İNSAN SICAKLIĞINI “AYAKKABILARIYLA” YÜREKLERE TAŞIYAN ARTVİNLİ; NURETTİN CEBECİ, ÖMER LÜTFÜ ÜNAL VE OFLU HAKKI VELİOĞLU VE DE ELBİSELERİYLE İNSAN SICAKLIĞINI SARAN ŞİNASİ BAYDİN
Nürettin Cebeci;
Borçka’nını Muratlı köyünde 30 Kasım 1938’de dünyaya gelmiş. İlkokulu bitirdikten sonra, Borçkan’ın kundura ustası İsmail Öfli’nin yanında 5 yıla yakın çıraklık yaparak “İnsan sıcaklığını yüreklere taşıma” kültürünü burada almaya başlamış. Ağabeyi ile Ankara’ya geliyor. 1950 sonlarında İstanbul-Beyoğlu’nda 1 yıl çalışıyor.
Askerlik ve 1960’da Ankara. Bir yıl Semih Tanca’da çalışıyor. 5 yıl Cebeci arka sokağında 5 yıl ayakkabı dükkanı ve ardında, Cebeci-Ziya Gökalp Bulvarı’nda şimdiki yeri. Nürettin Cebeci ağabey soyadı olan Cebeci semtine en az kendisi kadar titiz ve koruyor.
İşte kanıtı; Bale Kundura Evi’nin giriş kapısında şunlar gözüme ilişti 2017’nin Şubatında: “52 yıldır buradayım-Elindek çöpü yere atan ve tükürerek yerleri kirletenlerin hayvandan farkı yoktur. Temizlik kültürü, medeniyeti ve insan karakterini gösterir- Ne mutlu Türk’üm diyene”
Aslında, Türkiye ve Atatürk aşığı. Gözü gibi sakınıyor onları.. Nürettin Cebeci ağabey, büyük kurtarıcı Atatürk sevdalısı. Elbet ki; Atatürk’ün Anadolu halkıyla kurumsallaştırdığı devrim felsefesinin tutkunu ve savunucusu. Mum ışığıyıyla edindiği okumasıyla adeta kitap kurdu.
1960’larda; Hayat, Hafta, Yıldız dergilerine abone olmuş. Bu dergileri tutku ve özlemle okumuş. İstanbul’u, Ankara’yı, İzmir’i, Samsun’u, Bursa’yı vd kıyı kentleri ve buradaki yaşamı bu dergilerden öğrenmiş. Kent insanı olmak için özlemle Allah’a yalvarmış.
Mesleğini geliştirirken sürekli okumuş. İlle de; Atatürk ve Nazım Hikmetle ilgili sayısız kitap okumuş. Okuduğu tüm kitaplar sayfalar dolusu. Fakat o yaşamında önemli yeri olan 166 kitabı sıralamış. Kitapların listesi sunuyor bana.
Hafıza güçlü; İlk sıradaki, Nazım Hikmet’in “Gurbet Ölümden Beter” adlı kitabı ve 166. sıradaki; Nurol Holding’n sahibi Nurettin Çarmıklı’nın “50 Yılda devriâlem” kitabını anında söylüyor size. Atatürk için gönlünde devasa bir salon açmış ve başta, “Kurtuluş Destanı”’nın amentüsu olan “Nutuk-Söylev” olmak üzere bütün yapıtlarını salondaki düşüncelerinin raflarına sıralamış.
O küçük ‘Bale Kundura Evi’ni, adeta devasa bir sanat ve düşünce mekanına dönüştürmüş. Vitrin, erkek ayakkabı sanatını çok güzel anlatan bir görsellik sunuyor size. Vitrinin arkası, küçük bir ayakkabı dünyasının güzelliği yanında, ülkemin güzelliklerini ve değerlerini anlatan sesli duvarlar gibi karşınızda..
Düzenli ve estetik ayakkabı kutuların yanında, Atatürk tabloları, Atatürk’ün özlü sözleri, Bülent Ecevit ve bazı siyasilerle olan ilişkilerini Anlatan, özenle kesilmiş gazete-dergi küpürleri ve de mesleki ödülleri; salt Nürettin Cebeci dünyasını değil ülkemin dünyasını da betimliyor. Dükkana girdiğinizde, Nürettin ağabey’den çok bu objeler konuşuyor size.. Ecevit Lord (beyefendi) kalıbı severmiş.
İyi de bir hatip. İnandırıcı ve düşündürücü ve de etkileyici söylemlere sahip. Vefalı ve de hoşgörülü. Vefalı çünkü; mesleğinde katkı aldığı Ömer Lütfü Ünal dayıyı özlemle anmadan geçemiyor. Alçakgönüllu ve doğrucu. Güncel modayı izleyen ve mesleğinde otorite olarak gördüğü Trabzonlu ayakkabıcı Hakkı Velioğlu’nu ve Artvinli Cevdet Zeytinli asla es geçemiyor, İnanın, bir zerre şey öğrendiği herkese karşı saygılı ve sevgili..
İyi bir Müthiş bir hafıza. Okuduğu ilk kitabını anımsıyabiliyor. Onun yaşamında çok önemli olan kitapları sıralamış. Atatürk’e yapılanları hazmedemiyor. Böylesi evrensel değerin, Türkiye’ye değil evrene gelmeyeceğini sölüyor, duygu yoğunluğunda.. Duyarlı bir kimlik Nürettin ağabey. “Öyle bir dönemden geçiyoruz ki, iktidarı eleştirdiğimde bana bile sansür uyguluyor benimle söyleşiye gelen gazeteciler. Esnaf ekonomik konumunu asla dile getiremiyor, siyasal erkin ekonomi politikalarına değinildiği için..” diyor.. Nürettin ağabey, bir modelist de. Ürünlerinin çoğununu modellerini kendi çiziyor. Akademik çalışmalarda tez konusu yapılmış ve rektörler tarafından tebrik edilmiş değer..
Rektör deyince, YÖK duruşu aklına geliyor ve yoktan nedenlerle YÖK’ün en yüksek oy alan profesörlerin rektörlüğe getirilmemesi yok edilmesini ve de başta Artvinli Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun Üniversite’den KHK ile işine sön verilmesini şiddetle eleştiriyor.. İnsanların, bulgur, makarna ve kömüre mahküm edilmesi ise ayrı bir eleştirisi..
Zaman-zaman; “Türkiye değil, bunlar kötüye gidiyor..Ülkem gerekirse bir kurtuluş savaşı da veriri ve temizler..” tümcelerime benzer şeyler söylüyor; “Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı insanlar bu ülkemizi kurtaracak, yeter ki onun devrim ilkelerinden sapılmasın..” derken Yaşar Nuri Öztürk’ün “Atatürk ilkeleri, Arap ülkelerindeki petrolden daha zengin ve sağlamdır” ifadesini tekrarlıyor.. Ülke gün gelecek liyakat sahibi insanlar yönetecek ve 3. sınıf insanların zülmü bitecek demekten de kendini alamıyor..
Erkek ayakkabısı yapanlara “Merdaneci”, kadın ayakkabısı yapanlara da “Zenne” denildiğini Nürettin ağabeyden ilk kez duydum.. Mesleğini geliştirmek için sadece İtalya’ya değil, Avusturya, Almanya, İsviçre’ye gitmiş. Modeller getirmiş buralardan. Mesleğimi güçlendirip yaygınlaştırmaktı amacım. Devletin yapamadığını yapmak..
Fakat, “Gücüm yetmedi.. Bu mesleği geliştirmediler, gelştirtmediler. Ve bugün Çin mallarına yöneldik. İçim bürkülüyor, Çin malı ayakkabıların topukları ellerinde bana gelen insanları görünce..” derken, haklı öfkesinin notunu almanın gerekliliğini düşünmeye başladım.. Bizim sanata ve ulusal değerlere verdiğimiz değer nedir biliyor musunuz? “Türk kumaşlarını İngiltere’ye gönderip, bize İngiliz kumaşı olarak dönmesi” gibi bir şey.. 1969’da evlendim, üç çocuğum oldu; Devrim, Simge, Tuna.”
Sayın Cebeci; “Bu onurlu ve beceri isteyen mesleğin teknik okulu yok” diyor. Aslında olmalıdır. Karadeniz’de, ille de Doğu Karadeniz’de öylesine yetenekler var ki, bunları yetiştirilmesi ve ülkeye servis edilmesi için, Doğu Karadeniz’de bu bağlamda meslek liseleri yoğunlaştırılabilirdi. Ayakkabıcı, El sanatları, el aletleri, duvar ve sıvacılık, kalıp ve soğuk demircilik Liseleri, Tarım ve Hayvancılık Liseleri v.s.
Dikkatınızı çekerim; Doğu Karadeniz’den düz işçi (amele) çıkmaz, özellikle Kalıp-Demir, duvar ve sıva ve de çatı ve de merdiven kalifiye elemanlardır. Demem o ki; Doğu Karadeniz’in Artvin, Rize ve Trabzon kentleri, Türkiye’mizin “Sanat, el sanatları, ev aletleri, inşa ustalığı atolyelerine” dönüştürülebilirdı... Nurettin Cebeci ağabeyin vurgulamak istediği buydu.
Çünkü o; Mesleğini sevmişti. Becerisin artırmak için memleketinden ayrılarak Zonguldak, Ankara Ve İstanbul’da adeta ihtisas yapmak zorunda kalmış. Özellikle ünlü “Tanca”da bir yıl çalışmış. 1958 vatani görev sonrasında tekrar Ankara…
27 Ekim 1960’da birkaç ay kalfalık yaptıktan sonra kendi dükkanını açtı.. Artık mahallenin yakışıklı ve genç ayakkabıcısı ve tamircisi olmuştu. Mahhalle arasında bir süre çalıştıktan sonra, ağabeyi kadar sevdiği Ziya Yılmaz’ın yardımıyla Kurtuluş’taki Ziya Gökalp Caddesi 72/A’ya taşınmış. O günden bugüne dek tam 35 senedir burada. Ne zamana dek? Şubat 1998 tarihinde, “Turizm, Tanıtım, Kültür ve Düşün Dergisi Atabarı”’nin 2. sayısını çıkardığımız güne dek 35 yıl, fakat yazıyı güncellediğim Şubat 2017’dek tam 53 yıldır Ziya Gökalp 72/A’da.
“Bale Kundura evi”, küçük fakat çok güzel ve etkileyici bir tanıtım noktası. Vitrindeki ayakkabıları Balet estetiği verircesine dans eder gibi etkileyici ve bir bakıma insanı hayrete bırakacak görsellik sunuyorlar. Bu donanımın detaylarını yazının akışında değineceğim.
Nürettin Cebeci ağabeyi ben 1996’da Ziya Gökalp 72/a’da tanıdım. Türk Mühendileri Birliği Derneği- 1948’i aynı binanın bir üst katına taşıdığımızda. Ben Mühendisler Birliği Başkanı olarak, bina yönetimi nedeniyle kendisiyle tanıştığımda Nürettin ağabey de, ben de hayret ettik ve sevindik. Çünkü, Nurettin ağabey şimdi hayatta olmayan Hukukçu Mehmet Çorbacıoğlu’nun, yine hayatta olmayan sevgili eşi Hediye Çorbacıoğlu’nun amcası çıktı. Zaman-zaman sevgili Mehmet ve Hediye uğrarmış buraya…
Gerçekten, dediği gibi Nurettin Cebeci için kunduracılık bir diğer sanatlar gibi erdemliliğin büyüğü. Sayın Cebeci bu pencereden yola çıkıp; mesleğini geliştirmek için kuzeni Muzaffer Cebeci sayesinde defalarca İtalya’ya giderek fuarlara katılmış.. Modeller edinerek yenilikler getirmiş ve yüreğini sevgiyle kunduralara yansıtmış. “Dost ayağa bakar” özdeyişinden yola çıkmış gibi dostlarını hep sevindirmiş..Kimler mutlanmamış ki;
Başta, Lord kalıplı ayakkabıyı seven Bülent Ecevit ve Bakanlarını, hemşerimiz Kara Kuvvetleri Komut Hikmet Köksal, eski Danıştay Başkanı; İ.Hakkı Ülgen, Ekrem İspir ve üyeleri, eski Yargıtay Başkanı Cevdet Menteş, Nihat Renda, Ahmet Coşar, Mufit Utku,, Yargıtay Başsavcısı; Haluk Yardımcı, Anayas Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden, eski TBMM Başkanları ve ses sanatçıları; Zeki Müren, Güneri Tecer, Kutlu Payaslı, İsmet Nedim, Ziya Taşkent, Hüseyin Gökmen, Pekin Kırgız, Adnan Şenses, Ahmet Sezgin, Mustafa Sağyaşar vb sanatçılar yanında; tiyatro ve sinema sanatçıları; Haluk Kurdoğlu, Çetin Köroğlu, Yalın Tolga, İhsan Sanıvar, Zihni Göktay vd..12 Eylül darbe öncesi; Bülent Ecevit, Kenan Evren ve Kuvvet komutanları; Nürettin Ersin, Ekrem Ceyhun, Tahsin Şahinkaya, Sedat Celasun, Semih Sancar, Eski Gata Komutanı Ömer Şarlak Paşa, eski Deniz Kuvvetleri Başkanı Güvener Kaya, Milli Birlik Komisyonu Başakanı Fahri Özdilek, Şükrü Gürsoy, Trabzon Valisi Adil Yaşar, Yaşar Büyükanıt, Saldıray Berk, İlhan Cihaner, Şükrü Sarıışık, Süleyman Demirel, Mehmet Şener Eruygur, Cahit Sarsılmaz, Ahmet Necdet Sezer, ,..İşte bu ünlülerle sayısız dostlarına ve milyon insanlarına kundura sanatının erdemini ve sevincini yaşatmış..Bir marka olma sürecine giren, fakat alçakgönüllüğü, hoşgörüsü, tok gözlülüğü ve de ‘bu bana yeter’ bakışı onu markalaşmada edilgenleştirmiş. Düşünün o dönemlerde salt Londrada yapılan Bale ayakkabısını yapıyor, teklif geliyor ve reddediyor. Bu duruşuyla hem ülkesine, hem kendisine haksızlık yaptığını hiç aklına getirmemiş belli ki:. 1963- 65 yılları arasında ünlü sanatçılar vazgeçmeyen müşterilerdi..Yoklar, mesleğimiz gibi onlar da gidiyor tek tek..
Sayın Cebeci, bu mesleği yapan az sayıda hemşerisi olduğunun söylerken, en az kendisi kadar başarılı, Bestekar Sokak’taki “Altın Çekiç Kundura Evi” sahibi, merhum Ömer Lütfü Ünal, Atatürk Bulvarındaki Müge Mağazalar sahibi Oflu Hakkı Velioğlu ve Denizciler Caddesi’nde atölye sahibi merhum Cevdet Zeytinci’yi anmadan geçemiyor..”Ömer Lütfü ve Cevdet Zeytinci ağabey de ışıklara yolculuk için erken ayrıldı aramızdan” diyor Nürettin Cebeci ağabey ve hüzünlü bir şekilde başını düşürerek masaının üzerindeki deriye elindeki falçata ile evrensel sanatının kalıp kesimlerine, yani model yaratmaya yöneliyor..
90 yaşındaki aydın bir Öğretmen Emine Yaşar Kutman ne güzel anlatmış ‘2 mektubuyla’ ülkemizin gerçeğini ve Nürettin Cebeci ağabeyi:
- A- 23 Aralık 2013-Etiler- Levent- İstanbul Sayın Nurettin Cebeci; 21 Aralık 2013 günü, Kanal B televizyonunda ki konuşmanızı, sonuna doğru tesadüfen izledim ve çok etkilendim. Şöyle ki; Karşımda ki görüntüde olağanüstü bir insan vardı, huzueevindeki odam bu insanın saçtığı ahlaki değerlerin üstünlüğü ile aydınlık içinde kaldı. Yaptığı ayakabılardarda ki kullandığı malzeme, görünüşte ki zarafet tam bir sanat eseri idi. Küresel sermayenin yozlaştırmadığı bu ustanın, bu şahane eserinden benim de çok değer verdiğim iki manevi oğlımda faydalanmadı diye düşündüm. Onlar İstanbul’dalar. Fırsat bulunca “SİZE” gelecekler, sizde onları sanatınızla irşat ederek, o güzel eserlerinizden faydalanmalarını temin ederseniz, anneniz olabilecek bu yaşlı faniyi mutlu edeceksiniz. Bu vesile ile yeni yılınızı kutlar, aile efradınızla nice sağlıklı ve mutlu yıllara kavuşmanızı dilerim. Saygılarımla! Emine Yaşar Kutman Etiler dinlenme evi sakini Levent-İstanbul 90 yaşında emekli öğretmen..
- B- 4 Haziran 2014- Etiler Dinlenme evi Ustaların ustası sayın Nürettin Cebeci beyefendi! Dün, beni arama lütfünda bulunduğunuz telefonunuzu aldığımda, cidden çok mutlu oldum. Neden mi? Mesleğine meftün (tutkun), ekmeğini alınteri ile kazanmış, kendini küresel sermayenin yalancı dünyasının şatafatına kaptırmamış, karakterinin mayasında, hakiki bir insan olmanın vakur tavrını taşıyan bir kişilikle, giyabı tanışmanın keyfini yaşadım. Televizyonda “sizi” izlerken, yitirdiğimiz insanı değerlerin, yok olamadığını konuşmalarımızdan algılanarak, iyi ki bu dürüst insanların nesli tükenmemiş diyerek müteselli (Avunmak) oldum. Ben bir İlkokul öğretmeniyim. İlk tayin yerim olan Tekirdağ ilinini, küçük bir nahiyesinde-mürefte*- 30 sene aynı okulda öğretmenlik yaptım.
Şimdi 91 yaşında bir büyüğünüz olarak çok ama çok mutlu bir yaşlılık sürdürüyorum. Çok şanslıyım ki, çevremde sizin gibi değerli insanlarla, öğrencilerimle hayatıma, oldukça sağlıklı olarak devam ediyorum.. Beni biraz tanımanız için bir dergi gönderiyorum. İçinde benim bir resmim olduğu için bu yaşlı büyüğünüzü biraz tanımanızı istedim.
İlginize teşekkür ediyor, sağlıkla, sıhhatle nice yılları eşinizle, evlatlarınızla sürdürmeniz dileğiyle saygılarımı sunuyorum!.. Emine Yaşar Kutman
Bir aydın öğretmen 100 yaşına yaklaştığı anlarda bile gençlerin dinaminizmini, yaşama bağlılığı ve toplumsal duyarlılığını gösteriyorsa; miskin 60’lıklara güzel bir kapak bence..
*: Mürefte: Rumca "Mryofto" 'dan dilimize evirilmiş sözcük .. Anlamı; binbir fidan-binbir çiçek anlamına gelir. Antik çağlardan beri bağları ve şaraplarıyla tanınan deniz ve şarap kokuları, bağ, zeytin ve iğde kokularının birbirine karıştığı İstanbul'dan 227 kilometre uzakta Tekirdağ ili Şarköy ilçesine bağlı bir Belde..Şarap cenneti.. Ünlü Doluca şaraplarının çıkış noktası...
Fay hattı üzerinde olması nedeniyle deprem riski olan Belde.. 9 Ağustos 1912'de, 7,3 şiddetinde çok büyük bir deprem yaşamış ve 216 kişi yaşamını yitirmiş. Tekirdağ veya İstanbul’u vursa 7.3, İstanbul’u yerle bir ederdi. İşte bu İstanbul’un en büyük deprem toplama alanı olan yere Camii inşa ediliyor.
Neymiş insanlar sokakta gazete üzerinde namaz kılıyormuş. Külliyen yalan. Etraftaki camiler boş duruyor ve gösteri için sokaklarda namaz kılınıyor.. Kadir Topbaş konuşuyor: “Sokaklarda gazete ve koli kağıtları üzerinde namaz kılanlar değil, daha medeni ve daha temiz bir görüntü olacak. Burada Beyoğlu Belediye Başkanlığı yaptım biliyorum. Fransa'nın İstanbul Başkonsolosluğu cuma günleri kendi bahçesini açtı insanların namaz kılmaları için. Artık sokaklarda namaz kılınmayacak olması sevindirici."
Zannediyorum; Emine Yaşar Kutman’ın bir yakını (Nürettin ağabeye yazdığı mektupta söz etmese de eşi olabilir) olan Fevzi Kutman’ın ürettiği şarabın da marka adı; Mürefte.. Tahta kutusunun bazılarında üzerinde 'Fevzi Kutman 1970' yazar Kaliteli şaraplar üreten, dost kişi, firma. Avrupa’ya da ihraç yapıyormuş bir zamanlar. Ayrıca özel olarak piyasada çok eski* ozel ahşap kutusuyla şaraplarını da bulmak mümkün.
Cevdet Zeytinci;
Cevdet Zeytinci; Baraj sularının altında kalan Siyra (Zeytinlik) köyünden. 1071 Malazgirt savaşında yer alan askerlerin bir kısmını Alparslan Artvin’e yerleştirdiği Mesket (Ahıska) Türklerinden.
1930 doğumlu Cevdet Zeytinci (1930-2001) de, Nürettin Cebeci ve Ömer Lütfü Ünal gibi ayakkabıcılığa, Artvin’de , elde ayakkabı dikmek olan çapulacılıkla başlıyor ve erken yaşlarda Ankara’ya geliyor. Ve, Mesleğe ilk adımını Ulus’ta atmış oluyor. Kendisini geliştirerek kabul ettiren Cevdet amca, Ankara-Ulus- Denizciler caddesi Yeğenbey vergi dairesinin yakınında küçük bir işhanı sahibi oluyor.
Süreç içinde kurumsallaşarak Öziş Ltd. Şti ile ayaykkabı sektöründe adından söz ettiriyor. Ayakkabı üretiminden çok, ayakkabının ön bölümleri olan imalatları ve de ayakkabı hammaddesi satışlarında öne çıkıyor. Ayakkabının; Saraciye (süs dikişi), fora (taban dikişi) ve Gazuma (Susu fnksiyonları) bölümlerini yaparak ayakkabı üretimine bu boyutta katkı veriyor..
Nürettin Cebeci, ağabey Cevdet Zeytinci için şu ifadeyi kullanıyor; “Kendisinden malzeme alır, aylarca ödeme yapamazdık ve tek bir kez uyarmamıştır. Bız sıkılır yanına gider durumu anlatınca, Artvin ağzıyla; ‘Sen bizümsen’ der geçiştirir, hatta kızardı”.. 1930 doğumlu Cevdet Zeytinci 2001’de ayakkabı dünyasından ve gerçek dünyadan göçerek sevenlerinden ayrılmış.
Cevdet Zeytinci’nin oğullaru Ahmet Zeytinci ve Mahmut Zeytinci, İzmir caddesinde-Moda Çarşısında 2/D’de “Vivense” Çanta ve bayan ayakkabı mağazaları var. Ahmet ve Mahmut’un çocukları da babalarının mesleğini değil, başka disiplinleri seçmişler..
Hakkı Velioğlu: Hakkı amca ile telefonla konuştum. Yıllarca adını bulvarlarda adını okuduğumuz Müge Mağazalrını sahibi; müthiş hoşgörülü ve saygın bir beyefendi. İlk ustası, 1949’da Ulus’taki Emek çanta sahibi Ali Keskin yanında çıraklığa başlıyor, Valiz ve evrak çantası yapımını öğreniyor. 1957’ye dek de Bayan ayakkabısı ve çantası yapımında ustalaşıyor Ardından kendisine Ulus’ta 1962 dükkan açıyor.
Gelişiyor ve de 1965’te Kızılay-Büyük Çarşı’da Müge mağazasını açıyor; Kadın ayakkabı, çantası üzerine. Hem imalatçılık, hem mağazacılık devam ediyor. Yüksel caddesi ve Atatürk bulvarına cephesi olan Müge Mağazasını 2011’de kapatıyor. Çocukları mesleğini sürdürmeyenlerden. Oğlu kendi mesleğini seçiyor. Kızı finans kurumuyla ilintili. Önceki Hava Kuvvetleri komutanı İrfan Özaydınlı’nın oğlu ve de aynı zamanda KOÇ Holding’in CEO’u Bülent Özaydınlı ile evli. Hakkı Velioğlu amca, evinde. Dostlarını ziyaret ederek eski günlerini anıyor..
Ömer Lütfü Ünal:
Hopalı Laz Ömer Lütfü Ünal dayı (1929) da, Nürettin Cebeci ayağabey (1939) gibi mum ışığında İlkokulu bitirdikten sonra, ayni mum ışığında geliştirdiği ve yaşantısını aydınlatan el ile ayakkabı dikmek olan çapulacılıkla ayakkabıcılık sanatını öğrendi. Biz kendisini, Kavaklıdere-Bestekar sokak; Sonat apartmanı 70/B’de tuttuğumuz bekar evimizin karşısındaki, o şirin “Altın Çekiç Kundura Evi”’nde 1976’da tanıdık; sevgili kuzenim Cahit Çorbacıoğlu, Kani Şair Çorbacıoğlu, Osman Şentürk, İlhan Ekinci ve Erdoğan Özcan ile. Sonradan, hemen bitişiğindeki 39/C’de de şubesini açtı.
Ardından, dükkanının karşısında, bizim oturduğumuz (70/B) apartmandaki Kastamonulu Satılmış amcanın bitişik dükkanını satın aldı, sonrasında Tunus caddesininde Çankaya Belediyesi Çağdaş Kültür Merkezi karşısında bir dükkan daha açtı. Adeta sevgili çocukları Kadir Ünal, Osman Ünal, Engin Ünal ve Çetin Ünal’a bu mesleği sürdüreceksiniz der gibi onlara olanaklar hazırlıyordu.
Başarılı da oldu, çünkü hepsi; sevgili babalarının mesleğini seçmişlerdi. Böylelikle, “Altın Çekiç Kundura Evi” onlar için “Atın bilezik” meslek oldu. Babalarınını kazandığı müşterilerini korudular. Korudular, çünkü babalarının kendilerine verdiği mesleki, sosyal ve kültürel ahlak ve de terbiyesini asla yitirmediler..Müge Mağazalarının sahibi Oflu Hakkı Velioğlu’nun çocukları da…
Evet; ayakkabıcılık sanatı yitirilmek üzere, çünkü; Lütfü dayının ve Cevdet amcanın çocukları dışında diğer meslek sahiplerinini değil torunları, çocukları da ayakkabıcılk mesleğini seçmiyorlar. Bence ülkem genelinde; Son usta Kadir Ünal, Osman Ünal ve Engin Ünal usta. En küçük kardeşleri Çetin Ünal ise ürettikleri ayakkabıların pazarlamacısı.. Nürettin Cebeci ve Hakkı Velioğlu ağabeylerin çocukları da babalarının mesleğini seçmediler..
Ömer Lütfü Ünal, Nurettin Cebeci nasıl ki Artvin-Borçka’da başladı, o da ilkin mesleğine Artvin-Hopa’da başladı. 1929 doğumlu. 1950’lerin başında Hopa’da çıraklık, ardından Ardahan’a gidiş. Neden Ardahan? Çünkü Ardahan onun mesleğini geliştirdiği yer. İstanbul, Ankara duruken, Ardahan’da mesleğini nasıl geliştirir? Geliştirir, çünkü orada en iyi ayakkabı ve çizme ustaları vardır. Bakırcı, duvarcı, el sanatları ustaların yanında Ayakkabı- Çizmeci ustaları. Bu ustaların hepsi de Ermenidir ve şimdi yoklar.
Lütfü dayı, işte bu Ardahan’da bir Ermeni ustanın yanında aykkabıcılığı, daha ötesi çizmeciliği öğrenir. Çizmecilik çok gelişmiştir Ardahan’da çünkü, Ardahan’da suvarı alayı vardır ve zıpkın gibi kış koşullarında zıpkın gibi çizme gerekir. Asker çizmesini yapmayı öğrenir, ayakkabı yapmanın yanında. 1956’da en büyük oğlu Kadir Ünal Ardahan’da dünyaya gelir. 1957’de Ankara gelir.
Samanpazar’ında dükkân açar, az bir zaman sonra Kavaklıdere- Bestekar sokağa, yani şimdiki yerine gelir. Mesleğine o denli aşıktır ki, onu ve kendisini mutlu etmek için elinde gelen tüm özverisini gösterir. 1958’de geldiği Ankara’da ilkin Tunalı Hilmi caddesinde dükkan açar, hemen ardından aynı yıl Kavaklıdere-Bestekar sokağa taşınır. 10 yıl sonra mesleğini geliştirmek için yurtdışına eğitimler katılır. 1968 yılında Almanya’ya gider, 19 ay uygulamalı eğitim görür.
Bu süreçde mesleğini geliştirir. Modayı izler. Asker çizmesi yanında kovboy çizmesi ve kadın ayakkabı-çizmesi konusunda büyük deneyimler kazanır. Almanya’dan 1970’de döner. Makineler getirir. Örneğin Freze (Kesme-delme, yüzey işleme-boya, parlatma ve temizleme-, değer yaratan emek, yani azdırma, vb) makinesi. Örneğin; Hava komprosorlu taban yapıştırıcı Pres makinesi ve ayakkabının altını diken Fora makinesi. Bunların hiçbiri o yıllarda Türkiye’de yoktu.
Ankara’da aranan ve bilinen bir ayakkabıcı oldu, ille de yabancı elçilik çalışanları ve ülkemiz tanınmış kişilerince. Almanca bildiği için Alman sefaret mensuplarıyla daha iyi anlaşırdı. Bayanların tercih ettiği bir ayakkabı ustası idi. Kemikli kalıpların ustası olmuş ve kemikli ayaklar için modeller geliştirmişti. Yüzeyi desensi el işçilikli kovboy çizmeleri ile ünlendi. Ve hala sevgili çocukları sanatlarını, babalarının kendilerine kazandırdığı beceri ve terbiye ile sürdürüyorlar..
Atatürk’ün manevi kızı ve Türkiye’mızın ilk kadın pilotu Sabiha Gökçen vazgeçmez müşterisi idi. Bunun yanında sefaret mensubu bayanlar ve erkekler, ülkemizin tanınmış simaları.. Atsporu ile ilgilenen Murat Karayalçın hala müşterisidir. Örneğin Ahmet Kurtcebe Alptemoçin..
Sabiha Gökçen deyince sevgili oğlu Kadir Ünal, Lütfü dayının bir uçak anısını anlatıyor. Lütfü dayı nüktedan bir insandı. Ciddi hoş yalanları hem düdşündürücü hem güldürücü idi. Avcı olmasına karşın avcı yalanlarını sevmezdi, çünkü avı gerçekten yaşardı..Yıl; 1958’lerin sonu. Pırpırlı uçakla Trabzon’a gidiyor.
Uçağın ürkütücü sesi rahatsız ediyor. Hostesi çağırıyor ve ciddiyetini bozmaksızı; “Git pılota söyle, ben bu uçakla yoluma devam etmek istemiyorum, korktum. Sağa çeksin ineceğim!!”. Yanındaki Trabzonlu; “Pende korkayrum, peni de indürün..” Hostes, tebessum ederek pilot kabini kokpite gider ve geri gelerek; “Beyefendi imkansız..” deyince Lütfü dayı; “O zaman deniz üstünden gitsin, düşerse kurtulurum, çünkü yüzme biliyorum..” deyince, arkadan bir ses; “Pende yüzme pileryum..” Uçaktakilerin kahkahalarıyla uçak daha fazla sallanmaya başlar..
Bizler onu; 1976 yılında tanıdık. Bizlere çocukları gibi sahip çıktı. Sürekli bizi, Atatürk sevdalısıydı ve yoğun karşıt saldırılar nedeniyle uyarırdı. Okulu bitirmemiz temel esasları idi. Sürekli; “Aylaklık yok. Boş gezmek yok. Allah da sevmez. Vatanını sev, okulunu bitir, ya da meslek sahibi ol..” Kısacası, hemşerilerine karşı, çocukları kadar hassastı. Duyarlı ve babacan ve de nüktedanlığı ders verici idi.
Avsporuna meraklı Avcılar Kulubüne üye olan Lütfü amca kendine iyi bakan sağlıklı biriydi. Her hafta sonunu iple çeker, ava gideceği için zevkle çalışırdı. 4.2.1995’de, 65 yaşında ışıklara doğru yola çıkarak aramızdan ayrıldı.. Lütfü amca ve Nürettin ağabey diyor ki; “Eskiden okumayan çocukları veliler bize getirirlerdi. Çünkü bu meslek o zamanlar çok ilgi görmekte idi. Ama şimdi maalesef şimdilerde fabrikasyon nedeniyle, ne iyi ayakkabı, ne de iyi usta kaldı.. Bu nedenle yüzlerce atölye kapanma ile karşı-karşıya..” diyerek kesinlikle meslek örgütlülüğününü vurgulamışlardır. “Fakat siyaslerimiz bu örgütleri de kirletmeye başladılar.” sersenişinde bulunurken, haklı bulduk kendilerini.. Gerçekten; ayakabıcılığı da tüm ulusal değerler gibi muhafazakar ideolojilerine eklemlendirdirdiler.
Bu mesleğin sanatsal kutsal emeği, disel ve ırksal bakış açsıyla siyasi ve ekonomik rantlarına materyal yaptılar. Ve günümüz 2002’ler sonrasının siyasal erki bu yapılanmayı daha da katmerleştirdi. Düşününü tüm ulusal değerleri özel-leştirenler Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi (TOKİ)’ni özelleştirmediler. Fakat, Atatürk-İnönü ve Anadolu insanının kurumsallaştırdığı devrimlerin, yani ulusal yatırımların anlaşılmasının, test edilmesinin ölçütü (mihenktaşı) Sümerbank satıldı. Ve o sağlam ve de estetik Sümerbank ve de elbiseler ve diğer tekstil ürünleri yok edildi.
Nürettin Cebeci, Ömer Lütfü Ünal, Cevdet Zeytinci v.d. bu ulusal ruhun belki de son ustaları.. Tasarımını Sovyetler Birliği’nin yaptığı Adana Sümerbank kompleksin inşası için 1932 yılında İsmet İnönü Sovyetler Birliğinden 8,5 milyon liralık kredi alıyor. Ve Türkiye’mizin Genç Cumhuriyeti’nin ilk kamu yatırımı Adana Bez Fabrikası ve Lojmanları böylelikle yaşam buluyor.
Ve süreç içinde; halkın tasarruflarıyla büyütülen bu kuruluş, Türkiye’mizin devasa bir kurumu haline geldi. Öyle ki; Türkiye'de ilk modern tekstil kuruluşu olarak büyük bir üne kavuştu. Demir-çelik tesisleri, çimento fabrikaları, kâğıt ve selüloz tesisleri Sümerbank bünyesinde kurumsallaştı ve bunların daha sonra kendi bünyesinden ayrılarak ayrı birer devasa kuruluşlar oldular. Ve tek-tek satıldılar.
1988'de “Sümerbank Holding” kuruldu. Holdingin bankacılık birimi 1993'de Yüksek Planlama Kurulu kararıyla Sümerbank adı altında yeniden yapılandırıldı. 24 Ekim 1995'te Tansu Çillerin kurduğu 52. Hükümet tarafından Garipoğlu şirketler grubuna 103.4 milyon dolara satılarak özelleştirildi. ANAP eski lideri Mesut Yılmaz’ın, TBMM tarafından Yüce Divana sevk edilen ilk Başbakan olmasına neden (1998), dahası; Türkbank ihalesine fesat karıştırdığı gerekçesi ile Anayasa Mahkemesi tarafından yargılandığı, Hayyam Garipoğlu'nun da Malki cinayeti ve Türkbank skandalına adının karışması, Sümerbank'ın, Garipoğlu’nun elinden alınmasına neden oldu.
Sümerbank 21 Aralık 1999'da TMSF'ye devredildi. Ardından 9 Ağustos 2001 tarihinde, yani “5. Ecevit Hükûmeti (28 Mayıs 1999 - 18 Kasım 2002)” döneminde, 27 Mayıs darbesinden sonra 1 Mart 1961 tarih ve 205 sayılı Kanun ile kurulmuş, özel hukuk hükümlerine bağlı, TSK mensuplarının yardımlaşma ve emeklilik fonu; “Oyak Grubu”’na satıldı. Sümerbank A.Ş. 10 Ağustos 2001 tarihinde Oyak tarafından alınmış ve 11 Ocak 2002'de Oyak Bank A.Ş.'ye birleşmiştir. Ve katmerli süreç başladı.
Evet; Bu birleşme sonucunda ortaya çıkan "yeni" Oyak Bank A.Ş. yurt sathına yayılmış 359 şubesiyle Türkiye'nin her yerinde hizmet vermeye başlamıştır. 20 Mayıs 2008'de Hollanda'nın ING bankası tarafından 2 milyar 600 bin dolara yaklaşan bir fiyatla satın alınmıştır. Banka 1 Temmuz 2008'dan beri, ING Bank adıyla yoluna devam etmesiyle Sümerbank varlığı, 86 yıl sonra bitirldi.
Demem o ki; Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı'na bağlı, özellikle sosyal konut üretimi için kurulmuş olan kamu kuruluşu; “TOKİ” siyasi ve ekonomik rant için özel-leştirmiyorlar, fakat; Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kamu yatırımı ve de Atatürk'ün ekonomik devriminin mihenk taşı, “Sümerbank”, özel-leştiriliyor.
Siyası sinek, Aka da konar, Akada konar..Anlayana.. Bazı ak ve az zekalılar, yani; “TOKİ’yi siyasi ve ekonomik rant için satanlar, aynı rantlar için neden Sümerbank’ı satsınlar ki??” Anlamıyor ak ve az zekalı: Sümerbank ayakkabısını satarak ne kadar siyasi ve ekonomik rant elde edilirdi ki!!??…
Vesselam kısa kelam; ülkemin ayakkabı yapan kurumu ve ayakkabı yapan bireyini yok ediyorlar; sanattan ve zevkten soyut fabrikasyon ayakkabılar hayatta.. Nurettin Cebeci ve Ömer Lütfü Ünal ustalar bunu işaret etmeye çalışıyorlar.. Evet fabrikasyon nedeniyle ne iyi ayakkabı ne de iyi usta kaldı, çünkü tüm kundura evleri ve atölyeleri kapandı diyorlar.
Meslekleriyle insan karakterlerini de saptar olmuşlar. “Şık ayakkabı meraklı dostlarımız; zengin karakterli, ciddi, yeterli ve yetenekli ‘her sınıf’ halktan insanlara hitap etmanin becerisini kazanmış ustalarıyız..” deme hakkına sahip değerler.. Ülkelke sorunlarına da duyarlılar. Özellikle banka faizlerinden şikayetçiler, bu nedenle kredi almakta zorlanıldığı konusunda şikayetçiler.. Ülke adeta rantiyecilerin eline geçtiğini ille de vurguluyorlar.. Ülkemizin, önümüzdeki yıllarda olası karanlık sürece gireceğini önemle dile getiriyorlar. Yetkililerin aymazlığında bu sürecin artacağını söylemeleri ayrı bir düşünme vurgusu..
Nurettin Cebeci ve Ömer Lütfü Ünal, ülkelerini böyle izlerken, Artvin’i düşünmemeleri olası mı? Öncelikle, Artvin doğası ve doğanına siyasal erkin bakışını yeterli bulmuyorlar. Artvin’in doğası geleceklerde, böylesi yanlış politikalarla daha fazla örseleneceğini düşünüyorlar..
En çok üzerinde durdukları konu; yukarıda sıraladığım Doğu Karadeniz Bölge Meslek Liseleri’nin yaygınlaştırılarak Artvin insanının ve Artvin coğrafyasının yeteneklerini, yeterliliklerini öne çıkarmak..
2017’nin Şubatında; Nürettin Cebeci ve Ömer Lütfü Ünal’ın çocukları Kadir, Osman, Engin ve de Çetin Ünal beni 1998’e taşıdılar. Evet, Lütfü dayı ve Nürettin ağabey; “1998’in bir günü beni yolcu ederlerken; çalışma masalarına serdikleri deriye gözleri kayıyor. Belli ki bir dostlarının sevincini yaşamak için, kalıbı deriye (tüm kalpleriyle) yansıtmanın heyecanını hala ilk günkü gibi taşıyorlardı…”
Bu değerli ustalara, pardon son çapula sanatçılarına bir Artvinli terzi’yi, sanatçıyı da eklemek istiyorum: Onu; Üniversite’ye başladığım ilk yıllarda tanıdım. O yıllar çok eski yıllar. Ankara’ye yeni gelmiş, ADMMA (Şimdiki Gazi)’nin gece bölümüne kaydımı yaptırmışım. Fazla arkadaş ve tanıdık çevre yok. Konservatuar’da Şan hocası olan Vedat Çorbacı dayımı ve halamın çocuğu Celal Toraman’ı tanıyorum. Dayımın işleri yoğun.
Karanfil sokaktaki bekar evinde kalıyorum, fakat oraya da Altan Günbay ve diğer sanatçılar geldiği için ders çalışamıyorum. Bir gün, sevgili Celal Toraman; “Gel seni, Arhavililerle tanıştırayım. “ dedi. Samsun’da büyüdüğüm için Arhavilileri tanımıyorum. Sevindim ve Kızılay Sakarya caddesinde bir binaya tırmanmaya başladık. İkinci katta, sıra-sıra dükkanlardan küçük bir dükkan,. Masif bir kesim masasının arkasında duran bir adam; boynunda mezura, yüzünde tebessümü asılı güzel bir adam karşıladı bizi. Tanıştık, konuştuk, söyleştik, ortak dost ve akrabaları yad ettik ve ayrıldık.
Zaman-zaman yanına gider hoş sohbetini dinlerdim, zaman-zaman gider elbise de diktirirdim. Çok candan bir insandı. Bir gün; “Bak yeğenim bir şeye gereksinim oldu mu hiç çekinme. İkincisi, baban-annen okutuyor. Sen de onlara yardımcı ol. Eskiyen elbiselerin onarmaya getir, hep yeni olmaz..” Birkaç kez, tanık oldum; bazı öğrencilerden para almazdı. Belli ki durumları iyi olmayanları bellemişti.
O denli sevecen, o denli, hoşsohbet, hoşgörülü ve de yardım sever, konuk sever kişiliği yanında, dinlenebilir bir kişilikti. Güncel izler geneli iyi tahlil edebilen entelektüel yanı da vardı. Kısacası, günceli ve geneli harmanlama yetisinde bir nutka sahipti. Sezgileri güçlü olmanın yanında, vücut-yüz dilini iyi okurdu. Bir keresinde soluğu Kızılay ve de dükkanında aldım.
Kurtuluş’a yakın Kolejde karşıt öğrenci grubuyla kapışmıştık.. Anladı ve biraz sitemkar tonda; ”Sen yine bir şeyler yaşamışsın.. Bırak bu işleri, sonu yok.. Siz mi kurtaracaksınız demiyorum, fakat sokaklara sopalarla değil düşüncelerle inmek gerek..”
İyi insan iyi de bir terzi idi,. Ayakkabıcılar gibi Terziler de benim için sanatçıdır. İyi bir sanatçı idi.. Bu ağabeyin adı Şinasi Baydin idi.. 28 Şubat 2017 günü Kemal Özbiyik kardeşim haber verdi: “Şinasi ağabey aramızdan ayrılmış..”
Güle-güle Şinasi ağabey, seni kaybetmedik, sen erken ışıklara yolculuğu başlattın.. Güle-güle ağabey..
Evet; İnsan sıcaklığını “ayakkabılarıyla” yüreklere taşıyan artvinli; Nurettin Cebeci ve Ömer Lütfü Ünal ve de Oflu Hakkı Velioğlu ve de elbiseleriyle insan sıcaklığın saran Şinasi Baydin’i yazmak gururu veren onurlu bir yazım süreci benim için..
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
TEKNOPOLİTİKALAR PLATFORMU
evesbere@gmail.com
GSM. 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder