LEONARDO DİCAPRİO'NUN SUNDUĞU BELGESEL “TUFANDAN ÖNCE”'DEN ÖĞRENDİĞİMİZ 24 KORKUNÇ GERÇEK
İlle de; ideolojilerini tüm değerleri yok etmeye endeksleyen, yok ederek karanlık iktidarlarını sürdürülebilir kılmaya çalışanlara: }}
Avukatların babası ve dedesi sevgili amcam Şefik Çorbacıoğlu |
Küresel ısınma, insanlığın tarihi boyunca yüzleştiği en azılı düşmanlardan birisi olarak tam karşımızda duruyor.
Dünyanın en büyük film yıldızlarından biri, gezegenin en büyük tehlikelerinden biri için harekete geçiyor. Oscar ödüllü yönetmen Fischer Stevens tarafından yönetilen ve Oscar ödüllü oyuncu Leonarda DiCaprio’nun hem yapımcılığınmı üstlendiği hem de bizzat yer aldığı belgesel tarihinin en etkileyici işlerinden biri olmaya aday “Tufandan Önce” Nat Geo ekranlarında.
Eylül 2016’da DiCaprio Birleşmiş Milletler Birliğince iklim değişikliği elçisi seçildi. DiCaprio iki yıl boyunca gezegenimizi karış karış gezerek iklim değişikliği sorunlarını ve bu sorunlara bulunabilecek muhtemel çözümleri araştırdı.
Nat Geo kaşifi Enric Sala ile donmuş nehirlerden Sumatra’daki kayıp orangutan habitatlarına, dünyanın en yüksek tepelerinden Palau’nun kaybolan habitatlarına kadar pek çok farklı yere giden DiCaprio, aynı zamanda pek çok ilham kaynağı kişiyle de konuşma, fikir alma ve çözüm önerisinde bulunma şansı yakalıyor. Leonardo DiCaprio, Barack Obama, Bill Clinton, Papa Francis, üst düzey NASA araştırmacıları gibi pek çok kişiyle ve topluluk lideriyle konuşup dünyayı kurtarmaya çalışıyor.
Peki, bizler yani insanlık ne yapıyor bu düşman karşısında?
Bazıları dünyanın kendi küçük bahçesinden ibaret olduğunu sanır. Çitlerden ötesi umurunda değildir. Kendi hedefleri, amaçları, öncelikleri ve ihtiyaçları her şeyden önce gelir. Bir türlü memnun olmaz, hep daha fazlasına ihtiyaç duyar, bir gün ellerindeki her şeyi kaybetme korkusundan ve güvensizlik hissinden kurtulamazlar.
Hemen söyleyeyim, öyle bir dünya yok. Tıpkı bir ağacın dalları, kökleri, yaprakları gibi tüm evren, hepimiz ve tüm canlılar birbirimize bağlıyız. Her canlının diğerine ihtiyacı var.
Leonardo DiCaprio doğa koruma alanında 1998’den bu yana çalışıyor. Kendi adını taşıyan vakfında, deniz ve kıyı, iklim değişikliği, yerli hakları, doğa dostu öncü buluşlar ve farkındalık kampanyaları alanında çalışmalar yürütülüyor. Daha fazla bilgi için http://leonardodicaprio.org/
Leonardo DiCaprio doğa koruma alanında 1998’den bu yana çalışıyor. Kendi adını taşıyan vakfında, deniz ve kıyı, iklim değişikliği, yerli hakları, doğa dostu öncü buluşlar ve farkındalık kampanyaları alanında çalışmalar yürütülüyor. Daha fazla bilgi için http://leonardodicaprio.org/
Şimdilerde bir çok insan gezegenimizin ekolojik bir krizle karşı karşıya olduğunun farkında. Tüketim odaklı yaşamlarımızın havayı, suyu ve toprağı kirleten zehirli atıklar ürettiğini biliyoruz. Bunların bize kanser, astım ve alerji olarak geri döndüğünü de anlıyoruz. Canlıların nesli, yok ettiğimiz ormanlar, avcılık ve açgözlülüğümüz sonucunda tükeniyor. Fosil yakıtlar kullandığımız için iklim değişikliği yaşıyor, buzulların erimesine, tufanlara, yükselen deniz seviyelerine ve sel baskınlarına tanık oluyoruz.
İşte ABD'de 21 Ekim'de vizyona giren ve 30 Ekim Pazar günü National Geographic Channel’da yayınlanacak Leonardo DiCaprio ile Tufandan Önce belgeseli de bu konular hakkında. Orijinal adı Before the Flood olan belgesel, Leonardo DiCaprio’nun Birleşmiş Milletler Barış Elçisi olarak iklim değişikliğinin tehlikeleri hakkında küresel farkındalık yaratma amaçlı kampanyasını konu alıyor.
Leonardo DiCaprio Barack Obama ile iklim değişikliği konusunda alınması gereken önlemler hakkında görüşürken. Leo bu belgeselde, muhtardan, belediye başkanına, Papa’dan Obama’ya herkesle dünya ahvalini konuşuyor zaten.
Leonardo DiCaprio Barack Obama ile iklim değişikliği konusunda alınması gereken önlemler hakkında görüşürken.Leo bu belgeselde, muhtardan, belediye başkanına, Papa’dan Obama’ya herkesle dünya ahvalini konuşuyor zaten.
Tufandan Önce, The Cove’un yönetmeni Fisher Stevens’ın eseri. Film, Leonardo DiCaprio’yu dünyanın çeşitli ülkelerine iklim değişikliğinin sonuçlarını belgelemek üzere seyahat ederken takip ediyor.
Leonardo DiCaprio, dere tepe düz demeden, The Revenant’ın çekimlerinden her fırsat bulduğunda Beijing’in dumanlı göklerinden, yakılıp kül olmuş Endonezya ormanlarına, Miami Beach’in sürekli su basan sokaklarından Alberta’daki zehirli katranlı kumlarına kadar dolaşıyor. Bilim insanları, politikacılar ve aktivistlerle bir araya gelerek, doğal felaketlerin artması, doğal yaşamın yok olması, yerlilerin göç etmesi gibi konuları konuşuyor, dünyanın haline çare arıyor.
Leonardo DiCaprio Kanada Buzulu’nda bilim adamlarıyla fosil yakıtların kullanılması nedeniyle buzulların erimesi hakkında konuşurken.
Leonardo DiCaprio Kanada Buzulu’nda bilim adamlarıyla fosil yakıtların kullanılması nedeniyle buzulların erimesi hakkında konuşurken.
Tufandan Önce, belki yeni bir şey söylemiyor. Bu konularla ilgili olanların zaten bildiklerini tekrar ediyor olabilir. Diğer yandan DiCaprio öyle tutkulu ki, belgeseli izletmeyi başarıyor. Açık iletişim tarzı ve meraklı yaklaşımı sayesinde bizleri sürüklüyor.
Ateşi bulduğumuz andan itibaren dünyaya hükmetmeye başladık ve bir daha arkamıza bakmadık. Tufandan Önce, bize yeryüzünün güzelliği ve çeşitliliğini bir kez daha hatırlatması bakımından değerli. Büyük ağaçlar, bodur ağaçlar, ince ağaçlar, uzun ağaçlar arasında ırk, cinsiyet ve sınıf ayrımı olmaz çünkü. Eğer sarı çiçeklerin arasında kırmızı bir tane görürsek o çiçeğin farklı olduğu için yanlış olduğunu da söylemez, ne kadar güzel deriz.
Tufandan Önce, doğanın hızının farklı olduğunu, uyum ve dengeyi işaret ederek, tüm canlılara bağlı olduğumuzu, doğaya ait olduğumuzu hatırlatması, gezegeni ve kendimizi kurtarmak için ne gerekirse yapmamız gerektiği fikrini ateşlemesi bakımından önemli.
Fragman da şöyle: Görmezlikten geliyoruz onu, yok sayıyoruz. Ama o tam karşımızda ve yüzümüze sert bir yumruk atmak için bekliyor. Ünlü oyuncu Leonardo Di Caprio'nun sunduğu ve Barack Obama, Papa Francisco, Elon Musk gibi pek çok ünlü kişinin de yer aldığı belgesel bize pek çok korkutucu gerçeği tekrar hatırlattı...
1- İklim değişikliği ile mücadele etmemiz için öncelikle ekonomilerin neredeyse tamamının fosil yakıtlara bel bağladığını kabul etmeliyiz. Kömür, petrol ve doğal gaz, fosil yakıt dediğimiz şeylerdir. 21’inci yy. ile birlikte fosil yakıtlara olan bağlılığımızı artırmak adına çok riskli yeni kaynaklara yöneleceğiz. Dağ zirvesi kömürcülüğü, hidrolik kırılmayla doğal gaz üretimi, açık denizlerde petrol için sondaj ve en en zararlısı ise katran kumu. Fakat, unutulmaması gereken bir şey var ki, temiz fosil yakıt diye bir şey yoktur ve tamamı zararlıdır.
2- Kanada Arktik Adaları’nın bir tanesine yapılan yolculukta, yıllardır orada yaşayan bir avcı ile yapılan söyleşiye göre, önceden tamamen mavi ve sert bir buzul olan yüzey zemini, şu an dondurma kıvamında. Ve buzullar hızla erimeye devam ediyor. Tahminlere göre ise 2040 senesine geldiğimizde Kuzey Kutbu’nun üstünden gemiyle geçilebilecek, yazları ise Kuzey Buz Denizi’nde buz olmayacak.
3- Bir uzmanın aktardığına göre iklim, geçtiğimiz on yılın sıcaklıklarında kalırsa Grönland yok olacak. Grönland’ın alt kısmında son 5 sene içerisinde eriyen buzun kalınlığı ise ürpertici seviyede. Artık karada bulunmayan yüzlerce kilometreküplük buzdan bahsediyoruz.
4- İklim değişikliği ile alakalı bir diğer önemli sorun ise, pek çok politikacının bu olayı gerçeklik olarak kabul etmemesi. Onlara göre bu bazı bilim insanlarının uydurması ve tamamen yalanlar üzerine kurulmuş bir teori. Bu kabul etmeyişin en büyük nedeni ise elbette şirketlerin refahlarını sürdürme çabası ve istekleri.
5- Çevre düzenlemesi ile alakalı hiçbir yasa, şu an için Amerikan parlementosundan geçemiyor çünkü fosil yakıtlardan para kazanan birçok şirket tarafından finanse edilen senatörler, bu yasalara her fırsatta karşı çıkıyorlar.
6- 1958 senesinde yayımlanmış bir belgelese göre, sadece o yıllarda bile fabrika ve otomobillerden salınan yaklaşık 6 milyar ton karbondioksit gazı, dünyamızın iklimini değiştirmeye başlamıştı. O yıllarda yapılan hesaplamalara göre dünya sıcaklığının yalnızca 1-2 derece artması bile tüm buzulların erimesine sebep olabilirdi. Şu an ise Dünya yaklaşık 2-3 derece ısınmış durumda ve ısınmaya da devam ediyor.
7- O yıllardan beri dünya nüfusu 5 milyar arttı ve artmaya da devam ediyor. Örneğin Çin, yakın zamanda havayı en çok kirleten ülke olarak Amerika’yı geride bıraktı. Çin’de yaşayan insanlar iklim değişikliği konusunda oldukça endişeli ve duyarlılar. Bunun sebebi ise bu yaşanan değişimin gündelik yaşamlarını derinden etkilemesi.
8- Çin gibi gelişmiş bir ülkede bu değişikliklere karşı sergilenen tutum önemli olsa da, halen gelişmekte ve karbondioksit salınımı konusunda 3. sırada olan Hindistan’da, hala büyük bir enerji kıtlığıyla ve yoksullukla uğraşılıyor. Örneğin şu an, 300 milyon Hindistanlıya enerji sağlanamıyor. Bu da ülkenin yaklaşık olarak %30’una denk geliyor.
9- Buraya kadar anlatılanlar, su seviyesinin yükselmesini temel alıyordu fakat insanlık olarak balıkla dolu kıyı ekosistemlerini de mahvederek, yarım milyarlık evrimi tersine çevirdik. Şu an için tam 1 milyar insan, protein kaynağı olarak sadece mercan kayalıklarında bulunan su ürünlerine bel bağlıyor.
10- Son 30 yılda mercanların %50’si yok olmuş durumda. Okyanuslar, karbondioksit emebildiği için büyük tampon bölgeler gibidir ve atmosfere salınan karbondioksit miktarının üçte birini alırlar. Bu sebeple de okyanuslar iklim dengesinde oldukça önemlidir.
11- İklimi dengeleyebilecek her türlü ekosistemi hızla yok ediyoruz. Okyanuslar gibi yağmur ormanları da, atmosferdeki karbonu emebiliyor. Onyıllardır ormanlar karbonu içine çekip gövdelerinde ve yapraklarında organik madde olarak saklıyor. Biz ormanları yakıp ortadan kaldırana kadar tabii. Bu yangınlar karbon bombası etkisi yaratıyor ve devasa karbon salınımlarına sebep oluyor.
12- Dünyada kalan son 3 büyük tropik yağmur ormanından birisi olan Güneydoğu Asya yağmur ormanları, dünyanın en ucuz bitkisel yağı olan palm yağı çiftlikleri kurmak için kasten çıkarılan yangınlarla katlediliyor.
13- 2015 yılında Endonezya’da orman yangını olduğunda, günde salınan karbon miktarı, bütün Amerikan ekonomisinin saldığından daha fazla oluyordu.
14- Tropikal ormanlarının yok olmasının en büyük sebebi ise kırmızı et. Kırmızı et, gezegendeki en verimsiz kaynaklardan da biri. Örneğin ABD’de toprağın %47’si yiyecek üretimi için kullanılırken, bu yüzdenin büyük kısmında -%70- büyükbaş hayvanlar için yem üretiliyor. Meyve, sebze, yemiş gibi insanların yediği şeyler için bu toprağın sadece %1’i kullanılıyor.
15- Bu konu hakkında bilinmesi gereken bir diğer gerçek ise ineklerin, yemeklerini çiğneme esnasında ağızlarından atmosfere metan gazı salınmasıdır. Ki bu da çok tesirli bir sera gazıdır. Atmosferdeki karbondioksit miktarı çok daha fazla olmasına rağmen metan gazı çok daha tesirlidir. Her biri metan molekülü, 23 karbondioksit molekülüne eşittir.
16- Bir hamburger üretimi esnasında ortaya çıkan metan gazı ile 200 saat boyunca yanan bir ampülün, 24 saat boyunca çalışan bir klimanın saldığı metan gazı aynı seviyededir.
17- Kırmızı et konusunda alınabilecek en hızlı önem ise tavuk üretim ve tüketimini hızlandırmaktır. Tavuk, toprağın %20’sini kullanır ve sera gazı salınımına %10’luk bir katkısı vardır. Pirinç, patates veya buğdaya kıyasla, kırmızı et üretimi için 50 kat daha fazla toprak kullanılır.
18- Enerji konusuna geri dönelim ve bu konuda dünyada adını büyük kitlelere duyurmuş bir isme yer verelim, Elon Musk. Enerjiyi pillerde muhafaza etmemiz gerektiğini söyleyen Musk, Gigafabrikayı da bu amaçla kurmuş. Amacı ise pillerin fiyatını makul seviyelere çekmek. Musk’a göre pillerin gelecekte büyük rolü olacak çünkü Güneş her zaman açmıyor ve açmayacak…
19- Güneş enerjisini pillerde muhafaza etmenin en büyük yararı elektrik santralleri kurmanıza gerek olmaması. Kilometrelerce yüksek voltajlı kablolar çekmeye gerek olmadan koca bir şehrin enerjisini sadece bu pillerle sağlayabiliriz. Tıpkı sabit hatlı telefondan cep telefonuna geçmek gibi.
20- Musk’a göre tüm dünyayı yenilenebilir enerjiye geçirmek için gerekli iş üretiminin cevabı 100 Gigafabrika. Musk’a göre tüm dünyanın yenilenebilir enerjiye dönmesi için karbon vergisinin uygulanması da şart.
21- Karbon vergisi, atmosfere karbon salan her türlü eyleme vergi koymaktır. Yapılan hesaplamalara göre ise 2060 yılına kadar iklim değişikliği 44 trilyon dolara mal olacak.
22- Durumun vehametini anlamak adına, bu yüzyılda ortalama 4 derecelik bir ısınmaya doğru ilerliyoruz. Son 4 milyon yılda bile Dünya 4 derece ısınmamıştı. Son 12 bin yılda sıcaklık şaşılacak derecede dengedeydi. Hatta bu dönemde sıcaklıktaki değişim sadece artı eksi 1 derece idi.
23- Bugün üzerinden gidecek olursak eğer, günümüzde sıcaklık artışı 1 dereceye yaklaştı. 0.85 derecede bile ürkütücü etkilerini görebiliyoruz. Dünyadaki mercan kayalıkları henüz 2 dereceye bile çıkmadan bozulmaya başladı. 3-4 dereceye geldiğimizde bazı bölgeleri yaşanmaz kılacak sıcak hava dalgalarıyla karşılaşacağız. Ekvatora yakın yerlerde tarım çökecek. Bu da bizi insanlığı bilinçli şekilde besleyemeyeceğimiz bir noktaya götürecek.
24- Bilim insanlarını korkutan şey ise bu sıcaklık yükselmesini sürekli olarak pekiştireceğimiz noktaya, yani taşma noktasına geleceğimiz. En belirgin örneği ise Grönland’da yaşanıyor. Grönland ilk kez yüzeyden erimeye başladı. Beyaz olan yüzeyi kararmaya başladı. Ayrıca soğutma görevi yerine gitgide kendini ısıtmaya başladı.
Son olarak Di Caprio diyor ki:
Teknopolitikalar platformu
evesbere@gmail.com
0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder