CHP’yi yazmanın tam zamanı..
CHP TÜZÜK KURULTAYININ GEREKLİLİĞİ VE LİDER OLİGARŞISINI ENGELLİYECEK GÜÇLÜ GENEL SEKRETERLİK (TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE İÇİN TAM BAĞIMSIZ SİYASET)
[[ CHP, 1 Kasım 2015 genel seçimlerinde, partiye kayıtlı olmalarına karşın (üyesi bulunduğu halde), sandıklar açıldığında partiye oy vermediği anlaşılanlarla ilgili çalışma yaptı... Toplam 3 bin 896 kişinin üyelikten çıkarılması için Merkez Yönetim Kurulu (MYK) tarafından oy birliği ile karar alınırken, ilgili tüzük gereği söz konusu üyelere 15 günlük itiraz hakkı tanındı.]]
haberi nedeniyle bu yazıyı yazmak zorunda kaldım. Kaldım, çünkü siz kaydını yapmanıza karşın oy alamıyorsanız kendinizle birlikte CHP tüzüğünü ve görev yapılanmaları sorgulamanız gerekir. En başta Genel Sekreterlik yapılanmasını:
Bilindiği gibi; Bülent Arınç’a suikast yapılıyor diyerek, bugün FETÖ üyesi diye aranan hakim aracılığıyla ve Fetocu polislerle kozmik odasına girerek ‘Seferberlik Tetkik Kurulu’nu kapatanlar, son hain terör sldırılarını bahane ederek kurulu yok edilmiş seferberlik ilan etmişlerdi. CHP’de günün söylemine uygun olarak ‘haklı olarak’ “Başkanlık” seferberliği başlattılar. Ben de, zamansız görülebilir, fakat ben de CHP’de “Tüzük Kurultayı ve Lider Oligaşısıne karşı güçlü Genel Sekreterlik yapılanma seferberliğini ilan ediyorum.
Sakın ola ki, “Şimdi sırası mı böyle bir zamanı işletmek” demeyin. En iyi ve etkili zaman, en zor zamanlarda işletilme yürekliği gösterilen zamandır..
Amacım; CHP’de ‘Genel Başkan oligarşisinin egemen olduğunu kanıtlamak değildir. Amacım; geçmişteki Genel Başkan, Genel Sekreter çatışmasını yarattığı kliklerin CHP politikalarında katı-hoşgörüsüz, yani sekter etki yaptığına işaret etmek.
Biliyoruz ki; CHP’de İsmet İnönü- Kasım Gülek ve İsmet İnönü- Bülent Ecevit gerilimleri yaşanmıştır. İç çekişmelerin, kavgaların verilmesi gereken dış kavgaları ötelediğini yadsıyamayız.
1973 yılı Artvin Senatörü Recai Kocaman’ın arşivinden çıkan not ve kitapçıklar, biri de; “1976 Cumhuriyet Halk Partisi Tüzüğü (Ön Tasarı)” adlı kitapçıktı. Ki bu tüzük kabül gören bir tüzüktü.
35. Madde dikkatimi çekti: “Genel Sekreterlik, Genel Yönetim Kurulunca üye tam sayısının salt çoğunluğuyla seçilen Genel Sekreter ile, Genel Başkanın onayı alınarak Genel Sekreterce seçilen en çok 4 Genel Sekreter Yardımcısından ve Genel Saymandan oluşur.. Genel Sekreter, Genel Yönetim Kurulu karalarının oluşturulması için gerekli çalışmaları ve temasları yapar, raporları hazırlar. Kurul kararlarını ve görevlerinin yerine getirilmesini sağlar.
Genel Sekreterlik, Parti örgütünün başvurma ve haberleşme yeridir.. Genel Başkanlık adına Partiyi mahkemelerde, Devlet daire ve kuruluşlarında, özel ve tüzel kişilerle ilişkilerde Genel Sekreter temsil eder. Yazılı olarak görevlendireceği yardımcıları da bu temsile yetkilidir..Genel Sekreterin bulunmadığı durumlarda, görevlendireceği bir yardımcı kendisine yardımcılık eder..Genel Sekreter, Genel Yönetim Kurulu üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararı ile görevden alınabilir..”
Görüyoruz ki, güçlü bir Genel Sekreterlik var. Aslında bundan önceki tüzükte daha güçlü bir Genel Sekreterlik olgusu vardı ve bu güçlü Genel Sekreterlik etkisi, her geçen kurultayda işlevini büyük oranda kaybetti. Kaybetmemeli idi. Genel Başkanın yanında kendinden emin, saygılı, parti politikalarına katkılı, fakat en az Genel Başkan kadar donanımlı, Genel Başkanı ile yarışan değil, Genel Başkanı ile partisini yarıştıran, Genel Başkanından daha yeteri izlenim verme uğraşısı içinde olmayan ve gerektiğinde partisini kendisiyle birlikte taşıma yetisine sahip duruş sergilemelidir. Bunun tek örneğini sayın Bülent Ecevit vermiş ve kurultay kendisini Genel Başkan yapmış. Üzülterek belirteyim; sonrasında Genel sekreterlilik güçlü işlevini yitirdi ve bugünkü işlevsizliğine geldi.. Yani temsil işlevi yok edilerek, protokol refakatçisi konumuna getirildi..
Tüm bu aksayanlar yanları işleyen ve acilen bu bağlamda tüzük kurultayının gerekliliğini vurgulayan yazılarımı içeren link:
http://blog.milliyet.com.tr/chp-yi-ve-kilicdaroglu-nu-siyasi-baronlar-yavas-yavas-bitiriyor/Blog/?BlogNo=472885
Türkiye'nin siyasal tarihinde çağdaş anlamda partileşmenin başladığı II. Meşrutiyet (23 Temmuz 1908) döneminde, dahası; Kânûn-ı Esâsî (Anayasa-Temel Kanun)'de yapılan köklü değişikliklerin(1909) ardından ilk yasal partiler ortaya çıkışı ve 1913’te kurulan İttihat ve Terakki Fırkası (partisi)’ından bu yana, Türkiye’deki siyasal partilerin lider merkezli partiler olduğu görüyoruz. Salt partilerde değil, Sivil Toplum Örgütlerinde, Meslek Odalarında, Vakıflarda ve Futbol kulüplerinde böylesi egemen lider anlayışı devam etmektedir. Ki bu yapı, Osmanlı döneminden günümüze taşınan otoriter iktidar anlayışıdır.
Bunda, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçen süreçte, yüzyıllar boyunca devam ede gelen otoriter iktidar yapısının-Lider oligarşizmin etkisi yadsınamaz.
Ülkem hala modern toplum olma sancısı çekiyor. Cumhuriyet’e geçiş modernizme geçişin tabelasıdır. Bu tabelda iyi şeyler yazar, fakat iyi şeyler yaşanmaz, yaşatmazlar.. Dahası; toplum bireyleri modern düşünselliğe izin vermeyince geleneksel kimliklerini korurlar ve ekonomik bağlamda montaj sanayisi aşılamadığı için tarım toplumu olmaktan kendilerini kurtaramazlar.
Ki tarımsal değerlerinin de yok ettikleri noktada, kendisini değil yoksulluğunu ve cehaletini korur. Böylesi kimlikler ülkemde olduğu gibi kendilerine; padişah, kral, imparator vb ararlar ve iktidarı kişilere/hanedanlara teslim ederler.
Doğrudur; Türkiye; üst yapıda “cumhuriyet” yönetimine geçmekle beraber, toplumsal ve ekonomik yapı açısından geleneksel toplum özelliğini koruduğundan ve modern topluma tam olarak geçilemediğinden liderlerin önemi günümüze dek taşınır oldu.
Türkiye’deki siyasal partilerin liderleri genellikle karizmatik, yani büyüleyici güç ve yetenek sahibi liderler olduğu savlanır. İnanın beni, büyüleyici güç ve yeteneğiyle siyasette etkileyen olmadı; Che Guverea dışında, ki o da siyasetçi değildi bana göre.
Siyasetçi olsaydı en az Fidel Castro kadar olmasa da yaşardı. Ülkem özgünlüğünde; Atatürk, İnönü, Demirel, Ecevit, Kılçdaroğlu ve Baykal dışındakiler, özellikle dinden geçinen siyasi liderler bana göre karizmatik değil, kazmatik cahil liderlerdir.
Geçmişten günümüze karizmatik özellikler büyük ölçüde azalır oldu. Yerini alan kazmatik liderlerin siyasal yaşamımızdaki etkisi son derece belirgindir. Olguyu CHP boyutunda ele alırsak; CHP’nin ilk genel başkanı Atatürk ve ikinci genel başkanı İsmet İnönü, karizmatik liderlerin en somut örnekleridir.
1970’li yılların başında İsmet İnönü’yü devirerek CHP genel başkanı olan Bülent Ecevit gelişi ile karizması pik yaptı. Fakat süreç içinde, siyaset düzleminde siyaset oyunlarının zenginleri yer aldığı noktada siyasette kimyasını sarsan, siyaset oyunlarının yoksulu sayın Ecevit, karizmasını da sarstı. Sarstı, çünkü bu büyük olaylara küçük insanlarla bakmayı ilke edinen kimliklerle siyaset yapma inadından vazgeçmedi. Bu süreç Demirel, Baykal için de işledi ve Kılıçdaroğlu süreçlemesiyle devam ediyor.
Sağdaki, kazmatik cahil lider yapısına verilen aşırı önem, parti içindeki olması gereken demokrasiyi tümden yok etti. Lider diyelim çünkü, her geçen gün tabanındaki karizmayı örseleyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi saymazsak, tek lider var O da Recep Tayyip Erdoğan. İşte Erdoğan bugün bir Türkiye gerçeğini kanıtlayan tek kimlik, çünkü “tek adam” davranışının vazgeçilmezi. Erdoğan asla parti içi demokrasinin filizlenmesine izin vermediği gibi ülke demokrasisini de hiç etti. “Demokrasi benim amaçlarımın bir aracıdır” diyen Erdoğan’dır...
Niçin demesin ki; etrafında oluşan, çıkar grupları yağdanlıklar , kendisini öyle şişirmektedirler ki; kendisi olmadan ülkenin ve partinin ayakta kalamayacağı Kuruntusuna kapılmakta ve kendisinin ülke için ne kadar gerekli ve vazgeçilmez olduğu düşüncesine sürüklenmektedir. Bu da, liderleri kalıcılaştırmakta ve demokrasimize büyük zarar vermektedir. Belirttiğim gibi partisindeki egemenliği, parti içindeki demokrasiyi sığlaştırma ve yetersiz kılmanın yanında, ülke demokrasisini de yetersiz hale getirmiştir. Söz konusu nedenlerden ötürü, Türk demokrasisini “Şark demokrasisi” ya da “Arabesk demokrasi” olarak nitelemek olasıdır.
CHP’de durum bu denli olmasa da, gidişat endişe vericidir. Belki lider, aşırı derecede önemsenmiyor ve kutsanmıyor, fakat liderin başarısızlıklar karşısında kendisine hiç pay çıkarmaması, kendisini kamuoyu önünde “kötü diktatör” değil de “iyi diktatör” payesi vermektedir. Bu bile demokrasi için tehlikelidir, çünkü diktatörün iyisi ve kötüsü olamaz, diktatör kötüdür.
Bunun için, birer diktatör gibi davranan parti liderlerinin önünü tıkadığı parti içi demokrasi düzlemi, ülke demokrasisine start verilen düzlemdir.
CHP, tarihsel geçmişi ve köklü birikimi dolayısıyla var olan siyasal partiler içerisinde, parti içi demokrasiyi en fazla işleten partidir. CHP; Günümüzde, sarsılan parti içi demokrasi işlerliğini güçlendirmek ve parti içindeki otoriter lider yapısına meydan vermek istemiyorsa tüzük kurultayı bütününde ‘güçlü Genel Sekreter’ yapısına gereksinimi vardır; liderle birlikte partiyi iktidara taşıma adına…
CHP Tüzüğü Ve Genel Sekreterlik: “Lider Sultası” “Liderler Oligarşisi”
Gelin 1923’ten bu yana CHP tüzüğündeki Genel Sekreterlik görevlerine bir bakalım:
Genel Sekreter: Tek parti döneminde CHP Genel Sekreteri partinin üçüncü adamı idi. Bu işlevi 1950 sonrasında değişerek partinin ikinci adamı oldu.
Genel Sekreterlik kavramı, genelde sol partilere mahsustur. CHP’nin 1923 Tüzüğü’ne göre; Genel Başkan, 9 kişilik Umumi Heyet-i İdare’nin(Genel İdare Kurulu) üyelerinden birini Katib-i Umumi (Genel Sekreter) atar.
Genel Sekreter, Genel Başkan adına görev yapar (madde 33). 1923 Tüzüğü’nde etkin ve güçlü bir kurum olarak görülen Fırka Divanı’na (Parti Meclisi) bağlı bulunan, resmi yazışmaların(Kalem Heyeti) başı Genel Sekreter’dir. Kalem Heyeti’nin üyelerini Genel Başkan saptar (madde 30). Yani burada belirleyici Genel Başkandır. Savaş sonrasının kendine özgün koşulların getirdiği bir otorite egemen.
Parti’nin 1927 Tüzüğü’nde ise, Genel Sekreter(Katibi Umumi); Başkanlık makamı (Riyaset Divanı), Parti Meclisi (Fırka Divanı) ve Genel İdare Kurulu (Umumi heyet-i idare) adına bölge müfettişleri ile haberleşir(muhabere) ve talimat verir, gerektiğinde halkı aydınlatan ( tenvir) ve doğru yolu gösteren (irşadına) ait bildirimde (tebligatta) bulunur” (madde 30) denilmektedir. 1927 süreci Genel Sekreter’in güçlendiği süreçtir.
Şöyle ki; Parti’nin yönetimi 1927 Tüzüğü ile tamamen üç kişilik Umumi Riyaset Divanı’na(Genel Başkanlık Kurulu) geçti. Genel başkan, Genel Başkan Vekili ve Genel Sekreter’den oluşan bu kurulun yönetimi eline alması demek. Bu da Genel Sekreter’in güçlenmesi demekti.
Cumhuriyet tarihinin en eski ve Türkiye Cumhuriyeti tarihiyle özdeş bir parti olarak, çok partili dönem geçiş tarihi olan 1945’Tten bu yana kurulan tüm partilerin düzlemidir CHP. CHP’nin 1923 yılından günümüze dek geçen süre içerisinde kabul ettiği tüzükleri ve yaptığı tüzük değişikliklerini değerlendirmesi:
Bilindiği ve de yukarıda değindiğimiz gibi İlk Tüzük (1923) tarihli; Mustafa Kemal Atatürk, Ulusal Mücadele’nin kazanılıp İzmir’in de kurtarılmasından (9 Eylül 1922) 3 ay kadar sonra, 6 Aralık 1922 tarihinde bir siyasal parti kurma amacında olduğunu ilk kez basına açıkladı. Bu Statürk’ün demokrasi ve özgür düşünceye bağlı olduğunun somut duruşu idi.
İlk kez; “Halk Fırkası(Partisi)” adını bu tarihte kullandı. Amacın; Anavatan’ı geri kalmışlıktan kurtararak, çağdaş ve ileri bir toplum çizgisine taşımak olduğunu belirtti. Var olan tüm olanakları zorlayacaklarını bunun için de, zaman kaybetmeden süreci işletmek gerektiğini belirten Atatürk; amaca ulaşmanın sürekli izlenecek ve uygulanacak bir programı gerektirdiğini, bu olmazsa başarısızlığın kaçınılmaz olduğunu söyledi.
Atatürk’ün 6 Aralık tarihli açıklaması incelendiğinde; 27 yıllık tek parti yönetimine ve CHP’nin kuruluş nedenlerine ilişkin önemli ipuçlarıyakalanabilir. Açıklamasında öncelikli olarak vurguladığı olgunun, Ulusal Mücadele’yi yürüten “kadro”nun; Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin (A-RMHC) Halk Fırkası(Halk Partisi) “kadro”su olduğunu görüyorsunuz. Ülkenin kurtuluşunu ve bağımsızlığını sağlayan bu kadro; ülkenin sosyo-ekonomik sorunlarına, geri kalmışlığına da çözüm bulacak, kısacası geleneksellikten modernliğe geçişi sağlayacak, toplumu ve ülkeyi kalkındıracaktır. Kurtuluşu ve bağımsızlığı sağlayarak milleti mutlu eden A-RMHC kadrosu; yerini bu kez “Halk Fırkası” kadrosuna bırakacaktır...
Nisan ayında (1923) seçimleri yenileme kararının alındığı günlerde Atatürk, “9 Umde”yi (İlke) yayınladı ve seçimlerden zaferle çıkılması durumunda kurulacak partinin ilkelerini kamuoyuna duyurdu. Atatürk ve ekibinin (Birinci Grup) seçimlerden galibiyetle çıkmasını izleyen aylarda yeni seçilen milletvekillerinin katılımı ile, Ağustos ayında toplantılara başlandı.
Bu toplantıların ilki 7 Ağustos’ta yapıldı; toplantıya katılanlara tüzük tasarısı dağıtıldı ve bu toplantıdan itibaren partinin tüzüğü hazırlanmaya başlandı.
Bir aylık bir hazırlıktan ve toplantılar zincirinden sonra, 9 Eylül 1923 tarihinde yapılan genel bir toplantıda “Halk Partisi Tüzüğü” kabul edildi. Bu tarih, Halk Partisi’nin kuruluş tarihi olarak benimsendi. 9 Eylül 1923 tarihi, İzmir’in kurtuluşunun birinci yıldönümüydü. İleride de değineceğimiz gibi parti, kendisi ile Ulusal Mücadele arasında bir bağ kurmaya sürekli olarak özen gösterdi.
11 Eylül tarihinde, genel başkanlık ve yönetim kurulu seçimleri yapıldı; 23 Ekim tarihinde de partinin kuruluş dilekçesi İçişleri Bakanlığı’na verildi. Kesin olarak Halk Partisi’nin kuruluş tarihi “9 Eylül 1923” olarak benimsendi.
CHP’nin 1923 tarihli ilk tüzüğü, tek parti dönemi CHP tüzüklerinden ayrılmaktadır. 1927 yılına kadar, bazı küçük değişikliklerle varlığını koruyan bu tüzük, partinin genel ilkelerinin belirtildiği ilk 7 madde göz önüne alındığında “demokratik ve özgürlükçü” bir içeriğe sahiptir. Böylesi evrensel içerik uzun süre korunmadığını hepimiz biliyor veya tanığıyız.
CHP Tüzüklerinin Karşılaştırılması:
1923 yılından 2000 yılına kadar geçen süreçteki CHP tüzüklerini daha kolay ve anlaşılabilir bir şekilde değerlendirmek için alt başlıklar halinde ele almak gerekir:
Genel Başkan, Genel Başkan Vekili, Genel Sekreter, Genel Merkez Organları (Genel İdare Kurulu, Sayman, MYK, PM gibi), Büyük Kurultay, Taşra Örgütü, Parti Üyeliği, Parlamento Örgütü, Partinin Genel İlkeleri/Ahlaki Ölçütler ve Partinin Yan Örgütleri...
CHP tüzüğünde Genel sekreterlik(Katib-i Umumi) işlevi 1923 yılından günümüze dek değişikliklerle geldi. Bazen ileride, bazen geride kalarak...
Genelde sol partilere özgü olan Genel Sekreterlik CHP’de, tek parti dönemi boyunca partinin üçüncü, 1950 sonrasında ise ikinci görev konumunda olduğunu belirtmiştik:
1923 Tüzüğü’ne göre; CHP Genel Başkanı, 9 kişilik Genel İdare Kurul (Umumi Heyet-i İdare) üyelerinden birini Genel Sekreter olarak atardı. Genel Sekreter, tüzüğün 33. Maddesine göre Genel Başkan adına görev yapardı.
1923 Tüzüğü’nde etkin ve güçlü bir kurum olarak görülen Parti Meclisine(Fırka Divanı) bağlı bulunan Kalem Heyeti’nin başı Genel Sekreter’dir. 30. maddeye göre Kalem Heyeti’nin üyelerini Genel Başkan saptar.
1927 Tüzüğü’nde görev ve etki alanı güçlendi ve 30. maddeye göre Genel Sekreter; Meclis Başkanı(Riyaset divanı), Parti Meclisi, Parti Meclisi ve TBMM namına belli bölge müfettişleriyle haberleşir ve talimat verir, lüzumu halinde halkın aydınlatma ve doğru yolu gösteren bildirimde bulunur denilmektedir. Böylelikle, 1927 Tüzüğü ile Genel Sekreter’in güçlendiğini görüyoruz.
1946-1947’larda asıl güç Genel Başkan’da idi. Çünkü, 21 ve 24. maddeye göre Genel Başkan Vekili ve Genel Sekreter’i bizzat Genel Başkan belirleme yetkisine sahipti.
1931 tüzüğe göre Genel Sekreter görevinin giderek güçlendiğini görüyoruz:
CHP’nin 1931 tarihli Tüzüğü’nün 23. Maddesi Genel Sekreter başlığını taşıyor ve görevlerini şöyle sıralıyordu:
Genel Sekreter, Genel Başkan adına vazife görür. Genel Sekreter, Genel Başkanlık Makamının, Genel İdare Kurulunun ve Parti makamının kararlarını bildirir. Bunları sonuçlandırır; Parti Örgütü haberlerini ve parti işlerini takip eder.
Partiye ait müracaatların kabul aracıdır. Genel Sekreterlik partiye bağlı başka tüzel kişiliklerin de bağlantı yeridir.
1931 yılından itibaren Genel Sekreterlik bünyesinde 13 Büro oluşturulmuş. Büroların dağılımı ve görevleri:
- “A. Gurubu:
- Birinci büro –Örgüt, seçimler, Parti kongreleri.
- İkinci büro – Genel dilekler ve müracaatlar.
- Üçüncü büro –Parti dışında başka sivil toplum örgütlerinin ve partilerin görevlerini inceleyip ve izlemek.
- Dördüncü büro – Parti örgütünün teftişi.
- B. Gurubu:
- Beşinci büro – Ulusal kültür, bilimsel çalışmalar ve bu konuda yayın.
- Altıncı büro – Spor ve gençlik
- Yedinci büro – Halk dershaneleri, okuma yazma, halk konuşmacıları(hatipleri) örgütü, yani parti propagandistleri..
- Sekizinci büro – Basın, Parti yayını, parti programının tanıtılması ve propaganda.
- C. Gurubu:
- Dokuzuncu büro – İş, işçiler, esnaf örgütü, serbest meslek.
- Onuncu büro – Ekonomik durumun incelenmesi ve tartışılması. İktisat vaziyetinin tetkik ve görüşülmesi.
- D. Gurubu:
- Onbirinci büro – Sosyal Yardım örgütü .
- Onikinci büro – Parti faaliyetinin hukuk esaslarıyla yazılması.
- Onüçüncü büro – Merkez ve taşrada bütçe, aidat, bağışlar, gelirler ve hesap işlerinin usulünde düzenlenmesi ve takibi. Parti emlak ve eşyasının işlem ve kayıtlarının düzenlenmesi ve takibi
CHP Genel Sekreterliği bünyesinde oluşturulan bu büroların parti örgütü ile olan yazışmaları, 1931 yılından 1945 yılına kadar (14 yıl), 22 ciltte toplandı. Gizli olan ve sadece parti örgütlerinde bulunan bu yazışmalar, bugün CHP tarihi açısından son derece önemlidir.
Türkiye Cumhuriyeti ile özdeş bir parti olan CHP’nin arşivinin olmaması düşündürücüdür.
CHP arşivinin yok olması CHP tarihinin yok olması demek olduğu kadar, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin yok olması demektir. CHP’nin kendi arşivini oluşturması son derece gereklidir ve bunun için gerekli çalışmaların yapılmasını zorunlu görmekteyiz.
1936-1939 yılları arasında CHP Genel Sekreterliği ilginç bir gelişmeye sahne oldu.
1939 CHP tüzüğü, Beşinci Büyük Kurultayın 1 Haziran 1939 tarihindeki toplantısında kabul edilmiştir:
Burada partideki sağ unsurların CHP’yi nasıl otoriter faşizan bir partiye dönüştürmek istediklerine değinmek gerek. Bu nedenle Otoriter bir Kemalist ideoloji oluşturmaya çalışan, faşizan bir parti tüzüğü ve programı hazırlandı. Hazırlayan Recep Peker Genel Sekreterlik görevinden alındı. Peker’in görevden alınmasında hükümet işlerine karışmasının da etkisi vardı.
Peker görevden alındıktan sonra, CHP Genel Sekreterliği’ne İçişleri Bakanı Şükrü Kaya getirildi. Kaya, hem İçişleri Bakanlığı hem de CHP Genel Sekreterliği görevini birlikte yürütecekti. Uygulama bununla da kalmadı; tüm Türkiye’deki valiler, CHP il başkanlıklarını üstlendiler. Bu, parti-devlet özdeşliğinin işareti idi; ama, dikkat çekici olan parti’nin devlet’e egemen olması değil, devlet’in parti’ye egemen olmasıdır.
Böyle bir uygulamaya gidilmesinin nedeni, o dönemin dünyasında otoriter ve totaliter rejimlerin (Almanya, İtalya, Sovyetler Birliği ...) tek partilerinin (faşist, komünist) devlet yönetimini ellerine almalarıdır. Türkiye, bu partilerin tersine olarak, parti’yi devlet’in kontrolüne verdi. Böylece, Türkiye’de totaliter eğilimlerin önüne geçilmiş oldu.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında çok farklı düşünceleri yapısında bulunduran tek bir parti vardı. O da CHP idi. CHP içinde bir gurup sola yatkındı, sağ ideolojiye yatkın olanlar ise döneminin totaliter partilerine yakın hissediyordu. 1920-30’lu yıllarda “Radikal ve Radikal ve Benzeri Partilerin Uluslararası Birliğine gözlemci olarak katıldı. Bilindiği gibi; 1970’lerde Sosyalist Enternasyonal içinde yer aldı.
1943 CHP tüzüğü, Partinin VI. Büyük Kurultayının 12 Haziran1943 tarihindeki toplantısında kabul edilmiştir.
1943 CHP Tüzüğü ve Genel Sekreter gücünün azaltılması: Ve CHP, 1939 sonrası Genel Sekreter yetkileri ve işlevsel gücü azaltıldı. Örneğin; 1939 tarihli Tüzüğü’nde İçişleri Bakanı’nın CHP Genel Sekreteri, valilerin de CHP il başkanı olması uygulamasına son verildi. Bu tüzüğe eklenen Genel Sekreter’in hükümete girmesinin sağlayan 28, 29,26, 24 ve 27. maddeler 1943 Tüzüğü’nde kaldırıldı.
Tek parti döneminde Atatürk’ün Recep Peker’i görevden almasının dışında Genel Başkan-Genel Sekreter çatışmasından söz edilemez. Bu dönemde Genel Sekreterler
Genel Başkan tarafından atanmaktaydı.
1950 Sonrası Genel Sekreter İşlevi Ve Kasım Gülek Olgusu: 1950 senesi Genel Sekreter’in güçlenmesinin başlangıcıdır. Çünkü; 1950’de CHP’nin iktidarı kaybetmişti. Bu nedenle, Parti örgütünün Kurultay’da ağırlığı arttı. Böylelikle; Genel Sekreter’i atama yetkisinin Genel Başkan’dan alınmasıyla dengeleri Genel Sekreter lehine değiştirdi.
Üzülürek belirteyim ki bu da Genel Başkan ile yarışan-çekişen bir Genel Sekreter profili yarattı. Yani; 1950 sonrasında CHP’de yoğun bir şekilde Genel Başkan-Genel Sekreter çatışmasını yaşanmaya başlandı. En başatı da; İsmet İnönü-Kasım Gülek çekişmesi idi. Bu da beraberinde, İsmet İnönü-Bülent Ecevit çekişmesi getirdi.
29 Haziran-3 Temmuz 1950 tarihinde toplanan 8. Kurultay’da, Genel Sekreter’in Kurultay tarafından seçilmesi esası benimsendi. Bu, Kurultay’da delege sayısının artmasının bir sonucuydu. Söz konusu değişiklikle, Genel Başkan’a karşı Genel Sekreter bir denge unsuru olarak çıkıyordu.
Gerçekten de, bu 1950 Kurultayı’nda tek parti döneminde düşünülmesi bile imkansız olan bir olay gerçekleşti; İnönü’nün adayıTevfik Fikret Sılay karşısında, "çarıklı politikacı" lakabıyla anılan Kasım Gülek Genel Sekreter seçildi. Bu, İnönü’nün Kurultay’da aldığı ilk yenilgiydi. Böylece, Genel Başkan-Genel Sekreter çatışması başlamış oldu.
Kasım Gülek kim: Kısaca Kasım Gülek; 1905, Adana doğumlu, 19 Ocak 1996’da Washington’da yaşamını yitirdi. 1050-59 arası Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) genel sekreterliği yaptı. 5. Ecevit Hükümeti'nde Devlet Bakanı olan Tayyibe Gülek'in babası.
Ecevit adeta; İnönü’ye ilk savaşı açan kendisinin esin kaynağı ‘kendisi gibi Robert Koleji mezunu olan’ Kasım Gülek’e adeta teşekkür edercesine Tayyibe hanımı bakan yaptı. Babası gibi; 1991 yılında Harvard Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nden (ABD)derece ile mezun oldu(Baba kız ABD tandaslı denebilir).
Kasım Gülek Robert Kolej’i mezunu. 1928’de Paris’teki Ecole des Sciences Politiques’i bitirdikten sonra Columbia Üniversitesi'nde iktisat dalında doktorasını tamamladı. Rockefeller Vakfı kursiyeri olarak daha sonra Londra Üniversitesi'nde ve Keynes’in öğrencisi olduğu Cambridge Üniversitesi'nde İktisat ve Maliye bölümlerinde öğrenim gördü. Daha sonra Almanya’da Berlin ve Hamburg Üniversitelerinde doktora sonrası çalışmalar yaparak hukuk eğitimini tamamladı..
Son günlerin moda suçlaması Fetullah Gülenlikle suçlanır oldu-ki eskide kominizm idi- Kim tarafından suçlandı, “Hoca efendi, hoca efendi” diyerek salya sumuk savunan kişi ve gazetelerce. FETÖ’cu idiler, ERTÖ’cu oldular. Yeni Şafak, Fethullah Gülen’le ilgili gün yüzüne çıkmamış belgelere ulaştı.
1969 yılında Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası tarafından üstün hizmetleri karşılığı taltif madalyası ile ödüllendirilen Gülen, 1975’te ise Türkiye Büyük Mason Mahfili’ne gizli yemin töreniyle girmiş. Cenaze namazını kıldırdığı CHP’li Kasım Gülek’in mektubuna göre, ‘her Masonun rüyası’ olan en büyük madalyaya da ulaşan Gülen’den, locadaki arkadaşları da oldukça memnun.
Gülen, dönemin Tenis Eskrim ve Dağcılık Kulübü’ndeki ‘kardeşler sofrası’na ‘tuz ve ekmek paylaşmak’ için muntazaman katılmış(Mart 30, 2015). Bitmedi; Gülen'in daha askerlik döneminde Mason teşkilatları ile bağlantıları, bu bağlantılar üzerinden Moon tarikatı, MOSSAD ve CIA ile irtibatları, gençlik döneminden itibaren bir proje olarak yetiştirilip hazırlanmasına dair çarpıcı bilgi ve belgeler gün yüzüne çıktı.
Elbet doğruluk payı var. Bir vaazcının bu denli yükselmesinin arkasında elbet ki bir gizemli güç silsilesi olacak. İyi de, bir Ermeni sucuk imalatında sıradan bir muhasebeci olan ve üniversite diploması tartışılan Recep Tayyip Erdoğan, 3 günde kurduğu parti ile bu seviyelere nasıl geldiğini de araştırsalar acaba neler bulurlardı vs, vs..Vesselam kısa kelam; al birini vur hepsini..
CHP’mize tekrar gelelim: Kasım 1951 tarihinde toplanan 9. Kurultay’da Genel Sekreter’in seçimi ve görevleri şöyle tanımlanmış: “Genel Sekreter, Kurultay tarafından gizli oyla seçilir. Vazifesi, yenisi seçilinceye kadar devam eder. Genel Sekreterliğin boşalması halinde, alışılmış Kurultay’a kadar, yenisi Parti Meclisince seçilir” (madde 31).
Genel Sekreter, Parti Meclisi tarafından seçilen Merkez İdare Kurulu’nun başkanıdır (madde 32). Genel Sekreter, Merkez İdare Kurulu üyelerinden birini saymanlığa atar ve üyeler arasında işbölümü yapar. Genel Sekreter yardımcılarından biri idari işlere, diğeri propaganda işlerine bakar (madde 33).
Genel Sekreter, Merkez İdare Kurulu’na ait görevlerin yerine getirilmesini sağlar. Genel Sekreterlik parti örgütünün başvuru ve haberleşme yeridir. Partiyi mahkemelerde, devlet daire ve kurumlarında ve üçüncü şahıslarla hukuki işlem ve ilişkilerde Genel Sekreter temsil eder (madde 34)
1950’li yıllarda giderek artan İsmet İnönü-Kasım Gülek çatışması, 14. Kurultay’da (12-15 Ocak 1959) sonuçlandı. Kurultay’ca seçilen Genel Sekreter’in başına buyruk hareket ettiği ve denetim dışı olduğunu ileri süren Gülek karşıtları, Kurultay’da şu esasın kabul edilmesini sağladılar. Genel Sekreter Kurultay’ca seçilecek, gerektiğinde Parti Meclisi tarafından üçte iki çoğunlukla görevden alınabilecekti (madde 25).
Daha önce ise, Genel Sekreter sadece Kurultay tarafından görevden alınabiliyordu. Kabul edilen esas aslında bir uzlaşmaydı. Bu esasa göre, Genel Sekreter’in Kurultay dışında görevden alınması iolanaksız olmaktan çıktı; ama yine de, üçte iki çoğunlukla onu görevden almak çok zordu.
Burada Kasım Gülek’in geri adım atması söz konusudur; ancak, İnönü de tek parti dönemindeki gibi Genel Sekreter’i atama ve istediği zaman görevden alma yetkisine de sahip değildi. O dönem çok gerilerde kalmıştı. Parti içindeki çekişmeler sonucunda Eylül 1959 tarihinde istifa etmek zorunda kalan K. Gülek, İnönü karşısında yenilgiye uğramış oluyordu. Ancak, her ikisi arasındaki mücadele burada bitmedi.
Ağustos 1961 tarihli 15. Kurultay’da İnönü ve Gülek yeniden karşı karşıya kaldı. Gülek karşısında zor durumda kalan İnönü, Kurultay’a, “ya o, ya ben!” diyerek rest çekti. Kurultay, İnönü’nün isteğini kabul etmek zorunda kaldı; ama, bu restleşme İnönü’nün yıprandığının bir göstergesiydi. Bu kez İnönü kazanmıştı. Ancak, 11 yıl sonra benzer bir restleşmede kazanan Genel Sekreter (Ecevit) oldu.
Ve Genel Sekreterlik gücü ortadan kaldırıldı: 1961 tarihli Kurultay’da yapılan değişiklikle, Genel Sekreter’in Kurultay tarafından seçilmesi esası kaldırıldı; bu yetki, Parti Meclisi’ne verildi. “Genel Sekreter, Parti Meclisi tarafından ve kendi üyeleri arasından gizli oyla seçilir” (madde 31) denildi. Genel Sekreter ve Merkez Yönetim Kurulu üyeleri, Parti Meclisi’nin salt çoğunluk kararı ile görevden alınabilecekti. Böylece, Genel Sekreter’in Kurultay tarafından seçilmesi ortadan kaldırıldığı gibi, görevden alınması da kolaylaştırıldı (madde 25).
11 yıllık bir mücadele sonunda Genel Başkan iki aşamalı bir planla (1959 ve 1961) Genel Sekreter’in gücünü kırmayı başardı. Ancak, bu Genel Başkan-Genel Sekreter çatışmasının sonu demek değildi.
1965’te CHP’nin kendini “ortanın solu”nda tanımlaması ve 1966’da Bülent Ecevit’in Genel Sekreter seçilmesi CHP için yeni bir başlangıcı ifade ediyordu. Ecevit’le CHP, Kasım Gülek’ten sonra kitlelerle iyi ilişkiler kurabilen ikinci bir Genel Sekreter’e sahip oluyordu. Bu dönem CHP içinde çatışmaların tırmandığı yıllar oldu. Başlangıçta İnönü’nün desteklediği Ecevit, daha sonra İnönü ile karşı karşıya geldi.
Olağanüstü Kurultay’da “ya ben, ya Ecevit” diyen İnönü, bu Kurultay’a fikrini kabul ettiremedi ve birkaç gün sonra Genel Başkanlık’tan istifa etti. O Kurultay’da CHP Genel Sekreteri Kamil Kırıkoğlu’nun İnönü’ye karşı söylediği sözler bugün çok daha geçerlidir:
“Açık söylüyorum, demokratik bir partinin kanunlara saygılı özgür üyeleri mi olacağız, yoksa kapıkulları mı olacağız?”
Bundan sonraki süreçlerde, CHP Genel Sekreter işlevi her geçen gün zayıflamaya başladı. Dün, demokratik kurultaylardan söz eden Ecevit özgür delege profilini, CHP’den ayrıldıktan sonra kurduğu Demokratik Sol Parti yapısında tamamen ortadan kaldırdı.
CHP’nin 1976 tarihli Tüzüğü’nde Genel Sekreter’in Genel Yönetim Kurulu üyeleri arasından üye tam sayısının salt çoğunluğu ile seçileceği belirtilmektedir. Bu maddede, Genel Sekreter’in 4 Genel Sekreter Yardımcısı’nı ve bir Genel Sayman’ı Genel Başkan’ın onayı ile seçeceği de yer almaktadır (madde 32).
Burada Genel Sekreter’e ait diğer görevler yukarıda sayılanlardan farklı değildir. Genel Sekreter yardımcılarının ve Genel Saymanın Genel Başkan’ın onayı ile atanması, Genel Başkan’ın etkisinin arttığının bir göstergesidir.
Bu süreç Genel Sekreter’in edilgenleştirildiği ve gücünü kaybettiği süreçtir ve bu mantıkla günümüze dek gelinmiştir. SHP’nin 1985 tarihli Tüzüğü’nde; dört Genel Başkan Yardımcısı, bir Genel Sekreter, dört Genel Sekreter Yardımcısı ve bir Genel Sayman’ın Merkez Karar ve Yönetim Kurulu üyeleri arasından üye tam sayısının salt çoğunluğu ile seçildiği ve bunların Genel Başkan’ın başkanlığında başkanlık divanını oluşturduğu belirtilmektedir (madde 30).
SHP’nin 1987 tarihli Tüzüğü’nde ise; PM ve MYK olarak iki ayrı birim vardır ve PM, MYK üyeleri arasından gizli oyla, üye tam sayısının salt çoğunluğu ile bir Genel Sekreter seçer.
Genel Sekreter, Genel Başkan’ın onayı ile MYK üyeleri arasından altı Genel Sekreter yardımcısı belirler. Genel Sekreter ve MYK üyeleri, PM’nin üye tam sayısının salt çoğunlu ve gizli oyla görevden alınabilir (madde 29) 32. Bu durum, SHP’nin 1993 Tüzüğü’nde de değişmeden kalmıştır (madde 29).
İşte bu anlatımlarla; güçlü, ama Genel Başkanla yarışmayacak, fakat gerektiğinde parti taşıyabilecek Genel Sekreter profili betimlenmektedir.
Vesselam kısa kelam; Lider Onaran Değil, Altı Ok Bütününde Parti Politikalarını Onaran Tüzük Gerekir: Türkiye'de birkaç kişi düşünür, birkaç kişi siyaset yapar, birçok kişi peşinden gider. Ben bir çok kişden biri olarak diyorum ki: Tüzük kurultayları bitiyor, tartışmalar bitmiyor.
CHP’nin Genel Başkan’a gereksinimi yoktur, aksine; CHP’nin sadece ‘yönetim yapısını besleyecek’ güçlü bir Genel Sekreter örgütlenmesine gereksinimi vardır.
Demokratik tüzük; refakatçi-karşılayıcı-ağırlayıcı kimliğinden soyut, güçlü lider ve güçlü parti politikaları için etkin, üretken ve yaratıcı, savaşçı bir Genel Sekreter yapısını’ temel koşul alan tüzüktür.
Bu nedenle, öteden beri söylendiği gibi; ‘Olağanüstü tüzük Kurultayı’ndan çok, İl, İlçe örgütleri bütününde partiye kayıtlı üyelerin görüşlerini içeren uzun soluklu olağan tüzük kurultayı kesinlikle yaşama geçirilmelidir. Böylesi bir süreç; demokratik tüzük sürecidir.
Yapılması gereken tüzük kurultayı ile parti yapısında değişiklikler içeren inşa süreci işletilmeli. Spontane maddelerle yapılacak tüzük kurultayı; ancak, CHP’nin var olan tüzük gereksinimini, grup gereksinimine indirger ve toplanacak olağan kurultayda karşıtların avantaj elde etme savaşına dönüşür.
CHP’nin demokratik tüzüğü, salt CHP’nin demokratikleşme belgesi değil, Türkiye’nin demokratikleşmesinde de etkin bir belgedir. Bu nedenle olguyu Türkiye geneline yaymak için parti kayıtları yaygınlaştırılmalıdır.
CHP acımasız dış saldırılar karşısında bir bütün olması gerekirken, CHP’nin tüzük üzerinden kendi kendine saldırması talihsizliktir. Özellikle iktidar yandaşı TV kanallarında, CHP içindeki karşıtların bir çatışma içine girmesi ve “İşte CHP bu” demek isteyenlerin bir oyunu olduğunu algılayamamak yanlışların en büyüğüdür.
Kurgu siyaset, uzlaştırıcı ve kucaklayıcı olmayan seçmeci-eklektik siyasetin kapısını aralar ve emperyallerin çıkarlarına özdeş anlık siyasetçileri egemen kılar ve de bağdaştırıcı seçenek siyasetin gerilimini düşürerek süregelen durumu, yani statükoyu besler.
Siyaset bilimi, monistik, yani gerçeğin tek olması öğretisi değildir. Daha açık söylemle; Siyaset, salt bir teori veya değere inanış değildir, çünkü bunun politik yansıması, tek güç, yani totaliter duruştur.
Genel Başkanı onaran demokratik tüzükten çok, oligarşik lider çatısını öne çıkarmama adına; CHP’nin 6 okunu onaran ve dünyanın özgün gelişim ve değişimine uyarlayabilen bir demokratik tüzük öne çıkarılmalıdır.
Benden bu kadar. Gerisi, politika yaptığını sanan parti egemenlerinin...
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
Teknopolitikalar Platformu
evesbere@gmail.com
GSM: 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder