İspanya’da ETA Bask Ülkesinin özgürlük ve bağımsızlığı için 40 yıldır verdiği silahlı mücadelede silahını bıraktı. Yine Kuzey İrlanda’yı İngiliz egemenliğinden kurtarmak için 36 yıldır(1969-2005) eylem yapan IRA da silahlı eylemden vazgeçti.
Terör örgütü PKK’nın geri çekilmesi ve silah bırakması için başlatılan çözüm sürecinde, PKK da silah bırakır mı, soruları sorulur oldu ülkemizde. PKK, IRA ve ETA örgütlerini aynı tip sorunlardan doğduğunu söyleyerek örtüştürenler var.
Gerçekten de bu örgütlerin hepsi; erk sahibinin baskısıyla kültür birikimleri ve kimliklerinin, baskın yapı içinde eriyerek yok edildiğini(Fr. Asimilasyon) ve bu nedenle insanların mesheplere ve etnik kökenlerine göre sınıflandırılarak aşağılandıkları, ötekileştirildiklerinin(etno kültürel ayrımcılık) önüne geçerek hak talebinde bulunmak ve de kendi kararlarını kendilerinin vermek istemesinden doğduğu için örtüştürebilirsiniz.
Yani, ETA Bask etnik kimliğinin, IRA Katolik İrlanda kimliğinin ve PKK Kürt etnik kimliğinin korunması/yaşatılması için kendi bağımsız devletlerini kurmak istemeleri boyutunda bu üç örgütü benzeştirebilirsiniz.
Bana göre, örtüştürmek veya benzeştirmek olası değildir, çünkü; IRA-ETA-PKK arasında, birtakım farklılıklar mevcuttur. Örneğin; etnik sorunları, bulundukları ülkelerin yapısal özellikleri ve geldikleri aşamalar büyük farklılıklar göstermektedir. Daha somut örneklersek; IRA sorunu Katolik İrlandalılar ve Protestan İngilizler arasındaki ‘etnik ve dinsel’ çatışma niteliği taşıyan uluslar arası bir sorundur.
Bu nedenle, Protestan İngilizlerle Katolik İrlandalılar arasında ayrışma derindir. Lokal tanımlamayla, ‘Alevi Sünni’ler arasındaki ‘abartılmış’ etnik ve dinsel çatışma gibi.
Bask sorununa gelince, Bask sorunu, faşist İspanya(Franco dönemi) devleti ile, ‘Basklıların % 100’nün desteğini almış’ ETA arasında yaşanan etnik tanınma ve kendi kararlarını kendilerinin vereceği devlet olma istemine dayalı siyasal bir sorundur. Asla toplumsal çatışma yoktur.
Nitekim; İspanya demokrasiye geçmesiyle de Basklılara etnik tanınma ve özerklik yönünde geniş haklar verdi. Belli boyutta, Türkiye’de yaşanan Güneydoğu sorununu Bask sorunuyla örtüştürebilirsiniz. Bu çizgide, hala batı normlarına göre demokratikleşmemiş Türkiye ile Kürtlerin az bir kesimin desteğini almış PKK arasında yaşanan siyasal bir sorun olarak da yorumlayabilirsiniz.
Şu bir gerçek ki, Türkiye’deki fiziksel, psikolojik ayrışma ve çatışma İspanya’dakinden çok daha zayıftır. Bu konuda, yani şiddet konusunda üçü arasında bir genelleme yaparsak, gerçekleri görürüz: Var olan sorunların ürettiği şiddet düzeyleri arasında da farklılıklar, Türkiye boyutunda düşündürücüdür.
Şöyle ki; ETA 40 yılda (1961-2011) 850, IRA ise 36 yılda (1969-2005) 2.000 kişinin ölümüne neden olmuştur. PKK yaklaşık 30 yılda (1984-2011) 40 bine yaklaşan ölümlere nedendir.. Yani Türkiye’deki çatışma, şiddetin çok daha aşırı kullanımına ve insan ölümüne yol açmıştır. Bu da sorunun çözümünü zorlaştıran bir unsur olarak değerlendirilebilir.
Eğer, bugün bir halk oylaması yapılsa, Kürtlerin % 70’yi ayrı bir devlet olmaya onay vermez. Temel sorun, ayrışma/ayrılma isteği değil, Türkiye’nin ve PKK’nın demokrasiyi tam anlamıyla özümsenmemesinden kaynaklanmaktadır. Demokrasiyi, gerek siyasal erk, gereksel terör erki amaçlarına ulaşmanın aracı olarak görmektedir. Her 2 kesimin, küçük bir grubu da Laik Demokratik Cumhuriyet’in yerine, iki milletli bir İslam Cumhuriyetini amaçlamaktadır.
Bu konuda, alışılagelmiş değil de, farklı bir örnek vermek istiyorum: Bilindiği gibi Yeni Zelanda’da, nüfusun % 11’ini oluşturan, Fiji ve Polinezya kökenli ve özgürlüklerine çok düşkün savaşçı yerli halk ‘Maoriler”, kendi dillerinde eğitim yapabilmektedir. Kabul edilen Maori Dili Yasası'na (Māori Language Act-1987) göre Yeni Zelanda'nın iki resmi dilinden biridir.
Maori dilini konuşanları sayısı nüfuslarına oranla %25’’tir (100-160 bin kişi). Fakat kesin Yeni Zelanda devletinin oluşturduğu üst kimliğe ve devletin koyduğu yaptırımlara bağlılıklarını sürdürmektedirler.Niçin ülkem’de Yeni Zelanda’daki gibi ‘Diller yasası’ çıkarılmaz ki; Lazlar, Zazalar, Kürtler v.d için?
Neden ülkemiz için böylesi bir demokratik süreç işletilmez ki?! Açık ve net söylemle, AKP ve PKK bu sürece asla evet demez, her ikisinin de niyetleri farklıdır; Yen Osmanlı yapılanması ve Büyük Kürdistan ütopyası..
IRA ve ETA’nın duruşu bilgi kuramı bütününde normları sorgular, moderndir. Bu nedenle bağlı oldukları ülkeleri bunlara karşı baskı kurmalarına ve insan haklarını ihlal etmelerine karşın, izledikleri politikalarla etnik bu gruplara geniş kültürel haklar tanıdılar.
PKK ise, silahlı eylemi temel alır, öldürmeye programlıdır, ilkeldir, arabesktir ve özdeksel gücünü hiç de temiz olmayan yöntemlerle kazanmaya çalışır. Bundandır ki, T.C ile ilişkilerinde ‘Kürt sorunu’ bütütünde bir temel oluşturamamıştır. Her iki tarafın rijit duruşu, özellikle Türkiye’nin ulusal kimliğini, etnik çoğunluk Türklere göre inşa etmesi ve bunda asla ödün vermemesi, çözüm yollarında aşılmaz barıkatlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Demokratik temele dayalı özgür ve güven temeli inşa edilememiştir. Edileceği konusunda da, fazla umutlu değilim; çünkü her ikisi de kendi temel amaçlarına ulaşmada, gizliden gizliye uzlaşıyor gözükseler de, Türk radikalleri ve her ikisinin içinde var olan Kürt radikalleri bu olguyu sürdürülebilir çözümsüzlüğe taşımaktadırlar.
O kadar!!! Ölümler boyutunda örtüştürebilirsiniz, fakat evrensel barış kültürünün ölçütleri bağlamında örtüştürmeniz olası değildir. Oralarda istenenler ve verilenler ile, burada istenen ve verilmeye çalışalılan şeyler aynı şeyler değil. Değil çünkü istenenler bilinmesine karşın, verilmeye çalışılanların bilinmemesi gün gibi ortada.
İyi de nereye gidiyorlar? Ne vereceğiz ve ne alacağız? Türk kürde eşit oluncaya dek bu savaş devam edecek. Ben Lazım. Neremiz eşit değil. Doğrudur, sen eşitsizlikten yana şansın sıfır, çünkü sen kendi Kürdün ile bile eşit değilsin. Biriniz ağa, biriniz maraba. Ben mi seni maraba yaptım/ Yook, senin ırkdaşın yaptı. 50 köy, yüz köy, 150 köy marabasıyla bir kürdün, Yani, torpah ağanın, torpahsız köylü ağanın, marabaya ne kaldı? Hiç, çünkü kendisi bile kendisinin değil. Burada kim kimi aşağılıyor, kim kimi sömürüyor. Devlet mi, toplum mu, yoksa Kendi Kürdün mu?
Kürt tanımına gelince: Senin, benim ve onun gibi insan her şeyden önce. Onbinlerce yılda, Anadolu’da Türkün, Lazın, Çerkezin, Gürcünün…beraber yaşadığı bir millet. Eğer o’nu millet olarak görmemekte direnirsek, olur illet…
Bunların niyeti, ülkeyi bölmek, parçalamak değil, ülkeye ‘iki millet dayatmasıyla’ ortak olmak; ortam bir cumhuriyet inşa etmek, Ortadoğu’da. Çelişkiye düşücekleri nokta, Cumhuriyet’in yapılanmasında; İslam Cumhuriyet’i mi olsun, Fransız Cumhuriyet’i..
Kürtlerin büyük çoğunluğu (Hizbullahçı kanat hariç, Kürrtlerin büyük bölümü İslam Cumhuriyeti’ne evet demez. İki milletli Türk-Kürt Cumhuriyet’i temel amaçları. Sen*, ben** diyorlarlar, ötekilere*** gerek yok.
Evet, olay bu kadar basit.. Üç günde kurulup 3 genel seçim kazanan AKP aldı başını gidiyor.
Gerçekten her iki kesim de samimi değil: 31 Temmuz 2011. Türkiye’nin Iran sınırı Esendere sınır kapısında bir BDP milletvekili(Milletin vekili ile karıştırmayın) Pankart açıyor. Hani demişlerdi ya ‘Kürdistan Özerk Bölgesi’, işte o’nu yerine getirdiler ve ‘Pasaportsuz giriş yasaktır’ pankartı ile sınırı 3 gün kapattılar. Her şeye gürleyen bizim Kasımpatılı’da çit yok. Aksine etrafındaki avaneler(yardakçı değil de, yardımcı diyelim) Kürt aydını Kemal Burkay’ı ağırlıyor.
Görkem saçan bir yalnız oturuşu var ki, gözlerimi yaşarttı, YAŞ toplantısında. Saddam ve Hüsnü Mübarek ve benzer otoriteryanlar da bu resmi vermişlerdi bir zamanlar. Dün, Hüsnü kabul gören Hüsnü Mübarek, vb’lerine bugün şiddetle karşı, ama kendisine kimse karşı değil…
Bir elinde cımbız, bir elinde ayna, t.i.c. makyajında, umurunda mı dünya… “Sonunda beni 1 numaralı terorist yapacaklar pezev…kler, bütün laikleri şişe geçireceğim. Ondan sonra anlayacaklar laikliğin faziletlerini…” diyen ve kitabı toplattırılıp 1 yıl içeri atılan kimliği hiç çekinmeden Atatürk’ün kurduğu ‘Anadolu Ajansı’nın başına getirebiliyor.
PKK’yi dağdan indirmek için, Kemal Burkay denen kimliği Türkiye’ye getirip ortak basın toplantısı düzenleniyor ve arkalarındaki Atatürk resminin üzerini kapatıyorlar; kim mi yapıyor bu toplantıyı? Kim olacak Atatürk’ün CHP’sinde Genel Sekreterlik yapan ve Genel Başkanlığa aday olan kişi…
Ve sonunda olan oldu. Doğrusu yapılmak istenen yapıldı ve Deniz feneri sanıkları serbest kaldı ve deeee; Kaddafi katledildi(Küresel efendinin marifeti çok; SIRA Esat’ta.
Küresel efendinin lanetlediği ve katletirdiği Kaddafi, Kıbrıs Barış Harekâtında, Türkiye’ye büyük katkılar veren biri. Eğer, adam gibi dursa, megalonik sendromlara tutulmasa İslam dünyasını sürüklerdi. Küresel efendi, o’nu bu şekilde pohpohladı, şimdi Tayyip beyi pohpohladığı gibi….
Deniz Feneri tahliyesini öyle bir zamana getirdiler ki, halka unutturmaya çalıştılar kendilerine göre. Birincisi; PKK’nın 24 askerimizi şehit etmesi, ikincisi Kaddafi’nin katledilmesi. Nasıl öldürüldüğü meçhulmüş. Hade be ordan. ABD askerleri vurdu, ulusunu satan (Ar) Unutturma süreci, Öcalan ile kurulan diyalogla işletiliyor. Örneğin, paşaların ağırlaştırılmış müebbet cezalara çarptırılması.
Kısacası; Deniz Feneri sanıkları dışarıda, Öcalan sırada ve Mustafa Balbaylar ile darbe ile ilgisi olmayan askerler içeride...
Özellikle Deniz feneri dava sanıklarının tahliyesi beli idi; Alman savcılarının Türkiye’ye gelmek istemesi ve AKP’nin engellemesinden. Bu sefer Türk savcıları Almanya’ya gitmek istedi, önce yok dedi. 2011’de mecbur oldu Nadi Türkaslan ve ekibini gönderdi.
Ne oldu? Deniz Feneri e.V dosyalarına ulaştılar ve Türkiye7de tutuklamalar başladı. Bu sefer devreye HSYK giriyor ve tutuklama emrini veren savcılar hakkında soruşturma başlatıyor ve savcıları görevden alıyorlar, ardından yandaşlarını salıyorlar.
Ben ülkeyi dinle yöneteceğim diyor. Çünkü din hep toplumsal uyuşturucu olmuştur. Bilmiyor ki, Avrupa bile Hıristiyanlığı kullanarak dinle toplumları yönetemedi, insanları bir arada tutamadı, yanı din bağlayıcı olamadı ve milliyetçi ırkçı savaşların besledi.
Demokrasiye geçmek zorunda kaldı, biz ise ‘maymundan geldik derken, maymuna gidiyoruz’ yaklaşımında var olan demokrasiyi öteleyip din ile harmanlanmış polis devletine gidiyoruz. Terörle mücadelede polise etkin görev verme adına, ‘Özel Harekatçılar’ birimini ağır silahlarla donatmaya başladık.
Atatürk’ün evrensel felsefesi, “Ulusalcılık” eğer günümüz özgün dünyasındaki özgürlük anlayışıyla harmanlanır ise, asırladır Osmanlının yakaladığı etnik kaynaşmanın, birlikteliğin gizemini yakalar ve günümüz dünyasının özgün düzlemini daha da güçlendiririz.
Bir şey demiyorum, sadece; "Bir zamanlar küresel efendi Saddam'ı, Mübarek'i, Kaddafi'yi vb'lerini de böylesi keyfi ve de otoriteryan yapılarıyla besledi ve sonunda deliğe süpürdü..." Biz süpürtmesine izin vermeyelim, çünkü beterini getiriyor. Biz demokrasiyle sandık başanda süpürelim, aksi taktirde bizleri süpürecek ve onları süpürecek kimse kalmayacak.
Yandaş askeri TBMM’ine(Örneğin, Şirin Ünal Paşa), karşıtlarını Silivri’ye gönderen mantık, iyi bir faşist mantıktır. Asker tü kaka, polis el üstünde…
Ardeşenli Bedirhan Şinal, resmen itiraf ediyor, Cumhuriyet Gazetesine atılan bombayı kendisine polisin verdiğini, AKP iktidarı hiç oralı değil. Eğer bu itirafı asker olarak yapsaydın, askerin yedi sülalesini içeri Silivre’ye gönderirdi. Ergenekon davası hukuk kriterlerine göre değil, AKP kriterlerine göre yürütülüyor.
Düşünün, Kürt aydını diye tanıtılan Orhan Miroğlu(Nedense Mehmet Metiner Milletvekili oldu o olamadı), hiç çekinmeden “Kürtlere pozitif ayrımcılık yapılsın” diyerek Amerika’daki zencileri örnek gösterebiliyor. Pozitif ayrımcılık demekle koşulları eşitleyelim diyor.
Bana söyler misiniz, Amerika’daki zenci gibi, hangi Kürt otobüse binemiyor, Sinama-Tiyatroya gidemiyor, ayni lokantada yemek yiyemiyor. İnsaf be kardeşim, bu ülkede ne Laz’dan, Gürcü’den, Boşnak’tan Cumhurbaşkanı oldu, ama Türk ve Kürt’ten oldu, Kürt’ten…
Türkiye’nin en büyük işadamları Kürt… Durum bu iken ‘Kalkınmadaki öncelikli, ayrıcalıklı iller, Güneydoğu illeri değil mi? Neden senin o Kürt işadamın oralara yatırım yapmaz?..
T.C’yi yıkmak için önce savunucuları yıkılıyor. Örneğin Cumhuriyet gazetesini bombalamak. Ne yaptılar? İlhan Selçuk’u Cumhuriyet’i bombalattı diye tutukladılar.
Ardından olayı Ardeşenli Bedirhah Şilan’a polisin yönlendirmesiyle ‘Molotofkokteyi’ attırılarak yaptırıldığı ortaya çıktı… Ardında paşa, er demeksizin askerleri topluyorlar.
İşin garip tarafı kuzu-kuzu onların da peşlerine gitmeleri. Örneğin; YAŞ toplantısında EDOK (Eğitim ve Doktrin Komutanlığı)’a atanan Orgeneral Nusret Taşdeler, Tümgeneral Hıfzı Çubuklu ve emekli Or.Gen. Hasan Iğsız olmak üzere 7’si general ve amiral olmak üzere 14 kişi…
Ve Nisan 2013’te Can Ataklı çıkıp; “Ergenekon ve Balyoz’da sahte belgeleri AKP milletvekili oluşturuyor.. Adı Orhan Aykut. Daha önce Tekirdağ Cezaevi’nde yatıyordu, şimdi Metris Cezaevi’nde. Kendini eski bir ülkücü olarak tanıtan Orhan Aykut 13 Aralık 2010’da Tekirdağ Cumhuriyet Savcılığı’na başvurarak Ergenekon ve Balyoz davaları ile ilgili bir suç duyurusunda bulunmuştu.
Aykut, Balyoz Davası dosyalarının bir bavul içinde, Amerikalı bir senatör ve ordudan ayrılma bir binbaşı tarafından AKP’li Milletvekili İhsan Arslan****’ın ofisine getirildiğini ileri sürmüştü. Aykut belgelerin burada sıraya dizildiğini, bazılarına eklemeler yapıldığını, bazılarının üzerinde oynandığını da suç duyurusunda iddia etmişti.” Gerçekleri söyleyebildi.
Ve hiç çekinmeden Dışişleri Bakanını, ‘akan kanı durdurmak için, Suriye’ye gönderiyorum’ diyerek, ülkemde akıtılan kanı aklına bile getirmediler ve paşaları tutuklayıp kan akıtıcıyı asalıvermenin kurgusu içindeler, kendi gizdeki amaçlarına ulaşmak için.
- *: Türk
- **: Kürt
- ***: Laz, Gürcü, Çerkez v.d..
- ****: Diyarbakır Bölge Müdürü iken tanıdım İhsan Arslan'ı. Mermer ticareti ile uğraşırdı (hatta Çin ile bağlantılı çalıştığı söylendi). Yani yörenin etkin bir işadamı idi. Proje Müdürüm sevgili Mehmet Paksoy tanıştırdı. Mehmet çok sevecen bir Diyarbakırlı Ziraat Mühendisi idi.
Şimdi aramızda olmayan sevgili Mehmet'e seçimlerde liste 4.üncülüğünü verdiler, fakat seçilemeyeceğini düşünerek reddetti çünkü öfkeli idi, nedeni Diyarbakır’da AKP7nin 4 milletvekili çıkarması asla olası değildi kanısı egemendi. İhsan Arslan bey liste ikincisi olarak seçildi.
Mehmet Paksoy kardeşim çok üzüldü, çünkü , liste 8.ncisi olduğu için hiç umudu olmayan hatta seçim gezilerine bile katılmayan şimdiki Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker bile seçilmişti. Mehmet kardeşim kahrından vefat etti.
Seçim sürecinde İki olgudan söz edilirdi: Birincisi; seçim döneminde Amerikalıların AKP'lilerle dağ bayır gezdikleri-ki bir gün bu konvoya katılan bir üst kamu görevlisiyle tartışmıştım-. Ve beklenmedik bir sonuç alındı, Diyarbakır’da, AKP oyların %60'ıni almıştı.
İkincisi; bazı yerlere ve mezralara gönderdiğimiz seçim sandıklarına gerek kalmadığını, oyların seçimden birgün önce nerden temin edildiği bilinmeyen sandıklara yerleştirildiğinin duyumlarını alıyorduk... Ah şu Amerikalılar, ah şu erken seçim kararı aldırtan MHP’liler!!!!. Sanki ülkemde AKP’nin seçimi kazanması kurgulanıyordu…
Recep Tayyip Erdoğan’ın, eşinin memleketi Siirt’te okuduğu şiir ile hapse girmesi, MHP’nin erken seçim kararına evet demesi-Ki seçimlere daha 1,5 yıl vardı ve AKP’nin hazın bulduğu ve uygulamaya koyduğu Derviş’in ekonomi i politikaları uygulama aşamasında idi-
Bir başka gerçeği de öğrendik İhsan Arslan'ıni oğlu Mücahit Arslan Recep Tayyip Erdoğan'ın danışmanıymış. Arap kökenli oldukları söylendi. O dönem Artvin Milletvekili olan kuzenim Yüksel Çorbacıoğlu'nu ziyaret ettiğimde bir grup Diyarbakır Bölge çalışanı arkadaşıma rastladım, Yüksel ile tanıştırdım, ısrar edince İhsan beyi de ziyaret ettiler.
Soğuk karşıladılar. Bunun iki nedeni vardı. Birincisi, AKP Diyarbakır İL’den bir grup arkadaş, beni tekrar Bölge Müdürü olarak geri götürmek istiyorlardı. Onlara, “Sizler gerçekten çok dürüst insanlarsınız, beni götürmenizdeki amacı biliyorum, fakat birileri beni asla istemez, istese de ben bu dönemde asla geri dönmem.. Bakın gün gelecek, birileri sizlerle bile çalışmayacaklar, çünkü sizler gerçekten Allah korkusu olan, yetim hakkı yemeyecek kimliklersiniz..” diyerek gelemeyeceğimi söyledim. Dediklerim çıktı, sonradan tek tek çıktı.
İkinci nedeni; Dicle Üniversitesi’nde görevli olduğunu söylediği için Konukevi’nde özel bir oda verdiğimi bir akademisyenin sonradan AKP’den milletvekili adayı olduğunu ve Diyarbakır Söz Gazetesi’nde aleyhime yazıları yazdırdığını öğrenmem sonrası konukevinden kovmam.
İhsan Arslan ve oğlu Mücahit Arslan, gerçekten müthiş insanlar.. Ülkemin kaderini kimler değiştiriyor..
Bunlar bir yana, tüm yaşadıklarımı/birikimlerimi CHP’ye sunan ben, CHP’nin kurultay salonuna giremedim, onlar ise partilerinin zirvelerinde cirit atıyorlar, ülkemin kaderiyle oynuyorlar.
Böylesi siyasi atmosfer devam ettiği sürece, bu ülkeye Küresel efendinin kurgusuyla daha çok AKP benzeri partiler iktidar gelir.
Evet, sol birçok kişiden soyut, birkaç kişi ile politika üretmeye devam etsin ve sürdürülebilir AKP benzeri iktidarları kurumsallaştırsın.
Ülke parçalanıyor diye feryat etmeye hakkının olup olmadığını bir sorgula lütfen, Eyyyyy Sooool !!!!
http://blog.milliyet.com.tr/pkk-ile-isletilen-baris-surecinden-sonuc-alinabilir-mi-/Blog/?BlogNo=408025
Teknopolitikalar Platformu
evesbere@mynet.com
sevket-che@hotmail.com.tr
GSM: 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder