OSMANLININ MUHTEŞEM YÜZYILLARINI SÜRDÜRECEK ŞEHZADE MUSTAFA BOĞDURULMASAYDI İNGİLTERE’DE DE CAMİLER YÜKSELECEKTİ
Osmanlı’nın ‘Muhteşem Yüzyıllarını’ sürdürecek yeteneğe ve yürekliliğe sahip Şehzade Mustafa’nın boğdurulması, salt Osmanlının bitişindeki kırılma noktası değil, gezegenimizin zehirli örümcek ağlarıyla örülüp, evrensel adaleti ve paylaşımı dışlayan savaşlar yüzyıllarının başlamasına nedendir. Evet ‘Muhteşem Yüzyıl’ın bitişi, ‘ Savaş Yüzyıl’larının başlamasına neden olmuştur.
Eğer ayyaş Selim değil de tahta Şehzade Mustafa geçseydi, Osmanlı, özellikle kardeş katliamlarını bitirecek, barış, dayanışma, adalet ve paylaşımcılık bütününde evrensel aydınlanma dönemi başlayacaktı. Osmanlı, İngiltere, Fransa’yı Fethi değil Avrupa’yı, tüm kıtaları aydınlanmanın egemenliğine alacaktı. Düşünün, ayyaş Selim bile o devir aldığı Muhteşem Osmanlı dönemindeki güçle, Orta Avrupa’ya kadar girmiştir.
Kardeş ve çocuklarını katledenler yönetti Osmanlı’yı; akıldan, vicdandan yoksun padişahlar ile ve de hile ve entrikaların odağı Hıristiyan Padişah karılarının etkisiyle.
Akıllı olsalar, başkasının aklıyla hareket eder mi? Sen kendini Sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olarak göreceksin ve ardından, güya; dini konularda en yüksek derecede bilgi ve yetkiye sahip olan kimse anlamına gelen memurundan( Şeyhülislam’dan) fetva alacaksın ve çocuğunu, kardeşlerini, beşikteki bebekleri katledeceksin, bununla da kalmayıp, çocuğunun cesedini çadırın önüne asacaksın, ardından cenneti düşleyeceksin. Bu iki yüzlülük ve de günahlarını başkasının üzerine atıp cennet için kendini kurtarmak değil midir? Bu duruşunla, senin bölücü terörist başı bebek katilinden ne farkın var!!
Muhteşem Yüzyıl’ın şehzade Mustafa’sı sağır ve dilsiz saray muhafızlarına boğduruldu.
Günümüzde; kendimize sağır ve dilsiz rol biçerek, tüm değerleri boğanlara destek vermiyor muyuz? Ülkemizi büyüttüğümüzü zannediyoruz, fakat kötü şehzadeleri korumaya alarak, ülkemizi katlettiğimizin farkında mıyız acaba: asla?! Nasıl ki, Kanuni Sultan Süleyman, Osmanlılıkla, dahası Anadolulukla ilgisi olmayan bir kadının tutsağı olup sarhoş Selim’e tahtı teslim ederek Osmanlıya en büyük ihaneti yapmıştır, günümüz bazı şehzadeleri kollama adına Yargıyı ve adaleti boğdurarak Türkiye’ye en büyük ihaneti yapmışızdır, günümüz Rüstemleri ve Hürremleri aracılığıyla.
Rüstem deyince, Tino Rüstem aklıma geldi. Tino Rüstem; TMMOB’nin kuruluş düzlemi olan, çok eski bir mesleki Sivil Toplum Örgütü’nde beraber çalıştığımız bir arkadaştı, insan zekilikten ziyade, tilki kurnazlığı izlemi veren saf bir idi. Sözünü ettiğim STÖ’nin Genel Başkanı idim ve benim dönemimde bu örgüt TMMOB kadar etkin olmuş, gündem belirleyen muhteşem bir yapıya kavuşmuştu. Nedense bazı konularda kendisi ve bir başka arkadaşıyla ters düştük; amaçları beni istemiyorlardı ve bir şekilde uzaklaştırmak istiyorlardı.
Ben zaten bir süre sonra görevimi arkadaşıma devredecektim, bu ayrılmayacağım endişesiyle komplo teorileri üretmiş olacak ki; beni dernekler masasına şikayet ediyor ve hakkımda savcılığa da suç duyurusunda bulunuyor. Bu nedenle ben Genel Başkanlıktan ayrıldıktan sonra, bana ve STÖ’ne tebligat geliyor ve STÖ ile birlikte benim de sorgu sürecim başlıyor. Süreç sonrası STÖ’de yapılan incelemede, benden sonra yapılan bir aktivite de yolsuzluğa rastlanıyor ve benim dışımda tüm arkadaşlara maddi ceza geliyor.
Ve bu cezaya neden, Tino Rüstem olmasına karşın, yönetimdeki arkadaşlar beni suçlamaya başlar, haklılar çünkü bu değerlendirmeyi yapacak ortam uygundur, Tino Rüstem’i bilmiyorlar, bilmeleri olası, fakat yönetimde bazı arkadaşların işine gelmiyor, çünkü Tino bir yönetim kurulu toplantısında beni Dernekler Masa’na şikayet ettiğini itiraf etmişti, fakat ne talihtir ki, yönetim toplantısında kendi gibi düşünen arkadaşı vardı, diğer arkadaşlar yoktu ve toplantı çoğunluk olmadığı için yapılamamıştı.
Olay beni hayli etkiledi, öyle ki kendimden de kuşkulanır oldum. Fakat süreç içinde başta Tino tarafından olmak üzere suçlamalar gelmeye başlayınca araştırmaya karar verdim, kimin STÖ’yü şikayet ettiğini bulmak için. Emniyeti hayli yordum bu konuda ve uzun bir sürecimi aldı, sonunda Ankara Emniyet Müdürlüğü görevine hemşerim merhum Kemal İskender gelince, bizzat kendisine durumu anlattım.. Bana belge veremeyeceklerini, fakat şifahen bilgi verebileceklerini söyledi görevlendirdiği memur arkadaş ve şikayeti yapanın yönetimden Rüstem isminde bir mühendis olduğunu(Soyadını bile söylemediler) sözlü olarak bildirdiler. Ben vicdanen rahattım, fakat arkadaşlarımın hala kafalarındaki soru işaretlerinden dolayı rahatsızdım, ki hala rahatsızım.
Bu süreç sonrası o muhteşem STÖ tamamen boğuldu; çünkü yıllık sabit gelirimiz olan bir kuruluş hissemiz de satılıp harcanmıştı; şimdi bu STÖ’mız demirbaşları depo benzeri bir yere kaldırılmış, gündem belirleyen sesi boğulmuştur.
Ben bu nedenle o muhteşem geçmişi olan STÖ’ muzun durumuyla, Osmanlının Kanuni sürecini epey örtüştürürüm. Tüm bu Rüstemler böyle değil, fakat Osmanlı’daki Vezir-i Azam Rüstem ile STÖ’ muzdaki Tino Rüstem her iki kuruluşa büyük zarar vermiştir; iftira ve entrikalarla.
Bugünlerde yaşanan muhteşem soygunların getirdiği olaylar nedeniyle nefesimizi tutuğumuz gibi, ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisinin bu akşamki bölümünde de nefesler tutmuş durumdayız. Çünkü, yayınlanacak bölümde Şehzade Mustafa’nın 461 yıldır unutulmayan katli ekrana geliyor:
Şehzade Mustafa’nın İran Şahı ile işbirliği yapıp kendini öldürmek istediğini düşünen Sultan Süleyman idam fermanını isyan çıkmasın diye herkesten gizliyor. Sultan Süleyman; Rüstem Paşa ve Hürrem Sultan’ın hazırladığı sahte mektup nedeniyle oğlu Mustafa’nın Tahmasb ile işbirliği yapıp kendini tahttan uzaklaştırmak ve öldürmek istediğini düşünür ve Mustafa’yı yanına çağırmazdan önce, müthiş bir gizlilik içerisinde sağır ve dilsiz cellatlardan oluşan bir cellat mangası kurdurur.
Çünkü; Saray ve hanedan teamülleri gereği saray cellatları gördüklerini anlatamaması ve mahkumun çığlıklarını duymaması için duyma ve konuşma engelliler arasından seçiliyordu. Aynı zamanda Orta Asya’dan bu yana süren bir Türk geleneği olarak hanedan mensuplarının katli esnasında kanı dökülemeyeceği için cellatlar Şehzade Mustafa’yı ipek urganla boğacak.
Beklenmedik biçimde Hünkar’la görüşmeye çağrılan Mustafa, tüm uyarılara rağmen babasının çadırına kılıçsız giriyor. Çadırına atılan oklu bir mektupla idam fermanından haberdar edilen Şehzade, babasına güvenmeyi seçiyor.
Mustafa, cellâtların elinden kurtulsa da Zal Mustafa’nın müdahalesiyle boğduruluyor. Yeniçerileri örgütleyen Mustafa’nın yandaşlarına da Rüstem Paşa engel oluyor.
Şehzade, annesi Mahidevran Sultan’la eşi Mihrünnisa Hatun’un tüm uyarılarına rağmen ölüme yürüyor. Sultan Süleyman oğlunun sağır ve dilsiz cellatlarla mücadelesini tül perdelerin ardından izliyor. Ve Şehzade Mustafa’nın katli gerçekleşiyor. 'Ebussuud Efendi’den aldığı fetva ile Mustafa hakkında son kararını veren Süleyman’ın önünde artık engel olarak sadece kendisi kalmıştır.
Yeniçerilerin, Kara Ahmed Paşa’nın, Atmaca’nın ve Taşlıcalı’nın önlemleri ise Rüstem’in tuzağına takılıyor. Veee; Kanuni Sultan Süleyman, 1553 yılında gerçekleştirdiği Nahçivan Seferi sırasında Konya civarında konaklandığı sırada babasının elini öpmeye gelen Şehzade Mustafa’yı ihanet suçundan dolayı 38 yaşında boğdurarak öldürtmüş, bununla da kalmayıp cesedini çadırın önüne astırmıştır. Cenazesi Bursa’ya gönderilerek II. Murat türbesi yakınına defnedilmiştir.
Sultan Süleyman; 1 Mayıs 1566'da, yaklaşık 13 yıl aradan sonra, 71 yaşında 13. seferine çıktı. 27 Haziran'da Belgrad'a varan ve burada Sigismund Zapolya'nın kuvvetlerinin de katıldığı Osmanlı Ordusu, 2 Ağustos'ta Zigetvar'a vardı. Süleyman ise kuşatma yerine 5 Ağustos'ta varmış ve kuşatmanın görülebileceği bir tepede yer alan çadırına yerleşmişti.
7 Eylül 1566 gecesi, Zigetvar'ın alınmasından bir gün önce, kaynaklara göre nikris, dizanteri, felç veya anjin sebebiyle 71 yaşında vefat etti. Süleyman'ın ölümü 48 gün boyunca, 21 Ekim günü ordunun Zigetvar'dan ayrılışına kadar saklandı. Cenazesi, 28 Kasım'da Şeyhülislam Mehmet Ebussuud Efendi'nin kıldırdığı namazın ardından Süleymaniye Camii'nde toprağa verildi.
Kötülüklerin Hürrem Sultan’ı ise ancak 5 yıl yaşıyabilmiştir. Oğullarını tahta varis yapmayı başaran Hürrem Sultan, 15 Nisan 1558 yılında İstanbul’da 58 yaşında hayatını kaybetti. Hürrem Sultan'ın zehirlenerek ya da kadın hastalığı sonucu öldüğü düşünülür. Büyük bir cenaze töreninin ardından Süleymaniye Camiisi avlusuna gömüldü. Mezarı üzerine türbesi eşi I. Süleyman tarafından yaptırıldı. Aksine 3 Şubat 1581 tarihinde 81 yaşındayken Bursa'da vefat eden Mahidevran Sultan, oğlunun yanına gömülürken, kendi acısının yanında, Hürrem Sultan’ın acılarını yaşayarak biraz teselli bulmuş huzurunu hissediyordu.
Şehzade Bayezid da; Kanuni hayattayken kardeşi II.Selim ile taht mücadelesine girmiş ve yenilmiştir.Yenilgiden sonra İran’a kaçmıştı. İran’da Tahmasb aracılığıyla babasından affını istedi bunun üzerine Kanuni 1.200.000 altın lira vererek Bayezid’i İran'dan geri aldı ancak Kanuni onu affetmedi ve 25 Eylül 1561 tarihinde Kavzin'de boğdurttu. Cenazeleri Sivas’ta bulunan "Melik-i Acem Türbesi"'ne defnedilmiştir. Öldüğünde 36 yaşındaydı.
Şehzade Cihangir’in ölümü beni en az Şehzade Mustafa’nın ve Şehzade Bayezid’in ölümü kadar etkilemiştir; Ağabeyi Şehzade Mustafa’nın boğdurulduğu sırada, o da babasının çadırında olduğundan, olayı en yakından yaşamıştır. Bu, onun ruhunda öylesine bir hasar bırakmıştır ki, idam sonrası düştüğü büyük travmanın sonucuna daha fazla dayanamayıp, babasıyla Halep’e vardıklarında (28.08.1553) orada melankoliden ölmüştür. Şehzade Cihangir'in mezarı İstanbul'daki Şehzadebaşı Cami’sinde ağabeyi Şehzade Mehmed'in yanı başında yer almaktadır. Şehzade Cihangir öldüğünde 22 yaşındaydı.
Ağabeyi Şehzade Mustafa’nın mührünü Amasya’ya giderek çalan ve kocası ‘Kötülüklerin efendisi’ Vezir-i Azam Rüstem’e vererek, Tahmasb’a Şehzade Mustafa mühürlü mektubun yazılmasına neden olan Mihrimah Sultan 1578'de 50 yaşındayken yeğeni III. Murat'ın saltanatı sırasında öldü ve babası I. Süleyman'ın, Süleymaniye Camii'ndeki türbesinde babasının yanı başında gömüldü.
Yorumlar
Yorum Gönder