“GEZ-GÖR-YAZ” ETKİNLİĞİMİZ; YİNE İTALYA; ‘BARİ-NAPOLİ-İLLE DE AMALFİ KIYILARI-ROMA-FLORANSA-VENEDİK VE VATİKAN’ DEDİK MARKO POLO’YA ÖYKÜNEREK..
Evet; bu seferki ‘iş-aş’ bütünündeki; “Gez-Gör-Yaz” etkinliğimiz; tekrar italya (Bari-Napoli-İlle De Amalfi Kıyıları-Roma-Floransa-Venedik) ve yine Marko Poloculuk yapalım dedik..
İtalya ve Antalya’nın “Talya”’sını merak ettim. Talya: “1. Doğanın uyanışı, baharın müjdesi. 2. Mitolojide doğanın ve hayvanların koruyucusu bir tanrıça. 3. Mitolojide deniz tanrıçası (Antalya’ya adını veren tanrıça)” demekmiş. Antalya’ya adını veren deniz tanrıçası, İtalya’ya da adını vermiş olabilir mi. Biz karışmayalım, fakat şu bir gerçek ki; İtalya ve Antalya adeta baharın en güzel müjdesi ve doğanın en güzel uyanışı coğrafyalar..
İşte bunlardan İtalya olanına, dönüşte de Antalya’ya gideceğiz.. İtalya’ya gittik ve gitmeden, pardon gezmezden de aşağıdaki notumu düşüverdim, düşlerimle:
Önceki Kültür Bakanlığı Müsteşarı olan saygın kültür adamı “Emre Kongar”, TMMOB-İMÖ Doğukaradeniz Gez-Gör-Yaz etkinliği ile ilgili yazıma, ilgili müdürünü İnşaat Mühendisler Odası(İMO)’na göndermişti ve o arkadaş, Kongar hocanın yazım için “Evliya Çelebi uslubu” demiş ve bana İpek yolunu yazdırmak istemiş, fakat görevden alınınca gerçekleşmediğini söyleyerek böbürleneyim ilkin..
Ben de biraz bu ilginin doğruluğuna inanarak kendimi Evliya Çelebi zannetmeye başladım derken başladı erken; ülke sınırlarını aşıvermek ve bu sefer de abartı moduna girip kendimi, gezegenimiz gezgini Marko Polo zanneder oldum..
Ben “Laz Marko Polo”; bu gezegeni tümüyle gezegenmezden, öteki gizemli gezegenlere, dahası; gezegenimizin kum tanesi kadar evrendeki yıldızların gezegenini gezegenmezden, gizemli gezegenlere yol almayacağım.
Zannediyorum insan oğlu, evrendeki yıldızları yaşadıktan sonra sınava çekilecek ve cennet-cehennemi belli olacak. Belli ki daha çok gezegenmelerimiz olacak, onun için siz de; “Gez-Gör-Yaz” etkinilkler süreci başlatın. Başlatın ve direkt cehenneme gidecekleri rahatsız etmeyin, direkt cennete gideceğini savlayanları da kıskanmayın, daha çok erken..
Ve başlayalım gezegenmeye:
‘Sık sayılmasa da’ zaman-zaman İtalya’ya giden biri olarak, şunu gördüm ve öğrendim ki, biz; Türkü; Lazı, Zazası, Kürdü, Çerkezi, Abazası, Romanı, Süryanısı, Boşnakı, Arnavutu, Yahudisi, Ermenisi v.d Anadolu insanıyla, İtalyanlara, Yunanlılardan yakınız.. Belki karındaş, kandaş değiliz ama bizim İtalya beraberliğimiz, antik zamandan bu yana Yunanlılardan daha güçlü ve eski. İnanın benzerliğimiz çok yoğun; gülüşte, somurtmada, tezcanlılıkta, sevinçte, tasada.. Kısası; fizikte ve de kimyada..
Bu özelliği Etrüsklere dayandırmak araştırmaya dayalı düşündüren bir olgu, fakat işin içine Türk’ten çok Laz olgusunun devreye girmesi çok düşündürücü ve ilginç.
Örneğin; bazı isimlerdeki “Laz” öneklerinin varlığı; Lazio, Lazar, Lazan, Lazanya v.b ve de isim olaral “Laz” sözcüklerinin kullanılması..İlginçlik devam ediyor. Devreye bu bağlamda Çorbacı ailesi bile giriyor, yani devrede olduğunu görüyoruz..
Örneğin; Spagetti Western filmlerinin yapımcısı, Roma doğumlu ve de; “Giorni Del Commissario Ambrosio(Müfettiş-Komisyon Üyesi Ambrosio'nun günleri)” filmi ile 1988 yilinda en iyi film dalinda oscara aday olmus italyan yonetmen Sergio Corbucci ve kardeşi Bruno Corbucci (1968) kardeşlerin Karadeniz kökenli oldukları söylenmesi..Karadeniz-Artvin kökenli Öztürk Serengil ile bu nedenle doğan yakınlaşma ile film yaptıkları..
Aslında olguya detaylı bakarsak. Daha doğrusu araştırmacı yazar Yılmaz Erdoğan bakarsa:
[[ Avrupa'da Bronz devrinde etken olmuş bir Etrüsk uygarlığı vardı. Italya’nın Ligurya yöresinde gelişmiş olan Etrüsk uygarlığı sonraları Roma'lılar tarafından tasfiye edilmiş ve yok olmuştur. Bugüne dek çözülememiş bir alfabeleri vardır. Silahları ve harp arabaları bronzdandı.
Geriye çeşitli sanat eserleri bırakmış olan Etrüskler, Italya’ya, Anadolu'dan Lydia'dan geldikleri söylenir. Bu kavim Hititler'in bir kolu idi,Anadolu'ya yerleşmiş Laz asıllı bir ırk olduğu iddia edilir.
Fransız dilbilimcisi, Georges Dumezil ise Laz kelimelerinden bazılarının Hititçe ile aynı olduğunu kanıtlamıştır. Britanika Ansiklopedisi, açıkça Etrüsk lisanının Kafkas dilleri ile alakalı ve çok fonetik benzerlikleri olan bir dil olduğunu yazar. Çünkü Etrüsk Uygarlığını kuran Laz lar; Troya -Truva- savaşına giden Prenses Phantiselia’nın yanındaki Lazlardır..
Oyun kağıtlarını icat eden Papazın , onludan sonra gelen kağıda "Fanti" adını vermesi de bu nedenledir..Prenses Phantiselia Truva da öldürülünce, yanındaki savaşçı Lazlar ve Amazon kadın savaşçıları, komutan Aineas ile denize açılmış, ardından gelenlerle İtalyada Etrüsk uygarlığını kurmuşlardır...
Birçok Avrupalı dilbilimci ve etnolojist ve araştırmacı da bu tezi savunmaktadırlar. 19. yüzyılda yaşamış Çerkez tarihçisi, “Noguma Şura Bekmurzin”, Etrüskler'in, Ligurlar'ın ve Pelasglar'ın Kafkas asıllı kavimler den ve ağırlıklı olarak LAZ lardan olduğunu iddia eder. Eflatun ise Etrüskler'in yerleşim merkezi ve ülkesi olan Ligurya için özellikle Atlantis'in bir kolonisidir der. (C.Berlitz.Mystery of Atlantis).]]
“Gezmek-Görmek-Yazmak” etkinliği, benim için bu nedenle önemli, çünkü gezmalarda (Artvin aksanı) öyküsel birtakım bilinmezlikleri öğreniyorsunuz..
BARİ KENTİ(2 Haziran 2019):
Dedik ya; “Bari bu yıl da Bari’ye, Napoli ve Roma’ya gidelim dedik ve 2 Haziran günü saat; 09;59’da havalandık, 1 saat uçtuk uçtuk ve 09:59’da Bari kentine konduk. Nasıl, sıfır zamanda mı vardık Bari’ye? Hayır, biz bizim saatle 09;59’da hareket ettik, 1 saat uçtuk, onların saatiyle 09;59’da vardık. Yani onlar 1 saat bizden geriler, fakat gelişmişlikte saatlerce bizden önde olduğu bir gerçek.. Bizim uçak mı hızlı gitti? Çünkü veriler İstanbul-Bar arası 1 saat 27 dakika sürdüğünü söylüyor, biz 1 saat 5 dakikaya indik:)
Bari; İtalya'nın güneydoğusunda Adriyatik Denizi kenarında bir liman kenti. Puglia bölgesinin ve aynı adlı Bari ilinin yaklaşık 1 milyon nüfuslu metropoliten merkezi. Bari belediyesi sınırları(230 km 2) içindeki nüfusu yaklaşık 655 bin.. Güney İtalya'nın yarımadasındaki Napoli'den sonra ikinci büyük kenti olan Bari, büyük bir bölgesel merkez ve özellikle Akdeniz'in doğu kesimiyle ilişkilerde önemli bir ticaret kentidir.
Öyle ki; Uluslararası Sermaye ve Tüketici Ürünleri Fuarının (Fiera Del Levante Bari) yapıldığı kenttir, Bari. Evet; Bari, İtalya Yakın dönemde geleneksel sanayilere, besin sanayisi, kimya, dokuma ve makine sanayileri bile eklenmiş.
Eski Şehrin yer aldığı burun, eski ve yeni limanları ayırır; arkada yer alan 19. yüzyıl kenti, izgara sistem plana göre kurulmuştur. Roma döneminde bir karayolları kavşağı olan Bari, sırasıyla, Lombardların ve Bizanslıların eline geçti. 841 yılında Araplar tarafından fethedildi ve 871'e dek Abbasi egemenliğinde kaldı. 11. yüzyılın başında özgür bir kentken, 1071'de Roberto Guiscardo tarafından ele geçirildi. Ortaçağ'da, Haçlı seferlerinin başlangıç noktası olan zengin bir kentti. 1813'te Napoléon'un generallerinden ve de Napoli krallarından(1808-1815) “Joachim-Napoleon Murat veya Gioacchino Napoleone Murat” kente bugünkü ilk şeklini verdi. Modern kent, 1860'tan sonra hızla gelişti.
1087'de Aziz Nicolaus'un kemiklerinin Anadolu'dan Bari'ye götürülmesi kenti kutsal bir merkez haline getirdi. Çok geçmeden 11. yüzyılın sonunda ve 12. yüzyılda yapımına başlanan büyük kilisenin bu benzeri (ilgi çekici piskoposluk tahtı, 1098? Burada, İsa'nın tahtının başakları olan en kutsal türbenin yanı sıra Havariler Thomas ve Yakup'un kalıntıları da saklanır.) 12. yüzyılın ikinci yarısında yapılan katedraldir.
Daha önce gittiğimiz Floransa ve Venedik’e tekrar gideceğiz.. Bakalım bizi tanıyabilecekler mi? 3 yıl geçti. Tanır. Biz de tanırız… O zaman buraları yazmayacağız, sadece gezelim. İnanın hem yaz, hem resimle adeta yaz ve kışı bir arada yaşamak gibi, yani zor oluyor, ama iyi oluyor..
“Her şey güzel olacak” diyesim geldi gelmesine de; “Siyasi kimliğini lütfen 3. Havalimanında bırak, dönüşte alırsın” diyerek kendimi dizginledim..Siyasi kimlikleri değil, güzel yol arkadaşlarımızı-insanları, yeni coğrafyaları ve kültürleri tanımaya geldik, her zamanki gibi.. Kim alınırsa alınsın, gezegenimizi kirleten olgu hiç de hijyenik olmayan siyasiler.. İkincisi, futbol takımı acımasız holiganliği; yani kirli olan siyaset ve futbol değil....
Ankara’dan uçuş ve ilk kez 3.Havalimanina iniş..Evet; ilk kez buraya uçağın tekerini koyduk. Bana adeta şu haliyle 3.sinıf havalimanı izlenimi verdi. Nedeni inşanın hala devam etmesi. Biliyorsunuz ülkemde bazı yatırımlar bazi liderlerce siyasi rant adına, erken açıldığı gibi ikinci kez açılıyor..
Havadan görselliyorsunuz.. 3. Havalimanını ve ormanlık alanın nasıl yok edildiğini, yok etmenin hala devam ettiğine tanık oluyorsunuz. Orman dibinde hafriyat kamyonu kuyruğu olgunun ne denli içler acısı olduğunu..Pistler adeta alelacaele açıldığını feryat ediyor...
Ankara’dan; 45 dakikaya 3.havalimanina indik. İlk göze batan kobra kule oluyor. Doğrusu karşınıza pisten sonra o Dikkatınızı çekiyor, fakat başka bir cezbetmiyor sizi… Etrafı RES (Rüzgar Enerjisi Santralı) türbinleri çevrili.
Belli ki burada enerji elde edecek kadar güçlü rüzgar var. Di mi, bazen bu rüzgâr uçakların inişini de engelliyormuş. Asıl korkum? 3.havalimanı ve de rüzgar güllerinin göç yollarını bozdukları kuşların uçakları düşurmeleri..
3. havalimanına 45 dakikada indik. Uçak da 45 dakikada perona yanaştı. Etti mi 1.5 saat. Millet kendi arabasıyla. İstanbul’a Ankara’dan 2.5 saate gidiyor. Arkadaşlar pistler ne kadar uzun olursa olsun perona uçak yanaşması 10 dakika sürer. Proje dizaynı ve fizibilite raporları, uçuş planlaması yapmaz iseniz, bunlar yaşanır.. Zamanla inşallah düzelir de…
Diyecek ki; 3.Havalimanı Avrupa’nın 1.büyüğü, çok çekemiyorsanız havayolunu kullanma.. Olmadı kardeşim; yol mu bıraktın da kullanmadık?! Ver o zaman benim Atatürk havalimanımı..
3. Havalimanı siyasi ve ekonomik rant ürünü. Kendi adamları itiraf etti(THY Başkanı); “Atatürk Havalimanı yeterli idi. Binali istedi..” “İşte bu 3. Havalimanı siyasi ve ekonomik rant amaçlı.. Yoğun sis her gün yaşanması ayri bir tehlikesi..” diyenlere ister hak verin, ister öpücük, asla size Atatürk Havalimanını vermezler; zillet, pardon Millet bahçesi yapacaklar..
Zorunlusun, eleştirdiğin duble yolunda, hızlı treninde ve 3. Havalimanında, hatta maliyeti yüksek İDO otobüslerinde gideceksin..
Businnes class; havadaki sınıf ayrımı:
Çapulcunun "Gez-Gör-Yaz" hikayesine devam: Uçağa geçmek için en öndeyiz. Görevli şöyle bizi bir güzel kenara itti, ayak parmaklarının üzerinde dikilerek boyunu uzattı,kafasını dikti ve arkada kalmış özel hizmet gören ayrıcalıkları çağırdı.
Yemini billah; bağırıyorum; Bari'ye hareket etmezden önce. "Yeter be, yerden tamam da bari havada sınıf ayrımı yapmayın !" Çit yok. Sadece cesaretlenenler beni destekler mırıldanmalar içinde...Ve uçağa biniyoruz; Business Class'ta çaputçu yayılmış burnunu karıştıryor.. Ayni çaputçuları Roma'daki Outlet Center'de koşuştururken gördük. Outlet çok pahalı, banklarda oturmuş dedi-kodu yapıyoruz derken çaputcular fırladı erken; elleri taşınamayacak kadar devasa torbalarla dolu; nefes nefese koşuyorlar.. Hepsi de FTS müşterisi..
"Gez-Gör-Yaz" yol hikayelerine takılan kompleks komplo teorisi; "Ülkenin birinde, milletvekili olmayan adam; Kara parayı ancak ben aklarım, beni bakan yap.." demiş..
Yazmayacaktım, fakat şu yol hikayeleri var ya.. Dediler ki; "ABD, sizi asla sevmiyor; salt Askerinize değil kadınlarınıza da çuvalı geçiren onlar..!!"
3.Havalimanı dünyayı buluşturma noktası imiş. Sen beni bağlantılı uçağımla buluştur önce; senin yüzünden uçağımı kaçırdım be!!.
3.sınıf izlenimi veren; 3.Havalimanindayım iş için..Ankara'dan 55 dakikaya indim. Perona ayni zamanda geldik.. Yolculuk 1.5 saat sürdü. Arabamla 2.5-3 saate geliyorum.. Herneyse.. Gazete dağitim yerindeyim.. Yandaş gazete çok; Cumhuriyet-Sözcü-Birgün yok.. Fakat demokrasi var.. Bir gün olacak ve de inadına Her şey güzel olacak..
Yener İpekçi kardeşimin iletisi:
[[ Hakan Durak-5 Temmuz 2019
“Kağıt Bardak.”
Eski bir bakandan bir konferansta konuşma yapması istenmişti.
Elinde kağıt kahve bardağı ile kürsüye çıktı ve konuşmasına başladı.
Ama kafasının başka yerde olduğu sanki anlaşılıyordu.
Daha bir iki cümle söylemiş iken durdu...
Kahve bardağından bir yudum aldı ve sonra bir süre bardağı kaldırıp baktı.
Derin bir nefes aldı ve;
“Biliyor musunuz ne düşünüyorum?” diye sordu, "Bu konferansta geçen yıl da, hem de aynı kürsüde konuşmuştum. Tek bir fark vardı; o zaman hala bakanlık görevim sürüyordu.Buraya gelirken bana business class bileti alınmıştı, hava alanında beni bir limuzin ve eskort araba bekliyordu. Beni önce bir otele götürmüşlerdi.
Otel müdürü beni otelin kapısında karşılamış ve kral dairesine çıkarmıştı.
Ertesi sabah lobide benim odadan inişimi bekleyen bir heyet vardı.
Beni yine aynı limuzinle bu salona getirmişlerdi.
Özel bir kapıdan içeri almışlardı.
Çok şık bir bekleme odasında konferansı beklerken porselen bir kapta kahve ikram etmişlerdi.
Sonra da beni salona aldılar ve en ön sırada ayrılan yerime geçmiştim.”
Eski bakan derin bir nefes aldı, seyircilere gülerek bir süre baktı ve devam etti... “Fakat bu yıl karşınızda bir bakan olarak bulunmuyorum.”
Bir an durdu ve sonra “Dün buraya kendi ödediğim uçak bileti ile uçtum.Beni hava alanında kimse karşılamadı. Otele taksi ile geldim.
Kendi odama kendim çıktım.
Bu sabah buraya otelden yine taksi ile geldim. Kapıdan girerken güvenlikten geçtim, hüviyetimi alıp listede olduğuma emin olmadan salona almadılar bile.Sonra da bulabildiğim yerde oturdum. Canım kahve istedi ve görevliye sordum; bana dışarıda kahve makinesi olduğunu söyledi. Ben de çıktım ve şu gördüğünüz kağıt bardağa kahveyi kendim doldurdum.”
Seyirciler gülmeye başlamıştı.“Sanıyorum geçen yıl porselen bardak bana sunulmamıştı.
Makamıma sunulmuştu.
Benim asıl bardağım işte bu.”
Konuşmanın bu noktasında gülüp alkışlayan seyircilere kahve bardağını kaldırıp gösterdi. Alkışlar bitince de şunları söyledi:
“Size verebileceğim en iyi ders bu işte. Bütün o övgüler, hizmetler, avantajlar rütbeniz, rolünüz, makamınız içindir.Size ait değildir. Ve bir gün makamınızı görevinizi bitirdiğinizde porselen bardağınızı halefinize verirler.
Çünkü aslında hep layık olduğunuz kağıt bardaktır..
Simon Sinek / “Leaders eat last”
kitabından derlenmiştir..
Okuduğunuz için teşekkürler.
Saygılar..]]
Saat 9 Bari uçağına vaktimiz var. Gazeteleri alayım dedim. Dahası, harekete geçmeden tüm siyasi hezeyanlarımı 3. Havalimanında bırakayım.. Gazete dağıtım tezgahındayım.. Yandaş tüm gazeteler sana bakıyor, sen de tezgaha. Cumhuriyet, sözcü, Birgun yok, yok ama ülkemde demokrasi var..Belli ki antidemokratik bir tezgah…
Rehberimizle tanıştık. Güleç yüzlü ve de sevimli. Adi Gul Taşdemir..ODTÜ mezunu Kimyager Japonca bile biliyor. Çok seri konuşuyor. Fransızca konuşayım dedim, bildiğime pişman etti beni.. 30 yıldır bu işi yapıyormuş. Elbet bilgili. Bu gül İkinci Gülümüz. İlki Cumhuriyetten tanıdığım Celal Başlangıç’ın yengesi; Gül Başlangıç.
İstanbul kalkış, Tekirdağ uzerinden Ege’nin maviligine, Selanik üzerinden de Adriyatik maviliği ve Toronto vadi uçuşunda, denizin ve goğun maviliğini, ardından Bari’yi kuşbakışı görselledik. Eğer yürümez de uçarsanız iki mavinin buluştuğu çizgiyi yakalarsınız. Hangi mavi güzel derseniz, ikisi de mavi ve güzel derim.
Bari gelelim dedik ve Bari’ye geldik. Kent panaromasındayız. Yani Bari’yi yatay-yatay geziyoruz.. İlk durağımız. Bari adının İtalyanca bir anlamı yok.
Arapça anlamı; “Allah’tan gelen”..Yeri neresi mi? Yeri, Puglia bölgesinde, dahası; İtalya çizmesinin topuğunda... İtalya’nın 22 özerk bölgesi var.Hepsinin de başkenti... Biz simdi Puglia başkenti Bari’deyiz... Zeytin ağaçları dağdan eşkıya gibi kente inmiş, yani Bari’ye. Böyle eşkıyanın insan neferi olur....
Gül Taşdemir’den her zaman ki uyarıyı aldık; “Aman; Italya kapkaççılıkta Ispanya’dan sonra gelir. İlle de pasaportlara dikkat!!”.. Düşunun Babalar kenti Napoli’de Gezi otobusu kaçırılıyor ve 7 bin Euro almadan vermiyorlar..Bizim otobüsü kaçıramazlar, çünkü otobüs kaptanımız Francesko gülen yüz, fakat gülmeyince benim diyen babadan baba. İleride, polisin üzerine elindeki belgeleri fırlattığını göreceksiniz, hem de Napoli’de..
Framcesko buralı, yani Barili, yani güneyli ve dediğim gibi, yardımsever çok gülen bir yüz, ama çocuklar bu gülen yüz emojisini kullanamaz.... Gül hanım güneyliler daha sakin dedi de ben güneylilerin sakin değil aksi olduklarını gözlemledim..
İki valizle gümrükten geçiyorum polis başladı sorgulamaya, dolar, Euro. başka şeyler var mi ? diye. Yok diyorum anlamıyor..Artık dayanamadım, “Yoook…!” tonunda sesimi yükseltince, yüzü düştü kararlılığı gitti ve zar-zor geç-geç diyerek eliyle yön gösterdi de kurtulduk adamdan..
Lavabodayım adam kapıyı zorluyor bir yandan da carlıyor, şiddetle önce kapı kolunu, sonra adamın kolundan tuttum ve sustu..Şimdi bu adamlar sakin adamlar mı, yoksa “yersen modunda” benim gibi ödlekler mi?!..
Bari Limanı Adriyatik’in en çok kullanılan limanı.. Arnavutluk, HırvatIıstan ve Yunan adalarına sürekli gemi seferleri var.. Fakat sakin Akdeniz adalarına geçişi düşünmeyin, çünkü, geçiş yok.. Doğru, Bari; Adriyatik denizinde bir liman, unuttuk kusura bakmayın.. Ilıman iklim, fakat Kasım-Şubat arası yağışları ve kış ayındaki Balık tadını unutmayın..
Saat; 2 Haziran 2019’un 11:40’ı. Kent merkezindeyiz. Bari limanı zeytinyağı, şarap ve badem ihraç limanı, bir de MSC Cruises (Kruvaziyer-seyir halinde olmak) gemileri ile turist ithal ve ihraç yeri. Limanın yanı sıra, tarihi yapılar sizi karşılıyor. Örneğin sahil savunma amaçlı surlarla çevrili. Bizde, örneğin Samsun’un tarihi surları, resmen sürgit, yani sonsuzluğa dek yok edilmişler..
Tarım kenti, turizm kenti ve de kültür kenti. Kültür kenti, çünkü; İtalyan operalarını en çok sergilendiği “Petruzzelli Theatre” ve deniziçinde inşa edilmiş “Margherita Theatre” Bari’dedir. Güneyin bu yoksul kenti İtalya’nın gözde kenti, güneyindeki Lecce gibi gelişmeye, dahası onarılmaya başlanmış.
Paglia deyince, aslında Tarım akla gelir. En büyük geliri tarım. Çiftlikleriyle ünlü. Ziraatla uğraşan kişilerin çoğu ziraat mühendisi. Olguya ne denli kültürel ve disipliner baktıklarının göstergesi. Ziraat denince, İtalya’da pek çay içilmiyor. İlle de kahve. Dahası Esperizo içiliyor, sabah kahvaltı yok, bir esperizo, sonrası basit bir kahvaltı..
Ve bize ait olan Noel Baba, Aziz Saint Nicolas’in kilisesi burada. Bildiğimiz gibi Aziz Saint Nıcolas Antalya-Demre’de yaşamış(Myra-Likya uygarlığının önemli kenti). Aziz Nicolas(Klaus)’in kemiklerini tuccarlar Demre’den 1087’de ilkin bu bölgeye getirmişler.
Aziz Saint Nikolaos, M.S. 3'üncü yüzyılın ikinci yarısında Patara (Kaş-Kalkan) dünyaya geliyor. Küçük Asya(Anadolu )’nın Likia(Akdeniz-Işık Ülkesi) bölgesinin Patara (Kaş-Kalkan) bölgesinde doğmuş ve Myra (Demre) yaşamış, burada çocuklara yardım eden, düşkünlere, yaşlılara el uzatan bir kişi olarak tanınmış; Aziz Saint Nicholas. Süreç içinde kendini bu duruşuyla Allah’a adayan bir Aziz oluyor.
Dahası; saygın dini kişiliği, öldükten sonra o’nu aziz mertebesine ulaşmasını sağlamıştır. Almanya’nın Freiburg, İtalya’nın Bari ve Napoli kentleri ile tüm Sicilya adasında özel saygı duyulan Aziz Saint Nicholas, Hollanda ve İngiliz dillerinde Santa Klaus olarak tanınmış, bunlar sayesinde Amerika’da da sevilerek New York’u koruyan azizlerden biri sayılmıştır.
Düşündürücü; bizim Demreli Noel Baba New York’u koruyan azizlerden biri. Acaba benim Anadolu’mu neden korumadı ve Sevr başımıza bela edildi!! Modern çağın sömürgeci yapısı kutsal kişilik olarak yorumlamış, Kapitalist açlar da, ekonomik rant figürü olarak Noel Baba adı altında sömürülmüştür ve Anadoluludur..…
Türkiye’de tarihi yapıtlar değil tarih ve tarihi kimlikler de çalınıyor. Örneğin Yunanlıların Nasrettin Hoca’ya ve Hacivat İle Karagöze sahip çıkmaları..Neden sahip çıkıyor? Çünkü Anadolu’yu kendinden biliyor ve oradaki değerleri Yunanistan’a taşıyor. Örneğin Karnıyarık yemeğini ve Laz böreğini de kendilerine mal ediyorlar.
Bunu “Olimpiyat oyunları”’nda başardı, yani Olimpiyat’ın Ana Vatanı Yunanistan olarak yutturdular ve yutturmaya devam ediyorlar. Hayır! Olimpiyatların anavatanı Türkiye, yani Anadolu-Ege bölgemizdir ve İyonlar antik çağda bunu Atina’ya taşımışlardır. Olimpiyat yarışlarının sürekli İyonların zaferleriyle sonuçlanması, bu işi çok iyi bildiklerini ve sahibi olduklarını gösterir. Noel Baba(Azizi Nıcolas) durumu da budur..
Türkiye’m tarihi değerlere sahip çıkmıyor, tarihi taraflılığıyla örneğin İstanbul’da salt Osmanlı yapılarını restore etmeyi bırak, minyatür sanatını da örseliyor.. Müslüman astronomları betimleyen sahte minyatür çizimleri Kapalı çarşısında yerli ve yabancı turistlere ne yazık ki satılabiliyor..
Bari’deki Noel Baba, yani Buradaki Aziz Saint Nicholas Kilisesi’ndeyiz. Bari ,bu kilise ile aynı zamanda Hac yeri. Çünkü Demreli Azizi Nicolas hem Katolikler, hem Ortdokslar’ın en kutsal Aziz’i. Öylesine kutsal ki; Demre’yi ziyaret edenler de hacı olabiliyor. Özellikle 6 Aralık Aziz Saint Nicholas günü olarak kutlanır. Yukarıda belirttiğim gibi tüccarlar kemiğini ve bazı kalıntıları buraya getirildiği savlanmaktadır.
Kilise; 1100’lerde, Germenler ve Vikingler melezi olan Almanların atası Normanlarca başlanmış, 1197’de bitmiş.. Romaneski tarzı inşa edilmiş; yani kemerli bir tarz. Doğu+ Batı tarzi.. Buna Bizans tarzı deniyor.. Ayasofa mimarisi de bu Romaneski tarzda..
Bari’nin Eskişehir ((Bari Vecchia)’indeyiz. İtalya’nın en eski yerleşim birimleri arasında yer alıyormuş. Norman, Bizans, Roma ve Roma öncesi liman kentlerinin kalıntılarını da sunuyor size, Eski Şehir..
San Nicola Bazilikası, Apulian Romanesk(Bzans) mimarisinin bir örneği olan ve 13. yüzyılda inşa edilmiş, bodrumda önemli arkeolojik buluntular tutulduğu ve dua edildiği; “San Sabino Katedrali” ve Swabian Kalesi gibi kentin önemli Orta Çağ eserlerini Bari Vecchia(Eski Şehir)’da, Gez-Gör-Yaz” etkinliği ile, geziyoruz, görüyoruz ve yazıyoruz.
Aziz Saint Nicholas meydanından Bari Vecchia, yani Eski şehrin dar dolambaçlı sokaklı mahallelere girdik. Saat; 12:00..Geçmiş tarihin esintilerini duyumsuyorsunuz.. Arnavut kaldırımlı daracik sokaklarin adeta labirent; Arapalardan esinlenilmiş. Dar labirent sokaklar resmen zaman geçişleri yaşatıyor size. Atlı ortaçağ şövalyelerinin nal sesleri kulaklarınızda çınlıyor; arkanıza dönüp baktığınızda, dik kesen caddedeki turist gezdiren faytonları görüyorsunuz....
Eski Şehir meydan çevresi zenginlerin. Arka sokaklar orta kesimin. Çoğu da makarnacı.. Yok; yok bizdeki, partili Lümpen makarnacı değil, elleriyle makarna üreten emekçi kadınların mahalleri.. Barı’nin Eskişehir sokakları dar, yapılar her an sizi presleyecek yakınlıkta.
Yapılar öyle yakın ki, neredeyse balkonları ortak kullanacak insanlar, fakat boğucu değil, insana bir güzellik katıyor, insana yaşama sevinci veren ılık rüzgar kokulu labirentler adeta. Bir de kadınları. Kadınlar tarihin geçmiş ruhunu size taşıyan işçiler gibiler, bu dar sokaktaki evlerin alt katlarında. El de makarna yapıp turistlere sunuyorlar, rengarenk ve ilginç formatta minik makarnalarla.. Evet, her evin alt katını kadınlar adeta makarna imalathanesine çevirmişler, hem el ile üretiyorlar, hem tebessüm ediyorlar, hem de sergiliyorlar..
Bari Limani MSC Kruz gemilerinin barinağı.. Saat 12:29, kale önündeyiz: Normanların(Germen+Viking) Kralı 2.Ruggero(Racır) 1100’lerde yaptırdığı Norman kalesi Castello Svevo karşımızda. Eski şehrin, limana bakan Katedral'in yakınında, görkemli bir kale. Bari’nin en iyi ve iyi korunmuş anıtlarından biri, şimdi müze olarak da hizmet veriyor. Merkezi bir mahkeme bahçesine ve varlığını dayatacak kadar yüksek 3 kuleye sahip..
Bari’nin Eski şehrinde, yukarıda sözünü ettiğim; “Margherrita ve Petruzzelli” Tiyatrolarını da görebilirsiniz. İtalya’da her yapının olmasa da genelde tarihi yapıların arkasında bir öykü vardır. Piazza Quattro Novembre'deki şimdi müze olan ve de Tamamen su ile çevrili ve ana karaya bir iskele ile bağlanmış olan Margherita Theatre’da bunlardan biri. Tiyatro"nun mimarı ünlü Francesco De Giglio’dur.
Tiyatro binasını yapmazdan önce jübilesini yapmış, kendini emekliye ayırmıştır. Tekrar çalışması yasal değildir. Bu nedenle, binayı yapması için gördüğü baskı karşısında hayir diyemez. Binayı karaya değil denizin üzerine inşa eder ve sorunu çözer… Bir diğeri de, Bari'nin en büyük, İtalya'nın ise dördüncü en büyük tiyatro binası; “Petruzzelli Theatre”. Pavarotti’nin üne kavuştuğu opera binası aynı zamanda. Derler ki, Pavarotti Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından yeterli bulunmayıp reddedilmiş..
12:42 Dauma kilisisesindeyiz. Yani; San Sabino Kilisesi de, Bari’nin önemli yapılarından biri. Saint Nicola Bazilikası'na kısa bir yürüyüş mesafesinde bulunan kilise, Bari'nin eski şehir merkezinde yer alıyor. 1292’de inşa edilmiş Romanesk mimarisinin önemli bir örneği olan San Sabino, Bari'nin kalesi olan Svevo Kalesi’ne de çok yakın bir konumda.
Piazza Mercantile meydanı. Meydandaki 13.Yüzyil yapımı bir Aslan heykeli bulunmaktadır. Colonna Della Giüstizia (Adalet sütünü sarayı-Borçluların bağlanıp kırbaçlandığı sütun. Bari Vecchia’nın merkezinde yer alıyor.) yapısı dikkat çekiyor. Meydan; 14.yüzyıl ticaret merkezi.. Ayrıca; Bari Katedralinin altındaki; Succorpo Della Catedralle müzesini de gezebilirsiniz.
ALBEROBELLO (İtalyanca; Güzel Ağaç)
Puglia bölgesini gezmeye devam ediyoruz: İtalya denilince neden akla Bari, Brindisi, Lecce dahası Puglia değil de; Portofino, Roma, Floransa, Pisa, Venedik, Milano, İnter, Juventus (Bunlar nereden çıktı şimdi.) geliyor?
Neden mi; Güney İtalya her bakımdan yoksul bırakıldığı için. Bu nedenle İtalyan’nın diğer güzelleri kadar güzel olan Güneyin, 800 km sahile sahip, doğusunda Adriyatik, batısında İyon denizi ile çevrili topuk güzeli Puglia bölgesi akla gelmez. İtalyanlar, dahası Güneyliler burayı sevdirmek için; "Denizi seven Puglia'yı da sever!" sloganıyla, bu bölgeyi turizme kazandırmaya çalışıyor.
Sadece sahil kentleri değil, iç kısımda da ilginç güzelliklere sahip. Örneğin; Alberobello. İşte oraya gidiyoruz. Saat: 15:00. Bari’nin güneyine, yani güneyin güneyine yol alıyoruz, 2000 yıl yaşadığı için kutsal, yani cennetin ağacı sayılan zeytin ağaçları eşliğinde..
Güneyden kuzeye çıkılınca, zeytin, badem, şeftali ve de meşe vb ağaçların yeşile boyadığı doğa, Alberobelle’ye inilirken yeşil doğanı yoğunluğu fena değil. Bana Toskana bölgesinin yeşil denizi çağrıştırdı.. Alberobello Bari şehrine sadece 60 km uzaklıkta yer alıyor. Saat; 16:00’da Albarabello’dayız.
İtalya'nın güneyindeki Puglia özerk bölgesindeki Bari metropolitan şehrinde yer alan 10,735 nüfuslu küçük bir İlçe. İşte bu ilçe benzersiz Trullo(Yunanca’da Kubbe anlamında) yapılarıyla ünlüdür. Alberobello'daki Trulli(Tekili; Trullo- İtalyanca’da “İl Trullo” kökenli.) evler M.Ö 14.yüzyılda yapıldığı savlanıyor. 1996'da UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak belirlenmiştir.
Romalılar; Çatısı olan evlerden, dahası çatısı harçla yapılmış evlerden vergi alırlarmış. Yoksul halk hemen sökülebilen, taşların harçsız üst-üste konulmasıyla konik kubbemsi(Trullo) çatılar oluşturmuşlar. Romalıların (M.Ö: 753-M.S: 1453) vergi memurları geldiği öğrenilince hemen bozulur, yani; vergi toplayıcıları gelmeden once kilit taşlarını çekerek evleri çatısız bırakmış ve böylece artik "ev" kapsamına girmeyen bir yapı haline getirilip vergi ödemekten kurtuluyorlar. Dahası; ve çatısız yoksul yerleşim yeri izlenimi yaratıp vergiden kurtulma koniklikleri…
Bir ikinci neden; dönemin feodal düzeninde yer alan ve Napoli Krallığı’nın fermanı ile uygulanan bir yasayla harç kullanarak ev inşa ederlerse yüksek vergi ödemek zorunda kalması(Galiba birincisi ile örtüşüyor)..
Üçüncü; Korsanların sürekli köyleri basması..Ganimet toplamalarının önünü almak için yoksul köy izlenimi verme yöntemi olarak kolay konik sökülebilir çatı yapılırmış.. Hangisi aklınıza yatıyorsa siz o’nu anlatın..
Bari ile Brindisi şehirleri arasındaki coğrafya oldukça karstik arazi ve Trulli evlerinin ana malzemesi olan kireç taşı bolca bulunuyor. Bu da evlerin vergi memurları geleceği zaman sık-sık yıkılıp yeniden yapılmasına imkan veriyor…
Beyaz boyalı, konik çatılı trullo(kubbeli) evler son derece resmedilmeye değer(pitoresk) bir mimari doku görselliği yarattığı için fotoğraf makinesinin deklanşörüne basarken aklınıza daha etkileyici Harran evleri geliyor.
Deniyor ki; Şuayyip kentin olduğu Şanlıurfa’ya gelen İtalyan ressamlar Harran evlerinden çok etkilenmişler. Resimlemişler ve Harran evlerine benzer mimaride evler yapılmasında öncülük etmişler.
İlgisi yok; M.Ö: İtalyan Ressamların Harran’da işi ne?
Ki benzer kronik evler Ege bölgemizde de varmış tarihte.. Ha oradan esinlenildi dense aklım yatar, çünkü yanıbaşı..
Bence; neden, niçin yapıldığı gizemli. Ama bizimkisi gizemli değil tastamam bilinen gerçel. Neden mı? Kültür ve iklim şartları nedeniyle Ege, Mezopotamya ve Transkafka’da kubbeli konik biçiminde evler, uzun yıllar, dahası antik çağdan beri kullanılmış da ondan.
Doğru, bizim Harran evlerini çağrıştırıyor, fakat, oryantal Harran evleri kadar egzotik ve otantik değil. Bizde tezek toprak karışımı kerpiç evler, onların çatısı; kireç taşlardan oluşan konik, bence komik.. Burada düşündüürcü olan adamlar evlerinin üzerindeki yapboz çatıları Unesco’ya beğendiriyor ve turizm geliri yaratıyor, biz ise hala tezek kokusu çekiyoruz.. Üstelik; M.Ö. VI.yüzyılında, yani 2600 yılı aşkın geçen bir tarihi olmasına karşın...
Ve 17:30’da dönüş başladı. Festivaller kasabası Pudigano’dan geçtik…
POLİGNANO A MARE
3 Haziran 2019. Saat; 09:10
Yazlık yer olan; Polignano A Mare’ye yol alıyoruz. Brindis’yi geçtik ve 09:30’da bu tatil beldesi “Polignano A Mare”’deyiz.. 2000 yaşında olduğunu söylüyor Gül hanım.. Spiaggia Lama Monachile plajı ile ünlü.
Kıyıdan, yani denizden yüksek kordon boyu, doğrusu Yalçın kayalıklarla yükselmiş kıyı kordonunda yürüyüp Eski Şehre gireceğiz.. Bir meydanda durduk, otobüsten indik, yürüdük bir meydan, bir meydan daha..
Avrupa kentleri adeta meydanlar kenti. Her meydanın devasa meydansı öyküsü var. Batı gerçekten sosyal insanlardan oluşuyor. Bu meydanlar buluşmak kültürdür. Bu kültürü adeta festivallerle kurumsallaştırıyorlar..
Deniz yalçın kayalıkları oymuş, sonra oymaya insanlar katkı vermiş ve kayalıklar üzerinde bir kant yaratmışlar. Denizi turkuaz, ahşap panjurlar renk-renk, harika bir kent.. Polignano A Mare kiliseleriyle de tanınıyor..
Fakat asıl ünü uluslararası festival niteliğindeki “Uçurum Dalışları”, dahası kayalıklardan denize atlayışlar.. Mersin-Aydıncık’ta uçurum atlayışım aklıma geldi, burada denemeye kalsam kesin Kadriye ve Ececan izin vermez, bana dalarlar.. Eski Şehre girdik. Denize dik inen izgara planın parçası dar sokaklar gerçekten insan paralel bir gizemli zamana taşıyor..
MATERA
3 Haziran 2019. Saat; 11:00 Matera’ya yolculuk.. Kapadok’ya ya benzememesi bir yana, yaşanmış ortak özellikler nedeniyle; Ürgüp ile kardeş şehir olmuşlar..
Güney İtalya’nın Basilicata bölgesindeki 55 bin nüfuslu Matera’ya gidiyoruz. Gül hanım; Şehir, Arap-Bizans ve Fransız etkisi altında bir karışım oluşturmuş olup Bölge Barok tarzının açık biçimde, Napoli şehrine özgü mimari, yani Neapolitan mimari etkisinde kaldığını söylemektedir. Yoksul bir kent. Kudusten sonra Anadolu ve Kapadokya ve sonrası Matera’da vücut bulmaya çalışmış. 7 önemli Kilise burada.
Bilindiği gibi; Hıristiyan din önderleri, Hıristiyanlıkla ilgili tartışmalı konuları aydınlatmak ve bir sonuca bağlamak için, tartışılacak konunun önemi ve ilgilendirdiği bölge oranında büyük toplantılar düzenlemişlerdir. Bu toplantılara "Konsey" ya da "Konsil" adı verilmektedir.
Bu güzel gelenek, "Havariler" olarak adlandırdığımız İsa Mesih'in ilk öğrencileri tarafından başlatıldı. M.S. 50 yılında "bölgesel" diyebileceğimiz Kudüs Konsilini düzenleyen Havariler ve diğer önderler, Hıristiyanlığı yeni kabul etmiş olan,Yahudiler dışındaki ulusların bazı sorunlarını görüştü (İncil, Elçilerin İşleri, 15: 1-29). Bölge ve eyalet (province) Konsilleri diyebileceğimiz tarzdaki Konsiller daha çok Küçük Asya’da, yani Anadolu’da toplandı.
Gerçek şu ki; Hıristiyanlık Kudus sonrası, İstanbul, İznik ve Kapadokya, dahası Anadolu’da köklerini salmış. Düşünün; Hıristiyanlık terimi, ilk defa Hz. İsa (as)'dan yirmi-otuz sene sonra Antakya'da kullanılmıştır.
Dahası; Konsillikler de Küçük Asya denen Anadolu’da kurulmuştur..451 yılındaki chalcedon(kadıköy)konsili toplantısı sonrası Roma Kilisesi ile İstanbul kilisesi birbirinden ayrılmış ve Hıristiyanlık dünyasındaki doğu-batı ayrımını oluşturmuştur..
Hıristiyanlığın üç yüz yıllık uygulanmasında ortaya çıkan bazı teolojik anlaşmazlıkların önüne geçebilmek ve temel bazı teolojik kurallar koyabilmek, kiliseleri başıbozukluktan kurtarıp ciddi bir organizasyona tâbi tutabilmek için imparator Konstantin tarafından 325 yılında Hıristiyan aleminin ilk Ekümenik (evrensel) “konsil”i (uyulması zorunlu dinsel kurallar koymak amacıyla din adamlarınca yapılan toplantı) İznik’te toplandı. Burası çok önemli; bu konsilde; Hıristiyanlığın günümüzde de pek çoğu uygulanmaya devam eden temel kuralları konuldu.
Çok değişik İncil metinleri arasından dördü (Matta, Luka, Markos, Yuhanna) İncil olarak tespit edildi. Ayrıca kilise organizasyonu açısından roma imparatorluğu üç bölgeye ayrılarak bu bölgelerdeki kiliseleri yönetmek amacıyla Apostolik kökenli (havariler tarafından kurulmuş) roma, İskenderiye Ve Antakya kiliseleri ökümenik patriklik statüsüne yükseltildi..
Ülkemin şöyle bir kaygısı vardır, dahası Serv sevicilerin; “Fener Patrikhanesi’nin faaliyet alanı Lozan Andlaşması ile belirlenmiştir, Patrikhane’nin âmiri Fatih Kaymakamlığı’dır, Patrik oraya bağlıdır” şeklinde aslı-astarı olmayan bir iddia da yeralıyor ve “Fener Patrikhanesi’nin ekümenikliğini kabul ettiğimiz takdirde Lozan’ın delineceğine ve Türkiye’nin başına belâ açılacağına” inanılıyor..
Sözde; “Lozan Andlaşması’nın gizli maddelerinin olduğu ve 2023’te sona ereceği”, “Atatürk’ün gizli bir vasiyetinin bulunduğu” yahut “Hilâfet’in İngiltere’nin baskısı ile kaldırıldığı” gibi endişelerle olguyu dinden geçinmelere ekstreliyoruz..
Şunu bilmemiz gerek; “Ekümenik” sözü, her zaman bizleri ürkütmüştür; dini değil siyasi bir ibare olarak gördüğümüz için; kesinlikle siyasî değil dinî bir ibâredir, “Ekümenik”in anlamı “Evrenseldir; Osmanlıca; cihanşümûl”, Musevîlik haricindeki bütün dinler ekümenik, yani evrenseldir .Bndandır ki; Patrikhane, yaklaşık 15 asırdır ekümeniktir, Yani “Ekümenik Patrikhane” unvanını o zamanlardan buyana daima kullanmış, Ortodoks kiliseleri tarafından “eşitler arasında birinci” mânâsına gelen “primus inter pares” kabul edilmiştir ve Ortodoks kiliselerinin tamamı dualarında ilk önce İstanbul’daki “Ekümenik Patrik” Bartholomeos’un ismini zikrederler…
Doğrudur; Patrikhane’nin 19. asırdaki Yunan isyanında, sonra da İstiklâl Harbi senelerinde “ekümenliği” siyasi ibareye dönüştürüp, dahası “Vatikan” işlevi yükleyip başımıza çeşit-çeşit dertler açtığı.. Bu resmen batını dinden geçinme yaklaşımıdır; ekümenliği siyasete entegre ederek.. Neymiş efendim Lozan delinecek, İstanbul adı Konstantin olacak, yok devenin nalı.. Bu yaklaşım Megalo İdea (sözde büyük fikir) bütünündeki ırkçı Turansı faşist yaklaşımdır.. İşin doğrusu; siyasi ranta dönüştürülmüş her türlü dinsel yaklaşım toplumları germenin yanında kirletmektedir de.. Biri kendini Halifelikle korkutur, birileri de Vatikan ve Ortodoks Ekümenlikle..
Vesselam kısa kelam; insan insanın en büyük korkusudur..
Saat 12:20; Altamura’ya 16 km var. Bize Matera gerek, o’na da 6 km kaldı..Vanusio ve Santemaro sapaklarını geçtik. RES türbinleri, dahası Rüzgar Enerji Santralleri çoğaldı. Buğdat, Zeytin tarlaları yerini ormanlara bıraktı. Adeta Doğu Karadeniz tirmanışı. Saat 12: 40 Matera’dayız. Ana meydana geldik. Resmen taş kent ve vadi etrafında yükselen yalçın kayalıklara evler oyulmuş, üzerlerine de yine evler inşa etmiş, ilginç ve gizemli bir vahşilik katıyor. Matera Sassi (Sassi di Matera) levhası buranın, Matera’nın taşları mahallesi dendiğini söylüyor bize.
Görkemli ve büyüleyici, gizemli, çünkü sessiz M.S2sının 300’leri kokan tarih..M.S 300’de Hırıstiyanlık çoğalınca, Miano deklerasyonu ile serbest bırakılıyor. Küçük Asya’ya, yani Türkiye’ye konuşlanmış Hırıstiyanlık İtalya’ya doğru yol alarak, Kapadokya’da saklanan Hırıstiyanlar, Kapadokya’ya yerleşkelerine benzettikleri Matera’ya geliyorlar.
Romalıların duruşu belli olmaz diyerek kayalıklara ‘Kapadokya benzeri planla’ yerleşiyorlar, kırlangıçlar gibi.. Ben Mater’yı İspanya-Toledo’ya çok benzettim.. Sassi di Matera (Matera'nın Taşları) kesimi bir kanyon mahallesi. Yani; derin bir kanyonun tabanından akan Gravina deresi (Torrente Gravina) kenarında oyularak yapılmış onlarca mağara, kanyonun derinliklerinden kanyon duvarına tırmanıyor..
Binlerce bu mağaralarda Sassi halkı yaşam mücadelesi vermiş.Gizemli ve görkemli, çünkü geçmişini mö.10 binlere dayandıranlar var. bundandır ki; dünyanın en eski sürekli yerleşim görmüş olma özelliği Matera'ya ayrıcalık katıyor..Ürgüp ile kardeş şehir olan Matera, biraz önce Avrupa’nın kültür başkenti oldu, evet 2019’da Avrupa’nın kültür başkenti Matera..
Matera’da mataralarımızı doldurduk. Dahası, dar, merdivenli, kemerli, nefes alma bacaları ve su kemerli; bazen ürküntü vererek gizem katan Matara’nın dar sokakları bile bir meydana çıkıyor ve her meydanda içilebilir çeşmeler karşılıyor sizi ve bu çeşmelerde petleri dolduruyor, içiyor, başımıza döküyoruz.. Bir düş almadığımız kalıyor..
Artık Matera yoksul değil, o ilginç ve düşündürücü zorlu mağaralar müze, otel ve bir dükkanlara dönüşmüş..Turizimcilerin keşfettiğ Mater’yı Sinemacılar da keşfedince Matera’da yoksulluk değil zengin kokmaya başlamış..
Duomo di Matera; Santa Maria della Bruna e di Sant'Eustachio Katedrali”, yani; Matera Katedralindeyiz.. Roma Katolik katedralidir. Madonna della Bruna'nın adı altında Meryem Ana'ya ve Aziz Eustace'ye adanmıştır.. Saat; 13:30’da Ana meydan; Piazza Vıttorıo Vaneto’dayız.. Meydan gezisi, yemek derken, Dalli’nin sırtında piramit olana uzun heykelini izledik, görselledik..
Resimlerini Ececan’ın görsellediği Pantheon tapınağını geziyoruz. Şimdi kilise. Evet; İlk anıtsal büyüklükteki kubbeye sahip tapınak.. Yapının adı yunanca “Pantheos” tan türemiştir. “Pan” sözcüğü ‘tüm’ , “theos” sözcüğü ise ‘tanrı’ kelimelerine karşılık gelmektedir. Demek oluyor ki tapınak;i “Tüm Tanrıların Tapınağı”. 7. yüzyılda tapınak Katolik kilisesine dönüştürülerek; Santa Maria Rotonda Kilisesi adını almıştır; antik çağda tüm tanrılara adanmış bu tapınak..
1975’de 72 yaşında vefat eden; İtalyan ressam, yazar, doktor, aktivist, antifaşist; “Carlo Levi” Matera’da sürgün yaşıyor. Bana göre; doğayı ve doğanı betimleyen uslubu Yaşar Kemal’in esin kaynağı bir usta yazar..
“İsa bu köye uğramadı” adlı biyografik Güney İtalyanların romanı yapıtında sürgün zamanlarını anlatan yazar. Carlo Levi'nin sürgünü,yoksulluğun-sefaletin,cehaletin, düzeni ve düzen koyucuların,yalnızlığın, sömürünün, ideolojinin, zorbalığın, unutulmuşluğun, horgörülmüşlüğün dünyanın her yerinde aynı olduğunu, Matera, genelde İtalya üzerinden gösteren bu romanın filmini Fransızlar ve İtalyanlar 1979’da; Yönetmen Francesco Rosi’ye “İsa Eboli'de Durdu” adıyla yaptırdı.
Levi’nin, Mussolini iktidarda olduğu sırada, Eboli yakınlarındaki ilkel ve tecrit edilmiş bir İtalyan dağ köyünde yaşamaya zorlanışını anlatıyor Faşizm eleştirisi yaparak..Mel Gibson da bu entersan yerde film yaptı.
Biraz İtalyanlardan söz edelim. Güneyli değil Kuzeyli daha agresif diyenlere itiraz etmiştim; anlattım. Kuzeyli daha zengin olduğunu bilmeyen yok. Kuzeyli ben çalışıyorum o yatıyor, yani güneyli derken aklıma geldi erken; en uzun öğle uykusunun, yani Siesta’nın güneyde olduğu.
Evet Roma’da Siesta akşam 17:30’dek süremiş. Kuzeydeki Milano’da hemen-hemen hiç Siesta yok, dahası işkolik, güneyli alkolik değilse de tembel.. Belli ki Milanolu, çalışkan; tanık oldum buna.. Milanolu, Romalıya köylü dermiş Romalı, dahası Güneyli de buna kızarmış..Ona göre, yani Kuzeyliye göre Güneyli asalak. Bu nedenle Kuzeyli bağımsız devlet olmak istiyor..
İtalyan kahvaltı yapmazdan sadece Esperizo içerek evden çıktığını da ilk Gül’den (Başlangıç) duymuştuk, son Gül de (Taşdemir) aynı şeyleri söylüyor. İtalyan fazla yemek yemek, akşam en fazla bir tabak ve zeytinyağı olmazsa olmazları. Tavuk eti yerine balık yer. Kırmızı et, pirinç ve buğday tercih edilmesine karşın asla obezlık yoktur..
NAPOLİ
3 Haziran 2019. Saat 15:00’te, dünyanın en eski 3.kenti Napoli’ye hareket ettik. 3 Saatlık yolumuz var..Babaların kentine gidiyoruz. Tur otobüsünü kaçırıp fidye sonrası geri verenlerin kenti Napoli’ye..
Mafya kenti, güneyin derdi.. Bizler hep Sicilya’yı biliriz Mafya bölgesi olarak, dahası Sicilyalı Carleone ailesini, değilmiş.. Fakat biz Carleone ailesini bellediğimiz için onun öyküsüne değinelim: Gelmiş geçmiş en büyük mafya filmi Baba (The Godfather) aslında Sicilya’nın şimdiye kadar gördüğü en büyük mafya babası Bernardo Provenzano’nun hikâyesi anlatılıyor.
İtalyan Mafya Konseyi “Cosa Nostra”nın başında uzun yıllardır o var. Polis defalarca öldüğü sanılan ama tekrar ortaya çıkan “Görünmez Adam” Provenzano karşısında yıllardır aciz… 31 Ocak 1933’te, dünyanın en ünlü köyü olacak; Sicilya’nın Corleone köyünde doğdu Bernardo Provenzano.
Son 100 yıldır “İtalyan Mafya Konseyi” Cosa Nostra’nın başında hep Corleonesi’ler var. 100 yıldır tüm Godfather’lar Corleonesi, yani Corleone’li...2016’da vefat etti..
Bu sırada ünlü yazar Mario Puzo'nun, Corleone mafyasının yapısını anlattığı "Baba" kitabı, Francis Ford Copolla tarafından filme alındı(1972). Film; Marlon Brando’ya en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandırırken Provenzano suç işlemeye devam ediyordu. Sicilya Mafyası'nın en büyük aileleri arasında tam anlamıyla bir "Savaş" başlattı. Bir yıl içinde kan gövdeyi götürdü, tam 1000 mafya üyesi öldü.
İtalyan Polisi'nin tam 43 yıldan bu yana peşinden koştuğu; Sicilya Mafyası'nın efsanevi 1 Numara'sı Provenzano, doğduğu yer Corleone'de ele geçirildi, 2006’da ve 2016’da da öldü..
Vesselam kısa kelam, biz bir katili parlatmayı bıralım da bunların yolu Amerika’ya nasıl geldiler.. 2. Dünya savaşında Hitler tam İtalya’yı ele geçireceği noktada ABD devreye giriyor.
Nasıl mı? İtalya’nın gözü kara bu insanlarıyla (Mafya) iletişime geçerek, İtalya kurtuluyor ve bu insanlara Amerika kapısı açılıyor..
Ve olan oluyor; tutunabilmek için öldürenler gibi öldürmeye başlarlar.. Mafya veya suç örgütleri.. Aslında bunları türeten olgu “Korku”’dur..
Bunlardan duyulan korku ve bunların duyduğu korkunun yarattığı olgu..Düşünün, adam yaşamak için öldürenlerin arasında, öldürmeye başladığını..
Dahası, bunlar süreç içinde doymak için suç işleyen makineye dönüşüyorlar..İyi de her aç öldürmeli midir?.. Elbet değil.. Bunların özelliği psikopat olmaları, çocukluklarının tramalarıyla büyümeleri..
Bir, iki derken, adını duyuruyor, ardından varlığını siyasi güçle besleyenler, kendilerine korutmaları için bunları organize ederek kullanmaya başlıyor. İşin özü devlet bile bunları kullanıyor; tıpkı ABD’nin Hitlere karşı kullandığı gibi, tıpkı bizde devletin bu çakalları kullandığı gibi..
Gözü karalıkları buradan geliyor, yani sırtını dayadığı egemenler.. Evet; nasılsa ben yaşamıyorum, yaşatmayayım diyerek yaşayan birileri toplumun belası, ardından egemenlerin tetikçisi oluyor..
Yoksa bunlar senin benim gibi korkak insanlar; yani kokularıyla korkutanlar..Kemal Sunal gibi “Korkusuz korkaklar”.. “Ulan , zaten yaşamıyorum, neden yaşatayım!” diye fırla sokağa gör nasıl “Korkusuz korkak” olacağını..
İtalya göçmen politikası ‘değindiğim gibi’ özellikle Berlusconi siyasi rant boyutunda değerlendirmesi yanında gçömenler 3 şekilde değerlendiriliyor;
birincisi; zeki olanları okutuyor, daha az zeki olanlarıa işportacılık yapmalarına izin veriyor. Lümpen ve de kolay kazanım zekalı agresifleri de mafya kullanıyor, kirli işlerinde..Ben bunları uydurmuyorum, İtalya verdiği resimle itiraf ediyor, yani bu resmi böyle okuyabiliyorsunuz..
Napoli’ye doğru yol alıyoruz. Buğday tarlaları bozkır izlenimi veriyor..Potenzo’ya yaklaşıyoruz. Kalesi ile ünlü Miglonica’dan geçtik. Bozkır yavaş-yavaş, ağaçların aniden büyümesi ile dağlaşıyor. İtalya; Akdeniz+Karadeniz harmanlaması bir yeşil ülke.. Napoli hem yeşil, hem mavi, yani bir kıyı kenti.. MSC denizcilik genelde Napolilileri çalıştırıyor.. Napoli UNESCO korumasında..
Bunları ileride detaylandırırız, biz önce şu, küçülmeye başlayan Doğu Karadenizimsi dağlardan ovalara inelim.. Saat; 15:46 Grasano’yu geçtik ve Vadide ilerliyoruz. Calciano sapağını geçtik. Accetura’yı geçmeden küçük bir tünel sonrası büyük Carvatto tünelini geçiyoruz.. Dağlar tektonik bir yapıya büründü..
Bilindiği gibi gezegenimiz levhalardan oluşur.. Yerkabuğunun kıvrılma ve kırılması, çökmesi ya da geniş alanlı olarak yükselip kabarması gibi oluşu içgüçlere dayanan olayların tümünü yansıtan bir görüntü... Birbirine yaklaşan levhalar bir süre sonra birbiriyle çarpışır. İki levhanın çarpışmasıyla oluşan yeryüzü şekli, levhaların türüne göre değişir. Depremlere ve yanardağların oluşumuna neden olur.
Yanardağların çoğu da genellikle erimiş kayaların levhadaki çatlaklardan yararlanarak fışkırdığı levha sınırında yer alır. İtalya bu özelliğiyle adeta bir yanardağlar ve deprem ülkesi olduğunu anlatmaya çalıştım..
Böylesi yapıda viyadüklerin ve tünellerin yoğunlaştığını belirtmek isterim. Şimdi bunlarda biri olan; Tontazaino tünelinden geçiyoruz. ardından büyük bir tünel; Albano tünelini de.. Hemen aşağımızda, küçük çaylar doğayı süslüyor..Trivigno sapağı sonrası Brindisi tünelini ve Granıca 2 köprüsünden geçerek dağların boyunun kısldığını gözlemliyoruz....
Tolge’ye 15 km var. Alçalan dağlar Rüzgar Enerji Türbin(RES)leriyle enerji tepeleri gibi..Rıoher’e 37 km kaldı.. Köyleri çok düzenli, belli ki temiz… Ve saat 16.25 Potenza’dayız..
Napoli bir krallıkmış tarihte; 1200’de kurulmuş bir krallık. Daha önce Sicilya krallığıyla müşterek bir krallıkmış. Napolili asla İtalyanım demez, Napoliliyim der, çünkü kendisini hala Naopli krallığına ait düşünüyor.. Mianaolu da Mianoluyum dermiş..2.Dünya savaşında nedense Milano ve Napoli bombalanmış..
Napoli Opera binalarıyla ünlü. 1926 doğumlu ve 20. yüzyılın en önemli sopranolarından biri olarak görülen Leyla Gencer 1957’de ilk burada sahne almış. Sonra Operanın Mekkesi Nilano’da sahneye çıkmış. Batı ülkelerinde "La Diva Turca", "La Gencer", "La Regina" olarak ün yapan Leyla Gencer sonraları; Venedik, Viyana, Paris, San Francisco, Köln, Buenos Aires, Londra, Rio de Janerio, Bilbao, Chicago’da sanatını dinletmiş.
İtalya ile ve Hırıstiyanlıkla o denli bütünleşmiş ki; ölünce(2008) İslam ve Hristiyan gelenekleriyle töreni yapılmış. Yakılıp küllerinin İstanbul boğazına serpilmesin istemiş. 2008’de kültür bakanı olan Ertuğrul Günay, Dolbahçe’den bu isteğini yerine getirmiş..
Napoli’de Toledo caddesi Roma caddesi olarak değişmiş..Saat; 16:50 yoğun bir yağış bastırdı..
Napoli, pizzanın yanı sıra makarnaları, mozzeralla peyniri, şarapları, limoncello adlı içkisi ve daha birçok lezzetiyle tam bir gurme cennetidir.
İtalyan “Gianluigi Aponte”’nin sahip olduğu, Cenevre-İsviçre merkezli, fakat İtalyan kökenli; “Mediterranean Shipping Company (MSC- Akdeniz Nakliye Şirketi)” şirketinin Cruises geminin isim annesi Napoli’li olan Sophia Loren, 2016’da on üçüncü defa bir MSC Cruises gemisinin hizmete girme kurdelesini kesti. MSC Seaview, son 12 ayda denize indirilen, üçüncü MSC Cruises gemisi oldu…Bir yolcu gemisinin vaftiz annesi olma geleneği çok eskilere dayanıyor…
Sis bastırdı, göz gözü, pardon fara farı görmüyor, sürücü pür dikkat..Sürekli tünel geçiyoruz, sıra Vetranıco tünelinde..Sis sonrası başlayan yağmur ve saat; 17:00’de güneş yağmaya başladı. Sırasıyla; San Mıchell, San Angello, Serana Tendo, Sagrıana, Sarralgura ve Persano tünellerini geçtik..
Eboli Dağların zirvelerindeki köyler müthiş bir görsellik yaratıyor.... Eboli kentini geçiyoruz. Aklıma; “İsa Eboli’ye Uğramadı” filmi aklıma geldi..Adeta Sanayii vadisini aşarak sera bahçelerinin olduğu düzlem olan Salerno 17:31’de yaklaştık.. Montevanno, MontreVertol tünelleri sonrası Sanmango’ya ulaştık ve de Rufolı, Samınaro, Castello, Lannenotu ve So Liberatıo tünelleri, Akdeniz derken ve Salerno bölgesindeyiz..
Napoli Körfezi’nin güneyindeyiz, Sorrentine Yarımadası açıklarındaki, antik dönemin bile gözde sayfiye yeri Capri Adası karşımızda, İngiliz Yazar David Herbert Richards Lawrence D.H. Lawrence’nin “Cenneti çok andıran ama dünyayı hiç andırmayan bir yer” benzetmesi yaptığı ve benim de cennetin izdüşüm dediğim Capri adası; Jacqueline Kennedy Onassis, Elizabeth Taylor, Brigitte Bardot günümüzde de Madonna vb gibi isimlerin uğrak yeri. Hiçbirine rastlamadık çünkü uğramadık...
Söylentiye göre, Madonna Capri’de dar paçalı pantolon giymiş ve Capri Pantolonlar markası doğmuş. Bitmedi; parmak arası terlik giymiş Capri’de, Capri terlikleri markası dünyaya gelmiş..Diyorum ki; Türkiye’ye marka kazandırmak için Cübbeli Ahmet’i göndersek acaba, sarığını ve cüppesini; Capri cübbe ve sarığı şeklinde markalaştırabilir miyiz?...
Saat; 18:20, Napolideyiz. Karşımıza çıkan tepedeki kaleli Kilise kompleksi müze olarak kullanılıyormuş.. Napoli’de trafik yoğun..Atta yapa yapa yalpalıyoruz trafik okyanusunda.. Solumuz Liman; MSC’nin Cruse gemileri sıra sıra dizili..
Sağımız Napoli’nin kentsel dönüşüme gereksinim duyulan, çarpık kentleşmenin yüzü. Boy boy apartmanlar, duvarların kozmetiği bozuk, balkonları çamaşırlı. Çamaşırlar antik çağdan kalma değil elbet de, görüntü kirliliği alabildiğine yoğun.. Bu kirliliğin içinde devasa bir yükselti, ürküntü veriyor insana, adı Rezidans..
Victor Emanuel meydan ve Heykeli, Napoli Kalesi, Milano Benzeri kubbeli çarşısı ve Roma caddesi (Toledo caddesi idi..), yüzyıllık yapılar ve de Saat; 19:15..Tüm bunları gezecek, görecek ve yazacak “Gezmaların efendisi Şevket” ve de Gün batımını da yakalayacağız. Merkez nüfusu 1 milyon civarında olan şehrin metropoliten alanında 4 milyona yakın insan yaşamını sürdürüyor.
Roma ve Milano'dan sonra en büyük İtalyan şehridir. Ayrıca nüfus yoğunluğu en fazla olan bölgedir. Napoli Limanı, Cenova'dan sonraki en büyük limandır. 19. yüzyılın sonlarında Amerika'ya olan büyük İtalyan göçünün merkezlerinden biridir. Napoli'ye gittiğinizde kaldığınız otelin ön büro çalışanları ya da rehberleriniz sürekli "Ammann ha ana caddelerden ayrılmayın, arka sokaklara sakın ola ki girmeyin" diye uyarılarda bulunacaktır.
Bunda haksız da sayılmazlar çünkü ünlü yasadışı örgüt mafyanın fikir babası olan Napoli Kralı IV. Ferdinand buralıdır. 1860'ta Sicilya'yı ziyareti sırasında olası bir Fransız işgaline karşı mafyayı kurdurdu. Bu örgüt Sicilya'da kuruldu ama Napoli'de ergenlik çağını geçirdi, Amerika'da büyüdü. Napoli. Napoli'yi köşe bucak gezdiğinizde hem eski krallık çağının görkemiyle hem de Akdeniz'in kayıtsız ve mutlu yoksulluğuyla karşılaşırsınız.
Bizim Tarihi Yarımada'da olduğu gibi çamaşırlar karşıdan karşıya gerilen iplere asılıdır Napoli'de de. Çünkü Akdenizliler giysilerdeki günahların güneş tarafından buharlaştırılacağına, bir de büyük veba salgınları döneminden kalan bir alışkanlıkla güneşin giysilerdeki mikropları kıracağını inanırlar..
Avrupa denince resmen motorsikletler akla geliyor; inanın arabalardan değil insanlardan çok.. Doğru; kendi başına giden motorsiklet yok, biraz attım..”Aman, sen sen ol, Roma caddesinin ara sokaklarına girme!” dendi ya bize, iyi de oralarına göremiyecek miyiz? Göreceğiz, sadece oraya girenleri..
Tarlabaşı-Beyoğlu arka sokaklarından daha tehlikeliymiş..Al sana uygar Avrupa.. Öylesine tehlikeli ki, 500 metrede bir cemseli Jandarmalar.. Gezegen tedirgin, gezegen ürkek, bir takım doyumsuzlar %10, gezegenin kaynağının ana caddesini, gezegenimizin yani %90’nını eline geçirmişse, birileri de arka sokakları ele geçiriyor, bizlere de her ikisi geçiyor..Bunun önü alınmaz, yani eşitler dübyası, dahası gezegen kardeşliği yaratılmaz ise yaratıklarca bu iş bilimkurgu kentlerine gider..
Köpekli insanlar motorsikletli insan kadar olmasa da dikkati çekiyor..Erman Toroğlu şereflisi aklıma geldi, için sordum onlara siz CHP’li misiniz?:) Evet Toroğlu denen zart geçenlerde (23 Haziran öncesi) söylediği ; “CHP’liler sorumsuz, ülkesini sevmeyen köpek gezdirenler, kedi besleyenler..” Şimdi bu mezevenki…yoksa sabaha mı bırakırsın..
Sophia Loren’nin mahallesinden ve alışveriş yaptığı bakkal; “Pandorino E Torromacco”’dan geçtik.. Sonra tekrar uğracağız.
Napoli'nin içinde gezilecek yer çok;
1279-1284 döneminde Sicilya Kralı I. Carlo tarafından yaptırılmış olan Castel Nuova Şatosu.. Napoli Krallık Sarayı, Piazza Bellini'deki Antik Yunan şehir surları... Şehir merkezindeki devasa; “Piazza Plebiscito” meydanı. Galeri Umberto adında 1900 yılında yapılmış kapalı çarşı (Benzeri Milano'da da var olan; Metal ve camın olağanüstü buluşması..).. San Elmo Kalesi ve Napoli Üniversitesi Merkez Binası gibi yerleri mutlaka görmelisiniz. Bir de Pompei kurbanlarının taşlaşmış cesetlerinin yer aldığı müzeyi de unutmayın.
Şöyle sıralayalım:
1. Centro Storico ve Spaccanapoli: Napoli’nin tam kalbinde sayılan tarihi merkez Centro Storico, eski meydanları, dar sokakları, çok sayıda kiliseler ve tarihi yerleri ile ve de ilginç dükkanları harika. Burada tehlike yok ki; Centro Storico ve Spaccanapoli caddesinin her bir sokağı gezilebiliyor.
2. Santa Chiara ve 1200’lerin Orta Çağ kilisesi; San Lorenzo Maggiore Kilisesi
3. İsa’nun doğumunu simgeleyen oyma tabloların olduğu en renkli caddesi; Via San San Gregorio Armeno Caddesi
4. Napoli Yeraltı şehri; “Napoli Sotterranea” . İlk keşfedilen mağaraların 5000 yıllık olduğu söyleniyor. Kapadokya yer altı şehirleri gibi. II. Dünya savaşında sığınak, 1600’lerde su depolar olarak kullanılmış..
5. Piazza del Plebiscito meydanı: Napoli’nin merkezi yerdeki en hareketli meydan.. Napoli’nin en büyük meydanı; Piazza del Plebiscito meydanı, San Francesco di Paola Bazilikası ve Royal Palace(Milli kütüphane) arasında kalıyor. Etrafında tarihi binalar ve müzeler, bağlantı sokaklarında restoran, kafe, bar, dondurmacılar, hediyelik eşya satan dükkânların olduğu Napoli’nin en büyük meydanı. Bu alan dünyaca ünlü şarkıcı ve grupların konserlerine ev sahipliği yapıyor.. Burada Napoli krallarının resmi konutu Palazzo Real ve karşısında Basilica di San Francesco di Paola var demiştik. İşte bunlardan Paola'nın kubbesi Roma'daki Pantheon örnek alınarak inşa edilmiş. Bu Basilica'nın meydanı saran sütunlu girişi Vatikan (San Pietro) örnek alınarak yapılmış.Napoli'nin günlük hayatı ve cafeler için gidilebilecek olan Galleria Umberto bu meydana çok yakın. Ayrıca Teatro di San Carlo Galleria'nın karşısında.Napoli'nin kalabalık alışveriş caddesi Via Toledo da buraya çok yakın.Piazza del Plebiscito'dan denize doğru indik ve yat limanını ve Vezüv’ü görselledik, tepedeki Kilise-kale-müze konseptini görselledik. Seyir halindeki MSC Cruises gemilerini de izledik ve…
6. 1891’de tamamlanan ve içinde mağazalar ve kafeler bulunan; “Galleria Umberto I” adlı alış veriş merkezi: Milano benzeri camdan kubbeli çarşı: Kraliyet Sarayı’nın yakınında 56 metre yüksekliğinde ve tam ortasında. Hac şeklinde tasarlanan alışveriş merkezinin zemini ise mozaiklerle kaplı.
7. Napoli Arkeoloji Müzesi; şehrin hemen çevresinde bulunan Pompeii ve Herculaneum antik Kentlerinde gerçekleştirilen kazılarda çıkartılan eserleri var.
8. 1282’de dünyaya gelen ve şehir müzesi olarak kullanılan; Napoli’nin en eski kalesi “Castel dell’Ovo”: Sergi ve konserler düzenleniyor. Kalede gümüş, bronz eserlerin yanı sıra tablo ve 15. yüzyıla ait freskler de görülebiliyor.
9. Napoli’ye girişte ilk karşınıza çıkan şehrin en yüksek tepesinde müze olarak kullanılan; “Castel Sant’Elmo kalesi”: Bir ortaçağ kalesi olan Castel Sant’Elmo. Kent merkezinden kalkan füniküler ile ulaşmak olası. İşte buradan; Vezüv Yanardağını seyredebiliyorsunuz. Akşamın insanı alıp bilinmez zamanlara götüren gün batımı veya gece aydınlanmış Napoli muhteşemliğini izleyebilirsiniz.. saatlerinde giderseniz şahane bir manzara sizi bekliyor.
10. Tarihi M.Ö’sine dayanan 1 km uzunluğa yakın antik The Seiano’s Cave tünelinin olduğu; “Posillipo’s Archaeological Park”..
11. 13.YY’da San Gennaro’ya adanmış ; Katedral Duomo ve köşesinde yer alan Santa Restituta kilisesi.
12. 1737 doğumlu; “Teatro San Carlo”: Güney İtalya’da operanın en iyi dinlenebileceği mekanlar arasında gösterilir.
13. “San Martino Manastırı”..
14. 3. Kral Charles’ın av alanı olarak kullandığı; “Capodimonte Müzesi”
Ve; 15. İtalya’nın en iyi botanik bahçelerinden; “Orto Botanico” Doğru; Napoli’yi anlatmayı unuttuk: Evet; Napoli halen yaşanılan dünyanın en eski üçüncü kenti. Akdeniz'in simge kentlerinden biri olan Napoli, UNESCO koruma listesinde yer alıyor. Napoli aynı zamanda kan donduran işkenceleriyle tanınan Kral Ferdinand'ın da yaşadığı kentti…
Napoli'nin merkezi nüfusu 975 bindir. Metropolitan bölge baz alındığındaysa nüfus 3 milyonu aşmakta. Pizza ve makarnasıyla ünlü kent olduğunu anlatmıştık. 30 bölgeye ayrılmış olan Napoli kendisiyle aynı adı taşıyan körfezin kıyısında yer aldığını da...
Napoli, Neolitik Çağ'dan bu yana bir yerleşim yeri. Antik Yunanların Nea Polis yani "yeni kent" dedikleri şehir, başlarda bir Yunan kolonisiydi. Rodos'tan gelenler tarafından kurulan Napoli, tarih boyunca önemini korudu. Antik Pompeii kentinin de yakınlarında bulunduğu Napoli, zamanla Roma hakimiyetine girdi…
Roma İmparatorluğu'nun ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma (Bizans) hakimiyetine giren Napoli, uzun yıllar İstanbul'dan yönetildi. 9. yüzyıldan sonra başlayan Norman istilalarının ardından kurulan Sicilya Krallığı'nın bir parçası olan Napoli, Avrupa'daki en eski üniversitelerden biri olan 2. Federico Ünviersitesi'ne de ev sahipliği yapar…
13. yüzyıldan itibaren Napoli Krallığı'nın merkezi olan şehir, Rönesans döneminde birçok önemli sanatçıya ev sahipliği yapmıştır. Ünlü heykeltıraş Gian Lorenzo Bernini ; 17. yüzyıl Romasında, Barok tarzında çalışan bir heykeltıraştır...
Napoli Kralı Ferdinand 15. yüzyılda kan donduran işkencelerle ün yapmış bir kraldı. Yemeğe davet ettiği önemli isimleri zehirleyen ya da işkencelerle öldürten kral, daha sonra bu isimleri sarayındaki bir odada mumyalatarak sergilemekteydi.
Dedik bir kez daha diyelim:
M.S: 1500’lerde Fransa ve İspanya arasındaki savaştan sonra İspanyol hakimiyetine giren şehir, Garibaldi'nin 1861'de İtalya birliğini sağlamasıyla İtalya’nın parçası haline gelir.
Napoli İtalya, bir kere steril Batı Avrupa şehirlerine hiç benzemiyor. Çoğu yabancı ve hatta İtalyan için pis, bakımsız, rüşvetçi, kanunsuz. Dünyaca ünlü Camorra mafyasına da ev sahipliği yapıyor..
Çamaşır iplerinde asılı donlar, sokaklarda çöp dağları, modifiye edilmiş vey dökük araçlar, onlarca işporta tezgahı ile kör bir izlenim veriyor.. Evet, kör, kör da ne kör; Napoli yine yaşanılası körolmasıca bir kör kent; görmeyen arkadaşlarımdan iyi değil elbet....
Ve Napoli’de Maradona:
1990 İtalya Dünya Kupası’nda, Napoli’deki çeyrek final maçında Maradona’nın “Kendi ülkenizde yılın 364 günü yabancı gibi yaşıyorsunuz; oysa ben 365 gün Napoliliyim” demesi üzerine İtalya karşısında Arjantin’i destekleyen insanların şehri. Zaten Maradona da futbolla yatıp kalkan bu şehrin en büyük kahramanı, hatta adına küçük bir “şapel” bile var.. Napoli futbol ve mafya, galiba iç içe..
Futbol denince, Tüm benliğini Galatasaray korkusu saran Fener Başkanı Ali Koç, Ersun Yanal’ın oynatmadığı Makedon Elif Elmas’ı, İnter’e satmak istedi, İnter Elif’in bir elmas olduğunu anlamadı, Napoli’ye pazarlardı ve Napoli bunun bir elmas olduğunu anlayınca, İnter’in 10 milyon Euro vermediği oyuncuya 20 milyon verdi. Bu bir Ali Koç başarısı mı; yoksa kara….aklama süreci mi?
Ve bu gelişmeyi hiçbir futbol yorumcusu açmadı, bu konuda densiz E.Toroğlu kesin bir şeyler söyleyecektir..Ha bu ara Galatasaray’ı şampiyon yapan gol kralı Diagne elinde olsa Ali Koç kesin o’nu 50 milyon Euro’ya satardı:)
The New York Times’ten Laura Rysman Napoli için diyor ki; “Zaferlerin, zedelenmiş güzelliklerin şehri Napoli son 10 yılda turist sayısını ikiye katladı, cinayet oranı yüzde 44 azaldı, sokaklardaki çöpler eskisi kadar sorun olmuyor... Elena Ferrante’nin napoliten romanları, film ve TV uyarlamaları Capri, Ischia ve Amalfi’nin yanı başındaki şehre ilgiyi artıradursun sanat, kültür ortamı, restoranları, barları canlılığını koruyor. Ve Vezüv Yanardağı eskisi gibi gürlüyor..”. Söylediklerine katılmıyor, katıla katıla gülüyorum.
Doğru Napoli’de turizm gelişmeleri var, fakat, cinayetlerin yüzde kaç oranında düştüğünü ölçmedim, ama temiz bir kent olmadığı, zor, tekin olmayan bir kent olduğunu söyleyebilirim..Haa, cesur insanlar veya aptal cesaretliler, çünkü; Vezüv hala kükremesine karşın kıllarını kıpırtatmıyorlar..Hiç değil se Ali Koç kadar korksalar, kükremeden..
Sophia Loren’nin mahallesinden ve alışveriş yaptığı bakkal; “Pandorino E Torromacco”’ya tekrar döndük ve buradan biz de alış veriş yaptık. Şarap, Marap..Marap mı ne? Şarapın soyadı..Devasa limonlar filede asılı.. Sophia Loren bugün uğramamış espirisine İtalyan işletmeci işlendi ki; “O artık buraya gelmiyor..” demesin mi.Dedi demesine de eşimin durduğu yere doğru hapşırması beni..Anlayın işte..İkram ettiği Limoncello’yu almadım..
Napoli mutfağı büyük ölçüde yoksul işçi sınıfının izlerini taşıyor. Ünlü İtalyan lahmacunu pizza da, aslında Napoli menşeli ve işçi sınıfı tarafından oldukça sık tüketilen bir yiyecekmiş. Fakir Napoli sofralarından dünya mutfağına transferinin de ilginç bir öyküsü var:
İtalyan Kraliçesi Margherita Teresa Giovanna İtalya’yı, pardon Napoli’yi ziyaret ediyor(1889). Napolili şef Raffaele Esposito tarafından hazırlanan domates, mozarella ve fesleğenden oluşan, İtalyan bayrağına atfedilen pizza ile kraliçe’yi onurlandırıyor. Kraliçe pizzaya bayılıyor ve bir daha ayıltamıyorlar, yine pardon; ve şef Esposito’ya pizzayı ne kadar beğendiğine dair bir mektup gönderiyor. Pizza da “Margherita” adını alarak dünya mutfağına girmiş oluyor.
Limoncello isimli sapsarı limon likörü Napoli’de çok ünlü. En iyi limoncello ve daha fazlası için eski şehrin göbeğindeki Limoné’yi mutlaka ziyaret edin. Ücretsiz tadım yapmak da mümkün.
Ayrıca limon için Napoli’nin en popüler meyvesi diyebiliriz. Her köşe başında bir limonatacı var. Lokantalardaki ev yapımı şaraplar da hem çok ucuz hem de çok lezzetli. Pizza gibi kahve konusunda da İtalya’nın en iyisi deniyor, kahve tatlarını çok ayırt edemeyen bir insan olarak bir yorum yapamıyorum.
SORRENTO
4 Haziran 2019
Sirenlerin kenti, denizcileri baştan çıkaran ve evlenmemiş gen kız anlamındaki “Siren”lerin ülkesi anlamına gelen , dağlık Sorrento yarımadası’nın kenti “Sorrento” diye tanımlanan yer. M.Ö 79’da Vesuvius(Vezuv) volkanının şiddetli patlamasıyla 3 metre kül altında kalan acı ve hüznün kenti “Pompeii Antik Kenti’‘ne de oldukça yakın konumdadır Sorrento kenti.
Falezlerin, koyların efendis Sorrento’ya varmak her sürücünün işi olmadığı için o dar uçurumlu geçitleri geçme deneyimine sahip sürücü aldık..Bir yanı dağ, bir yanı deniz olan yerler, doğanın en güzel coğrafyasıdır. İşte onlardan biri olan Sorento’ya gidiyoruz.
Süt Dağı(Monti Lattri)" ile kuşaklanmış Sorento; insanın sevinç, mutluluk ve hayranlıkla harmanlanmış yüksek adrenalin eşliğinde, yüksek, sarp ve de yarlı kayalıklara (Faraglioni) çizilmiş-kazınmış yollardan geçiyoruz, kendimizden de, çünkü tanımı zor görsel şöleni izlemek yarların engüzeli..
Bu bölgede tüneller gelişli-gidişli; çok eski tüneller. Ve yollar çok dar. Haklılar, çünkü buradaki denizden 100 metre yüksekteki yalçın kayalarda tünel ve yol geişletmek zor. Bana, çocukluğumdak Karadeniz yollarını çağrıştırdı, karşıdan gelen araçlara belli periyotlarda sürekli yol veriyoruz. Dahası, gelen ve gidene sırayla trafiği açıyorlar, polisler..Privati tünelindeyiz.
Ardından; 10 dakika süren tünelden geçtik.Karşıdan gelen araçların farları gözlerinizi alıyor.. Her duraksamada, Salerno ile Napoli körfezlerinin, kesiştiği noktadaki Sorrento yarımada’sının etkileyici koy ve falezlerini kuşbakışı görüntülüyoruz.. Bizim ülkelerde panaromik görüntü alabilirdik, ancak denizin. Çünkü, yolu 100 metre aşağıdan, yani sıfır kıyıdan geçer, binlerce yılda oluşan koy ve falezleri, yani kıyıları yok ettiğimiz için. Gül hanıma; “Doğaya ve doğana batı saygılı, bizler saygısız.. Özellikle 2002 sonrası bu duruşumuzu fazlasıyla egzejere-Abartma- ettik..” deyince; “Doğaya ne kadar saygılıysan, o kadar ahlaklısın!!” sözü bana atasözü gibi geldi..
Gerçekten, doğaya ve doğana sevgi ve saygı katmak evrensel bir ahlaktır. Siz doğaya ve doğana ne kadar sevgi ve saygı katarsanız, o da sizi o kadar sevgi ve saygı katar, doğrusu ‘sevgi ve saygı’ size yansır-döner, dahası yankı yapar, yani ekolojik eko.. Aksi taktirde ekoloji eko(yankı), yankırmaya dönüşür; bir tarafı uçurumlu yola..
Niteki de dönüşüyor; adamlar doğayı ve doğanı yok etme üzerinden para kazanıyor.. Bat ise doğa ve doğanla yaşıyor, ona değer katıyor, o ise kendine değer…
Para kazanmak deyince para aklamak geldi aklıma.. Doğana doğayı gezdiren adam gerçekten “Beni bakan yap, paranı aklayayım..” demiş midir veya diyebilmiş midir!?..
Saat: 09:20..Otobüste Mete ve Aslı’nın doğum günlerini kutladık..20 dakka sonra Sorento’da gezento yapacağız. Evet, Belediye binası(Muncipio) karşımızda. Mavi bayraklı plajlara sahip Sorento 30 bin nufüslu, fakat yazın 300 bin olan kent..
Şu bir gerçek; kıyı kentlerin bir kışlık, bir de yazlık yaşı var, çünkü insanlar kent yorgunluğunu daha çok güneşte denize girerek atacağını düşünüyor, gerçi istakoz gibi kavrulanlar da var. Yani, yorgunluk atacağım derken derilerini atıyorlar..
Sorrento’nun iri limonu meşhur. Özellikle Granite Limonatası muthiş bir aroma serinliğine sahip. Positan’ya giderken mola verdiğimiz yerde ikram edeceklermiş. Sorento kıyılarını izlemek ve görsellemek ayri bir heyecan. Granite Limonata’nın içimini değil yapımını da öğrendik: “Buzluktan aldığınız az donmuş limonu ez, 4 kişi için 2 bardak su ekle. istersen az kahvede kat üzerine taze nane yaprağı ekle..” al sana Granite Limonata. Bizim l.monata buzu karıştırma, o, şekerli limon tuzu(sitrik asit)..
Napoli Körfezi’nin kuzey karşısında bulunan Sorento yarımadası’nın bitiş noktasında ve Amalfi sahilinde olan Sorento; İtalya‘nın batı kıyılarında, limonluk ve zeytinliklerin bulunduğu bir uçurumun tam tepesinde sarp kayalıklı yarların üzerine kurulu kasaba..
İnsanlar 7-24 burada bir şeyler içmek için kafelere akın edip yaşamlarını mutluluklar içinde geçiyor, asırlardır. 21. Asrın 2019’unun 4 Temmuz, saat; 10:00’da, Liman sonrası, kıyıya kadr inen süt dağı kayalıkları tepesindeki cafede biz de kahve içtik; Eksprezo. Eksprezo acı mı acı, bu nedenle kurabiyeli. Fakat benim evdeki kahveye asla değişmem, rahmetli annem Emine Çorbacıoğlu sütlüsünü de yapardı bazen, Şimdilerde 3’ü bir arada diye bir şeyi ben de yapıyorum, fakat eşim Kadriye Çorbacıoğlu ve sevgili kızım bazen annem gibi yapıyorlar bana....
Burası asla Amalfi Kıyılarının bir bütünü değil, Amalfi kıyılarında yer alan kendine özgü güzellik. Amalfi ayri bir doğa güzeli. O güzeli de ayri anlatacağız.. Şunu da belirteyim; Sorrento’ya; Napoli’deki “Circumvesuvian”’tren hattında trene binerek kıyı şeridini takip eden bir yolculuk ile kolayca gidilebiliyormuş.
Yalnız To Sorrento'da (son durak) inmeniz ve ardından Sita otobüsüyle devam ederek diğer kıyı kasabalara gidebilirsiniz. Pardon; Napoli ve Sorrento arasındaki yolculuk seçmiş olduğunuz trene bağlı olarak Herculaneum ve Pompeii’ye başta olmak üzere diğer bir kaç kıyı kasabasına daha uğruyor. Sorrento; Pompeii, Amalfi Kıyıları, Napoli, Paestum ve Capri Adası gibi yerlere kolayca ulaşım sağlayabilecek bir merkez konumunda.
Orta çağlarda çok önemli bir ticaret bölgesi olan bir kasaba. Roma dönemindeki atmosferini de koruyor. İki liman ve küçük bir plajı olan sürekli rüzgar alan kasaba. Kadim nehir yatağı ile ikiye ayrılmış..
Daracık Arnavut kaldırımlı sokakları, caddeleri dik kesiyor, adeta güzel bir ağacın dalları. Cadde genişliğindeki Via San Cesareo sokağındayız, Sokak ve caddeler trafiğe kapalı. Faytonlar dikkatimizi çekmiyor, Sorrentonun sahile inmeden önceki meydanı olan; “Piazza Torquato Tasso” meydanında.
Dikkatinizi çekmiyor, çünkü batının her kentinde gördüğünüz meydan aksesuarıdır faytonlar. Bu meydandan, Corsa Italia’da caddesinden Dara Ok sokağına da giriyoruz. Tüm sokaklarda dar ve küçük balkonlu evler sıralanmakta, ayrıca sokaklarda Ortaçağ’dan kalma taş kemerlere rastlıyorsunuz. Piazza Torquato Tasso meydanı Sorrento'nun kalbi bence; barlar cafeler oteller mağazalar ile dolu..
Meydanın; ayrıca marinalara inen bir de asansör mevcut. Marinalara inmek ve çıkmak için asansörü kullanmadık; Merdivenlerden iniş ve ayni merdivenlerden geri dönüş yaptık. İniş önemli değil dönüş 25 dakika sürdü..
Muhteşem bir görsellik.. Yani; Sorrento’ya farklı bir açıdan bakmak için Marina Grande (Büyük liman) ile Marina Piccola (Küçük liman) Limanları’na inişti bu. Limanlarda ve deniz kıyısı boyunca şezlonglar sizi güneş ve denizle baş başa bırakıyor.. Sorrento gezilecek yerler arasındaki Marina Piccola, Sorrento’nun ana limanı olup Capri Adası, Napoli ve Amalfi’ye giden feribotların kalktığı yer. Marina Grande Sorrento’nun eski limanı. Nefis deniz ürünleri yapan restoranlara, eski tarzda ev ve dükkânlara ev sahipliği yapan bir balıkçı köyü..
Sorento’da; San Francisco Kilisesi ve San Francisco Manastırını ister istemez görüyorsunuz, çünkü batıda kilise ve manastır çok. Hayir öyle değil, bu Katedral, Kilise, Bazilika tarihi yapılar, bizdeki camiler gibi her yerde pıtrak gibi bitmiyorlar. Düşünebiliyor musunuz hala devam eden kilise inşaatları var.
Örneğin, Barcelona’daki bitmeyen kilise; “ La Sagrada Familia! La Sagrada Familia (Kutsal Aile)”...Bizde 40 haneli köye 3 cami veya küçük bir semte 3 cami ve altında dükkanlar inşa ediyoruz 3 günde..
Sorrento’da ayrıca; Etkileyici saat kulesi ile Sorrento Katedrali kolayca göze çarpan bir yapı. Katedral, yukarıda belirtiğim gibi; Sorrento’nun kalbindeki ana caddesi olan Corsa Italia’da.. Sorrento’da hareketliliğin Bizde hangi şehrimizin eski şehri var,?
Bir Eskişehir’imiz var onun da anasından emdiği sütü burnundan getiriyoruz. Bizim kentlerimizin eski kenti yok, çünkü tarihe saygımız yok, yenisini yaparken eskisini yıkmak bizim en büyük tutkumuz.... Batını en küçük kasabasının, tarihi eski kenti var, hatta kent tümden korumaya alınmıştır.. Sorrento’nun da; eski şehir (kent) kesimi var ve bu eski kent Sorrento’nun dar sokakları ilginç ve de; Basilica of Sant’Antonino ile kilise ve manastırdan oluşan San Francesco Kompleksi gibi tarihi birçok yapıya ev sahipliği yapıyor…
Sorrento’nun caddemsi sokağı Via San Cesareo; şehrin tarihi bölgesi. Burada; Sedili olarak bilinen eski soyluların “İtalya'nın güney bölgesinde 1948 Anayasası ile kısmi bölgesel özerklik verilmiş ve Latin dili Napolice’nin konuşulduğu ve de 20 bölgesinden birisi olan ”; Campania'daki tek kanıtı olan; 14.YY yapımı Sedile Dominova (Doma: ev-Nova: yeni) en etkileyici binasıdır. İlginç fresklerle süslenmiş iç duvarların manzarasını sunan iki kemerli kare bir şekle sahiptir.
Gül hanım, İtalya’nın eğitim politikasına değiniyor: İtalya’da eğitim ve sağlık devletin işi. Sağlık yerli ve yabancılara bedava. Bu da insan sağlığına evrensel baktıklarının göstergesi.. Orta eğitim- Lise bedava. Paralı okullar genelde zeka seviyesi düşük öğrenciler için tercih.. Roma hukuk, Bologno da mühendislik.. Milano da pizza ünlü:).. İtalya kadın egemen toplum. Adeta kadın ülkesi imiş..
POSİTANO
Bir daha söyleyelim. Biz Napoli’nin güneyinde yer alan; dünyanın, bırakın 7-8-9.harikası en harikası olan Amalfi Kıyılarını geziyor ve görselliyoruz ve de Dede yazıyoruz. İtalyanın evrensel bir sözü var; La Dolce Vita (tatlı hayat ). İşte “La Dolce Vita”’nın yaşanacağı yer.
Babamın amcası dedem Nesim Çorbacıoğlu birçok kez evlenmiş biri idi. Nesim dede bir gün amcamın aldığı, 1950’lerin renki opuler dergis “Hayat dergisi”’ne bakıyor. Dergideki güzel kadınları ve yerleri görünce “İşte hayat bu” demişti.
Bence Amalfi kıyıları işte hayatın olduğu yer. Evet, evet ve evet kere evet; Amalfi Kıyılarındaki muhteşem kasabalar; Sorrento, Positano, Praiano, Amalfi, Ravello, Salerno; Sorrento Yarımadası’ndan başlayan kıyı hattı boyunca göreceğimiz cennetin izdüşümü Güney italyanın cennete giriş kapıları gibi..
Düşünebiliyor musunuz; denizden yükselen kayalıkların (Faraglioni) oluşturduğu yamaç üzerine kurulu rengarenk evlerin denizle birleştiği, her bir kasabanın her cadde ve sokağından benzersiz görsellikler yakalanan, Amalfi Kıyıları insanı çıldırtırın ta odağı.. Fotoğraflarda gördüğümüz sarp yamaçlara kurulu evleri yakından görmek insanı gerçekten kendinden geçiriyor..
Bu kıyılar; orijinal yapısını korumuş ve birçok filme ev sahipliği yapmış özel bir bölge de.Tarih boyunca önemli bir liman olan Amalfi Kıyıları, Limon, üzüm ve zeytin ağaçlarının vatanı olan bu kıyılar, dünyaca ünlü, yüksek alkollu, limon kabuğunun sadece sarıs (rendeleme) ile yapılan ve buzlukt saklanan, sindirime yardımcı İtalya likörü, dahası İtalya’nın milli içkisi Limoncello (Limoncino-)’nun da doğduğu yer.
O limoncello’yı tadmak için Saat: 12:15’te Positano’ya doğru yola çıktık. Ne yol ama, Amalfi kıyıların sarp kayalara Ferhat’ın Şirin için oyduğu yol adeta. Yine belli periyotlarda duraup yol verip 12:53’te Positano’ya vardık.. 199’da çevrilen Matt Damon, Gwyneth Paltrow, Jude Law’ın oynadığı Yetenekli bay Ripley (The Talented Mr. Ripley) filmi burada çevrilmiş.
Demiştik ya içeceğiz. Ne mi? Granita Limonata’yı ve içtiyoruz, koyları ve falezleri ve de Positano’yu görselliyor, yazıyoruz.. çekimler için özel yapılmış bir film platosu benzeri bu kıyı kentlerin geliri; balıkçılık, turizm, zeytin, limon ve üzüm ve de seramik … 1953 yılında Amerikalı yazar John Steinbeck Amalfi sahilini, özellikle Positano'yı öykülendirmiş ve Amerika’ya tanıtmış..
AMALFİ
Saat 13:20 Salerno bölgesinde bulunan ve de İtalya açıklarındaki, Akdeniz'in bir kolu olan; Tiren (Tyrrheyinan) Denizi'ndeki Salerno Körfezi'nin güney kıyısında uzanan; Amalfi sahilinin, insan heyecan veren dar ve keskin virajlı, iki otobusun zor birbirini geçtiğ denizden 100 metre yukarıdaki yoldan inişe geçtik.. 10. ve 11. yüzyıllarda, Amalfi Dükalığı, Amalfi kasabasında bulunan Amalfi Kıyısı topraklarında bulunuyordu . Amalfi sahili daha sonra Salerno Prensliği tarafından kontrol edildi, 1137'de Pisa Cumhuriyeti tarafından görevden alınana kadar...Yavaş ve dikkatle; Salerno ilinde kasaba ve komün olan Amalfi’ye iniyoruz..İnsanı ürperten kayalara oyulmuş veya monte edilmiş, basamak-basamak denize inen rengarenk evler sizi masalsı bir atmosfere taşıyor. Seyretmekten kendinizi alamayınca bazı kareleri kaçırıyorsun. Bu muhteşem kayalıklarla bütün yapıların en muhteşemi; San Pietro öteli..
Ve saat; 14:21 Amalfi’deyiz..Mitolojideki Herkül’ün inşa ettiği kent. Adı da; Herkül’ün âşık olduğu su perisinden geliyormuş. Mitolojik öyküler inanilası kadim yaşam olmadığını bilmemize karşın, dinlememize gem vuramiyoruz…
Su perisi Amalfi genç yaşta ölür. Herkül o’nu dünyanın en güzel yerine gömer ve burası Amalfi diye anılmaya başlar.. Aslında Amalfi M.S. 447 yılında kurulmuş. Siz hangisine inanmak istersiniz bilemem ama bence mitolojideki güzellik buraya çok yakışıyor. Amalfi Positano’ya göre daha düz bir kasaba.
Bölgede seramik çok meşhur, tüm tabelalar, kapı numaraları, yerler bu seramiklerden. Kasabadaki pek çok tünel size gezilecek türlü türlü mekânlar sunuyor. Gezdik-gezdik ve en güzel resmin alınacağı limana indik, mendirekte yürüdük-yürüdük, 10 adet basamağa tırmanarak şiirselliği ve de gizemli efsane öyküleri çağrıştıran müthiş kareler yakaladık..
Kağıt ve filigran müzesi(Museo della carta), Amalfi meydanı(Andrea meydanı- Piazza Duomo), Amalfi katedral(Andre Katedralı-Cattedrale di Sant'Andrea Duomo di Amalfi").Bu katedrala merdivenle tirmanıyorsunuz, meydandan baktığınızda insanı etkilemiyor değil. Katedralin içini gezmedik, biraz bıkkınlık verdiğ için, çünkü hep aynı şeyler, ikonlar, vitraylar, tavan ve duvar resimleri-süslemeler. Bu nedenle merdivenler oturduk, farklfarklı insan renklerini izledik.Hepsi de mutlu, kendiyle barışık, evrensel kimlik, dahası gezegen kardeşlerimiz…
Bu katedral; Havari Koruyucu aziz Saint’ Andreaw adını taşıdığı için adı; “Saint Andreaw Katedrali”’ Bunun arkasındaki bahçe içerisinde yer alan Arap stili mimarideki Chiostro del Paradiso manastırı; Gotik kemerleri, beyaz sütunları ile görülesi bir yer… Saint’ Andreaw çeşmesi(Fontana Saint’ Andreaw)…
Belediye Müzesi’nin bulunduğu Palazzo Morelli’de Akdeniz Bölgesi’nde kullanılan, Amalfi’de 10. yüzyılda yazılan deniz hukuku kitabı Tavola Amalfitana’yı görebilirsiniz. Göz alıcı The Duomo Sant’Andrea katedrali bu meydanda yer alıyor… 9.yüzyıla ait Sant’ Andrea Katedrali ve Chiostro del Paradiso (Cennet Manastırı) Ortaçağ mimarisine tanıklık ediyor…
1266’da yapılan Chiostro del Paradiso da Ortaçağ mimarisinin en güzel temsilcilerinden. Maestra dei Villaggi sokağı nefis bir manzaraya sahip…. San Pietro della Canonica manastırı olarak 13. yüzyılda yapılan bina şimdi Amalfi’nin en şahane manzaralı otellerinden birisi… Flavio Gioia Heykeli ve Çeşmesi.. Gez, gez, gör, gör, yaz, yaz; yaz bitmezden..
Ve deniz ürünleri, doğrusu, kalamar ve midyelerin mideye inmesi harika bir damak tadıydı.. Cola canımız çekti, Fast-food yiyecek yeri, dahası Mcdonald's aradık bulamadık. Öğrendik ki İtalyanlar çocuklarına bile cola içtirmezmiş, bu nedenle Mcdonald's türü Fast-food’lar seyrekmiş..
Ececan ille de deniz..Kıyıya indik kabinler kapalı. İnsanlar kumlarda, bir Allah’ın kulu denizde yok..Anladık insanlar bir şeyden ürküyor. Ve Ececan yüzmeye başladı, o da ne kumdan yatanlar denize girmeye başladı, belli ki bir deli yürek bekliyorlarmış..
RAVELLO
Festivaliyle ünlü ve dahi Kültür kenti Ravello’ya 16:36’da yol almaya başladık. Artik tehlikeli; dar, keskin virajlı uçurumlar yok, ama yine de uçarak gitmek yok..Tırmandık, tırmandık ve öyle bir yere geldik ki, görselliğin büyüsü ile sürekli duruyoruz.
Sita durağı burası, şimdi arabamız değil biz tırmanıyoruz. Araba+Biz=400 metre tırmanmışız. Ve bu tırmanış sonrası öğrendik ki burada da Cennetin terası varmış, tıpkı cennetin izdüşüm Artvinimin olduğu gibi..Artvinimdeki cennet terasından; baraj gölünü, devasa ladin, kestane, ceviz ve diğer çam ormanlarını, Ravello cennet terasından ise Akdeniz’in kolu Tiren denizini, Minori’yi ve Maiori’yi,Basamaklı kayalıklara konuşlandırılmış villaları, limon bahçelerini ve çam deryasını izliyorsunuz..
Siz karar verin hangisi güzel. Ben karar verdim mavi gezegenimiz gerçekten cennetin izdüşümü, biz doğaya ve doğana duyarsızlar cehenneme çeviriyoruz. Bir realite, çünkü Adem ve Havva cennetten kovuldu ise, gönderildikleri yer cehennem, yani Habil-Kabil sonrası cehenneme dönüştürülen dünyamız. Yine biliyoruz ki cehennemde cezamız dolunca, cennete döneceğiz. İşte Artvin ve Ravello’ya geldiğinizde, cezamız bitti cennete döndük diye aldanabilirsiniz..
Kendimi sorguladım: Sürekli yazıyorsun, yorulduğunda dinlenmek için yazdıklarını okurken ‘bu ne biçim yazı’ diyerek daha çok mu yorulursun, yoksa dinlenirsin, iyi ki yazmışım diye? Göreceğiz..
İşta bu cennetin terası Piazza Duomo meydanındayız. İkide bir “Duomo” diyoruz. Ne demek Duomo? Duomo İtalyanca’da Katedral demek. Ravello Katedrali’nin (Duomo) çan kulesi karşılıyor sizi .Eşlik ederek Duomo meydanına çıkarıyor sizi…
Amalfi Sahilleri’nin sadece plajlarından yorulanlar kesin buraya koşuyordur, O2 yüklenmek için.. Kayalık kenarlarındaki bahçeleriyle insanı büyüleyen manzaralar sunan Ravello 1996 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne dahil edilmiş..Sıra Artvin’de demiyorum, cennetimiz gezegenin en yakışıklı ülkesi olan Anadolum, adeta kültür ve medeniyetler köprüsü. Bu uygarlıklar köprüsü; benece,UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne dahil edilmesi gerekir..
Ravello girişinde size Ravello Katedrali’nin (Duomo) çan kulesi eşlik ederek Duomo Meydanı’na ulaştırıyor. İki yanı çiçeklerle süslü merdivenlere damat ve gelin ve yakınları tırmanmış, müthişler..
Pastel sarısı Duomo Cafeden izlemeye başladık olan biteni..Ve sonrası karşı tepelere Karadeniz evleri gibi yeşil tepelere dağılmış yalnız evleri izliyor ve görselliyoruz.. Alman besteci Richard Wagner ve Greta Garbo Ravello hayranları.. Duomo Meydanı’nın girişinde, çan kulesinin hemen karşısında yeşil ferforje (Dökme demir) kapı sizi Villa Rufolo’ya ulaştırıyor..
Alman besteci Richard Wagner 1880 yılında; 13. yüzyılda zengin bir tüccar Rufolo ailesi tarafından inşa edilen Villa Rufolo ve görkemli bahçesini ziyaretinde o kadar etkilenmiş ki burası “Parsifal”operasının sahne tasarımına ilham olmuş. Wagner’in onuruna 1952’te düzenlenmeye başlayan ve her yıl Temmuz ayında gerçekleşen Ravello Festivali burada yapılıyor..
Villa Cimbrone: Şu an 5 yıldızlı bir otel olarak hizmet veren Villa Cimbrone bahçesi ve içindeki çardakları, çam ağaçlarıyla İtalyan estetiği ile düzenlenmiş. Akdeniz’e özgü çam ağaçları hayranı olduğum bu manzarayı daha da güzelleştirmekte muhteşem bahçeleri ve Terası”nın büyüleyen manzarası insanı zaman ötesine taşıyor..
Katedral(Duomo) meydanının ince sokakları adeta cennet sahanlıkları gibi. Bu ince sokaklardan biri Via Roma oluyor.. Ayrica; seremik yanında hediyelik eşya ve giysi birçok minik dükkan mevcut. Benzer Via Boccace sokağı ressamlar ve Seramik sokağı sanki. Burada büyükçe bir seramik atölyesi var.
Palazzo Della Marra’nın binası, kemerleri ve arkasındaki manzara ile tam bir tablo gibi.Amalfi kıyılarını kayalara rapt edddddddddilmiş ve denize dek inen “San Pietro öteli”’nin tablosunu burada görüntüledim.. kartpostal. Biraz ilerleyince Duomo Meydanı’na çıkıyorsunuz…
Via Roma’ya girmeden önce hemen sağınıza bakarsanız iki yanı zakkumlarla donatılmış sakin bir sokak karşınıza çıkıyor.Villa Cimbrone’ye giderken de küçük dükkanların bitimindeki merdivenli bir yolun sağında üzüm bağları, tam karşınızda ise Chiesa S.Francesco dei Frati Minori Conventuali’nin pembe çan kulesi yer alıyor..
Ve cennet Ravello’dan ayrılıyoruzç..Yoğun sis altında tehlikeli virajları döne döne otobana iniyoruz. Yold bize keçiler ve çobanı eşlik etti bir ara ve otobandayız..Ötele yol alırken cennetten ayrılış hüznü de bizimle yol alıyor.
POMPEİ
5 Haziran 2019. Saat; 09:00. Pompei’ye yolculuk başladı.. Pompeii antik çağın önemli limanlarından. Eğer 1940 yıl önce, yani M.S 79’da ölmese idi, günümüz Napoli kenti belki de bu denli gelişmeyecekti , nokta.. Noktayı kaldırayım; 79’daki Vezüv patlamasından kurtuldu, fakat 400 yıl sonra sel çamurları altında kalmasa, Napoli bugünkünden görkemli olurdu..Acele ediyoruz..
Ne olur olmaz M.S. 23 Ağustos 79(?)’da deliren Vezüv, M.S. 5 Haziran 2019 günü de delirmesin diye. Şaka bir yana, bir oyana bir bu yana, içinden hepimiz bu duyguları geçirdik. Demem o ki Pompei’ye her gelen bu duyguları yaşıyordur..
Ha, buraya şunu da monte edeyim: Yok olan sadece Pompeii değil, yakınındaki Oplontis ve Herculaneum da yok oldu.. Efsanelere göre Herkül‘ün kurduğu Herculaneumda da insanlar yanardağ patlaması sırasında oluşan gaz ve toz bulutunun etkisiyle uykularındayken ölüme gittiler.
Yalnız Herculaneum, Pompei’nin aksine, ıslak volkanik çamur altında kaldığından, buradaki ahşap malzemeler ve yemek gibi gündelik hayata ait izler neredeyse mükemmel bir şekilde doğal olarak korunmuş. Adeta sıcak derin dondurucuda kalınmış. Sıcak derin dondurucuyu ilk benden duydunuz ise anlayışınıza bırakıyorum..
Pompei’de ise yiyecekler zaman içinde tamamen çürüyerek ortadan kaybolmuş. Pompei’den bir farkı da Herculaneum’un; Herculaneum üzerinde antik Ercolano kenti kurulması. Ercolano; 1997’den bu yana UNESCO Dünya Mirası Listesi‘nde yer alıyor.
Herculaneum’un kalıntıları üzerine kurulan Ercolano kentinin altında, Herculaneum’dan kalma 2500 kişilik Tiyatro konser salonu bulunmuş.. Bir söylenceye göre; dünyanın en büyük amfi tiyatro Pompeii çevresinde M.Ö. 80’de inşa edilen Amfitiyatro (Kollezyum) imiş.
Öyle ki; Collezyum’un Arenası kazılarak çevredeki doğal toprak düzeyinin altına indirilmiş amfi tiyatro; 136 m’ye 104 m boyutlarında taş bir yapı ve yaklaşık 20 bin oturma yeri var.. Herculaneum’dan kalma, Ercolano kentinin altındaki bu olsa gerek.
Evet Pompei; Pompei İtalya'nın Campania bölgesinde, Napoli ili'ne bağlı, Napoli kenti yakınlarında bulunan bir şehirdir. Pompeii antik şehri kalıntıları ile ünlü olan şehrin 2010 yılı nüfusu yaklaşık 30 bin..
Saat; 10:25’te, Pompeii’nin 8 metre yüksekliğindeki surlar önündeyiz. Pompeii antik kendine girdik. Cadde ve sokak birbirini dik kesen izgara planlı. Yani; sokakların çoğu cadde ve limana iniyor.
İlk girdiğimiz yer, Gladyatör okulu. Gladyatörler, güçlü olsun ve iyi dövüşsün diye proteinle, doğrusu çok iyi beslenirlermiş. Çünkü Galdyatörler okulun sermayesi imiş. Gladyatör, Latincede kılıç ustası anlamındadır; 'gladius'. Roma İmparatorluğu döneminde ise profesyonel dövüşçülere verilen ad olmuştur.
Eski Roma'da genellikle savaş esirleri ve kölelerden oluşturulan, Romalı insanları eğlendirmek amacı ile, birbirleri veya vahşi hayvanlarla dövüşmek zorunda bırakılan profesyönel dövüşçüler. Gladyatörler adeta bir işveren emrinde çalışan işçiler. Ancak onun emek olarak sunduğu iş dövüşmekti. Bu işte ölüm kaçınılamaz.
Çoğu da sahibi tarafından dövme ile işaretlenirlermiş.. İnsan hakları, yaşam hakkı gibi evrensel değerler mı dediniz, güldüm.. Çünkü, Gladyatörlerin büyük çoğunluğu köle idi ve onlar bu değerlere sahip olamazdı. Yine de; başarılı olan gladyatörler arasında ün sahibi olanlar, toplumda önemli yerlere gelenler olmuş. Hatta siyasette bile yer aldıkları yazılır..
Tiyatro ve konser alanın geldik.. Önce konser salonuna giriyoruz. Sanatçı sahneleri ve sahne arkasındaki akustik duvar düzeni düşündürücü bir dahilik.Tribünlü tiyatro yeri de bir harika ses ve iç mimarlık dehası. Tribünlere fırladım, tepeye çıkarak çekimler yaptım..
Pompeii ve caddeleri devasa taşlarla döşeli. Caddelerdeki ve sokak köşe başları zenginlerin evleri için ayrılmış. Her köşe başında farklı adda çeşme var, adresler kolay bulunsun diye. Zenginler caddesi denen; Viadell’ Abbondanza’da bunu görebiliyorsunuz. Ayrica; Restaurantlar, Hamamlar, fırınlar ana caddede..
Bir inanca göre; üzüm yetiştiriciliği, yani şaraplarıyla ünlü Pompei’de insanlar Asmalara, Kuş, Aslan ve Eşek adını koyduğundan hangisinin şarabı içilirse o insan o hayvan oluyormuş..Antr parantez; “ İtalya’nın kuzeyinde Etrüsklerin(Lazlar), Romalılardan çok daha önce bölgedeki ilk bağcılar oldukları söyleniyor. Hatta ilk Collezyum inşa edenlerin..”
Pompeii Forum meydanındayız.. İlkin sizi, at üstünde Bronz bir heykel karşılıyor. Elbet antik çağa ait seğil, modern zamanımızda Polonyalı bir sanatçı yapmış. İsmai lazım değil, amtihanda sormazlar inşallah:). Meydan çevresi, Romaneski tarzda tapınak mimarisinde yapılalarla çevrili harika bir meydan..
Pompeii ve yakın kentlerde yaşamını yitiren insanların ölüm nedeni; fiziki yanma ve darbeden çok, yandığında, zehirli gaz olan; sülfür dioksit gazını yayan kükürt zehirlenmesi.. Patlama sonrası Pompei taşlaşmış. Bu Vezüv patlaması sonrası lavların şehre boşalması sonucu değil, yaklaşık 15 metre yüksekliğine varan küllerin tüm şehri kaplamasıyla olmuş.
Taşlaşan insanları lavlar taş haline getirmemiş. binlerce yıl, ta ki M.S 1790 yılına dek, yani;1711 yıldır küller altında kaldıkları için, zaman içerisinde taşlaşmışlar. Evet; uzun süre küller altında yatan bu şehir ancak 1790'lı senelerde taşlaşmış olarak insan içine çıkartılmış. Titiz ve son derece hassas kazılar sonrasında kent adeta canlı olarak gün yüzüne çıkarılmış.
İnanın kalıntılar arasında gezereken bırakın Romalı asker, Vezüv lavlarla karşınıza çıkacakmış ürküntüsü ile sokak ve caddeleri geziyorsunuz. Kısacası; eski Roma İmparatorluğu'nun tüm atmosferini soluyorsunuz adeta..Dahası, taşlaşmış bedenler evlerinden ve dükkanlarından çıkacakmış ve yollarda yürümeye başlayacaklarmış gibi duruyorlar..
Pompei için günahkarlar kenti diyorlar. “Günümüzde bile hangi kent günahkarlar kenti değil!” demiyelim de, “Günah işlenen kentler günümüzde çok..” dersek, kimsenin ahlaki duygularını tahrik etmemiş oluruz. Özellikle bu işe izin verenler aniden ahlak nobeti krizine girerler....Pompei’de genelev varmış. Olmayan kent göster.
Olmayan kentlerde de evlere servis yapıyorlar. Pompei de bari randevü evi yok. Pompei dönemin uygarlıklar bütününde en büyük ticaret ve liman kenti. Bilindiği gibi, her ticaretin yapıldığı kıyı şehrinde genelevleri ve ibadethaneler vardır. Pompeii de her kıyı şehri gibi genelevleri ile o yıllarda ticaretin yapıldığı gemilerde çalışan ve uzun süreler her şeye aç kişilerdir. Pompeii, aslında her türlü gereksinime yanıt veren sistemli bir kent, öyle ki Genelev halka sorulması ve sormak ayıp olduğu için bazı evlere veya yakınlarına cinsel kabartmalara yer vermişler..
Burdan yola çıkarak günahkarlar kenti Pompei Allah tarafından cezalandırıldı demek doğru değil. Dahası Pompei günahkarlar kenti olan Sodom ve Gomore gibi cezalandırıldı demek... İyi de; Bengaldeşteki Müslümanları yok eden, yani 500.000'e yakın kişinin ölümüne sebebiyet veren 7 Kasım 1970’de başlayıp 6 gün süren; “Bhola kasırgası”’na ne demeli??!!.....
Vezüv yanardağı ceza için kullanılmak üzere getirildi ise, neden geri götürülmedi işi bittiği için..Vezuv hala tehlike.. Pompei yok oldu, fakat insanlar hemen birkaç km uzağında yeni bir Pompei kurdu ve bugün nufüsü 30 bin.. İnsanlar korkusuz mu, cesür yürek mi, aptal mı.. Depremin ve Volkan patlamasının ne zaman geleceği hala bulgulanmamışken..
Bazı beyni türbanlılar şunu söyleyebiliyor bilerek veya bilmiyrek: “Bu arada Pompei‘de yaşayan yahudi köleler kentin başına geleni anlatmak için duvara “Sodom” ve “Gomore” yazısı yazmışlar. Tabi araştırmacılar bu yazıyı yazanların yahudi köleler olduğunu düşünüyor. Peki bu kelimelerin anlamı ne? Kutsal kitaplarda cinsel yaşamlarındaki çarpıklıklar nedeniyle ahlaki çöküntü yaşayan, günahkar Lut Kavmi’nin şehirleri olan Sodom ve Gomore‘nin Tanrı tarafından, yangınlı büyük bir felaketle yok edilerek, kavmin cezalandırıldığı anlatılır. Pompei‘nin başına gelen de aynısı olmuştur….”
Bu benim aklıma 1999 Marmara depremi sonrası bir grup meczubiyenin acılarını derinden yaşayan Kocaeli’inde “ 7,2 depremi yetmedi mi!?” pankartı açmasını aklıma getirdi..Yahu benim de aklıma gelip gidiyor, acaba gelip giden akıla sahibim!!:)
Antik Pompei, dünyanın en düzenli kenti. Kent planlaması çağımıza örnek alınması gereke izgara planlama. Kuşbakış eski ve yeni Pompeii’yi görsellerseniz bunu görebilirsiniz. Düşünün; kanalizasyon sistemi ve yol ve yaya kaldırımları , yaya geçitleri mükemmel. Bir sinyalizasyon koymamışlar:) Evet; yaya geçitleri halkın yoldan akan kanalizasyon sisteminden kirlenmeden karşıdan karşıya geçebilmeleri için yüksek yapılmış ancak aralarındaki açıklık arabalarının geçebileceği şekilde inşa edilmiş.
Her şey tamam da taşlaşmış cesetler bulgulandı, sonra diğer belirlemeler ve koruma nasıl yapıldı? Pompeii’de taşlaşmış bedenlere yapılan bilgisayarlı tomografi (CT) taramaları, daha önce benzeri görülmemiş detayları; kemiklerini, narin yüz hatlarını ve mükemmel dişlerini ortaya çıkartıyor..
Pompeii’deki yıkıcı volkanik patlamanın kurbanları 1711 yıldır küllerin altında gömülü kaldıktan sonra modern görüntüleme teknolojileriyle yeniden hayata döndürülüyor…Arkeologlar geçen sene boyunca, volkanik patlamada ölenlerden bedenleri iyi korunmuş olan 86 Pompeii insanının kalıntılarını taradı ve onardı. Restoratörlerin yayınladığı ilk tarama sonuçları, bize bu insanların alçılanmış bedenlerinin altında nelerin gizlendiğini gösteriyor.. Hatta genetik araştırma ile o dönem üzümü de bulguladılar Daha da hatta, taşlaşmış ınsanların DNA Taramalarından meslekleri bulgulanmış..
Taramalarda ortaya çıkan en hayret verici keşif ise bir Pompeiilinin mükemmel durumda bulunan dişleriydi. Araştırmacılar bu sağlıklı dişlerin düşük şekerli ve bol lifli bir beslenme şeklinin sonucu olduğunu ve yüksek ihtimalle Pompeii insanlarının bizlerden daha sağlıklı beslendiklerini söylüyor..
Pompei’deki taşlaşmış insanlar, çok sıradan bir şekilde kaidelendirmişler, Anforalar ile birlikte. Bence orijinal değiller. Buraya ilgi çekmek için sonra yapımı ölü heykeller..
Vezüv volkan çevresini salt Pompeii olarak gezdik, hüzünlendik. İtalya her an bu hüznü yaşayabilir. Yaşayabilir çünkü; İtalya adeta Volkanlar ülkesi..Vezüv, Etna(Aktif) ve Stromboli adasındaki; Stromboli yanardağları dünyanın saygın volkanları..
ROMA
Saat; 13:24 Roma’ya hareket. Roma’ya hakaret eden Neron’a hesap soracağız.. Hiç de öyle değilmiş. Neron bilerek Roma’yı yakan ve yüksek bir yerden Lir çalan adam değilmiş.. İlerki bölümcelerde yazacağım..
Şimdilik bir Roma’ya gelelim de:
Biz sadece; 7 tepeli İstanbul’u, biliyoruz; 1. Topkapı Sarayı tepesi--2. Çemberlitaş tepesi--3. Beyazıt tepesi--4. Fatih tepesi--5. Yavuzselim tepesi--6. Edirnekapı tepesi--7. Kocamustafapaşa tepesi.. Roma da 7 tepeli bir kent; 1.Palatine Tepesi (Collis Palatinus; Romulus tarafından kurulmuş)-- 2.Aventine Tepesi (Collis Aventinus)—3. Capitol Tepesi (Capitolinus)-- 4 Quirinal Tepesi (Quirinalis)—5. Viminal Tepesi (Viminalis)-- 6 Esquiline Tepesi (Esquilinus)—7. Caelian Tepesi (Caelius).
Otobanda; zeytin, mısır, kısacası ekin ve meyve bahçeleri arasında ilerliyoruz.. İlerlediğimiz yer Süt dağları ve Vezüv arasındaki ova..Caıanelo’yu geçince dağlar birbirine yaklaşmaya başlıyarak ova vadiye dönüştüğü noktada Latin vadisine girmişiz…Sain Vıttore sapağını geçtik..
520 metre yükseklikteki Monte Cassino tepesindeki Ünlü Monte Cassino manastırının olduğu Cassıno kasabasına 6 km kaldı. İkinci Dünya Savaşı'nın en uzun ve kanlı savaşını geçtiği süreçte ve 15 Şubat 1944 günü Müttefikler tarafından bombalanarak yıkılan tarihi Monte Cassino Manastırı, İngiliz istihbaratının küçük bir tercüme hatasının kurbanı olmuş.
Dahası; ‘Tabur şu anda Monte Cassino Manastırı'nda' şeklinde tercüme edilen gizli mesajı çözünce, Almanlar'ın tarafsızlığı bozduğuna ve manastırı işgal ettiğine karar vererek bombalama emri vermişti. Monte Cassino manastiri (Aziz Benedic manastırı) dünyanın en ünlü manastırıdır. M.S. 529 yılınında Azizi Benedic, bir Apollo tapınağı kalıntıları üzerinde inşa etmi..
Daha gelmedik Roma’ya. Ön bilgiler bunlar.. Roma’ya 93 km daha var. Castreceilo 7, Pontercovro 5, Cassilino 2.5, km var ve bu kmleri bitirdik..Bu sefer; Macoiha 7, Ceprano 15 km’lik yolu bitireceğiz..Tabelalar orta refüjde, dikkatımı çekti..Frosısone 16.5 kalınca Roma’ya da 63 kaldı..
Saat; 15:11. Frosısone’ye ulaştık..Roma 39, Colleferro 4 km derken Romaya geldik erken,23 km kaldı..Gitmek isterseniz Firenze(Floransa) 31 km..Floransa’ya gideceğiz elbet..Valmontone’yi geçtik..Firenze 21, Roma 25 km kaldı.Saat; 16:07’de Cassero, 16:14’te Tornevao, 16:16’da da Fırenzesapaklarını geçtikve 16:21’de Roma’ya girdik..
Modern Roman’ın, modern sokaklarını arşınlıyarak gezeceğimiz “Antik Roma”, MÖ 9. yüzyılda İtalya Yarımadası’nda kurulan Roma şehir devletinden doğarak tüm Akdeniz’i çevreleyen muazzam bir imparatorluk haline gelen uygarlık. Yaklaşık 1200 yıl boyunca varlığını sürdürmüş. Roma uygarlığı batı dünyasındaki hukuk, Mühendislik, savaş, sanat, edebiyat, mimari, teknoloji ve dil konularının gelişimine büyük katkıda bulundu ve hâlen de günümüz dünyası üzerinde büyük etkiye sahip. “Roma Hukuku’nu”, salt hukukçular değil dünyanın her sınıf insanı bilir.
Öyle ki; Hukukta, Jüstinyen’in kanunnamesiyle korunan Roma hukukunun, Doğu Roma İmparatorluğu boyunca devam ettiği ve Kıta Avrupası’nın batısında benzer yasal düzenlemelere temel olduğu biliniyor. Dahası; Roma hukuku daha geniş anlamda 17. yüzyılın sonuna kadar Avrupa‘nın büyük bölümünde uygulanmaya devam etti ve hala ‘modern çağ esas alınarak yapılan eklememelerle’ devam ediyor....
İlber Ortaylı hocam diyor ki; “ Türkiye, 10 tane daha hukuk fakültesini kaldıramaz. Yok yetişmemişiz. Hukuk tarihçisi yok, Roma hukukçusu yok. Dersi kaldırmaya kalkıştılar. Olur mu Roma hukuku, hukuk tarihi, hukuk felsefesi kalkar mı.. “Bir kere dosyanızı mutlaka okuyacaksınız.
İkincisi sağda soldaki insanlarla samimi olmayacaksınız. Osmanlı kadısı 25 akçelik en alt kademeden başlar. İki yıl bekler terfi eder sonra tekrar iki yıl ve terfi eder. İki yıldan fazla bir yerde tutulmaz. Ahali ile yüz göz olmasın diye. Bu çok önemlidir. Yani bir hukuk adamının ahali ile yüz göz olmaya başladığı zaman iş bitmiştir. Bu bir altın kuraldır. Davacı ile yemeğe çıkmayacaksınız. Mahalli halktan birinin düğününe gidemezsiniz” dedi.?” diye konuştu.
Düşünün; yüzlerce kilometre uzunluğundaki su sarnıçlarından gelen temiz suların aktığı çeşmeler,dahası; 19.ve 20. yüzyılda bulgulanan mühendisliğe sahipti. Sayısız yol, köprü, su yolu, hamam, tiyatro ve arena inşa edilen ülkede Kolezyum, Pont du Gard ve Panteon gibi birçok anıt bugün Roma’nın tarihi zenginlikleridir.
Roma İmparatorluğu’nun parçalanması, adeta Antik Çağlar’ın sonu, Orta Çağ’ın, aynı zamanda Karanlık Çağ’ın da başlangıç tarihi olarak kabul gibi.. Doğu Roma İmparatorluğu, bilindiği gibi Fatih Sultan Mehmet 1453’te bitirdi..
Seyre daldık; Roma’yi ikiye bölen Tiber nehrini.. Nehre Romalılar "Tevere" diyormuş. Üzerinden onlarca köprü var. Köprüler; Pagan Roma ile Hıristiyan roma'yı birbirine bağlıyor. Tiber nehrinin ortasindaki adanin da adi; Tiber. Dahası; Tiber Adası(L'ısola Tıberına) küçük ve üzerinde Kilise olan güzel bir ada. …
Tiber nehri antik Roma’nın ticari limanı işlevi taşırmış. Çünkü; gemiyle taş, kereste ve gıda maddesi taşınırmış. Nehrin yoğun tortusu yüzünden limanlar kısa sürede kullanılamaz hale gelmiş. Nehir turu yok..Roma’nin günümüzde; "Ostia" en önemli limanı. Buğday, zeytinyağı ve şarap taşımacılığ ağırlıklı.
Sabun öyküsünü de öğrendik: Söylenceye göre, eski Roma'da hayvanların kurban edildiği Sapo dağı'nda biriken hayvan kül ve yağlar, yağan yağmurla Tiber nehrine karışarak köpüklü bir karışım oluştururmuş. Bu karışım, bugün kullandığımız sabunun ilk doğal şeklidir ve "sabun" adı da sapo'dan geliyormuş..
Mussolini Tiber’in menbasına(ilk çıktığı kaynağa) bir anıt diktirtmiş ve üzerine Latince; Quı Nasce Il Fıume Sacro Aı Destını Dı Roma(Buradan Roma istikametini kutsayan nehir doğuyor)
COLLEZYUM
M.S. 72-79’da yapılmış Collezyum’a gitcez.. Colle Oppio Tepesinden gittik de. Piazza Oppio meydanından kentte girdik. Ünlü San Paolo Meydanındayız. Roma’nın ikinci büyük kilisesi olan St. Paul Bazilikası (San Paolo Fuori le Mura), San Paolo Meydanı’nda (Piazzale San Paolo) Constantinus tarafından 4. yüzyılda Aziz Paulus’un gömüldüğü yere yaptırılmış.
Ayni zamanda; Aziz Yahya’ya adanmış Aziz Paulus kilisesinin bulunduğu kiliseler meydanı.. Hıristiyanlığın Kudüs’ten Anadolu’ya buradan da Avrupa’nın içlerine yayılmasında en büyük payı olan Aziz Paul’undan söz ediyoruz. Bilindiği gibi; Aziz Paulus’un 4. yolu (M.S. 59-69); Kudus(Jerusalem)’de Roma askerleri tarafından tutuklanması başlar.
Yargılama sonrası deniz yoluyla Caesarea (Suriye)’dan, önce Sidon(Lübnan’daki Sayda kenti)’a oradan Antiokheia’ya (Antakya) ve Tarsus’a geçtikten sonra, Myra (Demre), Cnidus (Datça) Kentlerine, Crete (Girit) ve Malta adalarına uğrar.
Devam ederek Sicilia (Syracusa), İtalya’nın Rhegium ve Puteoli kentlerini ziyareti ardından karayoluyla Taverns üzerinden Rome’ye (Roma) getirilir ve Rome’de hapse atılır. Daha sonra da M.S. 64 veya 67 yılında idam edilir.
Surların Dışındaki Aziz Paulus Bazilikası..
St.John Lateran Bazilikası Kutsal Kurtarıcı ve Azizler Katedrali, The John of the Lateran, Saint John Lateran ve Lateran Bazilikası Papalık Archbasilica (En büyük) olarak da bilinen - The Lateran, Saint John Lateran veya Lateran Bazilikası olarak da bilinir. Roma kentinde bulunan Roma ve Roma Pontiff (Piskopos, özellikle papa)'in koltuğu olarak hizmet vermektedir..
Baptist ve Lateran'daki Misyoneri En Kutsal Kurtarıcı ve Azizler Yahya Katedrali ( İtalyan : Santissimo Salvatore e Santi Giovanni Battista Laterano'daki Evangelista ed ) - olarak da bilinen Lateran'daki [in] Saint John Papalık Archbasilica , Saint John Lateran veya Lateran Bazilikası - olan katedral kilise arasında Roma Piskoposluk kentinde Roma ve görevi gören koltuğun arasında Roma Başpiskopos.
Saint Peter Bazilikası, Roma’nın katedrali olarak düşünülse de aslında bu unvanı 4. yüzyılda piskopos olan Saint John Lateran’a borçludur. Bu eski kilise, ilk Hristiyan İmparator Constantinus tarafından yaptırılmıştır.
O da ne; karşımızda; 1949 yaşında devasa bir Etrüsk Kampanya eskisi. Köken, ilk tahta tribünlere sahip Etrüsklerin (Lazlar) yaptığı Kampanya adlı bağımsız yapı..Lazlar demem birilerine ilginç gelebilir. Nedenini kısaca değinmiştim daha inandırıcı olması için şunu da ekliyeyim: Etrüsk efsanelerinin kafkas masalları ile benzerlikler göstermesi de ayrı bir merak konusudur. Dillerinin de Kafkas dilleriyle akraba olan Bask Diline benzemesi..
Bu da İtalya yarımadası'na M.Ö.: 1200 yıllarından itibaren dalgalar halinde göç edip yerleşen bir ilkçağ topluluğu olan ve Roma ile Floransa arasinda yasamis M.Ö 5.yüzyildan itibaren Bati Avrupa'nin en parlak medeniyetlerinden birini kuran Etrüsklerin Kafkas kökenli olabilecekleri savını güçlendirmektedir..
Hatta; bu dil Kuzey Kafkas halklarindan olan Abhazlarin diliyle örtüştüğü söylenir. Sözde (A)Basklarla Abhazlar ayni kokenden gelmekteymiş. Peki; M.S. 3.yüzyılda Politik bir otorite olarak ortaya çıkan Lazlar; etki alanını genişleterek Abhaz halklarını yönetimi altında asırlarca kalmalarına ne demeli..
İtalya’nın önemli tarihi ve turistik yapıların başında gelen, 1949 yaşındaki devasa Collezyum(Amphitheatrum Flavium- Flavium Hanedanlığı döneminde yapıldığı için) temelde bir arkeolojik kalıntı. Çünkü dünyanın en çok turist çeken yapılarından biri olmakla birlikte zaman içerisinde yıpranmış, bazı bölümleri yıkılmış veya deforme olmuş. 2007 yılında dünyanın 7 harikasından biri seçilmiş.
80 adet giriş kapısı bulunan Kolezyum toplam 50 bin kişiyi ağırlayacak kapasiteye sahiptir. Gerçek adı Flavian Amfitiyatrosu olan bu muazzam yapı, Neron’un altın heykelinin adı olan Collezyum nedeniyle Collezyum diye anılmaya başlamış.
Yok- yok tam öyle değil; tastamam böyle: “Kolezyum İmparator Nero’nun meşhur sarayı Domus Aurea’da ki yapay gölün üzerine yapılmıştır. M.S. 64 yılında, Neron yaktı denen aslında isyanlarda Roma’da meydana gelen büyük yangının ardından ortaya çıkan geniş alanı değerlendirmek isteyen Neron, Colessum’un yaklaşık 25 katı büyüklüğünde bir saray yaptırdığı saray; Altın saray Domus Aurea .Neron’un meşhur heykeli Colossus Neronis. Neron’un gösterişli sarayı savurganlığı halkın isyanına neden oldu.
Halk isyan ediyor ve her tarafı yakıp yıkıyor M.Ö. 64’te: Tarihte Neron’un Roma’yı yakma olayı bu.. Roma, Neron’un ölümünden sonra kanlı savaşlar yaşamaya devam ediyor, dolayisiyle saray da yakılıyor.. Neron sonrasının imparatoru Vespasion, Colosseum’u işte sarayın bulunduğu alandaki yapay göle inşa ettiriyor (M.S. 70-80 arası sürdü inşa). Saray MS 80 yılında Vespasion’un oğlu İmparator Titus döneminde tamamlandı. 100 gün ve gece süren açılış oyunlarında 5 binin üzerinde hayvan ve yüzlerce insan kurban edildi… Bu nedenle bu devasa yapıya Collezyum dendi. ”
İşte bu Collezyum, 50 bin seyirci kapasitesiyle dünyanın en büyük amfitiyatrosuydu. Amfitiyatro Yunance Amphi kökenli ve anlamı “Çepeçevre”, dahası; “her yanında oturma yerleri bulunan tiyatro” anlamında.. Yapılış amacı, gladyatör dövüşleri, hayvan avı, tiyatro ve eski savaşların temsili gösterilerini yapmak ve halka muhteşem bir eğlence sunmaktı.
Örneğin, İmparatorluklar arası, “Ben-Hur” filminde oldğu gibi ölümüne araba yarışları. Kolezyum’daki oturma düzeni de toplumsal sınıflara göre düzenlenmiş. Gösterilerin düzenlendiği alana en yakın yerlere soylular, arkalarda sıradan halk , arenaya(gösteri alanı) çok uzak ve arka kısımlara ise köleler otururmuş. Savaş esirleri ve ganimet köleler galdyatör okullarında gladyatör yapılıyor.
Ve de Kralın eğlenebilmesi halkın da küçük bahis oyunlarıyla kendilerine uğraş yaratabilmesi için alanda (Arena) savaştırılırlar. Gladyatörler süreç içinde olaya öylesine angaje olmuşlar ki; bu amansız savaşın ardından can verirken krala hizmet etmenin onurunu yaşamaya başlamış(Günümüzde lider erkine tapınanlar aklıma geldi).
Bu dövüşler sadece gladyatörler arasında da olmazmış. Birçok tarihi kaynakta, gladyatörlerin kimi zaman yırtıcı hayvanlarla savaştırıldığı da geçmektedir. Günlerce aç bırakılarak karanlık odalarda bekletilen hayvanlar gladyatörlerin üzerine en vahşi halleriyle salınarak hayvanların gladyatörleri parçalaması izlenirmiş. Bir gladyatör bu vahşi hayvanları alt etmeyi başarırsa özgürlüğüne kavuşması sağlanırmış..
Gerçektekten Roma Collezyumunda kuyruk alabildiğine uzamış. Ne mi yaptım yandan yandan kaçıverdim, çocukluğumuzdaki Samsunspor maçına girer gibi, çünkü 20 dakkamız kalmıştı. (Otobüsün park süreci)...
Saat; 17:15. Roma Forumu’ndayız.. Via Sacra, yani Kutsal Yoldan Roma forumuna ulaştık. Önceleri bataklıkmış. Collezyum ve Venedik(Venezia) Meydanı arasında. Tapınaklar, bazilikalar, zafer takları, kemerli sütunlardan oluşan bir arkeolojik kalıntıları izliyoruz. Alana girmek yasak, çünkü hala kazılar devam ediyor..
Antik Roma‘nın siyasi, ticari ve hukusal hayatının merkeziymiş. “Castor ve Pollux Tapınağı, Romulus Tapınağı, Satürn Tapınağı, Vesta Tapınağı, Venus ve Roma Tapınağı, Aemilia Bazilikası, Julia Bazilikası, Septimius Severus Kemeri, Titus Kemeri, Rostra, Hostilia Mahkemesi, Maxentius ve Konstantin Bazilikaları, Tabularium, Antoninus ve Faustina tapınakları, Urbi Göbeği ve Sezar Tapınağı” Roma Forumu’nda yer alan yapılardır. Aslında Roma’da forum çok. Elini sallasan foruma çarpar; Sezar forumu, Nerva ve Augustus Forumu.
Santa Maria del Popolo; Roma’da bulunan en önemli Rönesans dönemi eserlerinden bir tanesi. 1472 yılında yapılan kilisede Andrea Bregno, Pinturicchio ve Bernini gibi isimlerin çalışmaları mevcuttur.
Saat; 17:50 Venedik(Venezia) Meydanı’ndayız. Önce asırlık ağaçları ve birbirinden görkemli heykellerin bulunduğu Borghese bahçeleri sonrası “Piazza del Popolo/Popolo Meydanı” ve de Roma’nın İstiklal Caddesi “Via del Corso”yu geçtik; Venedik Meydanı, Piazza Venezia’ya geldük.. Coşkulu anlatım, yani Barok tarzda yapılmış; Vittorio Emanuele II Anıtı ile Roma’nın en güzel meydanlarından biri. St. Maria Maggiore Bazilikası yer alıyor.
Roma’nın en büyük ikinci kilisesi olan ve tavanındaki altın işlemeleriyle öne çıkıyor.. Santa Maria Maggiore Efsanesine göre kilisenin umulmadık bir zamanda tepeye yağan karın ardından inşa edildiği söylenir.. Kilisenin inşasına yol açtığı düşünülen Esquiline Tepesi’ndeki mucizevi kar yağışı, her yıl 5 Ağustos’ta “Our Lady Of Snows” (Karların Leydisi) adı verilen bir festival ile kutlanır..Venedik meydanı adını Venedik Saray’ından alıyor.
Emanuele II anıtına sırtını ver, karşı yolun sol tarafındaki kırmızımsı yapı Venedik sarayı. İtalya’nın şehir devletleri zamanınad Papalık nezdindeki eski Venedik büyükelçiliğini barındıran bu bina, İtalyanların ürküntü veren bina. Burası ve benzer semt yapılarının olduğu Roma’ya; Musoli’nin modern Roması deniyor. Musolini, her kötülüğü yapmış ama kendisine asla saray yapmamış, tıpkı Hitler gibi..
Faşizmin yükseliş döneminde Mussolini’nin tüm önemli söylevlerini, bu meydanda ve bu binanın-ki saray olmamasına karşın, saray deniyor.. Eee, faşist ya ille de bir saray yakıştırması zorunluluk, çağımızın saraycı faşistlerine ise ses yok..) minik balkonundan yapmış..Sarayın orta katında derhal göze çarpan bu balkon, faşizmin en kara, en uğursuz anılarıyla özdeşleştirilir. 10 yıl öncesine dek, sımsıkı kapalı tutulan karanlık perdeler burayı daha ürkünç kılıyordu. İtalyan birliğinin 150. yıldönümü vesilesiyle elden geçen ve perdelerini sonunda açan uğursuz “balkon” gene de, o ürkütücü faşist profilini koruyor..
Şehrin en önemli yapıları arasında yer alan Pantheon; “Azize Maria ve Şehitler Kilisesi”’deyiz. Bu kilise tapınaktan kiliseye dönüştürülmüş 2000 yıllık anıtsal bir yapı. Don Juan romanının yazarı ve şair İngiliz Lord Byron’un “Basit, dimdik, ciddi, görkemli ve yüce” olarak tanımladığı Pantheon’da antik Roma mimarisini över. Ayrıca Orta Çağ’dan beri dolaşan Neon’un hayaleti efsanesi, Neon’un küllerinin burada yer alan bir ağacın dibine gömüldüğü rivayet olunur. Birçok Hristiyan şehidinin mezarları zaman içerisinde Pantheon’a taşınmış. Bu nedenle “Azize Maria ve Şehitler Bazilikası” adıyla da bilinir.
3 Roma’dan Söz Edilir: Musolini Roması, Papaların Roması, Antik Roma..Neden 4 Roma’dan, yani Etrüsk Romasından söz edilmez.?! Etrüsklerin bilindiği gibi İtalya’da Romalılar öncesi, Kafkas kökenli(Laz) bir kavim.
Yani; İtalya’da Romalılardan önce yaşamış bir kavim. Etrüskler, kendilerinden sonra kurulan Roma’yı M.Ö. 7. yüzyılın ikinci yarısında ele geçirmişler. Etrüsk asıllı Roma hükümdarları şunlardır: Eski Tarquinius, Servius Tuluis veya Mastarna, Turquinius Superbus. Roma surlarını, Cloaca Maxima denilen büyük kanalizasyon inşaatını, Capitolium’un üç gözlü tapınağını bu krallar yaptırmışlardır.
Antik Roma değindik de Romun-Remus efsanesine es geçebilir miyiz?
Romulus ve Remus Efsanesi: Roma Forumu manzaralı Roma mitolojisinin baş aktörleri olan ve şehrin kurucuları olduğuna inanılan Romulus ve Remus’un hayatta kaldıkları tepenin adı; Palatino tepesi(Collis Palatinus); Romulus tarafından kurulmuş). Bu tepe Roman’ın 7 tepesinden biri.
Antik Roma’nın Kuruluşu: Remus ve Romulus Efsanesi
Roma’nın kuruluşu söylencelere göre mitolojik bir tarihi; M.Ö. 21 Nisan 753. Bu tarihi öneren; M.Ö. 1. Yüzyılda Romalı tarihçi Marcus Terentius Varro’dur.
Numitor Latium bölgesinde kral iken kardeşi Amulius tarafından tahttan indirilir. Amulius, Numitor’un kızı Rhea Silva’yı da kendisine rakip olabilecek çocuklar doğurmasın diye Vesta Tapınağı’na rahibe yapar. Nedeni; yeğeni Rhea Silva, Vesta Tapınağı’nda hamile kalmasının cezası ölümdür. Fakat Rhea Silva tapınakta Savaş Tanrısı Mars’dan (Ares) hamile kalır ve Remus ve Romulus adında ikiz erkek çocuk doğar.
Haberi alan amcası Amulius, Rhea Silva’yı Tiber Nehri’ne atar. İkizleri de bir sepet içinde Tiber Nehri’nin sularına bırakır.. Tanrı tarafından gönderildiğine inanılan Luperca adında bir kurt ikizleri bulup Palatine Tepesi'ndeki ininde onları emzirmeye başlar. Bir süre sonra Faustulus adında bir çoban Remus ve Romulus kardeşleri bulur.
Kurt’un emzirmesi Roma’da birçok heykele konu olur. Faustulus ve eşi tarafından büyütülen ikizler genç, güçlü birer savaşçı olurlar. Gerçek kimliklerini öğrenen Remus ve Romulus doğdukları yere geri döner, alba longa şehrine saldırarak Amulius’u öldürüp, dedeleri Numitor’u tekrar tahta çıkartırlar.
Remus ve Romulus kardeşler, sepet içinde kıyıya takıldıkları incir ağacının olduğu yere gidip burada şehir kurmaya karar verirler. Kenti inşa ederlerken; iki kardeş arasında kavga çıkar. Bir anlık öfkesine yenik düşen Romulus, kardeşi Remus’u öldürür ve şehri tek başına kurar. Romulus’un kurduğu bu şehir ‘’Roma’’ ismini alır.
Efsane Romulus’un nasıl öldürdüğünü de anlatıyor. Tiber Nehri'nin ağzının yakınında yedi tepe vardı: Aventino, Celio, Capitolio, Esquilino, Palatino, Quirinal ve Viminal tepeleri. Romulo ve Remus şehri kurdukları yeri tartıştılar ve kuşların uçuşunu Etrüsk tarzında kontrol etmeye karar verdiler. Bu bir ““Kuş falıdır”..
Nedir kuş falı? Kuş fali; Antik çağda insan; doğadan korktuğu, kontrol edemediği, kendisinden üstün gördüğü varlık ve olayların yarattığı güçlerin tanrısal güçler olduğuna inanıyordu. Bundandır ki; Güneş, Ay, gökyüzü, toprak, su, bitki vb. doğa objeleri tanrısallaştırdı.
Bilindiği gibi antik çağ dinleri tanrılar alemi (pantheon) anlayışı üzerine inşa edilmiştir. (Panteizm). Antik insan, dandik tanrıların kendisiyle ilgili almış oldukları kararları sürekli öğrenme istemiş ve böylelikle gizemli öğrenme süreci olan falcılığın temelini atmıştır..
Bütün eski toplumlarda olduğu gibi, gerek Hititler, gerekse Etrüskler tanrısal iradenin bilinmesine izin verecek falcılık teknikleri geliştirmişlerdir ki, “Karaciğer falı ve Kuş uçuşu falı” bunlar arasında yer almaktadır. Kafkasya üzerinden Anadolu'ya gelen Hititler((M.Ö 1800-M.Ö 700) ve Kafkas kökenli(Laz) olduğu savlanan, Anadolu ve Roma tarihinin en gizemli halkı, hatta İtaliklere, yani İtalyanlara yerleşik düzen kültürünü kazandıran “Etrüskler [(M.Ö 10.yüzyılda İtalya’ya gelen, Anadolu’ya da Kafkasya’dan geldiklerine göre, Hititlerden eski olmasa da Etrüsklerin çook eski bir kavım olduklarını gösterir.)” ]
cephesinden farklı zaman ve mekanda hayat bulmuş olmasına karşın, benzer kimlik arz eden bu karaciğer falı ve kuş uçuşu falı dikkati çekmektedir.. Belli ki; Kuş uçuşu fal tekniğini, Etrüskler, Hititlerden, Romalılar da Etrüsklerden alıyor..
Böylece, Anadolu’nun ileri medeniyetlerinden birini kuran Hititler ile, yine Avrupa’nın ileri medeniyetlerinden birini kuran, Kafkas kökenli, kadim Anadolulu bir kavim olduğu söylenen Etrüsk kültürü Roma kültürü üzerinde önemli ölçüde tesir sahibi olan Etrüskler arasında kültürel bir bağlantı bulunduğu ortaya konulmaya çalışılmıştır..
Kısacası; Kafkas kökenlei Hitilerin;
1-Karaciğer falı (Kusˇ),
2-Kuş uçuşu falı (Musˇen),
3-Talih falı (Kin),
4-Hurri kuş falı (Musˇen Hurri),
5-Yılan falı (MUSˇ) olmak üzere; 5 çeşit fal teknikleri kullanmaktadırlar.
Kuş uçuşu falı örneği: Hititler’e göre; belirli bir zaman süresinde, görüş alanı içinde kalan kuşların gözlemlenmesine dayalı. Bunlara fal kuşları denir. Sayıları kırkı geçen kuş türü dağ, bayır, ırmak vadileri, su birikintileri ve diğer doğal habitatlarında büyük bir titizlikle gözetlenir.
Kuşların uçuş şekilleri, düzenleri ve yönleri, konmaları ve kalkmaları yanında; çıkardıkları sesler, gagalarının büküldüğü yönler, ayaklarının hareketleri izlenir. Bu izlemem ağırlıklı olarak, Kızılırmak ve Yeşilırmak Vadisi boyunca yaparlar. Sonunda elde edilen sonuçlar yetkililere ulaştırılır..
Etrüskler de benzer süreci işlettiler ve onlar da İtalya yerel halka aktardılar, egemenlikleri sürecinde.. Romulus ve Remus kardeşler, Roma kentinin bu İşte bu kum falı sonrası kurdukları söylenir, dahası rivayet olunur.
Şöyle ki; İkiz kardeşler;
Romulus ve Remus şehrin konumu hakkında tartışıyorlar. Çünkü; Romulus Palatine'nin üzerinde uçan on iki akbaba görüyor. Remus ise, Colina Adventine tepesinde 6 uçan akbaba görüyor(Bir rivayete göre, 6 tepede uçak akbaba görüyor)..
Bu nedenle Romulus Palatine’de, Remus da, Adventine'de usrar ediyor. Sonrasında Remus Adventine ısrarından vazgeçerek gördüğü 6 tepeden birinde kent kurulsun istedi. Sonra Romulus bun şiddetle itirza etti ve de bir kural koydu: Yeni kenti sınırlandırmak için, kendi tepesi olan Palatine Tepesi'ne yakın yerde hendek açtı ve onu geçmeye cesaret eden herkesi öldüreceğine yemin etti. Remu ona itaatsizlik etdince Romulus, Remu’yu öldürdü..
Bir başka söylence; Remus'un Romulus'un zaferlerine içerlenir. Romulus, surları geçeceği hendek kazmaya başladığında (M.Ö. 21 Nisan 753), Remus çalışmalarıyla alay etmeye başladı. Hatta Remus hendeği aşar, bu Romulus’a göre haddini aşmaktır. Anlaşılacağı gibi Romulus kardeşini öldürür. Roma kentinin adını veren Romulus olur...
Şehrin iskân yeri haline gelmesi için Romulus; kaçakları, hırsızları, sürgün edilmiş insanları kente yerleştirir. burada toplamaya başlar. Hepsinin kralı haline gelen Romulus şehirde kadın nüfusu az olduğu için adamları ile bir çözüm yolu olarak şenlik düzenlerler ve komşu halk Sabin halkını da çağırırlar. Şenliğe katılan Sabin halkını savunmasız bir halde yakalayan Romulus ve adamları tüm kadınları, kızları kaçırırlar ve kendilerine eş yaparlar.
Ardından Sabine erkekleri ile savaşa giren Roma halkı, Sabin kadınlarının olaya dahil olması ile olası bir yenilgiden kurtulurlar. Sabin Kralı Tatius ve Romulus arasında bir barış antlaşması imzalanır ve iki halk iki kralın hükümdarlığı altında yaşamaya başlar. İlerleyen süreçte Tatius’un erken ölümü ile Romulus’un tek başına iki halkı yönetmesinin yolu açılır. Böylelikle yeni kurulan Roma şehrinde yeni bir toplum oluşturulmuş olur.
Roma kenti aslında kuruluş süreciyle ahlaki boyutta tartışılan kent. İktidar için, kardeşin kardeşini, oğullarını öldürme yasası olan “Fratrisit” yasasının çıkş noktasıdır. Bilindiği gibi Fatih Sultan Mehmet 'Padişah olan şehzadenin kardeşlerini öldürebileceği' fratrisit yasasını Osmanlı’da başlatan padişahtır.
Hakkını yeme; Roma’da Bari, Napoli gibi yemyeşil. İlle de çam ağaçları..Çam ağaçları şakak bölgeleri kazıtılmış, yani kafası yanlardan traş edilmiş(kadınlar için Pixie saç modeli); günümüz ne yaptığını bilmez gençler, dahası lümpenler gibi izlenimi versede, onlardan güzel ve kentlerin caddae ve sokaklarına serpiştirilmiş şemsiye gibi..
Ebedi kent Roma çürüyor mu? Bence çürüyen Napoli..
Şu bir gerçek; İtalya kentlerinin tümüne iyi bakmıyor; illede Orta ve güney İtalyada. Bu nedenle Roma, Napol kadar olmasa da kirli bir kent.. Collezyum çevresi, mezbelelik olmasa da, iç açıcı bir görselliğe sahip değil.. Gerçi bizdeki gibi modifiye edilmiş jet egzozlu araçlar gürültü kirliliği yaratmasa da temiz görüntü vermiyor. İlle de; UNESCO tarafında dünya mirası kabül edilen; Collezyum..
Doğrudur; kırık dökük belediye otobüsleri, devasa martıların kent gürültü kirliliğine katkıları, sularla dolu çukur yolları, çüryen asırlık ağaçların yaya ve araçlara devrilmesi, yürüyen merdivenlerin çökmesi, köşe başını tutmuş uyuşturucu satıcıları, cinayet, tecavüz ve en önemlisi; dolup taşan çöp bidonlarının etrafını saran fareler ve hatta yaban domuzları (Yahu ben bu kadar şeye tanık oldum mu?
Yok, söylenenleri yazıyorum. Fakat görüntü ve hizmet kirliliği; “ebedi kent” denen Roman’ın ebedi kirliliğe doğru yol aldığın gözlemliyebiliyorsunuz..)… Bu olumsuzlukları proesto edenleri Roma’da sık-sık görebiliyorsunuz.. Halk duyarlı da, iktidar, ille de Berlusconi bu çürümüşlüğü beslemiş..Bizim 2002 sonrası kirlikler..
5 Yıldız Hareketi'nden 2016’dan beri Belediye Başkanı ve de İtalya kadınlar ülkesi deyişin simgesi; “Virginia Elena Raggi” seçim kampanyasında, önceki yönetimleri ihmalle, yolsuzlukla, "Roma'yı yemekle" suçlayarak "Her şeyin değişmesi gerekiyor" diye feryat ediyor..
Ancak göreve geldikten sonra; “İtalya'nın beklediği reformları yapmak için" artık harekete geçebileceklerini sözü veren güzel sinyorita Raggi, hizmetlerini daha da aksar hale gelmesinden dolayı eleştiriliyor. Ve hanfendi her türlü eleştiriye, eski yönetimlerin hatalarını sıralayarak yanıt veriyor.
Halk ise Raggi’nin yanında ki; Başken Roma halkı gönüllü gruplar oluşturarak bu sorunlara geçici çözümler üretmeye, park ve bahçeleri kendileri temizleyerek, yollardaki çukurları kendi imkanlarıyla kapamaya çalışıyor.
Güzel Sinyorita yolsuzluk ve mafya karşıtı söylemleriyle halkın geniş kesimlerinden destek görüyor... Gerçekten İtalya’da kadınlar daha belirleyici ve karar verici. Buna otoriter de diyebiliriz, sanki anaerkil bir ülke..Raggi duruşu bana bunu söyletiyor..
Başkentin belediye başkanı seçilmesiyle İtalya Başbakanı Matteo Renzi'nin lideri olduğu iktidar partisine büyük bir darbe vurmuştu. Önceki Başbakan Renzi üzerine gitmeye başladı. Düşünebiliyor musunuz; Virginia Raggi, bir atamada usulsüzlük yaptığı iddiasıyla yargıladı. Ne oldu? Beraat etti.
Gösteride Belediye Başkanı Raggi'ye istifa çağrıları yapıldı. Gösteriyi organize eden "Herkes Roma için, Roma herkes için" grubu da taleplerini şu sözlerle özetledi: "Şehrimize haysiyetini geri vermek istiyoruz." diye feryat ettiler. Sonrası, hepsi gitti ve bugün güzel Sinyorite Başbakan olarak düşünülüyor..
Ne çağrıştırdı size? Elbet ülkem iktidarı ve ekonominin başkenti İstanbul Belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’nu ve idarenin başkenti Ankara Belediye başkanı Mansur Yavaş’ı..
İstanbul denince Roma, Rma denince neden İstanbul akla gelir..Gelir çünkü; ikisi de bir dönem Roma İmparatorluğu'na başkentlik yaptı. M.Ö kurulan Roma İmparatorluğu; M.S. çökmeye başladı. Ve de M.S 330 yılında İmparator Konstantin'in kararıyla, Roma İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'a taşınmıştır. İstanbul resmen Roma şehri olarak imar edilimeye başlandı. Günümüzde Roma İmparatorluk döneminden kalan birçok yapı, İstanbul'un tarh yarımadasında görülebilmektedr…
Roma için bu kadar yeter. Adeta ben de Roma tarihini yeniledik..
Fontana Trevi Çeşmesi(Aşk çeşmesi)
Saat; 18:15. Aşk çeşmesine gidiyoruz. “Ben niye gidiyorum, aşk konusunda sorunum yok ki, çeşmesine dileklerimi ve euro’mu atayım..Adamın çeşmesine para atayım!” diyebilirsiniz. İyi de biz niye gidiyoruz. Biz oraya gidenleri izlemek için..
İnanın hayretler içinde kaldım. Şoktayım. Çocukluğumda, sevgili babam, sevgili Nafız ağabey ve İsmail Çağ dayı beni Samsu Yolspor- BJK maçına götürmüştü. Daha çocuğum, o daracık tahta tribünlere sıkışmış insanlar çığlık atıyordu ve ürkmüştüm Burada ürkmedin çünkü büyümüşüm, fakat ağzım açık insanların bu oyuna nasıl geldiklerine şaşırdım.
İnsanlar o daracık sokakta çığlık çığlığa birbirinin üstündeler, görgüsüz, cahil ve karanlı bir ülkenin petrol zengini insanlar sokağı kapatamamışlar ki, ellerindeki dondurmayı yalarken insanların üzerine akıtıyorlar..
“Her ne ise, keyif bu ise” anlatmaya devam.. Aşk çeşmesi, 3 yol ağzında olduğu için “Yol çeşmesi” de diyorlar. Piazza di Trevi adlı küçük meydandaki bu çeşme besbelli ki yol çeşmesi. 3 yoldan gelenler su içsin diye. Fakat ne olduysa olmuş, Anita Ekberg’in yolu buraya düşmüş.
Bir anda kendini sevgilisi Marcello Mastroianni ile havuzun içinde bulmuş. Buluş o buluş, patladmış gitmiş ondan sonra ve adı aşk çeşmesi olmuş.. Aslı, Anita Ekberg, Marcello Mastroianni ile 1966’da Tatlı Hayat (La Dolce Vita) filmini yapıyorlar ve buaray geliyorlar, cumbb havuz içine iniş..
Her objenin söylencesi, mitolojik öyküsü olur da çeşmenin olmaz mı! Söylenceye göre çeşme adını Roma İmparatorluğu döneminde askerelere su kaynağı gösteren bakire Trivia‘dan almış. Ayrıca Trevi Meydanı’na çıkan 3 yoldan dolayı isminin İtalyanca’da 3 Yol anlamına gelen Tre Vie kelimelerinin birleşiminden doğduğu da söyleniyor. Gavura bak, bir sokak çeşmesini adeta bankamatike dönüştürebiliyor..
Öyle veya böyle; Burası 60'lı ve 70'li yıllarda çekilmiş birçok Hollywood filminin mekanı olmuş ve yılda 10 milyon ziyaretçisi var..
Trevi çeşmesine para atar iseniz, bir daha geliyormuşsunuz. Her ne kadar Roma’yı eleştirdikse de, Floransa’da domuza elimizi sürmüş ve bir kez daha geldiğimiz için biz de Trevi çeşmesine para attık, hem de ‘sağdan’ sırtımızı dönerek dilekte bulunduk. Bir ara hepten ikamet edeyim diye çek kesmeyi düşündüm, fakat engellendim..
Unuttum, aşk sorunu olan da arkanı dönüp soldan para atın.. Bir ara sol için düşünmedim değil, hani soldan para atmak… Hem eleştir, hemde eleştirdiğin şeyi yap.. Bu, ikili stand, ‘zaman-zaman’ sadece bizde değil herkeste olsa gerek.
Çeşmenin ortasında istiridyenin içinde dikilmi deniz tanrısı Neptün (Nettuno) bize bakıyor, biz de o’na; yanındaki Bereket ve sağlık tanrısı da yan gözlerle bizdeler.. Ata arabasındakileri tanıyamadım.. Galiba tanrıların araba sürücüleri..
İspanyol Merdivenleri (Piazza di Spagna)
Saat; 19:20.. 1762 doğumlu Aşk çeşmesinin hemen yakınında bulunan Piazza Del Popolo meydanındaki 1726 doğumlu İspanyol merdivenlerindeyiz.. Fransızlar yapmış, fakat İspanyol Elçiliğinin yanında yer aldığı için “İspanyol Merdivenleri” denmiş. Dahası 1723-1726 yılları Kral XV. Louis için tasarlanmış.
Yapım amacı; 135 basamağın sonunda yer alan “Trinita dei Monti Kilisesi”’ne meydandan ulaşım sağlamak için inşa ediliyor. Ayrıca Avrupa’nın en geniş basamaklarına sahip… Eee, sürekli gezdin ve yoruldun, şu karşıdaki McDonalds’dan bir şeyler alayım ve merdivenlerinde yiyem dersen cezayı yersin, çünkü yassah, ki doğru.. Merdivenleri’in alt kısmında Roma’nın ünlü çeşmelerinden olan kayık şeklindeki Fontana della Barcaccia (Eski Gemi Çeşmesi) var.
Barok tarzında, 1627’de Pietro Bernini ve oğlu Gian Lorenzo Bernini tarafından tamamlanmış bir çeşme. Dinlendik, soluklandık ve Merdivenlerin karşısındaki ünlü alışveriş caddesi olan Via Condotti de merdivenlerine daldık.. Nasıl çıktığımızı siz düşünün..
Merdivenlerin altında bulunan, ender McDonalds’ şubesi İtalya’nın ilk McDonalds’ şubesidir. İtalikler-İtalyanlar emperyalis olmalarına kerşın, antiemperyalist duruşlar sergiliyebiliyorlar. Örneğin; 1986 yılında açılan şube açılış sonrasında göstericiler tarafından protesto edilmiş..
Batı kentlerinin tarihi yerlerinin bütününde bir Holwood öyküsü var; İspanyol Merdivenlerini de: 1953 yapımı, Audrey Hepburn ve Gregory Peck’in oynadığı “Roman Holiday(Roma Tatili)” filminin bazı sahneleri İspanyol Merdivenlerinde çekilmiş.
CASTEL GANDOLFA KASABASI, ALBANO VE NEMİ GÖLÜ
6 Haziran 2019 gününü 08:07 saatinde “Castel Gandolfa Kasabası”na doğru yol almaya başladık. Ekstra gezi olduğuğu için bu yolu kaça aldığımızı söyleyemem, çünkü bu konulara Maliye Bakanımız Kadriye Çorbacıoğlu bilge. Ececan Çorbacıoğlu ve Şevket Çorbacıoğlu ise, ne derse yapan müritler.
Düşünün bize 10 Euro bile borç vermedi.. “Castel Gandolfa Kasabası” Trüf (porcini)mantarı, kokulu dağ çileği, turtası, Albano köyünün Albano krater gölü ve de Nemi köyünün Nemi Krater gölüyle ünlü..Bakalım hangisini daha çok beğeneceğiz?! Roma’dan 25-30 km sonra kasabadayız.
Gül hanım göç olgusuna tekrar değindi. Halk göç olayına çok öfkeli olduğu için asla göç kabul etmiyormuş..Bence doğru yapıyor. Kim kusura bakarsa baksın, ülkesinde ipini kopsaran Batının sınırlarında alıyor. Biz sınırlarımızı asla..Bizim sınırlara Suriyeli davet ediliyor, Eset’i yeneceğiz ya, canım ummeeet toplumu, daha da canım, halife olacağım ya..Hitler ve Musolini’nin bile sarayı yok, benim var, boşuna mı..
Vesselam kısa kelam:
[[ Hz. Enes (Radıyallahu Anh)’ın sözü aklıma gelmedi, çünkü bilmiyordum ve arayıp buldum: Resûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) buyurdular ki: "Nafaka için harcananın hepsi Allah yolunda harcanmış gibidir, bina için harcanan müstesna, bunda hayır yoktur." ]]
Hitler deyince, yol boyundaki bazı evlerde Alman, yani Hitler saldırısını izleri var, kurşun izleri canım..
Real Da Mar ve Ciampino’yu geçtik. Bu bölgeye giderken tarikat köylerinden geçtik. Bu tarikatlar bizdekiler gibi siyasilere yol göstermiyor, halka yol gösteren çağtaş, eğitici, demokrasi yanlıs cumhuriyetçi yurtseverler.. Ve saat; 09:50’de Castel Gandolfa Kasabası”ndayız ve kasabaya yaya tırmanıyoruz, Elbetteki Albano Gölüne de..
İtalyan çift Al Bano(Albano Carrisi) ve Romina Power'ın kızları kaybolmadan 12 sene evvel sanremo müzik festivali'nde seslendirdikleri ve ikinci oldukları ünlü şarkıları ‘Felicita’ (mutluluk) şarkısını bilmiyenimiz yok. Ne hüzünlüdür bir hikaye. mutluluğu anlattıkları şarkıyı söylerken nereden bilebilirlerdi ki seneler sonra amerika'da kızlarının kaybolup bir daha da bulunamayacağın.
Evet; Al Bano'nun büyük kızı 6 Ocak 1994 tarihinde New Orleans'da kayıplara karıştı. Ylena'nın izi bulunamadı. Ağır bir bunalım geçiren Romina Power çocuklarını alıp kocasını terketti.
“Konumuzla ne ilgisi var?”
diyenlere: Albano gölü kıyısında bir yerleşim merkezinde dünyaya geldiği iddiasıyla Albano (Al bano) adını aldığı savlanmaktadır. Fakat, bazıları da; doğduğunda, babası Arnavutluk savaşında öldüğü için annesi ona Albano adını taktığını söylemektedirler. Nedeni; Yunan kaynaklarında Arnavut halkına çoğul haliyle Albanoi denmesi...
8 bin kişinin yaşadığı Castel Gandolfa Kasabası; Roma İmparatorluğu döneminde de imparatorların yazlık olarak kullandıkları bir kasaba.. Günümüzde varsıl İtalyanların yazlıklarının bulunduğu yer. Hatta Papa’nın yazlık sarayı da buradaymış.
Katolik Kilisesinin en büyük ruhanî lideri; Papa Franciscus (Jorge Mario Bergoglio) Arjantinli. Önceki Papa Alman XVI. Benedictus (Asıl adı; Joseph Alois Ratzinger). İtalyanlar Almanları sevmedikleri için Benedic’i sevmezlermiş. Pıazza Della Lıberta meydanı’ndayız. (Biraz meydan meydandayız oldu,..idare edin).
Meydandan Kasabanın altındaki Albano gölü bizi gözlüyor. Bu kasabada dünyanın ilk posta kutusunu işaret etti Gül hanım, hemen gittik tanıştık. Posta kutusunun (Buca Delle Corrııspondenze) Poz vermesine gerek yok, duvara gömülü ve başında da tanıtım levhası herkesi bekliyor...
Papanın sarayı tam karşımızda. Papa bu sarayın meydana bakan balkonundan konuşma yaparmış. Meydan her meydan gibi tertemiz. Ağır araçların girmesi yasak. Sanki meydan ve sokakları sürekli kendini temizler gibi temizler.Yarın öbürgün, yani Haziran ayının ilk haftasında çilek festivali yapılıyormuş. Ayrıca bu etkinlik sürecinde ve belli günlerde kürek yarışları yapılıyormuş..
Gül Taşdemir diyor ki; “Gezmek var, gezinmek var..” Ne güzel değil mi? Tıpkı veciz bir söz. Gerçekten gezinmek acizlik..Biz ve diğer arkadaşlar aciz değil de veciz olmak için sürekli soruyoruz, görselliyoruz, yani anı bırakma bütününde öğreniyoruz. Galiba ben biraz “Gez-Gör-Yaz” etkinliği ile fazlasını yazıyorum. İnanın her yurt dışı gezimde en az 100 sayfa ile dönüyor, 1000’e yakın resim de fazlası..
Benin gezi anekdotlarım farklı; börtüböcek, kentler, kültür anlatımları, uygarlıkları tanıma, yen dostluklar kazanma yanında, geçtiğim yer ve satı belirtmem..Roma’ya, Miano’ya gelebilirsin, fakat buralardan bir daha geçemezsin..Onun için gezi yazılarıma; “Dikkat uzun yazı!” notu düşüyorum..
Dünya’da en çok gezenler; Amerikalı, İtalyan, Alman ve buna Çin ve Rusya da eklenmiş. Aslında una biz; “Canca[Çorbacıoğlu] ailesinin de eklenmesi gerek..Fakat nedense Japonları unutmuşlar. Görmediğim yer yok. Biz nerdeyiz onlar orda. Burnumun dibinde değil, fotoğraf makinemin altında bitiveriyorlar, aynı kareyi yakalamak için bacaklarımın arasından geçen de oldu..
Bir atasözüm geldi;
[[ Çok gezmek, az yaşasınız da çok yaşamaktır(6 Haziran 2019 Saat; 11:40 Albano gölü-İtalya) ]]
Pıazza Della Lıberta meydanı’ndan, Vıa Oratorıo sokağından inerek Albano gölüne paralel Vıa Sapanara ve Vıa Palazzo Pontofıko sokakların kesiştiği noktada gölün doyumsuz manzarasını izliyor ve görsel anılar için fotoğraflıyoruz. Tama karşısındak yanardağ bacasının görkemli duruşunu da..
NEMİ GÖLÜ
Saat; 11:53 Nemi köyü ve gölüne gidiyoruz. Yani, Çilekistan’a.. Gittik.. Ne Yapacaktık, elbet, muhteşem krater gölünü ve köyünü izleyecektik ve de izledik; Küçük Piazza Amberto meydanına çıkan Vıa Francigena kır sokağında, canım patika yoldan yürüyerek…
Gölü yüksek doğal terasındaki kır lokantalarından izliyoruz. Ve sonrası çilekli ünlü turtasını yiyoruz. Benin için ilginç değil, dahasıyla Ececanımla bunun daha güzellerini Kadriyemiz sayesinde yiyoruz. Ayip olmasın diye burada da götürdük..
O da ne, geçen yıl Portekiz’de bıraktığımız İspartalı Yasin Düzen karşımızda, hoş sohpet derken çantasını sırtladı, doğru gezmalara ve gözden kayboldu..
O insana büyü yapan ve ortaçağ kadim dokulu habitatına(sanki bu ambiansı ülkende yaşamışsın da.. Her ne ise..) taşıyan duygu sarmalı içinde, Nemi köyünün daracık sokaklarında ilerliyoruz; tarihi evleri; evlerin altındaki cafe ve dükkan vitrinlerindeki; dağ çileklerini, çilek marmelatını, reçelini, likörünü, kolonyasını, dondormasını, sabunu, turtaları syrede seyrede..
Bu bölge Roma’dan 25-30 km mesafede bir Lazio bölgesinin dağlık bölgesi. Şu Lazio kafama takılıyor, Laz diyeceğim de abartmaktan korkuyorum. Özellikle İtalya’da bu Laz öneki çok sözcükte neden geçiyor? Acaba dediğim gibi Etrüskler Laz mı…
Dur be, yine abartısyona girdin.. Nemi köyü Çanakkale- İntepe ile kardeş imişler, fakat sonradan Bozcaada ile kardeş oldukları anlaşılmış ve…:). Ve de Köy’ün otomatik sodalı su, evet gazlı su (Fizzante) çeşmesinin başındayız, midemiz sonrası plastik şişeleri doldurduk. Bir Nemili, amca tatlı sevecen, hoşgörülü ve konuksever duruşuyla bize sırasın verdi, eli öpülesi büyük insana teşekkür ettik ve 12:30’da Nemi’den ayrılarak Roma’nın ünlü alış veriş yerleşkesi; Outlet’e gidiyoruz..
İtalya yılda 120 milyon turist ağırlıyor. Doymuş, illede Kuzey İtalya. Fakat sıra Güney’deki Napoli ve bazı kentler ve de Amalfi kıyıları turizme kazandırılmaya çalışılıyor..
Teşekkür ederim: Gratziye.. Nasılsın: Komesta.. Selam: Salve.. Yine görüşürüz: Arviderçi… ”İyiyim, teşekkür ederim, ya siz (Beene gratziye, e layi)”… İyi akşamlar: Bueno Seera.. Merhaba: Çaov…Günaydın: Bon pomericco.. İyi gecele: Buona notte..
Ne mi bunlar? Bunlar benim ezberleyip İtalyanca biliyorum diye hava attığım sözcükler.. Outletteyiz (AVM). Roma’nın en büyük AVM’si. Tek katlı yapılardan oluşturulmuş yapılar kompleksi..
Burada alışveriş yapan dinden geçinen grubun öyküsünü yukarıda analatmıştım.. Çok pahalı. Bizimkiler mağazaları gezmeye başladı.. Bizimkiler elleri boş geldi..Onlar taşıyamayacak kadar elleri paketlerle mağazalardan fırladı..
Biz gerçekten ortak yaşam kültürüne ve de saygıya fazla sahip değiliz. Şöyle ki; gölgedeki bankta oturuyorum. Bizimkiler gelmezden bir grup Türk geldi. Elleri boş.. Banklara doluştular. Hanımların ikisi bankıma ilişti, diğeri de, beni gözlüyor. Belli ki kalkmamı istiyor güneş altındaki bankta oturmamak için.
Karşımda önceden tanıştığım kocası gölgede oturuyor. Kocasını değil de beni kaldırmak niyeti.. Rahatsız oldum yerimi verdim. Pat diye bavul gibi kendini banka attı. Teşekkür etmedi, mırıldandı “Böyle gençler de var..” diyerek.
Öfkeli idim, öfkem gidiverdi, çünkü benden geç hanım bana genç demişti..Kocası ile önceden tanıştığım için “Şevket bey teşşekür ederim deyince hanfendi kıpkırmızı oldu. Üstelik beni İtalyan’a benzetmişti. Haklı, İtalyanlar Etrüsk, yani Laz, ee ben de Laz..:)
VATİKAN
Saatı şaşırdım. Büyük olasılıkla; 15:00.. Vatikan yolundayız. Bu yolu; Mussolini yaptırmış..
Vatikan; hala etkisi tüm Katolik dünyayı etkisi altında tutuan; Aziz Petrus (St. Pierre) ile bütünleşmiş bir teokratik din devletidir. Azizi Petrus İsa'nın yandaşlarından. Papalığı kuran kişi. Fransızca Saint Pierre olarak anıler.
Fransızca’ya göre; kaya anlamına gelen Pierre ismini Aziz Petrus’a Hz. İsa vermiş; "Adın bundan böyle kaya olacak ve ben de Kilise'mi bu kayanın üstüne kuracağım" diyerek bu adı koymuş. Bu gerçek; Yeni Ahit'te bulunan dört incilin ilki olan Matta (Tanrının hediyesi; Matitjahu)'da böyle denmektedir.
Aziz Petrus, cennetin kapılarını açacak Aziz olarak düşünüldüğü için, dahası; öldükten sonra insanları karşılayan ve cennet, cehennem mahkemesini yürüten aziz. Daha önce İsa’yı birkaç kez inkar ettiği söylenen Petrus bir balıkçı imiş ve adı da; Simun imiş.
Hani derler ya, Neron Roma’yı yaktı. Bu doğru değilmiş. Azizi Petrus cemaatı Roma’da isyan başlatıyor ve Roma yanıyor. Neron bunun suçlusu olarak Petrus’u görür ve yakalatır. Petrus Neron’a; “Beni İsa gibi çarmıha gereceksin değil mi? Yapma, o asılma şekli İsa’nın onurlu asılışıdır, ben hak etmiyorum” diye sorunca, Neron Petrusu, çarmıhı ters çevirir ve Petrus’u Katedralinde asar..Vatikan’ın ve Papaların kutsallığı, tüm geçmiş ve gelecekteki Papalrın, İsa’nın vekili sayılması..
İşte Petrus’un asıldığı ve Katolik inancın merkezi; Aziz Petrus Bazilikası veya Basilica di San Pietro, Vatikan’da Aziz Petrus Meydanı’nda yer alıyor. Şehrin en ünlü ve en çok ziyaretçisi olan bu kilise, 1656-1667 arasında mimar Gian Lorenzo Berniri tarafından Papa VII. Alexander için yapılmış.
Vatikan’a hakim bir noktada bulunan yapının sütunları tüm meydanı ve inananları kucaklar görünümünde. Kubbesi ile Roma'nın siluetindeki en önemli parçalardan biridir. Hıristiyanlığın en büyük kilisesidir. 23.000 m² arazi üzerine kuruludur. 222 metrelik devasa boyutlara sahip olan yapının 60.000 kişilik kapasitesi vardır. Mimarları arasında; Michelangelo, Gian (Giovanni) Lorenzo Bernini, Raffaello Sanzio… Antonio da Sangallo, Jacopo Barozzi da Vignola, Giacomo della Porta, Carlo Maderno ilk akla gelenler..
Yıldırım Bayezit sütunları |
Ececanımızn hidayete erişi |
Bazilikanın en önemli eserleri kuşkusuz Michelangelo’nun ünlü La Pietà’sı, yani; kucaginda ölü İsa’yi tutan Meryem tasviri sizi karşılıyor... Aslında ilk karşılayanlar Katolik İsviçreli muhafızlar. Muhafızlar; en az Lise mezunu İsviçrelilerden seçilirmiş. Nedenin kimse bilmiyor. Onların nobet değişim rütüeli ve giysileri çok ilginç....
Vatikan Katolik değerlerin yanında, bazı değersizlere de ille de faşist M.Ali Ağca’ya ev sahipliği yapmıştır: Gazeteci Abdi İpekçi'yi vuran ülkücü tetikçi faşist Mehmet Ali Ağca, Haziran 1979'da yakalanarak ceza evine konulmuştu. Abullah Çatlı ve ekibi tarafından Kasım ayında hapishaneden kaçırılan Ağca, Bulgaristan'a kaçtıktan sonra Roma'ya giderek Papa II. Jean Paul(Papa II. Ioannes Paulus)’a saldırdı ve yaraldı.
Evet; 13 Mayıs 1981 günü; her yıl binlerce Katolikin ibadet için geldikleri Aziz Petrus Bazilikası'nın önünde geniş bir alan üzerinde yer alan; dünyanın en büyük ve en ünlü meydanlarından biri olan; Aziz Petrus Meydanı (Piazza San Pietro/ST. Peter) olağanüstü günlerinden birini yaşıyordu.
Binlerce kişi Papa 2. Jean Paul'u görmek için meydandaki yerini almıştı. Papa Her zamanki gibi halkı selamladığı arabasının üzerinde görülmüş, kalabalık çığlık çığlığa meydandaydı. Ancak kısa bir süre sonra bir silah sesi duyuldu. Papa vurulmuş, kanlar akıyordu. Meydanda çıkan arbedenin sonunda kara kuru bir genç yakalandı. Adamın kimliği ortaya çıkınca dünya ve özellikle Türk kamuoyu şoka uğradı..Papayı vuran kişi Milliyet gazetesi genel yayın yönetmeni Abdi İpekçi vurduğu için tutuklu olduğu Askeri hastaneden kaçan Mehmet Ali Ağca'ydı…
Ağca, tutuklu bulunduğu hapishaneden şaibeli bir şekilde Firar etmiş ve ardından yine gizli olaylar neticesinde Roma'ya ulaşmıştı. Mehmet Ali Ağca, Abdi İpekçi suikastinden dolayı ömür boyu hapisle yargılanıyordu. Ağca'nın ünlü ülkücü liderlerden Abdullah Çatlı'nın yardımıyla kaçtığı ve güvenlik Teşkilatı içerisindeki sempatizanlarının Bu firara yardım ettiği kurgularına gitti ve konunun küresel efendi projesi olduğu unutturludu.
Bu küresel efendilerden biri de Katolik dini merkez Vatıkan ve Vatıkan’ın papalarıdır. “ Mehmet Ali Ağca’ya Papa suikast yaptırıyor” diyenlere gelip de mı inanalım, görüp de mı?! Görmek olası değil de, düşünüp-gözlemleyip inanabilirsiniz..Ben inanlardanım..
Dünya’da bundan, yani Vatikan benzeri 3 ruhanı kent varmış:
- 1- İtalya Vatikan: Anlattığım gibi..
- 2- Portekiz Fatıma kenti: 13 Mayıs 1917'de Portekiz'in Fatima kentinde kardeş olan üç çoban çocuğun bir zeytin ağacının üzerinde Meryem Ana'yı görmesi ve geleceğe dair üç kehanet Vatikan tarafından onaylanmış ve büyük tartışmalara konu olmuştu. Fatima'nın 3 kehanetinden ilk ikisinin 1. Dünya Savaşı'nın sonu ve 2. Dünya Savaşı'nın başlangıcı, Sovyetler'in yükselişi ve çöküşü hakkındaydı. Sırların üçüncüsünün ise Papa suikastı imiş..
- 3- İspanya Santiago: Galiçya'nın başkenti olan Santiago de Compostela, Ispanya'nın kuzeyinde bulunan çok sevimli ve romantik bir şehir. Santiago de Compostela, aynı zamanda Katoliklerin kutsal hac yollarından birinin de son noktası. Bu sebeple, dünyanın her yerinden hacı adaylarını şehrin ana katedralinin önünde ağlarken, içeride Yakup heykeline sarılırken vs. görebilirsiniz. Bu ruhani şehrin hikayesine göre, Hristiyanlığı Avrupa'ya getiren St. James, yani Yakup peygamber M.S. 813'te Kudüs'te öldürüldükten sonra naaşı bu şehre getirilmiş ve üzerine minik bir katedral inşa edilmiş. Şimdilerde büyümüş bu katedral; yüzyıllar boyunca unutulan Yakup peygamber mezarının olduğu yer. Şöyle ki; 1879'da bu katedralin onarımında çalışan bir işçi tarafından, efsaneye göre bir yıldız yağmuru yardımıyla tekrar bulunmuş. İşte bugün karşımızda duran katedral Santiago de Compostela Katedrali.
İtalya Vatikan’ı tarihte en çok anılanı ve anılmakta olan kutsal kent, dahası; pontificio devleti, yani kurulu şehir devleti. Geçmişte; İtalyan yurtseveri Giuseppe Garibaldi ve Papa savaşına neden olan Teokratik din devleti, Vatikan:
Giuseppe Garibaldi; İtalyan birliğini kuran önder kişisidir. Garibaldi tarihin 3 figürü ile birtakım kesişimler barındırmaktadır içerisinde. Doğu roma'nın fatihi ve 7. osmanlı hükümdarı Fatih; II. Mehmed, son türk devletinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ve italyan faşist lider Benito Mussolini harmanlaması bir kişilik… Giuseppe Garibaldi(1807-1882) halk kahramanıdır. İtalya’nın birliğinin sağlanmasında öncü rol oynamış, ulusalcı ve cumhuriyetçi, 19.yüzyılın önemli figürlerinden. Dahası; İtalya Devleti'nin kurulmasına öncülük etmiş. İtalyan halkı tarafından İtalya'nın en büyük kahramanı ve yurtseverlerinden biri olarak kabul edilir. Avrupa ve Güney Amerika'daki pek çok askeri mücadeleyi yönetmiş, bu yüzden İki Dünyanın Şövalyesi unvanı almıştır. Hatta ve hatta; Karadeniz'e gitmekte olan bir gemide çalışırken İstanbul'da inerek 1828-1831 tarihleri arasında 3 yıl kadar İstanbul’da yaşamış biri. Günümüzde Casa Garibaldi İstanbul adıyla tanınan Societá Operaia İtaliana (İtalyan İşçi Birliği) derneğinin kurucu başkanı oluyor İstanbul’da. Süreç içinde de, 1846 da İtalya’dan aldığı üzücü haberlerin etkisiyle ülkesi İtalya’ya dönmüş ve olan olmuş:1846'daki papa IX. Pius'un seçimi İtalya yurtseverleri içinde sansasyona sebeb olmuştu. Hem İtalya'da hem de dışarda. Papanın başlangıç reformlarında Vicenza Giobetti (5 Nisan 1801-26 Ekim 1852) hakkında onun İtalya'nın birliği için liderliği temin edeceği kehanetinde bulunuyordu. Bu haber Montevideo'ya ulaştığında Garibaldi papaya bir mektup yazar ve onu tehdide başlar, Vatikan’ı teslim etme sürecindeki ısrarı da böylelikle başlar ve de 1848'deki devrim yılında kendisini İtalya’da bulur. 1849'da Fransızlara karşı giriştiği Roma savunmasında birliklerini Apenin Dağları’na kadar çekmek zorunda kalmıştır.
1861 yılında Abraham Lincoln tarafından Amerikan iç savaşına çağrılmış ancak köleliği kaldırma konusunda Lincoln ile anlaşmazlığa düşmüştür.. Fakat, o Roma ve Vatikan ısrarında direnme kararı alır. Böylelikle şu tümceyi kullanır ve ;"Roma O Morte(Roma veya ölüm)" sloganıyla özdeşleşir Garibaldi. Garibaldı bilindiği üzere iki sicilya'yı birleştirerek İtalyan Birliği’ni kurdu. Ve sonunda, anti ruhban sınıfı ve anti papacı Garibaldı; İtalya'nın birleşmesi için Papa’nın Vatikan’ı terk etmesini ve İtalya’ya katılmasını ister. Roma ve Vatikan senin değil halkındır ilkesinden asla vazgeçmez ve gerçekleştirir. Şöyle ki; binden fazla silahlı adamı taşıyan iki buharlı gemi 11 Mayıs 1860'ta İngiliz savaş gemilerinin iyi niyetli bakışları altında Sicilya'daki Marsala Limanı'na giriyordu. Bu adamlar, İtalya'nın çeşitli bölgelerinden gelen, modası geçmiş misket tüfekleri taşıyan ve kırmızı gömlekler giymiş gönüllülerdi; liderleriyse demokratik devrim ve İtalya'nın birliği uğruna verdiği savaşla ün kazanmış Giuseppe Garibaldi’nin birlikleri İtalya'daki yerleşik devletlere isyan eden tüm halk hareketleriyle uyum içimdeydi artık.
Bir diğer anlatımla: Piemonte'de Kıral II. Vitorio Emanuele'nin yeni liberal monarşisi Kuzey İtalya'nın büyük bölümünü savaşlar ve diplomasiyle birleştirmeyi başarmıştı. Fransız birliğinin himayesinde Papa IX. Pius ise Roma'yı ve Papalık Devletleri'nin yönetiyordu. Klasik Politikacıların ve dinden geçinen politikacıların aksine Garibaldi sade bir vatansever, eğitimsiz bir askerdi ve adamlarının yaşadığı tüm sıkıntı ve tehlikeleri görüyordu. İtalya'nın birleşmesi için hala son ve kararlı bir hamleye ihtiyaç olduğunu düşünen Garibaldı, davranışları ve kişiliği Sicilyalıları etkilemişti. Kendisini, ezilenler adına başkaldıran, toprakların yeniden dağıtılacağını ve kilisenin mülklerinin kamulaştırılacağı vaat eden bu aziz benzeri kişiye yakın hissediyordu. Mücadele sırasında yanındaki kuvvetleri ile öyle güçlenmiştir ki papalığı bile bir süre ortadan kaldırmış, papa vatikanı terkederek Roma’da bulunan St. Pietro Di Laterani Kilisesine çekilmiştir..
Bana göre, Che Guvera’nın esin kaynağıdır Garibaldı... Özellikle İtalya Vatikan, sırlar ülkesi..Düşünün, Vatıkan Papası, ancak 7 milyon Euro’ya görüşüyor, roportaj veriyormuş. Dünyanın en zengini ve Mafya bağlantılı..
Papalar boyutunda ilginçlikler de var. Örneğin; Papa Angelo Giuseppe Roncalli(Papa 23’üncü Johannes), 10 yıl süreyle İstanbul'da görev yapmış. Celal Bayar’ 23.Johannes'in o dönem maçlarını Şeref Stadı'nda oynayan Beşiktş'ın maçlarını kaçırmadığı rivayetler arasında... En yaşlı papadır. 28 Ekim 1958’de 77 yaşındayken Papa seçildi. Türkiye’de bulunduğu sırada Türkçe öğrenen ve İstanbul’daki Katoliklere Türkçe olarak hitap eden Roncalli, Papa seçildikten sonra 23’üncü Johannes ismini aldı. Türkler de anlasın diye, İncil’i Türkçe okuyan kişi. Kuarnımızın Türkçe okunmaması aklınıza geldi.
Roma’da 13 Mısır sutunu var, sutunların birkaçı da Aziz Petrus meydanında... Unuttuk Melekler köprüsü ve Cem sultan tutsaklığını: Castel Sant Angelo, Roma’nın en önemli tarihi yapılarından biridir. Görkemli bir kale olan yapı, adını, Papa Büyük Gregorius’un burada Melek Mikail’i gördüğü dinsel deneyimden alır. Kale, M.S 139 yılında Hadrianus ve ailesinin mozolesi olarak yapılmış, daha sonra İmparator Aurelianus’un yaptırdığı kent duvarlarına dâhil edilmiş, Ortaçağ’da kaleye dönüştürülmüş ve siyasi karmaşa dönemlerinde papaların ikametgâhı olmuştur. Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Cem Sultan burada esir tutulanlar arasında yer almıştır.
Belirttiğim gibi; tarihi yerler genelde film platoları gibidir, özellikle Batıda.Bizim Dan Brown’nun(bilmiyorum nerden bizim olduğunu, hava atmak içindir..:) büyük bir kısmı Roma ve Vatikan’da geçen “Melekler ve Şeytanlar (Angels and Demons)” roman Roma içindeki Vatikan devletçiğinde filme alınıyor. Tom Hanks’ın oynadığı film 2009’da vizyona girmişti.
Konu ve ülkem üzerindeki gizemi: “İsviçre’de faaliyet gösteren CERN isimli bilim merkezinde çalışan fizikçi Leonardo Vetra öldürülür Vetra’nın göğsüne Illuminati damgası dağlanmış ve fizikçinin üstünde çalıştığı Karşı Madde teknolojisi labortuardan çalınmıştır… CERN tarafından Amerika’dan davet edilen Illuminati uzmanı Dr. Langdon (Tom Hanks), Illimunati’nin ortaçağ döneminde Galileo tarafından Kilise karşıtı bilimadamları tarafından kurulan gizli bir örgüt olduğunu ve kilise ile bilimin gerçekliği konusunda savaştıklarını ancak kilise tarafından ortadan kaldırıldıklarını anlatmış ancak bir gün kiliseden intikam alacakları konusunda yemin ettiklerini de belirtmiştir.
Öldürülen fizikçi Leonardo’nun yine bilim adamı olan kızı Vittoria (Ayelet Zurer) da; karşı maddenin en güçlü atom bombasından daha güçlü bir patlayıcı olduğunu ve bir damlasının 1 kilometrekare içerisinde bulunan her şeyi yok edebileceğini açıklamıştır..Bu arada CERN’e Vatikan güvenliğinden bir telefon gelir ve Karşı Maddenin Vatikanda bir yerde saklandığı ve üzerindeki sayacın geri sayımda olduğu bilgisi gelir…”
Bana ne yahu! Bundan sonra filmi izle veya Roman’ı oku..Bir antrparantez belirteyim.. Bizdeki araştırmacı.. Komplo Teorisi - Kuantum Teolojisi, Tapınak Şövalyeleri, Tavistock Ve illuminati konularında uzman Çerkes kökenli ‘Aytunç Altındal’, Biliyorsunuz İlluminatı gizemi ile ilgileneniyor, bu bağlamda Türkiye üzerindeki değerlendirmeleri birilerini rahatsız ediyordu.
Bu nedenle birkaç kez tehdit aldı, hatta saldırıya uğradı.. 6 sene önce vefat etti.. Acaba öldü mu, öldürüldü mu?!..”Bence resmen öldürüldü ve gayriresme dönüştürüldü..!!!” diyenler az değil..
Aytunç Altındal Vatikan için şunu söyler:
[ “Vatikan yeryüzündeki tek “Tanrı–Kenti ve Devleti”dir. Vatikan’dan başka “Tanrı–Devleti” yani “Teokrasi” yoktur..]
“Castel Sant Angelo (Aziz Melek)” Kalesi: 1880 yaşında. Dahası; Hadrianus ve ailesinin mozolesi olarak yapılmış(M.S 139). Ortaçağ’da kaleye dönüştürülmüş ve siyasi karmaşa dönemlerinde papaların ikametgâhı olarak kullanılan, Roma’nın en önemli tarihi yapıların en görkemlisi “Castel Sant Angelo” kalesi. Söylenenlere göre, Doğu Ortodoks Patrikhaneleri ve Anglikan kilisesi tarafından aziz kabul edilen, Yazdığı dinsel eserlerle ünlü Papa Büyük Gregorius (I. Gregorius) bu kalede Melek Mikail’i görmüş.. Bizim için önemi; Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Cem Sultan’ın burada esir tutulması...
Kale ile Vatikan’ı birbirine bağlayan ve 1227’de inşa edilen gizli geçiş tüneli varmış. Bu geçiş papaların güvenliği için yapılmış. Tünele “Vatikan Koridoru” deniyor ve Vatikan Sarayı’ndan Castel Sant Angelo’ya dek uzanıyor. Castel Sant Angelo günümüzde “Sant’ Angelo Kalesi Ulusal Müzesi (Museo Nazionale di Castel Sant’Angelo)” olarak kullanılıyor.
Melek Terasından (Terrazzo dell’Angelo) Roma ve Vatikan’ı, dahası; büyük, bronz St. Michael heykelinin bakışları altında Aziz Petrus Bazilikası ve Tiber Nehri’nin kuşbakışı manzarasının seyri, müthiş. Bu bölümde yer alan Bronz Melek Heykeli, 18. yüzyıl Flaman heykeltıraşı olan Pieter Verschaffelt’nin.
Roma’da bulunan en güzel köprüler arasında olan köprü kalenin önünde yer alıyor. Adı soyadı; Ponte Sant Angelo (Hadrian Köprüsü): Tiber Nehri’ni 3 kemer ile geçen, “Ponte Sant’Angelo (Sant’ Angelo Köprüsü)” ile kale “Castel Sant Angelo” müthiş bir görsellik sunuyor size..
Siyasetle uğraşan, iktidar için oluk oluk kan döken ve Haçlı Seferleri'ni başlatan Papalar'ın otağı “Vatikan”, düşündürücü, kuşkulu, güvenden soyut tartışmalı bir Katolik mezhebinin dini merkezi. Öyle ki, 2015’te nedense ve niçini yanıtlanamayan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın davetlisi olarak Türkiye’ye gelen, gerçek adı Jorge Mario Bergoglio olan Papa Francis (Françesko) 'in Türkiye ziyareti, dahası kaçaksaray’ı ziyareti ve de ziyarette saraya hayran kalıp; “.. sultanlık mı desem, krallık mı desem, bi değişik hissettiriyor insana” demesi ve Erdoğan ile olan ilişkisi düşündürücüdür.
Bu ziyaret, Vatikan'ın teolojik gündemini de beraberinde getirdi. Dahi; magazin gündemini de.. Hem tarihçilerin açığa çıkardığı sır gerçeklere hem de Batıda epeyce dedikodu malzemesine dönüşen iddialar ortaya atıldı. Papalar tarihi çok ilginç olaylarla doluymuş. Kadınlar, gayrımeşru çocuklar ve hatta "kadın papa" Joan... Evet sonrasında papalara "erkeklik kontrolü" yapılması geleneğini başlatan Joan'ın öyküsü.
Bir de tarihçi Tony Perrottet'in halka kapalı bölümlerini gezerek yazdıkları var: Pornografi, içki dolu raflar, Papa 9. Pius’un yerinden sökülmüş cinsel organları biriktirdiği koleksiyonu ve 1500'lerde seks partileri düzenlendiği söylenen Borgia Suiti....
Burada da Aytuç Altındal’a söz vereyim:
[ Türkiyeyi bekleyenlere gelince. Almanlar için önemli olan tıpkı tarihte kendilerinin yaptıkları gibi Türkiye’de İslamiyet’in lokalleşmesini istemekte ve bu yönde çalışmalar yapmaktadırlar. Fransa ise Türkiye’deki Laikliğin bekçisidir. Dolayısıyla Devletçi Laisizm’in her ne pahasına olursa olsun korunmasından yanadır. İngiltere bu iki görüşe karşıdır ve Türkiye’nin önderliğinde yeniden bir Hilafet kurulmasına sıcak bakmaktadır. Amerika ise, Türkiye’de artık Devlet’in değil, Liberalleşmiş bir Anayasa’nın en üst değer olarak tanınmasını ve bu anayasanın sınırlarını çizdiği İnsan Hakları çerçevesinde, Fransızlarınkinden daha özgür ve özerk bir “Din ve Vicdan Özgürlüğü”nü yerleştirmek istemektedir. Türkiye önümüzdeki yıllarda işte Batı’dan gelecek olan bu “İslam”la daha çok tanışacaktır...]
Bilmiyorum, Vatikan’ın hala etkinliği ciddi bir şekilde dikkate alınıyor mu, ama belli süreçlerde dünyada İtalya’dan etkili bir devletçik, hem de 400 kilometrekare genişliğe sahip dünyanın en mini bir devletçiği ve İtalya devleti ile sürekli gerilim içinde. Evet; Vatikan Devleti Hıristiyanlığın en büyük mezhebi olan Katolik Kilisesi´nin merkezidir. Kilisenin başkam olan papa burada oturur ve de bu din devletinin hem dinsel başkanı, hem siyasal başkanı..
Vatikan eskiden toprakları 45,000 kilometrekareyi, nüfusu 3,5 milyonu bulan bir devletti. Sonra, topraklarını komşu İtalya krallıklarına kaptırdı. İtalya Krallığı kurulunca da şimdiki gibi kendi küçük kentte dönüştü. 1929 yılında İtalya Krallığı ile yapılan Laterano Antlaşması´yla Vatikan´ın bağımsızlığı tanındı… Vatikan’daki “Tanrı–Devleti”nde irili ufaklı 200’den fazla bina vardır: Üçte biri bina, üçte biri park ve üçte biride kaldırım. Bu yapılardan biri de Barok tarzında inşa edilen; Belediye Sarayı. Papalık makamına, Roma’yla Vatikan’ı ayıran ünlü Bronz Kapı’dan girilir.
Biz; Vatikan (Pontifico) “Kent ve Devleti”ne, araç ve halk girişini Bronz Kapı’nın yaklaşık 300 metre kadar sağında yer alan Saint Anne Kapısı’ndan yapar. Kapılarda İsveçli değil İsviçreli Muhafızlar bekliyor. Dilerlerse kimlik denetimi yapabilirler; içeriye sokup sokmamakla serbesttirler. Bronz Kapı ise sadece önemli törenlerde açılır. Bu kapıdan içeri girildikten yaklaşık 150 metre kadar ileride genişçe bir avlu ile buna bakan mahzeniyle birlikte beş katlı bir saray bulunur.
Papalar işte burada otururlar. Pencereleri Vatikan’ın ve dünyanın en ünlü ve görkemli binasına bakar. Bu bina St. Peter Kilisesi’dir. 70.000 metre karelik bir alanı kaplayan bu Kilise, Vatikan “Tanrı–Kent”in en yüksek binasıdır. Bronz Kapı’nın tam karşı sınırında, Papa’nın helikopteri için yapılmış olan küçük iniş pisti vardır. Onun sağında Vatikan Radyosu, onun yanında da yabancı öğrencilerin kaldıkları yurt binası yer almaktadır. Bu iki binanın arasında park bulunur.
Park’ın ucunda “Curia” sarayı vardır. Devlet olarak Vatikan buradan yönetilir. Parkın diğer alt yanına doğru İlahiyat Akademisi (Kardinaller Koleji) bulunur. Burası bir bakıma Papalığın Senatosu gibidir. Kolejin önünde Vatikan Müzesi, yanında paha biçilmez arşiviyle Vatikan Kütüphanesi yer alır. Bunlara bitişik binada Vatikan’ın “Laik Konsey” binası vardır. Vatikan’da bir de işçi sendikası vardır ve o da bu binadadır. Papanın sarayının uzantısında ise Vatikan Bankası bulunur. Az ilerisinde de Vatikan’ın resmi yayını olan “Osservatore Romano” gazetesinin yönetildiği bina vardır...
Vatikan Müzeleri ile de ünlü. İlle de Sistina Şapeli:
Sistina Şapeli Papa IV. Sixtus için yapılmış. İçi; Asıl adı Alessandro di Mariano di Vanni Filipepi olan Sandro Boticelli/ Il Botticello(1445-1510) ve Michelangelo di Lodovico Buonarroti Simoni (Michelangelo) eserleriyle dolu . Musa ile İsa Peygamberler’in hayatlarından kesintiler betimlenen yan duvarlardaki freskler Boticelli liderliğinde Perugino ve Signorelli gibi sanatçılara ait. Altar’daki Michelangelo’nun olgunluk döneminin başyapıtlarından “Son Yargı isimli freski”’nin sağ duvarında sırasıyla; İsa’nın Vaftizi, İsa’nın Baştan Çıkarılması, Aziz Petrus ile Andreas’a Çağrı, Dağdaki Vaaz, Anahtarların Aziz Petrus’a Verilişi ve Son Yemek fresklerini ve de Sol duvarsa ise; Musa’nın Mısır’a Yolculuğu, Musa’nın Çağrıyı Alması, Kızıldeniz’i Geçiş, Altın Buzağıya Tapınış, Asilerin Cezalandırılması ve Musa’nın Son Günleri isimli freskleri görebilirsiniz. mevcut.
Ölülerin ruhlarının Tanrı’nın gazabıyla yüzleşmek için mezarlarından kalkmalarının betimlendiği fresk belki de Sistina Şapeli’ndeki en popüler eserlerden.. Michelangelo’nın tek başına yaptığı tavan freskleri ise temelde dünyanın yaratılışı, İsa’nın düşüşü gibi konuları betimliyor. Adem ile Havva’nın yasak elmayı yiyerek cennetten kovulmalarını betimleyen İlk Günah isimli freskle bundan iki sonraki Adem’in Yaratılışı freskleri sanatçının çalışmasının zirve yaptığı yerlerden.
Vatikan, gezilecek ve görülecek, gezilmesi ve görülmesi gereken yer, düşünülmesi de.. Bu nedenle detay vermeye çalıştım, gezi dışındaki kaynaklarla..
Ve gezimiz 19:00’da bitti, fakat biz de.. Cem sultan resimleri Ececan’dan..
Pıazza Della Rotonda Meydanı: antik tapınak Pantheon’un önündeki meydan. Evet; Dönemin en eski Antik yapılarından biri olan Pantheon‘un bulunduğu meydandır. Sokak sanatçıları ve gençler bu meydanda takılıyor. Kalabalık. Rotonda meydanında en güzel Çeşme'lerden birisi..
İl kubbeli çatı. Kökenleri dünyanın kadim doğa dinlerine inanların, yani Paganların tüm tapınakları gibi Pantheon Tapınak iken Kiliseye çevrilmiş. Ronesans döneminin(15 - 16. yüzyıl) ünlü ressamı ve Ronesan’ın 3. adamı; Raffaello Sanzio da Urbino (Raffaello), tanrılarla birlikte olmak için buraya gömülmesini istemiş ve gömmüşler..
M.Ö.27 yılında, ilk Roma İmparatoru olarak tahta geçen Caesar Divi Filius Augustus‘un en önemli kurmaylarından ve Roma senatosunun Konsüllerinden Agrippa tarafından inşa edilmiş… Yerden 44 metre yükseklikte olan kubbesi sayesinde, Ayasofya 532-537 yılları arasında inşa edilene kadar dünyanın en yüksek kubbeli yapısıydı. Pantheon ile ilgili en çarpıcı izlenimim, koskoca tapınağın sadece ve sadece tavandaki bir delikten(Oculus) süzülen ışıkla aydınlatılmış olmasıydı..
Piazza Navona meydanındayız saat 20:00’de.. Roma meydanlarının en hareketlisi. Dansçılar, ressamlar, akrobası ateş dansçıları ile gece gündüz demeden eğlencenin bulunduğu, renkli bir meydan.
Piazza Navona dort irmak çeşmesi bir harika. Bu çeşme dünyadaki 4 nehri temsil ediyor; Hindistan’da Ganj, ABD’deki Rıoplata, Mısır’da Nil ve Avrupa’da Tuna nehirleri.. Bu meydandaki en büyük yapı, 17.YY’da inşa edilen Sant’Agnese in Agone kilisesidir. Kilise Papa X. Innocent’in ve ailesinin şahsi şapeli olarak da kullanılmış. Çünkü, kilisenin hemen yanında Papa’nın evi, Pamphilj Sarayı (Palazzo Pamphilj) bulunuyor. Meydanın en büyük yapısı yok şimdi. Bu tarih yok etme batılılarda da varmış..Evet, bir zamanlar meydanda MS 1. yüzyıldan sonra İmparator Domition tarafından inşa ettirilen 30.000 kişilik bir stadyum bulunuyordu. Circus Agonalis adındaki Domitian Stadyumu, yönetimi Papa X. Innocent‘in devralmasıyla yıkıldı.
Bi de; Fontana del Nettuno çeşmesinin arkasındaki yapıların arkada kalan kısmında bir müze yer alıyor. İşte yok edilen stadyumun kalıntıları burada.. Pantheon ve Navano meydanı ateşli dans gösterileri Resimler Ececan’da..
FLORANSA (Firenze) 7 Haziran 2019:
Saat; 09:00’da Toskana’nın başkenti Floransa’ya hareket ettik. Antik mı antık, entelektüel mı entelektüel bir bölgeye, dahası aristokrasinin izlerin hala taşıyan, varsıl güzel, antik ve modern kültür odağı kuzeye tirmanacağız.. Toskana’nın başkenti, hatta İtalya Krallığı'na da başkentlik yapmış Floransa en güzel İtalyancanın konuşulduğu uygarlıklar düzlemi.
Ronesans, yani yeniden doğuşu ve de modern İtalyancanın da temelini başlatan, İtalyan ozan ve siyasetçi Dante Alighieri (Gerçek adı; Durante;1265-1321) imiş. En bilinen yapıtı, ahirete yapılan bir yolculuğu anlattığı “İlahi Komedya (La Divina Commedia)”'dır…Dante denince Beatrice (Beatris) akla gelir. Beatris kim? Beatris; 9 yaşında iken, sonsuz bir aşk ile bağlandığı 8 yaşındaki aşkıdır.
Tanıştığı ilk andan beri Dante Beatrice'e büyük bir tutkuyla bağlandı. Beatrice ile ikinci kez karşılaştığında on sekiz yaşındaydı, bu ikinci karşılaşmadan sonra Beatrice'e olan sevgisi daha da derinleşti. Beatrice'e olan aşkı yazımını ve şiire olan bakış açısını büyük oranda etkiledi. İlahi Komedya'nın tohumlarını atan belki de Beatrice'ye olan aşkıydı. 1288 yılında Beatrice evlendi. Fakat Beatrice evliliğinden sadece iki sene sonra, 1290'da, yirmi dört yaşında öldü. Kuşkusuz Beatrice'nin ölümü Dante için büyük bir şoktu ve yazarın yazım hayatını da fazlasıyla etkiledi. Dante, Beatrice'ye maddi, ölümlü ve insani bir görünümden ziyade manevi, ölümsüz ve ilahi bir görünüm vermesine neden olmuştur.
Rönesans hümanisti ve de “İtalyan dilinin babası” Dante, İlahi Komedya’da Papa’yı suçlar olmuştur, bir siyasetçi olarak. Çünkü devrin Floransa'sında bellibaşlı iki parti vardı: Ghibellinolar ve Guelfolar. Ghibellinolar imparator tarafından destekleniyor, aristokrasiyi savunuyorlardu; Guelfolar ise papa tarafından destekleniyordu. Sonraları Pistoia Guelfoları "Beyazlar (Bağnaz ve de papacı). Yobazlar)" olarak iki ayrıldılar.
Dante ise, beyazların taraftarı olmuştur. Devlet işlerine katılmak Dante politik hayatına başladı ve Papa’yı şiddetle eleştirmeye başladı. Papacılar egemen olunca, Verona’ya kaçtı. Dante; son yıllarını Verona'da Can Grande della Scala'nın ve Ravenna'da Guido Novello da Polenta'nın saraylarında geçirdi. Quaestio de aqua et terra (Su ve Toprak Sorunu) ile Egloge (Eklogalar) adlı yapıtlarını yazdıktan bir sene sonra, 1321 yılında Ravenna’da öldü. ve orada öldü..
Dante papanın kutsal egemenliği yerine imparatorun dünyevi egemenliğini yücelterek Ortaçağ’ın geleneksel siyaset anlayışından kopmuştur. Avrupa kilisenin baskısından ve dinden kurtulup modernleşme çağına geçmesinde büyük rol oynamıştır ve de Skolastik görüş (kilisenin dar görüşü) yıkılmasına katkı koymuştur.
Dante, Michelangelo, Botticelli, Da Vinci Floransa da yaşamış olan sanatçılardır. O zamanlar Floransa ünlü Medici ailesinin kontrolü altındaydı. Ve Lorenzo De' Medici bir çok sanatçıyı himayesi altına alarak dünyaca tanınmasını sağlamıştır.
Bir insan bu kadar şey olur mu?
Evet, bu kadar şey olan kişi; 67 yıl yaşayan “Leonardo di ser Piero da Vinci(1452-1519)”. Leonardo; Rönesans döneminde yaşamış İtalyan filozof, astronom, mimar, mühendis, mucit, matematikçi, anatomist, müzisyen, heykeltıraş, botanikçi, jeolog, kartograf (Haritacı), yazar ve ressam. Leonardo’nun annesi köylü hizmetçi Catherina, babası ise hukukçu. Bu çiftin gayri meşru çocuğu olan Leonardo, Vinci kasabasında doğduktan hemen sonra dedesinin evine gönderildi. Annesini hiç görmedi, fakat o dünyayı, dünya o’nu gördü.. Yere su dök karşına Dante çıksın.
Leonardo’nun öyküsü burada bitmiyor, o varsıl bir tüccarın karısına aşık olur, o da tablosundaki Mona Lisa’dır.Fakaaatı ve bu işin. Evet; 54x74 cm boyutundakş Mona Lisa tablosu Leonardo da Vinci tarafından. Küçük ölçülerine karşın dünyadaki en ünlü tablolardan biridir.
Birilerine göre; Mona Lisa’da tabloya konu olan kadının kimliği bilinmemektedi. Mona kelimesi aslında hanımefendi anlamına gelen Ma Donna (Uyanık Madonna’ya bak, hanım efendi yapmış kendisini) kelimesinden türemiştir. Hz. Meryem içinde kullanılır. Portreye konu olan kadının kim olduğu konusunda iki sav var:
- 1- 1550 yılında Da Vinci’nin biyografisini yazan Vasarinin tespiti göre kadın, Floransalı tüccar Francesco del Giocondo’nun eşi olan Lisa di Antonio Maria Gherardini’dir.. Burada aşık olduğunu Gül Taşdemir hanım söylüyor bize.. Fakat yine de bu tespit yüzde yüz gerçek kabul edilmez çünkü Vinci resmi tamamladığında kimseye sunmamış bilakis kendisi saklamış. İyi o zaman resimdeki kadına aşıktı ve Gül hanım haklı.
- 2- Vinci’nin kendini kadın formunda çizdiğidir ki bu iddianın sahibi olan Bell laboratuvarlarından Lillian Schwartz, Vincinin bir portresini Mona Lisa portresi ile karşılaştırarak bu sonuca ulaşmış. Ben buna daha yakınım çünkü Mona Lisa’nın bakışları bana biraz erkeksi geliyor...
Ronesans’ın 2.adamı, “Michelangelo di Lodovico Buonarroti Simoni(1475-1564)”, ressam, heykeltıraş, mimar ve şairidir. ve de Leonardo’dan çirkindir... Leonardo da Vinci, Sandro Botticelli ile beraber Floransa Meclisi’nin saygıdeğer otuz üyesinden biriydi. Michelangelo bunu çekemiyordu.
Meclis 25 Ocak 1504’te, Michelangelo’nun, 4,09 metrelik mermer heykeli Davut’un nereye konulacağını kararlaştırmak için toplanır. Michelangelo’nun Leonardo’ya karşı düşmanlığı, Leonardo’nun bu heykeli Palazzo Vecchio yakınlarındaki Loggia del Lanzi’ye konulmasını önerdiği için olduğu söylenir. Michelangelo’ya göre yüce Davut’u için tek bir yer vardır, o da Floransa’nın en önemli kamu binası olan Palazzo della Signoria’dır.
Vasari’ye göre heykel, 8 Eylül 1504 tarihinde yerine konur. Bundan sonra Leonardo not defterine, Michelangelo’nun kendisini sokakta küçük düşürmeye çalıştığına ve Sforza atlı heykelini bitirememesiyle dalga geçtiğine ilişkin göndermeler yazar…
Neden bunları yazıyorum? Yazıyorum, çünkü yeniden doğuşu (Ronesans’ı) dahilerin başlattığın işaret etmek için..
Medici ailesinin evi; şatosu canım, hatta bankası |
Nasrettin Hoca’yı, Karagöz ve Hacivat’I elimizden alıyorlar tik veye çit yok; hazret çıkmış Leonardo De Vinci Türk diyor: Da Vinci'nin annesi Caterina, Ortadoğu'dan köle olarak İstanbul'a gelmiş ve yıllarca bir Türk olarak yaşamış. Sonra da köle olarak İtalya'ya gitti. .”
Ulan enbesil, Ortadoğu’da kaç Türk var. Tamam Türkmenler ve Azeri Türkleri var, ordan geldiklerini düşünelim de kaçının adı Caterina.. Diyelin anne Türk olan bir çocuk ne kadar Türk olabilir. Anneannem Kürt, ben şimdi Kürt mu oluyorum, bari melez dyin nereden Türk olduğunu anladınız be ırkçı mankafa.. Ne Türk, Ne Laz, Abaza, Gürcü; öncelikle insanız insan..
İtalyanların ilginç ritüelleri var. Bunlardan biri de Laneti üzerinden atmak için Tuzu omuzlarından arkalarına atarlarmış. Şöyle ki; Hristiyan inancı, Hazret-i İsa’nın 12 havarisi ile yemek yerken(Son yemek), içlerinden birinin kendisine hıyanet edeceğini haber verdiğini söyler. Bu Son Yemek çok meşhurdur; ekmek ve şarab ile yapılan komünyon (mass, evharistiya) âyini bunun hatırasıdır. Yemekten sonra havarilerden, ayni Hazret-i Mesih’in 12 kişilik yakın çevresinden Yahuda İşkaryot, 30 dirhem gümüş karşılığında Hazret-i İsa’yı Yahudilere teslim etti.
Hz. İsa son sofrada; “Beni yarın biri ele verecek..” der. Bu ara herkes birbirine heyecanla bakarken, Yahuda heyecanla tuzluğu döker.. Bu ele verecek kişinin Yahuda olduğu belli olmuştur ve o artık aralarındaki beladır.. İşte Hristiyan inancına göre belayı uzaklaştırmak için omuzları üzerinde tuzu arkalarına atarlar.. Hangi omuz olduğunu bilmiyorum..
Eğer siz omzunuzdan arkaya tuz atmak istemiyorsanız, şu efsaneye inanın; “1970’lerde Mısır’da bulunup, nice maceralardan sonra 2006’da ortaya çıkarılan Yahuda İncili’nde hâdise klasik Hristiyan teolojisinden farklı şekilde anlatılır. Buna göre Yahuda’nın yardım istemeye gittiği bir dost, kendisini takip edip Hazret-i İsa’nın yerini öğrenmiş ve Yahudilere ihbar etmiştir. Buna mukabil Yahuda, hâdiseye sebep olduğunu düşünerek kendisini feda etmiş; çarmıha gerilerek idam olunmuştur..”
ORVİETO VE ARTVİN-ŞAVŞAT
Saat; 09:59 Lazio ve Atliagno’yu es geçtik.. Yolumuz; dünyanın sakin ve yavaş yaşam kolaylığı felsefesini ilke edinmiş; “Cittaslow’ın(Sakin şehir)” simgesel kenti; Orvieto.. Yerini tam belletelim: İtalya’nın Umbria bölgesinde, Roma’dan trenle gidersen 1.5 saat ulaşacağın, 22 bin nufüslu bir kent. Vatikan yolu olması nedeniyle Hac yolu üzerinde olması nedeniyle değer kazanmış Terni ili'ne bağlı bir kasaba.
Evet; Orvieto Citlaslow Birliği’nin kurulduğu kent. Cittaslow, İtalya'da kurulmuş uluslararası bir belediyeler birliğidir(1999). "Città, İtalyanca (Şehir)" ve İngilizce "Slow (Yavaş)" demek. Yani Cittaslow, Citta’dan olma, Slow’dan doğma, "Sakin Şehir-Yavaş hareket". İtalya'nın dört küçük kentinin belediye başkanlarının (Bra - Francesco Guida, Orvieto - Stefano Cimicchi ve Positano - Domenico Marrone) bir araya gelerek Slow Food(Yavaş Gıda) hareketini kentsel boyuta taşımak amacıyla Greve in Chianti Belediye Başkanı Paolo Saturnuni'nin önderliğinde kurulmuştur.
Üye koşulunda 59 olan bu kriterler 2013 yılında Uluslararası Bilim Komitesi tarafında yapılan bir çalışmayla güncellenmiş ve sayısı 70'e çıkmıştır. Kurulduğu ilk yıllarda İtalyan kentleri arasında yaygınlaşan hareket, günümüzde 28 ülkede 182 üyeye sahiptir.
Uluslar arası Cittaslow Birliği’nin Genel Kuruluna katılan Şavşat Belediye Başkanı Nihat Acar’ın katılımı beni gurulandırdı..Artvin’imiz ilçeleriyle cennetin izdüşümü. Ben Artvi tümden Cittaslow birliğine alınmalı, çünkü birileri HES’ler ve Altın arayıcılığıyla Artvin’in altını üstüne getirip, onun binlerce yılda oluşan “Dağa ve doğan Felsefesini” yok ediyor..
Cittaslow ve felsefesi(Sakin şehir) nedir?
Yaşamaktan zevk alınacak bir hızda yaşanmasını savunurmuş. İnsanlar arası ilişkilerde sevgi, saygı, hoşgörü anlayışlarını esas alan felsefe. İnsanların birbirleriyle iletişim kurabilecekleri, sosyalleşebilecekleri, kendine yeten, doğasına ve doğanına (tüm canlılar), tarihine, yeten, değerlerine sahip çıkan kentlerdir söz konusu olan…
Evet; yavaş yaşa, yani sakin ol, her şey yerinde kaçmıyor, yete ki sen kaçırma.. Ayrıca kendinin ve kentinini bir ruhu olsun ki sürdürülebilir kalkınmayı kurumsallaştır. Örneğin yavaş yemek ye, dereleri çayları kurutma, doğaya ve doğana sahip çık.. Yavaş yaşamak, hayattan zevk alabilmek, sevdiklerine ve kendine zaman ayırabilmek, hız için, enrji yalanıyla HES dayatmasında dünyaya zarar verme.
Kentin geçmişinden gelen, tarihi, yerel özellikleri gibi unsurlarından oluşan kent ruhunun yanlış politikalar sonucu kaybetme. Topraklarında yaşayan uygarlıkların, üretilen ürünlerin, söylenen şarkıların, yazılan şiirlerin, dostlukların oluşturduğu bu ruhu koru ve kalkın, dikil, dimdik ayakta ol.
Beyin göçlerinin önünü almak için; Sürdürülebilir kalkınmada, küçük kentlerde istihdam ve sosyal olanakların eksikliği nedeniyle gençlerin büyük kentlere göçüne karşın, kentin kimliğine sahip çıkılarak kalkınması, sosyal ve ekonomik hayatın canlanmasının mümkün olduğunu öngör!. Sosyal bir tercih olarak değerlendirilen yavaş yeme tercihinin ise tohumu, tarlada çalışan işçileri, mutfak endüstrisi ve çalışanlarını, doğaya verilen zararı ve daha birçok unsuru etkilediği düşünülüyor. Kısacası tıkınmayı bırak, Rabbena hep bana anlayışı sil kafanda..
İşte, Cittaslow (Sakin şehir) birliği; yerel kimliğini ve özelliklerini koruyarak var olmak isteyen kasabaların ve kentlerin katıldığı bir birliktir. “Çevre politikaları, altyapı politikaları, kentsel yaşam kalitesi politikaları, tarımsal, turistik, esnaf ve sanatkarlara dair politikalar, misafirperverlik, farkındalık ve eğitim için planlar, sosyal uyum, ortaklıklar”..
Bu olgunu kayıt altına alınışı belki yenidir, ama bizler yıllardır bunun savaşını veriyoruz; doğayı ve doğanı savunarak.. Her ne ise eleştiren durumuna düşmeyeyim. Doğru, doğru ve evrensel hareket, ama bunu bir iki kentle sınırlamayalım, global düşünelim, yani küresel, ama bu sermayenin sermayeyey açılımı kresel sömü denklemi değil, bu dünya değerlerinin insanlara açılımıdır ve yıllardır bunu için kalemlerimizi sivrilttik.. “Kentimiz ve Kendimiz” derken Radikalde bunları anlattık..
Bizde bu özellikleri taşıyan kentler; İzmir'in Seferihisar, Muğla'nın Ula ilçesine bağlı bir mahalle olan Akyaka, Isparta'da Eğirdir ve Yalvaç, Sinop'un Gerze, Çanakkale'nin Gökçeada, Şanlıurfa'nın Halfeti, Ordu'nun Perşembe, Artvin'in Şavşat, İzmir'in Seferihisar, Sakarya'nın Taraklı, Erzurum'un Uzundere, Kırklareli'nin Vize, Aydın'ın Yenipazar ve Bolu'nun Göynük ilçeleri Türkiye'nin en sakin şehir unvanına sahip yerleri olarak Cittaslow Birliği'ne üye.
Bunu da uzattık; biz Oviedo’ya doğru devam edelim:
Hızlı tren bizi izliyor, dahası yarışıyor ve geçiyor bizi. Anlıyorum ki bizdeki hızlı tren değil, hızlandırılmış karatren.. Konya’ya 2.45 saatte gidiyor, yahu arabamlar en geç 3 saatte gidiyorum. Bizi geçen İtalyan hızlı treni Konya’ya 1 saatte ulaşır galiba.. Hızlı tren bize “anlayın varsıl kuzeydesiniz” diyor. Ovieto 16.5, Fabro’ya 34 km var..
Ve saat; 10: 27’de Ovieto’dayız dayııı.. Kayaların üzerine konuşlanmış. Funicular ile tırmanıştayız ve ardından belediye otobüsüyle kent merkezine ulaşıyoruz. Daracık sokaklarındaki evlerin pencerelerinden çiçekler selam duruyor. Beyaz şarabıyla ünlü imiş..
Geziyoruz. Ne olur burada? İtalya tarihinin bütün dönemlerine tanıklık etmiş bir kasaba. İlle de Ortaçağ evleri, Kiliseler ve gotik Romaneski mimarisinde ve de Meryem’e adanmış kılıseler, Katedralin karşısında opera binası ve Katedral freskleri freskler..
Arnavut taşlarıyla döşeli dar sokaklar (Örneğin Dupmo sokağı), Saraylarla (Palazzolar) çevrli alanlar, derin uçurumlar ve de kayaçlarla kaynamış evler ve de surlar ve de kırmızı tuğla ile örülü görkemli ‘Torre del Moro’ kulesi kırmızı ve de etkili “Ovieto Katedralı”.. Katedralin ön cephesi sanat harikası... Kapısındaki bronz kabartmalara, İncil’de geçen olayları ayrıntılarıyla tasvir eden heykelciklerden taş kabartmalara. Uzaktan baktığınızda parıldayan, göz kamaştıran altın sarısı mozaikler yapıya benzersiz bir görünüm kazandırıyor.. Kısacası; eski Orvieto bir kültür ve sanat merkezi..
Katedral ve Freskleriyle ünlü. İsa’nın Yahya tarafından yıkanması, yani vaftiz edilmesi ve de reenkarnasyonu burada görebiliyorsunuz.. Yahya olayı şöyle anlattı: “Halkı suyla vaftiz etmem için beni gönderen dedi ki, ‘Ruhun kimin üzerine inip kaldığını görürsen kutsal ruhla vaftiz edecek olan odur’ (Yuhanna 1:33)”. Evet, Yahya vaftiz ettiği kişilerden birinin üzerine kutsal ruhun inmesini zaten bekliyordu. Dolayısıyla İsa sudan çıktığında “Tanrı’nın ruhunun bir güvercin gibi onun üzerine indiğini” görünce şaşırmamış olabilir (Matta 3:16).. Tüm bunlar duvara çizmiş.
Katedral’de tadilat vardı giremedik içine diyelim mı, yoksa bıkkınlık mı?
Her ne ise; Katedralın fresklerini ı499’da buraya gelen Luca Signorelli yapmış. Söylenceye göre Signorelli, freskleri yapmak için imzaladığı sözleşmede katedral yönetiminden iki yataklı bir ev, ayda iki okka (Bir okka: 1283 gram ve 400 dirheme eşit) buğday ve tam beş yüz yetmiş beş duka altını istemiş. En düşündürücü olanı ise; yılda 145 litre Orvieto şarabı istemesi. Adamın fresk dehalığı Orvieto beyaz şarabından geldiğ söylenebilir. Signorelli’nin kıyameti tasvir eden yapıtı bunu somutluyor. Tasvirde; ‘Cehennemlikler’ ve ‘Cennetlikler’i, Rönesans’ın getirdiğinden farklı, yeni bir estetik anlayışı sanki.. İnsan bedenini, yani vücüt dilini konuşturması; korku ve endişenin yol açtığı psikolojik yıkımı yansıtması bir dehalik adeta..
Orvieto bu haliyle yine bana ilginç, güzel gelebilir ama çarpıcı gelmedi, çünkü benzerlerine çok çarptık, gördük, yani bilindik ortağ mimarisi ve de antik kalıntılar.. . Doğru özel bir konumu var. Kayalar adeta, servi ve bağlarla yeşil fışkırtmış gibi... Orvieto’ya diğer değeri belirgin biçimde damgasını vuran sanatçılar olması.
Ve de Şarap ve dahi düşlerdeki akşamın kızıllığı:
Surlarla çevrili . Kale’den Orvieto düzlüğünü seyre daldık. Düşünüyorum, gün batımı burada muhteşem olur diye. Ve düşlüyorum; Akşam kızıllığının Orvieto’nun , düzlüklerini , kadim ve modern duvarlarını harmanlayan, insana ürperti veren son aydınlığıyla.. öte yandan saatın 12:00’sindeki görsel yüzünü kayda alıyor, yetmedi notluyorum.. Nerde durusanız durun aynı görselliği yakalıyor, daracık sokakların ışıktaki raksını izleyebiliyorsunuz.. Elbet, beyaz şarap ve anlatıla-anlatıla adeta damak tadı veren Mozzarella peyniri eşliğinde seyir olası değildi ama, yolcu yoluna gerekti....
VE FLORANSA
Saat; 12:40 Orvieto tamam.. Floransa (Firenze)’ya yolculuk başladı.. Floransa, yani Firenze’yi önceki gelişlerimde “Gez- Gör- Yaz” etkinliğine almıştım.. Ne diyorum ben yahu, yazmıştım işte. Bu nedenle bir daha yazmama gerek yok, yalnız gezmeme gerek var, çünkü gezilmesi gereken görkemli ve derin kültür kenti. Adı olan Floransa nerden geliyormuş; Kilise’den, çünkü Kilisein birinin adı “Çiçeklerin kilisesi anlamında Flora(Çiçek) dendiğiğ için kente de Floransa denmiş.
Bir başka söylenceye göre de; Floransa’nın eski adı: Florenz’dir, Faesulae (Fiesole) yakınlarında bulunan küçük bir tepenin üzerine kurulduğu için Floransa adına evrilmiştir. İtalyanca d adı, Firenze. Bitmedi. Floransa’nın MÖ 59 yılında Jül Sezar tarafından kurdutulmuş. Şöyle ki; Jul Sezar ordusundan emekliye ayrılmış askerlere Arno Nehri vadisindeki bu verimli toprakları vererek Floransa'nın kurulmasına neden olmuş.. Kurulduğu zaman şehrin adı Florentia idi. Canım adı her ne ise Floransa veya Firenze M.Ö ve M.S tarihinin raks devasa bir tarih düzlemi..
M.S. 13. yüzyılda kent Guelfo ve Ghibellino adı altındaki iki grubun çekişmelerine sahne oldu. Guelfolar Roma kentindeki Papa'nın mandasını savunurken Ghibellinolar Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun mandası altına girmek istiyorlardı. Sonunda Guelfolar bu çatışmayı kazandılar ama bu sefer de Guelfolar Beyaz Guelfo ve Kara Guelfo(Bağnaz) adı altında iki gruba ayrılıp çatışmaya devam ettiler. Bu çatışma aralarında ünlü yazar Dante Alighieri'nin de bulunduğu Beyaz Guelfoların kentten sınır dışı edilmesine yol açtı..
Doğru bunları yukarıdaki ön anlatımda değinmeyi bırak önceki Floransa gelişimde anlatmıştım. Mehmet Akif Ersoy gibi Tarih tekerrürden ibaret, ama benimki gibi aynı şeyleri temcit pilavi gibi tekrarlamak değil elbet. Aslında “Tarih Tekerrürden ibaret” ifadesi de doğru değil bana göre.
Yani, tarih tekrarlanmak mıdır?
Arap sözcükleri bırakırsak, yinelenme midir?
Eğer bu denmek isteniyorsa; “İnsanlar geçmişlerinden ders alıp geleceklerini ona göre şekillendirmez ise geçmişteki olayların benzerleri tekrar yaşanacaktır bu da insanları tekrar aynı sonuçlara götürüp zarara uğratacaktır.” Tamam katılıyorum; İnsan adam dövmekten hapis yatmasına karşın, tekrar adam döverse yanlış olur ve yalnız kalır. Buna takrarlanma veya öztürkçe ile yinelenme denir. Bence tarih asla yinelenme değil, yenilenmedir; yenilendiği zamanda, arkasında eski zaman tarihi bırakarak yeni zamanlara yelken açar.
Siz Tarih yineleme-tekrarlanma derseniz, 1453 İstanbul fethini ve 1919 Anadolu Kurtuluşunu yeniden başlatıyor olursunuz, ama bir başka yeri fethetmek veya kurtarmak tekrar-yinelenme değil, yenilenme, yani yeni bir fetih.. Demem o ki; siz hayata koşu bandında bakamazsınız, yinelenme olur, siz hayata tartan pistten bakacaksınız, bunun adı da yinelenme değil, yeni yol alışlarla yenilenmedir.. Haydaaa bunu da uzattık..
Ve bizim Floransa sonunda; 15. yüzyılın ilk yarısında kent ünlü Medici ailesinin eline geçti. Medici ailesi bankacılık mesleği, canım buna tefecilik deyin siz, evet bu meslekleriyle Medici ailesi varsıllaşmıştı. Önceleri kenti perde arkasından yönettiler. Ailenin ilk önemli üyesi olan Cosimo büyük bir saray (Palazzo Medici) inşa ettirdi.
Sonra yerine geçen oğlu Piero ve torunu Lorenzo çok gösterişli binalar inşa ettirmeğe ve dönemin mimar ve heykeltıraşlarını maddi bakımdan desteklemeye devam ettiler. Lorenzo'nun 1469-1492 yılları arasındaki önderliği döneminde Floransa altın çağını yaşadı. Lorenzo aralarında Michelangelo, Leonardo da Vinci ve Botticelli'nin de bulunduğu sanatçılara verdiği destek ile İtalya yarımadasında Rönesans çağının başlamasını sağladı.
Yere su dök Dante silüeti çıkıyor. Dante öylesine etkin sanatçı ve kültür adamı ki İtalya'nın her yerinden çıkıyor.. |
Medici ailesi o denli güçlü ki bu aileden 4 papa çıkarabildi.. Michelangelo ve Leonardo da Vinci arasındaki kavgalara kısmen değindik. Michelangelo gerçekten itici bir kimlik, öyle ki öğrencisi olan ve Medusa'nin kesik başını tutan Perseus heykelinin, Floransa'da, Piazza Della Signoria meydanında sergilenen “Benvenuto Cellini bile” sapık..
Floransa’ya gelmeden Gül Taşdemir sayesinde Floransa’yi öğrendik.. Monte S. Savıno’yu geçtik, Floransa’ya 69 km var. Arezzo’yu da geçtik Valdarno’ya yaklaşıyoruz. Ova bitti, dağa tırmanış başladı ve ilk tünel Cırcın sonrası Cıvıtella sapağını geçtiğimiz nokta da Valdarno’ya 5 km kaldığı an saat; 13:51. Ragello 8 km kala Valdano’yu geçiverdik. Sakın ‘kilometreleri yazmak beceri olmamalı’ demeyin, gün gelir ‘ben buralardan geçtim mi sorularını sorarsın kendine..’
Acımasız kati Hannibal Lecter(Anthony Hopkins) balkonu |
İnadına: Floransa’ya 29 km kala dağlardan düzlüğe, canım sen ova de buna..Ve Brucheto tünelini geçiverdik (evet içinden) ve tekrar dağların eteklerine dayandık. Bu dağların adı mı ne? Bu dağlar, o ünlü Alplerin bir uzantısı cennetin terası Dolomit dağları olabilir mi? Eğer biz Toskana vadisindeysek belli ki bu dağlar Alpler.. Ve de S. Donato tünelini geçtik..
Yanlış söyledim bura dağları Apeninli, yani bu dağlar Apenin dağlarının etekleri. Dahası Alplerin bir kolu. 1.200 km'lik bir zincir oluşturan Apeninler, Ligurya deniz körfezi bölgesi olan ve San Remo, Cenova ve de Rapallo kentlerinin yer aldığı Ligurya'da Alplerden ayrılır ve yarımadayı boydan boya aşar.. Abruzzia Apeninleri'ndeki adı Monte Corno'dur (3902 m). San Marino bu dağların birinin tepesindedir. Bura köyleri yemin ediyorum Köy değil, resmen cennetin gezegenimizde dağıttığı cennet bayileri. Bir köy bu kadar mı güzel ve temiz olur, bu köyleri kör olma da gör!!..
Bir de; etrafı kale duvarları ile örülü ‘kale-köyler’ var; küçük evlere, yeşil panjurlara, gözetleme kulelerine, çan kulelerine, dar sokaklara ve kale kapı geçitlerine ev sahipliği yapan. İnsanı çıldırtan bu güzelliğe yerleşesi geliyor. Trafik her yerde sorun. Biz eğer petrol şıhlarına, onları sömüren petrollerin efendilerinin karayolu ulaşım politikaların evet demeyi sürdürü ve de raylı siatem ve de deniz nehir ulaşımını yaygınlaştırmaz isek daha çok bu teneke kutuların içinde ürüneceğiz..
Ve saat 14:43 Floransa’dayız. Ünlü ulusal kütüphanesinden geçtik, Michelangelo ve Gaile’nin gömülü olduğu Beyaz Haç kilisesini de geçtik ve Floransa’nın dünyaca ünlü ve de Piazza Della Sıgnoira meydanına geldik..Kimler yok ki.. Olanları önceki Floransa gezimde işledim işlemesine de şu “Kuzuların sessizliği”’devamı olan “Hannibal” filminin balkon sahnesini unutamam.
İşte tekrar o balkonun altındayım, sağımda Hz. Davut duruyor etrafımda bir sürü atlı ve antik şahsiyetlerle balkonu seyrediyorum; daha doğrusu; Hannibal Lecter’i oynayan Anthony Hopkins’in, Ajan Pazzi’yı oynayan Giancarlo Giannini’nin barsaklarını deşerek balkondan atmasını irkilerek hala düşünüyorum. Ne gelen var ne düşen, belli ki Hannibal Lecter, Pazzi’yi affetmiş, sevindim..
Burası dediğim gibi Sinyorlar- beyler(Piazza Della Sıgnoira) meydanı, Medici ailesinin mahallesi ve de nasıl ki Ronesans’ın başkenti Floransa, Floransa’nın beşkenti de burası..Piazza Della Signoira tarihi kent meydanın kuzeyine git ve burada “Piazza del Duomo” meydanını gez ve Duomo Katedrali, Giotto’nun Çan Kulesi, Aziz Giovanni Vaftizhanesi, Kubbe, Museo dell’Opera del Duomo, Palazzo Nonfinito Müzesi, Pegna Marketi, Palazzo Salviati, Bargello, Badia Fiorentina, Casa di Dante ve Loggia del Bigallo’yı gör, gör; ille de Aziz Giovanni Vaftizhanesi Cennetin kapılarını görün derim.
Önceki gelişimde unutmuşum: Aziz Giovanni Vaftizhanesi, sekizgen şekildedir ve dışı tipik Floransa Roma mimarisini yansıtan renkli mozaiklerle donanmıştır. Ön Rönesans olarak nitelendirilen bu özellikle klasik mimari harmanlanmıştır. Dış cephesi “İlahi Komedya”nın yazarı Dante’nin buralarda yaşadığı günlerden beri değiştirilmemiştir. Bronz kapılarıyla ünlü bu yapının en eski kısmı güney kapılarıdır. Pisano’nun eseri olan bu kapılar dışında diğer kapılar bir yarışma sonunda yapılmıştır ve yarışmayı Ghiberti kazanmıştır. İncil’den çeşitli sahnelerin betimlendiği kapılar bu şekilde yapılmıştır. Bu kapılar “Cennet Kapıları” olarak bilinir. Vaftizhane’nin tavanı 13. yüzyıldan kalmadır ve birçok ünlü Floransalı kişi bu kısımda tasvir edilmiştir..
İtalya kentlerinde meydan bolluğu var, elini sallasan ellisine çarpar derler ya(demezler, çünkü böyle bir deyim yok, uydurduklarımdan biri), aynen öyle, bu sefer; Piazza del Duomo meydanının uzantısı Piazza Di San Grovanni meydanındayız. Dantenin yıkılmış evine uğradık, kimse yoktu (ev yıkılmış sen kimseler arıyorsun).. Canto Del Bargello adlı işkence evi derken karşımız Dante çıktı..
Dante büstünün karşısındaki beton zemine su döküldü, o da nesi, dante yerden de çıktı; yere su dökerseniz Dante’nin süreti çıkıyor ve çıktı da..Ve sonunda Rubaconte Resturant Pizzara’dayız…Daha sonrası Vıa Por Santa Marıa caddesinden ve Arno köprüsünden, birbirlerine çektik, yani köprü, nehir ve evleri..Döndük Medicilere uğradık, kimse yoktu not bıraktık. Şaka bir yana Medici ailesi bir yana, evlerinin, evet o görkemli evlerinin altında dinlendik..Ve Lungano Generale Diaz caddesine koşut Arno nehrini izliyerek ötele geldik, saat da bizden önce 19:39’a gelmiş..Kaplıcalar kenti Montecatini’ye gidiyoruz.
Montecatini Terme bir İtalyan belediyesidir. 4-5 tünel geçişlerinden sonra varıyorsunuz, Montecatini Terme’ye. İtalya, Orta Toskana bölgesindeki Pistoia eyaletinde 20.000 nüfusu vardır. Küçük de olsa son derece lüks ve zengin. Her yerde Gucci gibi ünlü markaların mağazaları ve son derece lüks spor arabalar var. Bunun en büyük sebebi de bence termal bir kasaba olması. Termal sadece şifa değil enerji için de kullanılıyor. Bizde bilmem yazmaya gerek var mı?! Dünyada kaplıcaları en iyi ABD, Japonya ve İtalya kullanmaktadır.. Ve bu lüks kaplıcalar kentinde, her yer dolu bahanesiyle öyle bir pansiyona götürüldük ki sorma git. Dur gitme sor, çünkü buraya düşmeni istemem. Pansiyonun adı; Villa Anna..
VENEDİK VE PİSA
8 Haziran 2019, saat; 08:39, Montecatini Terme’den Venedik’e doğru yola çıktık. Önce PİSA’ya uğrayacağız. Pardon uğramıyacağız. Daha önce eğik PİSA kulesini düzeltememiştik. Hala eğik duran Pisa kulesini düzeltemiyeceğimizi düşünerek PİSA kentine uğramadık. Bir dahaki gelişimde ekipmanla gelmeyi düşünüyorum:)
Chıensau, Altonpostacıo ve Sbella Nord geçtik. Capponnori ve Lucca’yı geçtik, Genova’yı 7 km kala es geçtik… Miglarıno 11, Pisa’ya 11.5 veLivorno 12 km kaldı. Ve Livorno’ya 1 km kala PİSA’ya saat; 9:45.. Düz ovada çabuk geldik sayılır. Pisa kulesine dediğimiz gibi gitmedik ve yakınındaki Bengaldeşlilerin kahvehanesinde Çay ve Kahve içtik..
Antik çağda Akdeniz suları Apenin dağlarına dek uzanırmış |
MSC kruvaziyerleri Venedik'te istenmiyor. Halk eylemde |
Pisa Kuzey İtalya kenti. Toskana bölgesinde ayni ismi tasıyan Pisa ili merkezi olan birkent. Arno nehri de Pisa içinden geçiyor. Ünlü Eğik Pisa Kulesi ve içinde Pisa Katedrali ve vaftizhanesi ile birlikte bulunduğu, 8.87 hektarlık(1 Hektar=10 bin metrekare) Katedral Meydanı (Piazza del Duomo) 1987'den itibaren UNESCO Dünya Mirasları listesi'ne alınmış..
PİSA’ya gitmeyişimiz 11:35’te bitti ve Venedik’e yol almaya başladık..
Bienallerin atası Venedik
Pıstoıra’yi geçtik. Prato’ya 7 km var. Saat; 12:33.. Barberno 12.5 km kala Apenin dağlarının eteklerine tutunarak tüneller geçmeye başladık; ilki, uzun Setta tüneli ve ardından Monto Marino tüneli.. Bologno’ya 10.5 km derken, yollar göz açıp kapayıncaya dek bitiyor ve Bologno’u geçiveriyoruz ve de Toskana vadisini oluşturan Po ovasına iniyoruz..
37 km’lik Po nehri karşıladı bizi; pancar, mısır, pirinç tarlalarıyla.. Altedo’ya 6.5 km kaldı, Padova’ya daha çok var; 95 km.Saat; 14:20.. Adige’ye 7.5 km kala Adige nehrini geçtik.. Alpler tüm görkemiyle karşımızda diyesim geldi, fakat karşı görkemli dağlar Alpler’in kolu Apenin dağları. Rovigo’ya 3 km kalmış..
Bu bölge Adige Özerk bölgesi (Trentino Alto Adige bölgesi) ..Adige adının nereden geldiğini merak ettim. Çünkü; Adige bildiğimiz gibi; Kafkas kökenli Çerkezce bir ad. Adigeler de Çerkeslerin bir alt kolu. Adigelerin Ubıhça konuştuğunu, son konuşan Tevfik Esenç’in 1992 senesinde doğduğu yer Balıkesir’in Manyas ilçesinde, Hacıosman’daki ölümünden sonra "Ubıhça" dilinin de öldüğü söylenmektedir.
Fakat, bir bölümü de Adigece ile birlikte eskiden Abazaca da konuşmuş olan "Ubıhlar", çift dilli,dahası bazıları üç dilli (Ubıh,Adige ve Abaza dilli) oldukları söylenmektedir. Gerçekte Adigeler olduğunu öğrenmek için Trentino Alto Adige bölgesinin merkezi olan Trento şehrine gidip; bölge insanını Ubıh, Adige ve Abaza dili konuşup konuşmadıklarını öğrenmek gerek...
Kuzey Kafkasya da yaşayan, Adige halkının tarih boyunca dünya geneline yayıldıklar yadsınamaz bir gerçek. Ülkemiz bazında konuyu ele alalım.Ruslae 19.yüzyılda(1894) Kafkasya’ya saldırınca, Ubıhlar Çerkez halklarıyla birlikte inanılmaz direniş gösteren bir halk olmuşlar ve Rusların anlaşmasına oturmak zorunda kalan son halk olmuşlar. Ruslar iki öneride bulunmuş; ya bizim gösterdiğimiz yerlere (bazı kaynaklara göre bu yerler bataklık imiş) yerleşeceksiniz ya da Osmanlı topraklarına göç edeceksiniz.
Ubıhlar Osmanlıyı seçmiş ve 1864 yılında Ubıhlar , Rusya- Soçi olarak adlandırılan sahil bölgesinden bütün bu nüfus olarak Osmanlı topraklarına göç etiler. Çoğu, Sakarya'nın Sapanca yöresine, Samsun ili Kavak (Türkiye’de Ubıhlar’ın en çok yaşadığı şehir Samsun’dur. Samsun’da ise Ubıh köylerinin en fazla olduğu yer Kavak ilçesidir), Terme, Alaçam, Vezirköprü, Asarcık, Kahramanmaraş ili Göksun ilçesi, Balıkesir ilinin, Gönen ve Manyas ilçesine , Ordu ili Ünye’ye yerleşti. Bu nüfusun önemli bölümü, aynı tarihlerde göçle gelen Adigelere karışmıştır… Hatta, Bulgaristan-Varna, Ürdün, Lübnan ve İsrail’de de oldukları söylenir. Ubıhlar, araştırmacılar tarafından Adige halkı ile Abhaz halkı arasında, ama Abhazlara yakın bir halk olarak tanımlanırlar.
Ubıhler(Vubıh), yine göç eden Adigelerle karıştığına göre ve de Ubıhler Bulgaristan, İsrail, Lübnan’a dek gittiler ve göç esnasında Ubıhler karıştılarsa neden İtalya’ya gitmemiş olsunlar. Tüm bunlar bir yana neden, İtalya’da, Po nehrinden sonra 2.büyük nehir adı Adige ve o nehir bölgesine “Adige Özerk bölgesi” dendi.
Eğer; Avrupa'ya göçler doğudan, Kafkasya üzerinden yapıldı . Latince Kafkasya “Caucasus” ve İtalyan ırkının kökeni Caucasuslar, yani Kafkasyalılar ise, bu Kafkasyalılar da İtalya’da Roma öncesi uygarlık kuran Etrüsk’ler olduğuna göre, Adigelerde Kafkas göçü sırasına Etrüsklerle İtalya’ya gelmedikleri söylenebilir mi? Bence söylenebilir.
Batı; Avrupa'ya göçler, Kafkasya üzerinden yapıldı diyor. Hatta; yukarıda belirttiğim gibi Kafkasya adı Latince'ye Caucasus olarak geçiyor ve Caucasus Avrupa da halen beyaz ırkın temel tanımı olarak kullanılıyor. Etrüskler; M.Ö’ceki, yani yazının bulunmasından önceki döneminde (Tarih öncesi-Prehistorik) Kafkasya halkı. İtalya’da yaygın kanıya göre, Avrupa’ya göç, özellikle İtalya’ya Kuzey Bati Anadolu (Doğu. Karadeniz ve Kafkasya)'dan başlıyor.
Ve Etrüskler böylelikle İtalya'ya M.Ö 1200’lerde göçen İlkçağ topluluğu… Yine tarihçiler söylüyor bir zamanlar bütün İtalya Etrüsk kontrolünde olduğunu. Hatta; Toskana adı da Etrüskler'in yaşadığı yer anlamına geliyormuş. Fakat Etrüskler Ligures’e kadak geldiler, Trentino Alto Adige bölgesine hiçbir zaman gelmediler.
Latince'de 'Lazika'; "Lazların ülkesi" anlamına gelmektedir. Yani Batı, özellikle İtalya ve Yunanistan bu tanımı kullanmaktadırlar. Bilindiği gibi; Lazların en eski tarihleri,Kolheti yönetim ve kültür alanıyla yakından ilişkilidir. Yani Kolheti’ye “Laz devleti” denmektedir. Antik bir devlet olan Kolhida(Laz) Devleti’nin net bir tarih olmamakla birlikte M.Ö 1200-1100’lerde kurulduğu tahmin ediliyor. Yine antik dönem tarihçilerin yazdıklarına göre Laz ve Kolhi ulusunun aynı ulus.
Örneğin; Lidya doğumlu Bizanslı yazar, Lidyalı İoannis ya da İoannis Lydus; yakın zamana kadar “Kolhida”olarak bilinen ülkenin, kendi döneminde “Lazika” olarak adlandırıldığını yazar ve kendisi de Lazlar için “Kolhi” terimini kullanır. Yine antik tarihçilerin belirtiklerine göre; Karadeniz, Grekler(Roma ve Yunan) ve Kolhlar arasında önemli ve sürekli rekabet alanıydı. Kolhlar,Çoruh’u aşarak Trabzon’un doğusuna kadar olan bölgeye yerleşmeye başlamışladı. Kolheti M.Ö. 1 yüzyıldan itibaren saldırganlara karşı savaşmak zorunda kaldı.
Bu saldırganlardan ilki Roma İmparatorluğu idi... Antik Kolkhis kralları gibi Mithra (Güneş'ten) ismini alan Pontus kralı Mithradates Eupator ile, Kolhi- Tzan(Laz) kabileleri tek bayrak altında birleşmiş ve Roma'ya karşı çıkılan seferler, Karadeniz kabileleri ve Lazları antik Yunanistan'ın fethine kadar götürmüştür. Böylece çoğu Roma İmparatorluğu'na ait olmak üzere 1.000.000 kilometrekarelik alan kontrol altına alınmış ve yarım milyona yakın insanın ölümüne sebep olacak savaşlar yaşanmıştır..
Süreç içinde M.Ö 67 yılında Roma Cumhuriyeti'nin son dönemlerinde askeri ve politik lideri Pompey Magnus, içinde Lazlarında olduğu Karadeniz ordusunu yenilgiye uğratmış...MÖ 47 yılında ise Jül Sezar, Zela'da Karadeniz kabilelerini son kez yenilgiye uğratmış ve “Geldim, gördüm, yendim...” sözleriyle Doğu Karadeniz'deki Roma hakimiyetini kesinleştirmişti. Neticede 1300 yıllık bu Roma hakimiyeti yerli kabilelerin Romalılaşması (Rumlaşması) sonucunu doğurmuştur.
Günümüzde Lazca konuşulan Lazona bölgesi(Pazar-Batum arası) Roma ,Bizans hakimiyetinde kalmadığı için bu erken asimilasyondan etkilenmemiştir.. Tüm bunlar gösteriyor ki; Batı’da, genelde İtalya’da “Laz” önekli sözcüklerin(Lazanya- Lazoı..vb) veya salt “Laz” adlarının varlığı, aynı dönemlerde Kafkasya-Karadeiz bölgesinden gelen ve Roma öncesi İtalya uygarlığını oluşturan Etrüsklerin Lazlarla biyolojik ilişkisi olduğu gerçeğinini ortaya çıkarıyor..
Burdan “Adige” olgusu hakkında da şu çıkarsamayı yapabiliriz: Madem; Kafkasya üzerinden Avrupa'ya göç hareketleri yazının bulunmasından, yani tarih öncesinden başlayıp , İlkçağın başına kadar devam etti; Etrüskler-Lazlar ve Adigeler de İtalya’da yerleşik düzene geçmeleri ve İtalya’da, Adige nehri ve Adige özerk bölgesinin Adige halkı tarafından oluşturulduğunuden söz etmek olasıdır..
Öyleki, Kadim Kolhi (Laz) coğrafyası ve bugünkü Ermenistanın tamamı ve Gürcüstanın bir bölümü MS’nın ilk yüzyıllarınada , Roma İmparatorluğu hâkimiyetinde olduğunu unutmamak gerekir.. İtalyan gezginler; Pompeii'de yaşamını yitiren yazar Romalı Pliny ve Giorgio İnteriano’nun ve diğer gezginlerin Adigeler hakkındaki notları okunduğunda, Adige nehri ile aynı ismi taşıyan Adige halkı arasındaki tarihsel olası ilişkileri olduğu görülebilir..
Apenin dağlarına dek Akdeniz’in uzandığı vadida deniz canlılarının fosillerine raslandığını söylüyor gül hanım.. Apen’in zirvelerinde hiç erimeyen buzulların olduğunu da..
Saat; 15:20. Ve Venedik’deyiz, yani Venezia’da.. Venedik merkezini bağlayan büyüüüük köprüden geçtik. Yaa; 4 kilometre uzunluğunda kara (Ponte Della Liberta köprüsü) ve demir yolu köprüsü (Ponte Della Ferrova) ile bağlanan, yaklaşık 118 adacık üzerine kurulu bir ada şehri olan Venedik merkezine geçtik. Pardon, sonrasında deniz taksisine (Water taxi) binerek, o muhteşem Grand kanalı geçerek merkeze ulaştık. Adacıkları birbirinden ayıran 170 kanal ve birbirine bağlayan 400 köprü bulunur.
Bu köprülerin en ünlüsü, Grand Kanal üzerindeki en eski köprü olan “ Rialto Köprüsü.” Orijinali ahşap olan köprü 1440 yılındaki onarımda adeta yeniden ve yine ahşap olarak yapılmış.. Ne yapıyorum ben? Venedik’i yeniden yazıyorum. Yazmamam gerek, çünkü, Venedik’i tüm detayıyla; 2015 İtalya yazımı kinkimden okuyabilirsiniz:
- https://sevketcorbaciogluteknopolitika.blogspot.com/2016/05/italya-monaco-fransa-isvicre-gezisi.html
İtalyanlar Andolu’dan gitmiş..Bunu da yazmaya gereke yok, bu yazımın yukarı mahallelerinde Etrüskler ve Lazlar kısmında yazdım.. Peki neyi yazacağız; Bu senenin Venedik Bienalini ve İtalyanları Venedik’tek MSC denizcilik şirketine karşı olan insanların yürüşündeki devrimici ruhumun tetiklenmesini ve de bir Alman kadın ile Kadriye’nin kavgasını..
Önce Kadriye’nin kavgasından başlayalım. İnsanlar MSC gemilerine tepkili. Dahası, Dünyanın en büyük cruise gemilerine sahip (Kruvaziyer) MSC demilerine tepkili. Tepkili, çünkü birkaç değil birçok MSC yolcu gemisi limana yanaştığında en az 15 bin kişi çekirge gibi kenti talan ediyorlar, halk da demokratik tepkisini veriyor.
Biz de onlarla yürümeye başladık, Kadriye’nin anlattığına göre, arkadan biri itikleyerek Kadriye’yi düşürme noktasına getiriyor, bakıyor ki, bir Alman kadın yürüyüşe tepkili olmalı ki Almanca küfrede ede kalabalığı yarıyor.. Ve olan oluyor. Kadriye kadına bir iki derken soluğu polisin yanında alıyor kadın, bizim Laz arkadaşlar da kadın ve polisi çeviriyor. Ben mi nerdeyim, ben devrimci ruhumu pilevlemekle meşgülüm ve fotoğraf çekiyorum.. Sonrası ne mi oldu, kadını polis kaçırmak zorunda kaldı..
MSC'nin Cruise (Kruvaziyer) gemilerine karşı biz de eyleme karıştık.
İkincisi; yukarıda değindiğim gibi; Venedikliler görkemli bir gösteri düzenliyorlar.. Yürüyüşle gemilerin olduğu limana gidiyorlar protestolarla. Yürüyüş 6 gün önce tetikleniyor. Dahası; 2 Haziran 2019 günü Venedik'te kontrolden çıkan dev cruise gemisi, içerisinde yolcuların bulunduğu bir deniz otobüsüne (Water Vaporetto) çarpıyor ve 5 kişi yaralanıyor.
Bu bardağı taşıran son damla ‘doğaya ve doğana duyarlı’ protest grubu harekete geçiriyor. Gerekçeleri; bunlar yüzünden can güvenliklerinin ve de yolcuları yüzünden sosyal yaşamlarının kalmadığı... Bizler de peşine takılıyoruz. Bazılarımız bizi de onlardan sanarlar endişesi taşımya başlıyor..
Üçüncüsü; Venedik bienali. Bienal demek; Fransızca "her bir diğer yıl" demek. Bienal etkinliği iki yılda bir düzenleniyor.. Doğru, hala bienal nedir yazmadık. Bienal; çağdaş sanat ve kültürel amaçla düzenlenen etkinliklerdir. Venedik Bienal atasıdır dedim, çünkü ilk bienal 1895'te Venedik’te düzenlendiğini AnaBritanica’dan öğrendim.
Bu gelişimde Venedik tarihin ve öyküsünü anlatmayacağımı söylemiştim, daha önce(2015) anlattığım için. Ve de 11 Mayıs’ta kapılarını açan ve 24 Kasım’a kadar devam eden Venedik Bienaline değineceğim. Bu yıl 58’incisi düzenlenen ve küratörlüğünü, yani koruyucu yöneticiliğini Londra Hayward Galerisi’nin direktörü Ralph Rugoff yapıyormuş. Adı;‘May You Live in Interesting Times’ (ilginç zamanlarda yaşayabilir misiniz?)
Burada; Günümüz sanatının hangi yönlere evrildiğini, hangi kavram ve bağlamların sanatçılar tarafından tersyüz edilip tartışıldığını, hangi ‘eski sanatçı’ların yeniden popüler hale getirildiğini, hangi genç ve cüretkâr sanatçının kendini gösterebilmek için canhıraş çaba gösterdiği anlatılacak.
Bienal, Venedik’in karmaşık dar sokaklarını birbirine bağlayan özel mekânlarında tasarlanmış. Biri kentin büyülü tek büyük yeşil alanı olan ve yıllardır sergilerde kullanılan ‘Sant Elena Gardens’, diğeri harabe görünümü ile ‘Arsenale’ bölgesi. Ve şehrin içinde yayılmış birçok tarihi mekân... Yine bienale paralel düzenlenen Palazzo Grassi (Lugo e Segni), Punta Della Dogana, bence kesin görülmesi gereken sergiler..Ben mi? Görmedim, sadece afişleri okuduk ve bazı etkinlik mekanlarına şöyle bir göz yaptık. Yer vermein nedeni böylesi bir evrensel etkinliği gerekliliğini vurgulamak..
Ve, kentin önemli simgelerinden “San Marco Kilisesi, Aziz Mark'ın Çan Kulesi, Torre dell'Orologion ve Ducale Sarayı”’na ev sahipliği yaptığı ve de Venedik'in sosyal, dini ve politik merkezi olan.Piazza San Marco, yani San Marco meydanın gezerek, Venedik’i de tekrar gezdik ve Venedik villalarıyla ve otelleriyle ünlü Lancenigo’ya yola çıktık, fakat yoldan çıkmadık şöyle bir göz gezdirdik ve doğru otele..
Ve de 9 Haziran 2019 sabahı, saat, 09:40’da Lamcegino’daki Teressa otelinden ayrıldık ve tekrar Venedik’e hareket ettik. Venedik’in Marko Polo havaalanındayız. Marko Polo diye hava atan ben, zor Marko Polo olurum, çünkü adıma havaalanı yapacak gücüm yok..
Ve, saat 17:50’de İstanbul 3.Havaalanındayız.. Yine perona giriş gecikti ve az kalsın Ankara uçağını kaçırıyorduk. Coştum elbet… Ve sonunda Ankara Esenboğa’dayız Ve Başçavuş sokaktayız, Jet egzoslu kent girleticileri dolmuşlar eşliğinde..
Ve de, bir “Gez-Gör-Yaz” etkinliği de böylelikle bitti.. Biraz dnlen, ardında ver elini Polonya..
Şevket Çorbacıoğlu
Teknopolitikalar platformu
evesbere@gmail.com
0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder