Ana içeriğe atla

"LAZLARIN TARİHİNE ARHAVİ SÜLALELERİ ÖZELİNDE KATKI" ADLI YAZI 2005'TEN BU YANA BÜYÜYEREK 750 SAYFAYA ULAŞTI..

LAZLARIN TARİHİNE “ARHAVİ SULALELERİ ÖZELİNDE” KATKI

Arkadaşlar bu yazımı 2005'te yazdım ve 2007'de internete koydum. 2009'da güncelledim ve hala güncellemeye devam ediyorum ve de 700 sayfayı geçti. Bu ön yazımı bazı arkadaşlar kaynak olarak kullanıyorlar. Nedense bir grup arkadaş ise kaynak belirtmiyor.. Lütfen...

Arkab-Arkabi-Arkava-Arhavi

Öncelikle Arhavililer vakfı ile birlikte “Kültür ve Sanat Komisyonu”na ‘Lazca Dilbilgisi’ çalışmasından dolayı kutluyorum; özellikle Lazca’yı anlaşılmaz kılan sözcüklerden arındırarak, Latin harflerine dayalı ilk Lazca alfabeyi hazırlayan Fahri Kahraman’ın evrensel çalışmasını kamuoyuna sundukları için…

Güney Kafkas dillerine bağlı Gürcüce, Megrelce, Lazca ve Svanca dil ailesi içinde yalnızca Ülkemizdeki Lazca, Latin alfabesinden geliştirilen bir alfabeyle yazılır olması gurur verici olmanın yanında gerekli bir çalışmadır. Çünkü diğer tüm Güney Kafkas dilleri ‘Kart’ alfabesiyle yazılmaktadır. Gerçek şu ki; Latin alfabesiyle yazı dilini geliştirmiş olan Arhavili Fahri Kahraman’ın çalışması kadar, bunu gün ışığına çıkaranlar da beğeniyi hak etmişlerdir…

Eğer, Bizans tarihçisi Myrinali Agathon: “Lazlar kalabalık ve savaşçı bir halk. Birçok boy onların egemenliği altındadır. Lazlar eski isimleri olan, Kolhi ismi ile belki de haklı olarak aşırı gurur duyuyorlar. Ben bugüne kadar halklar arasında Lazlar kadar ünlü, zenginlikten bu kadar çok nasibini almış, bu kadar çok tebaası olan, rahat bir coğrafi konumu olan, yiyeceği bol ve refah içinde yaşayan, böyle sağlam karakterli bir halk daha görmedim.” diyorsa, böylesi varsıl kültürün tarihini araştırmak gerekir. Bunu dünya kültürlerinin yaşatılması bağlamında zorunluluk olarak görmeliyiz.

Aslında tüm kültürlerin korunması konusunda duyarlı olmak evrensel bir gerekliliktir. Anımsayanlarınız vardır; Kuzeybatı Kafkasya da Abhaz-Adıge dillerinden biri olan Ubıhça veya Ubıh dilini (Adıgece: "Vıbıh dili”) konuşan son birey Terfik Esenç'in 8 ekim 1992'de Sapanca’da ölmesi; Vıbıh dilini ve kültürünü de öldürmüştü. Esenç’in ölümü bana; Konfüçyüs’ün şu sözünü anımsattı:Bir kültürü dağıtmak ve yok etmek istiyorsanız, öncelikle dilini bozmanız, yozlaştırmanız gerekmektedir.

Türkiye'de Lazca, Latin alfabesinden geliştirilen bir alfabeyle de yazıldığına göre gençler arasında yaygınlaştırılmalıdır. Çünkü büyük kentlere göçen genç nüfusun hızlı asimilasyonu “Laz Dili”ni de ciddi bir yok olma sürecine sokmuştur. Korkum; duyarsızlık nedeniyle “Ubıhça Vıbıh” dilinin yazgısıyla karşı-karşıya kalmasıdır.

22 Aralık 1997 tarihli Radikalde ‘Laz tarihi ve dili’ konusunda şunları yazmışım:

Doğu Karadeniz’in Çayeli Kemer Köyüne dek olan batıdaki kıyı ve güney dağ bölgeleri ve vadilerdeki-ki M.Ö. 6. Yüzyıla ait Güney Kafkasya’nın politik durumunu anlatan Yunan tarihçisi Herodotos, Kolhların kurduğu Kolheti ülkesinin sınırlarını; Giresun’dan batum’a dek uzandığını yazar- isim ve sözcükler genelde M.Ö’ sinin antik ve M.S’ sinin geçmiş uygarlıklarına ait olmasına karşın özellikle isimlerin etimolojik(kökensel) açılımlarını zaman-zaman söylencelere dayandırmaktayız. Örneğin Arhavi adının tarihi akış içinde ‘Arkab-Arkabi-Arkava-Arhavi’ şeklinde seyrettiğini öğreniyoruz. Kökensel açılımı ise, Kapisre deresinden sahile inen devasa ağaç kökleri söylencesine dayandırılmış. Bugünkü Arhavi’nin olduğu Tepelere yerleşmiş Lazlar her sel sonrası belli periyotlarda tek-tek sahile inen devasa ağaç köklerini görünce; “ Hol(yine) AR(tek)KAP(ağaç kökü) kogehtü(indi)” haykırılışlarıyla sahile koşarlarmış. Ağaç köklerinin durduğu dere ağzı yerleşim alanı seçilmesinden sonra, yöre ARKAP olarak anılır olmuş. Zamanla da sözcük ARHAVİ’ye dönüşmüş(Radikaldeki yazımda olmayan bir bilgiye yer vermek istiyorum. Bülent Nuri Kurdoğlu’nun verdiği bilgiye göre ise: İstanbul ‘Beylerbeyi’nin Bizans hanedanlar dönemindeki adı Arhavi. Adını oraya egemen Hanedan üyesi Arhavi komennos adlı bir dük’ten alıyor. İstanbul’dan uzaklaştırılınca, kız kardeşi Diana ile birlikte bugünkü Arhavi’ye geliyor(Doğu Karadeniz’de komenoslar devri: 1204-1461). Cığa dağında bir kale inşa ettiriyor ve yerleşiyor. Ve bu yöre Arhavi olarak anılmaya başlıyor..

Tarihi gerçekleri Osmanlı arşivinden çıkarmadığımız sürece belli ki böylesi söylenceleri dinleyeceğiz.

Eğer tarihçiler; Sürmene adının etimolojik (kökensel) açılımı için: “Isus Ormon. Anlami: Isus ırmağı.” Yaklaşımıyla, Helen sözcüğünün evrimleşerek bugünkü Sürmene olduğunu söylüyor ve doğru kabul ediyor ise; Arhavi’nin dil kuramıyla çelişmeyen ağaç kökü söylencesine dayalı “AR-KAP” olgusunun daha bir doğru yaklaşım olduğunun kabul edilmesi gerekir.

Kemer Köyü ve sarp Köyü sınır bandıyla, güneydeki dağ ve vadilerdeki isim ve sözcükler ise; yöreye genelde egemen olan bir diğer uygarlık dili olan Laz diline aittir. Çünkü Sokrates'in öğrencisi antik çağ tarihçisi Yunan Ksenofon ya da Xenophon (M.Ö: 430?-355?)’nun verdiği bilgilere göre M.Ö. 400 yılında Doğu Karadeniz’de yaşayan, yani Kemer Köyünün doğusundaki kavimler; Kolhlar, Driller, Mossinoikler, Haibler ve Tibarenlerdir bunlar kesin Roma veya Yunan kökenli değillerdir.

Kolhlar Lazların ataları. Belli ki Doğu Karadeniz'in en eski uygarlığı/Kültürü. Bir yerlerden geldiklerini zannetmiyorum. Ama bir yerlere gitmiş olabilirler. Kaynaklara baktığımızda septik(şüpheci) yaklaşımımı doğrulayan verilerle ve olgularla karşılaşıyoruz: Uygarlıkların yayılmasına yeni kültürlerin doğmasına neden olan göçler Anadolu’yu sürekli etkilemiştir. Bunların en büyüğü; Orta Asya'da yaşayan kavimlerin şiddetli ve uzun süren kuraklık sebebiyle doğuya, kuzeye, batıya ve güneye gitmelerine neden tarihteki ‘Kavimler Göçü’dür (M.Ö. 3000-4000).

Diğer göçleri şöyle sıralayabiliriz: Anadolu aynı bölgede M.S. 6. Yüzyıldan itibaren başlayan ve asıl ağırlığı batı istikametinde olan ve 17. Yüzyıla kadar devam eden Türk göçleri. ‘Doksan üç’ Harbi diye adlandırılan meşhur 1877-78 Osmanlı-Rus savaşları esnasında, Tuna boylarında, Balkanlarda ve Kırım'da yaşayan Türklerin eşi görülmemiş Rus ve Hıristiyan zulmü, vahşeti karşısında Anadolu'ya yaptıkları toplu göç. Son olarak 1950'li yıllarda, Komünist İdareler; Müslüman halkların, Balkan ülkelerinden Romanya, Yugoslavya, Bulgaristan ve Rusya'dan Türkiye'ye toplu olarak göçlerine neden olan göç.

Tüm bu göçler, Anadolu’nun etnik yapısıyla birlikte, sosyal ve kültürel yapısının harmanlanmasına neden olmuş, etnik dilleri olumsuz etkilemiştir. Lazlar bunların başında geliyor, çünkü, özellikle kavimler göçü olmak üzere, tüm göçlerin istasyonu Kafkasya’nın güneyidir. İnsanlar sürekli buralardan yayıldılar, batıya ve Anadolu’ya. Eğer “M.Ö-M.S”sinin tarihçileri Lazları antik çağ ve sonrasında Kolhis’ler diye tanımlıyorsa, kolhis’ler Lazların atalarıdır-ki doğrudur- O halde, Lazlar Kafkasya’da ‘Kavimler göçü’ öncesinin sahipleri olarak görülmelidir. Lazlar buraya bir yerlerden değil, buradan bir yerlere dağılmışlardır. Bilmem belki de insanlık tarihi burada başlamıştır (Ne ilginçtir ki bu yazımdan 6 yıl sonra güney Kafkasya da yapılan kazılarda; ilk canlı türü olan insanin atası Homo Erectus’un 1.700.000 yıllık fosili bulunmuştur. Dünya’da bulunan en eski Homo Erektus fosili olarak kayıtlara geçmiştir. Yakın zamanlarda; Arkeologların ve Antropologların. Bu bölgede yoğunlaşmaları daha da ilginç. Tüm bunlar bölgedeki insan varlığının ne kadar eskilere dayandığının göstergesi. Birileri artık; Doğu Karadeniz’in yerli halkı Lazlar’ın ve diğer Kafkas halklarının Doğu Karadeniz'e ve Kafkasya'ya nereden geldiklerini değil, insanların Doğu Karadeniz'den ve Kafkasya'dan nerelere yayıldıklarını tartışabilirler....)

Kaynaklara baktığımızda; M.Ö. 150-M.S. 600 yılları arasında Doğu Trabzon ile Abhazya arasında kalan sahil ve hinterlandının tek hakimi olan Laz krallığının bu bölgede yaşayan çok sayıda halkı yönettiklerini görüyorsunuz. Bölgeye bizzat giden Prokopius'un notları (MS 554) yazarın Çani olarak adlandırdığı Lazlar hakkında detaylı bilgi vermektedir: Lazlar; kadim (eski) zamanlardan beri, herhangi bir hükümdara bağlı olmayan bağımsız bir halk olarak yaşamışlardır. Bizanslı tarihçi Agathias'ın ise M.S. 6. Yüzyılda tuttuğu notlarda Laz ve Kolhis terimlerini ödeştirmektedir: “Lazlar büyük ve gururlu bir halktır ve onlar, oldukça önemli başka kavimlere hükmetmektedirler. Kolkhidalıların antik isimlerine bağlı olmaları ile abartılı bir şekilde gurur duyuyorlar ve muhte- melen kibirli yaklaşımları da bundan kaynaklanmaktadır"

Bundandır ki; Doğu Karadeniz’de her oluşumun eski bir sözcüğü, her nesnenin eski bir adı vardır. Ancak, bu bu isim ve sözcüklere günümüzde rastlayamazsınız. İlkin yerleşim yerlerinin ve bölgelerinin adları değişti. Önce Osmanlıcalaştırıldı, sonrasında Türkçeleştirildi. Nöğedi, 17. yy’da Makriali olarak Osmanlıca’ya, sonra da Kemalpaşa olarak Türkçe’ye dönüştürüldü. Sırasıyla; Aslağa Abuislah, Sidere Derecik, Lome Yolgeçen oldu. Jordanialar Cordan, Mouravişvililer Muradoğlu yapıldı. Evrensel kültürün zengin mozaiği diller, sanki bile-bile yok edildi. Anadolu’muzu ben kültürün evrensel köprüsü olarak görürüm. Böylesi yaklaşımlar bu evrensel köprüyü her geçen gün örseleyecektir.  

Kent, köy ve bölge adları binlerce yıllık uygarlıklardan süzülerek gelmiştir. Değiştirilmemelidir diye düşünüyorum. Bir dilin yok edilmesi bir kültürün tüm geçmişiyle yok edilmesidir. Bir dili ve kültürü öldürerek bir başka dil ve kültüre yaşam veremezsiniz. Aksine evrensel kültürü örselersiniz. Dünya üzerinde 5 bini aşkın dil var. Egemen dilerin baskısı, küresel saldırı karşısındaki tek tipleşme, her türlü emperyal baskı ve kültür emperyalizmi bu dillerin çoğunu öldürme sürecine soktuğu bilinen bir gerçek. Bu bağlamda en azından her ülke kendi içinde, dilleri ve kültürleri yaşatmaya yönelik evrensel kültürel politikaları uygulamaya sokmalıdır. Onun için; Milliyetçi ırkçı politikalardan kendimizi arındırarak, dillerimizin evrensel işlevini “Türkiye Cumhuriyeti”’nin üniter yapısına saygılı kalarak korumalıyız; eğer evrensel kardeşliği istiyorsak.

7 yıl önceki bu yaklaşımımı doğrulayan sürece işaret etmek gerektiğini düşündüm:

İstanbul kaotizmi içindeki sokakların insanlarını hiç yekinen izlediniz mi? İnsanlar ne kadar birbirinden farklı. Bu nedenle; saçının, teninin farklı fiziksel görüntülerinden dolayı insanları hep ayrı bir ırk grubuyla özdeşleştiririz. Çünkü psikolojik olarak bir ırk aidiyeti(ait olma) içinde olmuşuzdur sürekli. Bundandır ki, fiziksel özellikleri, coğrafi kökenleri ve ortak kültürleri birleştirerek kendimizi bir ırk çerçevesinde gruplandırırız. Bu süreç evrensel bir yanlış olsa gerek..

Lazların Tarihi:

Küreselleşme ve Yeni Dünya Düzeni dayatmasında kendini gösteren etnik kimlik tartışmasından soyut bir süreç işleterek ‘Lazların tarihi’ne geçmezden önce, özellikle “Tarih”in tanımlanması ve belirlenmesi konusuna kısaca değinmek gerektiğini düşündüm:

“Tarih geçmişe ilişkin, olayları yer ve zaman göstererek ve sebep-sonuç (determinist) ilişkisine bağlı kalarak; insanları etkileyen olayları anlatan, inceleyen bilim dalı… İnsan kayıtlarına ve yazılı-sözlü kaynaklara dayanır. Akademik olmayan ‘Sözlü kaynakları Tarihçiler pek güvenilir bulmadıkları için; birincil kaynak olarak kullanmaya yanaşmazlar. Fakat yine de bilginin gerçek kaynağına ulaşmak için bu yöntemden faydalanırlar.

Sözlü kaynaklar, sözlü tarih adı verilen alt disipline temel oluşturur. Her olayın sebepleri ve sonuçları vardır ve tarihteki olaylar bir zincirin halkaları gibidir.Tarihteki bir durum, bir önceki durumun sonuçları arasında ve bir sonrakinin sebepleri arasındadır. Sebep-sonuç ilişkisinin, tarihin tanımlanmasında büyük bir yeri vardır. Önceki olayı bilmezsek, sonraki olayı kavrayamaz ve olay-olgu bütünselliği içinde tarihi gerçekleri yakalayamayız.

Olay: İnsanları ilgilendiren sosyal, ekonomik, kültürel, dini ve benzeri alanlarda meydana gelen oluşumlardır. Olgu: Oluşum süreci içinde ya da başka bir şeyin belirtisi olarak gözlemlenmiş olaylardan ibarettir. Osmanlı’nın Doğu karadenizi fethetmesi olaydır. Doğu Karadenizi İslamlaştırması ve Türkleştirmesi olgu'dur.”

Biz genellikle Lazları olgular çerçevesinde tanımlayarak, kültürel zenginliğiyle bütün evrensel kimliğine karşı duyarsız kalmışız.

Lazların tarihine ‘Olay-Olgu’ çerçevesinde bakılması ve hazırlanması gerekir. Bu demek değildir ki, bugüne dek yapılanlar yadsınsın. Fakat son 10 yıldır Lazların tarihi ile ilgili kitapların Gürcü ve Rus tarihçilerinden tercümelere dayandığı, özgün bir çalışmanın olmadığını söylemek olası. Genelde her fetih seferinde imparatorların veya kralların yanlarında bulundurdukları M.Ö- M.S’ sının antik çağ tarihçilerinin seyahatnamelerinden ve çağımız tarihçilerin yapıtlarından faydalanarak hazırlanmış kitapların tercümelerini sunmuşuz halka.

Örneğin; Sokrates’in öğrencisi Ksenofon ya da Xenophon ( M.Ö. 430? M.Ö. 355?, Amasyalı tarihçi Strabon(M.Ö. 64- M.S. 21) ve İzmitli Lucius Flavius Arrianus Ksenophon( M.Ö. yaklaşık 86) gibi antik çağın tarihçi, coğrafyacı ve filozofları ile çağımızın; W.D. Allen, A.Bryer, R. Beninghaus, Michael A.Meeker, G. Dumézil, V.Minorsky. Hep bunlardan faydalanmışız. Elbetteki antik çağ tarihçi ve coğrafyacı filozofların yanında değil ama çağımız kaynak sahipleri arasında bizim tarihçilerimiz olamaz mıydı?

En iyi tarihçi dediğimiz sayın F. Kırzıoğlu bile Laz adının nerede geldiği konusunda: “...Laz adı ise, Kafkaslar bölgesindeki birçok coğrafya ve kavim hatta kişi adları başındaki seslinin yutulmuş biçimiyle söylenen adlar gibi, başında bir sesli bulunan Alaz (Alas) idi. Buna, iki ırmağa adını veren Alazlar anlamındaki Alazon’dan öğreniyoruz...” diyerek; Alazia, Alazonia ve Alazonlar gibi Mysia yöresi tarihsel coğrafyasının adlarından “Laz” olgusunu saptaması hiç doyurucu gelmiyor bana. Salt kırzıoğlu değil elbet; Prof. Michael A.Meeker’in, S.Deligiorgis’in anlattıklarını aktararak: “... Laz terimi Rumlar tarafından, hiçbir şekilde Türkler ya da Lazlarla ilgili olarak düşünülmez, tam tersine, onun özellikle, Rumca bir terim olduğu öne sürülür. Laz’ın ‘Yaşasın Yunanistan’ın bozuk bir söylenişi olduğu inancı vardır...” demesi ile: “Doğu Karadeniz bölgesine yerleşme hadisesi çok eski tarihlere uzanmaktadır.

Araştırmalar bölgeye ilk olarak M.Ö.III. bin ile II. bin yılları arasında Oğuzlar’ın öncü kollarından biri olarak kabul edilen “Gas/Kas” ve “Gud/Gutiler” in yerleşmeye başladıklarını ve bunların Anadolu ve Azerbaycan’da ilk Bozkır kültürünü yaşayan Proto(ilk)-Türkler olduğunu göstermektedir..” diyen yabancı tarihçilerin kendi ırk ağırlıklı yaklaşımları da doyurucu değil. Tüm bunların yanında:Güney Kafkasya’da Zengin ve nüfuslu bir beyin Lazıro ve Gür isminde iki oğlu varmış. Laziro çok sevdiği atını satınca küsmüş ve Ailesini alıp karadeniz’e inmiş. Ondan türeyenler Laz, kardeşi Gür’den türeyenler de Gürcü halkını oluşturmuş.. İşte Laz ve Gürcü akrabalığı buradan geliyor.” Söylenceyi doğru kabul etmemiz de olası değil. Bu varsayımlar ve söylenceler tarihi belirleyemez. Bugün halk arasında söylenen daha tutarlı ve mantıklı bilgiler vardır. Kim bilir kaç bin yıldır akıp gelen bilgilerdir.

Önemli olan onun odağına inebilmektir. Her ne kadar; ‘ Karadeniz'in doğu sahillerinde, bölgenin doğal yapısı gereği, tarih boyunca ağaç ve ahşap kültürünün ağırlıkta olması, en eski dönemlere ait kalıntıların günümüze ulaşmasını büyük ölçüde olanaksız kılmıştır.’ Deniyorsa da, Doğu Karadeniz halkı ile (özellikle Lazlar) ilgili bilgiler kesin bir yerlerde gizemini koruyordur. Ciddi ve kapsamlı ve de geniş zamanlı araştırmalarla ulaşılabilir. 150 milyon dokümana sahip Osmanlı arşivi; değil ulusların yerdeki karıncanın tarihini gizlediğine inanıyorum.

Bilim adamı özentisine girip; bilginin ve insan eyleminin kaynağını ve ilkelerini inceleyen düşünceler bütünü içinde davranışlarla; tarihin felsefesini yapacak değilim, ama yaşadıklarım ve gözlemlediklerimle özgün çalışmalara kaynak olması bağlamında; yazılı-sözlü kaynaklarla harmanladığım sunumda bulunmak istiyorum. Kısacası; yazılı-sözlü tarih bütününde olayları ve olguları harmanlayarak konuyu işlemeye çalışacağım:

Karadeniz ile hazar denizi arasında doğu-batı paralelinde uzanan ve yüksekliği orta kısımlarında beş bin metreyi aşan sıradağların adı; Kafkaslar. Ortaçağ İslam gezginlerinin seyahatnamelerinde ve çeşitli eski Türk kaynaklarında Kafkasya ya da Kafkaslar adına rastlanmaz. Kafkasya adının bir bölge adı olarak kullanılması 19. Yüzyıl başlarına rastlar. Ünlü tarihçi Prof. Dr. Mehmet Fahrettin Kırzıoğlu’ndan (1917 Kars-2005); Kafkasya adının 1856 yılından itibaren Türk kaynaklarında yer aldığını öğreniyoruz.

Tarihçi olayları daha iyi anlamak için geçtiği yeri bilmek zorundadır. O yerin dağlarını, nehirlerini, toprak özelliklerini v.b. bilgileri o’na coğrafya bilimi verir. Coğrafyacıların aşağıdaki belirlemeleri; Kafkasya’nın Tarihiyle örtüşüp-örtüşmediğini tartışır hale getirdiğini, bu nedenle tarihçileri ikilem de bıraktığını söyleyebiliriz:

Coğrafyacılar Kafkasya’yı kuzey ve güney olmak üzere ikiye bölmüşler. Bölgenin tarihî, etnik, sosyolojik yapısı bu iki tanıma göre belirlenmiş. ‘Kuzey Kafkasya’ denildiğinde, bugün Rusya federasyonu sınırları içinde kalan sözde özerk Adige, Karaçay-Çerkez, Kabardın-Balkar, Kuzey Osetya, Çeçenistan, İnguşetya ve Dağıstan cumhuriyetleri-Güney Kafkasya denince de; Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan Cumhuriyetleri ile Abhazya, Acara, Dağlık Karabağ, Nahçivan özerk cumhuriyetleri ve Güney Osetya bölgesi akla gelmektedir.

Ki doğrudur. ‘Fakat Kafkas halkları’ dendiğinde ise; Adige, Abhaz-Abazin, Kabardey, Karaçay-Malkar, Oset, Çeçen-İnguş ve Dağıstan halkları akla gelmesine karşın, Lazlar ise akla gelmemektedir. Neden Lazların yaşadığı etnik ve kültürel coğrafyanın adı konmaz, anlamış değilim!?. Birilerine göre tek bir Kafkasya vardır, o da bugün pek çok çevre tarafından Kuzey Kafkasya olarak adlandırılan bölgedir. Bu sınırlandırma eksik kalmaktadır. Çünkü bugün siyasî açıdan Gürcistan bağlı olan Abhazya ve Güney Osetya da, etnik ve kültürel açıdan Kafkasya’nın bir parçasıdır ve tarih itibariyle de Güney Kafkasya’ya dâhildir.

Birilerine göre, Güney Kafkasya tabiri tamamen uydurmadır. Onlara göre bölgenin literatür’deki asıl adı “Kafkas Ötesi.” Bu anlamda, Ruslar bu bölgeye “Zakavkaz”, İngilizler “Transcaucasus”, Osmanlı ve Arapların ise “Mavera-i Kafkasya (Öteki Kafkasya)” demektedirler. İşte bu mantıktır; Dağistan halklarından 19 bin kişilik Agullar’ı Kafkas halkı kabul eden ve bir milyona yaklaşan nüfusuyla Lazları ötekileştiren. Oysa ki; Megrelleri de kattığınızda Lazlar akrabalarıyla 5 milyonu bulmaktadır.

Böylesi yaklaşım,Onlar da kim? Bir buçuk millet işte!” Mantığının ırkçı yansımasından başka bir şey değildir. Sadece Düzce’ye bağlı 30’ u aşkın köy ve mahallesinde Agular kadar göçmüş Laz olduğunu özellikle vurgulamak isterim. Bilindiği gibi salt Düzce’de değil; 93 harbi diye adlandırılan 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sırasında göç edilen Marmara bölgesinde Akçakoca, Sapanca, Yalova, Karamürsel, Gölcük, Düzce, İzmit kentlerinde en az Düzce’deki kadar Laz köyünün ve mahallesinin olduğu unutulmasın! Unutulmasın ki; 1810'larda Laz nüfusu 600 bini aşkın bir nüfusa sahipti. XVII.yüzyılda tarihçilerin saptamalarına göre; Lazistan sancağında sadace 100 aile Ermeni varken, Trabzon sancağına bağlı illerden; Trabzon’da 20555, Samsun’da 22000, Gümüşhane’de 900 ve toplam 43500 ermeni orta ve Doğu Karadenizde yaşamaktaydı. Lazistan, Trabzon ve çevresine oranla böylesi daha homogen bir yapıya sahipken, Laz nüfusu nasıl saptanamaz?!

Arhavi Tarihinin Soy Boyutundaki Esintileri:

Yadsınamayacak bir gerçek var ki; o da: Dünyanın çeşitli bölgelerindeki insanlar arasındaki sosyolojik değişikliklerin, çeşitli zamanlardaki olay-olgu bütünselliğinde gerçekleşerek, büyük oranda olmasa da günümüz ulusların tarihini belirlediğidir. Ulusların tarihinin belirlenmesinde biyolojik değişikliklerin yanında, sosyal değişiklikler, önemli etmendir. Ulusların belirlenmesinde; salt biyolojik esasın dikkate alınması, ulusları üstün ırk megalomanlığına (faşizme) taşır. Bilim adamları biyolojik açıdan ırk kavramı üzerinde durmayı evrensel bir zorunluluk olarak gördükleri için; insanın fiziksel görüntüsünün genetik yapıyı ne kadar belirlediği üzerinde durdular ve insanların farklı resim vermesinin, yalnız o insanın göz rengini ve saç şeklini farklı kılan spesifik (özel) genlere sahip olduğunu gösterip göstermeyeceğini araştırdılar. Bu süreçte dilbilimciler, Avrupa kıtasında ve Hindistan’da konuşulan dillerin çoğunun tek ve eski bir dilden türediği savını bırakmışlardır. Özellikle evrim biyoloğu Russel Gray ve öğrencisi Qeentin Atkinson 144 Hint-Avrupa dilini inceleyerek, bunların dayandığı temel dilin yaklaşık 8 bin yıl önce Anadolu’daki Neolitik çiftçiler tarafından konuşulduğunu ileri sürebilmiştir. Hint-Avrupa dillerinin 7.800 ve 9.800 yıl önce birbirinden ayrıldığını söyleyen Yale Üniversitesi’nden İsidore Dyen ise; bu dillerin kökenini, artık kullanılmayan bir dil olan Hitit dili olduğunu söylemektedir. Bazı dil bilimcileri ise Hint-Avrupa dillerini ‘Kurgan atlıları’ tarafından yayıldığını söylemektedirler (Reyhan Oksay-Cumhuriyet Bilim Teknik 873/3- 13 Aralık 2003)

‘Kurgan Atlıları’nı araştırdığınızda kaynaklardan şöyle bir bilgi alıyorsunuz: Kurgan; Orta Asya da hun devrinde gelişim göstermiş mezar anıtlarına denir. Tarihte İskit kurganlarından söz edilir-ki Strabon’un, Trabzon’un güneyindeki işaret ettiği Skydises/İskit/Sko-lat/Kolat Dağları isminden hareketle İskitlerin Gümüşhane’nin kuzeyine düşen Kostan Dağı, Yağmurdere Bölgesi, Çakırgöl Dağları ve Kolat Dağları bölgesine de yayılmış olduğunu vurgulamaktadır.

  • – Ölülerin el yapımı tepelere gömülme kültürü ve bunun yaygınlığı incelendiğinde, kuzey Kafkasya’daki çekirdek bir populasyonun (belirli bir bölgede bulunan aynı türe ait bireylerin oluşturduğu topluluk) Orta Asya’ya İskandinavya’ya ve Anadolu’ya dağılmış olduğunu bulguluyor tarihçiler. Bu sonucun ırk coğrafyasını karmaşık bir hale getirdiğini söyleyebiliriz.

Bu noktadan esinlenerek, olguyu evrensel kardeşlik boyutuna taşımak istiyorum: “Pek çok ırkın tanımında kullanılan dış belirtiler-ten rengi ve saç şekli-bir avuç gen tarafından belirlenir. Oysa ayni ırktan gelen iki insanını genleri çok farklı olabilir. Bunun tam tersi farklı ırklardan gelen iki insanını paylaştığı gen yapısı, aynı ırktan gelen iki kişiden daha fazla olabilir. Her şeye karşın, bilim adamları genetik biliminden yararlanarak büyük toplulukları coğrafi köklerine göre gruplandırıyor…. Ancak bu yaklaşım birbirine karışmış gruplarda işe yaramaz.

Doğduğum köydeki sosyolojik oluşumu, biyolojik esaslara göre tanımlamak olası mı?

Değil, çünkü Sidere/Derecik köyü sülalelerinin nerden ve ne zaman geldiklerinin ve köyün tarihi ile ilgili kesin veriler yok. Değil kabilelerin Sidere adının bile nerden geldiği bilinmemektedir. Çok asi olan deresinden aldığını söyleyenler olduğu gibi, devasa mitolojik sedir ağaçlarından aldığını söyleyenler de var. Fakat tarihi kaynaklar da Sider-Sidre-Sidere olarak geçtiğini görünce; ‘Sider’den ‘Sedir’ ağacı çağrışmıyor diyemeyiz. Çünkü sadece iki ünlü yer değiştirmiş: “i” ve “e”. Köyün geçmişiyle kimsenin net bilgisi yok diyebiliriz.

Arhavi geneli için de farklı bir değerlendirme yapma olasılığınız yok. Bu noktada da tarihi belirsizlikler kendini koruyor:

Milad’ın öncesi ve sonrasında çeşitli uygarlıkları konuk etmiş Arhavi’nin adının nerden geldiği, ne anlama geldiğini bilmiyoruz. Bu aslında dünyadaki tüm yerleşim birimlerinin genel kaderidir. Tüm dünya ulusları yerleşim birimlerinin tarihini bilir, fakat doğduğu, köyün, kasabanın, kentin adının tarihini ve anlamını bilmez. O adlar benim için, evrenin çözülmesi gereken şifresi gibidir. Newyork, Eskişehir, Diyeribekir, Yenişehir vb. 20.yy adlarından söz etmiyorum; Arhavi, Paris, Arhavi’mizin güzel köylerinden ve ayni zamanda Togo’nun başkenti lome’den, vs’den söz ediyorum. Bilmek istiyorum, çünkü bilinenler var.

Yöremizdeki tüm yerleşim isimlerinin Lazca olduğunu düşünmüşümdür hep.

Ünlü İngiliz tarihçisi William Edward David Allen; şu değerlendirmesiyle adeta “Düşünmekte haklısın!” diyor: 1932 yılının Londrasında yayınlanan eserinde. W.E.D. Allen Karadeniz’de Rumca sanılan birçok yer isminin Lazca olduğunu ileri sürerek; Mapavri (günümüzde çayeli) isminin ise "yapraklı" olduğunu söylüyor. İlginç saptaması devam ediyor. Samsun, Trabzon, Rize ve Atina isimlerinin Lazca olduğunu; Atina(Pazar)’lı Fevzi efendiden dinlemiş. Bilindiği gibi ‘Zeni’ Lazca’da ‘Düzlük’, ‘Sumi’ ‘Üç’ anlamında bir sözcük. Samsun adı Grekçe Amisus=Sami - Zeni= Üç düzlük. Trebizond=Dubu - Zeni= İki düzlük. Rize= Eri - Zeni= Askerlerin talim yeri. Atina =Işıklı yer(Megrelce Oteni-Lazca Otanu’dan geliyor).

Büyük sülalelerin kökenine inmeye çalıştığınızda efsanevi anlatılarla karşılaşıyorsunuz. Özbirincilerin, Giritlioğluların. Mirasyedilerin, Selimoğulları, Ataselimlerin, Feyzioğulların, Kurt(d)oğluların, Lakertaların, Tuzcuoğulların, Zaimlerin, Toramanların, Zoralların, İpekçilerin, Gümüşellerin, Büyüklülerin, Çarmıklıların, Celayirların, Karaşahinlerin, Başköselerin, Namlıların, Şekerlerin, Erkanların, Günalların, Altanların, Birincilerin, Şeşenlerin, Canların, Özkazançların, Bilginlerin, Çakarların, “Çetinoğullarının, Kaptanoğullarının, Turna’ların(Ömerağalar), Mametoğlu’ları-ki bu son dört ailenin Arhavinin en eski aileleri olduğu söylenir”- Galatalı’ların, Gümüşlerin, , Güvenlerin, Kekevaların, Özbaylar’ın, Cordanilerin, Filibeli’lerin vs Nerden ve ne zaman geldikleri pek bilinmez. Çoğunun kendi içinde bir söylencesi vardır. Kendileri bilir. Kamuoyu bilmez…

  1. Sülalelere dayalı bir soy taramasının, gerçek tarihin altyapısı olduğunu düşünüyorum. Örneğin Galatalı, Çorbacı, Celayir, Giritli ve Filibeli soyları ve soyadları yöremiz özgünlüğüne göre ilginç soy isimler. Bu soyadına sahip olanların soyadı olarak aldıkları yöre ve kentlerle ilişkileri konusunda bir şey diyemediğimiz için, beyin korteksimizi(merak boyutunda) zorladığı kesindir.
    • Filibe: Trakya’nın Osmanlı kültürü ile varsıl önemli kültür merkezi. Bulgaristan Türkleri bu efsanevi kente Filibe , Bulgarlar Plovdiv diyor. Bir kişinin veya gurubun bu soyadını alması için ora ile bir ilişkisinin olması gerekir. Birinci olasılık kişi orda çalışmış veya askerlik yapmıştır, bu nedenle bahriyeli olarak terhis olanlara ‘Bahri-yeli’ denmesi gibi Filibeli denmiş ve soyadı kanununda Filibe soyadını almış-ki uzak bir olasılık- olabilir.
  2. İkinci olasılık; Arhavi’ye veya yöreye göçen bir Bulgar Türkü veya Laz’ın soyadı kanunun sonrası aldığı soy adı olabilir; ki olası, çünkü Soyadları, kişinin soyunu belli eden adlardır. Kuzenim Adnan çorbacıoğlu’nun Filibeli soyadından gelen eşi Emine’nin, Denizli’de rastladıkları ve beyaz eşya ticareti ile uğraşan iki kardeşin Babasının ve amcasının ismini taşıdığını ve soyadlarının Filibeli olan bu iki insanın Babasına ve amcasına çok benzediğini ve de Filibe göçmeni olduklarını, akrabalarının bazılarının karadenize yerleştiklerini öğrenmesi gizem dolu bir ilginçlik değil mi? Soyadı Kanunu’nun (21 Haziran 1934. Asimilasyon politikasının yansıması sayılabilecek ‘soyadları Türkçe olacak’ mantığıyla yasa 24 Kasım 1934’te yenilendi.) ilk yıllarında bu titizlikle uygulandı, fakat sonradan, özellikle birbirine küsen aileler bu soy adlarını değiştirdiler. Böylesi keyfi veya duygusal nedenlerden dolayı soy kökenleri karmaşık bir hal almaya başladı. Bir de tarihin akışı içinde parçalanan, ama özde akraba olan sülaleler var.

Arhavi’deki ailelerden; yalnızca Cordaniler yazılı tarihteki yerini ‘derinlemesine olmasa da’ almaktadır. Fakat 20. yüzyılın başlarında önemli aileler Doğu Karadeniz için eksik de olsa yazılı kayda alındığını görüyoruz. Örneğin Arhavi için önde gelen aileler (bana göre tüm aileler önde gelen ailelerdir, çünkü birbirlerinin türevi aileler çoktur) şöyle sıralanmış, dahası sıralanması gerekirdi: Cordan-zâde Hacı Azîz Ağa; Hamîd Efendi; Dursun Efendi; Kurd-oğlu Hacı Mahmûd Efendi; [Kurd-oğlu Hacı Mahmûd Efendi’nin] birâderi Hacı Hasan Efendi; Çorbacı-zâde İncinel(Civil Engineri/Mühendis) Kör Hüseyin efendi, Hacı Şâhin-zâde Mehmed Bey; Hacı Ali-oğlu Hasan Bey; Hacı Ali-oğlu Yakub Efendi; Mirasyedi-oğlu Mahmûd Efendi; Mamedoğulları, Memoğulları, Ömerağa-zadeler, kaptani-zadeler, Tüzcü-zadeler, Zaim-zadeler, Birinci-zadeler, Kanzanci-zadeler, Yörük-zâde Hacı Ali Efendi; Bayrakdâr-oğlu Hacı Ali.

Kim bilir, Arhavi genelindeki tüm aileler için de, ne denli gizemli bir geçmiş vardır?

Cordanların, yazılı tarihte; Kumanların soyundan geldikleri yazılmaktadır… Of’a bağlı Hastikoz (Aşağı Kışlacık) köyü ile Hayrat’a bağlı Hanlut (Dağönü) köyünün Cordanlı mahallesinde Cordanlar ailesi vardır. Yine Çaykara’ya bağlı Şur (Şahinkaya) köyünde şimdi soyadları “İşçi” olan Cordanlar olup, bunlardan bir kısmı Hatay’ın Kırıkhan ilçesine yerleşmiştir. Yine Çaykara’nın Çamlıbel köyünde Cordanoğulları adıyla anılan aileler bulunmaktadır. Arhavi ve Artvin’deki Cordan’lardan söz etmiyor.

Tarihi kaynaklarımız her nedense Canca beyliğinden ve yerleşim bölgesinden de doyurucu bilgiler vermemektedir. Verse bugün sözlü tarihin bir biçimi olan söylenceler gerçek yazılı tarih kimliğini kazanacaktır belki. Bu konuda birkaç anekdotuma yer vermek istiyorum: “ Mustafa Özkan emekli bir subay. Babası Mehmet Ali Özkan, Ali’nin oğlu. Ali ise Yakub’un, o da Feyzullahı’ın oğlu. Feyzullah Arhavili Deli feyiz’in soyundan geliyor. Feyzullah kan davası yüzünden Arhavi’den kaçıyor ve Perşembe Kışla limanına sığınıyor. Burada Yumutaş köyünden evleniyor ve Yakup isminde bir çocuğu oluyor. Memlekete gizlice dönüyor. Tarladaki kadınlar görüyor ve hasımlarına haber veriyorlar..

Feyzullah bir daha Perşemeye dönemiyor (Yıl 1830). Feyzullah, Arhavili Feyizoğllarının, Selimoğulların ve Ataselimlerin akrabası. Ataselimler benim akrabam olduğuna göre; dıdının-dıdısı olsa da Lazca bilmeyen Mustafa Özkan benim akrabam. Bu evrensel kardeşliğe giden zincirin küçük bir halkası. Burada şunu vurgulamak istiyorum: Siz aileden başlayarak Yerel soy zincirini, ordan da Ulusal, derken evrensel zincire ulaşırsınız. Arhavi’deki büyük ailelerin kesin bir tarihten gelen soy zinciri vardır. Geçmiş uygarlıklarla olan bağlantının yerel bağlantıdan geçtiğini söylersek, bölgenin ve ülkenin tarihini belirlemede önemli bir kapı aralayacağımızı unutmayalım.

Feyzullah’ın öyküsü burada bitmiyor. Deli Feyiz’in soyu olduğunu söylemiştim. Deli Feyiz’in iki kardeşi daha var. Biri Mehmet, diğeri Mustafa. Deli Feyiz’den gelenler Feyizoğlu soyadını alıyor. Mehmet’ten gelenler Selimoğlu, Mustafa’dan gelen soy Ataselim soyadın alıyor. Soy ağacı burada bitmiyor. Bu üç kardeşin babalarının adı selim. Selim ise, Kolağası Mehmet efendinin oğlu. Kolağası Mehmet efendi Yavuz Sultan Selim Trabzon valisi iken(1510), Yavuz’un bölük komutanı. Valiyi çok sevdiği için oğluna Selim adını koyuyor. Yavuz Mustafa’ya çok güvendiği için Lazistan beyliğini veriyor ve bir gurubu da Padişah olunca istanbul’a götürüyor ve sarayda görev verip Anadolu kavağına yerleştiriyor.

Devam ediyoruz, çünkü bundan sonrası daha da ilginç: Tayfun Kavaklı, eski ağır ceza hakimi Hüseyin Avni Kavaklı’nın oğlu. Hüsey’in Avni Kavaklı Selimoğullarının torunu. Babası soyadı kanunu(1934) çıktığında bu soy zincirinden esinlenerek Kavaklı soyadını alıyor. Eski Anayasa Mahkemesi üyesi Servet Tüzün’ün de bu soyağacı mensubu olduğu söylenir…

Selahattin Pervane ve Ahmet Pervane, dedesinin dedesi; Osmanlı devletinde mevleviyet kademesine yükselen ilmiye mensubu olduğunu ve bu nedenle Pervan ve Pervaneler ailesinin Ali Mollaosmanoğlu soyundan geldiklerini söylüyorlar. Peki Ali Mollaosmanoğlu..? Sibel Celayir, soylarının Mezopotamya ve çevresinden geldiğini savlıyanlar olduğunu söylüyor. Yine söylenceler bütününde, örneğin Arhavi ve Ardeşendeki Memoğlu kökenli ailelerin Akkoyunlu soyundan gelen Türkmenler olduğu söylenir… Buyukluların Kafkasya’dan Güneye inmiş Kazak Türkleri olduğu söylenir. Özkazançlar: Kayıtlarda Kazancı-zade diye geçiyor ise; Kazan Türkleriyle kökensel ilişkisinin olup-olmadığı sorusunu akla getirmiyor değil..

Tüm bunların gün ışığına çıkması için, söylenceler denen sözlü tarihin kaynağı materyallerden geçerek, Osmanlı arşivinin taranması gerekir. Bunun en somut örneğini; hukukçu Bülent Nüri Kurdoğlu’nun çalaşmasında görebiliriz. Araştırmacı tarihçilere bile örnek olacak bir çalışma yapmış. O değerli çalışmasının çok kısa bir özetini vermek istiyorum:

“Kurdoğlu Ailesinin kökeni eski Türk denizcilerinden Kurd Reis’e dayanmaktadır. Çocuklarına Kurd Reis’in oğlu anlamına gelen “Kurdoğlu” olarak hitap edilmesi nedeniyle ailenin namı yaklaşık 550 yıl boyunca “Kurdoğlu” olarak anılmıştır.

Kurd Reis’in çocuklarının içinde en tanınmış olanı Kurdoğlu Musluhiddin Mustafa Reis’tir. Barbaros Oruç Reis’in de yakın arkadaşı olan Kurdoğlu Musluhiddin Reis Osmanlı Donanmasının hizmetine ilk kez Yavuz Sultan Selim döneminde gerçekleştirilen Ridaniye Seferi ile girmiştir. Daha sonra 1522 yılındaki Rodos Seferine katılan ve bu adanın ilk Bahriye Sancak Beyi olan Kurdoğlu Musluhiddin Reis, 1568 yılındaki Cerbe Deniz Savaşına Osmanlı Donanması ikinci kaptanı olan kardeşi Kurdoğlu Ahmet Bey’le birlikte katıldıktan sonra 75 yaşında ölmüştür.

1578 yılında Kurdoğlu Musluhiddin Reis’in soyundan gelen Kurdzade Valihi Efendi ve kardeşleri Tiflis Seferine katılmak üzere donanmayla Batum’a gelmişler ve buradan Tiflis’e hareket etmişlerdir. Tiflis’in Osmanlı Ordusu tarafından alınmasından sonra III. Murat’a hutbe okuyan Kurdzade Valihi Efendi Edirne Selimiye Camii Baş Vaizliği görevine geri dönmüştür. Kardeşleri ise Tiflis’te kalmıştır.

Böylece 1578 yılında Kurdoğlu ailesi üçe ayrılmıştır. Önemli bir kısmı Akdeniz’de kalmış Cezayir’den Lübnan ve Ürdün’e kadar geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Kurdzade Valihi Efendi’nin torunları ise Trakya, Batı Trakya, Bulgaristan ve Romanya bölgesine dağılmıştır. Tiflis’te kalan Kurdzade Valihi Efendi’nin kardeşleri Kurdoğlu Hasan ve Kurdoğlu Hüseyin Beyler 1635 yılına kadar bu bölgede kadı ve sancak beyi olarak hizmet verdikten sonra 1635 yılında IV. Murat’ın Revan seferine katılmışlar ve Erivan’da görevlendirilmişlerdir.

Aynı yıl Erivan’ın Türk hakimiyetinden çıkmasından sonra Kars’ın Sarıkamış ilçesine bağlı Karakurt Beldesinin bulunduğu Aras Irmağı kıyısındaki bölgeye gelerek yerleşmişlerdir. 1750’li yıllara kadar burada yerleşik kalan Kurdoğlu Ailesi Karakurt Beldesi merkez olarak Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’e yayılmıştır. Beldeye Karakurt adının verilmesi Arhavi’deki Kurdoğlu ailesinin 10. kuşaktaki dedelerinin isminin Karakurt olmasındandır.

Karakurt’un çok sayıda çocuğundan 4 tanesi Doğu Karadeniz’e gelmiştir. Bunlardan Hasan ve Ali Arhavi’nin Balıklı (Yukarı Pilarget) ve Ulukent (Aşağı Pilarget) köylerine yerleşmişlerdir. Ali’nin torunlarından Kurdoğlu Mehmet Hopa’nın Sugören (Kıse) köyüne yerleşmiş olup torunları “Karakurt” soyadını taşımaktadırlar. Diğer torunu Kurdoğlu Hacı Ömer Efendi ki Arhavi’nin ilk Belediye Başkanlarından Osman Remzi Kurdoğlu’nun babasıdır; Arhavi’nin Musazade(Çarnuvat) Mahallesine yerleşmiştir.

Kurdoğlu Ailesi’nin yetiştirdiği beş belediye başkanından dördü Kurdoğlu Hacı Ömer Efendi’nin torunlarıdır. 93 Harbi olarak bilinen 1877 – 1878 Osmanlı – Rus Harbine gönüllüler alayında katılan Kurdoğlu Hacı Mehmet Ağa’da üç hanımından 24 çocuğu olan Ali’nin torunlarındandır. Ailenin bu kolunun önemli bir kısmı bu köyde yaşamaktadır.

Arhavi’ye ilk gelen diğer kardeş Kurdoğlu Hasan’ın bütün torunları Arhavi’nin Aşağı Hacılar (Boğula-Borğola) ve Yukarı Hacılar (Paryante) Mahallelerine yerleşmişlerdir. Arhavi Belediye Başkanlarından Ahmet (Sarı) Kurdoğlu, ses sanatçısı Cengiz Kurdoğlu, Vali Hasan Basri Kurdoğlu, müteahhit Ertuğrul Kurdoğlu, İstanbul Ticaret Odası Başkanı Celalettin Kurdoğlu, Türkiye’de çocuklarda ilk kalp naklini gerçekleştiren Doktor Gönül Kurdoğlu ailenin bu kolundandır.

Tamamen Türk kökenli olan Kurdoğlu Ailesi’nin Trabzon’daki “Kurtoğlu” ve Giresun’daki “Kurtağazade” ya da “Kurdoğlu” ailesi ile akrabalığı bulunmamaktadır.”

Fakat bazı tarihçiler; örneğin Prof. Hall R.. M.Ö. 13. yüzyılın sonunda Doğu Akdeniz’de “Deniz Halkları” olarak ortaya çıkan yeni insan öğelerinden bazılarının kafkasya’dan gelmiş olabileceğini işaret eder…Bu bölgedeki nüfus, Helen nüfusu öncesi Lazdı…Lazlar ve Grekler arasındaki etnik bir husumet olduğunu hatırlatmak cüretkar bir davranış olmayacaktır.. Venedikliler gibi, Lazlar ilk ve köklü olarak kendilerini denize adamışlardır (Eski Lazistan W.E.D Allen/Tarih ve Toplum sayı 143)…

4000 yıl önceki kavimler göçünden yola çıkarak, şu değerlendirmeyle, olguyu egzejere(abartma) etmiş olacağımı düşünmüyorum: Göç, bereketli topraklar adına batıya ve güneye yapıldığına göre, Kafkasya’ya inen Laz kavmi, Mezopotamya’ya da inmiş olamaz mı? Bölünen kavim tarihi süreç içinde, Akdeniz yolunu izleyerek, Güney Kafkasya’da buluştuklarını ve diğer uygarlıklara karşın büyük bir krallık kurdukları tezini gündeme getiremeyiz mi??

Arhavi’nin geneline baktığınızda benzeri spesifik(Özel) söylencelere rastlanır. Ben bu öyküleri yazılı tarihin materyali olan sözlü tarihin kaynağı kabul ediyorum. Özdeki amaç Laz, Türk, Çerkez vb kültürleri öne çıkarmak değil, bu kültürlerin ortaya çıkarılmasıdır.

Gizemini koruyan, tüm bu olgular; yukarıda değindiğim gibi farklı zamandaki iki insanın ilişkisinin olabileceğinin, yani soy zincirindeki gizemli evrensel yakınlığın sözlü materyalleri(Dökümanları).

Sevgili Kazım Koyuncu’nun “Didou Nana” adlı Megrel türküsü eşliğindeki hüzünlü bu yazım süreci, beni yıllar öncesinin gizem dolu hüznüne taşıdı: “Kafkasya sahillerinde yaşayan Abhaz/Abaza tayfası memleketlerinde süren kıtlık ve fakirlik nedeni ile gözlerini Osmanlı yönetiminde müreffeh olan doğu Karadeniz sahillerine dikmişti.

Kayıklarla sahildeki köyleri yağmalıyor ve geri dönüyorlardı.1571 yılında dört takım gemi ile gelip Arhavi kazasına bağlı Sidere/Derecik köyünü basan Abhaz korsanlar köyü yağmalayıp ahalisinin bir kısmını öldürmüş, 47 genç insanı esir ederek götürmüştü…” 16.Yüzyılın bu genç Laz delikanlılarından kaçı kurtuldu? Kurtulanlar soylarını nerde sürdürüyorlar? Tüm bunlar; tarihi asimilasyonun yanıt bulmayan dramatik soruları. Ulusların tarihlerini belirleyen gizem dolu hüzünlü yaşanmışlık…

Köyün yerleşik aileleri çoğunlukla Laz şahıs isimlerine ve Türkçe şahis isimlerine ekler takılarak alınan gizem dolu köken adlarla tanınırlar. Dadaşiler, Puneşiler, Dindinaşiler, Xaçasiler, Horapeşiler, Kakilişiler, Mentişiler, kadaşiler, mahmutişiler, muradişiler, çakalişiler, Hürşitişiler (Çamaliağa-Çorbacişi) Puneşiler, Metuşiler, Huripeşiler, Gurculişiler, İnceşiler, Patuler, Bayramınşiler, Gerdaniler, Öksüzalişiler, Mirasedepeşiler, Civelekler, Memişiler, Kibarişiler, Çğindiğulişiler, Corkelaşiler, Hetineşiler, Tibükişiler, Tantüşiler ve Hacıbektaşiler. Bu ailelerin v.d….’lerinin kökenleri hakkında derinlemesine bilgi yok.

Hala Cumhuriyet öncesi tarihi unvanlarıyla anılan bu sülalelerin Sidere’ye ne zaman ve nerden geldiklerinin yanıtı net olarak verilememektedir. Tek yanıt; Öksüzalepelerin köye en eski gelenler olduğudur. Birde söylencelere dayali bilgiler var.

Örneğin; Babaannemden dinlediğime göre: Babamın büyük dedesi Hurşit ağa yedi kardeşler. Batum merkez olmak üzere, Batum-İstanbul sahilinde motorlarıyla deniz ticareti yapıyorlar. Nedendir bilinmez; Mehmet ve Dursun kardeşleriyle birlikte, Batum’u terk ederek Arhavi’nin Sidere/Derecik köyüne yerleşir. İki aile daha vardır yanlarında, biri Kasapoğullarıdır. Diğer aile bilinmemektedir. Hurşit’in Kardeşlerinden biri Erzurum’a yerleşir, geri kalanlar Batum’da kalır. Sidere’ye gelmeyen kardeşlerden bir daha haber alınamaz...

Ankara Arvin Vakfı halk dansları topluluğu

Bir diğer söylence XV. yüzyıla dayanmaktadır. Bilindiği gibi; Anadolu tarihinde meydana gelen en köklü ve kalıcı değişiklik ‘yukarıda değindiğim içeriğiyle, asimilasyon politikalarının kaynağı’ Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasıdır. Bu amaçlar doğrultusunda. Fatih 1461’de Trabzon Pontus seferine karar verdiğinde; yörede kendisine yardım edebilecek beyliklere haber gönderir. Çünkü Candaroğulları, Karamanoğulları ve Akkoyunlular Trabzon Pontus devletini korumakta, Osmanlıları kıyıdan Trabzon’a sokmamaktaydılar.

Karadeniz kıyıları genelde Rum tekfurlarının (Bizans valileri) elinde olmakla birlikte bu toprakların güneyinde ve yaylalarda uzun zamandan beri büyük bir Türk yerleşimi mevcuttu. Osmanlılar bu nedenle içerdeki Beyliklerden yardım ister. Bu beyliklerin en güçlüsü Canca-Canıca beyliğidir. Canca; bugünkü Gümüşhane’nin eski adıdır. Beylikle ilgili fazla bir kaynak yok. Kaynakların en belirgini Canca Kalesidir. Kale Vank Köyü yakınında Kale Deresi denilen vadiye hâkim bir dağın üzerinde bulunmaktadır. Kalenin ne zaman yapıldığı konusunda kaynaklarda yeterli bir bilgiye rastlanmamaktadır.

Canca Beyliğinin savaşta büyük yararlılık göstermesi Fatih sultan Mehmet’in dikkatini çeker. Savaşçı bu beylikten faydalanmak amacıyla bir kısmını Yeniçeri ocağında bölüklerin yöneticiliğine, yani “Çorbacılığa” getirir.

Osmanlı devletinin yükseliş döneminde ‘Çorbacı’lar, savaşlarda gösterdikleri başarı, ya da belirli alanlarda iyi eğitim almış olmak gibi ölçütlerle seçilir, “Subaşı”lığa kadar yükselerek; kentlerin güvenliğini sağlamanın yanında vergileri toplalardı.

Fatih; Asimilasyon/uluslaştırma politikaları adına Beyliğin büyük bir kısmını Trabzon’nun doğusuna yerleştirir. Büyük bölümünü de İmparatorluğun stratejik uç beyliklerine dağıtır ve bir daha oralardan dönmezler (Büyük bir olasılıkla bu bölük komutanları, yani Çorbacılar, buralarda evlenir ve yerleşirler. Dillerini unuturlar. Yani asimile olurlar. Soyadı kanununda da imparatorluktaki konumlarından gelen unvanlarını soyadı olarak aldıklarını düşünüyorum. Köy Hizmetleri Diyarbakır Bölge Müdürlüğüm esnasında ziyaretime gelen ve Kürtçe konuşan Çorbacı soyadlı konuklarım, “çok yukarıdan dağlardan gelmiş atalarımız” yanıtını verebildiler. Ki Kafkasya’yı kastetmişlerdi.

Bir başka gurup ise, kan davası yüzünden Arabistan’dan Yemen’e ve sonrasında da Güney Doğu’ya, bir kısmı Anadolu’nun çeşitli yörelerine dağıldığını söylemişti. Yeğenim Koray çorbacıoğlu’nun; rehperlik görevi sırasında Bodrum’da tanıdığı, soyadı Çorbacıoğlu olan Çorumlu bir bayanın, Koray’ı fiziği ve davranışıyla eşinin erkek akrabalarına benzetmesi nedeniyle duygulanıp ağlaması, eşinin bir Kafkas göçmeni sert ve huysuz kırıcı, fakat o denli de uysal ve duygusal olduğunu belirtmesi; bazı olguları örtüştürmesi bağlamında çok ilginç gelmişti bana.

İşin ilginç yanı; 1933-1934, 1942-1950, 1950-1958 yıllarında Çorum Belediye Başkanlığını üstlenen ve Başkanlığa gelir gelmez ilk iş olarak şehir planı yaptırmak olan; kararlı duruşuyla; Şehitler Abidesi’den Saat kulesine doğru giden yolu açan, Piri Baba ve Bahabey çamlığını yaşama geçiren Baha Çorbacıoğlu bilgisidir..

Soyadı kanununda; Çaykara’dakiler Şentürk, Ardeşen ve Pazardakiler Canca, Yeniçeri Ocağında görev alanlar ve özelikle Arhavi’dekiler Çorbacı soyadını alıyor.

Yaşadığım bir olayı aktarmak istiyorum: 01 Eylül 2003’te Trabzon Gürcü başkonsolosu Giorgi Cancğava; yakın akrabam Natık Canca’ya faksladığı bilgiyi bana da faksladı. Gelen faks; Gümüşhane(Canca) tarihiyle ilintili geçmişimizden söz ediyordu. Son paragrafına, imlasını bile değiştirmeksizin yer vermek istiyorum: “…Genellikle benim soyadım Cancğava, batı Gürcistanda yayılmıştır.

Abhazya’da, Batum’da, ama en çok Samegrelo, Gürcistan’ın Lazistan’ında. Nesilden nesillere büyüklerimiz tarafından anlatılan rivayete göre biz meshetyadanız. Meshetya ise Gürcistanın güneyinde ve yukarıda bahsettiğimiz yöreleri de kapsamaktaydı. Gümüşhane, İspir, Artvin, Ardahan… Tarih zaten interesandır ve kim bilir ki belki, dedelerimiz akrabaydı?..”

Meshetya, Cancğava’nın dediği gibi; Ahıska ve yöresine verilen tarihsel addır. Misketistan/Misketya diye geçer. Güney Kıpçakya topraklarının orta bölümünü oluşturur. Misketistan, tarihi Türk topraklarındandır ve bölgenin en eski halkı, M.Ö. VI. yüzyılda Orta Asya’dan gelip yerleşen Bun Türeleri’dir. Bun Türkleri, Ahıska Türeleri’nin da atasıdır. Ayrıca Bun Türkleri ile Acaristan’ın kadim halkı olan Acarlar (Müslüman Gürcüler olarak da bilinirler, Hanefi mezhebine bağlıdırlar.

Gürcücenin yerel lehçelerini konuşurlar. Belirtilen coğrafyayla ilişkili birkaç boy bulunmaktadır. Kartlar ve Laz-Megrel,) birbirine yakın akrabadır. Misketistan toprakları, 1944 yılında Ahıska Türkleri’nin, bölgeden sürülmesinden sonra adeta Ermeni işgali altındadır. Misketistan’ın esareti, Osmanlı-Rus savaşı’yla (1828-1829) başlamıştır. Halen Ahıska Türkleri topraklarına geri dönmek için mücadele vermektedir.)

Burada ince bir nokta beliriyor. Cancğava, Cancalarla akraba olduğunu söylüyor. Cancalar bizim öz akrabamız olduğuna göre; Batum’da kalan babamın dedesi Hurşit’in kardeşleriyle akrabalık olasılığını akla getiriyor. Cancğava Lazca bilmiyor. Onlar mı asimile oldu, yoksa Hurşit’in soyu mu? Çünkü ailedeki kopuşlar. 1700’lerin son çeyreğinde yaşanıyor. Hurşit’in çocuklarının sonradan Lazca öğrenmesi ne kadar olası. Sekiz çocuğu vardır ve en büyüğü Hüseyin “İncinel” unvanıyla anılmaktadır.

İngilizcedeki Civil Enginier, yani mühendis. Türkiye’nin ilk karayolu inşasında görev almış kişidir ve dedemin babasıdır. Kör Hüseyin adıyla anılmaktadır. Çünkü Samsun-Sivas- Ankara yol yapımlarında görev almış, Sivas-Divriği ve Erzurum yolunu yaparken patlayan dinamitle gözlerini kaybeder ve o dönemin padişahı Sultan V. Mehmet Reşat Han tarafından maaşa bağlanır. Cumhuriyet’in ilanına dek maaşını aldığı söylenir. Böylesi bir insan en azından torunlarına Lazcayı sonradan öğrendiğini söyleyebilirdi…

Osmanlı-Rus savaşı sonrası(1877–1878) ve 1931 yılındaki Stalin sürgünleri Rusya’daki Lazları tarihi periyodlarda zorunlu göçe zorlamıştır.

Sevgili babaannemin dediğine göre; Batum, Sohum ve Oçamçire, Poti ve Kutaici kentlerindeki akrabaları büyük oranda birbirini kaybetmiş. Bir kısmı Türkiye’ye göç etmiş, bir kısmı ise Stalin tarafından Sibirya steplerine sürülmüş(Babamın amcası Maksut Dede 25 yıl Sibirya’da sürgün yaşamış)...

Tüm ailenin kendi boyutlarındaki söylence içerikli öyküleri doyurucu gelmiyor insana. Örneğin, bir kısım ailenin Osmanlı’nın Asimilasyon politikaları, yani bir nevi baskı yoluyla uluslaştırma sürecinde, Sidere’ye yerleştirildikleri, fakat kendilerinin asimile olduğu savlanır. Gurculişileri, gürcü sözcüğünü çağrıştırdığı için Gürcü kökenli olduklarını düşünmüştüm. Yaklaştım da, çünkü kavimler göçü sonrası Kafkasya’dan sahile inen bir grup olduğunu söylüyor sevgili Gurculişi Muzaffer Özbay…

Kimilerine göre de, bazı ailelerin Med’lerden sonra doğu Karadenize hâkim olan, Perslerin aracılığıyla Ortadoğu’dan gelen Arap kökenliler olduğunu söylerler ve köydeki küçük bir aile olan Arapişileri örnek gösterirlerdi.

Determinist yaklaştığınızda olay ve olguların birbirine belirli bir şekilde bağlı olduğunu düşünüyorsunuz. Yani, her şeyin bir nedeni ya da her şeyin bir nedene bağlanarak açıklanabileceğini…… “Hacıbektaşipeşi” ünvanı “İç Anadolu’dan gelenlerde mi var Sidereye?” sorularını ve çeşitli olasılıkları Çağrıştırıyor. Tüm bunların yanıtı her ailenin kökensel çalışmalarıyla olasıdır. Soyadı alınırken, özellikle büyük aileler nüfus memurunun karşısında, spontane (gelişine-Anında) soyadı alan kimsesizler gibi davrandıklarını düşünmüyorum. Onlar aile meclisinde aylar önce soylarının kökenlerine göre belirlemişlerdir. Evet, her soyadın bir kökeni ve öyküsü olduğunu vurgulamak istedim.

Burada ilginç olan simültane(kendiliğinden) bir evrensel kardeşliğin kendini göstermesi. Çünkü bu araştırmalarla öylesi kaynaşmalar karşınıza çıkıyor ki; asırlardır Türkçe veya bir başka ülke dili konuşan grubun Laz, Laz dilini konuşan bir başka grubun Türk olarak karşınıza çıkmasıdır.. Bir Laz’ın Türk veya İtalyan, bir Türk’ün Laz veya İtalyan çıkmasının kültürel bazda kayıptan çok kazanım olduğunu düşünüyorum.

Akraba iki halktan; Müslüman olan Lazların bir kısmının Türkiye de, Hıristiyan Megrellerin ise tümüyle Rusya ve şimdiki Gürcistan da yaşamakta olduğunu biliyoruz. Bu da bize Lazların azımsanmayacak oranda hala eski Rusya topraklarındaki yaşadığını gösterir. Bu demografik yapıda nice gizemli akrabalıklar vardır? Bunların ortaya çıkarılması, kişilerin kökenlerine ulaşması bağlamındaki çalışmaların tarih biliminin evrensel görevine büyük katkılar sunacağına inanıyorum. Buna kaynaklık etmekten çekinmeyelim!

Lazların İskit halkından olduklarını söyleyenlerin yanında, Fransa’nın güneyinden Anadolu`ya gelen galatlarla (Kavak beldesinin eski adının Galata olduğunu anımsayalım) akraba olduklarını savlayanlar da var. Fakat yadsınamayacak bir gerçek var ki Lazların ve Megrellerin ortak ataları Kolhlar olduğudur. Megreller batı Gürcistan’ın alçak arazilerinde yaşarlar. Kendilerine Margali, ülkelerine Samargalo adını verirler.

Gürcü-Ortodoks kilisesi'ne bağlı Hıristiyan’dır. Kısaca 'Hıristiyan Lazlar' deniyor.. “Bir Laz şarkısı duyduğumuzda duygulanıyoruz, çünkü çoğunu anlıyoruz” diyen Megreller Laz diline çok yakın Megrelce konuşuyorlar. Genellikle sarı saçlı, mavi-yeşil gözlüdürler. Ardeşen ve pazar Lazlarının genelde sarı saçlı, mavi gözlü olduğunu biliyoruz-ki Arhavi, Hopa, Fındıklı ve Kemalpaşa’da mavi gözlü ve sarışın Lazlara rastlanmaktadır. Yeşil ve açık gözlü insan sayısı da pek anımsanmayacak kadar olduğunu belirtmek isterim-

Yıllar önce(1977) İstanbul/Çatalca’da Rize Ticaret Lisesi tarih öğretmeni Erdoğan Atasu’dan dinlemiştim: “Bir grup arkadaş İsveç’in Stockholm sokaklarında dolaşırken bir reklâm panosu dikkatlerini çeker. Çünkü panoda; Laz yerel giysili kadın-erkek figürü vardır. Altında “Bragadiler” yazıyor. Ne olduğunu sorduklarında; İsveç’in iç dağlık kesiminde yerli bir halk olduğunun yanıtını alırlar. Sert, cesur, mert ve savaşçı, tuttuğunu koparan, korku nedir bilmez bu insanlara“Bragadiler” deniyormuş. Yaratıcı yürekli insanları anlatmak adına bu pano hazırlanmış.

Bragadı sözcüğünün Lazca’da da; dövmek, kırmak ve dökmek anlamında olması onlara düşündürücü gelir, çünkü halkın çoğunluğu İngilizce konuştuğu için, yaygın olmasına karşın fazla kullanılmayan İsveççe dilinde, “Bragadarı” döveceğim anlamına geldiğini söyler rehber(İngilizce’deki Bodyguard sözcüğünü çağrıştırmadı değil).

Dağ köylerine ulaştıklarında mavi gözlü sarışın köy insanların ‘anlaşılır ölçüde’ Lazca konuştuklarına tanık olunca şok olurlar. Ve Bragadiler, yani Lazca konuşan bu açık tenli, genelde mavi-yeşil gözlü insanlar, nesli yok olmakta olan iskandinav ulusunun ataları “Vikinglermiş. Vikingler tarihte IX. ve X. yüzyıllarda parlayan İskandinav halklarıdır.

Adları «deniz savaşçıları» anlamına gelen Vikingler, aslında iki ulusa, yani Varyaglar ile Normanlar'a mensup insanlardır. İsveçli olan Varyaglar doğuya doğru yayılmış, hatta Karadeniz’e kadar indikleri söylenir. IX. yüzyılda Danimarka ve Norveçlilerin akrabaları olan ve “Kuzey adamları” olarak anılan Normanlar’a Avrupa’nın Güney doğusuna dek kovalayarak Doğu Karadeniz kadar inmişler.. Çoğu da geri dönmemiş (tüm erkekleri öldürüp, evlenerek yerleşik düzene geçmediklerini kim yadsıyabilir ki..

Arkeolog Sinan Kılıç’ın çalışması bu söylence içeriğiyle örtüştüğü için yer vermeyi düşündüm:

“..İzmirli ozan Homeros’un anlattığı Troya savaşında, Anadolu’nun dört bucağından düzenli ordular Troya’nın yanında savaşmaya gelmişlerdi. Bunların yanında, Troya’yı, yani Anadolu’yu savunmak için Doğu Karadeniz Halkı da vardı. Homeros’un “Alizonlar” diye madencilikle uğraşan bir halktan söz etmesinden bu yana, bu memleketin yeri konusu tartışılmaktadır..

Homeros Alizonlar’ın gümüşün yurdu ALYBE’den geldiklerini söylüyor. Öyleyse ALYBE ülkenin, Alizon ise halkın adıdır… Ksenophon’un “Onbinlerin Dönüşü(Anabasıs)” diye bilinen kitap, orduların geçtiği ülkeler ve halklarıyla ilgili çeşitli bilgiler içermektedir. Bu ülkelerden birisi de Anadolu’nun Doğu Karadeniz bölgesindeki Khalyb Ülkesidir.

Homeros’un “Alybe” dediği ülkenin aynı yer olup olmadığı kesin olarak bilinmemekle beraber, iki ada arasındaki benzerlık daha önce de bazı araştırmacıların ilgisin çekmişti. Örneğin Gürcü araştırmacılar bu adları Kholkıs Halkıyla özdeşleştirmekte, Kolchetililer’in tarihte Troyalılarla aynı sosyal orientasyona(Doğulu, doğu’ya özgü. Doğulu kimse) sahip olduklarını ve politik bakımdan Yunanlılar’a karşı olduklarını yazmaktadır…”

Sinan Kılıç’ın bu saptamalarından şöyle bir çıkarsama yapabilir miyiz? Sayın Prof. Dr. F. Kırzıoğlu ve bazı tarihçiler yukarıda değindiğim gibi; Laz adının nereden geldiğini araştırmışlar ve Alizonları Lazların atalarından olarak kabul ederek, Laz adının Alaz/Alazon/Alizon adından geldiği sonucuna varmışlardı. Bunu doğru kabul ettiğinizde Alizon Halkının da “Laz” olduğunu kabul etmek zorundasınız.

Bunun yanı sıra bazı Bilim adamları ayni zamanda: “Kolhlerin bugün Batı Gürcistanda yaşayan Megrellerin, Lazların ve Türkiyede Rize`nin Pazar (Atina) ilçesi ile Gürcistan sınırı arasında yaşayan Lazların atalarıdır” diyorsa ve Gürcü araştırmacılar da; Kolchetiler’in Truvalılarla ayni sosyal orientasyona, yani aynı sosyal yönelişlere sahip(doğulu) olduklarını söylüyorlar ise Truvalılar ve Lazlar akrabadır diyerek, tarihte düz mantık yürütebilir miyiz? Elbette ki hayır! Fakat M.Ö ve sonrasının tarihçilerinin söylediklerini materyal kabul ettiğinizde böylesi bir mantığı da kabul etmek durumuyla karşı karşıyasınız. Bunu da yadsıyamayız.

Sayın Kılıç’ın sözünü ettiği gibi Homeros Truva savaşını anlatırken; Alizonlar adlı bir halktan şöyle söz eder: "... ta uzaklardan gelirler, gümüşün yurdu Alybe'den..." Buradaki ifadede adı geçen "gümüşün yurdu Alybe" ifadesi akla ilk olarak Gümüşhane ilini getirmektedir. Bu da Gümüşhane ve çevresinin Laz olduğu gerçeğini gündeme getiriyor…..

Tüm bunlar; objektif kriterler ele alınarak konuya sağlıklı bir açıklama getirmiyor, ama eldeki materyaller bizi bundan öteye de taşımıyor. Bence bu süreçte, düz mantıktan çok, bilgi edinme ile fikir yürütüldüğünü düşünüyorum. Bende galiba o’nu yapmaya çalıştım..

Sinan çelik’in araştırma yazısını bağlayan cümlesi çok hoşuma gitti: “ 1915’teki Çanakkale savaşı’nda Anadolu insanları aynı duygularla savaşmışlar, Doğu Karadenizli Anadolu insanı 3200 yıl önceki gibi Anadolu’yu savunmak için bu savaşta da eski yerlerini almışlardı.” Laz, Türk, Kürt, Çerkez v.b’nin kültürleri elbette evrensel kardeşlik için gerekli. Fakat evrensel kardeşliğin kutsal köprüsü Anadolu’yu korumayı, dünyanın bu en yakışıklı ülkesini parçalamamayı görevlerin en yücesi olarak kabul etmeliyiz.

Bu evrensel köprü’de Kürtçe, Lazca, Türkçe, Çerkezce, Gürcüce tepinip coşmak istiyorsak parçalayanların önüne geçmemiz gerekir…Vikinglerle akraba mıyız? Truvalılarla akraba miyiz? Dahası Beyaz beyaz, Siyah siyah, Sarı sarı ırkla köken olarak akraba mı? Diye genelleştirebiliriz. Burada Siyahların, sarıların ve beyazların birbirine akraba olmasından çok her insan ırkının “İnsan” olduğunun kavranarak evrensel kardeşliğin/akrabalığın yakalanmasıdır.

Evet. Hepimiz gezegenimizde oluşmuş sosyal bir ağın parçası isek hiç kimse bu ağın dışında düşünülemez. Yeryüzünde herkesin herkesi tanıması olası değildir. Fakat farklı noktadaki iki grup (Kabile) arasındaki iletişimin kurulmasında bir yol olduğu kesindir. Gelişigüzel seçilmiş iki gurup arasındaki ilişkiyi çözmek için kaç kişi ve guruba ihtiyaç vardır.

Yani halk arasındaki deyimiyle kaç ’Didinin-didisina ulaşmak’ gerekir? Eğer bunu insanlık bilimsel verilerle bulgular ise, her farklı gurubun bir farklı gurupla ilişkisi de bulgulanabilir. Bilimsel verilerin katalizörü tarihsel yazılı veriler ise, söylencelere dayalı öyküsel sözlü materyaller de tamamlayıcı önemli etmenlerdir.

Bir diğer efsanevi söylence de; Trabzon’daki Sümela Manastir’inin Lazlar tarafından, dahası bir Laz prensinin üç kızı için yaptırdığı. Süm; üç anlamında, Ela da; kız anlamında da bir sözcük, ikisinin birleşimi; Sümela...

Laz olgusuna asla sayın Kırzioğlu’nun penceresinden bakamayız. Çünkü sayın Kırzıoğluna göre; Lazların ve bulundukları bölgenin tarihine, yani, güney kafkasya ve komşu bölgeler yalnizca Türki Dillerini Konuşan (Türkık) halklarin genel durumu (Context) içinde tartişilabilir. Sayın Kırzıoğlu çalışmalarında, Laz tarihinin hiç birşey ifade etmediğini, ancak Orta Asya’li türkik bir halkin tarihi olduğunu göstermeye çalışmıştır. Aynı zamanda Lazlarin megrellerle akraba olmadiklarini ispat etmeye çalışarak; Laz-megrel karşılaştırmasında lazları öne çıkarmıştır.

Bu yaklaşımıyla dolaylı olarak Laz tarihini ve ulus kimliğini reddetme adına Megrelleri öylesine aşağılamıştır ki, nerdeyse firavun soyundan geldiklerini söyleme noktasına gelmiştir.

Lazlar o’na göre; hirsizlik nedir bilmezler ve dürüstlükleriyle bilinirler. Lazlari namuslu, temiz ve çalişkan Türklerdir. Bununla beraber megreller tarihleri boyunca alçak kalmışlardır.... Lazlarin namuslarina, esas olarak kadinlarinin namuslarina duyarlıdırlar ve bu konuda acımasızdırlar. Megrellerin tembelliği yüzyillardir dillere destanken, lazlar çok çalişkan insanlardir...

Kirzioğlu’nun Lazlar ile ilgili değerlendirmelerine katılmamak olası değil (Irkçi yaklaşamı hariç), fakat Megrellerle ilgili savlarının çok acımasız ve abartılmış olduğunu da yadsıyamayız. 1972 de kaleme aldığı yazılarındaki (Sayfa 445) argümanlari ile, Lazlarin megrellerle ayni soydan geldiklerini düşlemenin Lazlari aşağılama olduğu kararini vermesi acımasızlığının en belirgin yanını karşımıza çıkarıyor.

Bana göre tüm bu argümanları, Osmanlı’dan günümüze kadar taşınan Anadolu’yu tek etnik yapıya dönüştürme politikalarının uzantısıdır ve lazların v.b kültürlerin kayitsiz şartsiz asimilasyonlarını meşru kilmak amacına yöneliktir. Görüşlerinin temelinde; karşit probaganda yatmaktadır. Genelde Gürcü ve Rus araştırmalarına karşı politik yaklaşımlarıyla, gerçek Laz tarihi araştırmasından kendisini uzaklaştırmıştır.

Kırzıoğlu’nun laz tanımı şöyle: << İslamliğin çikişindan beri yazili kaynaklar, ‘Laz’ adli boyun, şimdiki çoruk ırmağı ağzının batısında ve karadeniz kıyısındaki ormanlık ve balkanlık dar bir bölgede yaşadiğini gösterir. İslamlik çikmadan 150 yil önce... Roma imparatorluğu’na bağli bir Laz krallığında yaşıyorlardi.

Yuvarlak başli, çoğu kumral, düz ve dalgali saçli güzelce yüzlü olan lazlar, bitişkin dilli (köklere tamamıyla kaynaşmadan birçok ekler ilâve edilmekle elde edilen kelimeler -Bu yaklaşımında, Laz dilinin toplama dil olduğu anlamı çıkarabiliriz) olup, bugün aralainda üç lehçe ile yazısız bir folklor dili konuşan ufak bir topluluktur. Sarp köyü ile çayeli ve pazar ilçelerini ayiran kemer burnu arasindaki küçük kasaba ve köylerde yaşarlar.>>

Lazlar hakkında yapılan çalışmalara bakıldığında görmekteyiz ki, bu çalışmaların büyük bir çoğunluğunu yabancı seyyahların seyahatnameleri, yabancı bilim adamlarının Osmanlı öncesi döneme dair yazdıkları-ki yukarıda değindim- kitaplar veyahut ta dini ve etnik görüşleri çerçevesinde genellikle papazların ve Kırzıoğlu gibi önyargılı yazarların eserleri oluşturmaktadır. Kaynaklardan faydalanarak, kısmi de olsa objektif bilgilere dayanılarak hazırlanan özgün bir çalışma yok. Bölge hakkında kaynak sıkıntısından bahsetmek pek inandırıcı gelmiyor doğrusu.

Osmanlı imparatorluğu döneminde pek çok yabancı bilim eseri Osmanlıca’ya çevrilmiştir. Bu kaynaklara ulaşmak pekâlâ olasıdır. Osmanlı arşivinin on milyonları aşan belgeler ve de İmparatorluğun parçalanmasıyla ortaya çıkan devletlerin ulusal arşivlerini de buna kattığınız devasa bir tarihi belge ile karşılaşırsınız. Oluşturulacak ortak araştırma merkezleriyle etnik gurupların tarihini rahatlıkla özgünleştirebilirsiniz. Salt ülkemizdeki Osmanlı arşivindeki belgelerden istenen bölgenin tarihi çıkarılabilir.

Bugüne dek Osmanlı belgelerine dayanılarak hazırlanmış bir Laz tarihinin ortaya konması için çalışmanın yapıldığına inanmıyorum. Sülalelerden başlayıp, yerele, yerelden Ulusala giden söylencelere dayalı bir takım sözlü tarihler bunun kapısını aralayabilir. Bu nedenle Arhavi veya bir başka yer özelinde; Lazlar ve sülalelerle ilintili söylence boyutundaki öyküleri sözlü tarihin materyalleri kabul ediyorum. Genel anlamdaki söylenceler de olgunun evrensel materyalleri olarak görülmelidir. Bu nedenle; Viking ve Tuva örneği bilimsellikten ve belgeden yoksun olmasına karşın, bir süreci başlatır umuduyla örnek olarak sundum.

Viking-Varegler’in ve Truvalıların en belirgin yanları “Deniz Savaşçıları” olarak tanımlanmalarıdır. Lazlar da denizci bir ulustu. Birilerinin dediği gibi; Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen göçebe bir halk değildi kesin…

Vikinglerin, zarif biçimli tekneleri ile Lazların teknelerini hep benzetmişimdir. İkisi de örtüşen bir gizemlilik çağrıştırmıştır bende.. Bragadiler’in dili, Laz ve Megrelce ile harmanlanmış bir dil olduğunu düşünüyorum. Laz'ca ve Megrelce iki ayrı dil olabilir. Hatta Megrelce yazılı bir dil de olmayabilir, yani edebi dil.. Fakat Lazca’nın ve Megrelce’nin birbirine oldukça benzeyen iki farklı şive olduğunu ve de dil bilimcilerinin dediği gibi; resmi olarak Lazca ile “Zan” adlı bir dil grubunda olduklarını inkar edemeyiz.

Özellikle; bu iki dilin karşılıklı olarak anlaşmasının mümkün olmadığını söyleyenlere katılmam olası değildir. İki aynı coğrafyadaki halkın sözcük alışverişiyle biçimlenen bir dil olduğunu da kabul etmek olası değildir. Türkiye’ye sınırdaş tüm ülkeler ayni coğrafyadadır ve sözcük alışverişi yoktur.

Olsaydı en azından komşu ülkelerin dillerini kısmen de olsa anlardık. Asırlardır kendi toprağımızda iç- içe yaşadığımız Çerkezler, Kürtler ve diğerleri ile kaç ortak sözcüğümüz var? Ama dil akrabalığı içinde olduğumuz Gürcü ve Laz dillerinde azımsanmayacak kadar ortak sözcüklere rastlayabilirsiniz!

Türkçe’mizdeki yabancı sözcüklerin, küresel saldırı da yarattığı kirliliği bu kategoriye koyamayız. Megreller Hıristiyan’dırlar. Lazlar Müslüman. Bu elbette ki sosyal yaşamdaki farklı gelenekleri ve adetleri beraberinde getirecektir. Şunu söylemek istiyorum: Örf ve adetleri benzeşmeyen, fakat dildeki benzeşmeleriyle; kesin bir akrabalığın olduğunu söyleyebilirim. Osmanlı arşivi açıldığında bu realite ortaya çıkacaktır.

Laz dili için toplama-karma bir dil diyenler de var. Bu sava katılmıyorum. Denizci ulus olması nedeniyle, her limanda bir sevgili misali sözcük almış, veya bırakmış olabilir. Bu Laz dilinin toplama bir dil olduğunu göstermez. Toplama dilin edebi / yazılı dil olması söz konusu değildir. Böylesi bir dilin grameri olamaz. Deniz aşırı uluslarla ortak sözcükler yok değil. Örneğin:

“Ay” sözcüğü, İsveççe’de de “Tuta”- Döveceğim Lazca’da “Bragadi”, İsveççe de “Bragadarı”. “Kedi” İsveççe ve İngilizce’de “Cat=Ket, kat(Katı)”, Lazca’da “Katu”- İngilizce’de “Biber” “Pepper”, lazca’da “Peperi”- “Horoz” İspanyolca’da da “Mamul”- Skala(Scala); Latince merdiven anlamında. Aslında gösterge çizelgesi; İng. Scale. İşi ilginci; Lazca’daki merdiven anlamındaki “Mskala”’nın nerden türediğinni bulmam(bulmam yanlış bir ifade, farkına vardım demeliyim).

Belki de Lazca’dan türemiştir.. “Nasılsın?” sorusu İspanyolca’da “Muçe”, Lazca da “Muçore”- “Yemek” İtalyanca’da “Mancarı”, Laczcada da benzer anlamda kullanılıyor. Abano: İtalya’da ve Lazlarda şifalı su kaynağı anlamında kullanılıyor. İtalya’nın Padora eyaleti Venedik bölgesinde Abano Terme adlı bir kasaba; sodyum Klorürlü, radyoaktiviteli sıcak sularıyla ünlüdür. “Gece” İtalyancada “Sera”, Lazca’da “Seri”. “Yarın”, her iki dilde de “Domoni”. “Basgit” İtalyanca’da “Viya”, Lazca’da denizcilik terimi olarak benzer anlamda kullanılıyor-

Ünlü Roma İmparatoru Julius Sezar’ın M.Ö: 47 yılında söylediği, o tarihi Latince “Veni, Vidi, Vici(Geldim, Gördüm, Yendim)” deyimindeki sözcüklerin fiil kökleri bakımından Lazcaya benzediğini söyleyebiliriz. (Bazı araştırmacılar bunun Büyük İskender’e ait olduğunu savlarlar) Lazcadaki Vidi süzcüğü; Hopa şivesi'yle Megrelcenin Zugdidi (Gürcistan’ın batısında, tarihsel bir kent) şivesi arasında benzerlik taşıyor.

Geçen yüzyıla damgasını vurmuş ünlü Fransız dil bilgini ve din tarihçisi George Dumezil’in(1898-1986) dediği gibi; Lazcanın daha arı ve aristokrat konuşulduğu Arhavi aksanına göre “Vidi” “Bidi” olarak söylenir. Sezar’ın “Vici”si Lazcada “Biciyi”dir. Sözcüklerin fiil kökleri bakımından birbirine ne kadar benzediğini görebiliyoruz. Fransızcadaki “Ma(Ben)”, Si(Sen), Lazcada da aynen kullanılan tekil şahıslar.Latince kökenli akılsız anlamındaki “Agnosıa” sözcüğü Lazcada da “Ağnosi”..”

Tüm bunlar bana Laz dilinin toplama-karma bir dil olduğunu değil, Lazların denizci bir ulus olduğunu gösterir. Her Limandan bir şeyler aldıkları gibi, değerlerini de bırakmışlardır. Yunanistan’ın Korfu adasında en ünlü yiyeceğin “Laz Böreği” oluşu dikkat çekici. Elbette ki gemileriyle Laz Böreği tarifi götürmemişlerdir, fakat kesin gizemli bir iletişimin olduğunu yadsıyamayız. Ya; Fonetik düzeyde ve sayı sisteminde benzerliklerin yanında Baskçanın Lazca ile arasındaki bazı benzerliklerine ne demeli?

Doğu Karadeniz’in en özgün meyvesi olan ve ‘Laz Kirazı’ olarak bilinen; daha çok rutubetli ve gölgeli yerlerde yetişen “Karayemiş’in İtalya’da yetiştirilmesi ve sofralarının havyar kadar zengin bir meze oluşunu öğrenmem; meyvenin buraya nasıl geldiğini düşündürmüştü bana. Yanıtını bulamadığım bir diğer konu; Doğu Karadeniz’in adeta simgesi “Kemer Köprülerin kimler tarafından, ne zaman yapıldığı idi.

Sevgili babam(Nihat) Kıbrıslı bir konuğundan aldığı bilgileri bana aktardığında öğrendim: Denici bir ulus olan, Kristof Kolomb’un akrabaları Cenevizliler kurdukları kent devleti ile en görkemli günlerini 13. YY da yaşadı. Galata kulesini inşa eden bu denizci ulus şarap üretimi ile de ünlülerdi. Dünyanın en iyi şarabı; Doğu Karadeniz’in dağlık bölgelerinde yabanıl olarak yetişen Kokulu Kara Üzüm’den elde edilirmiş, İşte Cenevizliler; dağlardaki bu yabanıl üzümlere ulaşmak için yapmışlar Kemer köprüleri. Bazı köylerde rastlanan devasa küplerde Cenevizlilerden kalmaymış. Çünkü üzüm suyunu bu devasa küplerde biriktirdikten sonra gemilere taşırlar, ortanda İtalya’ya götürürlermiş. Belli ki Laz kirazı Karayemişi de İtalya’ya götürenler Cenevizliler.

Bu coğrafyanın en eski halklarından biridir Lazlar. Tekrar etmek istiyorum: Eldeki tarihi verilere baktığımızda; Laz (Lazika) (Gürcüce eski ulusal adı Eğrisi) Devletinin 4.yüzyılda Doğu Kolhida'da, kurulduğunu görüyoruz..Verilere göre Lazlar’n Kolhlar’ın mirasçisi ve torunları… Bu görüşü, 6.yüzyıl Bizans tarihçisi Prokopios Kessariyskiy doğrulamaktadır:"Kolhlar'ın, Laz olmamaları mümkün değildir. Kolh adı zamanla öteki birçok halklarda olduğu gibi, Laz adıyla değiştirildi."

Prokopios'un yurttaşı Agafios olguyu şöyle tanımlıyor: "Çok eski çağlarda Lazlara Kolh denildiğini ve Lazların gerçekten Kolhlar olduklarını , Kafkasya halklarını tanıyan herkes bilmektedir. Lazlar, öteki güçlü halklara egemen olan güçlü ve yürekli bir halktır…Onlar, eski Kolh adından çok gurur duyarlar… Yalnızca Doğu, yani Rion Kolhidası yoktu, bir de Batı yani Çoruh-Trabzon Kolhidası vardı.

İşte bu nedenle, Batı Kolhida halkına, ki bu sonuncusu Lazika'yla bir devlet olarak birleşmemiş olsa da, Laz denirdi. Laz adı, bundan sonraki tüm çağlarda Çan, Hald adlarının yanında Batı Kolhida halkı için kullanıldı.. Trabzon İmparatorluğu hükümdarlarına (1204-1461) İstanbul'da "Laz hükümdarları", sahip oldukları topraklarda bazen Lazika, bazen Kolhida denirdi.”

MS. 4 yüzyılda Paganizm'i terkederek topluca Hıristiyanlığa geçen Lazlar 16. Yüzyılda Ortodoks Hıristiyanlıktan İslam'a toplu olarak geçmişlerdir. Günümüzde Lazların tamamı Hanefi mezhebinden sünni Müslüman’dır…

Anadolu’ya sonradan gelenler üç yerleşim bölgesi ile karşılaştılar Anatoliya, Laziztan ve Kürdistan. Yani Bizanslılar, Kürtler ve Lazlar, yörenin en eski sakinleri idi. Özelikle Osmanlı döneminde göç ve sürgün politikaları sonucunda, ülkenin demografik yapısı büyük ölçüde değiştirildi. Katip çelebi, Lazların trabzon’a yakın oturdukların ve “İtaatsiz” olduğunu kaydeder.

Trabzon valilerinden Osman paşa, XIX. Yy.da da devam ettiği anlaşılan itaatsizliğe son vermek için, laz Derebeylerinin nüfuzlarını kırmaya çalıştı, ama başarı sağlayamadı. Atina (Pazar), Bulep, Artaşin (Artaşan), Viçe, kapiste, Arhavi, Kisse, Hopa, Makris (Makriali), Gonia (Günye), batum, Maradit (Maradidi), Perlevan ve Çat, vilayet teşkilatı kurulurken Lazistan sancağı (Merkez Batum olmak üzere)

Trabzon’a bağlandı; Batum Rus’ların eline geçince, sancak merkezi Rize oldu(1878)…. Çoğunluk, 16 mart 1921 tarihli Türk-Rus anlaşması sonunda Türkiye’ye göç etti… Lazların hemen hepsi usta denizcidir, tarımla da uğraşırlar(pirinç, mısır, tütün). 1914 yılından önce, Rusya’da çalışırlardı(M. Larousse)…

Tarihin en basit olgusuna soru sormak zorundasınız. Evrensel kardeşlik bunu gerektirir. Asimilasyon faşizmin ta kendisidir ve çağların gerisinde kalmıştır. Lazlar bu süreçte asırlardır var, fakat hala ayaktalar. Asimile etmek için gelenler eğer kendileri asimile olmuşlarsa, belli ki Karadenizde büyük bir Laz uygarlığı vardı. Tarihte Lazlara ÇAN’lar da denirdi. Çan bilindiği gibi Samsun ve çevresinin eski adıdır. Neden acaba!?!?

Lazlar konusuna birilerin kendi ırk boyutunda baktıklarını söylebilirim. Örneğin bunlardan biride Trabzonlu olduğu söylenen P.Minas Bıjışkyan’dır. Trabzonlu dost insan İnş. Yük. Müh. Sami Koç’un arşivinden bana gelen 1969 Edebiyat Fakültesi basımı “Karadeniz Kıyıları Tarih ve Coğrafyası” adlı yapıtında ‘bakın neler diyor’a geçmezden önce, bugünlerdeki, etnik tartışma katsayısının artırıldığını vurgulayarak konuya girmek istiyorum:

Trabzon orijinli olayların ard-arda yaşatıldığı bugünlerde P.M.B’nin özdeki görüşünü özetleyen bir değerlendirmeye yer verip, genel görüşlerini içiren alıntılara geçelim: “Bir zamanlar karadeniz' in doğusunda Mithridates diye bir insan yaşardı; kraldı. saltanatı 56 yıl sürdü, 22 dil konuşuyordu. Garip gemiler ve makineler icat ediyor, gemilerden düşman kale ve surlarına kule ve köprüler atıyor, onları alt ediyordu. Mithrisdates, Pontos kralıydı ve ardılları(arkasından gelen) yüzlerce, binlerce yıl bu uygarlığı yaşattılar. uygarlıkları çözüldükten sonra da etkileri elbette sürdü.:..” P.M.B’nin Lazlar ve ARHAVİ hakkındaki genel değerlendirmeleri ise şöyle:

“…Grekle, eski çağda Grekler Karadeniz'e “deniz” manasında olan Pontos adını vermişlerdir… sakinlerine Pontos denir.. Pontos’un ilk sakinleri, Nuh’un oğullarından Yafet’in ırkına mensub idilir(Bu noktada anımsatmak isterim; Bilindiği Bilim insanlarının birçoğu kutsal kitaplarda sözü edilen Nuh tufanının 7500 yıl önce Karadeniz’in sularının Akdeniz’den gelen tuzlu sularla ansızın yükselip taşması sonucunda meydana geldiğini savlamışlardı.. P.M.B de yapıtının bir bölümünde şunu söylemektedir: ‘Eski tarihçiler, Karadeniz’de çok derin bir girdap olduğunu söylerlerse de, birçok yerler, nehirlerin durmadan getirdiği kum ve taşlarla sığ hale gelmiştir… taşan sular, karayı yarmış ve İstanbul boğazını açmıştır, birçok sahilleri basmıştır…

2285 yıl önce yaşamış Herodotos, Troya(Ege) bölgesi ve bütün Misya’nın/Marmaranın yüksek yer olmadıkları için denizin altında kaldıklarını söyler..Bundan dolayıdır ki Karadeniz’in bazı yerlerinde suyun altında binalar görülür. Bundan başka yüksek dağlarda gemi bağlayacak yerler, iplerden aşınmış taş ve halkalara rastlanır…. Ayni şeyi yerli halkın da söylenceleri arasındadır.)… Seyyah şarden (Chardın)’e göre, Karadeniz’e önce Yafet’in torununa izafeten(ait olarak) Askanaz(aşkenaz) denirdi; fakat bilâhare (daha sonra) Elenler, “konuksever” anlamında olan Oksinos adını vermişlerdir…. Kemer, Rize’nin dokuz mil uzağında, denizin içinde, delinmiş bir kaya olup içinden ufak taşıtlar geçer..burası Trabzon vilayetinin sınırdır.

Lazistan’ın asıl sınırı kabul edilir.. katip Çelebi’ye nazaran, bu mıntıka halkı, umumiyetle Laz denilen Lezgilerdir ki eski Kolhislilerden inmiş olduklarından tüm memeleket Kholis, eyalet de Kaldı adını taşırdı, fakat asıl Lezgiler Kafkas dağlarında, Lazlar da kıyılarda yaşarlar.. birbirlerinden çok farklıdırlar(???)…

Atina, ufak bir liman olup meskûN BİR YERDİR. Buradaki eski bir bakır kap bakiyesi, vaktiyle yere ismini veren İlâhe Athenas tapınağının burada olmasına göre, putpereslik devrine ait olmalıdır. Argonotlar buraya geldikleri vakit Atuna veye Adienos olarak adlandırmışlardır…Hamamaşen (hamşen-Hemşin)..Barkal dağı’nın yanında muhtelif köylerden ibarettir.

Burada mevcud eski bir manastırın içinde hâRİKULâde büyük bir kazan ve dağın içinde oyulmuş olup fırtına deresine ulaşan garip bir yol bulunur…Yakında akan Fırtına deresi büyük bir gürültü ile denize dökülür. Arrianos burada Galatia ve Britanis adlı iki irmak gösterir… Hamşen’de Elovit ve haçevan adlı iki çay, çeşitli ağaçlar ve Ermenice adli çeşitli nebatla dolu muazzam ormanlar vardır….. burada, gerek ermeni ve gerek müslumanların rağbet ettikleri bir ziyaretgâh olan Haçikâr adında manastır vardır. Büyük bir çan bulunur… Bir Ayı mezarı vardır. Üzerinde; Ayı’nın manastıra 12 yıl hizmet ettiği yazılıdır. Cahil ermeni ve Müslüman halk, hayvanın ölüm yıldönümü gününde gidip dua eder.. İnciyan’a nazaran, hamşen ermeni halkının ağır vergiden dolayı xvıı. asrın sonlarında ve xvııı. asrın başlarında, civar köylerin halkı(lazları kast ediyor) ile beraber Müslüman olmuşlarsa da bazı köylerde Hıristiyan olarak kalmışlardır..

Laroz veya Aput, Atina’nın 6 mil uzağında koyları olan bir liman…… kalep veya Bulep ve kafisra buraya yakındırlar..Arranos, burada, yanında Ankialos sarayının blunduğu Bridonis ırmağını zikreder(Eder etmesine de, nerde kalıntıları? Yoksa ahşaptan mıydı??)

Arkava(Arkavi): Ufak taşıtların durduğu ehemiyetsiz ve basit bin yerdir. Burada bir çay akar ve dükkânlar vardır. Beronit, Kise ve Laroz’un otuzaltı mil (1 mil:1,61 km) mesafesinde bulunan diğer ufak mevkiler Arkava’ya yakındır. Kayıklarla için çok işlek olan buradaki halk kâmilen (toptan) Lazlardan ibarettir. Gürcü tacirler de vardır.

Katip Çelebi’nin anlattığına göre, buradaki halk vaktiyle muhtelif mezheplere ayrılmıştı, fakat şimdi de hepsi de sabit Muslümandırlar. Yaşlı adamların dediklerine göre, eskiden halkın içinde ruh ölmezliğini inkâr eden ve “insan ot gibi biter, ok gibi yiter” diyen ve dua etmeyen dinsizler varmış… Hopa,.. ufak taşıtların çok uğradığı küçük bir liman kasabası…Burada eski ve terk edilmiş yerler vardır.Bir söylenceye göre padişahın suyunu beğenip Abu İslah deresi buradadır.. eskiden namlı bir yer olan Makrakala’da Lazlar oturur(Hopa da kimler oturduğunu unutmuş olsa gerek)..

20 mil mesafede GÖNYE kasabası vardır.. halkı Hıristiyanlıktan dönme Lazlardır. Tavernier (Jean-Baptiste tavernier- XIV. Louis döneminde yaşamış bir Fransız tüccarı ve seyyahı) Gönye’nın yarısının padişah7a, yarısının Mingreli kralına âid olduğunu ve iki hükümdarın arasının iyi olduğunu, çünkü Türkiye’nin muhtaç olduğu demir ve çeliğin büyük bir kısmı Karadeniz yoluyla Migreli’den getirilir, der…. Sultan Ahmet para sıkıntısı içine düştüğü vakit, barada deri para bastırmış, bu nedenle kaleye Gönye denmiş(Bunu bir tarihçi yazarsa, ben Vikingli Lazları, Arhavi ve sidere adınının nerden geldiğini, sezar’ın sözlerini, Kurdoğulları, Çorbacıoğullarını v.d yazmayayım?!)..

Eski Ankilok şehri bu yörede idi. Kral sarayını görmüş olan Arrionos’un anlattığına göre, bu taraflardaki halk (Arhavi, Pazar, Ardeşen, Hopa, ..kısacası Kemer den Sohuma dek olan yerlere anlatmaya çalışıyor.)… kavgacı insanlar olduklarından pontoslularla çarpışırlardı ve hatta Ksenofon (Yunanlı filozof, yazar, tarihçi ve asker, Sokrates'in öğrencisi.) ile de çarpışmışlardı. Lazistana eskiden Euilat da denmiştir.. O denli ünlenmişler ki İran kralı Kavat, buranın kendisine verilmesini istemiş.. lazistanı kadınları ve hususiyetle ilerigelenlerin hatunları Amazonlar gibi cesur kadınlar olup kocalarını emirleri altına almışlardır (Ne oldu o zamanın Laz kadınlarına? Demeyelim. Gerçek laz kadınları ayni kimliklerini yine koruyorlar. Kendisi çay toplar, kocası da gurbettedir.. çoğu da inşaatçıdır ve bugün dünyanın sayılı firma sahipleri Arhavili işadamlarınındır..)

Eski Trabzon sikkelerinin bir yüzünde Apollon başı, diğer yüzünde de (prg. 3) yazışı ile bir gemi burnu ve çapa vardır. Bundan, o zamanda Trabzonluların başlıca putunun Apollon, şehrin de işlek bir liman olduğu anlaşılır.

Yafet'in ırkından Yafet adlı birinin gelip kaleyi yapmış olduğuna dair mevcut bir anane vardır ki bu şahsın bir Erme-ni reisi ve belki de Hayk'ın oğlu olması düşünülebilir. Horenli Moses de, Kral Valarşak'ın Pontos'u intizama koyduğunu, halkın isyanı üzerine de Ermeni kralı Arşak'ın orasım tekrar zapt ederek dünya tarihinin 3875 senesinde Karadeniz kıyısında bir taş diktiğini, mızrağım taşın içine batırırcasına kuvvetle vurduğunu ve Pontusluların buna ilahi bir nişane olarak taptıklarım,fakat daha sonra tekrar isyan ederek taşı denize attıklarım söyler….”

Tüm bu kısmi ‘zırve-i zırva’lar, günümüzde de zirveyi tırmandıran mantığın bir uzantısı olarak görüyorum ve kısmi zırvaların(saçmalıkların) altında şu yatmaktadır: “... Hz. İsa’dan önceki yıllarda karadeniz kıyılarına gelerek yerleşen ilk halk yunan kültürünün temsilcileri olan pontuslular'dır; pontuslular, Lâzlardır; dolayısı ile Lâzlar yunan kökenlidir.. dilleride ayni coğrafyadaki egemen ulus harmanlaması olan( Rum, Pontus ve Grek), aksan farklılğından doğmuştur…”(!!!!!!!!!!!?????? tüm bunlar işaret ettiğim gibi insanı öfkelendiren bir yığın soru işaretinden başka bir şey değildir)

Yünanistan/Yanya doğumlu ve Arnavut Şemseddin Sami(1850-1904)’nin de onlardan aşağı kalır yani yok. Biraz daha zorlasa Kırzıoğlu’nun megrel tanımına sokacak Lazları, çünkü İslamlaştırma Türkleştirme yıllarının ünlü bir yazarıdır… Kulak verelim: “ Karadeniz’in cenub-şarkisi sevahilinde (Güney Doğu kıyılarında) Memalik-î Osmaniye'nin (Osmanlı ülkesinin) Trabzon vilayetinde ve Rusya devletine tâbi (bağlı) Batum cihetinde (yöresinde) sakin (oturan) bir kavim olup, esasen akvam-ı Kafkasiye'den (Kafkas kavimlerinden) olmakla, Gürcilerle (Gürcülerle) karabet-i cinsiyeleri (soy akrabalıkları)vardır.

Lazlar simaca tamamıyla ırk-ı Kafkasiyeye mensup (Kafkas ırkından) olup, kafaları büyük ve armudî (armut biçiminde), alınları vasi (açık), burunları düz ve bazen azıcık kemerli, saçları ekseriya kestane veya kumral, gözleri elâ veya mai (mavi) ve kametleri mevzun (boyları ölçülü) ve meşy (yürüyüş) ve hareketleri levendanedir (hızlıdır). Kendileri cesur ve cest (atak) ve çalak (çevik), çalışkan ve zeki ademler (kişiler) olup, harp esnasında yağmaya meyilleri varsa da, işte pek namuslu ve sadık ademlerdir (kişilerdir). Gemicilikte maharetleri dahi meşhur olup, Osmanlı donanmasının en iyi neferat (askerler) ve zabitanı (subayları) bunlardandır...”

Laz kültürü yok olmayla yüz yüze geldi. Bu gerçekleri evrensel kültür adına görmezlikten gelemeyiz. Kimse bunu yadsımamalı. Fakat, dünya da ilk kez, ATATÜRK ve silah arkadaşlarının “Türk, Laz, Kürdü, Çerkez, Gürcü Anadolu insanı”yla emperyalizme karşı verdiği savaşta kurumsallaşan laik demokratik üniter Cumhuriyet’in parçalanmasında materyal olarak kullanmamalıyız da. Etnik tartışmanın uluslaşmış Cumhuriyetleri hedef aldığını da aklımızdan çıkarmamalıyız.

Buradaki amaç; dil, tarih, kültür bağlarından dolayı ayri ulusal bir topluluk oluşturma değil, bir evrensel değerin korunarak ‘Evrensel kardeşliğin’ Yaygınlaştırılmasıdır, söylenmek istenen.

Onun için “Uluslaşma kavramı” üzerinde durmak istiyorum: Uluslaşma; bir halkı diğerinden ayıran kültürel ortak özellik olarak anlaşılmasın. Bu kavramı ilk kez, Alman düşünür J. G. Herder (1744-1803) tarafından netleştirilmiştir. Herder’in yurtseverlik duygusuyla esinlendiği tarih felsefesi kuramında, ulusal bağımsızlığı, Alman tarihinin ideal özgünlüğü olan halk ruhu din ve edebiyat dili geleneğinde buluyor.

Berlin Akademisi’nin 1770’te konuyla ilgili açtığı yarışmaya sunduğu ve birinciliği alan çalışmasındaki antropolojik(İnsan bilimi) yaklaşımı ise insanın düşünme yeteneğini, aklını ve belleğini öne çıkarıp dilin toplumsal yönüne göndermede bulunmaktadır. Dilin kökeni ve dil-düşünce ilişkisi yüzyıllardır insanların ilgisini çekmiştir. Dile ilk önce mitolojik, ortaçağda teolojik(Tanrıya ilişkin-Metafizik) yaklaşılmıştır.

Herder’den etkilenen ünlü Alman dilbilimci ve düşünür W. Von Humboldt(1767-1835), çeşitli toplumları ve dilleri inceledikten sonra şu sonuca varmıştı: “Dil olmuş bitmiş bir ürün değil, bir etkinliktir”. Humboldt bu sözüyle dil ile söz konusu dili kullanan kişi arasında karşılıklı bir etkileşim olduğunu anlatmak ve dilin içyapısının insanların içdünyalarına da etki ettiğini anlatmak istemiştir. Irk, dil ve Doğal organik bağlarla bütünleşmiş bir ulusu düşleyen Herder’in etnikçi görüşü, 19. yüzyıl ulusçuluğunu derinden etkilemiş, tutucu kültüralist (kendi ırkını, diğer ırklardan önde tutan) ve reaksiyoner hareketlere dayanak oluşturmuştu.

Nasyonal sosyalizm ideolojisi romantik Alman ulusu idealinin kaygı verici biçimde siyasileştirilmesiyle alevlenir. Halkların uluslaşması “Ulus” sözcüğü bilindiği gibi ilk kez 1789 Fransız devriminde, “Kral ve Halkları” yerine, yurttaşların yasalar karşısındaki eşitlik değerlerini simgeleyen “Ulusal Birliktelik” deyişinin kullanılmasıyla karşımıza çıkmıştı. Herder ise ‘Kökenlere dönüşü’ simgeler. Dünya'nın "mutlak ben" yani tek bir tür özne olduğunu söyleyerek spekülatif bir felsefenin (İlerde ortaya çıkabilecek etnik dalgalanmalardan yararlanarak kendi etnik yapını öne çıkarma ) kapısını aralayan ve bir şeyi bilmek demek, önce onu görmek, sonra onu başkalarından ayırt etmek ve daha sonra da onu başkalarıyla birlikte tanımak demektir öğretisinin sahibi Alman Düşünür Johann Gottlieb Fichte (1762-1814), ulus düşüncesini yeni bir kurama bağlar; “Herhangi bir toplumu eğitimle belirlediğinizde o’nu Uluslaştırırsınız..” der…

Savaşçı ideolojinin belirlediği ulusalcılığa karşı halkı eğitim, devlet-ulusuna karşı, ulus-devletini yeğleyene Fichte, yurtseverlik diyaloglarında der ki “Alman doğulmaz, Alman olmak hak edilir..” Tinsele ve tinselliği özgürce izlemeye inanan herkes, dili ve kökeni ne olursa olsun bizle ayni amacı paylaşır, gerici kişi Alman değildir. Fichte’nin söylevlerinde ulus kavramı, şaşırtıcı biçimde, doğallaştırılmış romantizmini aşarak, aydınlanmanın ideal devrimcilik-insancıllık yönünde özgün bir anlatım kazanır. Ulusçuluk evrensel değerler içinde bir doğuş eylemi olarak ortaya çıkar.

29 Ekim 1933; onuncu yıl söylevi’nde ATATÜRK, eğitici ve sade ilkelerle saptadığı ilerici, kurucu ve uygarlıkçı bir utkuyu aydınlanma ilkeleri olarak yeni bir ulusun temeline yerleştiriyor. “Türk Ulusu” din devletin karıştığı bir tarih, çöküşten çıkarak, Fransız ve Rus devrimi düşüncelerinden harmanlayarak görkemli bir hareket sürecine giriyor. Bu yeni ulusu oluşturan Türklerin kim olduklarını etnik kökenlerini, dinlerini kültürlerini sorgulamamak için devrim düşüncesini anlamış olmak gerekir…”

Devrim şehidi uğur Mumcu’nun 29 ağustos 1992 günkü “Türkiye Halkı” başlıklı yazının şu tümceleri bugünün Türkiyesindeki duyarlılığı net olarak ortaya koymaktadır: “Türkiye cumhuriyeti, “ırk esası” üzerine kurulmuş bir devlet değildir. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında “Türk halkı” değil, “Türkiye halkı” söz konusudur.

Türkiye halkı; Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Çeçen, Arnavut, Arap, Zaza, Süryanı, Ermeni, Müsevi.. bütün etnik topluluklar ile “gayrimüslim azınlıkları birleştiren ortak bağ yurttaşlıktır.

Ne mutlu türküm diyene” sözleri bu bağlamda değerlendirilmelidir.

Ümmet toplumundan millet toplumuna geçmek ortak bağ, yurttaşlık bilincidir. “ne mutlu türküm diyene” sözleri, kurtuluş savaşı ve devrimleri yapan cumhuriyet kuşağını kutlamak ve geleceğe de güvenle bakılması için söylenmiş sözlerdir.

Bu sözlerden, bir ırkın bir başka ırkı ezmesi anlamı çıkarılamaz. Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki bu demokratik anlayış, “Şeyh Sait ayaklanması” ve bu ayaklanmayı izleyen etnik ayaklanmalar sonunda yerini baskıcı yönetimlere ve “asimilasyon siyasetine” bırakmıştır… soğuk savaş da kominizim siyaset sahnesinden indirirken; Ortadoğu, balkanlar, Kafkaslar, eski Sovyet cumhuriyetleri ve Türkiye’de etnik kargaşalara ve amerikan’ın egemenliğindeki “yeni dünya düzeni”ne yol açtı.

Bu siyasal ve ideolojik karanlık içinde pusulamız “Türkiye halkı” ve bütün etnik toplulukları kucaklayan bu kavrama dayalı “yurttaşlık bilinci” olmalıdır…”

Daha geriye gittiğimizde; 17 şubat-4 mart 1923 tarihleri arasında İzmir'de ilk kez gerçekleşen “Türkiye iktisat kongresi” nde alınan aşağıdaki genel kararlar T.C’nin, “ırk esası” üzerine kurulmadığının ve ulusal, yurttaş duyarlılığın göstergesi dört maddeye işaret etmek istiyorum:

  1. Madde-2: Türkiye halkı egemenliğini, kanı ve canı pahasına elde ettiğinden, hiçbir şeye feda etmez; ve milli hakimiyete dayanan meclis ve hükümetine her zaman destek verir.
  2. Madde-3: Türkiye halkı, tahrip etmez; imar eder. Bütün emeği ekonomik yönden ülkeyi yükseltmek amacına yöneliktir.
  3. Madde–4: Türkiye halkı, tükettiği malı olabildiğince kendi yetiştirir. Çok çalışır, zamanda, parada ve ithalatta savurganlıktan kaçar. Milli üretim için yeri geldiğinde geceli gündüzlü çalışır.
  4. Madde–5: Türkiye halkı, servet olarak bir altın hazinesi üzerinde oturduğunun bilincindedir. Ormanlarını evladı gibi sever, bunun için ağaç bayramları yapar; yeniden orman yetiştirir. Madenleri kendi ulusal üretimi için işletir ve servetlerini herkesten fazla tanımaya çalışır.”

Kuvva-i milliye, o tarihte, işgalci emperyalist ordularına karşı savaşan, Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Arabi ile bütün etnik grupları kapsamıyor muydu?

3/1/2006 - T.C cumhurbaşkanı sayın Ahmet Necdet Sezer'in yeni yıl mesajı’nın bazı tümceleri tüm bunları doğrulamıyor mu?

“Anayasamıza göre, Türk ulusu, siyasal bir birliktir ve tekil devlet yapısıyla doğrudan ilişkilidir. Ulusal kimlik bilincini yerleştirmeden tekil devlet yapısını korumak olanaksızdır….

Anayasa’daki ulusçuluk anlayışı, ırksal ve dinsel öğelere değil, gurur ve övünmede, sevinç ve tasada, hak ve ödevlerde, nimet ve külfette ortaklık ve birlikte yaşama isteği gibi değerlere dayanmaktadır. Geçmişte yaşanan ortak acılar ve sevinçler, birlikte kazanılan zaferler, ülke ve ulus çıkarını her şeyden üstün tutma, ülkü ve amaç birliği, çağdaşlaşma yolunda verilen savaşım bu değerleri oluşturmaktadır…”

Bu yaklaşımımı revizyonizm ve oportünizm ile özdeşleştirmeyelim. Bu; barış felsefesiyle anlatılmak istenen, evrensel kardeşliğin uzlaşı boyutundaki yansımasıdır. Lazlar bu evrensel hoşgörüyü ve akılcılığı eski tarihin tüm zamanlarında sürdürmüşlerdir. Örneğin: Heraclius'un M.S. 622–628 arasında İran üzerine yaptığı seferlerde ve İran’a karşı hazar Türkleri ile yaptığı ittifakın yanında, Lazların akılcı katkılarıyla da, ordusunu takviye etmiştir. Çünkü Persler sürekli bölgeyi rahatsız etmekteydiler.

Bizanslilar ve Persler arasindaki husumetin yüzyillar boyunca sürmesinde, lazlar akılcılıkları sayesinde bağimsizliklarını korudular. Lazlarin yaşadığı bölge daha sonra trabzon imparatorluğu’na dahil edilince(1461) belli oranda otonomilerini bu akılcılıklarıyla sürdürmeyi başardilar. Bu süerçlerde; Osmanlı yönetimi bölgedeki hududun muhafazasını henüz Müslüman olmamış Lazlara bıraktığını ve Lazların Osmanlı’nın güvencesi altında asırlardır kendilerini soyarak, ezerek tehdit altında tutan gürcü ve abhazlar'ın yağmacılıklarına karşı, ayni akılcılıkla direnme gücü oluşturduğunu görüyoruz.

Osmanlı belgelerindeki kayıtlar incelenebilirse; fetihten önce ve sonra; Lazların Osmanlı ile beraberliklerinin; akılcılığa, hoşgörüye dayalı gönüllü bir beraberlik olduğu anlaşılacaktır… 20. yüzyildan önce bu bölge, hiç bir şeklde tamamiyla büyük bir imparatorluğa entegre edilmemesi, Lazların akılcı politikalarının ürünüdür.

Arşivler açıldığında olgunun gerçek boyutu da ortaya çıkacağına inanıyorum. Özellikle; bu akılcı evrensel hoşgörülerinin tarihin hiçbir safhasında karşılık görmediği, mevcut verilerden yola çıkıldığında görülebiliyor: 1461 yılında Osmanlılar doğu Karadeniz’i topraklarına katınca; o zaman Lazların başında bulunan son kral David, Osmanlı imparatorluğuna yöre barışı adına koşulsuz evet dedi. Osmanlı Trabzon’u ve Laz krallığı'nı teslim aldıktan sonra fatih sultan Mehmet’in ilk işi kral David ve sekiz oğlunu boğdurup ortadan kaldırmak oldu.

Osmanlının işgal ettiği topraklardaki halkların "diline, dinine dokunmayarak” yansıttığı savlanan hoşgörüyü nedense Lazlara yansıtmadığını görüyoruz. Lazların Osmanlı işgalinden bugüne yaşadığı süreç ve geldiği nokta bunun bir kanıtıdır. Osmanlı’yla birlikte asimilasyon süreci başladı. Bu süreçteki koşulları kabul etmeyenlere ağır vergiler yüklenip, ekonomik ve toplumsal bir baskı uygulanır oldu. Süreç aşama- aşama ilerledi. Öncelikle isimler Müslüman isimleriyle değiştirilmeye başlandı. Lazların bir kısmı da bunu kabul etmeyip Gürcistan’a göç etti…

Sonrasında; Osmanlı yönetimi Laz topraklarını 11 idari bölgeye ayırdı.. Fetihte; kendisine yardım eden derebeylerin-ki çoğu Laz- bir kısmına bu bölgeleri sus payı olarak verdi. Derebeylerden üstün yararlılık gösterenleri yanına, çoğunu da imparatorluk topraklarının farklı bölgelerine dağıttı. İlk zamanlarda bölgede yönetimi Laz derebeyleri aracılığıyla gerçekleştirilirken, giderek merkezden atama ve müdahaleler ağır basmaya başladı. Bölgelere Osmanlının toprak sistemi içinde yöneticiler atandı. Asırlardır sürdü bu politika.

Ve sonunda; Lazlara (1850-'60) yönelik asimilasyon bir adım ileri götürülerek Laz topraklarına Afşarlar, Müslüman Ermeniler, Kürtler yerleştirilmeye başlandı. Kalan Lazların bir kısmı da Anadolu’nun değişik bölgelerine sürüldü(İzmit-Sakarya-Düzce-Yalova).1877 yılındaki Osmanlı Rus savaşı'nın sonunda ise Lazistan'ın bir bölümü Rus’larda kaldı. Yani Lazlar bu kez iki ayrı ülke toprağına bölünmüş oldular. 1900'lerin başından itibaren artık bölgede Laz isimlere rastlanmamaya başlandı.

Bu tarihlerde zaten Laz dilinin devlet dairelerinde, toplu yerlerde kullanılması, "padişah buyruğuyla" yasaklanmıştı. Tabii bu sürede ulusal kimliği, dili korumaya yönelik çabalar da yok değildir. Örneğin; 1910'da lazistan'da bir grup Laz aydını kendi dilleriyle eğitim yapmayı amaçlayan bir girişim başlatırlar. Yine bu dönemde bir Laz alfabesi oluşturulması için girişimlerde bulunulur ancak, bu girişimi yapanlar Sultan Hamid’in emriyle zindana atılırlar.

Özellikle bu yıllardan sonra Laziztan mebusu denmekten vazgeçildi, çünkü 1924’te Lazistan Sancağı idari bir birim olarak kaldırıldı ve Lazların yaşadığı yöre Türkiye Cumhuriyeti’nin ayrılmaz bir parçası oldu..Oldu da ne oldu? Ali İhsan Aksamaz’ın dediği gibi: “…Manisa Mebusu Mehmet Sabri Toprak'ın 1938'de verdiği kanun tasarısı çarpıcı bir örnek olarak karşımıza çıktı: Bu tasarı, Türk vatandaşlarının evlerinin dışında umuma açık yerlerde, her zaman Türkçe konuşmalarını, aksi takdirde 1-7 gün arasında hapis ve 10 ile 100 kuruş arasında para cezasını öngörüyordu. Bunların diplomalarına da el konulacak ve doktorluk, öğretmenlik ya da gazetecilik yapamayacaklardı.

Ceza olarak toplanan paraların bir bölümü de "ihbarcılar"a "ödül" olarak dağıtılacaktı. Yine bu tasarıya göre, Türkçe bilmeyen Türk vatandaşları bir yıl içinde öğrenmeye mecburdu. Yoksa, onları Türk vatandaşlığından çıkartılmak bekliyordu..”baskı sürdü…Köyde; her Jandarma gördüğümde Kemer köprüleri aşarak serentinin altına veya mısır tarlasına daldığım günleri hala anımsarım, ilk günkü korkularıyla..

……

Ve günümüzde de Laz olgusu seviyesiz Temel-Dursun-Fadime fıkralarına indirgendi. Bir gerçek var ki, o da benzer fıkralar asırlardır; İngiltere’de İrlanda ve İskoçlar için, İspanya’da Basklar ve Katalanlar için anlatıldığıdır. Osmanlı döneminde ise Pomaklar ve Arnavutlar için anlatılan bu fıkralar; imparatorluk sonrası nerden kabul gördüyse Lazlar için anlatılmaya başlandı.

Daha doğrusu Laz fıkraları dendi. Laz denince uzun burunlu Temel/Dursun, Celdum, Keldüm akla geliyor artık. Bu noktada bir antrparantez açarak Karikatür adlı mizah dergisindeki yazıma yer vermek istiyorum:

“Ülkemizde, genelde Lazlar diye tamlanan ‘Doğu Aradeniz’liler Temel/Fadime şahsında sürekli fıkralara konu edilirler. Fıkra bilindiği gibi ilginç bir olayı kısa ve özlü biçimde anlatan öyküdür. Bu Karadeniz öykülerinde, olayın ilginçliğinden ziyade, zaman-zaman Karadeniz insanının ilginçliği vurgulanarak yöre insanları abartılı bir şekilde küçük düşürülür. Yazılı ve görsel basın benzer yaklaşımlarla doludur.

Bir bağlamda doğası ve doğanı (insanı) ile zengin bir kültür çeşitliliğine sahip Anadolu insanı için söylenen bu öyküler, zamanla dalga geçme boyutuna vardırılmaktadır. Bunu açık-açık yapanlara da rastladık. Örneğin; 26/02/1995 günkü Cumhuriyet’teki “İngiliz’in has Lazı İrlandalılar” başlıklı yazısında; “Her millettin dalga geçtiği birileri var. İngiliz’inki de İrlandalılar” diyen Edip Emil Öymen bunun en somut kanıtıdır. Böylesi abartılı ve küçük gören yaklaşımlar Karadenizlileri zaman -zaman düşündürmüş, hatta öfkelendirmiştir.

Laz fıkralarında yöre insanının özgüveni gizlidir. Toplumsal aksaklıkların özlü anlatımında Laz kendisinin özeleştirisini yapabilecek kadar hoşgörülüdür. Ama asla aşağılamaya da izin vermez. Özellikle pratik ve hazır cevaplılıktan yoksun insanların kolayca söyleyemeyeceği ve kavrayamayacağı ince, anlamlı, nükteli sözler dizimi ile toplumsal aksaklığın vurgulanması Anadolu’muzun geleneğidir. Güldüşünümüzün Anadolu’muzdaki tarihsel simgesi Nasrettin Hocadır. Nasrettin Hoca’nın fıkralı nükteleri asla aşağılayıcı değil, buram-buram Anadolu insanının sevgiyle bütün hoşgörü esintileri ile doludur. Nükteli söz dizimleri, aşağılayıcı dalga geçme boyutuna indirgenmemelidir. 

Tüm bunlardan sonra bir gerçeği vurgulamak istiyorum: Laz fıkraları Temel-Dursun- Fadime ve İdris tiplemeleriyle özdeşleştirilmiştir. Lazlar da kesinlikle Temel, Dursun, İdris ve Fadime adı yaygın değildir. Fıkralarla birlikte bu isimler Lazların dışındakilere yakıştırılmaktadır-ki abartılı bir yakıştırmadır- Lazların Türkçe aksanı, yöredeki aksanlardan farklıdır. Evet Yüzyıllardır konuşulan, Kafkasya Dil Ailesi’ne bağlı Lazca kırık bir Türkçeyi gündeme getirdiği doğrudur, fakat bu Laz ve Laz olmayanlarda farklılıklar gösterir. Ana dili Lazca olanlar ünlüleri karıştırır, yani seslileri, kalını ve incesiyle……, diğerleri, ünlülerle birlikte ünsüzleri de… Örneğin Rize ve çevresi büyük oranda Celdum-Cittüm, Trabzonlu Keldum-Kittüm der. Laz ise geldüm-gittüm…”

XVI YÜZYIL ARHAVİ TARİHÇESİ:

Yazının son bölümünde Sabri kahraman’ın arşivinden faydalanarak Arhavi ve çevresinin tarihine değinmek istiyorum:

Arhavi kazası teşkilatı(oluşumunun) ve idarî-malî taksimatı (idari ve mali yapısı) xvı, asır başlarında oldukça mürekkep(karmaşık) görünmektedir. Bu kaza; nahiye, zeâmet (Osmanlı devleti'nde, subaylara verilen toprak), vilayet, kale olarak bir çok bölümlere ayrılmış ve bazen bunlar birbirine tedahül(İç içe girmiş) etmış gibidir.

Bunları şöyle sıralamak mümkündür:

  • A)-Laz Nâhiyesi: Bu nahiyede iki zeâmet görülmektedir. Biri “zeamet-i lazmağal” ki, bizzat Arhavi karyesi (köy) buraya bağlı idi.
    • Burada lazmağal’a tabi demek, lazmağal zeametine dahildir manasına gelmiş olacaktır. Keza Sidre ve diğer adıyla kutunid köyü(bugünkü teşkilatta, Arhavi’ye bağlı aşağı ve yukarı olmak üzere iki tane kutunıt köyü görülmektedir ki, bununla ayni olmalıdır) Abdullah çelebi vl.(Veliaht-Varis-Yerine gelmiş kişi) Mustafa Bosna tahvilinden(dönüşmüş) lazmağal zeametinden bulunuyordu.Yine, Kise karyesi(Köyü) hissesi Laz nahiyesine tabi, fakat, lazmağal zeametinden idi:
    • Görülüyor ki, bu köy ayni zamanda kaledir ve diğer taraftan büyük kısmı ile İskender vl (veliahtı). Mustafa tahvilininden (dönüştürülmesinden) Kise kalesi dizdarı(komutanı) Ali Sofya gulam-ı(genç)Mır’in(devlete adamı) Ber-veçh-i(olduğu gibi) serbest tımarı idi ve yine “kayre-i kise tab-i Laz zeameti Lazmağal olarak” kaydedilmiş bulunuyordu. Keza Çaçovirat köyü(belki bugünkü Atıne’ye bağlı Cacivat köyü) Ali Koruk tahvilinden Kise kalesi kethüdası( büyük subay) Hızır Üskübi’nin tımarı(Osmanlı imparatorluğu'nda belirli görev ve hizmet karşılığı olarak kişilere verilen ve yıllık geliri 1.000 akçe ile 20.000 akçe arasında değişen arazi). Diğer zeamet ise Viçe(Fındıklı) zeametidir(Osmanlı devleti'nde, subaylara verilen toprak-toprak karşılığı toprak sahibinin bakmakla yukumlu oldugu asker) ki, bu da Laz nahiyesine tabi idi ve XVI. Asır başlarında Husrev Çelebi vl(veliahtı). Bali Katip tasarrufunda bulunuyordu.Viçe Seraskeri(Osmanlı’da savaş ve asker isleri bakani) İskender Paçova idi ve tımarını serbest olarak tasarruf ediyordu. Çaçuryan Köyü de (bugün Viçe’ye bağlı olan Çurçave köyü olması muhtemeldir) bu zeamet içinde kayıtlıdır:
  • B)-İskele Nahiyesi: Burası aynı zamanda Zeamet merkezi ve İskele Vilayeti olarak kaydedilmektedir. İskele zeameti sonradan yazılmış ve İskender vl. Kul Karaca Gulam-ı Mir tasarrufunda bulunmuştur.Bu ve müteakip (ardından gelen) kayıtlardan anlaşıldığına göre, İskender önceden de Sidere köyüne sahipti ve buradaki yeni müsellemler (Osmanlı’da atlı birlikler) cemaati Şadı Bey tarafından maiyet haline getirilmişlerdi. Dikkate şayandır ki, bu köy bir yerde “tabi-i Lazmağal-Lazmağal’a bağlı”, başka bir kayıtta “tabi-i Arhava/Arhavi’ye bağlı” olarak geçmektedir ve buradan bu gün artık adı sanı silinmiş bu bölge isminin Arhavi ile müteradif (Anlamdaş) olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. İskele vilayet olarak ise, bu tarihte ayrı bir seraskere(Osmanlı’da savaş ve asker işleri bakani..) malikti(Sahip) ve bunun bir tımarı vardı: “ Nahiye-i Vilayet-i İskele 1500 akçe, bu zeametin cürüm resmi 1000 akçe, arussiyye de (Osmanlı’da düğün ve gerdek vergisi adedi) 500 akçe ile hepsi 3000 akçe olarak hasıl kaydolunmuştu.”
    • İskele vilayeti merkezinin bugünkü Hopa olmadığı, yani o zamanki teşkilatta Hopa adıyla ne bir kaza veya nahiye, ne de zeamet ve vilayet olarak geçmediğine göre, böyle bir ihtimal kabul edilmesine şu kayıt da engeldir ve bundan Hopa’nın o zaman diğer adı FİY köyü olduğu anlaşılmaktadır:
    • Bu köyde 500 adet hassa(hükümdara hizmet etmekle görevli) bağı olduğu, bundan 50 sabur şıra bedeli 1000 akçe alındığı, fakat, “asılda tekürün(Bizans imparatorluğu'nda vali düzeyinde yönetici.) hassa mülkü imiş Hüdavendigar(Hükümdar) hazretleri(Selim l.Şehzadeliğinde) Trabzon’a geldikten sonra hassa-i hümayun(Padişaha kalan pay) için zapt olunup mezkur şıranın bahası sahib-i tımara(ki bu tarihte Giresun kalesi erlerinden Hasan vl. İsmail’in timari idi) hazine-i amireden teslim oluna geldiği” mevcut tahrir(Osmanlıların, yeni fethettikleri ülkelerin arazisini tescil ve toprağın mülkiyeti ile kullanım biçimini ve vergi oranlarını belirlemek ve saptamak amacıyla düzenli olarak yazma kayıt tutma işine verdikleri isim.) kaydından öğrenilmektedir. “İskele vilayeti” timarlari arasında ekserisi Martoloslardır:.. (İskeleye bağlı Kostaniçe köyüne, bugünkü Atina kazasına tabi Kostavinat köyü olsa gerek) Tımar tarikiyle(Yoluyla), diğer biri, yine iskele vilayetine bağlı Çat Köyüne (şimdiki teşkilat Atina’nın Cihat köyü ile aynı olması mümkündür). Ayni şekilde, bir başkası yine buraya bağlı CANCALARIN iskele vilayetindeki, daha doğrusu, iskele nahiyesine bağlı 8 köyde-ki bunlar arasında bir de Mamanat adlı köy mevcuttu-263 hane 18.100 akçe tımar hasılatı getirmekte idi.. Bu münasebetle şöyle bir kayıt müsellemlerin(atlı asker) bozulup alelade raiyyat(Bir hükümdar yonetimindeki vergi veren halk haline getirildiklerini) anlatmaktadır.
    • Görülüyor ki, yukarıda adı geçen Hıristiyan asıllı Martoloslar bu yüzden tespit edilerek(saptanarak) kendilerini evvelce deftere yazılmamış yerlerden timarlar tefrik(ayırma, pay) olunmuştur ve Vilayet-i İskele de bu kategoride bulunmuştur.
  • C)-Yagobit Vilayeti: Bugünkü Arhavi nahiyesine bağlı Yakovit köyünün merkez olduğunu ve umumiyetle bogünkü Kemalpaşa nahiyesini, yani o zaman ki Makriyale ve civarını ihtiva eylediğini zannettiğimiz bu zeamet ve vilayet Arhavi kazasına bağlı idi ve bu da sonradan yazılmıştı…Bu zeamet, Yavuz Sultan Selim devrinde, srsçlar cemaatinden Sinan manastırı elinde bulunuyordu ve burada da yukarıdakilere benzer şekilde Martoloslara(Kapikulu ocakları kurulmazdan önce, Osmanlı devletinin askeri gücünü yayalar ve müsellemler olusturuyordu. bunları tımarlı sipahiler, akıncılar, azaplar, voynuklar, martoloslar ve cerahorlarla destekleniyordu. işte osmanlı ordusunda asırlarca varlığını sürdürenlerden biri de bu Hıristiyan Martoloslar idi.) timarlar verilmişti:…Yagobit merkezi (68 hane ile) buraya…bağlı köylerde(bunlar arasında Loma…köyü bugün de Arhavi’de mevcuttur, Çıkaıt………… köyü belki bugünkü Çukanit köyüdür, diğer altı köy hakkında faraziye yürütmek kabil olamıyor) 267 hane mevcuttur ve 20.300 akçe hasıl edilmiştir.
  • D)-Gönye Nahiyesi: Bugünkü hudutlarımız haricinde olan ve vaktiyle bir sancak addedilmiş bulunan Gönye, Arhavi kazasına bağlı ayrı bir nahiye itibar olunmuş, bu da sonradan yazılmış olduğu için Martoloslara verilmiş, beş köyü(bunlar arasında Maho, Haçavur, Kavardan, isimlerine rastlanmaktadır) ve 56 hanesi ile 3700 akçe hasıl temin etmekte bulunmuştur.
  • E)- Kise Kalesi: Yukarıda köy ve kale olarak, kale dizdar ve kethüdasından da timarları vesilesiyle, bahsettiğimiz bu kale Arhavi kazası hudutları içinde ve o’na bağlı idi. Kalenin bir imamı(günde 5 akçe ile) 11 nefer eri(günde 47 akçe alıyorlardı, senede imamla birlikte masrafları 18.408 akçe idi.) ve kale ambarında da ihtiyat olarak 97 kile buğday 3 kile v.s bulunuyordu.
  • F)- Arhavi Kalesi: Bu kale daha büyüktü, dizdarı(komutanı), Kethüdası(Osmanlı’da savaşlarda esir alınan veya devşirme olarak alınan çocuklar Türkçe ve İslami esasları öğrenmeleri için çiftçi ailelerin yanına verilirdi. bu ailelerin yanına verilen çocukları kontrol etmek için verilen bu görevlilere denir), imamı vardı. Bunların muhafızlarının tımarları mevcuttu. Kethüdası Abdukkerim vl. Ali’dir.Timarları arasında görülenler ezcümle(başlıcaları) şunlardır:……………………………… Kaledeki bütün vazifelilerin sayısı 30 nefer olup günde 144 ve senede 50.967 akçe tahsisatları vardı.Kalede yedek zahire olarak 222 somar(yığın olsa gerek) hınta(Buğday), 192 somar erzen(mısır), 70 somar tuz v.s. mevcuttu.

Bütün bunlarla Arhavi kazasının, Kanuni Sultan Süleyman devri başlarında, umumi yekunu; iki kale, 2 mescit, 2 imam, 2 kapıcı, dizdar, Kethüda ile 49 köyde 3070 nefer ve 2969 hane ve somar (310 Müslüman, 2659 Hıristiyan), bunun da 229 hanesi mirliva (sancakbeyi) hassı(hizmet eden) (35 Müslüman, 194 Hıristiyan), 2740 hanesi zaim (lider) ve tımarlı sipahilere mahsus (275 hane Müslüman, 2465 hane Hıristiyan) olmak üzere 216.680 akçe umum hasılattır ve bundan 206.430 akçesi dirlik sahiplerinin tımarıdır.”

Kaynak: Başbakanlık Arşivi tahrir defteri: No.52 (h.921)-No.53 (H. 921)-No.53 (H.921-937)-No.387 (H.929)-No.288 (H.961)

Belleten: C.XXVI,22. Belleten:Türk Tarih Kurumu

Xxvı. 1962. Sf. 293-337

XVI. Yüzyıl başlarında Trabzon ve doğu Karadeniz bölgesi(M.Tayyib Gökbilgin).

Değerli araştırmacı Fahri Kahrama’nın ve kardeşi Sabri kahraman’ın arşivinden iki Laz şiirine yok demezsiniz herhalde:

ÇKUNEBURAŞ

Orkostrei lazuri,
Kata oras skidasen.
Nena çkuniş mterepe,
Çkari var doskidasen.
Var dğalu, var ndğulasen,
Lazuri didi nena.
Şurimşinepe muşi,
Elarden ağan şfena.
Dopukura Lazurik,
Daçkimi si iceri.
Mtel kianas ubağun,
Ar duthe, ar sideri.
Fahri Kahraman
Arkabi, 2 Guma 1988
SİDERAR OPUTE
Siderari oputes mu oğadu,
Ohori ko gedgin nkoma var yulun.
Moseluşi ar ihi elebaru,
Na igzalu açkva haşo var mulun.
Ne Sider doskidu ne pilargeti,
Ne otalahe do ne çukavlati.
Gamiçodu ar miti var doskidu,
Mtel opute kaybana ko yoskidu.
Var dolilen meyogzaşi ğalişe,
Ko dizonatina ti do tanişe.
Gzalepez moyselu dazi limğana,
Var ilen var moylen malteş avlişe.
Did Sideris gonbun ar rumandreni,
Ar eşağti miti megagaseni.
Ne serenti gedgin ne ti bageni,
Mtel Sidere kaybana ko doskidu.
Sabri Kahraman
Mart 2003 Arhavi-derecik

Eğer evrensel kültüre ve kardeşliğe inanıyorsak, tarihin gizemli zamanından inbikten süzülürcesine gelen soyları ve kültürleri yok etmeyelim. Bu gezegenin kimliğini yok etmekle eşdeğerdir. Diyorum ki, evrensel anlamdaki Ulusalcılığı zenginleştirmek için; Soy esaslı ulusalcılık kavramı doğrultusunda değil, ülke esaslı ulusalcılık doğrultusunda politikalar üretelim. Burada esas alınması gereken Türkiye Ulusu üst kimliğidir. Bu kavram şoven ırkçı ulus anlayışını kırarak tüm kültürlerin ortak bir paydası haline getirebiliriz. Bunun için temel ilke; Resmi dil Türkçe ile birlikte Misak-i Milli sınırlarının korunması olmalıdır. Anadolu dillerinin korunması için Anayasal güvencesi getirilsin.

Bunun için demokratik toplum ve siyaset anlayışına dayalı toplumsal dönüşüm reformunu ivmelendirmeliyiz.

Osmanlı Mimarisi ve Anadolu Türk Mimarlığı konusunda Türkiye'nin önde gelen mimarlık tarihçilerinden Prof.Doğan Kuban hocam bakın ne diyor:

İnsanların geçmişlerine ilişkin duyarlılıkları uygarlık ölçütlerinin başında gelir. Kentlerin tarihi varlıklarını yok etmekle kalmayıp, adlarını bile kolayca ortadan kaldırabilen bugünkü Türk toplumu kendi uygarlık düzeyini tanımlıyor. Gerçi bu sarsarlıkları onaylamayan insanlarımız az değil. Fakat onlar, kırsal kültürün kara kütlesince dışlanmış, karar mekanizmaları dışında bırakılmış marjinallerdir.

Bülent Esinoğlu:

Milletler ve kültürlere karşı olmak, ırkçı milliyetçiliğin kaynağıdır. Irkçı milliyetçilik Kürt, Türk, laz, Çerkez diye halkları kendi arasında ayırır, emperyalizmin yutabileceği küçük parçalara böler. Onun için ırkçı milliyetçiliğe emperyalizm milliyetçiliği de denir(Deniz Som- Cumhuriyet/Vaziyet)….

Şu bir gerçek ki;

Emperyalizmin işgal kültürü altındaki ülkemizde; ortak kültür ve ortak tarih içinde ortak geleceği barındıran Atatürk ulusalcılığı yurtsever, birleştirici ve kavrayıcı bir anlayışa sahiptir. Vatanseverlik; içinde farklı görüş ve düşünceleri barındırabildiği ve onları vatanın ve ulusun kültürel zenginliği olarak görebildiği ölçüde güçlenir. Bundan kendimizi soyutladığımız an emperyal amaçlara hizmet edilmiş oluruz. Vatanseverliği katı ve kaba bir milliyetçilik anlayışı içinde yorumlamak, özellikle içinde bulunduğumuz dönemde ve bizim coğrafyamızda olası değildir. Kendimizi bu toprakların parçası olarak duyumsuyorsak, vatan sevgisini varlığımızda/yüreğimizde taşıyoruz demektir. (Şevket ÇORBACIOĞLU-10 Mart 2007-ANKARA)

Göç olgusuyla birlikte, yazdıklarımla örtüşen değerlendirmeler de yapılmaktadır:

Türkiye’nin kuzeydoğusunda, -tarihte Lazistan olarak adlandırılan- Doğu Karadeniz Bölgesinde, Artvin’in Hopa (Xopa), Arhavi (Arkabi), Borçka (Borçxa) ilçeleri ve Rize’nin Fındıklı (Viǯe), Ardeşen (Art’aşeni), Pazar (Atina), Çamlıhemşin (Vijadibi) ilçelerinde; 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşından dolayı Batum, Hopa ve Arhavi’den göç ederek yerleştikleri Gölcük, Yalova, İzmit, Kocaeli, Sapanca, Düzce, Akyazı, Akçakoca gibi yerlerde yaşamaktadırlar.

Kafkasya’da Gürcistan’ın Acara Özerk Cumhuriyeti’nin Batumi kentinde ve kente bağlı Sarp, Gonio(Gönye), Kahaber, Thilnari gibi köylerde ve çok az da Ahıska, Ureki ve Abhazya’da olmak üzere 1.700[13] ile 32.000[14] Laz’ın yaşadığı tahmin edilmektedir. 19. yüzyıla kadar Acara ve Batum’un çevresindeki nüfusun ezici çoğunluğunu Lazlar oluşturmaktaydı. Ancak Osmanlı-Rus Savaşları’nda gerek Lazların Osmanlı’ya yardım etmeleri, gerekse muhacirlikten dolayı bölgede Laz nüfusu iyice azalmıştı. Son olarak Stalin’in 1949′da Lazları topluca Orta Asya ve Sibirya’ya sürmesi Batum’da Lalzarın sayısını azınlık derecesine düşürmüştür.

Çeşitli Avrupa ülkeleri ve eski Sovyetler Birliği ülkelerinde (Estonya, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya) ise ne kadar Laz yaşadığına dair kesin bir veri bulunmamakla beraber 5.000[16] kadar Laz yaşadığı düşünülmektedir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olanlar kayıtlara Türk olarak geçmekte, Gürcistanlı Lazlar ise Stalin döneminde zorunlu tehcir gereği sürüldükleri yerlerde kayıtlara Gürcü olarak geçirilmektedirler.

Nüfus

Türkiye’de ve Gürcistan’da yaşayan Lazların sayısı tam olarak bilinmemektedir. Tarih boyunca yaşadıkları coğrafî bölgenin 16. yüzyılda Osmanlı hâkimiyetine girmesiyle yaşanan zorunlu İslamlaşma neticesinde Türkler içinde asimile olan halk kayıtlara “Müslüman” olarak geçirildi. Cumhuriyetle birlikte bu ifade yerini Türke bıraktı. [kaynak belirtilmeli] Ortodoks dininden dönmek istemeyen Lazlar ise, nüfuslara ya “Rum” olarak geçirildiklerinden Rumlaştılar ya da Lazistan’dan din baskısından göç edip İç Gürcistan’a sığınığından dolayı Kartvelileşti.[17]

1810 yılında tüm Lazistan Sancağı’nın nüfusu 600.000′den fazla iken bunun 400.000′i Osmanlı’nın iskan politikaları yüzünden yurtlarından sürüldü. 1900′lere gelindiğinde ancak 200,000 kadar insan otokton yerinde kaldı.[18]

1935 nüfus sayımında “İslâm Azınlık Dilleri” altında 72,000 kişi Lazca konuştuğunu belirtmişti. Bu da o zamanki Türkiye’nin %0,53′ünü oluşturmaktaydı.1975 Türkiye köy sayımında Doğu Karadeniz bölgesinde yaklaşık 90.000 kişi, Batı Karadeniz bölgesinde 25.000 kişi[19]

Milliyet gazetesinin KONDA’ya yaptırdığı ankete göre 50.000 katılımcısının %0,28′i[20] kendini Laz olarak tanımlamış ve 220 bin kişinin Laz olabileceği tahmin edilmiştir.[20]Uluslarası azınlık hakları savunucları ise 750.000[21]

ile 1.500.000[22] arasında olduğunu iddia etmektedir.

Dil

Ana madde: Lazca

Lazlar, konuştukları dile Laz Dili-Lazca anlamında “Lazuri Nena” demektedirler. Lazca, dünya dil ailesinde Kafkas dillerinin içinde Gürcüce, Svanca ve Megrelce gibi Güney Kafkas Dil Grubu’nda yer alır ve Laz alfabesi ile yazılır. Bu diller arasında Lazca’ya en yakını Lazların Hıristiyan akrabaları Megrellerin konuştuğu dil olan Megrelcedir. Megrelce ile Lazca arasında karşılıklı anlaşma kurulacak kadar ortak kelime vardır. Bir Laz ve Megrel rahatlıkla karşılıklı anlaşabilir.

Köklü bir sözlü geleneğe sahip Lazca’nın yakın zamana değin yazılı bir dili bulunmamaktaydı. Antik Kolhis ve Lazika krallıklarının hüküm sürdüğü dönemlerden günümüze değin zengin sözlü bir edebiyata sahiptiler; destanları, masalları ve şiirleri ancak 19. yüzyılda yazıya dökülebilmeye başlanmıştır.

Peter Alford Andrews’a göre, Lazcayı konuşan kişinin sayısı 1945′te 46.987 kişiyken, 1965′te 26.007 kişinin anadili Lazca olup 59.101 kişi ikinci dili olarak Lazcayı konuşmaktaydı. Wolfgang Feurstein’e göre 1983′de 250.000[19]

Macar etnolog Ildiko Beller Hann’a göre de 250.000 [kaynak belirtilmeli] kişi Lazca konuşurdu.

Lazuri.com’un kurucusu İsmail Avcı Bucaklişi ise 500.000 olarak [23] vermiştir. Gürcistan’da 2,000[24] ila 30.000 kişi [25] Lazca’yı anadilleri gibi/olarak konuşmaktadır.

Laz Etimolojisi Etnik bir terim olarak Laz kelimesi, ilk olarak Plinius’un “Naturalis Historia” adlı ese-rinde geçmekte olup, Prokopius’un da belirttiği gibi “Lazlık” birden fazla Kolhis kabilesi tarafından zamanla benimsenmiş bir isim olmalıdır.

Evliya Çelebi (1640 yılında), Lazları bir Doğu Kafkas kavmi olan Lezgilerle isim benzerliğinden dolayı karıştırmıştır.V. Minorsky, Çan kelimesinin Yunanca Sannoi/Tzannoi kelimeleriyle aynı şeyi ifade etiğini (ISLM Laz), Prokopius ise Tzani veya Kolhian olarak bilinen halkın artık Lazi olarak adlandırıldığından bahsetmiştir.[26]

W.E.D Allen ve N. Marr ise başka bir Kolhis kabilesi olan Svanların, Gürcüce Çaneti olan Laz Bölgesi’ne Lazan adını verdiklerini, bu adın La (bölgesel ön takı) + Zan (Lazların eski adı: Tzan, Tsan, Çan) etimolojisine sahip olduğunu belirtmektedir.[27]

Strabon’un, Lazların ataları olan Kolhi (κολχοί) ve o halkın yaşadığı coğrafyanın adı olan Kolheti (κολχίς) kelimelerini eş anlamda kullanması tesadüf olmayabilir. MS 7. yüzyılın sonlarında, Kolhis’in Arap işgaline uğraması Lazlar için dönüm noktası olabilecek bir çağın başlangıcı olmuştur. Tzani/Çani (Τζάνοι) kelimeleri ise Lazilerin (Λαζούς), Yunan ve Gürcü kaynaklarında geçen diğer adı olup, Bizans Kültürüne adapte olmuş Lazları ifade etmek için de kullanılmıştır.

Bu da tarihte Trabzon’da yaşayan Tzani-Tzannoi olarak adlandırılan halkın bir Kolhis kavmi olduğunu ve Kolhis’in M.S. 3. yüztıldan sonraki mirasçısı olan Lazikalı Lazların Pontus’ta yaşayan versiyonu olduğu ispatlamaktadır. Nitekim bugün Gürcülerin Lazlara Çani, Ermenilerin de “Çen” demesi bunu ispatlamaktadır.[28]

Din Roma İmparatorluğu döneminde, M.S. 5 yüzyıla kadar Paganist olan Lazlar, Laz kralı Gubaz I döneminde Hristiyanlığın devlet dini ilân edilmesiyle, süreç içinde Ortodokslaştılar. 17. yüzyılda Hristiyanlıktan, İslam’a zamanla geçmişlerdir. Günümüzde Lazlar, Hanefi mezhebinden Sünni Müslümandır.[29]

Ancak Lazlar arasında 3 günün de ritüelleri karışık bir biçimde yaşamaktadır.Ve 3 inanışın etkisi de günlük hayatta gözlenmektedir.Söz gelimi Paganizm döneminde taptıkları Ay’ın adını Pazartesi gününe evrip o güne Tutaçxa yani Ay günü demektedirler.

Lazlar evrenin, “Nʒa” (Gökyüzü), “Dixa” (Yeryüzü) ve “Let’a tude” (Yerin altı) olarak üç katmandan meydana geldiğine inanmaktaydılar. Gökyüzü, aydınlığın mutluluğun kaynağı olarak bilinmekteydi. İnsanların iyiliğini düşünen baş Tanrı Ğormoti, Ana Tanrıça Şana, Güneş Mjora, Ay Tuta ve Yıldızlar Muruʒxi gibi kutsal varlıkların burada yaşadığına inanılıyordu.[30]. Burası bir nevî cennetti.Ve iyilik yapanların buraya gideceğine inanılırdı.Bugün, Lazlar arasında yaygın olarak kullanılan “Nʒaşa exti= Göğe yüksel” temenni sözü, göğe yükselmenin hâlâ önemsendiğini ve unutulmadığını göstermektedir.[31]

Doğadaki besinlerle beslenen, sularından içen insanoğlu bunların faydalı olduğunu keşfettiğinde bunlarda bir Tanrısal güç olduğunu düşünmüş ve doğayı; kendisini sütüyle besleyen, tehlikelerden koruyan, üşüdüğünde ısıtan anne ile karşılaştırarak ortak özellikler oluşturmaya başlamış, bu ortak özelliklerin belirgin hale gelmesinden sonra doğanın da bir anneye benzeyen gücü olduğu düşüncesi toplum tarafından kabul görmeye başlamış ve bu düşünce zaman içinde Ana Tanrıça inancına dönüşmüştür. Lazlar, Ana Tanrıçaya “Şana” demekteydiler. Bir de bazı bitkilerin ve hayvanların koruyucusu olduğuna inanılan; Dida mangisa, Ona dida, Aneneri, Germa Ǩoçi, Ç’inǩa gibi adlar verilen insan görünümlü mitolojik varlıklar vardı.[32]

Yerin altı(Let’a tude): Kötülüklerin kaynağı, karanlık güçlerin bulunduğu yer olarak bilinmekteydi. Yerin altından insanlara yıkım getiren; ürkütücü, korkutucu varlıklar olan; Galenişi=Hortlak(Lazcada dışarıya ait olan, ya da dışardan gelen anlamına gelmektedir), Dundo/Dundu, Oburi, Koncolozi, Ağirbasani, Cazi(Cadı) gibi kötülük için yaratılmış varlıklar burada yaşamaktaydı. Kötülük yapan insanların buraya gideceğine inanılırdı. Bir nevî cehennemdi.[33]

Hıristiyanlık ritüelleri de canlı olarak Lazlar arasında yaşamaktadır. Sözgelimi Aralık aynıa Lazca’da “Xrist’ana” denilmektedir. Bu da Hristos’un yani İsa’nın ayı anlamına gelmektedir. Ayrıca hâlâ şeker bayramında ve kurban bayramında yaşlı kadınlar kırmızı boyalı yumurta dağıtır ki bu Ortodoks Paskalya geleneğidir. Bir sentez olmuştur. Müslüman bayramında Ortodoks yumurtası dağıtmak gibi ya da Pazar’da ölüyü tabutla gömmek de hâlâ yaşayan bir gelenekmtir.[34]

18. yüzyıl başında çoğunluğu İslâmlaşan Lazlar arasında Müslümanlık, kültürel anlamda yaşanır. Türbe, tekke ve evliya gibi kişi ve yerlere Lazların yaşadığı yerlerde rastlanmaz. Bununla birlikte İslâm’ı geleneksel ve samimetle yaşayan ve bunu Lazlıkla birleştiren ananeler de vardır. Sözgelimi Atina (Pazar) kökenli Laz yazar Yavuz Bahadıroğlu’na göre Atina’da ev yapacak olan Lazlar evlerinin Mekke ve Medine’ye dönük olmalarına dikkat edip, cephelerini kıbleye döndürürler. Çünkü Laz inanışlarına göre: “Evi kıbleye dönük olmayanın kalbi de Allah’a dönük olmaz”.[35]

Tarih

Antik Laz (Colchis), Gürcü(Iberia) ve Ermeni krallıkları

Lazika krallığı MÖ 150 – MS 600

Lazlardan, “Laz” adıyla ilk bahseden 1. yüzyıl tarihçisi Plinius olmuştur. Tarihçi olan Pliny(Plinius), Naturalis Historia (Doğal Tarih) adlı ünlü kitabında:Trapezus’un ötesinde Armenia toprakları yer alır……. Sahilde Heniokhilerin ötesinde sırasıyla Ampreuti ve Lazi kabileleleri mevcuttur…

Lazika Krallığı

Lazların en eski tarihleri, Kolhis yönetim ve kültür alanıyla yakından ilişkilidir. Kolhis’in varlığına ilişkin ilk yazılı belge Urartu kralı II. Sarduri döneminde Lazların yaşadığı ülke Qulha [37] olarak geçmektedir. Kolhis yönetim alanı (günümüzde Abhazya sınırları içinde kalan), Gagra’dan başlamak üzere Çoruh yatağına kadar olan bölgeyi kapsamaktaydı. Kolhis kültür alanının sınırları ise güneyde, Trabzon’a kadar uzanmaktaydı.[kaynak belirtilmeli]

MS 1. yüzyıldan itibaren “Kolh” yerine “Laz” veya “Megrel” olarak anılan Megrel-Lazlar, önce Pontus Krallığına ve daha sonra da Roma İmparatorluğuna karşı bağımsızlık savaşı başlattı. 69-79 yıllarında Lazların başında bulunan Anicetus, halkını Romalılara karşı ayaklandırdı. Romalılar stratejik bir bölge olan Lazika’yı bırakmak istemiyordu. Ancak Lazların özgürlük mücâdelesi karşısında Lazika’yı terk etmek zorunda kaldılar. Lazika giderek güçlendi ve bugün Batı Gürcistan olarak bilinen bölgede hâkim oldu.

Lazika’nın güçlenmesi, Laz akınlarının Çoruh’u aşarak Güneydoğu Karadeniz Bölgesine de yönelmesi ve Lazların bu bölgeye kitlesel göçleri, Pontus Kralı 2. Polemon’u tedirgin etti. Krallığını Lazlardan koruyabilmek amacıyla hükümetini Romalılara teslim etti. Roma İmparatorluğunun bir eyâleti hâline geldi. Bu eyâlete “Pontus Polemonyakos” adı verildi. Trabzon’un doğusundan Çoruh yatağına kadar olan bölge Lazların eskiden beri yoğun olarak yaşadığı bir bölge olmasına rağmen, Lazika Krallığının yönetimi dışında kaldı.[kaynak belirtilmeli]

2. yüzyıl tarihçisi Arrianus zamanında, Lazlar Sohumi’den başlamak üzere Trabzon’a kadar olan bölgede yaşamaktaydı. Roma/Bizanslıların “Laz” dedikleri bu halkı Gürcüler ve Abhazlar (Abazalar), “Megrel”; Roma /Bizanslıların “Lazika” dedikleri devletlerine de Gürcüler ve Abhazlar (Abazalar) “Egrisi”, Persler ise “Lazistan” demekteydi. Strabon ve Xenophon gibi bir çok seyyah Kolhis’i anlatırlar; Kolhislilerin renkli gözlü, uzun boylu, beyaz tenli ve sert bakışlı kişiler olduklarını yazarlar.[38]

Lazlar, M.Ö. 150-M.S. 600 yılları arasında Doğu Trabzon ile Abhazya arasında kalan sahil ve hinterlandının tek hakimi olacak Lazika krallığını kurarlar. Arrian, Trabzon ile Dioskuria (Sebastopolis) arasında yaşayan halkları sayarken Lazları da saymıştır: Kolhlar, Saniyalılar, Malahonlar, Heiohlar, Helonlar, Tsitreitler, Lazlar, Apsiller, Abazglar, Sanigler. [39]

M.S. 456 yılında Roma İmparatoru Marcian bölgeyi ele geçirmiş ve Laz Kralı Gobazes’e (Gubaz) boyun eğdirmeyi başarmıştır. [40]

Bölgeye bizzat giden Prokopius’un notları (MS 554)

yazarın “Tzani(Çani)” olarak adlandırdığı Lazlar hakkında detaylı bilgi vermektedir:

“Tzaniler, kadim zamanlardan beri, herhangi bir hükümdara bağlı olmayan bağımsız bir halk olarak yaşamışlardır. Ömürlerinin tamamını gökyüzüne doğru uzanan ve ormanlarla kaplı olan bu dağlarda yaşayarak geçirirler. Zira, toprağı işleme konusunda usta değillerdir ve memleketleri, sarp dağların en az olduğu yerlerde bile oldukça engebelidir. Bu yaylalar, engebeli olmanın ötesinde, son derece taşlık, işlenmesi zor ve hiç bir mahsule uygun olmayan bir toprak yapısına sahiptir. Onlar tarım yapacak olsalar bile, ürün yetiştirmek için yeterli toprak bulamazlar. Burada, ne araziyi sulamak, ne de tahıl yetiştirmek mümkün değildir; çünkü bu bölgede düz bir arazi bulunmaz ve hatta buralarda ağaç da yetiştiği halde, bunlar meyve vermeyen ağaçlardır. Zira bu bölge bitmek bilmeyen kışın etkisiyle, uzun süre kar altında kaldığından, ilkbaharın başlangıç dönemi son derece belirsiz ve düzensizdir. Bu nedenlerden dolayı Tzaniler eski çağlarda bağımsız bir yaşam sürmüşler, ama şimdiki imparator Justinianus’un saltanatı sırasında, general Tzittas’ın komutasındaki bir Roma ordusu tarafından bozguna uğratıldılar ve hepsi kısa sürede mücadeleden vazgeçerek boyun eğdiler. Böylece, tehlikeli bir özgürlüğün yerine, sıkıntısı daha az olan esareti tercih etmiş oldular. Ve onlar hemen Tanrıya itaat ederek, Hristiyanlığı kabul ettiler. Böylece yaşam biçimlerini huzurlu bir yola sokmuş oldular ve daha sonra düşmana karşı sefere çıkıldığında, her zaman Romalıların yanında yer aldılar.”[41]

Bizanslı tarihçi Agathias’ın M.S. 6. yüzyılda tuttuğu notlara göre, Yunan mitolojisinin en eski destanlarından Argonautika’da yazanlara göre Yasun ve adamları, Altın Post’u alıp Yunanistan’a getirmek için Kolhis’e gelmişlerdi. Yasun, Altın Post’un yanı sıra Kolhis prensesi Medea’yı da ülkesine kaçırmış ve onunla evlenmişti.

“Lazlar büyük ve gururlu bir halktır ve onlar, oldukça önemli başka kavimlere hükmetmektedirler. Kolkhidalıların antik isimlerine bağlı olmaları ile abartılı bir şekilde gurur duyuyorlar; muhtemelen kibirli tavırları da bu yüzdendir”

Prokopius Lazların, Roma İmparatorluğu’nun doğu sınırını korumaları karşılığında yarı bağımsız krallıklarında özgür bir hayat sürdüğünü bildirmekteydi.

Bizans ile Persler arasındaki mücadelede oldukça yıpranan Lazlar, M.S. 7. yüzyılın sonlarında, Lazika’nın Arap işgaline uğramasıyla topraklarını terk ederek güneye inmek zorunda kalmışlardır. Latinlerin 1204′te Kostantinopolis’i işgal etmeleriyle, Bizans kralı olan Kommenoslar Trabzon’a kaçıp yeni bir devlet kurdular. Trabzon İmparatorluğu yönetiminde, Bizans yanlısı Yunanlar ile Kafkasyalıların konfederal yönetiminin desteklediği Lazlar arasında kıyasıya bir iktidar mücadelesi başladı. Bunun üzerine Gürcü kraliçesi Tamarın desteğiyle, 1204′te Rize ve çevresinde “Théma Grand de Lazia” (Büyük Laz Ülkesi Eyaleti)sı kuruldu.[44]

Osmanlı Devleti

Hazırlanmış tarihi haritalarda 1792 yılında Lazların yaşadığı yerler için “Lazes” (Lazlar) olarak yazmaktadır.

Lazların Bizanslılarla olan mücâdelesi, 1453′te Osmanlıların Bizans İmparatorluğuna son vermeleri ile bitti. 2. Mehmet, Karadenizi bir Osmanlı gölü hâline getirmek istiyordu. Tahta çıkar çıkmaz, 1451′de Doğu Karadeniz kıyılarına 50 kadar kadırga gönderdi. Batum civarı ve Sohum’da etkinlik kurarak, bu bölgelerde yaşayan Abhaz-Abazaları, Megrel-Lazları ve Gürcüleri yönetimi altına almaya başladı. Böylece Trabzon İmparatorluğu doğusundan kuşatılmış oldu. Soçi’den başlayan, Kuzeybatıya doğru Karadeniz kıyıları ise, Kırım Hanlığının kontrolü altındaydı. Trabzon’un doğu kesimlerinde bugün olduğu gibi o zamanda yaşayan Lazlar ise, Trabzon İmparatorluğu yönetimi altında ancak “Rum” yönetimiyle çatışma içindeydi. Lazlar, bir anlamda Trabzon İmparatorluğunu ele geçirmek isteyen Osmanlıların müttefiği durumundaydı. 1461′de Osmanlıların Trabzon İmparatorluğunu ele geçirmeleriyle birlikte Lazlar da Osmanlı yönetimine girmeye başladılar.

1519′da Trabzon, Batum’un da dâhil edilmesiyle ayrı bir eyâlet hâline getirildi. Bu bölgeyi 1640′ta dolaşmış olan Evliya Çelebi’ye göre, eyaletin beş sancağı şunlardı: Canik, Trabzon, Gönye, Aşağı Batumi ve Yukarı Batumi. Lazistan’ın merkezi Gönye idi. Kazaları ise, Atina (Pazar), Sumla, Viçe/Biçe ve Arhavi idi. Osmanlı yönetimi,

Güneydoğu Karadeniz Bölgesini yönetsel birimlere ayırdı. Koch, 15 derebeyliği sayar:

Atina (Pazar, iki), Bulep, Ardeşen, Viçe, Kapiste, Arhavi, Kise, Hopa, Makriali, Gönye, Batumi, Maradit, Perlevan ve Çat derebeylikleri. 1851′de Acara çevresi, Aşağı Guria ile birlikte, kurulmuş olan Lazistan Sancağı’na bağlandı. 1877-1878 (”93″) Osmanlı-Rus savaşları sonucu Batum’un Rusların eline geçmesiyle, Lazistan Sancağı’nın merkezi Rize’ye taşındı.

Türkiye Cumhuriyeti

İki Laz erkek kardeş mimarın yaptığı Batum Orta Camii 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonucunda, yerlisi oldukları bölgelerin ve Batumi’nin Rusların eline geçmesinden sonra, Müslüman Lazların bir kısmı Osmanlı topraklarına kitlesel olarak göç etti ve İzmit Sancağı içinde bulunan bölgelere yerleştirildiler. Osmanlı-Rus savaşlarında Laz gönüllüler Ruslara karşı Osmanlıların safında savaşmışlardı. 16 Mart 1921 Moskova Antlaşması üzerine de bir kısım Müslüman Laz yine Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmıştır.

Lazların, küçük kayıklarıyla olan denizcilik faaliyetleri, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı sırasında oldukça önemli bir yere sahiptir. Büyük miktarda silâh ve mühimmat Batumi’den Samsun’a Laz takalarıyla getirildi. Lazlar da, diğer Osmanlı tebaaları gibi, Cumhuriyetin kurulmasında fedekârlıklarda bulundular, emek verdiler.

1920′de, Doktor Abidin Bey (Atak), Esat Bey (Özoğuz), İbrahim Şevki Bey, Necati Bey (Memişoğlu),mehmet bey(mollamehmetoğlu) Osman Bey (Özgen) ve Ziya Hurşit Bey, Lazistan milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne katıldılar.

1924′te etnik isim çağdıştıran yer isimlerinin kullanımı yasaklanması ile Lazistan sancağı lağvedilip, Artvin ve Rize illeri kuruldu.

Kültür

Osmanlı döneminde Lazistan sancağındaki insanlar inşaat ustalığıyla ünlü olup sanatlarını 1917 Ekim Devrimi’ne dek çalışmak amacıyla gittikleri Rusya ve Anadolu’da icra etmekteydiler. Kesme taş veya tamamen ahşap malzemeden yapılan (ahşap-çatma) geleneksel Laz evleri, kışlık tahılı saklamak amacıyla kullanılan serenderler ve ahşap oyma sanatının icra edildiği yapıların ayakta kalabilmiş örneklerine bölgede hâlen rastlanmaktadır.

Laz mimar[kaynak belirtilmeli] Arsukidze’nin sağ eline mâl olan Svetitskhoveli Katedrali[45]

Lazlar arasından çok büyük mimarlar çıkmış ve birçok dinî yapılar yapmışlardır. Doğu’nun en eski ve en önemli yapılarından olan Svetitskhoveli Katedrali’ni Laz kökenli Kostantin Arsukidze yapmıştır.Modern Gürcü yazar Konstantine Gamsahurdia’nın “Didostatis Konstantines Marcvena (Büyük Usta Konstantin’in Sağ Eli) eserinde Laz mimar Konstantin Arsukidze’nin bu muhteşem katedrali nasıl yaptığı ve bu uğurda Gürcü Bagration George I, Laz ustanın böyle bir eseri başka yerde yapamaması için sağ elinin kesildiğini romanlaştırmıştır.

Bunun dışında Acara beyi olan Aslan Beg Himsiaşvili tarafından 1886 yılında, 2 Laz kardeşe yaptırılan Batum’un günümüzdeki tek faal camisi olan Orta Cami de sıradışı ve renkli süslemeleriyle Laz mimarisini yansıtmaktadır.

Yakın zamana değin gerçekleştirilen, şekil, büyüklük ve kullanım amacına göre hentskeli, kalati, gudeli olarak adlandırılan sepet örme sanatı da günümüzde terkedilmek üzeredir.

Geleneksel Laz mutfağının temel besin ögeleri Trabzon ve Rize’de günümüzde olduğu gibi mısır, karalahana ve hamsi olmakla birlikte geleneksel pişirme teknikleri ve pek çok özgün yemek değişen yaşam koşulları sebebiyle terkedilmiştir.

Müzik ve halk dansları Ana madde: Laz Müziği

Tulum (guda) çalan bir Laz

Laz müziğinin geçmişi çok kadim zamanlara dayanmaktadır. Kolhis’den günümüze değin ulaşan süreç içinde bir çok kültürden ve medeniyetten etkilenerek çeşitlilik kazanmıştır. Laz Müziği, temelde insan sesine dayanır. Günümüz Laz müziğini coğrafî olarak Gürcistan(Kafkasya) ve Türkiye(Doğu Karadeniz) olarak iki kısımda incelemek mümkündür.

Lazlar, müzik için ǩaide (კაიდე) kelimesini kullanmaktadırlar. Lazca yazı dili gelişmemiş olduğundan Laz halk edebiyatı ürünü olan türküler sözlü ifade edilip aktarılır. Geleneksel çalgılar olan kemençe ve tulum, Laz müziğinin icrasında -insan sesiyle beraber- temel rol oynarlar. Tulum Lazların ulusal sazıdır. Tuluma Lazca’da guda (გუდა) denilmektedir; Hopa ve Batum yöresinde ise ç’ip’oni(ჭიპონი). Kemençe de Lazlarla özdeşleşmiş bir halk çalgısıdır. Kemençeye Lazca’da çemane(ჩემანე) denilmektedir; Hopa ve Batum’da ise ç’ilili (ჭილილი)… Bir diğer önemli Laz halk çalgısı da kavaldır. Kavala Lazca’da p’ilili (პილილი) denilmektedir.

Laz şarkıları çoğunlukla sevda konusunu işler. Bunda, Laz erkeklerinin eskiden beri ekonomik koşulların etkisi ile evlerini terk edip uzak diyarlara (Sovyet ülkeleri) iş aramaya ya da balıkçılık yapmaya gitmelerinin etkisi büyüktür.

Laz insanın horona olan tutkusu ve horonun arkaik biçimi en iyi şekilde bir Laz deyişi ile özetlenebilir: Tambis moǩlimei ixoronams (Çalıya tutunup horon oynuyor). Hopa ve Borçka yörelerinde Kafkasik etkiler gözlenir. Laz horon figürlerini açıklamak hiç de zor değildir. Tüm hareketler yaşamın içerisinden alınır: deniz işçiliğinde yinelenen el-kol-ayak hareketleri Laz oyunlarının figürlerine yansımıştır.

Geleneksel Laz halk danslarının yegane adı horondur. Laz ve Hemşin horonlarının Trabzon horonlarından başlıca farkı horonlara sözlü iştirak edilmesi ve omuz silkme figürünün eksikliğidir. Batum’da ise kabarık Karadeniz figürleri ile “horumi” ve “gandagana” denilen danslar yapılır. Batum’da kemençe ve tulumun yanında, akordiyon ve doli de kullanlır.

Avcılık Laz balıkçılar feluka adını verdikleri av kayıklarını kendileri inşa etmekte, ağlarını kendileri örmekteydi. Laz balıkçılar zargana, hamsinin yanısıra çakmaklı tüfeklerle 1970′lere dek yağı için yunus balığı avlamışlardı.

Lazlar aynı zamanda ağ kullanarak ya da atmaca evcilleştirerek kuş avlama sanatında da ustadırlar.

Grup kimliği

Arhavi ilçe merkezinde Laz kadın ve erkeğini sembolize eden heykel Etnik, tarihî, dilbilimsel ve antropolitik açıdan “Laz” kelimesiyle nitelendirilen halk günümüzde ana dili Lazca (Lazuri nena) olan ve batıda Rize ili Pazar ilçesinde Melyat De-resi’nden, doğuda Sarpi köyüne kadar Pazar (Atina), Ardeşen (Artaşeni), Çamlıhemşin (Vijadibi), Fındıklı (Vitze), Arhavi (Arkabi), Hopa (Xopa) ve Borçka ilçelerinde otoktan olarak, Sapanca, Akçakoca, Düzce, Yalova, Karamürsel, İzmit ve Gölcük kentlerinde 93 harbi (1877 Osmanlı-Rus savaşı) muhacirleri ve Batum civarında olarak yaşayan bir halk topluluğudur.

Bunun yanısıra na dili Karadeniz Türkçesi olan Giresun, Doğu Trabzon ve Rize’nin batı sahilinde yaşayan halk topluluğu da kendini “Laz” olarak addetmektedir.Ancak bunlar yöresel Türkçe üzerine yapılan araştırmalarda Laz Dilinin (Lazuri nena) dolayısıyla Kafkas gırtlağının Türkçe konuşulan Batı Rize ve Trabzon’u, hatta daha da batısını etkilediğini göstermiştir.17. yüzyıldan sonra İslamla Türkleşen Lazlar da dillerini unutmalarında karşın “Laz” kimliğine sahip çıkmışlardı.Bu da etnik Lazlarla onların karıştırılmasına yol açmıştır.[49]

Ayrıca Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi ile 1923 ve 1924 yılları arasında Yunanistan’a göç eden Pontus Rumlarına yerel halk giyiniş, kültür ve lehçe farkından dolayı Lazoi(Laz) demiştir.

Şevket Çorbacıoğlu
Teknopolitikalar platformu
evesbere@gmail.com
0506 609 00 32

Yorumlar

Konular-Yazılar

18 Mart Çanakkale zaferi2 19 Mayıs17 19 Mayıs çocuklarının Sakarya zaferi1 19 MAYIS TURNUVALARI SAMSUNSPOR1 1977 katliamı5 2 Temmuz 19931 20. yüzyıl ideolojileri metal yorgunu1 2002 seçim1 2018 seçim vaatleri1 2023 Seçim1 21 Temmuz 20041 21.YY KEMDİ İDEOLOJİSİNİ YARATMALI1 22 Ağustos 20101 23 Ekim 20111 23 Nisan12 27 Mayıs devrimi41 27 Nisan1 27 Nisan e-muhtırası10 27-28-29 Temmuz 2021 yangınları5 28 ŞUBAT1 29 Ekim2 3 BÜYÜKLER 4.SEZON KİM ŞAMPİYON?!1 3 büyükler operasyonu1 3 BÜYÜKLER; 3 KÜÇÜKLERE DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR MU?1 3 ÇOCUK1 3 fidan1 3 KEZ KALEMİZE GELEBİLEN B.MUNİH 3 GOL ATTI VE DE BURUK’UN TEK HATASI ULUSLARARASI DENEYİMİ OLAN ANGELİYO’YU DEĞİL DE DENEYİMSİZ KAZIM’I OYNATMASIYDI1 3 SEZONDUR SIRAYA KONAN ŞAMPİYONLUKLAR1 3. Havalimanı3 30 Ağustos7 30 Mart seçimleri1 4 MEVSİMİ BOZANLARA ŞİİR1 4+4+411 40 MİLYAR1 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu1 6 GOL1 6 YAŞINDAKİ KIZ ÇOCUĞUNU EVLENDİRENLER1 65 yaş üstü corona1 696 sayılı KHK1 7.7 DEPREM DEĞİL BU KIYAMET TİR CEHENNEMDİR BUNU SEN YARATTIN ÜLKEYİ İNŞAAT SEKTÖRÜ İLE KALKINDIRACAĞIM DİYEREK1 75 ve 100.Yılında kim şampiyon oldu!!??1 8 Mart Dünya kadınlar günü2 A.O.Ç.2 Abant gezisi1 ABD 6.FİOSUNU KIBLE YAPANLAR VE ABD'Yİ SAVUNANLAR ŞİMDİ ABD DÜŞMANI OLDU AMA ABD'NİN ORTASINDA GÖKDELENİ VAR1 ABD politika1 ABD-TÜRKİYE gerilimi1 Abdulhamit torunu1 Abdulkadir Selvi1 Abdullah Gül3 ABDÜLKADİR SELVİ ABDÜLKADİR SELVİ ABDÜLKADİR SELVİ1 Ad verme töreni1 ADANA BABAMIN İLK GURBETİ1 ADANA DEMİRSPOR DARBESİ1 Adana gezisi1 Adana yangını2 ADANA'NIN YOLLARI TAŞTAN1 ADANA'YA GİDEK Mİ1 ADI DUYULUNCA RAKİPLERİ KORKAN OKAN1 ADI ICARDI SÜREKLİ GOL ATARDI GALATASARAY DURUDURULMAZ GİBİ1 Adnan Kahveci2 Adnan Menderes72 Afad1 Afganlar29 Afrikalı Aydın John Kenyatta1 Agora Meyhanesi1 Ağustos böceği hikayesi1 AHA1 Ahfeş'in keçisi1 AHMET ÇALIK1 Ahmet Davutoğlu56 Ahmet Hakan Coşkun3 Ahmet Özal2 Akil insanlar1 Akkuyu nükleer santral13 AKP1 AKP ilkesi1 AKP YANLIŞ ADAY GÖSTERDİ1 akp'LİLER EFSUNLU MU1 Akrabalarım-dostlarım1 alamet-i farika nedir?1 Alanya1 Alev Alatlı1 Ali Ağaoğlu1 Ali Semerkandî1 Allah ile aldatmak2 Allahını seven üzerime toprak atsın1 Almanya1 ALT LİGİN EN ALTINDAKİNE ELENEN ASLAN GALATASARAY1 Altın direnişi1 ALTINBOYNUZ'U BOYNUZLAMIŞLAR1 Altınova gezisi4 ALTIPARMAK1 ama kim?!1 Amentü1 Amiraller2 Anacığım1 Anarşist olmak3 Anarşist olmamak1 Anasına babasına bakmaz ite bakar1 Anayasa1 Anayasa değişikliği1 ANAYASA İNAŞSINDA MÜHENDİS VE MİMAR YANINDA DÜZ İŞÇİ VE KALİFİYE USTA DA GEREKLİ1 Anayasa Tarihi1 Anıtkabir1 Ankara17 Ankara beton cangılı2 Ankara bilim kurgu kenti1 Ankara derelerin ıslahı10 Ankara dolmuş sorunu1 Ankara Manifestosu1 Ankara Papazın Bağı1 Ankara saldırısı2 Ankara su sorunu1 Ankara trafik sorunu1 Ankara-Ulus1 Ankaralılık1 Ankaranın en uzun sokağı1 Anneler33 Anneler günü11 Annem62 Anonim şirket1 Anzak askerlerine atfen1 aptallık vergisi1 araba modern silah1 Arabayı at gibi sürmek1 Araf Suresi’nin 7/1791 Araplar2 Archimets2 ARDA TURAN1 ArdaTuran1 Arhavi65 Arhavi köyleri1 Arhavi projelerim1 ARHAVİ VE DÜNYA1 Arhavi ve Laz gerçeği1 Arhavide sel3 Arhavili lazlar1 Arhavispor1 ARHAVİSPOR ŞAMPİYONLUĞU HAK ETTİ2 Arhaviye aşık eden kişiler1 Arhavli olmak1 Arşiment2 Artvin3 Artvin berta köprüsü1 Artvin Kalkınma ve Eğitim Vakfı15 Artvin kurtuluş1 Artvin Tanıtım Günleri3 Artvin-Arhavi sorunları1 Artvin-Cerattepe10 Asal sayı3 ASELSAN9 ASLAN KARTAL'IN KANATLARINI1 ASLI BAYKAL HAKLI MI? ATAÇ BAYKAL1 ASLI BAYKAL SİYASET OYUNLARINA GELMEMELİ1 ASLI BAYKAL'IN CHP'DEN İSTİFASINI NASIL OKUMALI1 Astroloji4 Aşı mitingi1 Atasözleri2 Atatürk42 ATATÜRK ARMASI1 ATATÜRK DEVRİMLERİNİ ANLATIRKEN ATATÜRK'Ü ANMAMAK1 Atatürk evrensel değerleri2 Atatürk Havalimanı7 Atatürk İnkılapları1 Atatürk Orman Çiftliği1 Atatürk ve Cumhuriyet1 Atatürk'ün "Evrensel Kurtuluş Felsefesi"ni yok sayamazsınız!!!2 Atatürk'ün veciz duruşu karşısındaki aciz duruşlar1 Atın sırtından attığı1 Atilla Kart6 Atilla Taş1 Atma Rcep1 Atmosfer kirliliği2 AVCI FIRTIN VAR DEDİ FIRTINAYA YAKALANDI1 Avrupa başarısı1 Avrupa durduramıyor GS yi çünkü TFF ve MHK'leri yok1 AVRUPA KUPALARİNDA EN ÇOK PUAN TOPLAYAN 10 TÜRK TAKIMI ARASINDA 34 PUANLA 6.OLAN ATATÜRK ARMALI VE DE BALKAN ŞAMPİYONU SAMSUNSPOR'UN YAKASINDA NEDEN AY YILDIZ YOK!!!???1 Avrupa parlamentosu10 Avukatlar günü1 Avusturya1 Ayağı kesik güvercin1 Ayasofya25 Ayazmend gezisi1 Aydın Muratoğlu1 Aydınlar dilekçesi2 Ayet-el Kürsi1 Ayetlere tersine mühendislik1 Ayır1 Ayni hakemin Galatasaray'ı da katletmesi1 Ayşe Kulin1 Ayşen Gruda1 Ayvalık1 Aziz Nesin32 Aziz Sancar1 Aziz Yıldırım93 Baba Vanga kehanetleri1 Babaannem2 Babalar günü1 Babam2 Bacasız Endüstri1 Bakara makara1 Balat1 BALKON TARIMI1 Balyoz57 Bana yapılanlar1 Barajlar genel bilgi1 BARCELONA GALATASARAY1 BARCELONA VE GALATASARAY1 Basımevi1 Basın metni1 Baş ağrısı1 Başakşehir1 Başarısızlıklardan öğrenme1 Başçavuş sokak16 Başı yerden kalkmayan insanlar1 Başıbozuk paşası1 BAŞKAN YÜKSEL YILDIRIM1 Başkanlık sistemi71 Başkent amblem1 BAŞKOMUTAN1 BATAN FUTBOLUN MALLARI BURADA GEL SEN DE AL1 Batı Anadolu Fay Hattı1 Batıkent4 Batıkent Botanik Bahçesi2 BATIKENT: "BOTANİK KENT" OLABİLİRDİ1 Batılılar-Afrika1 BAZEN DE YILDIZLARININ OYUNUYLA…1 Bedri Baykam2 Beka sorunu2 Ben ne yaptım?1 BEN SÖYLEYİNCE DARBE SEN SÖYLEYİNCE DEMOKRASİ1 BENCE MESSİ MARADONA DAN DAHA BAŞARILI1 Benim haykırışım14 Beraber yürüdük biz bu yollarda1 Beritan aşireti5 Berkin Elvan9 Beşar Esat21 Beşiktaş10 Beyazıt Öztürk1 Beyin kanaması1 Biat kültürü-Aleaddin Şenel1 Bilgi paylaşımı3 Binali Yıldırım1 Bir çift kadın memesi4 BİR GOMİS YETER Mİ? GALATASARAY SALT GOMİS İLE OLMAZ GALATASARAY DA KATILMALI GOLLERE...1 Bir Lale Orta düştü futbolumuzun ortasına1 BİRİNCİ KANAL İSTANBUL RİSKLERİ1 Biz bu boku niye yedik?1 BJK2 Blog yazma işi1 Bloglara yorumlarım1 BOEY FAYDASIZ DİYENLERE KAPAK OLSUN1 Bor1 Boyun ağrısı1 Bozkurt sel felaketi1 Böl-yönet1 Bölünmüş yol15 Bu görüntü siyasi rantın seçim versiyonu..1 BU MAÇ BUNU GÖSTERDİ!!1 BU ÜLKENİN EZENLERİ VE EZİLENLERİ..1 Bulaşıcı hastalıklar2 Burak Elmas2 Burçak Çubukçu2 Burçlar6 Bursaspor1 Bülent Arınç43 Bülent Ecevit46 Büyü ve sihir1 Büyükada7 Can Dündar22 Cansel Malatyalı1 CEHENNEMLERDE YANASIN..1 Celal Şengör1 Cem Uzan1 CEMAAT1 CENNET ÜLKE'Mİ CEHENNEME ÇEVİRENLER1 Cennetin izdüşümü1 Cerablus4 Cerattepe mücadelesi24 CESARET1 Cesur Yeni Dünya1 Ceviz ağacı3 Che Guevara5 CHP66 CHP mitingler1 CHP neden suskun1 CHP olağan kurultayı1 CHP ÖZELEŞTİRİSİ ÜVEY ELEŞTİRİ VE KARALAMA ASLA DEĞİLDİR1 CHP ÖZELEŞTİRİSİ YIKICI DEĞİL YAPICIDIR1 CHP'yi bitirme süreci1 CHP'yi yazmak1 CIA ajanı1 Confidential3 Corona günleri1 Corona virüs11 Covid delta varyantı1 Covid savları13 Covid-19 Delta1 Covid-19 için öneriler2 COVİD-19 TÜCCARLARI1 COVİD-19 VE FUTBOL1 Covid-19 Virüs6 Cumhur ittifakı8 Cumhuriyet Bayramı1 Cumhuriyet gazetesi2 Cumhuriyetimizin 501 CUMHURİYETİMİZİN YÜZÜNCÜ YILINDA GALATASARAT ŞAMPİYON1 Cumhuriyetin ilanı1 Cyborg3 Çağcıl kent nasıl olmalıdır?1 Çalışan gazeteciler günü1 Çanakkale şehitleri1 Çay1 Çay nasıl demlenir1 Çay neden önemli1 Çaykur Rizespor1 ÇED54 Çevre duyarlılığı1 Çevre temizliği1 Çeyrek akıl Eyüp1 Çığlık1 Çığlıklarım2 Çılgın projeler6 Çocuk Milletvekili1 Çocukları kör karanlıkta okula göndertmek neyin eğitimi?! İçimizdeki 4 mevsimi bozduğumuz noktada kendimizin ve kentimizin de iklimini bozduk!1 çok derin futbol1 Çukur dizisi1 Çukur ormanı1 ÇÜRÜK BİNALAR DEĞİL ÇÜRÜK YAPI YAPANLARIN GÜÇLENDİRİLMESİ..DEPREM MANİFESTOSU1 çürük binaları değil çürük binaları yapanları güçlendiriyoruz..1 D&R1 Dadybra1 Dani Rodrik3 Darbe3 Darbe hazırlıkları1 Darbe kurgucusu Hande Fırat1 Darbe kurgusu1 Darbe Mısır1 Davranışsal ekonomi1 DED1 Demokrasi3 Demokrasi manifestosu1 Demokratik açılım1 Demokratik devlet1 Deneme yanılma1 Deniz Baykal31 Deniz feneri16 Deniz Gezmiş16 Deniz Som1 Deprem17 DEPREM ALANINA SEÇİM KÜRSÜSÜ1 Deprem manifestosu9 Deprem manifestosu önemi1 Deprem önlemleri1 Deprem programında ne demeli? Çok yaşa padişahım1 DEPREM TARTIŞMALARINDA KANAL İSTANBUL1 DEPREM TOPLANMA ALANI DOLAR TOPLAMA ALANINA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ1 Deprem vergileri nerede harcandı?1 DEPREMİ DEPREMLERDE TARTIŞANLAR1 Depremi unutmama ve doğal afet günü1 DEPREMİN DEPİVERMESİNİ RANTA DÖNÜŞTÜRENLER1 Depremleri sadece depremlerde değil sürekli gündemde tut1 DERE TAŞKINLARI1 Ders notlarım1 Dever nedir?11 Dever olgusu2 Devlet bahçeli1 Devlet Bahçeli bile mahir ünal'in densizliğine çıldırdı1 Devlet ihale yasası2 Devlet yönetimi12 Devleti batırma projesi1 DİE1 Dikey yapılaşma6 Diktatör nasıl olunur?1 Dilipak2 DİN VE IRK SENTEZİ..1 Dinler ve dinleyenler1 DİPLOMA ÇADIR 350 BİN KONUT VE MUHARREM İNCE İNTİHARI1 Diyanet34 Dizayn42 Diziler1 DNS amacı nedir?1 DOĞA GÜCÜ YAPAY İNSAN GÜCÜ1 Doğa konseyi1 DOĞA VE DOĞAN1 DOĞA VE DOLAR1 Doğal afet29 Doğal Hayatı Koruma Vakfı1 Doğal yalan-doğalgaz gazı vermek1 Doğanın dengesi1 Doğanın yok oluşu1 DOĞAYA VE DOĞANA SAYGI1 Doğu Anadolu Fay Hattı1 Doğu Karadeniz Gerçeklerin 27 yıl önceki Gez Gör Yaz öyküsü1 Doğu Perinçek2 Dokunan yanar1 Dolar yeşili1 Domuz gribi2 Dostlar buluşmalar1 Doyum döner1 DÖNEKLİK İLE UZLAŞIYI KARIŞTIRMAMAK GEREK1 Dönüş vanası1 DÖNÜŞLERİN DE ASALETİ VARDIR BUNU BOZMAK DÖNEKLİKTİR VE 2002 SONRASI KURUMSALLAŞMIŞTIR1 Dövize endeksli hesap DEH1 Dries Mertens1 Dua1 Duvara konuşmak1 Duygu Asena1 DÜĞÜN2 DÜNYA DEVİ VE DÜNYA MARKASI KARŞI KARŞIYA1 DÜNYA FUTBOLU PETROL BARONLARININ VE OLIGARKLARIN ELİNDE1 Dünyanın merkezi İstanbul1 DÜŞÜNCE DEĞİŞİKLİĞİNDEKİ KESKİN VIRAJ KİMLİKLERİ UÇURUMA SAVURUR1 Düşünenler-peşinden koşanlar1 Düzce10 Düzce su felaketi1 Düzensiz göç1 E-ret1 ECECAN-BURAK2 ECEVİT DEPREM BÖLGESİNE GİTMEMİŞ..CEVİZOĞLU'NUN KIRDIĞI CEVİZ BİNİ AŞTI..DEPREM BÖLGESİNE GİTMEDEN GEÇECEKLERİ GÜZERGAHLARI ASFALTLATANLAR..1 EGOSANTRİK TERİM VE OYUNCULAR1 Eğitim sistemi8 Ekonomik kriz kitabı1 Ekrem İmamoğlu35 Ekrem İmamoğlu yasağını nasıl okumak gerek1 Ekrem İmamoğlu'na önerim2 EKREM İMAMOĞLU'NUN EKMEĞİNE OY SÜRDÜ1 Elazığ depremi1 ELEKTRİĞE %5 ZAM POSTMODERN BİR TEKAFİL-İ MİLLİYE'DİR1 Elektrik kayıp-kaçak oranı3 elektronik genel kurul1 Ellerde ağrı1 Elmadan değirmenlerim1 Emre Belözoğlu39 EN GÜZEL HEDİYE HEDİYE ALMAKTIR..1 ENERJİ ALANLARI2 Enerji yatırımları yeterli enerji üretir projeleri midir?1 ENFLASYON1 Engin Arık1 Entegre havza yönetim planları1 ERBAKAN1 ERBAKAN EV HAPSİNE ÇARPTIRILDI!!1 ERBAKAN VE ERDOĞAN 28 ŞUBAT'IN NERESİNDE İDİ ŞİMDİ NEREDELER!?..28 ŞUBAT DAVALARIYLA SÖZDE ERBAKAN'IN İTİBARI KURTARILACAKTI..1 Erdal İnönü15 Erdem Gül4 ERDOĞAN2 Erdoğan mı Bay Kemal mı1 Ergenekon64 Ergenekon başlangıç noktası1 ERKAN BAŞ KAZAK GİYEMEZ1 Erman Toroğlu73 ERMAN TOROĞLU SAHTEKAR VURGUSU1 Ermeni meselesi4 Ertuğrul Günay16 Ertuğrul Özkök2 Esin kaynağı1 Eşek1 Evlilik töreni1 Evrensel Atatürk ve felsefesi3 Evrensel birleştirici kimlik1 Evrensel değerler42 Evrensel kimlik1 Evrensel kurtuluş felsefesi47 Eymir gölü5 Fadıl Akgündüz2 Faiz caiz mi?1 Fal1 Falcılık1 Farkındalık1 Fas1 Fatih Altaylı1 Fatih Terim4 FATİH TERİM1 Fatih'in tablosunu saraydan kaçırma1 Fatma Betül Sayan Kaya1 Faydasız1 Fecr1 FEM1 Fen liseleri1 Fenerbahçe15 FENERBAHÇE NEREYE KOŞTURULUYORLAR?1 FENERBAHÇE VE LALE ORTA ORTASI1 FENERBAHÇE'NİN HAYALİ YILDIZ AVCILIĞI1 Fenike gezisi1 Ferguson1 Fethi Sekin1 FETÖ eylemleri3 Fetö tehditleri1 Fetullah Gülen64 Fetullah Gülen savaşı1 Fetullah Gülen terör örgütü1 FIFA SIRALASI SONUNCUSU FAROE ADALARI VE ULUSAL TAKIMIMIZ1 Fırsat maliyeti2 Fidel Castro3 FİKRET ÇORBACIOĞLU1 Fikri Sağlar2 FİLENİN SULTANLARINA KAFİR DE! VAKIF TECAVÜZLERİNE SES ÇIKARMA1 First Lady Bettina Wulff1 Fitch3 FİYAT BELİRLEMELERİ1 Foreign Policy dergisi1 Fransa1 FRANSIZ KALMAMAK İÇİN "BİR LİSAN BİR İNSAN"1 Fransızca öğrenme kolaylığı1 Fransızca ve İspanyolca öğrenelim hep beraber..1 Fredrik Midtsjö1 Fuat Avni9 FUAT ÇAPA'NIN ÇABASINA ALKIŞ1 FUTBOL1 FUTBOL BU; BAZAN TAKIM OYUNUYLA KAZANDIRIR1 FUTBOL FUTBOL OLMAKTAN VE ÇİLEDEN ÇIKTI1 Futbol simsarları2 FUTBOL YATAĞINA DOLAN İNSANAT ARTIKLARI FUTBOLU KİRLETİYOR1 FUTBOLDA OLİGARŞİ1 FUTBOLUN YENİ EFENDİLERİ SAMSUNSPOR'UN AMBLEMİNDEN RAHATSIZ1 GALATASAR VE ZANİOLO VE İLKLERİN TAKIMI OLDUĞUNUN KANITI YENİLMEZLİK REKOR1 GALATASARAIN SAHA İÇİNDEKİ OYUNU SAHA DIŞINDAKİ OYUNLA ENGELLENİYOR1 Galatasaray364 GALATASARAY BARCELONA AŞKIN KARTAL'I YENDİ1 GALATASARAY BAŞARILI FUTBOLUYLA VEDA EDEREK UEFA AVRUPA LİGİ'NE HAREKET ETTİ1 GALATASARAY BAŞKAN ADAYI1 GALATASARAY BU SAATTEN SONRA DURDURULAMAZ1 GALATASARAY DURDURULAMIYOR FAKAAAAT....1 GALATASARAY DURMUYOR..SACHA BOEY GOL DA ATMAYA BAŞLADI1 GALATASARAY EFORUNU BAYERN MAÇINDA BIRAKMIŞ HATAY'A GETİREMEDİ1 GALATASARAY GÜMRÜĞE TAKILDI BİRİLERİNİ GEÇEMEDİĞİ İÇİN1 Galatasaray Güneş'i kararttı1 Galatasaray hakeme karşın Trabzonspor'u Icardi ile yendi1 GALATASARAY HATA MAÇINDA HATA YAPMADI FAKAT ALİ KOÇ HATA ÜSTÜNE HATA YAPIYOR1 GALATASARAY İNİŞE GEÇER DİYENLERİ UMUTSUZLUĞA İTTİ..1 GALATASARAY KORKUSU1 GALATASARAY KUPADA DA LİG'DE DE GOMİS İLE VAR!! İYİ DEĞİLKEN DE KAZANIRSAN ŞAMPİYON OLURSUN!1 GALATASARAY LAZİO1 GALATASARAY MARSİLYA'DA TESLİM OLMADI1 GALATASARAY OPERASYONU DEĞİL FUTBOLU SEVER1 GALATASARAY PALABİYİK PALASI İLE DOĞRANDI1 GALATASARAY ŞAMPİYONLUK ŞARKILARINI SÖYLETMEYE BAŞLADI1 Galatasaray UEFA Şampiyonlar Ligine koşuyor1 Galatasaray ve Lale Orta1 GALATASARAY YENİ YILA LİDER GİRDİ1 GALATASARAY'DA OKAN BURUK1 GALATASARAY'DAN HAYLİ KORKUYORLAR1 GALATASARAY'I DURDURAMIYORLAR1 Galatasaray'ı eleştirmesi sevgisinin isyanı idi..1 GALATASARAY'I İHRAÇ EDİN BU KADAR YORMAYIN KENDİNİZİ1 GALATASARAY'I NE HAKEMLER NE DE DİREKLER DURDURABİLİYOR1 GALATASARAY’IN 2-0'DAN GERİ DÖNÜŞÜ GRUPTAN ÇIKACAĞININ İŞARETİ1 GALATASARAY'IN AVRUPA HAFIZASI BAŞARI GETİRİYOR DA BUNU AVRUPA HAZMEDEMİYOR GİBİ1 Galatasaray'in Okan sesleri1 GALATASARAYIN CORONA VİRÜSÜ İLE UĞRAŞMASI VE FUTBOL VİRÜSÜ1 Gandhi Kemal1 GDO2 Geleneksel tıraş1 GENÇLERBİRLİĞ VE KONYASPOR1 genel kurul1 Geniş aile1 Geniş aile bireylerim2 George Bernard Shaw1 GES1 Getto55 Gez-gör-yaz15 GEZDİM GÖRDÜM YAZDIM5 Gezegenimizi hangisi ele geçirir?1 GEZERİM GÖRÜRÜM YAZARIM1 Gezi eylemcileri6 Gezi parkı halk hareketi62 Gezi şifresi1 Gezilerimiz2 Gırgır dergi2 GOMİS VE DİĞERLERİ1 GOMİS VE GALATASARAY ADANA DEMİRSPOR1 Göçmen politikası1 Gökçeada7 GÖKHAN ZAN VE ÜNAL KARAMAN'IN SİYASETE TRANSFERLERİ1 GÖRSEL KİRLİLİK1 Gösteri namazı1 Graham Fuller1 Greenpeace5 Greenwich2 Gtech2 Guggenheim Etkisi1 Guus Hiddink2 Güldüşümlerim7 Güldüşün çorbası9 Günaydın1 Gündemlerin efendisi30 Güngör Uras3 Gürsel Tekin15 Gürültü kirliliği29 HABİTLARA SAYGI1 Hagi92 Haiti depremi1 HAK EMEN HAKEM ÖRGÜTÜ TFF1 hak emen hakemler1 Hak emenler iş başında..1 Hakan Şükür1 HAKEMLERİ KORUYACAKLAR YA BU SEFER TOPU YAYINCI KURULUŞA ATTILAR1 Haliçte yaşayan simonlar1 Halifelik5 Hamza Yiğit Akman1 Hanefi Avcı4 Harem1 Harf devrimi4 Haris Seferovic1 Hasan Cemal1 Hasan Sıtkı Özkazanç1 Hava kirliliği7 Haydarpaşa Manhattan1 Haydarpaşa tren garı2 Haymana Kaplıcası1 Hayrünnisa Gül1 Hedef 2023 sloganı1 HER BAŞARISIZLIK SONRASININ RUTİN KAOS TEKRARLARI1 HES3 HES izin1 Hes-savar doğa projeleri2 HESLER21 HESLER SALDIRGANLARI BESLER1 Hıncal Uluç33 Hıncal Uluç da ışıklara yol aldı1 Hızlı tren kazası5 Hicr1 Hidrolik enerji4 Higgs bozonu1 HİJYEN ERDOGAN VE PANDEMİ1 Hilafet2 HİLAFET MI DEDİN!? HADE BE ORADAN!!!1 Hint varyantı1 Hitit güneşi5 Hitler Almanyası6 Hollanda4 Hopa fekaleti1 HOŞGÖRÜ EVRENSEL BARIŞIN KATALİZORUDUR1 HOŞGÖRÜ VE İNSAN OLMANIN ERDEMİ1 HURDA ÇELİK HURDA EV1 Hülle nedir?1 Hülya Koçyiğit6 Hürrem1 HÜSEYİN EROĞLU HÜSEYİN KALPAR BAŞARISINI YAKALAR MI?1 Hüseyin İnan11 Hüseyin Sağ1 Icardı1 ICARDI2 ICARDI BU ELBET YIKARDI1 ICARDI MUSLERA BARDAKÇI TORERİA NELSON KEREM YUNUS OLIVERA VE OKAN BURUK VE DE DURSUN ÖZBEK YÖNETİMİ1 ICARDI YIKARDI VE DE YIKTI...GALATASARAY SAHADA DEĞİL DE SAHA DIŞINDA BİTİRMEYE ÇALIŞILACAK GİBİ1 ICARDİ ASİST KRALI DA OLACAK GİBİ çünkü ADAM ATAMAYINCA ATTIRIYOR!!1 Ilımlı İslam projesi1 IMF1 Irkçılık1 Isınmada tasarruf yöntemi1 Işıklara yolculuk1 IŞİD1 İBO ŞOV VE CELAL KILIÇDAROĞLU1 İbrahim Müteferrika1 İbrahim Özden Kaboğlu1 İbrahim Tatlıses2 iç savaşa hazırlık1 İçerik çalmama uyarısı1 İçerik üreticisi1 İdam1 İdeolojiye endekslemek1 İKİNCİ KANAL İSTANBUL1 İKTİDAR A PLANI DIŞINDA B VE C PLANINI DEKLARE EDERKEN MUHALEFETİN A PLANI BİLE TARTIŞILIR..1 İktisat bilimi2 İlber Ortaylı1 İlhan Selçuk'u aramızdan ayrıldı1 İlk alan çalışmam1 İlk deprem manifestosu1 İlk Tarım Kredi Kooperatifi1 İlker Başbuğ26 İltizam-Mültezim1 İMAM2 İmam-ı Azam1 İmamoğlu yasağı Erdoğan ın minareli süngülü yasağı ile örtüştürmek yanlışlığı1 İMPARATÖR DERKEN1 İmrahor vadisi1 İNCE İNCE GİDİNCE1 İnfaz yetkisi1 İnsana dokun-yüreğine dokun-kalbine dokun1 İnternet1 İnternet nedir?1 İRTİCA1 İslam burjuvazisi1 İslam yeşili1 İsmet Berkan1 İsmet İnönü2 İsmet Özsoylu1 İspanya gezisi2 İspanyol gribi3 İsrail3 İstanbul gezisi3 İstanbul Havalimanı2 İSTANBUL HÜZNÜ AZALTILIYOR1 İstanbul silüeti61 İSTANBUL-ÇATALCA RESİMLERİ1 İSTANBUL'DA DOĞAYA VE DOĞANA SAYGI1 İstifa kurumu1 İstihdam yalanı1 İstiklal Marşı1 İSTİNAT DUVARLI ANROŞMAN1 İstismar1 İsviçre1 İş hukuku1 İşsizlik16 İtalya4 İttifak dışı partiler1 İzmir-Karaburun gezisi1 Jeo Biden2 JES1 JET EGZOZLU ARAÇLAR1 Juan Mata1 Kabahatler kanunu1 Kabahatli kentli2 Kaçak elektrik3 Kaddafi nasıl öldü?1 Kader değiştirmek1 Kadir Mısıroğlu1 KAFATASI1 Kafkas usulü çay1 Kahrolsun deprem alanına giren muhalefet mı diyelim..1 Kalıcı önlemler18 KALLEŞ ÖLÜM1 Kamilet Vadisi12 Kanal İstanbul18 Kanal İstanbul-Musilaj2 Kanunî Sultan Süleyman1 Kaostan beslenenler1 Kapisre deresi7 Kapkara1 KAR BEYAZI ŞİİR1 KARA BEYAZI HAYATLAR İÇİN ŞİİR1 KARA PARA1 Karadeniz yollar1 Karagümrük maçında MHK Galatasaray ın ağzına bir parmak bal çalmış olmasın1 KARAMSALLIK TESLİMİYETTİR1 KARAMSARLIK KÖTÜYE ALAN AÇMAKTIR..1 karar organı1 karar yeter sayıları1 Karargâh rahatsız1 Karbondioksit-oksijen eşitliği1 Karl Marx5 Karşı duruş33 Karz-ı hasen1 Kaset komplosu3 KASTAMONUSPOR GALATASARAY MAÇINDA 25 DAKİKA DİRENÇ GÖSTEREBİLDİ1 KATAR FUTBOLA NE KATAR1 Katolik nikahı1 Kaya gazı1 KAYSERİ MAÇINDA GALATASARAY'İN 1 PENALTISI 1 DE GOLÜ VERİLMEDİ 3 PUAN RAKİBİNE VERİLDİ1 Kazım Koyuncu2 Kazımcan Karataş1 Kazuistik anayasa1 Kebabçı1 Kehanetlerim1 Kemal Kılıçdaroğlu28 KEMAL KILIÇDAROĞLU NUN SİYASİ ANATOMİSİ1 Kemalpaşa1 Kenevir1 KENT TARIMI1 KENT-KOOP3 Kentini dinle1 Kentsel dönüşüm37 KEREM2 KEREM AKTÜRKOĞLU1 KEREM KINIK VE 12 ŞİRKETİ VE DE DFB'NİN KURULMASI1 KHGM1 KILIÇDAROĞLU GÜNDEMSİZ DİYENLER1 Kılıçdaroğlu Manifestosu4 KINA2 Kırık sandalye2 Kırılma noktası19 Kıtlık bilimi1 KIYAMETİN YAŞANDIĞI DEPREM BÖLGESİNDE MESCİT Mİ ÖNEMLİ ÇOCUK BEZİ VE MAMASI MI?1 Kızılay1 Kızılderililerin atasözü2 Kilo problemi1 KİM FETÖCÜ ÖCÜ???!!!1 Kişisel görüşlerin dinleştirilmesi1 Kitaba yazacaklarım2 Kitabım1 Kitaplar1 Kitapyurdu1 Klasik tıraş1 Kloz1 Koalisyon1 Komplo teorisi17 Konfüçyüs2 KONYASPOR1 korkmuyorum6 Korku imparatorluğu21 Korona1 KÖHES4 KÖPRÜ1 Kötek2 Kötü uygulama1 Kötülük1 Köy enstitüleri10 KÖYÜM SİDERE DERESİNDEKİ BU TAŞ DÜŞSÜN KAFANIZA KAFASIZLAR..1 Kriz raporu2 Kriz-pandemi93 kronik subdural hematom2 KSH1 Kuğulu park3 Kur'an şifreleri1 Kurgu6 Kurtlar vadisi karakterleri1 Kurtuluş destanı26 KUŞAKLARLA KUŞAK GEÇMEK1 Kuşkularım2 KUTLARIM1 KUTSAL RİTÜEL EVLİLİK1 Kuzey Anadolu Fay Hattı1 Kuzey Marmara otoyolu9 Küba13 KÜÇÜCÜK ZORBAY KÜÇÜK1 Küresel efendiler5 Küresel ısınma11 Küresel sömürü denklemi: “AB+ABD=ARBD”16 Küreselleşme aldatmacası4 Kürtler65 Kütahya-Simav depremi1 Laik devlet6 Laiklik1 Larry Diamond1 Laz dilbilgisi1 LAZ LOBİSİ NEDEN YOK!?1 Lazca1 Lazlar13 Le Figaro1 Leo Dubois1 Levent Üzümcü1 LİDER ÇIKAR İNŞALLAH1 LİGDE TRABZON'A 5 ATAN ALANYA ELENDİ1 Lizbon1 Lokomativ Moskova1 LÖSANTE1 Lösemili Çocuklar Vakfı1 LÖSEV1 Lucas Torreira1 LÜTFÜ SAVAŞ VE HATAY LÜTFÜ SAVAŞ VE HATAY1 M.Akif Ersoy1 Macaristan1 Maça bombalı saldırı1 MADEN İŞÇİSİ MAHPUS1 MADENCİ SERBEST1 MADENLER1 Madımak10 Madımak-Auschwitz-Reistag1 Mahir Çayan1 Makarnacılar10 Malazgirt savaşı7 Manavgat8 MANCHESTER UNİTED GALATASARAY’I HAŞAT EDER DİYEN E.TOROĞLU’NU DA DEVİRDİ!!!1 Manisa-Soma2 Mansur Yavaş21 Maraba kültürü ve ağa17 Marcao olayı1 Marduk8 marka spor ayakkabı1 Market zincirler1 Marsilya1 MATA HATAYSPOR'U MAT ETTİ1 matbaanın geç gelmesi2 Matematik nedir?1 Mathias Ross1 Matthıas Ross1 Maval okumak12 Maya takvimi kıyamet1 Mayasızlar1 Mayınlı alanlar8 MECZUP1 Medyan nedir?1 Mehmet Barlas4 Mehmet Özhaseki1 Melih Gökçek30 Meral Akşener11 MERAL AKŞENER TARİH YAZMADI TARİHTEN SİLDİ KENDİSİNİ İYİ GELEN AKŞENER GERİ DÖNDÜ1 Merkez Bankası1 Merkezkaç kuvveti8 Mersin Gazi çiftliği1 Mersin gezisi1 Mersin-Alata1 MERT İNSAN MERTENS'İN HARİKA GOLÜ1 MERTENS MEST ETTİ MERTENS ALANYA'YI BİTİRDİ1 Mesleki sorumluluk sigortası5 MESSİ MEST ETTİ ARJANTİNLİLERİ1 Mesut Yılmaz15 Metal yorgunluğu3 METE YARAR KİME YARAR!!??1 Metin Oktay3 MHK1 Mılot Rashıca1 Milenyum kupası1 MİLENYUM KUPASI VE GALATASARAY1 Millet ittifakı6 MİLLET İTTİFAKI NEDİR NE DEĞİLDİR..1 Milletimizle alay etmeyin!1 Milletvekili dokunulmazlığı13 MİLLETVEKİLLİĞİ Mİ MİLLETİN VEKİLLİĞİ Mİ!?1 Milli Piyango şaibe3 Milliyetblog yazılarım2 MİT54 Mod nedir?1 Modern kölelik2 Modern tıraş aletleri1 Moğollar4 Monaco35 Montrö sözleşmesi2 Motorlu kuryeler1 MPİ Genel Müdürü İhya Balak3 Muammer Kaddafi5 Muaviye-Küfeli-Hz. Ali1 Mucur1 Muhalif duruş2 MUHARREM İNCE7 MUHARREM İNCE KALIN OYNUYOR OY OY DİYE İNLEYENE KATKI VERMEK ADINA1 Muhsin Yazıcıoğlu1 Muhteşem Yüzyıl dizisi10 Murat Bardakçı7 Murat Karayalçın34 Muru3xi1 Musilaj1 MUSLER SAKATLANDI1 MUSLERA1 Mustafa Balbay31 Mustafa cengiz1 Muvazzaf5 Mümtaz İdil1 Müslüm Gürses1 Nabi Avcı1 Naci Görür2 Nagehan Alçı2 Nasıl Galatasaraylı oldum?1 National Geographic3 Nazım Hikmet26 Nazlı Ilıcak17 Ne düşünüyorsun?1 Ne istediniz de vermedik1 Ne oldu?1 Necdet Hoşcan1 NEDEN SÜPER KUPA SAMSUN'DA DEĞİL DE ARABİSTAN ÇÖLLERİNDE1 Negatif bilgi1 Negatif uzmanlık1 New York Times10 NİCE NİTEL BAYRAMLARA1 NİCELERİ AKADEMİLİ1 Nicolae Ceaușescu1 NİKAH1 NİYE BİR ALANYASPOR OLMASIN!!??1 NOBEL BENİM HAKKIM HAKKI!!1 Nuh tufanı10 Nur Suresi 30-31. ayetler3 Nuray Mert12 Nurettin Veren2 Nurettin Yıldız3 Nuri Asan1 Nush ile uslanmayanı etmeli tekrir-tekrir ile uslanmayanın hakkı kötektir1 Nükleer1 Nükleer enerji1 Nükleer santral46 Nükleer tehlike1 OFLU HOCALAR OKUMASIN OFSPOR'U1 Ofspor1 OFSPOR NEREDE İSE GALATASARAY'I ELİYORDU1 OGG1 OKAN BURUK İLE GALATASARAY ARTIK KORKUTUYOR1 OKAN BURUK1 Okan Buruk 5 kez üst üste maç kazanarak Galatasaray'ı 17.kez Şampiyonlar Ligi'nde1 OKAN BURUK ANTALYASPOR'A BURUKLUK YAŞATTI..FUTBOLUMUZU OLİGARKLAR VE 7 BÖLGELİ LİG ÖNERİSİ1 OKAN BURUK REKORLARA DOYMUYOR1 OKAN BURUK VE ÖĞRENCİLERİ İLLE DE ICARDI SÜPER LİG'İ YIKARDI VE DE YIKTI DA!! FB'Yİ GS'İN DEPLASMANDA 3-0 YENMESİ AYRİ BİR HARİKA1 Okan Buruk'u istemeyenlere kötü haber1 Okan Emre'yi 7 bitirdi1 Okan içerde sinmiş Danimarkalıları üzdü1 Oktay Ekinci4 Okumak1 Ola1 Oligark15 One Munite6 OnPunto1 Opsiyon1 Orantısız yağdanlıklar1 ORDAN BURDAN PARDON MARDON..1 Orduspor1 Orhan Gencebay1 ORHAN PAMUK MU YOKSA ATATÜRK MU AĞIR GELİR1 Osama1 Osmanlı11 Osmanlı yönetimi6 Oturarak çalışmak1 Oturuş ergonomi1 Oy depoları1 OYUN VE KOYUN1 OZAN KABAK1 Öğrenilmiş çaresizlik1 Öğretmen27 Ölüm4 ÖLÜM GERÇEKTEN ADIN KALLEŞ1 Ömer Çelakıl2 Ömer Dinçer2 Önerim var15 ÖSO1 Öteki dünya önlemleri1 ÖYLE BİR KALECİ Kİ ICARDİ'YE BİLE GOL ATTIRMADI1 Özel istihdam büroları1 Özelleştirme40 Özer Akdemir1 Özgün çalışma11 Özgür düşünce53 ÖZGÜR ÖZEL SİYASET OYUNLARINI BİLENLERİN SİYASİ TİMSAHLARIN OLDUĞU HAVUZA İTİLENDİR1 Özhan Canaydın1 PageRank1 Papazın bağı nereden geliyor?1 PARTİLİ CUMHURBAŞKANI SÖZÜ DOĞRU DEĞİL1 Patalojik sorun1 PDY5 Pearl Harbor3 Pedofili1 PEHLİVANLARA ÖDÜL FİLENİN SOLTANLARINA LGBT1 PELE1 Pelikan1 Pelin Çift1 Pers1 Petek ısınma sorunu1 PETROL VE FUTBOL1 Peygamberler1 Pherma-sharp1 Pınar Selek1 Pierre Loti1 Pierre Webo1 Pisa Kulesi1 Pisagor4 Piyangolar1 Plansız yapılaşma1 Polo Dayı1 POLONEZKÖY1 Portekiz gezi1 Portekiz gezisi8 Porto1 Poşet meselesi4 PROF. ATAÇ BAYKAL1 Prof.Dr. Bülent Arı2 Prof.Dr. Ioanna Kuçuradi1 PROJE1 Pukiya1 Rant14 Rantsal dönüşüm5 Raşa1 Recep Yazıcıoğlu1 Referandum9 Reglaj ayarı1 Reina saldırısı1 Rejim1 Rektör Melih Bulu1 Reptilian1 RES16 Reşat Nuri Güntekin1 Reyting kaygısı2 Rıdvan Dilmen14 Rıza Sarraf6 Ribery1 Richard Feynmann1 RİZE ARTVİN HAVAALANI ARTVİN İÇİN HAVA RİZE İÇİN ALAN1 Rize felaketi3 Rizespor katledildi1 ROK2 Romantik bir hafta sonu1 Rothschild1 Rus bakışı1 Rus büyükelçisi vuruldu2 Rus uçağı düşürülmesi1 Rüyam1 SABRIN SABRINI TAŞIRAN SABIR SABIR OLMAKTAN ÇIKAR TESLİMİYETE DÖNÜŞÜR1 SACHA BOEY1 Safranbolu gezisi1 Sağlıksız kent politikaları1 SAHA İÇİNDE KAZANAN GALATASARAY SAHA DIŞINDAKİ OYUNLARA ASLA KULAK VERMEMELİ1 Sahte fatura1 Salgın hastalıklar1 Salgınlar2 Sami Karaören3 Samsun 19 Mayıs Lisesi29 SAMSUN ŞAMPİYONLUĞU HAK EDEN BİR KENT1 Samsun'un tarihi 19 mayıs 19191 Samsunspor157 SAMSUNSPOR AMBLEMİ1 SAMSUNSPOR BAŞKANI TAKIM YERİNE FUTBOLCU ALMALI!!!1 SAMSUNSPOR İYİ GİDİYOR HÜSEYİN EROĞLU İLE1 Samsunspor morard1 SAMSUNSPOR SEMT İ KUTSAL EYÜP TAKIMI EYÜPSPOR U PERİŞAN ETTİ. SAMSUNSPOR UN ÇALIŞTIRICIS HÜSEYİN EROĞLU1 SAMSUNSPOR SİVAS'TA İYİ BAŞLADI1 Samsunspor'u birileri aşağı çekiyor1 SAMSUNSPOR'UN 14 MAÇI1 Samsunspor'un armasına saldırmak1 SANIK SANDALYESİNE OTURTULMASI GEREKEN 20 YIL İKTİDARDA OLAN MUKTEDİRDİR1 Sansür16 Sapadere kanyonu1 SAPANCA CENNETTİN İZDÜŞÜMÜ1 Sapıklıkla suçlamak1 Saray darbesi1 SARAYDAN TABLO KAÇIRMAK1 Sarı inek2 sarı saçından güç alan Icardi attı üç puan geldi1 Sarp1 Sayısal Oyunlar4 Seçim hile1 SEÇİM HİLELERİNİN ANATOMİSİ1 Seçimlerde hile24 SEÇİN YAZMACA BUNLAR1 Seçmen profili1 SEÇSİS1 SED1 Sedat Peker11 SEFEROVİÇ1 Selahattin Demirtaş1 Selin Sayek Böke3 SEO-SERP1 SERGEN YALÇIN1 Sergio Oliveira1 Serhıy Perkhun1 SERİ FARKLI YENİLGİLER1 Seslendiklerim1 Sevgililer günü2 sevr anlaşması1 Seyduna21531 Seyit onbaşı1 Sezen Aksu8 Sırt ağrısı1 side1 SİDERAYEPE3 Sidere29 SİDERE DERE ISLAHI İÇİN ANROŞMAN ÖNERİSİ1 SİDERE NİN ALTINI ÜSTÜNE GETİRMEK Mİ İSTENİYOR? SİDERE'DE ALTIN1 Sidere vadisi8 SİDERENİN DOĞASINA VE DOĞANINA DOKUNMA!1 SİHA2 Sincan1 Siyanür4 Siyaset meydanı2 Siyaset yapmayın2 Siyaseten katl2 Siyasetin helalleşmesi1 SİYASİ DEPREMDEN YIKIM BEKLEYENLER YIKILDI1 SİYASİ KARAKTER YOK İSE..1 Siyasi rant aracı23 siyasi rant otomobilleri1 Siyasi suikast13 Siyasi üstünlük1 Sneijder185 Sol argüman2 SOL SOL İLLEDE TEK ÇATI SOL1 Solcu musun sağcı mı yoksa yağcı mı?! Sol yanlarımızı acıtanlar!!1 SOLDA CHP TEK ÇATI OLMALI1 SOLMAK VE EVRENSEL OLMAK İSTİYORSAN SOL!!!1 Solun tasfiyesi1 Soma katliamı3 Son viraj3 Son yazım-11 Son yazım-21 Son Yazım-31 Soner Yalçın5 Sorumsuz Hayvansever2 Soruyorum163 Sosyal hukuk devleti4 Sosyal patlama risk haritası5 Soytarı31 Spor eleştiri1 Srebrenica katliamı1 Stephen Hawking4 Stratejik önem8 Stres ve alkol3 Su akar Türkler bakar1 Su akar yatağını bulur1 Su debi ayarı1 SU SAVAŞLARI5 Suçlamalara karşı gerçekler1 Sultan Ahmet4 SUPER KUPA DURUŞU SÜPER SOPA İSTİYOR..FENERBAHÇE DEĞİL DE ALİ KOÇ NE YAPMAK İSTİYOR1 Suriye18 Süleymanşah Türbesi2 Sümela manastırı1 SÜPER LİG'E KOŞAN SAMSUNSPORU TUTANA AŞKOLSUN1 Süper loto4 Sürdürülebilirlik3 Sütyen Tarihi1 Şafak Sezer2 Şangay beşlisi1 Şans Oyunları1 Şans Topu3 ŞENOL GÜNEŞ2 ŞEREFSİZ SENSİN1 Şeriat1 Şevket1 ŞEYH BEDRETTİN DESTANINI YAZAN NAZIM HİKMET1 Şeyh Said isyanı1 Şeyhler16 Şiir2 ŞİİR VE ERDOGAN1 Şike101 Şike kronolojisi1 Şili depremi18 Şirince3 şirket yönetimi1 ŞUTBOL2 ŞUTLUYORUM-Futbol706 ŞÜKRİYE TUTKUN TUTUŞU1 Tahir Kıran1 TAKLACAI MERT YANDAŞ'IA ÖVGÜ ICARDI'YA SÖVGÜ HADE BE ORDAN1 Taksim meydan savaşı2 Taliban6 Taliban erkeklerinin bazıları neden yüzünü saklıyor? Makyaj1 Taliban yöneticisi1 TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE DİYEN DENİZLER IŞIKLARA GÖNDERİLİNCE TAM BAĞIMLI TÜRKİYE OLDUK1 Tanju Özcan1 TARAFLILIK CIVIK YAĞDANLIĞA DÖNÜŞTÜ1 Tarık Akan6 Tarifeli uçuş nedir?1 Tarih tekerrürden ibarettir1 Taşeron sistem1 Taşeronluk sözleşmeleri1 Taşımalı eğitim1 Taşımalı siyaset1 Taşkınlar54 TAŞKINLARI FIRSAT BİLEN RANTÇILARIN TAŞKINLIKLARI1 Tekâlif-i milliye nedir?1 TEKBİR DEĞİL YARDIM GETİR1 Tekel1 Tekel işçileri17 Televole kültürü31 Televole yangını1 Tema vakfı5 Tembellik yok üretmek var1 Temel Fransızca4 Temel İspanyolca6 Terim2 TERİM İLE GALATASARAY RESMİ1 Terör9 tevâfuk1 Tevfik Fikret1 TFF4 tff ve mhk1 TFF VE MHK ALİ PALABİYİK'A ASLAN'I DOĞRATTI MI DİYELİM??!!1 TFF VE MHK OLMAYINCA FUTBOL GÜZEL1 TFF-İBB- FUTBOLDAN GEÇİNENLER1 THY1 Tıraş keyfi1 Ticaret-Siyaset-savaş1 Timsah1 Timsah gözyaşları2 TL sembol1 TMMOB72 TOGG1 TOKİ2 TOKİ MOKİ...YOL1 TOPÇU VE VEFAKAR SEYİRCİYİ KUTLARIM..1 Toprak ağası1 Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Yasası1 Torba yasa7 Toryum10 Trabzon Ayasofya1 Trabzonspor10 TRT4 TRT TARİHİ DİZİLERDEN FIRLAMA TUHAF SAÇLI YENİ OSMANLI TİMİ1 TRT VE YANDAŞ KANALLAR SÖZDE İKTİDARIN İCRAATLARINI ANLATAN DİZİLERDE YARIŞIYOR1 TRT=trt1 TSK1 Tuncay Özkan7 Tuncel Kurtiz1 Turgut Özal2 Turist Ömer1 Tutsak lümpen gençler1 Tuzun kokması15 TÜİK2 TÜM ULUSUN YENİ YILINI KUTLARIM1 Tünaydın1 Türban12 Türbanlı polis1 Türbanlı zabıta1 Türk nasıl olunur?1 Türk-kürt faşizmi1 Türkan Saylan3 Türkçe dışındaki dillerde içerik üretmek1 Türkçe Fransızca İspanyolca sözlük1 TÜRKEVİ1 Türkiye başarısızlığı1 Tütün1 Tüzük Kurultayı Manifestom1 Uçurtma aşkı1 Uğur Mumcu23 Ulusal gereklilikler1 ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞININ KAHRAMANLARINI İDEOLOJİLERİNE ENDEKSLEYENLER1 ULUSAL TAKIM1 Ulusal varlık fonu1 Uluslararası iktidar alanı1 UNESCO29 UNESCO dünya mirası listesi1 UnutMADIMAKlımda1 UYARIMDIR5 Uzatmalı Covid1 UZLAŞI DA BARIŞ VARDIR DÖNEKLİKTE İNKAR VE İHANET..1 Uzun covid nedir?1 Üç fidan4 ÜKEM FUTBOLU KAFASINDA PATLAYAN SOPA1 Ülkenin ticarethane gibi yönetilmesi1 Ümit kocasakal1 Ümit Öztürk1 Üniter devlet1 Ürdünlü Ebu Musab Zerkavi1 ÜRKENLER1 Üzerih Garih1 Vedat Dalokay1 Vefat1 Venedik tacirliği1 Viyana1 VPN nedir?1 Washington Post1 Wikileaks2 YA SEV YA TERK ET ANLAYIŞI1 Yaban1 Yabancı durmak1 Yakup Kadri Karaosmanoğlu1 Yalçın Bayer18 Yalnız Kurt1 Yangın1 Yangından önce abant1 YANLIŞLAR İNSANI YALNIZ BIRAKIR1 Yap-işlet modeli1 YAPI DENETİMİ1 YAPI SINIFI1 Yapısal reform1 Yarbay Thomas Edward Lawrence1 Yarı başkanlık1 Yasaklanmış öğrenme fırsatları1 Yaşadıklarım1 YAŞAMDAN KOPRIANLAR YARALILAR DEĞİL YAŞAMDAN KOPARAN HURDA EVLERİN SAYILMASI VE YENİ TALAN YALAN SÜRECİ1 Yaşar Büyükanıt5 Yaşar Nuri Öztürk3 Yaşınılabilir kentler1 Yaşlılık sendromu1 Yatay yapılaşma2 Yatırım fonları1 YAZAN MÜHENDİS YAZIYOR1 YAZAN MÜHENDİS'İN BİRİKEN YAZILARI1 YAZSAN NE OLUYOR Kİ YİNE" BENİM OĞLUM OKUR DÖNER DÖNER OKUR"1 YEBİ YIL YENİ İDEOLOJİ1 Yemeksepeti1 Yeni dünya düzeni12 YENİ MORİNHO MONTELLO MU?1 Yeni proje-Fatih Terim1 YENİ YIL1 YENİ YIL YİNELİKLER DEĞİL YENİLİKLER GETİRSİN1 Yeni yollarda kazalar neden olur?1 Yere Batan Sarnıcı-Milyon taşı1 Yerel yönetimde aday1 YERİN ALTI MADEN EMEKÇİSİNİN YERİN ÜSTÜ MADENCİNİN1 yerli otomobil1 Yeşil sermaye1 Yetenek kazanmak1 Yeter be!1 Yeter söz milletindir1 YGS şifre1 YHT1 Yiğit Bulut1 yok böyle Icardi ve Kerem1 Youtube tüccarları1 Yörükler1 Yumuşak karın1 YUNUS1 YUNUS AKGÜN1 YUNUS AKGÜN VE TERİM1 Yusuf Aslan10 Yusuf Demir1 YÜKSEL ÇORBACIOĞLU CHP ADAY ADAYI1 YÜKSEL YILDIRIM2 Yürüyen virüsler1 Zeki Alasya6 Zeki olmayan ahlaksız1 Zigana Yaylaları1 Zirveye giden yol1 Ziya Gökalp1 Zorba1 Zorbay1 zorunlu organlar1 Zülfü Livaneli6
Daha fazla göster

1829 Adet Yazı Arşivi

Daha fazla göster

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *