OTOSTOPLU FİNİKE YOL ÖYKÜSÜ
Yine; Angara’dan çıktım yola, selam verdim Antalya ve dağına ve de doğasına... Gezeceğim de, göreceğim de, yazacağım da, çünkü biz artık “Gez-Gör-Yaz” tutsağıyız. Bu öyle tutsaklik ki, insanın gezdikçe gezesi, gördükçe göresi, yazdıkça yazası geliyor ve Bu gelişler hiç gitmiyor. Bu bulaşıcı mı? Asla, bu bir ulaşıcı, yeni doğaya ve doğana ulaşıcı, fakat önce düşüncene ve yüreğine ulaşıcı, onlara ulaştın mı hersey oluruna varıyor...
Seviniyor, bazan da uzuluyorsunuz. Adam tabela asmış; “Yanan ormanlar yeniden tesis edilicek..” Hadebe ordan sen once yanan yerlerin yerine diktigin villalarin hesabini ver bre doğa düsmani, diktigin iki ağaçla milleti kandirma!! Kaz dağlarinda 200 bin agac kestir Kanadaliya sonra agaç dikecegim de..Sor kanadaliya koparilan dalin cm’ine 1 dolar ceza kesiyor mu kesmiyor mu?!..Neden ülkemi kestirmesine izin veriyorsun!!??
Mustafa Vice bizi her zamanki yere götüruyor... Kemer- Çamyuva..Bu sene Suriyelilerden çok şikâyetçi. Okullu çocuklar esrara alışmış. “Yorukuz biz, bizim buralarda barınamıyorlar... Daha çok Antep ve Mersindeler, fakat buralara da, günübirlik uzanıyor.” diyor.
Mustafa devam ediyor; geçen sene 400 bin lira olan yazlıklar 600 bin oldu deyince, içimden; “Keşke geçen sene alsaydım.. ”Birileri; “Paran var neden yakınlarını görmüyorsun?” “Çook gördüm, artık dünyayı görmeye karar verdim. Çocuklarımız 25 yaşları bile geçti. Bundan sonra aileler, içsel dayanışma içinde olacak. Ancak yetinilebilir. Ki biz yazın, kışın çektiğimiz; geri ödemeli tüketici kredisi ile tükenen gezegenimizi geziyoruz, görüyor ve yazıyoruz…
Mustafa güzel bir şey söylüyor; “Suriyeliler Türkiye’yi çok seviyoruz diyorlar. Ülkeni sevsene. Ülkesini sevmeyen bizi nasil sever.. dimi amca..” Benden yaşlı, fakat bana amca diyor. Ben yine yaşlılık kompikasyonu, yani karışıklığı nüksetti.... Biraz acitmadi değil. Bir gün önce bana çok genç gözuktuğumu soyleyenlerin sözleri ile kendimi teselli ettim...
Mustafa’nın söyledikleri bana şunu animsatti: Esrar ve uyuşturucu ve yozlaşmış ahlak yoksunları.. Ve şunları mırıldandım sonrası; “Yahu bu Esed, lümpen ve asalak ve de sarsalakları, toplumun kirli yuzünü bize mi kakaladi.. Bize silah doğrultamayınca, bunları mı saldı..??!!”
Gezdiğnizde; en küçük coğrafyanın dahi bulgulanması gereken yeri olduğuna tanık oluyorsunuz. Akdeniz böyle bir coğrafya; ören yerleri ve adacıklarıyla. Kemer de bunlardan biri; koyları, antik yerleri ve doğasıyla. Olimpos bunlardan biri. 2 yıl önce bedava geçiş yaptığımız bu ören yeri özel-leştirilmiş, Turizm bakanlığınca ve giriş milli parklar örneği paralı olmuş. Örneğin milli parklarda giris 1 kuruş iken bunların ellerinde 10 kuruş olmuş. Adeta iktidarın yandaş deli Dumrulları..
Gazete almak için her zamanki markete gittik. Gazete bayiligini kaldirmışlar. Diyor ki market sahibi; Hürriyet ve Cumhuriyet satilirdi... Hurriyet satılmamaya başlaninca, sadece Cumhuriyet bizi kurtaramadı, vazgeçtik... Havuz medyanın yandaş gazeteleri resmen bır zamanlar Fetullah’ın kapılara ve dolmuşçulara bedava dağtılan Zaman gazetesinin durumundam kötü...
Van dahil tüm kıyılarımız değerini bilmediğimiz “Cennetin giriş çizgileri”, fakat her geçen gün bu çizgiyi siliyoruz. Van hariç tüm kıyılarımızı çıkara özdeş surlarla örmüşüz, yani; ötelerle. Kıyıları “Beach” dedikleri plajlarla örmüşüz. Sikıysa denize gir. Denize girmek için otelinin müşterisi olman gerekir. Sıradan vatandaş isen deniz sana yassah...
İşletmelerin sahipleri de genelde; 1 kilo toz 1 otobüsçüler.. Bu gelişimizde boş gördüm otelleri.
Ne o, otel kayitlarıni mi saydin?
Yoo, sokaklar akşam kaynardi şimdi üşüyor. Doğrusu sokaklar bomboş değil, ama sıkıcı kalabalıklar yok.. Haaa, sahile indiğinizde şezlonglar da boş.. Padişah “Bu yıl Turizmde patlama yaşadık” diyor, doğru değil yaşanan patlama değil, çatlama.. Doluluktan ve de Turizm patlama, yapmış diyene inananlara..
Bu Yaşıma İlk Kez Otostop Yaparak “Gez-Gör-Yaz” Etkinliği Gerçekleştirdim: Yol hikâyeleri; en beklenmedik ve de en ilginç hikâyelerdir. İstemeseniz de yasayabilirsiniz. Ben istemeden yaşayanların grubuna katılanlardan değilim. Değilim, çünkü benim “Gez-Gez-Göz” yazılarım yol hikâyeleri içeriğinde.
Bu yol hikâyem otobüslü değil, otostoplu. Yol hikâyelerimi yaşayabilirsiniz. Fakat bu yaşadığım otostoplu yol hikâyemi önermem size. Doğrusu; “Yol hikayesi yaşamak istiyorsanız otostop yapın” diyemem.. Diyemem, çünkü dedirtmeyecek süreci; dün, yani M.S. 13 Ağustos 2019 yılında anda yaşadım.
Bu beklenmedik bir yol serüveniydi diyebilirim. Evden kaçmış, bir yerlere gitmeye çalışan ve o yerlerde istediğini yapmaya çalışan, asi bir çocuğun eylemi içindeydim adeta. Orya gitmeliydim. İşte ora dediğim yer Finike ve Kaş idi. Vesselam kısa kelam asi çocuk yoldaydı. Sözde birine ulaşmak için yola çıkmıştım, ki birine ulaşmak, ondan almam gerekeni almam için Finik’e ve Kalkan için yatağımdan erken kalkmıştım. Dönüşümün gecikeceğini düşünerek Finike ve Aziz Nicolas’ın, yani Noel Baba’nın memleketi Demre’ye “Gez-Gör-Yaz” etkinliği kapsamına almaya karar verdim...
Evet, birine ulaşmak için önce Finike’ye gitmem gerekti. Çamyuva’dan 16:00’da ayrıldım. Arabasız geldiğimiz için dolmuşla Kemer’e indim. Biraz gezindikten sonra Finike dolmuşu aramaya başladım. Güneşten korunmak için yola geç çıkmış, fakat güneş adeta beni cezalandırmak için vurdukça vuruyor, koruyamıyordum kendimi, çünkü kalkanım yoktu ve sadece kafamda, Kadiş ve Ecoş’un zorla taktırdıkları şapka vardı.
Ben inadına-inadına güneşin üzerine yürümeyi, o kişiyi bulmayı kafama koymuştum.. Viyadük üstü veya yanında Finike dolmuşlarına binebileceğim söylendi. Bekliyorum, bekliyorum ve de yine bekliyorum, çünkü dolmuş gelmiyor, güneş de tüm şiddetiyle saldırıyordu, ben farkında değildim. Farkında olsam ne yazacaktı ki, savunacak donanıma sahip değilken...
Bir benzin istasyonunun önünde, güneş bana saldırdıkça saldırıyordu. İstasyon çıkısında bir araç durdu. Kaportayı açtı erkek sürücü bir şeylere baktıktan sonra arabayı çalıştırdı, anlaşılan su kaynatıp kaynatmadığına bakmıştı. Biraz, bana doğru geldi ve durdu; arabanın penceresini manüel olarak indiremedi, açık olan yerden; kız olanı Finike yolunu sordu, ben de araya gidiyorum diyerek yolu devam edeceklerini söyledim.
Beni, arabalarına davet ettiler, götürebileceklerini söyleyerek. İlk kez böyle bir teklif almanın şaşkınlığı içinde, Israrlı davetlerini kabul ettim, çünkü güneş saldırmayı sürdürüyordu.. Araca, zar zor bindim, çünkü; arka koltuk eşyalarla dolu idi. Görünümleri, entelektüel rahatlığın getirdiği profil çiziyordu ve biraz da ürkütmüyor değildi. Eşyalar, adeta biriktirme hastalığı olan birinin odası gibiydi. Eşyaları sıkıştırarak köşeye sıkıştım. Arka koltukta her şey vardı ve de ben de artık o her şeylerden biri olmuştum.
Her şeylerin arasında dondurucu dikkatimi çekti... Nereye gittiklerini kendileri söylediler ve kendileri yanıtladılar. Bir müddet sonra yol üstü markette durdular, kız indi. Erkek olanı, gözlerime bakarak alışveriş yapacak dedi. Yapım gereği pinpirikleşmedim değil.. Neden Kemer’de alışveriş yapmamışlardı ve akıllarına ne geldi ne alacaklardı?! Anlayacağınız, yazmaya başladım. Epey beklenince kafamda ürküten senaryo yazımı hızlanır oldu.
Arabaları nereye kadar götürür ise oraya dek demesinler mi! Hatta Toros dağlarında bozulabilir, hep beraber otostop çekebileceğimizi söyleyince de irkilmeye başladım. Devamında; Bursa’dan geldiklerini, nerde yorulurlarsa orada çadır kurup kaldıklarını söylediler. Benim de bir şeyler söylemem bekledikleri noktada, kafamdaki soru işaretlerinin, dahası kuşkular çokluğunda, daha dahası; kafamda oluşan anında senaryolar bütününde, çok önce başımıza gelen bir olaya sığındım.
Finike yakınlarında arabayı hatalı kullanımdan dolayı çektiklerini ve arabayı almak için Finik’eye itmeye karar verdiğimi söyledim. Bu yalana ben de inandım. Aslında Finike’ye ve oradan da, karar değiştirerek Noel Babanın (Aziz Nicolas) memleketi Demre’ye geçecek ve oraları “Gez-Gör-Yaz” etkinliğine katacaktım. Ay zamanda, Noel babanın kemiklerinin kaçırılıp götürüldüğü İtalya-Bari’den Noel babanın memleketi Demre’ye, Noel babadan (Aziz Nicolas) selam götürecektim.
Ben sürekli onları dinliyor, fakat hala konuşmalarını kuşkularımı azaltacak noktaya taşıyamıyordum. Bir ara; “Acaba onlar da beni kuşkuyla harmanlanmış düşüncelerle uzun yol psikopatı olarak mı kurguluyorlar?” sorusuyla teselli eder oldum. Ben pskopat bir katil, onlar masum iki yol serüvencisi, katliamcısı canım.. Ben şimdi, Otostopçu filmindeki; John Ryder (Sean Bean), onlar da; Grace Andre (Sophia Bush) ve Jim Halsey (Zachary Knigtohn)..Veya tersi..
Bir süre sonra tanıştık. Adlarını söylemelerine karşın benim kafamda soru işaretleri hala raks ediyor. Kuşkularımı bastıramıyordum, taa ki “Asıl amacımız bir aktivist olarak, Çanakkale’de soluklanarak Kazdağları eylemlerine katılmak..” deyinceye dek. Ben büyük oranda rahatlamıştım, onların da rahatladığını gözlemlediğim anda; trafik cezası için, Bilgisayar programcısi Osman Karaca ve Borusan Liman satış müşteri uzmanı Dilek Efe; en az 4 bin TL Ödeyeceğimi söylüyorlardı. Artık olmayan ceza miktarı beni gülümsetiyordu sadece..
Süreç içinde, daha derinden tanışmış, kafalardaki kuşkular silinmeye başlamış ve rahatlamıştım. Bu süreç; arkadaşlık, dahası yeni bir dostluk süreciydi..
Öncesi kurduğum senaryolara gelince:
Birincisi tanımadığım 2 insan.
İkincisi, arabanın arka koltuğu tam bir kaos; silme dolu ve bir soğutucu var.
Üçüncüsü; arabaya ısrarla almışlardı.
Dördüncüsü korku filmleri çok izleyen biri idim.
Beşincisi, en çok beni etkileyeni de böbrek mafyası korku filmi.
Düşünün Torosların bir yerinde böbreklerimi kaybediyorum ve sonrası bilinen korkulu umutlu bekleyiş başlıyor..
Senaryolar ötelenmiş, derin bir söyleşi başlamıştı. Ve amaçlarının Kaz Dağları eylemine gitmek için yola çıktıklarını söyleyince, ne zaman boğazıma sarılacaklarını beklediğim kişilerin sevinçle boğazlarına sarılasım geldi. Evet; Osman ve Dilek doğa aktivistleri idi ve güzel insanlardı artik benim için. Bir de demezler mı; “Yörük’üz” diye..
Artik dost entelektüellerdi benim için. Marmara ve çevresindeki Yorklardandılar. İçimden; Yörüklerin DNA’ları belli ki kalıtsal iyilik genlerinden oluşuyor.. Ege’de ve Akdeniz’de hangi Yörük ile karşılaştımsa çok iyi davranmışlar ve dost insan olduklarını göstermişlerdi. Ve şimdi de Marmara-Bilecik Yörükleri ile tanışmış, onların da süper insan olduklarına tanık olmuştum.. Her şey de olduğu gibi bunda da istisna vardır elbet. Bu istisna ile Marmaris’te karşılaştım. Öğrendim ki ve o kişi oradaki Yörükler tarafından dışlanmış bir kimlikmiş.. İki Yörüğe, bir Laz Yörükleri anlatıyordu artık.
Önce Türkiye’nin tamamını, Avrupa’nın da yarısın yazarak “Gez-Gör-Yaz” etkinliği ile, Evliya Çelebilik ve Marko Poloculuk oynadığımı söyledim ve Yörükleri anlatmaya başladım: İzmir-Denizkoy’deki bir Yörük’ten dinlemiştim; Yörüklerin Ege ve Akdeniz’e, zamanın padişahlarından, herkes olduğu yerde kalacak, orayı yurt belleyecek, asla bir başka bölgeye geçmeyecek fermanı çıkardığını.
Bu ferman sonrası; Toroslardan Ege’ye hayvanları yaymaya gelen Yörüklerin de bu bölgede kaldığını Osman ve Dilek’e anlattım. Ayni zamanda Yörükler sıtma nedeniyle kızlara kıyı arazilerini bıraktıklarını, yaylaları erkeklere.. Gel zaman git zaman enişteler milyarder olduğunu da anlattım..
Daha neler-neler anlattım.. Beni artık kim tutardı.. Finike’ye gelinceye dek ben konuştum sayılır.. Adem ile Havva’nın cennetten cehenneme kovulduklarını, çocukları biz dünyalılar bu dünya cehenneminde cezamızı çektikten sonra cennete döneceğimizi...
Dunun bilimkurgu romanlarının günümüz gerçekleri olduğunu, günümüz bilimkurguların yarının gerçekleri olmayacağını kim yadsıyabilir ki?! Bu nedenle gezegen kardeşliğine odaklanmamız gerektiğini, doğaya ve doğana dolar adına saldırılmaması gerektiğini de anlattım. Mitralyöz gibi sözcükler ağzımdan dökülüyordu..
Ve Kazdağlarını baz alarak iktidarın doğaya be doğana olan duruşunu eleştiriyorduk artık, tam kaynaşmıştık.. Osman bilgisayar programcısı, Dilek liman isletmeleri uzmanı, belli periyotlarda yurtdışında kalmış doğa dostları olarak doğa ile doğal halleriyle iç içe olmayı ilke edinmişler.. Geziyor, görüyorlar fakat yazmadıkları konusunun eksiklikleri olarak gördüklerini söylemeyi gereklilik olarak belirtiyorlar.
Çünkü, belirttiğim gibi Avrupa’nın yarısını ve Ülkemin taamına yakınını yazdığımı söylemiştim. Dahası, ayak tabanımın altındaki coğrafyayı yazmak bende tutku olduğunu da......
Bursa’da yaşıyorlar ve Bursa’da Artvinlilerin çok olduğunu soyluyorlar-Ki doğru-..
Kemer- Fethi’ye arası sahilin ‘Karadeniz’deki gibi’ koylarını ve falezlerini mahvetmediklerini’, yolun Toros eteklerinden geçtiğini görmek güzel. Nedense duble yol inşaatlara daha yeni yapıyorlar.. Belli ki; düz ovada keklik avlar gibi oy avlamak bitince dağlardaki dönemeçli duble yol yapımına başlamışlar..
Osman ve Dilek’e bunları da anlattım.. Ve Finike’ye 1 saate geldik.. Ayrılma zamanı gelmişti.. Kısa donemde kazandığımız dostluğu belgeleyen özçekim (Selfi) çeki yaptıktan sonra görüşeceğiz dileğiyle, Dilek ve Osman’dan ayrıldım..
Bu güne dek ilk kez otostop ile “Gez-Gor-Yaz” etkinliğini gerçekleştirmenin ilginçliğini yaşamıştım. Elbet en ilginç olanı; böbreklerimi kurtarmanın yanında müthiş iki dost edinmemdi.
Portakalların efendisi Finike’deydim. Ececan ve Kadriye sürekli arıyorlar, çünkü geçleri oynuyorum.. Doğrusu Babaci Ececan sürekli arıyordu. Ben ise, fazla duyarlı davranmayarak Finike’yi turlamaya başlamıştım..
Finike doğasıyla ve doğanıyla mükemmel bir yer, fakat bakımsız.. İçinden gecen tatlı su mansabında kurulu park ve böğründeki çay bahçeleri ve kafeleriyle mükemmel.. Parkın bitişiğindeki marina harika. İçinde küçük bir tersanesi de var.. Halk liman, dahası marina çıkısında balık tutuyor..
Lokum balığını ilk kez duydum rastgele dediğim amatör balıkçıdan. Finike sahil Kumluca’ya dek uzanıyor. Bisiklet yolu ve Safranboluvari Finike evleri dikkatimi çekiyor. Kıyıdan içeride yapılanma var, Monaco kıyı rezidansları benzer yapılar eski yapıların yanında biçimsiz, dahası sakil duruşlu evler görüntüyü bozuyor..
Beton cangılı her yerde grileştirmiş yeşili ve maviyi. Düşünün; Antalya Elmalı ovasında yükselen beton SUR; Antalya'yı çevreleyen ve adeta Antalya'nın koruyucu doğal çadırı olan Tahtalı dağlarının görsel ihtişamını tahtalı köye göndermiş..
Nedeni biliniyor da biz “nedese” sözcüğünü kullanırız hep. Evet orman yangınları hep kıyı kentlerinde başlıyor, doğrusu başlatılıyor.. Ersel Kahraman Antalya’da orman yangını var mi? diye soruyor. Duymadık. Eğer var ise ve de deniz manzaralı ise kesin sabotajdır..
Çocukliğumuzun korku tüneli-treni vardı, büyüklüğümüzde, dahası son günlerde korku treninin yerini Korku otobüsü aldı. Yolcular, yanıyor yetkili bakıyor. Sadece; şehirlerarası otobüsler Metro-Kamilkoç diye deşifre ediyorlar.
Benim asıl korkum 1 hafta sonraki dönüş değil, asıl korkum; Şehirlerarası otobüs isletmesinin İsraillilere ve Araplar'a, ille de ‘Kuleli Askeri Lisesi ve diğerleri gibi’ Araplar'a satılması. Sağlığımız şehir hastanelerine, ulaşımımız Araplar'a emanet demek, yaşamımız Araba emanet demek..
Yaşar ne yaşar, ne yaşamaz halleri..Tarikatların faydalarını sıralayacağınıza düşünün biraz, ülkem insanın yaşamı Araba endekslendiğini. Otobüsler, Host'un sıcak su kaynatmasından yanıyormuş, "hoşttt" ulan!!.. Bir araştırın bakalım altından hangi Arap, pardon nasıl kalitesiz ucuz motorin ve de yorulmuş metal yığını otobüsler ve dahi padişah efendimiz çıkacak..
Son olarak; kesin liselimin hayati ve eseleri ders olarak anlatılmalı ki gerçekleri çocuklar öğrensin.. Yaa; hayati ve eserleri zorunlu ders olarak okullarda okutulacakmış... Deprem toplama alanlarını yapkapçısına, orman alanlarını madencisine açan liselinin eserleri ve hayatı elbet okullarda öğretilmeli çocuklarımıza.. Bu görgüsüz ve doyumsuz ilkel megaloman siyasal İslam, ülkemde geçici hasar, kendilerinde ise kalıcı hasar bıraktıklarının ayırtına ne zaman varacak???!!!…
FİNİKE(Phoenicus): Finike (Phoenicus) belli ki Fenikeliler kurmuş. Doğum tarihi M.Ö. 5 yüzyıl. Finike, uzun süre Likya (Teke Yaımadası)’nın başkenti Limyra’nın tarım ürünleri ihraç ettiği bir liman görevi üstelenmiş.
Finike Antalya'nın portakalıyla ünlü liman kentidir. Öyle ki California Üniversitesi'nin yaptığı bilimsel bir araştırmada Finike Portakalı dünya 1.si olmuştur.. Hüzünlü bir öyküsü var: Portakal Finike’de 1960'lı yılların sonunda Kıbrıslı Rumlar ve Yahudi denizciler tarafından getirilmiş..
Ne yazık ki; Fenike bölgesinde tarımsal üretime ayrılmış olan topraklardaki hızlı kil oranı artışı nedeniyle portakal üretiminin en geç 2035 yılında tamamen biteceği söylenmektedir..
Eee, çocuğa bile Finike deyince, portakal diyorsa orda kal. Ben kalmadım ve maceralı bir otostop sonrası Finike’ye vardım, tıpkı antik Roma askeri gibi kavrularak. Gerçi kafamda şapkam vardı var olmasına da güneş de var olup var gücüyle bana saldırınca zırhım para etmedi, beni paramparça etti ve şu an nar kırmızısı sızım-sızım sızlayan ve de inleyen Şevket var karşılarında, benim karşımda da bana gülen Kadriye ve Ececan....
Finike’ye devam;
Her kentin mitolojik öyküsü vardır. Finike’nin de “Dülger Balığı” efsanesi.. Yukarıda değindiğim gibi, amatör balıkçılar genelde Lokum balığı yakaladıklarını söylemişlerdi. Anlattıklarına göre; ağzında ince ince sivri dişler olan, dahası; ağzının içinin her yanı dişle kaplı olan ve halk arasında, zurna, kertenkele de den balığın adı Lokum balığı imiş. Sıra sıra keskin dişleri nedeniyle “Dülger Balığı Canavarı” efsanesinden söz açılınca ben bu lokum balığını Dülger Balığı zannettim. Değilmiş;
Dülger canavarının balığı; çiviye, kesere, kerpetene benzer çıkıntılarıyla bu ismi alan balıkmış. İşte bu Dülger balığı vaktiyle Finike’de korkunç bir deniz canavarıymış. Denizde yakaladığı canlıyı anında keser, doğrar, parçalarmış. Tarihte, Akdeniz’in cesur korsanı bile Dülger balığını duyunca korkudan sararırmış. Günlerden bir gün İsa deniz kenarında gezinirken korkuyla kaçan balıkçılar görmüş ve denize doğru yürümüş. Dülger balığını tutup sudan çıkarmış, iki elinin başparmağı arasında sımsıkı tutup kulağına bir şeyler söylemiş.
O günden beri Dülger balığı, denizlerin uysal zavallı bir yaratığı olmuş. Vaktiyle açlık sefalet korku saçtığı Akdeniz’de sakin bir deniz, Finikelilere de huzurlu bir hayat bırakmış. Bir başka söylenceye göre de; Hazreti İsa' nın azizlerinden balıkçı Peter, aç olan halkını doyurmak için balık tutmaya çalışır, fakat balık tutamaz.
Dulger balığı yanına gelir ve kendisini avlayıp aç halkını doyurmasını söyler. Aziz Peter bu balığı eline alır ve okşar ve “Madem ki hiç balık tutamadım bari sende yaşamaya devam et!" dedikten sonra baş ve işaret parmaklarıyla başının hemen arkasından tuttuğu balığı yavaşça suya koyuverir. Söylenceye göre göre balığın her iki yanındaki siyah beneklerin Aziz Peter' in parmak izleri olduğu söylenir..
Finike, mitolojik Dülger öyküsünde belirtildiği gibi, sakin ve huzurlu fakat kişisel bakımı, yani kent içi bakımsız bir İlçe. O denli güzel ki, doğası ve tarihiyle, bu güzelliklerin kesin bakımlı olması gereken bir ilçe..
İşte o güzellikleri: Andrea Doria (Radyafor), Gökliman ve Çağıllı koyları. Özellikle, kıyıları zeytin ağaçları ve bozulmamış doğası Andrea Doria, antik dönemde liman olarak kullanılmış Gökliman koyu ve de turkuaz denizi, etrafındaki doğa görüntüsü ile bütünsel bir güzelliğe sahip; Çağıllı koyu. Ve dahi; Safranbolu evlerine benzer, beyaz badanalı 2 katlı Finike evleri (ben diyorum), Bey dağlarının gölgesindeki Liman ve marinaya koşut kıyı kordon boyu .. Batı Antalya'nın keşfedilmeyi bekleyen noktalarından biri olan Gökbük Kanyonu…
1941 yılında inşaa edilen eski hükümet konağı ve bahçesinin yeniden düzenlenmesi ile oluşturulan ve Yüzyılın Definesi Elmalı Sikkelerinin, Karataş-Semayük, Hacımusalar Höyük, Karaçakır kazıları, Karaburun I, Kızılbel ve Bayındır tümülüs kazıları, Arykanda kazıları eserlerinin sergilendiği; Elmalı Müzesi… Finike Elmalı Karayolu üzerinde Arif Köyü sınırları içinde yer alan ve Likya dilinde Ary-ka-wanda(yüksek kayalığın yanındaki yer) anlamına gelen ve İ.Ö. 5.y.y kurulan Arykanda Antik Kenti..
Antik tiyatro binası, Xatabura anıt mezarı, yamaç evler ve kaya mezarları, akropol ve akrapol kilisesi, Perikle Heronu (Anıtı) ve surların bulunduğu; Limyra Antik Kenti…Kekova yolu üzerinde Lykia Birliği'ne bağlı olarak MÖ 4. yüzyılda kurulmuş Likya kentlerinden; “Apollonia(Apollon'un Yurdu) Antik Kenti”… Finike körfezinin doğusunda, Kumluca’ya yakın Gagai(Gaga'nın halkı) Antik Kenti.. Kumluca şehir merkezinin batısındaki tepelerin üstünde kurulmuş olan; Rhodiapolis Antik Kenti… Asya kıtasının en derin mağarası;Suluin Mağarası Finike ve çevresindeki tarihi ve doğagüzellikleri..
Elbet tüm bu yerleri gezmedim ama gezdiğim yerler beni bir istakoza dönüştürdüğünü ve Kemer’e dönüşümün muhteşem olmadığını söyleyebilirim..
Birincisi; saat 19:30’a gelmiş; gün batımı kızıllığı bu saydığım güzelliklere daha düşündürücü bir gizemlilik katmaya başlamıştı.
İkincisi; tam ½ saat yanlış yerde dolmuş bekledim.
Üçüncüsü; dolmuş beni Çamyuva sapağı denen zıfırı bir karanlık bey dağları eteklerine bırakıyor. Ve in ve cin ile top oynamaya başladıktan tam ½ saat sonra dolmuş geliyor ve 21:30’da yerimdeyim ve Ececan’ın 2 gözü 2 çeşme şırıl şırıl akıyor ve benim de bütün vucüdüm yanık sısızı ile feryat ediyor..
Her zamanki gibi nefis ve güzel bir ÇamyuvaBeach yaşadık. Başta Ozan Yavuz ve mutfak grubundan Süleyman Arslar ve Şehmuz Arslar ve diğer hizmet grubu ve dahi sahipler sayesinde.. Teşekkürler.. Teşekkürler..
Doğaya ve doğana, kentine ve kendine sahip çıkmak istiyorsan, doğaya duyarlı olman gerek, dolara değil..
Ve dönüşte yaşanan olumsuzluk:
Kemer- Ankara şehirler arası otobüs yolculuğunda yaşadığımız sorunu içeren iletiyi Antalya Ulaştırma Bakanlığına bağlı Bölgeye gönderdim, “Lütfen yardımcı olun. İletiyi ya siz gönderin, ya da bana iletişim adresi verin" diyerek..İlgilenen olmadı..
İşte o ileti ve içeriği:
[[ İyi Günler..16 Ağustos günü saat 14:30'da Kemer'den Ankara'ya hareket ettik... Buradaki olumsuzlukları genel olumsuzluk olarak gördüğüm için sadece firmanın adini vereceğim, personelin ceza almaması için. Verdim de; “34 AU 367 veya 362. Kemer kalkış 14:30).. Konu şu: 9 saat süren yolculukta sadece Kemer çıkısında su verdiler ve 1 kez servis yaptılar. Servis önemli değil de bu yoğun sıcaklarda susuzluk yetti bize.. İkincisi; sürekli personel kahve ve çay içti. Acaba termostan mı içiyorlardı, yoksa yangına neden elektrikli ısıtıcısından mı? Üçüncü konu; yangınlara neden olarak ucuz ve kalitesiz motorin kullanıldığı bir şehir efsanesi olarak dolanıyor.. Lütfen bu genel konular ile ilgili tüm firmalara uyarı boyutunda denetim yapar mısınız..?! Şevket ÇORBACIOGLU İNŞ MÜH. Selam ve sağlıkla..evesbere@gmail.com"]]
Bir yetkiliye ulaşamadım, fakat ısrar ettim.. Israrlar sonrası bir yetkili aradı. Durumu anlattım ve bana ne dedi biliyor musunuz? Elbet bilmiyorsunuz! Bana; “Kardeşim, firma ister servis yapar, ister su vermez, biz ona karışamayız..”
Soruyorum; biz bu ülkede nasıl yaşayacağız!!??
Şevket Çorbacıoğlu
Teknopolitikalar platformu
evesbere@gmail.com
0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder