DERSİMİZ CHP: GÜNAYDIN ARKADAŞLARIM UMUTSUZ OLMAYALIM, BU KARANLIK ÇATI 'TARİHİN HİÇBİR EVRESİNDE' AYDINLIK SAVAŞLARINA DAYANAMAMIŞTIR
AKP'NİN %50 oy almasının ve %50 oy aldıktan sonra; 64.Hükümeti kurması, ardından saldırgan dış politika ile dünyayı 3.haçlı seferine tetiklemesi, iç politikasıyla Can Dündarları tutuklaması, Arhavi'de Jandarma eşliğinde HES ile Doğaya ve doğana saldırması, İstanbul ve Ankara gibi Büyükşehirlerin siluetini AVM ve Rezidanslarla yok edilmesinin altından yatan gerçek muhalefetsizliktir.
Özellikle CHP'deki edilgen siyasetin kaynağı 6 ok ilkelerinin, '21.yüzyılın özgün gelişim ve değişimi dikkate alınıp' onarılarak solun ‘Türkiye’mizin tüm halklarına sahip çıkacak’ tek çatı altına taşınamamasıdır.
Öncelikle muhalafetin duruşunu sorgulaması gerekmektedir:
Doğu Perinçek’in “Rus uçağı, Tayyip Erdoğan’a zarar vermek için düşürüldü.” Ve de ”Deniz Baykal’ın; “Kürsüye çıkan istediği gibi başlar; o kendisinin inancı. Hatta besmele ile başlıyorsa, daha kuvvetli yemin ediyor, demektir" çelişkili ve düşündürücü söylemleri en az; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın "Bu casusluk faaliyetinin içine o gazete de girmiştir. Haberi yapan bedelini ağır ödeyecek, öyle bırakmam onu.. O TIR’larda silah olsa ne olacak... Olmasa ne olacak?”
deyip de “TIR’larda silah var” diye haber yapan Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül, "silahlı terör örgütüne üye olmak, siyasi veya askeri casusluk ve devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken belgeleri açıklamak" savıyla tutuklanması. Yine Rus uçağının düşürülmesiyle ilgili; “Uçağın Rusya’ya ait olduğunu bilseydik farklı davranırdık.. Yine olsa yine aynısını yapar, uçağı düşürürdük.” şeklindeki çelişkili söylemleri kadar tehlikelidir benim için..
Bu nedenle tekrar vurguluyorum:
CHP’Yİ VE SOLU İKTİDARA TAŞIMAK İSTİYORSAK ‘ALTI OK’ ONARILMALI VE TÜM SOL MUHALEFET UNSURLARI UZLAŞARAK TEK ÇATI ALTINDA TOPLANMALIDIR.
Bu yazı, zorunlu nedenlerden dolayı 27 Kasım 2015 günü güncellendi. Türkçesi ‘onarmalıyız’. Bunun için de iyi bir ‘düşünce atölyesine’ gereksinim vardır.
“Sağın hiçbir kanadının, hatta ülkemde ‘Çok partili demokrasi sonrası’ egemen olan, sonradan olma liberal sağcı muhafazakârlar bile, ‘ iktidar yapma adına’ sola asla oy vermemişlerdir ve vermezler. Sağ hep ‘ çeşidi ne olursa olsun’ sağcılığın iktidar da kalmasını istemiştir.” gerçeğini kim yadsıyabilir ki?!
Bunun için evrensel ilkeler içeren ‘Altı Ok’u onarmak zorundasınız; eğer CHP’deki durguyu (Latince; Statüko), yani var olan yapıyı kırmak istiyorsanız. Bu noktada dikkat edilmesi gereken olgu; CHP’nin belleğinin (Ar. Hafıza) silinmemesine özen göstermektir.
Sola asla oy vermeyen sağ siyasi duruşun tarihten gelen nedensellikleri vardır. Yani sağ duruşta; olay ve olgular birbirine belirli bir şekilde bağlıdır.
Anadolu halkının ‘ortam koşulları nedeniyle’ algısını edilgenleştiren, dahası karşılaştırma, yargılama ve derinlemesine düşünme yetisini silen, Osmanlı dönemi siyaset kültürünün kurumsallaştırdığı, birbirine bağlı olay ve olgular dizgesidir bu sağ duruşu belirleyen.
Halkın % 65’i hala son Osmanlı politikalarının doğrularına inanır. Kurtuluş savaşının doğrularını ve doğruluğunu bu son Osmanlı politikalarına olan güven reddetmektedir.
Bu nedenle Kurtuluş savaşını veren, ardından CHP kurumsallığıyla ‘Türk siyasi yapısın inşa eden’ Atatürk ve silah arkadaşlarını içten içe yadsımışlar, onların uygar devrimleriyle birlikte, Laik Demokratik Cumhuriyet bütününde gerçekleştirdikleri ‘ülke inşasına’, dışa vuramadıkları karşıt duygularla bakmışlardır.
Karşı olduklar her şeyden CHP’yi sorumlu tutukları/özdeşleştirdikleri için, bastırılmış bu duygularını, ‘çok partili demokrasiye geçiş’ sonrası yansıtmaya başladılar. (21 Temmuz 1946 seçimi sonrası).
Şöyle ki; 21 Temmuz 1946 seçimlerinde CHP oyların % 70’ni, Adnan Menderes ve Celal Bayar’ın Demokrat Partisi oyların % 30’unu. İşte bu %30 oy, bugünkü katılım genelinde keskinleşen %65’e tırmanışın başlangıcıdır.
396 sandalye sahibi CHP’ye karşı, DP 61 sandalyesi ile 20. yüzyılda öylesine bir siyasi savaş verdi ki, o savaşın ürünü 21. yüzyılda fazlasıyla toplanmaya başlandı.
DP, 1946 seçimleri sonrası kurulan hükümetin Başı Recep Peker’e karşı çok acımasız davranmaya başladı. Genç Cumhuriyetimizin ikinci Başbakanı Peker de, sağdaki kitleye CHP politikalarını kabul ettirmek, onları inandırmak için DP’lilere katı davranıyordu. İnönü bundan rahatsızdı. Bu nedenle o’na karşı, Nihat Erim öncülüğünde karşıt kadro (Ar. Muhalefet) oluşturdu. Bu sağa verilen ilk ödündü.
Ve Peker’in yerine Hasan Saka’nın getirilmesiyle ödün vermenin ardı gelmeye başladı. DP, Hasan Saka’dan da memnun değildi. Çünkü; yargı denetimine evet diyen ‘seçim yasası’ istiyordu. Ara ve yerel seçimleri boykot ederek, sağ seçmeninin sesini daha da yükselterek Saka’nın gitmesini sağladı.
Saka’nın yerine, medrese eğitimli, İslamcı Şemsettin Günaltay getirildi. İlk uygulaması; İlkokullara seçmeli din dersi koyması ve İlahiyat Fakültesi açmasıdır. En önemlisi de; yargı denetimine evet diyen ‘Seçim Yasası’nı çıkarması idi.
Yargı denetimi çok doğru bir yaklaşım olmasına karşın, DP’nin 1946 seçimlerinde şiddetle karşı olduğu ‘çoğunluk ilkesine’, yine DP’nin isteğiyle devam edilmesi yanlıştı.
Evet; çoğunluk partisi dışındaki partilerin de kuvvetler oranında sandalye kazanmasını sağlayarak değişik düşünce ve görüşleri parlamentoya taşıyacak olan ‘Nispi Temsil’ sistemi yerine, en çok oyu alan adayların seçilme ilkesine dayanan (1946-50-54-57 seçimlerinde uygulandı) ‘Çoğunluk İlkesi’nin uygulamasının getirilmesi yanlıştı ve bu yanlışı DP onaylıyordu.
DP, karşı olmasına karşın ‘Çoğunluk İlkesi’ni istedi, çünkü bazı bölgelerde sağ seçmen kitlesini yüksek oranda kendisine inandırmıştı. Böylelikle, 1950 seçimlerinde %53 oy oranıyla tam 408 sandalye kazandı. CHP %39 ile ancak 169 sandalye alabildi. 1954 seçimlerinde ise; DP %57.5 ile 507-CHP %35 ile ancak 31 sandalye alabildi. Düşünün 1957 seçimlerinde CHP oy oranının %41.1’e yükseltmesine karşın 178 sandalye, DP ise %47.9 ile 424 sandalye kazandı.
İşte bu 4. Başbakan döneminin (19/01/1949-22/05/1950) uygulamaları, Türk siyasi yaşamın kırılma noktasıdır. Nedeni; İsmet İnönü’nün ürkütücü sayıya ulaştığını sezinlediği sağ seçmeni CHP’ye yönlendirmek adına sağa büyük ödünler vermesi idi.
İnönü ve arkadaşları; Şemsettin Günaltay uygulamalarının, CHP’ye avantajlar getireceğini düşündü. Aksine; sağ ideolojiye büyük kolaylıklar sağlama olasılığını dikkate alması gerekiyordu.
1950 sonrası seçimlerde DP, kendisine sağlanan bu kolaylıklar bütününde ‘demokratik haklarını kullanarak’ sağ tabanın oylarıyla CHP’ye karşı bazı bölgelerde ezici üstünlük sağladılar. Bunu da ‘Çoğunluk İlkesi’ ile tüm Türkiye genelinde ezici sandalye üstünlüğüne dönüştürdüler.
Bu işleyen süreç seçmen kitlesinin yabana atılmayan büyük oranının seçimlere küstürmüş ve seçim katılımını sonraki seçimlerde %70 seviyelerine indirmiştir. İşte bu % 70’in %65’i sağ seçmen, %35’de sol seçmenden oluşan oy kullananlar ve oy kullanmayan %30 küskünler 57 yıldır(1950-2007), ülkemiz siyasi yapısını biçimlendirmeyi sürdürüyor.
Bu 57 yıllık süreç içinde ‘Kurtuluş Savaşı’nın yoklukları, acıları, perişanlığı sürekli CHP ile örtüştürülmüş, Atatürk sonrasının İnönü, Ecevit ve Baykal CHP’si ‘halkın algı yanılgısında’ sürekli hırpalanmıştır. Asla iktidara getirilmemiştir.
Unutmayalım ki; CHP’den kopan DP’liler (Adnan Menderes ve Celal Bayar) elde ‘Kuran-ı Kerim’, seçim meydanlarında Hilafet özlemi içindekilere sürekli ödün vermişler. Öyle ki, siyasi kavgalarını; hilafetin kaldırılmasında CHP’yi suçlayacak çizgiye taşımışlardı. Yetmedi, ‘Siz hilafeti bile getirebilirisiniz’ söyleminde bulunma cesaretini bile gösterebilmişlerdi.
DP ardılları, yani 1960 ve 1980 12 Eylül’ü sonrası DP’nin ardından kurulan partiler de, ‘1995 seçimleri öncesi seçim sisteminde kısmi düzeltilme yapılmasına karşın ‘benzer adaletsiz seçim yöntemlerini’ sürdürmüşlerdir.
Özellikle,12 Eylül döneminde ve onun devamı olan Özal döneminde ‘adaletsiz seçim sistemleriyle; ‘partilerin oy oranlarıyla meclisteki sandalye oranları arasındaki dengesizlik’ gittikçe artış kaydetti.
Her ne kadar; Erdal İnönü liderliğindeki SHP(1989-1991) yeni bir anayasa taslağı hazırlatarak seçim sisteminin “temsilde adalet ve yönetimde istikrar” ilkelerini yaşama geçirmek istediyse de dikkate alan olmadı.
Ve 1991 seçimleri, Yüzde 10 ülke barajını ve seçim çevrelerinde çevre barajı uygulamasını içeren ve de seçim çevresinde en fazla 6 milletvekili çıkarabilen, en fazla oyu alan partiye artı bir sandalye veren Özal döneminin adaletsiz seçim sistemiyle yapıldı 12 Eylül ürünü olan bu seçim sistemiyle ‘çok oy alan partiler dikkate alınıyor, az oy alanları cezalandırıyordu.
1995 seçimleri öncesinde bir takım değişiklikler yapıldı. Bu değişikliklerle sistem biraz daha adil hale getirildi.
Siyaset coğrafyasını büsbütün adaletsiz hale getirilen seçim sistemini iyileştirmek adına; 1995 seçimleri öncesinde Milletvekili Seçimi Kanunu’nda bir dizi değişiklik yapıldı. Özal’ın ürünü olan kontenjan milletvekilliği kaldırıldı. Seçim çevreleri genişletilerek her il bir seçim çevresi sayıldı.
Üç büyük ilden İstanbul ise 3 seçim çevresine bölündü. Ankara ve İzmir de ikişer seçim çevresine ayrıldı. Böylece, DSP’nin 1991’de aldığı %11 oy oranıyla 7 sandalye alma yanlışlığı, bu seçim sistemi değişikliğiyle aynı oyu alan CHP’nin 49 sandalye kazanmasıyla düzeltildiği görüldü.
Sonradan Anayasa Mahkemesi “temsilde adalet” ilkesi adına çevre barajını kaldırdı. Ancak yüzde 10 barajına dokunmadı.
İşte, böylesi adaletsiz seçme-seçilme sistemsizlikleriyle Osmanlılıktan gelen ve asla sola oy vermeyen sağ siyasallık, günümüzde vazgeçilmez bir %65 oranıyla adeta kurumsallaşmıştır.
Sol seçimlerde genellikle %35’lik bir kitle ile siyaset yapmak zorunda kalmıştır ve bu zorunluluğu hala yaşamaktadır.
15 Haziran 2011 seçimlerine benzer açmazlarla girecektir veya sokulacaktır sol, doğrusu CHP.
12 Haziran 2011 tarihinde yapılacak 24. Dönem Milletvekili Genel Seçimlerinde yapılması gereken; “Aday gösterilmedim, ben yokum! Solcu olmayanalar aday gösterildi. Aday listesini Süleyman Demirel hazırladı” benzeri küskünlükleri öteleyip, İnönü, Ecevit ve Baykal CHP’si için işletilen benzer süreci Kılıçdaroğlu CHP’si için de işletmemektir.
Bu önemli olguya, bireysel siyasi sol penceremden bakmaya çalışacağım: Kendimi sıradan bir yurttaş olarak gören, fakat yaptıklarımla ve bulunduğum konumlar bağlamında pek de sıradan bir yurttaş sayılmasam da, toplumsal olayları çözümlememde, halkın algısını esas aldığım için kendimi halktan biri olarak görürüm.
Sözü fazla uzatmaya gerek yok. Düşünen birkaç kişiden biri değilim, düşünmeye çalışan birçok kişiden biriyim; halkım!...
Yazar olmanın kolay olmadığını bildiğim için, işin kolayına kaçıp kendimi ‘Yazan Mühendis’ olarak tanımlayan biriyim. Sayın Kılıçdaroğlu ile aynı dergide yazma onurunu yakalamış, Teknopolit içerikli yazıları, zaman-zaman doktora tezlerinde ve akademik seviyelerde kaynak olarak değerlendirilmiş bir ‘Yazan Mühendis’…
TMMOB’nin kuruluş platformu olan ve örgütlülüğü 1922’lere dayanan ‘Türk Mühendisler Birliği Derneği’nin 2 dönem Genel Başkanlık, TMMOB-İMO’nun merkez yürütme kurulu yazmanı ve genel yazmanlık, Köy Hizmetleri Diyarbakır Bölge Müdürlüğü görevlerinde bulundum.
1960’larda GES-İŞ Samsun Başkanlığı ve aynı zamanda TİP İl Sekreterliği yapmış bir emekçinin oğlu olarak sosyalist kültürden geldiğimi söyleyebilirim. Fakat, süreç içinde(1970 yılları) tanıştığım “Altı Ok” ilkesini, CHP’ye evrensel kimlik kazandırma özlerine sahip ilkeler olarak gördüm, algıladım.
20. yüzyılın ilk çeyreğindeki ‘Kültürel, sosyal ve siyasal’ coğrafyamızla harmanlanan ve kendini bulan, Atatürk ve Anadolu insanının antiemperyalist ulusal duruşunu ‘Altı Ok’ ilkeleri yansıtır.
İşte bu ilkeler evrensel sosyalist düşüncelerin özgün çağımızın izdüşümleri gibidir benim için.
Okul yıllarındaki Sosyalist duruşum, seçimlerdeki CHP yakınlığımı asla ötelemedi ve günümüze dek taşıdı. Taşıdı, çünkü sosyalist ideoloji ile CHP’nin ‘altı ok’ ilkeleri ‘kendi kavramsallığım içinde’ örtüştürülmeli idi.
1970’lerdeki “Toprak işleyenin, su kullananın’ benzeri halktan söylemlerin sahibi Ecevit süreci, bu bağlamda beni daha da umutlandıran süreçti.
CHP’ye olan bu bakışım ve bulunduğum görevlerim CHP’de salt milletvekilliği için aktif siyaset yapmam için yeterli bir duruştu benim için, fakat sivil toplum örgütlerindeki çalışmalarımla, milletvekili değil milletin vekili olmayı yeğledim.
Süreç içinde (geç de olsa) yanlışlığımı gördüm, çünkü CHP’de yarattığım boşluğu salt milletvekili olmak isteyenlerin doldurduğunu gözlemledim.
Daha net söylemle; CHP’yi dünyanın özgün gelişim ve değişimiyle bütünleştirecek olan ‘Altı ok’u esas alan ve partiye proje ve programlar taşıyacak kimlikleri değil de, partiye salt kendini taşıyan veya birileri tarafından taşınan kimliklerin CHP’de egemen olduğunu gözlemledim.
Bu yapı CHP’nin tüm dokularına işlemiştir. Bu doku bugün de etkisini koruduğu için, yeni politikalar üretmek yerine, var olan politik ezberlerle hareket edilmekte ve seçmenden oy istenmektedir.
Bu nedenle diyorum ki; “CHP’nin halktan oy alması ‘altı ok’ gelişimi ile olasıdır”. Basit deyimle ‘onarımı ile olasıdır’
Bunun için öncelikle ‘Alto Ok’u tanımlamamız gerekir: “Cumhuriyetçilik-Milliyetçilik-Halkçılık-Devletçilik-Laiklik-Devrimcilik”
Halka anlatmalıyız; Cumhuriyetçiliğin ‘özgür düşünceyle, eşit koşullarda’ uygar bir yaşam biçimi olduğunu.
Bu yanlışlığın kırılması için, öncelikle seçmen görüntüsünü (Fr. Profilini) ve seçmen kitlesini iyi analiz etmeliyiz.
Politika üretmedeki temel ölçütümüz, seçmen katılım yüzdesi olmalıdır. Biliniyor ki; her seçimde seçmenin ortalama % 30’u oy kullanmamaktadır.
Demem o ki, Seçmenlerin %70’i oy kullanmaktadır. Bu % 70’in, % 65’i sağ partilere, % 35’ı sol partilere oy kullanır. Bu her iki oran da asla değişmez ve değiştirilmesi de olası değildir.
CHP’nin % 35’ten aldığı oy oranı ise % 20-30 arasında değişmektedir. % 5 oy ise oy vermeyen sosyalist kesimdir.
Doğrudur; CHP %30’ları aştı, hatta %41’leri bile geçti. 1957’de %41, 1973’te %33 ve 1977’de %41,33.
CHP özellikle bu oranları sağdan aldığı oylarla yakalamadı, ürettiği politikalarla her seçim dönemi oy kullanmayan %30 küskünleri ve oy alamadığı %5 sosyalistleri belli oranda inandırdığı için.
Eğer CHP halkı umutlandıracak politikalar üretsin her seçim %30’dan aşağı düşmez.
Güçlü politikalarla CHP’nin alacağı oy, hiç oy almayan %30 kesimin ve oy vermeyen %5 sosyalist kesimin hatırı sayılır oylarıyla en az % 45’i yakalar.
Çok güçlü politikalar ise, seçimde oy kullanmayan % 30’un ve oy kullanan % 5 sosyalist kesimin oyuyla CHP’yi %65’lere taşır.
Bu demektir ki CHP’nin sağ oylara ve özellikle Fetullah Gülen ile tanımlanan oylara hiç gereksinimi yoktur.
Bunun için kendini zorladığında CHP’nin geleneksel görece %20-30 oyunu bile düşürür. Sağ aday veya dinden geçinenlerin yakını bir aday asla CHP’ye oy getirmez. Çünkü sağ kimlikli adayların tabanı yoktur, sağ ideolojinin tabanı vardır.
Fetullah Gülen yandaşı kimliğin tabanı yoktur, Fetullah Gülen’in tabanı vardır. Evet, DSP 1999 seçimlerinde aldığı oy oranı olan %22,18’in içinde hatırı sayılır Fetullah Gülen oyları vardı, çünkü Fetullah Gülen’in ortada destekleyeceği parti yoktu.
Nedeni 28 Şubat 1997’de Necmettin Erbakan’a verilen muhtıra, Fazilet Partisi’ne yönelmesine engeldi, çünkü 28 Şubatçılarla bir şekilde ilişkilerini bozmak istemiyordu. Bunun için Fetullah Gülen seçmeninin serbest bıraktı, dahası ancak çok az bir kesimi Ecevit’e yönlendi, o da adayın çekirdek çevresi..
Düşün; 12 Haziran 2011 seçimlerinde Fetullah sempatizanlığı veya yaklaşımı ve de yandaşlığı CHP’ye oy getirsin. Zannetmiyorum. Çünkü sağ oylar ideolojilerinden, Fetullah oyları da, Fetullah’tan bağımsız değildir.
Bunun için CHP seçimde oy kullanmayan, genelde emekçi kesim olan küskünlere ve de göreceli geleneksel oylara çalışmalıdır. Eğer buna varoş ve gecekondu oylarını ekler ise, AKP’yi tümden siler.
Böylesi adaylar asla oy getirmez. Sayın Kılıçdaroğlu’nun: “Ben sağcı, solcu diye ayırmam. Ben doğulu batılı, kuzeyli güneyli diye ayırmam. Ben zengin-fakir, kadın-erkek, çiftiçi-memur diye ayırmam; kökenine bakmam, tercihine aldırmam. Ben insanları CHP'li AKP'li diye de ayırmam. Benim için yandaş yok, sadece ve sadece vatandaş var ve istisnasız her vatandaş bu ülkenin zenginliğinden hakkettiği payı almalı. Her vatandaş rahat bir nefes almalı. İşte ben buna inanırım. CHP Varsa, Herkes İçin Var!" seslenişi, sağcı veya dinden geçinenlerin seslenişinden daha çok oy getirir idi, getirmedi çünkü böylesi söylemler sürdürülmedi.
Şevket Çorbacıoğlu
Teknopolitikalar platformu
evesbere@gmail.com
0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder