara veriliyor, fakat 1999 sonrası ivmelenip, planlı
ekonomik ve siyasi rant için kent plansızlığı süreci günümüzde devam ediyor.
Bundandır
ki, çocukluğumuz koşışturduğumuz yaşil alanlar sıkıştırılmış beton yığınlarıyla
örülmüş. Kısacası kentin nefes alma odakları yok edilmiş. Sahiller betonlaşmış.
Tarihi evlerin kültürleri sönümlendirilmenin yanında, endüstriyel ürün tütün
ile birlikte endüstri kültürünün yapıları olan Tekel ve Reji fabrikaları da
günümüz ekonomik rant anlayışında önce özelleştirilmiş, sonrasında da tütün
ürünü katledilince yapılar restore edilmiş, sevgili Ececan..
Tekel fabrikasının sırtı bizim top koşturduğumuz meydana
bakıyor. Burası Bahçelievler-Kılıçdede mahallesi. Top oynarken, Tekel çalışanı
emekçi kızlarla konuşurduk, öğle saatleri. Hepsi sarı ve beyaz önlükleri gibi bahar ayında adeta papatya
gibi açarlardı, fabrikanın bahçesinde.Genellikle maçlarımızı izlerlerdi.…
Tekel’in
diğer yüzü Irmak caddesine bakan devasa bir yapıydı. Ülkemizin ve Karadeniz Bölgesi’nin önemli endüstri
yapılarından birisi olan Samsun Tekel Tütün Fabrikası 1887 yılında Fransız
döneminde yapıldığı söylenir..Osmanlı İmparatorluğu, 19. yüzyıl sonuna doğru
Fransız Reji şirketiyle anlaşarak İstanbul, İzmir ve Samsun’da kurulan sigara fabrikaları
biri
Samsun kenti devasa kent olma yolunda hızla ilerliyordu. 18.
yüzyılda Anadolu ve Kırım arasında yapılan ticarette önemli yeri olan Samsun
kenti, çevresinde tütün ekiminin yaygınlaşması ile 19. yüzyılda ticaret merkezi
olmuş. Ülkemizin ilk sigara üretim tesislerinden biri olan Samsun Tekel
fabrikası Bunun sonucunda kentte tütün alımı ve işlemesi ile ilgili kuruluşlar
(Reji İdaresi), bankalar, sigorta şirketleri, okullar açılmış ve deniz ticareti
artmıştır. Kente, Fransızlar, Ruslar, Belçikalılar, Amerikalılar ve yerli
azınlıkların elindeki ticaret sayesinde birilerine zenginlik gelmiş, köylüye
kısmı bir nefes aldırmıştı.
Yazları, Rahmi Çorbacı amcanların ve Refik Tuna amcanların
köyüne gider tütün dizerdim, bir haşeri ne kadar dizerse. Amcan ağabeyim Necati
Çorbacıoğlu benden iyi çalışır, ben ise at sırtından inmez kızılcık toplamak
için ormana kaçardım. İnan her yaz Memlekete, yani Arhavi-Sidere’ye gitmesem
soluğu buralarda; Kurukökçe ve Sinemataş’nda aldırırlardı. Çünkü; Deden ve
Babaannen yazın mahalle savaşlarına katılmamdan bıkmışlardı..Bazen de Amcan’ı
ikna eder, köyden kaçar, 5 -6 saat türkü çağıra-çağıra Samsun’a inerdik..Şefik
Çorbacıoğlu deden Samsun 19 Mayıs Lisesi’nde okurken harçlığın tütün dizerek
kazanırmış. Büyük deden Hamdi Çorbacıoğlu Hasan, Abidin ve Ziver dayılarımı
alır her yil 3 ay buralarda tütün dizerlermiş..Birgün Aran denen tütün dizim
atölyesinde herkes tütün dizerken ben uyumuşum. Büyük bir çığlıkla uyandım.
Uyandığımda, amcamın kızı Leyla’nın bileğini karşıdan karşıya geçmiş şiş ile
karşılaştım. Benim yarım bıraktığım dizimin şişi idi o şiş..
Tekel yapı mimarisi kentin mimarisinde batı etkileri başlamış…
İşte bu Tekel ve bu tütün günümüzde yok edildi.
Nasıl mı? Önce Tekel’i
yok etmek için IMF’nin talimatı ile Tütün Yasası, Haziran 2001′de T.B.M.M.’nde
kabul edildi. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, yasayı veto etti. Ancak
Sezer’in bu uyarısı dikkate alınmadı ve bir kaç ay sonra yasa kabul edildi,
Bülent Ecevit’in ortakları Mesut Yılmaz, Tansu Çiller ve Devlet Bahçeli
gayretleriyle... Böylece tütün üretimine büyük
darbe vuruldu. Üretici tütün ekemez duruma geldi.
Zemin hazırdı. 3 Kasım 2002 seçimlerinde iktidara gelen AKP’ye
fırsat doğmuştu.
Daha sonra “Tekel’i babalar gibi satarım” diyen Kemal Unakıtan
dönemi başladı.
Devlet, rakı pazarının %76′sının sahibi Mey İçki’yi 2003’te 292
milyon dolara iş adamı Nihat Özdemir ve ortaklarına sattı. Özdemir, çok
değerlenen Mey’i üç yıl sonra 950 milyon dolara Amerikan Texas Pacific Group’a
sattı. Bu firma da Mey’i 2,1 milyar dolara Johnny Walker viski ve Guinnes
biranın sahibi İngiliz Diageo’ya sattı. Aradaki farkı lütfen hesaplayın.
Türkiye’nin nasıl zarar ettirildiğinin sadece bir örneği bu.
Tekel’in altı sigara fabrikası(Samsun, Tokat, Malatya, Adana,
Maltepe, Bitlis) ise 20 dakikada 1,7 milyar dolara British American
Tobacco(BAT)’ya satıldı. Bu rakam Tekel’in sadece iki sigara fabrikasının üç
yılda yapacağı kâra denk düşen bir para karşılığında..
Durum budur kızım…
Her
ne kadar, bir azınlık grup zengin olup, köyüler ve kentlilerde de kısmı
rahatlıklar oluştu ise de Tekel fabrikaları, Samsun’un Sosyal ve demografik yapısın büyük oranda bozdu;
Tütün
fabrikaları Samsun’u endüstri kenti ve limanı haline getirince Samsun’a göç
başlıyor 19.yüzyılda. İşte bu göç demografik yapıyı Trabzon ve Rizeliler lehine
değiştirince, Samsunun sosyolojik kültürü de bağnaz ve tutucu bir yapıya
bürünüyor. Bu her alana yansıyor. Özellikle Samsun’un bağrında Trabzonluluk
etken oluyor ve sosyal yapının kalitesini, ekonomide, kültürde ve sporda bu
Trabzonluluk belirler oluyor. Belediye başkanı, Samsunspor başkanı, Ticaret ve
Sanayi odası başkanı, milletvekili onlar olmaya başlıyor.
Özellikle
futbol kültürü Trabzonluluk şövenizmine endeksleniyor. Bilindiği gibi Trabzonspor lobisi süreç içinde etkin olarak 1970’lerde
zirveye taşındı. Samsun'un kaderini Trabzonlu göçmen lobisi belirliyordu artık.
İşin ilginç yanı Samsun'un içinde Trabzonluluk yapılıyor olması idi. Bu
duruştur; Samsun’u kültürel sosyal ve ekonomik ve de sportif bağlamda
engelleyen..
Ve
şu sorulu sitemler edilir oldu: “Nerede,
Trabzonspor’dan 5 yıl önce süper lige çıkan eski Samsunspor coşkusu!? Nerede
uluslararası Samsun fuarı?! Nerede Samsun tütünü ve tütün fabrikaları, nerede
Samsun limanının eski görkemi?! Nerede, nerede, nerede!!??”..Evet, Samsunspor’u
var eden ve Trabzonspor’un önünde koşturan Yılmaz Ulusoy Trabzonlu idi, fakat
bir Samsunlu gibi davranıyordu..Ondan sonrası bana göre Trabzonluluk değil,
işaret ettiğim bir azınlık kesimdeki gizemli bir Trabzon lobiciliği. Bu gizemli
azınlık lobiciliği sadece samsun'u değil diğer Karadeniz kentlerini, hatta
Trabzon’da örseliyor. En tehlikelisi ırkçı ve dinci gericiliğinTrabzon’u kanserojen hücresi gibi sarması ve bunun
Samsun’a da yansıması. Bu hasta duruş sanki
gizemli lobiciliğin kamuflesi adeta..
Gazi caddesindeki Fransız Reji binalarını geçerek Konak sinemasına
geldik.
Konak sinemasını olduğu yer Mecidiye caddesine varmazdan, Gazi Müzesi
yakınında. Eski adı Emek sineması idi, SSK rant tesislerinin içinde. Birileri
Emek’ten rahatsız olmalı ki, Konak diye adı değiştirilmiş. Samsun’un en modern
sineması. Buradaki filmlere gelmek için erken saatte gelmek gerekti çocukluğumuzda. Bir küçük öykümü aktarayım;
“Benhur filmi oynuyor. Geç kalmışım. Bilet gişesi kapanmış. Karaborsacılar cirit
atıyor. Fiyatlar duhule bile Lux fiyatında. Vaz geçtim; Tam karşısında boş bir
alan var. Alanın ortasında kereste atölyesi, önünde, soğan kabuğuyla kaynatılan
kırmızı renkli yumurta satanların el arabaları ile dolu. Bir yumurta 25 kuruş.
Yumurta tokuşturmaca. Eğer senin yumurta karşı tarafın yumurtasını kırarsa
kırdığın yumurta senin oluyor. Çok kırarsan yumurtacıya satıyorsun, o da
müşterisine.. Seçtiğim yumurta 5 yumurta kazandırdı bana.Yumurtacı işkillendi,
kapıştık. Kapışınca adamın kafasında patlayan yumurta kırıldı(gerçekten çok
yaramazdım..). Yumurtacı bir yandan yüzünü siliyor, diğer yandan yanıt veriyor;
“Kardeşim adamlar alçı yumurta getiriyorlar..”
Evet
kızım; çocukluğumun Samsun’undaki; misket oyunlarını, amen kapmacayı, Çelik
çomak oyununu, alabildiğine çim arsalardaki top oynamaları, Gündoğdu sokakta,
Gürbüz sokakta, Kılıç dede mahallesinde, Rasathane’de kafasında sağa yatmış
çökmüş şapkalı Deli Rafetiin önce kasketini ele alıp sonra yerden taş kapıp
Arnavut kaldırımında sektirdiği taşın çınlamalarını, Cinperi’nin
naifliğini, Naneci Naci’nin manilerini, destan okuyucularını, Rasathane’den
arkadaşım olan ve bana dersleri sevdiren aksak Abdi ağabeyin annesi vefat
edince kimsesiz kaldığında aklını yitirmesi sonrası alkol çığlıklarını, Kağnı
seslerini, Eşek ve at ile kaçak kömür-
odun getirenlerin sessiz sesliliğini, Uçurtmaları uçururken ve kuyruğuna
bağladığımız jiletle diğer uçurtmaların iplerini kesişişmizdeki çığlıklarımızı,
Yoğurtçu, Sucu, Kirazcı, balıkçı-hamsicinin, körük sırtında mahalle-mahalle
dolaşan kalaycıların, lağımcıların, odun kesici ve taşıyıcaların, bahçe
belleyicilerin, Lux dondurmacının, Simitçinin, param bitince borç simit
istediği mahalle simitçisinin tezgahını tekmeleyip mahalleliye ziyafet
çektirdiğim andaki(akşam eve gelip babamdan parasını almasını söyledim ve aldı.
Anneme söylemek tehlikeliydi, çünkü simit yerine süpürge yemek vardı), Kardeşim
Hüseyin Çorbacıoğlu ile “Şans kader talih kısmet, kaderlerde boş yok” şans
kutusu elimizde bağırışlarımızı, Samsun’un ilk dolmuşçusu Koreli’nin seslerini,
Amerikan süt tozu kazanına tahta silgisini Yaşarın kara lastiğiyle atmamdaki
hoca bağırmalarını, Samsunlu gençlerin futbolu öğrendiği Koren bahçesi ve
Kumluk’taki koşuşturmaları, elbet yaşamayacağız, fakat bugünkü Samsun’u da yaşamamalıydık..
Michel
de Montaigne: “Doğanın istediği gibi düşün ve yaşa: hiçbir kitabın, hiçbir
doğmanın kölesi olma.”
Biz
ne yapıyoruz; birilerin
istediği gibi düşünüp yaşıyoruz ve onların, yani paranın kölesi olanların
kölesi olup doğanı ve doğayı yok ediyoruz!!!..
Bu nedenle; Atatürk’ün Anadolu insanıyla 19
Mayıs 1919’da “Evrensel Kurtuluş Felsefesi”’ni yazdığı kutsal kent Samsun’u
bitiriyoruz..
Sevket-che@hotmail.com.tr
evesbere@mynet.com
GSM: 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder