30 AĞUSTOS’TA ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ’NDEN OTOBAN GEÇİRENLER VE SAİD-İ NURSİ
Özellikle belirteyim; Atatürk’ün kurduğu, ‘Atatürk Orman Çiftliği’nin yüreğine saplanan ‘Yeni Çiftlik Bulvarı'nın açılışı; “Biz Kurtuluş Savaşı Destanı’nın ortasından böyle geçeriz” dercesine 30 Ağustos Zafer Bayramı'nda yapılıyor...
30 Ağustos’u tanımlayalım:
Birinci dünya savaşı(1914-1918) yenilgisinden sonra bağımsızlığını kaybetmeyi kabullenmeyen Anadolu insanının Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde başlattığı, özgürlüğümüzün temeli olan ‘Kurtuluş Savaş’ımızın simge tarihidir. Bu kutsal tarihte; dünyada emperyal açlara ilk tokat vurulmuştur. Kutsal tarihin adı; “Başkomutanlık Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz” olarak 26 Ağustos 1922'de başlatılan ve 30 Ağustos 1922'de sonlanan ‘Kurtuluş Savaşı Destanı’dır.
Bu evrensel ve kutsal destan; Anadolu insanının, Türk’ü, Lazı, Gürcüsü, Hemşinlisi, Çerkez’i, Kürdü, Arabı, Romanı ve Abazhası ile birlikte oluşturduğu ulusal dayanışma bütünündeki örgütlenme ruhunun üründür.
İşte Atatürk; silah arkadaşları ve Anadolu insanıyla; ileride mazlum ülkeler tarafından örnek alınacak, böylesi bir devasa “Türk Kurtuluş Savaş Destanı’ yazıyordu.
30 Ağustos 1922’de Kurtuluş Savaşı Destanı yazılırken Said-i Nursi ne yazıyordu?
Bugünlerde, Atatürk’ün adı silinerek, bazı eğitimi kurumlarına adı yazılan Said-i Nursi ise; 6 bin sayfalık Risale-i Nur’unu yazıyordu.
Adeta insanı aşağılarcasına; ‘peygamber kadar büyük değil, insan kadar küçük değil’ şeklinde tanımı yapılan, Said-i Nursi’ye aynı zamanda; ‘ zamanın en güzeli, eşi benzeri olmayan’ anlamına gelen “Bediüzzaman” denmektedir. Anlaşılan o birileri için yol göstericidir. Dahası; Allah tarafından her asırda gönderilen, yenileyici, dahası İslamiyet’in sunumuna yenilikler getiren kişi, yani mücedittir.
Fakat, çevresindeki birileri için değildir..
Said-i Nursi’nin, 6 bin sayfalık ‘Risale-i Nur’ yazmasın, Seyyid Abdülhakim Arvası’nin karşı olduğu söylenir.
Birilerine göre; Seyyid Abdülhakim Arvası*’nın, bin yılın müceddidi**, asrın kutb-u medarı*** olan İmam-ı Rabbani**** hazretlerinin Kur’an-ı kerim yorumu varken, Said-i Nursi’yi bu kitabı yazmamasını konusunda uyardığı söylenmiş, fakat o dinlememiş ve Arapça sözcük ağırlığı nedeniyle anlaşılamayacak bir dilde Risale-i Nur yorum kitabını hazırlamış.
Yakın zamana, özellikle 2002’den sonra bir kesimin Said-i Nursi duyarlılığının alabildiğine yoğunlaştığını gözlemliyoruz.
Örnekleri sıralayalım:
2011’de gösterilmeye başlanan; Said-i Nursi’nin yaşamını içeren “Hür Adam” filminde, hiç duymadığımız, okumadığımız ‘Atatürk ve Said-i Nursi’ ilişkileri anlatılıyor.
Sözde; 9 Kasım 1922'de bediüzzaman’a meclis'te resmi bir 'hoş geldin töreni' düzenlenerek ‘Kurtuluş Savaşı’ verenler ve şehitler-gaziler için dua etmesi için kürsüye davet edilmiş. Sözde; “Kurtuluş Savaşı” mücadelesini destekleyen Said-i Nursi, kürsüde kurtuluş savaşı gazilerini kutluyor ve dua ediyor.
Külliyen yalan, çünkü TBMM tutanaklarında böyle bir sürece rastlanmamaktadır.
Bitmedi; Said-i Nursi çok geçmeden(1 yıl sonra) Ankara’da dinden uzaklaşıldığını, milletvekillerinin çoğunun namaz kılmadığını gözlemler..İmandan sonra en yüksek hakikatin namaz olduğunu ve namaz kılmayanın hain olduğunu söyleyerek; 19 ocak 1923'te bir bildiri yayınlar. Bildiride milletvekillerini dine ve namaz kılmaya davet etmektedir. Atatürk de bu bildirinin yayınlanmasından rahatsızlık duyup Said-i Nursi'yi odasına çağırır. İkili arasında şiddetli bir tartışma çıkar. Said-i Nursi’nin Atatürk karşısında bacak-bacak üstüne attığı, hatta tokat attığı ve kapıyı hızla kapatıp çekip gittiği anlatılır, filmde.
Anlaşılan, Atatürk’ün evrensel karizmasının önüne, Said-i Nursi karizması koymaya yönelik bir kurgu ile karşı karşıyayız.
Öncelikle Said-i Nursi’nin bildiri yayınladığı tarihte Atatürk, Ankara’da değildir, çünkü 14 ocak 1923'te batı Anadolu gezisine çıkmıştır ve Ankara’ya 20 şubat 1923'te dönmüştür.
Belli ki, Atatürk'ün ulusal bütünlüğü sağlayan politikalarını ve Egemenliğin ulusundur felsefesine Said-i Nursi üzerinden savaş açılmıştır, Özdeki amaç; Said-i Nursi’nin İslamiyet esaslı toplumsal yapılanmaya gitmesinin önündeki Atatürk engelini işlemektir.
Öyle ki; Risale Akademi Kurucu üyesi Dr. İsmail Benek, günümüzde ihtiyaç duyulan aklın Said Nursi olduğuna dikkati çekerek, ‘Akil İnsanlara’ öneride bulunabilmektedir (14.05.2013).
İşin üzücü yanı; Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşı küllerinden doğan “CHP”’nin İstanbul milletvekili(bana göre asla milletin vekili değil) Faik Tunay’ın, Said Nursi'nin Risale-i Nur'unu önermesi(25.03.2013) ve İlker Başbuğ paşayı vatan haini görmesidir(11.08.2013).
Sevindirici yanı; CHP Antalya Milletvekili(bana göre milletin vekili) Gürküt Acar’ın Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’ya; “Türkiye genelinde kaç eğitim kurumuna Said-i Nursi adı verilmiştir? Bu eğitim kurumlarının eski adı adları nedir? Said-i Nursi’nin hangi özellikleri nedeniyle eğitim kurumlarına adı verilmektedir? Said-i Nursi’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne veya çağdaş eğitimine ne gibi katkıları olmuştur? Son 3 yılda Atatürk adını taşıyan kaç eğitim kurumunun adı değişmiştir? Ders kitapları ve öğretmen kitaplarında Atatürk resmi, İstiklal Marşı ve Gençliğe Hitabe’nin bulunmamasının nedeni nedir ? Bunlardan neden rahatsızlık duyulmaktadır?” sorularını sormasıdır.
Sayın Gürkut Acar’ın sorularına belli boyutlarda yanıt vermeye çalışalım:
Said-i Nursi bilindiği gibi Kürt bir din adamıdır. Hatta bazıları o’nu; ‘ Müceddit, yani Allah tarafından her asırda gönderilen, yenileyici, dahası İslamiyet’in sunumuna yenilikler getiren kişi olarak tanımlar.
Tarihçi araştırmacı yazar, hemşehrim Sinan Meydan yazdıklarıyla benim yazdıklarımı geniş penceresinden onaylıyor:
Said-i Nursi, Bitlis’in Hizan ilçesinin Nors köyünde 1873 yılında doğmuştur. Göbek adı Rıza olan Said-i Nursi’nin asıl adı Said-i Kürdi’dir. Kendisi, köklerinin Hz. Muhammed’e dayandığını ileri sürmüştür. Daha çocuk yaşlarda bölgede etkili olan Nakşibendi Tarikatı’nagirmiştir. Mahalle Mektebi’nde okumuştur. Gençliği Medreseliler arasında geçmiştir. Düzenli bir eğitim öğretim hayatı olmamıştır.
Anadolu’da Din adamları, halkı ‘ulusal direnişe’ hazırlamak için uğraş veriyorlardı. Birçok din adamı Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri kurarak bölgesinde silahlı direniş başlatmıştır. Kurtuluş Savaşı başlarında kurulan 47 Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin 16’sının başkanı din adamıdır.. “Kuvvacı din adamları” birçok yerel kongrenin de aktif katılımcılarıdır. Örneğin, 26-30 Temmuz 1919 tarihleri arasındaki Balıkesir Kongresi’ne katılan 48 delegenin 13’ü, mahalli müftü ve müderrislerden oluşmaktadır.. Mustafa Kemal’e ve Türk Kurtuluş Savaşı’na destek olurken, Said-i Nursi yine ortalarda yoktur. Bu sırada Said-i Nursi, İstanbul’da, Kürdistan Teali Cemiyeti’ni ve Kürt Neşriyat Cemiyeti’ni kurmakla meşguldür. Kasım 1918’den itibaren Anadolu İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, Ermeniler ve Yunanlılar tarafından işgal edilmeye başlandı.
Said-i Nursi, I. Dünya Savaşı sonlarında Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalandığı günlerde, 1918 yılında İstanbul’a Boğaz’da Çamlıca’ya yerleşti.
15 Mayıs 1919’da İngiliz-Fransız destekli Yunan ordusu İzmir’i çok kanlı bir şekilde işgal etti. İzmir ve civarında “Türklerin katledilmeleri” üzerine Anadolu’nun değişik yerlerinde direniş cemiyetleri kurulmaya, yerel kongreler toplanmaya, işgali kınayan mitingler yapılmaya başlandı..Halide Edip’in, Selahattin Bey’in, Sabahat Hanım’ın ve Saime Hanım’ın işgali kınayan konuşmalar yaptıkları o İstanbul mitinglerinde Said-i Nursi yoktu..
Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktıktan birkaç gün sonra Havza’ya sonrasında Amasya’ya geçmiştir. Havza ve Amasya’da onu karşılayanlar arasında Hacalar ve müftüler vardır..Mustafa Kemal Paşa Amasya’da, 12 Haziran 1919’daki konuşma sırasında orada bulunan vaaz Abdurrahman Kamil Efendi, “ayet ve hadisleri” çok ustaca ve yerli yerinde kullandığını görünce, “Bu paşa başka paşa…Bu paşa bildiğimiz paşalardan değil” diyerek hayranlığını ve şaşkınlığını dile getirmiştir…
Özetle Mustafa Kemal, Anadolu’ya ayak bastıktan sonra neredeyse her adımında bağımsızlığın kıymetini bilen, “gerçek” din adamlarınca karşılanmış ve desteklenmiştir..
“Kuvvacı din adamları” Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal’le birlikte “Ya istiklal ya ölüm” parolası doğrultusunda “vatan ve namus” mücadelesi verirken Said-i Nursi nerededir? O günlerde Said-i Nursi “Sunuhat” (1920), “Hakikat Çekirdekleri” (1920), “Nokta” (1921), “Rumuz” (1922) gibi risaleler (küçük kitaplar) kaleme almakla meşguldü.
Kurtuluş Savaşı’na destek veren sadece Türk din adamları değildir, bazı yabancı Müslüman din adamları da Kurtuluş Savaşı’na destek vermiştir. Örneğin, Iraklı Uceymi Paşa, Hindistanlı Muhammed Ali ve Libyalı Şeyh Ahmet Sunisi bu din adamlarından ve Müslüman önderlerden birkaçıdır..Atatürk; Şeyh Ahmet Sünusi’ye “aynı amaca yönelik” üç ayrı görev vermiştir: İslam dünyasındaki antiemperyalist hareketleri Ankara’nın etkisi altına almak ve bu hareketlerden Türk Kurtuluş Savaşı’na destek sağlamak. Arap dünyasında, özellikle Irak ve Suriye’de Hilafet propagandası yaparak bölgedeki Arapları İngiltere ve Fransa’ya karşı harekete geçirmek, böylece hem Musul-Kerkük bölgesindeki hem de Güney Anadolu’daki İngiliz-Fransız etkisini kırmak. Türkiye içinde özellikle Güney Doğu Anadolu’daki Kürt bölgelerinde Milli harekete katılımı arttırmak.. O günlerde Said-i Nursi İstanbul’da ruhsal değişimler, dönüşümler geçirmektedir. Yaşadığı bu ruhsal değişimleri, 1921 yılında Arapça yayımlanan Lemalar adlı bir dizi broşürde anlatmıştır.
…Said-i Nursi Kurtuluş Savaşı sırasındaki Kürt İsyanlarını bastırmak için de dişe dokunur bir adım atmamıştır. Tam terinse Kürdistan Teali Cemiyeti’nde yer almıştır..Said-i Nursi, Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını gıyaben yargılayıp idama mahkum eden Kürt Nemrut Mustafa Mahkemesi’ne de ses çıkarmamıştır. “Gerçek Bediüzzaman Said-i Nursi ve Doktrinleri” adlı bir kitap yazan Seyfi Güzeldere diyor ki; “Molla (Said-i Nursi) İstanbul’a geldiği vakit Mütareke olmuştu. Müslüman-Türk toptan tutsak gitmemek için yer-yer birleşip tedbir arıyordu. O hemen, kardeşinin oğlu Abdurrahman’ın Çamlıca’daki köşküne yerleşti. Kitap dediği uyduruk serisini bütünlemeğe başladı. Molla, bu işlerle uğraşırken, Anadolu bağımsızlık savaşının kan ve ateşi içinde idi. Bir dergi, Molla’nın bağımsızlık savaşına katıldığını yazıyor. Doğru değil. O savaşın gazilerinden binlercesi bugün yaşamdadır. Yalnız benim tanıdığım 200 var. Biri diyebilir mi ki bu insan, değil silahla fikir yoluyla olsun bu savaşa katılmıştır..”
Bediüzzaman Said-i Nursi Olayı” adlı bir kitap yazan Prof. Dr. Şerif Mardin diyor ki: “(İstanbul’da) kendini herkes tarafından terkedilmiş hissetti; yeğeni ve katibi Abdurrahman yanından ayrılmıştı. Abdurrahman bundan kısa bir süre sonra öldü. Bu kayıp Said-i Nursi’yi derinden sarstı. Belirttiğine göre özel dünyasının yarısı annesinin ölümüyle kaybolup gitmişti. Abdurrahman’ın ölümü ise özel evreninin diğer yarısının da yok olması anlamına geliyordu. Buna rağmen Abdurrahman’ın ölümüyle ortaya çıkan kayıp kısa bir süre sonra, kendisini Said-i Nursi’nin hizmetine ve yazılarının propagandasına adayan bir başka genç tarafından telafi edilecekti(Lem’alar, 232).”
Kurtuluş Savaşı kazanılmış, Ankara’da Mustafa Kemal’in önderliğinde yeni bir devlet kurulmuştur. Yani, İstanbul ve Sultan-Halife kaybetmiş, Ankara ve TBMM kazanmıştır. Bu durumda Said-i Nursi, kazananın yanında yer almak, dini plan ve programlarını kazanan sayesinde hayata geçirmek için, 1922’de Ankara’ya gitmiştir. Ancak Ankara’da umduğunu bulamamıştır. Mustafa Kemal’in kuracağı yeni devletin, “aklı ve bilimi” esas alan “çağdaş bir devlet” olacağını anlamıştır. Ancak Ankara’da bulunduğu kısa sürede yine de şansını denemiş, Mecliste “dinsiz bir atmosfer” gördüğünü belirterek(!) “Namaza Çağrı” bildirileri dağıtmıştır.
Mustafa Kemal’in hem yapacağı “dinsel eksenli devrimler” (halifeliğin kaldırılması gibi) için hem de “dinde öze dönüş hareketi” (din dilinin Türkçeleştirilmesi çalışmaları) için gerçek din adamlarına ihtiyacı vardır. Bu anlamda Said-i Nursi’den de yararlanmak istemiş olması olasıdır. Ancak Said-i Nursi’nin Ankara’daki “bazı davranışları” üzerine Mustafa Kemal, kuracağı yeni devletin “çağdaş din adamı” kadrosunda Said-i Nursi’ye yer olmadığına karar vermiştir. Mustafa Kemal’in yanında, cumhuriyet döneminde Rıfat Börekçi, Şemsettin Günaltay, İsmail Hakkı İzmirli, Mehmet Akif, Elmalılı Hamdi Yazır, Hafız Yaşar Okur gibi daha birçok gerçek din adamı vardır. Bilindiği gibi Mustafa Kemal, Elmalılı Hamdi Yazır’a “Kuran’ın Türkçe Tefsir ve Tercümesi”ni yaptırmış, Kamil Miras Hoca’ya da Buhari’nin Hadis Kaynağını tercüme ettirmiştir. Atatürk’ün isteğiyle tefsir ve tercüme edilen bu eserler, binlerce takım bastırılarak Türkiye’nin “dört bir yanına” ücretsiz dağıtılmıştır.
1922’de Mustafa Kemal’e “İslam aleminin kahramanı Paşa hazretleri” diye methiyeler dizen Said-i Nursi, Atatürk’ün ölümünden sonra kaleme aldığı anılarında ve yazılarında Atatürk’e “deccal ve süfyan(Yezidin dedesi)” demekten çekinmemiştir.
Görüldüğü gibi Said-i Nursi’nin Kurtuluş Savaşı’na “büyük bir katkısı” hatta “bir katkısı” yoktur. Hürriyet mücadelesi sırasında işgal altındaki bir şehirde, İstanbul-Çamlıca’da bir evde bazı kitaplar yazan, bazı cemiyetlere üye olan ve bazı ruhsal değişimler, dönüşümler yaşayan Said-i Nursi’ye “Hür Adam” demek, Kurtuluş Savaşı’nın gerçek “Hür Adam”larına saygısızlıktan başka bir şey değildir…Ayrıca Kurtuluş Savaşı’na karşı, İngiliz yanlısı “hain din adamları” da vardır(Sinan Meydan-Odatv.com-7.1.2011).
Gerçekleri ‘Geniş perspektifte’ öğrenmeniz için; Sinan Meydan’ın yazısını okumanızı isterim:
http://www.odatv.com/n.php?n=iste-hur-adamin-gercek-oykusu-3112101200
*: Necip Fazıl Kısakürek’in hocasıdır. Aynı zamanda altın silsile olan, Hz Muhammed(sav) den itibaren Hz Ebu Bekir yoluyla feyz ve ilim alarak gelen büyük alimler silsilesi anlamına gelen silsile-i aliye(Altın silsile) adı verilen İslam alimlerin otuz dördüncüsüdür. Peygamber soyundan geldiği için de ‘Seyyid’tir.
**: Allah tarafından her asırda gönderilen, yenileyici, dahası İslamiyet’in sunumuna yenilikler getiren kişi.
***: Bütün işleri Allah adına idare ettiğine inanılan veli
****: Bin yılın müceddidi. 70 bin evliyanın reisi. büyük alim. Peygamberlerden sonra insanlık için her yüz yılda bir geldiği söylenen müceddidlerden biri olduğu söylenen kişi.
http://blog.milliyet.com.tr/30-agustos-zafer-bayrami-nin-tum-bayramlarimizi-kurtardigini-cocuklarimiza-anlatalim/Blog/?BlogNo=376744
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
TEKNOPOLİTİKALAR PLATFORMU
evesbere@mynet.com
sevket-che@hotmail.com.tr
GSM:0506 609 00 32
Özellikle belirteyim; Atatürk’ün kurduğu, ‘Atatürk Orman Çiftliği’nin yüreğine saplanan ‘Yeni Çiftlik Bulvarı'nın açılışı; “Biz Kurtuluş Savaşı Destanı’nın ortasından böyle geçeriz” dercesine 30 Ağustos Zafer Bayramı'nda yapılıyor...
30 Ağustos’u tanımlayalım:
Birinci dünya savaşı(1914-1918) yenilgisinden sonra bağımsızlığını kaybetmeyi kabullenmeyen Anadolu insanının Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde başlattığı, özgürlüğümüzün temeli olan ‘Kurtuluş Savaş’ımızın simge tarihidir. Bu kutsal tarihte; dünyada emperyal açlara ilk tokat vurulmuştur. Kutsal tarihin adı; “Başkomutanlık Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz” olarak 26 Ağustos 1922'de başlatılan ve 30 Ağustos 1922'de sonlanan ‘Kurtuluş Savaşı Destanı’dır.
Bu evrensel ve kutsal destan; Anadolu insanının, Türk’ü, Lazı, Gürcüsü, Hemşinlisi, Çerkez’i, Kürdü, Arabı, Romanı ve Abazhası ile birlikte oluşturduğu ulusal dayanışma bütünündeki örgütlenme ruhunun üründür.
İşte Atatürk; silah arkadaşları ve Anadolu insanıyla; ileride mazlum ülkeler tarafından örnek alınacak, böylesi bir devasa “Türk Kurtuluş Savaş Destanı’ yazıyordu.
30 Ağustos 1922’de Kurtuluş Savaşı Destanı yazılırken Said-i Nursi ne yazıyordu?
Bugünlerde, Atatürk’ün adı silinerek, bazı eğitimi kurumlarına adı yazılan Said-i Nursi ise; 6 bin sayfalık Risale-i Nur’unu yazıyordu.
Adeta insanı aşağılarcasına; ‘peygamber kadar büyük değil, insan kadar küçük değil’ şeklinde tanımı yapılan, Said-i Nursi’ye aynı zamanda; ‘ zamanın en güzeli, eşi benzeri olmayan’ anlamına gelen “Bediüzzaman” denmektedir. Anlaşılan o birileri için yol göstericidir. Dahası; Allah tarafından her asırda gönderilen, yenileyici, dahası İslamiyet’in sunumuna yenilikler getiren kişi, yani mücedittir.
Fakat, çevresindeki birileri için değildir..
Said-i Nursi’nin, 6 bin sayfalık ‘Risale-i Nur’ yazmasın, Seyyid Abdülhakim Arvası’nin karşı olduğu söylenir.
Birilerine göre; Seyyid Abdülhakim Arvası*’nın, bin yılın müceddidi**, asrın kutb-u medarı*** olan İmam-ı Rabbani**** hazretlerinin Kur’an-ı kerim yorumu varken, Said-i Nursi’yi bu kitabı yazmamasını konusunda uyardığı söylenmiş, fakat o dinlememiş ve Arapça sözcük ağırlığı nedeniyle anlaşılamayacak bir dilde Risale-i Nur yorum kitabını hazırlamış.
Yakın zamana, özellikle 2002’den sonra bir kesimin Said-i Nursi duyarlılığının alabildiğine yoğunlaştığını gözlemliyoruz.
Örnekleri sıralayalım:
2011’de gösterilmeye başlanan; Said-i Nursi’nin yaşamını içeren “Hür Adam” filminde, hiç duymadığımız, okumadığımız ‘Atatürk ve Said-i Nursi’ ilişkileri anlatılıyor.
Sözde; 9 Kasım 1922'de bediüzzaman’a meclis'te resmi bir 'hoş geldin töreni' düzenlenerek ‘Kurtuluş Savaşı’ verenler ve şehitler-gaziler için dua etmesi için kürsüye davet edilmiş. Sözde; “Kurtuluş Savaşı” mücadelesini destekleyen Said-i Nursi, kürsüde kurtuluş savaşı gazilerini kutluyor ve dua ediyor.
Külliyen yalan, çünkü TBMM tutanaklarında böyle bir sürece rastlanmamaktadır.
Bitmedi; Said-i Nursi çok geçmeden(1 yıl sonra) Ankara’da dinden uzaklaşıldığını, milletvekillerinin çoğunun namaz kılmadığını gözlemler..İmandan sonra en yüksek hakikatin namaz olduğunu ve namaz kılmayanın hain olduğunu söyleyerek; 19 ocak 1923'te bir bildiri yayınlar. Bildiride milletvekillerini dine ve namaz kılmaya davet etmektedir. Atatürk de bu bildirinin yayınlanmasından rahatsızlık duyup Said-i Nursi'yi odasına çağırır. İkili arasında şiddetli bir tartışma çıkar. Said-i Nursi’nin Atatürk karşısında bacak-bacak üstüne attığı, hatta tokat attığı ve kapıyı hızla kapatıp çekip gittiği anlatılır, filmde.
Anlaşılan, Atatürk’ün evrensel karizmasının önüne, Said-i Nursi karizması koymaya yönelik bir kurgu ile karşı karşıyayız.
Öncelikle Said-i Nursi’nin bildiri yayınladığı tarihte Atatürk, Ankara’da değildir, çünkü 14 ocak 1923'te batı Anadolu gezisine çıkmıştır ve Ankara’ya 20 şubat 1923'te dönmüştür.
Belli ki, Atatürk'ün ulusal bütünlüğü sağlayan politikalarını ve Egemenliğin ulusundur felsefesine Said-i Nursi üzerinden savaş açılmıştır, Özdeki amaç; Said-i Nursi’nin İslamiyet esaslı toplumsal yapılanmaya gitmesinin önündeki Atatürk engelini işlemektir.
Öyle ki; Risale Akademi Kurucu üyesi Dr. İsmail Benek, günümüzde ihtiyaç duyulan aklın Said Nursi olduğuna dikkati çekerek, ‘Akil İnsanlara’ öneride bulunabilmektedir (14.05.2013).
İşin üzücü yanı; Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşı küllerinden doğan “CHP”’nin İstanbul milletvekili(bana göre asla milletin vekili değil) Faik Tunay’ın, Said Nursi'nin Risale-i Nur'unu önermesi(25.03.2013) ve İlker Başbuğ paşayı vatan haini görmesidir(11.08.2013).
Sevindirici yanı; CHP Antalya Milletvekili(bana göre milletin vekili) Gürküt Acar’ın Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’ya; “Türkiye genelinde kaç eğitim kurumuna Said-i Nursi adı verilmiştir? Bu eğitim kurumlarının eski adı adları nedir? Said-i Nursi’nin hangi özellikleri nedeniyle eğitim kurumlarına adı verilmektedir? Said-i Nursi’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne veya çağdaş eğitimine ne gibi katkıları olmuştur? Son 3 yılda Atatürk adını taşıyan kaç eğitim kurumunun adı değişmiştir? Ders kitapları ve öğretmen kitaplarında Atatürk resmi, İstiklal Marşı ve Gençliğe Hitabe’nin bulunmamasının nedeni nedir ? Bunlardan neden rahatsızlık duyulmaktadır?” sorularını sormasıdır.
Sayın Gürkut Acar’ın sorularına belli boyutlarda yanıt vermeye çalışalım:
Said-i Nursi bilindiği gibi Kürt bir din adamıdır. Hatta bazıları o’nu; ‘ Müceddit, yani Allah tarafından her asırda gönderilen, yenileyici, dahası İslamiyet’in sunumuna yenilikler getiren kişi olarak tanımlar.
Tarihçi araştırmacı yazar, hemşehrim Sinan Meydan yazdıklarıyla benim yazdıklarımı geniş penceresinden onaylıyor:
Said-i Nursi, Bitlis’in Hizan ilçesinin Nors köyünde 1873 yılında doğmuştur. Göbek adı Rıza olan Said-i Nursi’nin asıl adı Said-i Kürdi’dir. Kendisi, köklerinin Hz. Muhammed’e dayandığını ileri sürmüştür. Daha çocuk yaşlarda bölgede etkili olan Nakşibendi Tarikatı’nagirmiştir. Mahalle Mektebi’nde okumuştur. Gençliği Medreseliler arasında geçmiştir. Düzenli bir eğitim öğretim hayatı olmamıştır.
Anadolu’da Din adamları, halkı ‘ulusal direnişe’ hazırlamak için uğraş veriyorlardı. Birçok din adamı Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri kurarak bölgesinde silahlı direniş başlatmıştır. Kurtuluş Savaşı başlarında kurulan 47 Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin 16’sının başkanı din adamıdır.. “Kuvvacı din adamları” birçok yerel kongrenin de aktif katılımcılarıdır. Örneğin, 26-30 Temmuz 1919 tarihleri arasındaki Balıkesir Kongresi’ne katılan 48 delegenin 13’ü, mahalli müftü ve müderrislerden oluşmaktadır.. Mustafa Kemal’e ve Türk Kurtuluş Savaşı’na destek olurken, Said-i Nursi yine ortalarda yoktur. Bu sırada Said-i Nursi, İstanbul’da, Kürdistan Teali Cemiyeti’ni ve Kürt Neşriyat Cemiyeti’ni kurmakla meşguldür. Kasım 1918’den itibaren Anadolu İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, Ermeniler ve Yunanlılar tarafından işgal edilmeye başlandı.
Said-i Nursi, I. Dünya Savaşı sonlarında Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalandığı günlerde, 1918 yılında İstanbul’a Boğaz’da Çamlıca’ya yerleşti.
15 Mayıs 1919’da İngiliz-Fransız destekli Yunan ordusu İzmir’i çok kanlı bir şekilde işgal etti. İzmir ve civarında “Türklerin katledilmeleri” üzerine Anadolu’nun değişik yerlerinde direniş cemiyetleri kurulmaya, yerel kongreler toplanmaya, işgali kınayan mitingler yapılmaya başlandı..Halide Edip’in, Selahattin Bey’in, Sabahat Hanım’ın ve Saime Hanım’ın işgali kınayan konuşmalar yaptıkları o İstanbul mitinglerinde Said-i Nursi yoktu..
Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktıktan birkaç gün sonra Havza’ya sonrasında Amasya’ya geçmiştir. Havza ve Amasya’da onu karşılayanlar arasında Hacalar ve müftüler vardır..Mustafa Kemal Paşa Amasya’da, 12 Haziran 1919’daki konuşma sırasında orada bulunan vaaz Abdurrahman Kamil Efendi, “ayet ve hadisleri” çok ustaca ve yerli yerinde kullandığını görünce, “Bu paşa başka paşa…Bu paşa bildiğimiz paşalardan değil” diyerek hayranlığını ve şaşkınlığını dile getirmiştir…
Özetle Mustafa Kemal, Anadolu’ya ayak bastıktan sonra neredeyse her adımında bağımsızlığın kıymetini bilen, “gerçek” din adamlarınca karşılanmış ve desteklenmiştir..
“Kuvvacı din adamları” Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal’le birlikte “Ya istiklal ya ölüm” parolası doğrultusunda “vatan ve namus” mücadelesi verirken Said-i Nursi nerededir? O günlerde Said-i Nursi “Sunuhat” (1920), “Hakikat Çekirdekleri” (1920), “Nokta” (1921), “Rumuz” (1922) gibi risaleler (küçük kitaplar) kaleme almakla meşguldü.
Kurtuluş Savaşı’na destek veren sadece Türk din adamları değildir, bazı yabancı Müslüman din adamları da Kurtuluş Savaşı’na destek vermiştir. Örneğin, Iraklı Uceymi Paşa, Hindistanlı Muhammed Ali ve Libyalı Şeyh Ahmet Sunisi bu din adamlarından ve Müslüman önderlerden birkaçıdır..Atatürk; Şeyh Ahmet Sünusi’ye “aynı amaca yönelik” üç ayrı görev vermiştir: İslam dünyasındaki antiemperyalist hareketleri Ankara’nın etkisi altına almak ve bu hareketlerden Türk Kurtuluş Savaşı’na destek sağlamak. Arap dünyasında, özellikle Irak ve Suriye’de Hilafet propagandası yaparak bölgedeki Arapları İngiltere ve Fransa’ya karşı harekete geçirmek, böylece hem Musul-Kerkük bölgesindeki hem de Güney Anadolu’daki İngiliz-Fransız etkisini kırmak. Türkiye içinde özellikle Güney Doğu Anadolu’daki Kürt bölgelerinde Milli harekete katılımı arttırmak.. O günlerde Said-i Nursi İstanbul’da ruhsal değişimler, dönüşümler geçirmektedir. Yaşadığı bu ruhsal değişimleri, 1921 yılında Arapça yayımlanan Lemalar adlı bir dizi broşürde anlatmıştır.
…Said-i Nursi Kurtuluş Savaşı sırasındaki Kürt İsyanlarını bastırmak için de dişe dokunur bir adım atmamıştır. Tam terinse Kürdistan Teali Cemiyeti’nde yer almıştır..Said-i Nursi, Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını gıyaben yargılayıp idama mahkum eden Kürt Nemrut Mustafa Mahkemesi’ne de ses çıkarmamıştır. “Gerçek Bediüzzaman Said-i Nursi ve Doktrinleri” adlı bir kitap yazan Seyfi Güzeldere diyor ki; “Molla (Said-i Nursi) İstanbul’a geldiği vakit Mütareke olmuştu. Müslüman-Türk toptan tutsak gitmemek için yer-yer birleşip tedbir arıyordu. O hemen, kardeşinin oğlu Abdurrahman’ın Çamlıca’daki köşküne yerleşti. Kitap dediği uyduruk serisini bütünlemeğe başladı. Molla, bu işlerle uğraşırken, Anadolu bağımsızlık savaşının kan ve ateşi içinde idi. Bir dergi, Molla’nın bağımsızlık savaşına katıldığını yazıyor. Doğru değil. O savaşın gazilerinden binlercesi bugün yaşamdadır. Yalnız benim tanıdığım 200 var. Biri diyebilir mi ki bu insan, değil silahla fikir yoluyla olsun bu savaşa katılmıştır..”
Bediüzzaman Said-i Nursi Olayı” adlı bir kitap yazan Prof. Dr. Şerif Mardin diyor ki: “(İstanbul’da) kendini herkes tarafından terkedilmiş hissetti; yeğeni ve katibi Abdurrahman yanından ayrılmıştı. Abdurrahman bundan kısa bir süre sonra öldü. Bu kayıp Said-i Nursi’yi derinden sarstı. Belirttiğine göre özel dünyasının yarısı annesinin ölümüyle kaybolup gitmişti. Abdurrahman’ın ölümü ise özel evreninin diğer yarısının da yok olması anlamına geliyordu. Buna rağmen Abdurrahman’ın ölümüyle ortaya çıkan kayıp kısa bir süre sonra, kendisini Said-i Nursi’nin hizmetine ve yazılarının propagandasına adayan bir başka genç tarafından telafi edilecekti(Lem’alar, 232).”
Kurtuluş Savaşı kazanılmış, Ankara’da Mustafa Kemal’in önderliğinde yeni bir devlet kurulmuştur. Yani, İstanbul ve Sultan-Halife kaybetmiş, Ankara ve TBMM kazanmıştır. Bu durumda Said-i Nursi, kazananın yanında yer almak, dini plan ve programlarını kazanan sayesinde hayata geçirmek için, 1922’de Ankara’ya gitmiştir. Ancak Ankara’da umduğunu bulamamıştır. Mustafa Kemal’in kuracağı yeni devletin, “aklı ve bilimi” esas alan “çağdaş bir devlet” olacağını anlamıştır. Ancak Ankara’da bulunduğu kısa sürede yine de şansını denemiş, Mecliste “dinsiz bir atmosfer” gördüğünü belirterek(!) “Namaza Çağrı” bildirileri dağıtmıştır.
Mustafa Kemal’in hem yapacağı “dinsel eksenli devrimler” (halifeliğin kaldırılması gibi) için hem de “dinde öze dönüş hareketi” (din dilinin Türkçeleştirilmesi çalışmaları) için gerçek din adamlarına ihtiyacı vardır. Bu anlamda Said-i Nursi’den de yararlanmak istemiş olması olasıdır. Ancak Said-i Nursi’nin Ankara’daki “bazı davranışları” üzerine Mustafa Kemal, kuracağı yeni devletin “çağdaş din adamı” kadrosunda Said-i Nursi’ye yer olmadığına karar vermiştir. Mustafa Kemal’in yanında, cumhuriyet döneminde Rıfat Börekçi, Şemsettin Günaltay, İsmail Hakkı İzmirli, Mehmet Akif, Elmalılı Hamdi Yazır, Hafız Yaşar Okur gibi daha birçok gerçek din adamı vardır. Bilindiği gibi Mustafa Kemal, Elmalılı Hamdi Yazır’a “Kuran’ın Türkçe Tefsir ve Tercümesi”ni yaptırmış, Kamil Miras Hoca’ya da Buhari’nin Hadis Kaynağını tercüme ettirmiştir. Atatürk’ün isteğiyle tefsir ve tercüme edilen bu eserler, binlerce takım bastırılarak Türkiye’nin “dört bir yanına” ücretsiz dağıtılmıştır.
1922’de Mustafa Kemal’e “İslam aleminin kahramanı Paşa hazretleri” diye methiyeler dizen Said-i Nursi, Atatürk’ün ölümünden sonra kaleme aldığı anılarında ve yazılarında Atatürk’e “deccal ve süfyan(Yezidin dedesi)” demekten çekinmemiştir.
Görüldüğü gibi Said-i Nursi’nin Kurtuluş Savaşı’na “büyük bir katkısı” hatta “bir katkısı” yoktur. Hürriyet mücadelesi sırasında işgal altındaki bir şehirde, İstanbul-Çamlıca’da bir evde bazı kitaplar yazan, bazı cemiyetlere üye olan ve bazı ruhsal değişimler, dönüşümler yaşayan Said-i Nursi’ye “Hür Adam” demek, Kurtuluş Savaşı’nın gerçek “Hür Adam”larına saygısızlıktan başka bir şey değildir…Ayrıca Kurtuluş Savaşı’na karşı, İngiliz yanlısı “hain din adamları” da vardır(Sinan Meydan-Odatv.com-7.1.2011).
Gerçekleri ‘Geniş perspektifte’ öğrenmeniz için; Sinan Meydan’ın yazısını okumanızı isterim:
http://www.odatv.com/n.php?n=iste-hur-adamin-gercek-oykusu-3112101200
*: Necip Fazıl Kısakürek’in hocasıdır. Aynı zamanda altın silsile olan, Hz Muhammed(sav) den itibaren Hz Ebu Bekir yoluyla feyz ve ilim alarak gelen büyük alimler silsilesi anlamına gelen silsile-i aliye(Altın silsile) adı verilen İslam alimlerin otuz dördüncüsüdür. Peygamber soyundan geldiği için de ‘Seyyid’tir.
**: Allah tarafından her asırda gönderilen, yenileyici, dahası İslamiyet’in sunumuna yenilikler getiren kişi.
***: Bütün işleri Allah adına idare ettiğine inanılan veli
****: Bin yılın müceddidi. 70 bin evliyanın reisi. büyük alim. Peygamberlerden sonra insanlık için her yüz yılda bir geldiği söylenen müceddidlerden biri olduğu söylenen kişi.
http://blog.milliyet.com.tr/30-agustos-zafer-bayrami-nin-tum-bayramlarimizi-kurtardigini-cocuklarimiza-anlatalim/Blog/?BlogNo=376744
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
TEKNOPOLİTİKALAR PLATFORMU
evesbere@mynet.com
sevket-che@hotmail.com.tr
GSM:0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder