5 YIL SONRA 5 GÜN İSTANBUL GEZİLERİ VE POLONEZKÖY
“30 Nisan-5 Mayıs 2022 İstanbul gez-Gör-Yaz etkinliği” 1.7.2022
30 Nisan 2022 günü saat; 14:42 Ankara’nın Çankaya’sından kalkış, İstanbul’un Üsküdar’ına 19:00’da iniş..Tam 5 yıl sonra kardeşlerimin yanında olacağım. Bu ara Yeğenim Şebnemimizin İdi’li olmuş 1 yaşında, yeni göreceğiz, her şeyi Pandemi yalanlarıyla mavi gözlü prensesimizi seveceğiz geç de olsa..
1 Mayıs 2022 kutlamaları derken Topkapı müzesine Sirkeci Gülhane parkı içinden tırmanışa geçtik.. Zaman kaybetmezden inişe geçtik çünkü banka kartımız geçerli değil nedeni Milli Saraylar Genel Müdürlüğü başka bir banka ile anlaşma yapmış.
Topkapı sarayını giremeyince-Ki önceleri defalarca gördüğümüz yer, fakat her yıl yenilendiği için görelim demiştik-Caferağa medresesinden aşağı iniyoruz Hilton Oteller zincirinin yaptığı ahşap cepheli eski İstanbul evlerinin ve önlerindeki sembolik lalelerin renklerine görselliye- görselliye.. Amacımız halkımızın yarısının açlık sınırında konuşlandığı için yanaşamadığı günümüz popüler ve de pahali kokoreç yiyeceğiz, yakındır yiyemeyeceğimiz günler..Yiyemedik çünkü Taksim’e çıkmadık.
Her yer bedava ya, her yer bu nedenle bizim. Boğazı turlamaya karar verdik. O’nu da başaramadık. Evet, Turlayamadık tırladık çünkü gemi tur gemileri iptal bugün.... Saat de 15;30’a geldi. Sariyer’e giden vapura bindik derken Arnavutköy’de indik erken, oltacı balıkçılara selam verdik, balık bekleyen renk renk kedileri sevdik. Kediler resmen oltacilarla bütünleşmiş, her oltacinin yanında bir kesi, yani kediler oltacıları paylaşmış, yani sistem koymuşlar, asla oltacı yanında birden fazla kedi bulamazsınız, düşünün yoksuldan geçinen siyasi egemen’in dagittığı kumanya için birbirini ezen insanları.. Biliyorsun bunların feraseti yüksek bazıları halkı sandıkta eziyo..
BJK’ye geçtik. Edirne ciğercisi için Ihlamur caddesinde koşuşturuyoruz, orta yerinde Çarşı gurubunun diktiği devasa Karal’in önünde resim çektirmeye zorladı beni Kadis, çünkü Burak ile Kadis sağlıklı BJK’li, biz GS’li Ececan ve Şevket boynu bükük pozumuzu verdik, ama yinede pençelerimizi gösterdik.. O da ne ciğercimiz Bayram nedeniyle kapalı..Eee saat olmuş 18:30, bu saatte Edirne’de gidemeyeceğimiz için Mısırlı sokağa taşınmış olan Bafrali Mert Aydın’ın BJK Pidecisindeyiz, 2 Kartal 2 Aslan pideleri yedik ve de sevgili yeğenimizin ‘Özlem Kahraman Kaş+Ahmet Kaş’ Üsküdar Selvilik’teki evinde soluğu aldık, yorulduk, çünkü 15’er bin adım attık, dile kolay. Yürümeyi sevmeyen Burak’a “ Allah sana Mao gibi Uzun Yürüyüş yaptırsın da Türkiye’yi kurttatsın” diye ilendim..
Bugün günlerden “1 Mayıs” idi. Elbet biz halkın kutlamalarına katıldık. Halkın kutsal emek bayramını kutladık Beşiktaş hareketliliğinde. Bizler için her gün 1 Mayıs; Barış, hakça bölüşüm, demokrasi, insan hakları, demokrasi evrensel degerler adına.. Sürekli Ankara’da kutladığımız 1 Mayıs’i İstanbul’da kutlamak ayrı bir coşkuydu bizim için Bugün ise 2 Mayıs, Kutsal şeker bayramı. Onun kutsiyeti de barış sevgi dostlukişleviyel dolu. Şeker tadında Bayram yaşamak adına Kardeşlerimin yanında olmak adına Çatalca Yolundayız. Çatalca tam 40 yıllık bir ikamet adresimiz....
Önce gök gözlü İdil'imizi sevdik sevgili yeğenim Şebnem’in kucağında 1 yaşındaki haliyle o saf tertemiz mavi-Mavi gözleriyle bizi süzüyor ellerini çırparak..
Bir zamanlar İl olan Çatalca Türkiye’nin en büyük coğrafyasına sahip muhteşem bir İlçe, doğası ve doğanıyla güzel geleceğin metropol kenti olma olasılığı çok yüksek. Amcam Enver Çorbacıoğlu ve ağabeyimiz Nafiz, Çağlayan Ege hanfendi zamanında İlçenin ve çevrenin sayılı yüklenicileri. İsmet Acar beyse benzer İşler yapıyor, bizim sansımız yaver gitmiyor, Acar başını alıp gidiyor. Bu ara Babam Çatalca korusu içindeki Restoanti işletmeye başlıyor.
Muhteşem bir yer, Rüçhan Çamay- Türkan Şoray, Nükhet Duru, Celal Bayar’in uğrak yeri. Aziz Nesin, Ataol Behramoğlu ve Raif Çetin’n vazgeçemediği yer.. İşte bu müze olacak Restoran 50 sene bizde iken elimizden kaydı gitti bazı güzellikler gibi.Burak, Ececan, kardeşim Hüseyin ile Koru Restauranta son durumunu görmek için çıktık. Nostaljik anıları anımsayınca burukluk çöktü yüreğime, çünkü koru içindeki bu cennet yeri Sevgili Babam Nihat adeta büyüleyici bir dinlence yerine dönüştürdü. Son olarak soluk resimlerini çektik soluk yüreğimle..
Öncesi ülkemizin en büyük et kombinesinin üretim müdürü sevgili yeğenim Ömurcan Corbacioglu'nu ziyaret ettik. Muhteşem bir tesis. Tuzla ve Almanya’da yeni fabrikalar açacakmış yeni sahipleri Lübnanlılar.. Üretim anını gezdi Ececan, anlattığına göre tertemiz. Biz artık Polonez ürünleri olan salam, sucuk, sosis, jambon, pastırma vs yemeye karar verdik...
Kardeşlerim Hüseyin, Niyazi, Suat sevgili eşleriyle yeğenlerimizle özlem yuklu hasret giderdik sevgili Anne ve Babamin yokluğunda buruk olsa da ve 17:00’de Çatalca’dan Aziz Nesin'i Raif Ertem’i, Çağlayan Ege’yi ve uzun ömür dilediğimiz Fırat Aykut, Ataol Berhamoğlu’nu ve de dostları özlemle anarak ayrıldık..
Antrparantez: [[Ali Nesin dün tarikatları ve AKP iktidarına övgüler sıralıyordu, şimdi sövgülerde. Sövgülerde çünkü Valilik usulsuz bağış topluyor yalanıyla Çatalca’daki Azizi Nesin Vakfı’nın hesapları valililikçe bloke edilmiş:
Babanız Aziz Nesin babamı sever Koru Restaurant'a gelir veya babam Vakfı ziyaret eder sohbet ederlerdi. İlle de ülkenin karanlık atmosferinden.. Bu söyleşilere zaman-zaman Raif Ertem Amca da katılırdı (Cumhuriyet gazetesi). Elbet havadan sudan avdan değil, bunlarin ülkeyi karanlığa sürükleyeceği konusu olurdu konuları... Unuttun bu karanlık cemaatlerin, 38 canı yaktığını ve Sivas'ta babanızı da yakmaya kalkıştıklarını ve sen ise bunları savunup, bizleri de faşist ilan ettin Atatürk'ü de dünyada heykeli olan tek diktatör.... Ne haber, daha daha da ne haber ve de daha neler neler yaşayacaksın!!......
Tam 5 yıl olmuş İstanbul’dan ayrı kalalı. İnanın bu 5 yıl içinde de çok acı çekmiş, dünyanın acısı Corona pandemisiyle birlikte bu acısı katmerleşmiş…]]
Beykoz- Anadoluhisari’ndaki Sabancı Ögretmemevi’ne geldik, boğaz manzaralı müthiş bir yer..Boğazın incisi bana sancısı boğaz köprüsü ışıklandırılmış ve farklı renklerle sözde boğazı güzelleştiriyor. Dini sadece kendi dinleri olarak, Anadolu halklarının tümünü Türk olarak gören ve dinden ırktan ve de yoksuldan geçinen çaputçuları masalara dağılmışlar. Büyük bölümünde de çeşit-çeşit göçmenlerle dolu, adam her yeri onlara açmış, şımarık şimarık yayılmışlar, hiç de konuk gibi davranmıyorlar. Bunlara konukseverlik gösterelim göstermesine de bu gösterilen konukseverlik ötesi bir şey.. Diğerlerin bazıları da onlardan farksız kişiler.
Belli ki çevre okullarında Öğretmen veya müdür. Ağızlarını şapırdatarak yemeklerini yiyorlar ve mutlular. Devletin merkezine konuşlananları enterne etmiş yerine bunları oturtmuşlar resmen. Çaputçular çoğunlukta, çapulcular ise yok gibi. Yanında süklüm büklüm bir hanımefendi beyefendinin eşi olsa gerek, beyefendi kendinden geçmiş saç kavurmaya bandırıp-bandırıp senfoni orkestrası gibi ağzını şapırtdatırken, hanfendi ürkek-ürkek saç kavurmaya ulaşmaya çalışıyor, çocukla ise kolalar eşliğinde tabaklarındaki menüleri yiyorlar, adeta onlardan soyut ve görgülü, üstelik aydınlık yüzlerle..
Başı nükleer başlık türban, türban üstü kapkara pahalı gözlük, yüzü gözü kozmetik duvar, ağzında sigara, üstünde yerleri süpüren pardesülü bir bayan öğretmen, beğenmediği masaları gözetleyerek buraları ele geçirmenin gururuyla salına salına yürüyor.. Ülkemde 10 binlerce öğretmen tayın beklerken bunlar boğazdaki okullarda cirit atıyorlar, pardon hava.. Demem o ki çocuklar rahatsız, gün gelecek oluşturdaki ambians bunları boğacak, çünkü uzay çağında böylesi muhafazakarlığı, dahası din ve ırk ticaretini bu çocuklar kabul etmez.
Çocuklar onların çıkara özdeş bağnazlığında boğuluyor.. Bu egemen siyaset, daha kendi sorumluluğunu üstlenememiş 18 yaşındaki bebeleri milletvekili yaparak ülke sorumluluğunu omuzlarına bindiriyor, bu nedenle egemene bu çocuklar oy vermez. Baksanıza 18 yaş anketinde en düşük oyu bu egemenler aldı. Tek umut kaldı sığınmacıları devşirerek oy almak. Bu sığınmacılar, gün gelecek Anadolu’ya sığmaz olacak ve bizler sığınmacı durumuna düşeceğiz önü arkası alınmaz ise.. Tarihin tozlu sayfalarını bir bir çevirin, göreceksiniz ki birçok kadım devlet sığınmacılar yüzünden yok oldu..
Sabancı Öğretmenevi bitişiğinde Sabancı Polisevi. Buraları dolar dostu adam almak istemiş Sabancı ailesi şiddetle karşı çıkmış, geri alırım diyerek. O da buranın görsel ve de etkileyici güzelliğini örselemek adına sığınmacılara açmış.
Akşam boğaz havai fişeklerle harika görsellik sundu bize, bizde ikramı geri çevirmedik, görselledik..
2002 sonrasının egemeni İstanbul’a kentli için değil kendi için ve Yeni Osmanlılık ideolojisi bütününde dokunmuş, öyle bir dokunuş ki İstanbul’un boğazının ruhuna okumuş adeta, bitirmiş boğazı sermaye tapınaklarıyla, yetmemiş olacak ki ikinci boğaz inşa ediyor kendisine Kanal İstanbul adında.. Hançer gibi İstanbul’un evrensel bedenine saplanan bu yandaş sermaye tapınaklarının sadece sahiplerine küsmüş ve devamında İstanbul’a kusmuş, yani kusmaya devam etmiş. Vesselam kısa kelam; İstanbul’u kentliye değil adeta kendine yazmış. Bakalım İstanbulumuza neler neler yapacak?!
Yaptıklarına bir bakalım; Geçin Avrupa yakasına, seyredin Asya yakasını, sonrasında Asya yakasına geçin seyredin Avrupa yakasını, Osmanlı, Bizans yapılarıyla binlerce yılda oluşan efsanevi İstanbul Silueti, İstanbul bilim kurgu hayaletine dönüştüğünü görürsünüz.. Belediye başkanı iken cinayettir üçüncü boğaz köprüsü diyen kişi gelir gelmez cinayetini işliyor..
Cinayetini örtbas etmek için bizim önerimiz olan tüp geçişi de yapıyor. Eğer bir tüp geçiş daha yapılsa, çevre yollarıyla kapattıkları arazilerine geçiş sağlayan 3.Boğaz köprüsüne gerek kalmayacak. Ülke ekonomisini “Yap sat kaç”, “Yap işlet devir” yöntemiyle yapılan inşaatlarla düzeltmeye kalkıyor, yani siyasi ve ekonomik rant projeleriyle. Var olan İstanbul simges olan dünyanın 3. Büyük Atatürk Havalimanı’nı yok ediyor, Araplara satacağı 3. Havalimanı’nın yolcu kapasitesini artırmak için, yetmedi Sabiha Gökçen Havalimanın’nın yıllardır yeni pistini bekletiyor pislik.. içinde İmamoğlu’na zorunlu olarak teslim ettiği İstanbul’u İmamoğlu temizlemeye çalışıyor..
Altınboynuz İstanbul resmen boynuzlanmış..
“Bu nasıl İstanbul gezmeleri, kardeşim çek boğazın resimlerini, yalılarını, akşamleyin boğazın incileri Boğaz köprulerini görselle, Çamlıcaya çık İstanbul’un gizemli siluetini yakala vs,vs..” diyorsun da İstanbul bitmiş, gezilecek yerleri yok edilmiş, kısmı güzelliklerle yetiniyoruz; ‘görme engelli bir insanın İstanbul’a geldiğini anlatan’ sönümlenmeye başlayan ve işlevini yitiren vapurların sesini, martıların İstanbul kaosunda kısılmış seslerini, karabatakların isteksiz ve umutsuz dalışlarını, yalıların ürkek-ürkek bakışlarını, Beykoz ormanlarıyla çevre ormanların rüzgar eşliğinde ağlayışlarını, tarihi yapıların gözyaşlarını izlerken yüreğiniz bükülüyor, evet bu saldırganlar resmen duygu bükücüleri olmuş İstanbul’u ağlatıyorlar..
Elbet bu denli felaket telalığına gerek yok, abartılı olsa da kalan güzellikler İstanbul’u yine güzel gösteriyor, demem o ki kalanını kurtarabilsek İmamoğlu vb sayesinde.. Eğer bu kent bir daha bunların eline geçerse bir daha göremeyiz, adamların doğaya ve doğana saygısı yok dolar son derece saygılılar. Osmanlılıktan, dinden geçinmese ve de utanmasa Camileri, Anadolu ve Rumeli Hisarlarını bile, sermaye tapınaklarına ve AVM’lere, Rezidanslara açacak.
Batılı Anadolu ve Rumeli Hisarı’na sahip olsa öylesine güzel ışıklandırır ki insanı büyüler, masalsı düşler ülkesine taşır. Her iki yakadan bu Hisarlara baktığınızda akşamın karanlığında sadece sönmekten olan ateşin küllerindeki kör köz ışıltılarını fark edersiniz.. Dünyanın en görkemli etkileyici Çamlıca Tepesinde “Osmanlı Padişahlarıyla yarışıyor’ Çamlıca camisi yaptırarak. 2023 sonrası Çamlıca terasına Sarayıni da konduru.. Bunu gören Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek de Kızılay ve Ulusu birbirine bağlayacak Gençlik parkı karşısına benzer bir cami yaptı, elbet cemaatsız..Hem Haci Bayram Camii’ni körelti, hem de Ulus- Kızılay bağlantısını..Bu gitti, diğerine feraseti yüksek cahilim bir 20 yıl daha verirse, İstanbul kenti değil, evrensel kültür köprüsü cennettin izdüşümü dünyanın en yakışıklı ükesi Türkiye evrensel bilim kurgu köprüsüne dönüşür. Kendi neye dönüşür bilemem..
Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi; Çevre yollarıyla ulaşım kolaylığından söz ediliyor, inanmayın İstanbul halkının kaçı bu çevre yolundan faydalanıyor, elbet hiç değil ama istenen kolaylıktan asla söz edemeyiz..Girin çevre yoluna görün ulaşım plansızlığını; çevre yolundan semtlere girişler sonrası adeta kaotik bir labirentle karşılaşıyorsunuz. Ara semtler dönüşler yatay kurb(viraj) sonrası aniden karşınıza çıkıyor ve refüje bindirme tehlikesi yaşıyorsunuz, ya da diğer çıkışa girip asıl döneceğiniz yeri es geçiyorsunuz ve sonrası trafik karmaşası, çünkü geri geri gelmek zorundasınız aksi taktirde Ankara’da soluğu alırsınız.. Burak gerçekten sabır simgesi, ben olsam çatlamazdım, gerçekten çatlatırdım da kimi bulacaksın!!
Bugün 3 Mayıs 2022; Kız Kulesine indik. Karşımıza Üskudar’da Ekrem İmamoğlu çıktı.Üsküdar Kız Kulesi çevresindeki salaş görüntü kirliliği tamamen yok edilmiş. Özellikle yıkılan basit sıradan dükkanlar yıkılmıi görkemli devasa bir meydan yapılmış. Kendinizi bu kentte Batının kent meydanlarından daha mutlu hissediyorsunuz. İnsan çok daha mutlu ve rahat. Kordon boyundaki seyyar köfteci dükkanlarına dönüştürülmüş kıyı büfeleri tamamen kaldırılmış. Kız Kulesini seyreden basamaklı seyir yer yeniden dizyn ediyor.
İnanın isteksiz indiğiniz Üskudar iskelelesin ve kordon boyuna şimdi koşarak iniyorsunuz. Fakat Kız Kulesi retore eildiği için onun boğaza kattığı efsanevi güzellik yok şimdilik. Kordon boyundaki görevlilere soruyorum ne zaman biter restorasyon diye, aldığım yanıt düşündürücü ve üzücü; anıtlar yüksek kurulu 2.5 senedir restorasunu bitirmiyor, belli ki kordon boyunun ve boğazın görüntüsünü, albenisini bozmak için rolantıya almış. Anlayacağınız Merkezi yönetim, yerel yönetimi bilerek zorda bırakmış.. Dahası sayın İmamoğlu engelleniyor, cahil cesareti enterne de edebilir..Yazıklar olsun İstanbul’a yazıl edenler…
4 Mayıs 2022 Beylerbeyindeyiz; Dahası, saat 12:00’de Beylerbeyi’nin sarayındayız..
Osmanlı rutin saraylarından biri. Son Asur devletinden yaklaşık 2300 yıl sonra kurulan Osmanlı İmparatorluğu Saraylarının esin kaynağı Asur sarayları imiş. Evet Saray planından içindeki harem bölümüne kadar benzerlik göstermesi gerçekten ilginç. Süreç içinde batı mimari uslup kullanılıyor, ona biraz ‘sözde’ İslam mimarisi eşlik ediyor. İç mekan dizaynı için Avizeler kafir memleketlerinden, halılar İran’dan, Şam’dan, Van’dan, Mermerler oradan buradan derken al sana Harem’den(Cairelerin yeri), Enderun (Oğlanların-öğrencilerin devşirildiği yer) ve Birün (hizmetlilerin yeri)’den oluşmuş saray. Elbet Beylerbeyi sarayının Enderun’u yok ama Harem ve Birun’u var..
Olguya daha ciddi bakarsak; On beşinci yüzyıl ortalarından 19. yüzyıl sonlarına kadar Osmanlı padişahlarının sürekli ikametgahı Topkapı Sarayı olmuştur. Bu dört yüz yıllık süre içinde padişahlar zaman zaman Topkapı dışındaki saraylarda yaşamışlar. Padişahların asıl saray dışındaki binalarda kalma süreleri, Osmanlı İmparatorluğunda Batı’dan gelen etkilerle çeşitli değişimlerin gözlendiği 18. yüzyıldan itibaren uzamaya başlamış ve nihayet 19. yüzyıl ortalarında, Dolmabahçe Sarayı inşaatının tamamlanmasıyla birlikte Topkapı Sarayı Osmanlı ailesi tarafından tamamen terkedilmiştir…
Osmanlı mimarisi eklektik bir mimari tarzdır, yani kendinden önce gelen Erken dönem Anadolu Türk mimarisi,Memlük mimarisi ve ben buna son Asur devletinin mimarisinden etkilenmiş bir mimari uslüp diyorum. Aynı kapıya çıkan görüş de şu; Akdeniz ile Ortadoğu mimari geleneklerinin sentezidir Osmanlı mimarisi.. Bilindiği gibi; eklektik tarz, mimaride farklı akımların bir araya getirilmesi ve yapıların bu doğrultuda inşa edilmesi olarak açıklayabiliriz...
Beylerbeyi sarayı da bunlardan biridir.. İstanbul'un Üsküdar ilçesinin Beylerbeyi semtinde bulunan ve Sultan Abdülaziz tarafından 1861-1865 yıllarında mimar Sarkis Balyan'a yaptırılan saraydır. Osmanlı Padişahları, yukarıda belirtiğim gibi İstanbul’un fethinden 1800’lü yıllara kadar geleneksel Topkapı Sarayı‘nda yaşadılar.
Ancak son dönemde değişen protokol kuralları ve mimari akımlar, padişahları yeni bir düzen kurmaya teşvik etti. İstanbul’da açılan büyükelçilik binalarının, gelişen ticaretin ve mimari akımların tetiklediği dönüşümü, İstanbul 9 gün gezileri yazımda anlatmıştım.
Beylerbeyi Sarayının yapımında 3 aşama var. Birincisi sarayın ahşap yapımı. Bu dönem Sultan II. Mahmud Dönemidir(1808–1839). Ahşap olarak inşa edilen birinci dönem sarayın yanıyor ve ardından, 2 aşamasında Sultan Abdülaziz, Mimar Sarkis Balyan’a yaptırılıyor(1861-65). Saray Osmanlı padişahlarının sayfiye yeri ve yabancı devlet erkanının ağırlanacağı konukevi olarak planlandı. 3. aşamada bugünkü halini aldı. (1865). 1800’lü yıllarda Osmanlı mimarisine damga vurmuş olan Balyan ailesinden Sarkis Balyan‘dı. 2.500 metrekarelik bir alan üzerine inşa edilen sarayın güney kesimi Mabeyn-i Hümâyûn, kuzey kesimi ise Valide Sultan Dairesi olarak düzenlenmişti…
Sarayın içi de ahşap oymacılığı, altın nakış işçiliği, resim ve yazı gibi öğelerle süslenmiştir. Sarayın iki katının planı da ortadaki büyük bir salonun çevresindeki odalardan oluşmaktadır. Katları geziyorum; fotoğraf çekmek yasak bu nedenle, gözüm altın nakış işçiliği, resim, yazı ve ahşap oymacılığı tararken kat görevlilerini de tarıyor, yakalnsam görevli kesin beni tarayacak, ben yine çoğunu görselledim, telefonla konuşuyorum numaralarıyla..
Selanik’e sürgüne gönderilen 2. Abdülhamid Balkan Savaşlarından sonra güvenlik nedeniyle Beylerbeyi Sarayı’na getirilmiş ve hayatının geri kalan kısmını bu sarayda geçirmiştir. Sarayın ilk önemli yabancı konuğu ise 3. Napolyon’un karısı Eugénie olmuştur. Sarayın diğer önemli konukları ise Karadağ Kralı Nikola, İran Şahı Nasrüddin ile Ayastefanos Anlaşmasını imzalamak için İstanbul’a gelen Gran Dük Nikola ve Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph’tir. Cumhuriyet döneminde ise Atatürk’ün davetlisi olarak 1934 yılında İstanbul’a gelen İran Şahı Rıza Pehlevi bu sarayda konuk edilmiştir. 1936 yılında ise Balkan Oyunları Festivali bu sarayda düzenlenmiş ve Mustafa Kemal Atatürk o geceyi Beylerbeyi Sarayı’nda geçirmiştir.
Boğazın her güzelliğini bozan Boğaziçi Köprüleri Beylerbeyi sarayı’nı da bozmuş, çünkü köprü sarayın yakınına yapılınca adeta köprü altı sarayına dönüşmüş.Bir de adını 15 Temmuz Şehitler Köprüsü demezler mi? Yetmedi kademeli ve Paris’te yaptırılmış olan tunçtan hayvan heykelleri (hayret kaldırmamışlar) ile süslü devasa bahçe Karayollarına ve Deniz Astsubay Okulu’na verilmiştir. Yaa; Yeni Osmanlıcılık oynayanlar, Boğaziçi Köprüsü’nün yapımı gerekse çeşitli kurumlara verdiği yapılar sarayın orijinalliğinin bozulmasına neden olmuştur. Şimdi o bir bir müzedir ve de pazartesi, Perşembe kapalıdır...
Her ne ise, Osmanlı Padişahları Sarayları ve haremleri ile namlı.. Adam resmen Padişah görüyor kendisini, aklının estiği yere saray ve cami yapıyor..Bu görgüsüzlük, bu ne kibir..Önceki 11 cumhurbaşkanının hangisi Saray inşa etti?! Allah aşkına bırakın Saray cami inşa etmediler…
Saat; 14:30’da soluğu Beykoz-Kanlıca’da aldık. Soluklandığımız yer; Çınaraltın’daki “Asırlık Kanlıca yoğurdu” mekanı. 5 sene önce uğramıştık, ilginç gelmişti. Aynı zamanda salaş da..Garson arkadaşların hizmeti de pek sevimli değildi. En güzel yanı; gün batımını seyredip çay yudumlamak ve boğazın büyüsüne kapılmak. En kötü yanı da tuvaletinin olmaması, gün batımını seyrederken çayı fazla kaçırsan altına da…tehlikesi var.. Pudralı yoğurt idi yediğimiz, çocukluğumda Annem Emine Çorbacıoğlu’nun yaptığı kaymaklı yoğurda şeker katar yerdim, o damak tadını çağrıştırmıştı bana; hatta espri de yapmıştım şekerli yoğurdu ben icat ettim diye. Fakat; "Tarihi Meşhur Kanlıca Yoğurdunun şu anki Tek Ustası Muhammed Ali Sakkaf imiş. Temelleri, 1893 yılında, Osmanlı Rus Savaşı (1877-1878) nedeniyle Bulgaristan'dan göç ederek Kanlıca'ya yerleşen, kendilerine "93 muhaciri" de denilen Poyraz İbrahim Ağa tarafından atılmış. Tarihi Kanlıca Yoğurdu'nun Poyraz İbrahim Ağa ile başlayan öyküsü bugün, torunu Muhammed Ali Sakkaf ile devam ediyor. 1988’de de tescilini almış. Değişmeyen lezzeti ve tarifiyle nesilden nesile uzanan lezzetmiş. Damak tadınız için taklitlerinden sakınmalıymiş." Anlayacağınız patent benden gitti.. Bu son gidişimde de espri yaptım; “Milli içkimiz ayrana pudra ve bal döküp, ballı şekerli milli içki patenti alırım mıyım?” diyerek..Yer bulamadık mekanın arka tarafında bir masa verdiler, mutfak kapısına bakan. Kapıda yorgun argın orta yaş üstü biri duruyor, üstü başı salaş diyelim, biraz sonra kalkan olur geçersiniz öne dedi ve de öyle olduk, hizmet fena değildi, kartla da ödeme yaptık, fakat tuvalet için yine caminin altına jetonla gittik..Bir ara mutfak kapısında bekleyen kişiyi sorduk, Gür Sipahioğlu dediler ve işletmenin sahibiymiş. Çalışkan biri galiba kendine pek dikkat etmiyor derken erken devreye biri girdi, “Ne çalışkanı kardeşim adam baştan aşağı kirli çıkı”. Demek istiyor ki; başkalarına parası olmadığı hissini verdiği halde yüklü parası bulunan kimse.
Kanlıca adının söylencesi
Kanlıca, İstanbul'un Beykoz ilçesinin ünlü bir semtidir. Anadoluhisarı ile Çubuklu arasında bulunur. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nün Anadolu yakasındaki ayağının kuzey tarafı..
Kanlıca, salt yoğurduyla değil, Mihrabat Korusu'yla ve yalılarıyla da ünlüdür. Yalılar da, Mıhrabat korusu da ürkek ve tedirgin bakışlarla gelip geçenleri izliyor. Ne zaman kaçak kat çıkacak, ne zaman baltalar çakacak endişesi taşıyorlar adeta....
Kanlıca'nın ismi konusunda çeşitli söylenceler vardır ama en çok kabul göreni zamanın Osmanlı sultanlarından biri bir gün emir vererek İstanbul'un havası en temiz semtinin bulunmasını ister. Nasıl ölçüleceği konusunda ise vezirlerinden yardım ister. Vezirlerden biri her semte kanlı et bulunan direklerin asılmasını ve en geç bozulan etin olduğu direğin havası en temiz semt olacağını söyler. Sultan emir verir ve Kanlıca büyük arayla birinci olur ve Osmanlı Sultanı bu semte Kanlıca ismini verir.. İşte bu temiz hava tehlike içinde..
Mihrabat Korusu; Kanlıca’nın hemen sırtında. Sizi, Çam ağaçlarının etkileyici yeşilliğinden önce o enfes kokusu karşılıyor. Tam karşısında Ortaköy sahili, Rumeli Hisarı, İstinye Koyu ile uçsuz bucaksız büyüleyici bir manzara ile baş başa kalıyorsunuz…
Osmanlı Imparatorluğu’nun son döneminde Mısır’lı Abbas Halim Paşa’nın kızı Rukiye Hanıma yüz görümlüğü olarak hediye edilmiş.
Yüzyıllar boyu, mehtaplı gecelerde, sazlı sözlü boğaz eğlencelerine ihtişam ile ev sahipliği yapan, padişahları, sultanları ağırlayan, muhteşem manzarası ile nice sanatçılara ilham veren, Mihrabat Korusu halka ilham vermesi olası değil, çünkü oralar sultanların, şehzadelerin yeri…”Saray erkanının ve etrafındaki sanatçıların” deyince, kaçak saray erkanı ve yağdanlıkları aklıma geldi..
Üsküdar’dakii Sultantepe-Selvilik caddesine dek uzanan Hüseyin Avni Paşa Korusu’nu izliyorum; martılar denizi kanıksamış ki, saksağanlar ve köpeklerle didişmelerindeki çığlıklarını dinliyorum ve düşünüyorum; Ankara’mızda karga bile yokken”…
3 bin tescilli ağacın bulunduğu Hüseyin Avni Paşa Korusu’nda Türk edebiyatının ustalarından Halide Edip Adıvar’ın bir dönem yaşadığı köşk bulunuyor. Üsküdar’da yer alan ve bir bölümü bir dönem Halide Edip Adıvar’ın ailesine ait olan koru ve içerisindeki ahşap köşk yazarın adını taşıyan okul olarak hizmet vermişti… Fethi Paşa ve Demirağ Korularının devamıdır. Demirağ Korusundan bir duvar ile ayrılır. Korunun yüz ölçümü 4.45 hektardır. İçersinde iki eski eser kalıntısı, su sarnıçları ve su kuyuları vardır..Kapalıydı giremedik. Kapalı deyince aklıma düştü; Galiba buranın nasıl peşkeş çekildiğinin öncek “9 Gün İstanbul Gezileri” yazımda işlemiştim, tekrar değil de biraz anımsatayım:
AKP’ye yakınlığıyla bilinen Mehmet Cengiz, İstanbul Boğazı manzaralı Üsküdar’daki Hüseyin Avni Paşa Korusu’ndaki yanan köşkün inşaatı için yapı ruhsatını aldı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı (İBB), koruda inşaat için gerekli izinlerin alındığını, müze ve kütüphane vasıflı yapı ruhsatının 19 Mart 2015’te verildiğini belirtti.
Yangın tesadüfi...
81 bin 511 metrekarelik Hüseyin Avni Paşa Köşkü, 2002 yılında “Yıkılmadan korunması gereken 1. sınıf kültür varlığı” olarak tescillenmişti. Koru ve köşk, 2009’da Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından Mehmet Cengiz’e satıldı. 8 Mart 2013 tarihli tapu kaydında korunun ve köşkün satış bedeli “0” TL olarak yer aldı. Tarihi Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nün, restorasyon başvurusu 6 No’lu Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nda görüşüldü ve 23 Haziran 2014 tarihinde inceleme yapıldıktan sonra karar verileceği açıklandı. Bu kararın ardından 5 gün sonra köşk gece yarısı tamamen yanarak kül oldu… 2002 yılında “Yıkılmadan korunması gereken 1. sınıf kültür varlığı” olarak tescillenen Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nün tamamen yanmasıyla ilgili soruşturmanın üzeri örtüldü ve yangın için “kaza” raporu düzenlendi.
Yeşil dokuya dokundular:
Mehmet Cengiz, Fethi Paşa Korusu'nda talana başladı..AKP'nin iş adamı Mehmet Cengiz’e bedelsiz olarak devredilen tarihi Fethi Paşa Korusu’nda iş makineleri bayramda ağaç kesti.
Korunun Paşa Limanı Caddesi kenarındaki bölümde hafriyat çalışması başlatıldı. İş makinelerinin kazdığı alandaki onlarca ağaç kesildi, onlarcası da kökleri topraksız kaldığı için diğer ağaçlara halatla bağlandı. Halatla diğer ağaçlara bağlanan ağaçların kurtarılması, neredeyse imkânsız hale geldi.
Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nün enkazında, geçtiğimiz yıl iş makineleri çalışmaya başladı. Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi olduğu için iş makinesiyle çalışmanın yasak olduğu alanda onlarca tarihi ağaç kesildi ve geniş bir alan açıldı. Fethi Paşa Korusu’nun bedelsiz devredildiği işadamı Mehmet Cengiz hakkında izinsiz kazı yaptığı için suç duyurusunda bulunuldu ancak İstanbul Valiliği 22 Ekim 2015’te soruşturmaya gerek olmadığına karar verdi.
Boğaziçi İmar Müdürlüğü yetkilileri, izinsiz olarak yapılan kazı ve ağaç kesimine göz yumdu.
17/25 Aralık Yolsuzluk Operasyonları sırasında patlak veren ses kayıtlarında, "Milletin a... koyacağız" diyen Cengiz İnşaat'ın sahibi Mehmet Cengiz’den Cumhuriyet gazetesine inciler: "Manşete koymuşsunuz fotoğrafımı sizde utanma yok mu? Sizinle savaşacağım. O kuleleri sokacağım size" ifadelerini kullanıp, "P****enk herifler…Adamı katil etmeyin"
Ulus Doğa evlerindeyiz. Saat 17:00.. Yeğenimiz Murat Kahraman ve gelinimiz Deniz Sayı Kahraman ve de yakışıklı Prens Can Kahraman burada oturuyor. Harika bir yer, düşünün doğa evleri sitesi kendine doğa yaratmış, doğayı yok etmemiş.. Abdurrahman Sayın beyefendi ve İnci Sayın hanfendi meslektaşlarım ile uzun süre görüşememiştik, onlarla da buluşmamız bizi ayrı mutlu etti. Yemek öncesi site parkında yürüyüş yapmamız ayrı bir güzellikti, bunun yanı sıra yardımcıları Özbek Mamuş’un Özbek yemekleri de harika idi..
Polonezköy’ün Tarım köy iken Tatil Köy olması
5 Nisan 2022 11:30 Polonezköyü’ne ilk kez yol alıyoruz. Duyardık duymasına da gitme olanağı bulamamıştık. Öyküsü ilginç bir yerleşim yeri..
İstanbul mavisinden, İstanbul yeşiline yolculuk bizimkisi. Doğrusu İstanbul mavisinden, İstanbul’ın gri beton cangılından süzülerek, Beykoz ormanının ürkek yeşilini seyrederek Polonezköye gidiyoruz. Evet; Üsküdar-Polonezköy güzergahındayız, Rezidanslardan çok cami var. Resmen cami kutsalı üzerinden ticaret ve de beton tüccarlığı..
Beykoz-Kavacık, Anadolu Hisarı-Riva-Alemdağ-Şile-Ömerli Barajı ve Polonezköy yeşil dokusu kesin birilerini tahrik ediyor, bu yerle de rahatsız.. Riva-Polonezköy sapağına geldik saat 12:05’de. Polonezköy yolundayız artık. Hiç de yabancı gelmedi, çünkü Adeta Doğu Karadeniz’in derin duygulandırıcı yeşilin içindeyiz. Saat 12:12 “Polonezköy Tabiat Parkı Beykoz Şefliği” meydanında durduk. Artık yürüyeceğiz. Hemen yürüyüş parkuruna girdik.
Polonezköy tabiat Parkı; Defolu stanbul’un doğal bitki türlerinin deposu gibi. O denli düzenliler ki, adeta disiplinlı ordu gibiler ve de çok yakışıklılar; örneğin çam türleri, kestane, gürgen, meşe, kayın, ıhlamur; alt tabakada ise defne, kocayemiş, karayemiş, dağ muşmulası, geyikdikeni, ateş dikeni harikalar. Çoğunu tanıdım, azını alıntıladım. “Kuş sesleri ovalara yayılır, insanbuna hayran olur bayılır” işte öyle bir şey. Kuş sesleri Polonezköy’ün ağaçları adeta orkestra kurmuş gibi harika bir ses uyumu, yani farklı notaların aynı anda kullanılmasıyla ortaya çıkan ses uyumu, daha yanisi; “armoni” oluşturuyor, canım resmen cennetin izdüşümü. Allah burayı cehennemin izdüşümüne dönüştüreceklerden korusun
Tabiat Parkı içerisinde 1 adet Sülün- Keklik Üretme İstasyonu ve 1 adet Geyik- Karaca Üretme İstasyonu bulunmaktadır. Tabiat parkı içerisinde kızıl geyik, karaca, yaban domuzu, çakal, tilki,sincap, sansar, gelincik, sülün, keklik, atmaca, şahin, doğan, karatavuk, saka, üveyik, baykuş gibi hayvanlar bulunmaktaymış. Mış, çünkü bunlarıdan Atmac, Doğan, Sülün, Karaca dışında hiçbirine rastlamadık..
Yürüyüş yolu 5 km, ancak yarıladık Gukuk sesleri ve kuş cıvıltıları arasında. Kesin Baykuşlar bizi izliyordur gizli gizli değil sessiz kamuflajıyla. Benim korkum kent baykuşlarının Polonezköy’ü izlemeleri.. Ağaçlar düzenli, evler de, fakat Doğu Karadeniz evleri gibi mesafel bir güzellikte.. Bu görkemli park Avrupa kentlerinin ortasında adeta nefes alma odağı.. Biz de dışarıda çünkü içerdekileri yok etmişiz..
Polonezköy, İstanbul'un Beykoz ilçesinde yer alan, eski adı Adampol olan Polonyalı köyüdür. Karadeniz sahilinden 20 km; İstanbul'un Boğaziçi kıyılarından ise 15 km uzaklıktadır.
Polonezköy 1830 Polonya Ayaklanması sırasında hükûmet başkanı, daha sonra da Polonyalı sürgünlerin siyasi lideri olan Prens Adam Czartoryski tarafından 1842 yılında kuruldu. Köyün adı kurucusunun adı olan Adam’dan dolayı Adamköy (Lehçe: Adampol) olarak türetilmiştir. Köyün bulunduğu arazi, 1830'lu yıllarda Saint Benoît Fransız Lisesi'ni yönetmekte olan Lazarist rahipler tarafından çiftlik olarak düzenlenmişti.
O zamanlar Polonyalıların siyasi göçünün merkezi Paris’ti. Prens Adam Czartoryski’nin amacı ise, ikinci bir siyasi merkezini Osmanlı Devleti sınırları içinde kurmaktı. Bu amaçla Michal Czajkowski’yi temsilcisi sıfatıyla Osmanlı Devleti’ne gönderdi. İstanbul’a geldikten sonra 1850 yılında İslamiyet’i kabul ederek Sadık Paşa adını alan Czajkowski, Osmanlı Devleti’nde faaliyet gösteren Lazaryen rahiplerden gelecekte Adampol’un kurulacağı ormanlık bir araziyi satın aldı. İlk başta ancak 12 kişinin oturduğu köye sonraki yıllarda en çok geliştiği dönemde 220 sakin yerleşti.
Yıllar geçtikçe Polonezkoy/Adampol gelişti, köyün nüfusu 1830 Polonya Ayaklanması ve 1853 Kırım Savaşına katılan askerlerin yanı sıra Sibirya sürgünü ve Çerkes esaretinden kaçan Polonyalılarla arttı. İlk Polonezkoy sakinleri çiftçilik, hayvancılık ve ormancılıkla meşguldü. Daha II. Dünya Savaşı öncesinden başlayarak ilk tatilciler Polonezköy’e gelmeye başladı.
1938 yılında Polonezköy sakinleri T.C. vatandaşlığına kabul edildiler. 1968 yılında Polonezköy sakinleri işledikleri topraklar üzerinde tapu hakkına sahip oldular. Öte yandan, Czartoryski ailesinin vârisleri ise Polonezköylüler lehine iyelik haklarından vazgeçtiler.
Yeşillikleriyle ünlü Polonezköy, İstanbul'un piknik için tercih edilen yerlerindendir.
Ulaşım imkânları, coğrafî konumu ve güzel manzaraları sayesinde Polonezköy bir tarım köyünden tatil köyüne dönüşmüştür.
Polonezköy’de toprak köy sakinlerine ya da Polonezköy’e dinlenmeye gelen zengin ve meşhur şahıslara aittir. Polonezköy’un gelişmesi ve köydeki ekonomik şartların düzelmesiyle birlikte 1980’li yıllarda yurt dışına göç eden gençler Polonezköy’e geri dönmeye ve köyde pansiyon, lokanta ve çayevi işletmeye başladılar.
Polonezköy’e gelen ünlüler arasında Macar piyanist Franz Liszt (1847), Fransız yazar Gustave Flaubert (1850), Çek yazar Karel Droz (1904), Türkiye'nin ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk (1937), Papa XXIII. Ioannes 1935'te Vatikan tarafından Türkiye'ye ve Yunanistan'a Delegato Apostolico (dini temsilci) olarak görevlendirildi ve aynı zamanda da İstanbul'da Apostolik Viker (yerel Latin Katolik dinsel hiyerarşisinin başı) görevini vekaleten yüklendi. Papa XXIII. Ioannes'in Türkiye'de bulunduğu sıralarda iyi Türkçe öğrendiği, halka yakın olduğu, Polonezköy'de yaşayan Katoliklere yakınlık gösterdiği, Beşiktaş takımını tutup futbol maçlarına gittiği söylenmektedir.
Türkiye Hükûmeti temsilcileri ile birlikte Polonezköy’e gelen, Polonya’nın II. Dünya Savaşı sonrasındaki dışişleri bakanı Adam Rapacki (1961) de bulunuyor. Ayrıca, dünyaca tanınan soprano Leyla Gencer de burada doğmuştur.
Köyü 1985 yılında Türkiye cumhurbaşkanı Kenan Evren, 1994 yılında ise, Polonya Devlet Başkanı Lech Walesa ziyaret etti. Bir sonraki Polonya Devlet Başkanı Aleksander Kwaśniewski ise ilki 1996 ve ikinci 2000 yılında olmak üzere iki defa Polonezköy'ü ziyaret etmiştir. Son ziyareti esnasında Aleksander Kwaśniewski, Zofia Rizi Anı Evi'ni de gezmiştir. Bu ziyaretten iki sene sonra Polonezköy’un kuruluşunun 160. yıldönümü törenle kutlandı.
Türkiye-Polonya ilişkilerinin gelişmesi sayesinde Polonezköylüler bir taraftan sık sık Polonya’dan gelenleri misafir ederken, diğer taraftan da atalarının ülkesini ziyarete gitmektedirler.
Günümüzde Polonezköy’de yaklaşık olarak 1.000 kişi yaşamaktadır. Bunlar arasında 40 kişi düzgün Lehçe konuşmaktadır. Adampol-Polonezköy’de her yaz Polonezköy’ün Polonya ile olan bağlarını vurgulayan Polonezköy festivali düzenlenmektedir; Hazıran’ın 1 ve 2.haftasında(3 senedir yapılmıyormuş) Polonezköylüler, bu festivale katılan folklor gruplarını kendi maddi olanaklarını kullanarak davet etmektedirler. Polonya’dan gelen folklor ekiplerinin gösterileri, çeşitli kültürel aktiviteler, sergiler, konserler ve köy kilisesinin bahçesinde resitaller düzenleniyor..
Son olarak, Leh kültürünü anlatan Polonezköy açık hava ahşap heykel müzesindeyiz. Kendimi Kızılderili köyünde sandım.. Harika oymacılık..Geleneklerini yansıtan ahşap heykeller ve farklı objeler.. Bunun yanı sıra; Cam müzesini, Tarih öncesi çağlara ait ölçü birimleri ve aletleri müzesini (Çağlar Boyu Aydınlatma Isıtma Ve Çeşitli Koleksiyonlar Müzesi) ve Zosia Ryzy Teyzenin anı evini görün derim..
Zosia Ryzy Teyzenin Anı Evi ilginç. Bu ev ilk göç eden polonyalılardan kadının evi. Polonya tarihine ışık tutan makale, yazı, resim ve savaşlarda komutanların kullanmış olduğu kıyafetlere kadar bir çok eşya var içeride..
Ve 14:00’te 1306 Polonyalı dostların yaşadığı Polonozköy’den ayrıldık..
Saat 14:08..Otobandayız.. Bekle beni Ankara, daha senin için de yazacaklarım var.. Çekmeköy 12 km, Kocaeli 61 ve Ankara 401 km, kaçamazsın..
GEZ-GÖR-YAZTeknopolitikalar platformu
Şevket Çorbacıoğlu
evesbere@mynet.com
evesbere@gmail.com
0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder