Demem o ki; ekonomi uzmanı değilim ama ekonomi üstünde oynanan eko(no)miklikleri az çok anlarım. Çünkü üretmeden kaynak yaratıp sanal gönenç yaratanların eko(no)mik politikaları gözlemleyebiliyorum.
Dani Rodrik; Harvard profesörü. Aslı Aydıntaşbaş’ın yazdığına göre; Ünü Amerika sınırlarının aşan Rodrik, Globalleşme ve piyasa ekonomisini sadece para politikaları açısından değil, demokratikleşme ve siyaset gibi farklı parametrelerin ışığında yorumlayan Türkiye kökenli biri.
Sosyal demokrat bir gelenekten geliyormuş. Türk kamuoyu Rodrik’i, Balyoz iddianamesindeki çelişki ve zamanlama hatalarını ortaya çıkarmasından sonra ‘Çetin Doğan’ın damadı’ olarak tanımış. İşte bu kişi ile konuşmuş Aslı hanım. ‘Elbette ki böylesi bir kimliğin, özellikle Çetin Doğan’ın damadı AKP ve ekonomi politikaları için iyi bir şey demeyecektir’ diye düşündüm. Hayır öyle değil.
O da ‘al birine vur ötekine’ özdeyişin ta kendisi. Tarafsız ve akılcı duruşuyla birilerine şirin gözükse de, sonunda AKP ekonomi politikalarıyla başarılı bir süreç işlettiğini söyleyerek Amerikan noktasını koyuyor, yani AKP’nin desteklenmesi konusunda baklayı ağzından çıkarıyor. Rodrik bütün dünya krizdeyken Türkiye’deki %11 büyümeyi şöyle açıklıyor: “Ben Türkiye’nin yaklaşan krizden epeyi etkileneceğini sanıyorum…
Kriz Avrupa ve ABD kökenli olduğu için, ilk aşamada gelişmekte olan ülkeler kendilerini izole edebildi. Ancak artık sermaye akımları ve Batı’daki durgunluğun dış ticaret rakamlarına yansıması, çevre ülkeleri de etkilemeye başlıyor. Türkiye’nin bu süreçte yaptığı hata, cari açığın bu kadar büyümesine izin vermiş olması…
Bu nedenle büyüme beklentileri düştü ve döviz kuru sıçradı… Başbakan’ın ‘Bu sefer teğet bile geçmeyecek’ tezine katılmıyorum, çünkü 2009’da da teğet geçmedi. Krizden dünyadaki bütün ülkeler etkilenecek. Ama devamlı kısa vadeli sermaye akımına muhtaç gözüken Türkiye, piyasalardaki risk algısının artmasıyla daha da fazla etkilenecek…
Türkiye’nin Brezilya, Hindistan, Çin gibi diğer gelişmekte olan ülkelerden farkı, son yıllarda çok büyük dış dengesizlik ve cari açık olması ve kısa vadeli sermaye akışlarına maruz kalması. Bu saydığım ülkelerin dış açıkları Türkiye’ye göre çok daha düşük.
Brezilya parası güçlenmeye devam ederken TL düşüyor. Türkiye kendisini savunmasız bıraktı… Türk lirasının değer kaybetmesi bir fırsata dönüşebilir. %20 değer kaybedip yeni bir seviyeye oturması, arzu edilebilecek bir durum. Ama kontrolsüz aşırı dalgalanma ve volatilite (ürün fiyatı üzerinde gerçekleşen dalgalanmalar) olursa, bu durum piyasa ve üreticilere için belirsizlik demek.
Bu yüzden kontrollü ve kalıcı bir değer kaybı için hızlı davranıp yeni bir mali disiplin ve ekonomik program ortaya konması gerekirdi. Bu yapılmadı. Bu durumda TL’nin ne olacağı piyasa psikolojisine bağlı. Bunun da kalıcı bir durum olmasını beklemek fazla iyimserlik….Sürdürülemez politikalarla elde edilen büyüme, suni bir büyüme. Bu ölçekte devam edemez. Sorun, Türkiye çok hızlı büyüdü ama bunu bütçe politikalarıyla frenlenmesi lazımken yapmadı.
Mali politikaların ‘counter-cyclical(ekonomi kotu giderken artan, ekonomi iyi giderken azalan satış)’ olması lazım. Örneğin özel sektör bu kadar açılınca bütçenin daralması lazım ki kriz gelince kompanse(yerini doldurma eylemi) edilebilsin. Bütçe açığı daha az olmalı, tüketim ve borçlanmayı caydırıcı politikaların devreye girmesi gerekirdi…Bunlar izlenmedi. Ayrıca cari açık yönetimi Merkez bankası’na bırakıldı. Halbuki Merkez Bankası’nda cari açık ve sermaye akışlarını yönlendirecek politik enstrüman yok. O yüzden Merkez politikalarının hükümetçe desteklenmesi gerekiyordu.
Bu da yeterince yapılmadı. Kısacası büyümeden biraz fedakarlık yapıp harcamaları kısmak gerekirdi. Özellikle de borçla yapılan harcamaları....” Rodrik buraya kadar güzel bir senaryo yazdı, yani biz AKP karşıtlarını sevindiren yorumlar(sevincimin nedeni, ülkemin batmasına neden AKP yanlışlıklarını ortaya koyması ve çözüm arayışları)…Fakat bundan sonrası, sanki Türkiye’de yukarıdaki olumsuzlukların hiçbiri yokmuşçasına biz karşıtların moralini bozdu: “…Türkiye, İspanya, Portekiz ya da Yunanistan durumunda değil.
O ülkeler, Türkiye’nin yaptığını çok uzun yıllar boyunca ve daha aşırı biçimde yaptılar. Sonra borçlanamaz hale gelince de çok sert bir daralmaya gitmek zorunda kalıp şok yaşadılar. Türkiye daha şanslı. Ayrıca TL’nin değer kaybetmesi rekabet gücünün artması açısından bir avantaj. Zaten Türkiye’de özel sektörün dinamizmi Yunanistan gibi ülkelerle karşılaştırılamaz.
Krizlerden bu kadar çabuk çıkmamız, özel sektörün dinamizmi sayesinde... Arap Baharı’yla bir-bir devrilen diktatörlerin kapalı ekonomileri açılarak yepyeni pazarlar oluşturacak(Zor oluşturacak. Sarkozy’i Libya petrolünün 3’te biri benim diyor. Libya’yı ikiye bölüp Kaddafi’yi tekrar canlandırırsa şaşırmayın)... Ama o ülkelerin çok çabuk toparlanmasını beklememek lazım. Büyümeye başladıklarında Türkiye tabii ki bundan çok fayda görecek…
Ama hala çok uzak bir potansiyel…. Kriz Türkiye’yi vurursa süreci konusunda iki senaryo var. Biri, Türkiye’nin krizden epeyi etkilenmesi ama daha sağlıklı bir yapıya kavuşması. İkincisi ise Türkiye’nin krizden gerçekten hızlı çıkması ama bunun için de aynı sürdürülemez büyüme modelini kullanması. Hangi yolu seçeceği hem Türkiye’ye hem de dış piyasalardaki toparlanmaya bağlı.
Ama dış piyasalar biraz toparlanır ve para Türkiye’ye yönelirse, Türkiye kendini aynı fasih daire (kısır döngü-Verimsizlik) içinde bulur. Oysa sermaya akışı biraz yavaşlarsa, Türkiye’nin krizden çıkması belki daha yavaş olur ama daha sağlıklı bir yapısal değişimle olur… Yine de durum çok travmatik değil, çünkü ekonomide büyük hatalar yapılmadıkça Türkiye zaten kendi özel sektörünün dinamizmiyle yüzde 6-7 büyüyebilecek bir ülke. Bunu daha iyi yönetimle bir kaç puan yukarı ya da aşağı çekmek mümkün…”
Bu şunu gösteriyor; ister Türkiye kökenli olsun, ister Sosyal Demokrat gelenekten gelsin, ister sanal ergenekon karşıtı (Çünkü gerçek derin Ergenekona şiddetle karşıyım, bugün bizi derin Ergenekon yönlendiriyor) ve de Çetin Doğan damadı olsun, Amerikalı olması her şeyi bitiriyor. Çünkü Amerikalı Türkiye’de ‘özerkleştirme değil’ özel-leştirme istiyor (Nerede ise Nato yaftasıyla ordumuzu bile özelleştirecekler).
Anlayacağın, Devleti ve onun korumacılığın asla istemiyor. Küresel sermayesi için sermayesini ve de siyasetçisini yönlendirebileceği yapı istiyor, her şeyi satan ve de üretmeyen yapı… Tüm bunlardan sonra birkaç konuya takıldım, çünkü o takıldıklarım; “Üretim yapmaksızın, ulusal değerleri satarak kaynak yaratan Türkiye ekonomisinin, ‘satacaklar bittikten sonra’ takılacağını düşünüyorum. Düşünün 2B’den 25 milyar dolar bekliyorlardı, olmadı şimdi 10 milyar dolar için otoyolları ve köprüleri satma kararı aldılar.
Öyle ki, salt merkezi yapının kamu kuruluşları değil, yerel yapının yan kuruluşları, hatta askeri kışlalar bile KHK aracılığıyla Maliye Bakanlığına sattırılacağı söyleniyor. Üretim yapmaksızın deyince kıt bilgimle şu soruları sorabileceğim aklıma geldi: Biliyoruz ki başta beyaz eşya olmak üzere, tekstil ve ‘montaj sanayi ürünü olsa da’ otomotiv sektöründe yıllardır iyiyiyiz.
Yakın, orta ve uzakdoğu’ya Türki Cumhuriyetlerine, batıdaki sınırdaşlarımıza yıllardır dolar karşılığı dışsatımlar yaparız. Yetmedi Avrupa Birliği’ne Euro karşılığı dışsatım yaparız. Bu satışların yavaşladığı söyleniyor. Yavaşlamayı bırakalım; dolar yükselince girişimci kardeşimin de tansiyonu yükselmiyor mu? Çünkü dışsatım yapan bay girişimci sattığı ürün’ün girdisini dolar ile alıyor.
- Girdi maliyeti artınca, ürün satış fiyatı da artmıyor mu?
- Fiyat artınca rekabet gücü düşmüyor mu?
- Rekabet gücü düşünce dışsatım bitmiyor mu?
- Bitince Euro ve dolar kazanımı sonlanmıyor mu?
Tüm bunlar borçlanma maliyetine tavan yaptırmıyor mu? En önemlisi Euro ve dolar geliri azalınca, ülkemin “sermaye + alacak – borçlar” tablosunu (İtalyanca, Bilançosunu) ve ekonomik dengelerini bozmaz mı?
Benim gibi ekonomi cahili bu soruları sorabiliyorsa,
- Türk ekonomisinin iyiye gittiğini birileri söyleyebilir mi?
- İnatla iyiye gittiğini Söyleyenlere, söylenebilir miyim?
Söylemeliyiz ve uyarmalıyız, çünkü ülkemin geleceği, dıştan gelen(küresel kriz) mekanik ezilme ile karşı-karşıya, yani durum travmatik. Bu nedenle; ‘Bizi teğet geçti’ gibi ve de büyüme beklentileri düşmesine ve döviz kuru sıçramasına karşın ‘Bu sefer teğet bile geçmeyecek’ şeklinde ekonomik ekomikliklerden vaz geçmeliyiz.
ŞEVKET ÇORBACIOĞLUTeknopolitikalar Platformu
Yorumlar
Yorum Gönder