DOĞAYA VE DOĞANA SAYGI (HABİTATA SAYGI)
Yaşam alanlarının yok oluşunda yok edenlere kısmen de katkı verenleriz, unutmayalım. Çünkü bu yok oluşun gerçek sahiplerine engel koymaz isek, hakkımız olan küçük nefes odaklarını da kaybedeceğiz.
Yaşam alanına, Latince Habitat diyoruz entellektüel olma adına. O da fransızca. Sözde Türkçe konuşuyoruz.. Her ne ise; Yaşam alanı: Bir canlı türünü veya canlı topluluklarını barındıran ve kendine özgü özellikler gösteren yaşama ortamı. Kısacası; canlıların doğal yaşam alanıdır…
Bu yaşam alanlarını ‘elbet’ salt insan, hayvan ya da bitki odaklı düşünmemek gerekir. Bu nedenle; Dünyada bulunan herhangi bir canlının beslendiği, büyüdüğü, yaşamını sürdürdüğü herhangi bir ortama habitat diyoruz.
Dahası; canlıların habitatları farklıdır. İnsan, hayvan, balık, böcek, bakteri hatta virüsler için farklı ortamlar gerekir gerekmesine de, insan olarak tüm habitatlara saldırıyoruz. Fakat bazı durumlarda da farklı türler aynı yaşam alanı üzerinde yaşayabilir.
Örneğin; bir evin içinde insanın ve böceklerin yaşayabileceği gibi. Siz her ne kadar bunları Arapça haşare, yani rahatsız eden küçük yaratıklar deyip adına ilaçlar üretiyor, yani onları yok ediyorsunuz..
En tehlikelisi; insanları çıkarları için haşareye indirgeyip onları yaşam ortamlarıyla (doğası ve doğanı ile) yok edenlerdir. Bugün hayvanların ve bitkierin yarısının neslini; din, ırk ve dolar adına yok ettiler. Bu insanlar kendi bedenlerinde kanser olduklarını ayırdında değiller..
Evet; İnsan en tehlikeli doğandır, çünkü kendi türünü bile katledebiliyor; din, ırk, dolar için birbirlerinin doğasına saldırarak..
Düşünün; gezegenimiz şu an 8 milyar insanı barındırıyor. Ülkem bazında değerlendirelim; Dinden ve yoksuldan geçinenler ideolojilerinin tabanını güçlendirmek için “En az 3 çocuk” diye seçim alanlarında bangır bangır bağırıyorlar, 3 paralık enerjiler için HES’lerle, Termik santrallerle ve maden aramaları ve Arap sermayesine doğamızı pazarlayarak doğayı ve doğanı örseleyip, gelecek 50 yılda 40 milyar insanın barınmak zorunda kalacağı gezegenimizin tüm yaşam alanlarını yok ettirmek için katkı veriyoruz..
Genele de kısmı değinmelerle olguyu kendi özelimden anlatayım;
Kendi yaşam alanım olan köyüm, kasabam ve kentimden kaçmak adına. Bahanem de hazırdı, kentimde kendimi yormuştum kentimi kirleterek nefes alamıyordum ve nefes alma adına; dönümlerce yere el koymuş ve börtü böceğin, solucanların, yılanın, Kertenkelenin, Köstebeğin, tilkinin, Tavşanın ve çeşit-çeşit kuşların özgürce yaşadığı yaşam alanına girmiştim..
Doğru; insanların habitatı, bireyden bireye göre değişir. Köy, kasaba ve Kentteki ev, tarlası, iş yeri, okul, lokanta, kafe, otel… Bu alanlar insanlar için ideal yaşam alanları sayılabilir. Fakaaat bazı kişisel seçimlere göre insanlar da yaşam alanını değiştirmektedir. Ben de ailemle bunu yapıyordum ve doğada yaşamaya karar vermiştim, dahası kent yorgunu olarak dinlenme adına nefes alma odağı oluşturuyordum ve haklıydım.
Birileri gibi; Maddi durumu çok iyi olan ve büyük plaza denilen evlerde yaşayan bir değildim. Biliyorum; Dünya üzerinde bulunan 8 milyarı aşkın insanın habitatları; Bazen bir apartman dairesi, bir plaza, villa, İstanbul’da yalı, bazen bir saray ve de kente komşu alanda alçakgönüllü,iddiasız bir nefes alma odağı olabiliyor..
Biz de, kentin komşu Doğal habitatına kaçmayı düşündük, bitkilerin, böceklerin, hayvanların, bakterilerin yaşadığı alana..
Bahçeyi bel ile belliyorum, devasa solucanlar öfkeyle yataklarından fırlıyorlar, “Ne istiyorsun, senin ekip biçtiğin, meyvesini topladığın toprağa ben nefes aldırıyorum, bu topraklar benim de, neden bu topraklarda beraber yaşamayı düşünmüyorsun, senin ne işin var burada der gibiydi, beline gelen bel yüzünden kıvranırken.
Köstebekler toprakta oluşturdukları ve evlerinin çatları olan tepeciklerdeki hareketlerini durduruyorlar, o da sitem eder gibiydi; “ToprağıNI havalandırıyor zararlı böceklerin larvalarını Yiyorum, çatımın bahçesinde oluşturduğum konik çatılarımla bahçenin estetiğini mi bozdum canım” diyerek.
Anlayacağınız varlığım tüm canlı varlıkları ürkütoyordu; yılanlar deliklerine kaçıyor, kargalar Çin örtüsü gibi talaya yayılmış börtü böcek toplarken aniden büyük gürültülerle kalkışlar rutin çığlıklarını atıyorlar, “Geldiler, geldiler!” dercesine. Saksağanlar evin çatısında sekerek adeta defolun diye cıyaklamaya başlıyor, gökteki doğan yılan ve tavşan gözlemeyi bırakıp daha sakin yerlere süzülüp göğün maviliğinde kayboluyor, Arı ensemden ısırarak saldırıya geçiyor..
Ben ise onları rahatsız edercesine bellemeyi sürdürüyorum… O da ne, bir kertenkele timsah gibi ters dönerek sırt üstü teslim bayrağı gibi beyaz karnını gösteriyor. Hemen beli bırakıyor kovalamaya başlıyorum ve yakalıyorum. Biraz konuştuktan sonra kendi doğasına bırakarak vedalaşmaya çalışıyorum.
Bir iki adım attıktan sonra sağından başını döndürerek gözünü bana dikiyor; “Ben değil sen gitmelisin, bu doğa benim..” dercesine söyleniyordu. Gitmesini bekliyorum, fakat; “Sen beni yerimden aldın, buraya bıraktın, gün gelecek buraya da gelip buradan da beni alıp bir başka yere, bir başkası da başka bir yere bırakacak, bizim yaşam alanımız olmayacak mi hiç!? Nereye gidelim, her gittiğim yere geliyorsunuz..” diye sitemini sürdürdü. İnat etti bir adım atmadı, sanki isyanlardaydı..
Haklıydı, çünkü biz insanlar türlerin sonunu ivmelendiriyorduk, yani neslini tüketiyorduk; doğaya ve doğana saygı duymadığımız noktasında türümüzün de yok olacağını aklımıza getirmeksizin..
“İstanbul güzel ama ah- hırsızları pek yaman!!”
Vesselam kısa kelam; gezegenimizi zindana çevirmede her geçen gün ivme alıyoruz..
Vangeliz Papazoğlu’nun, ‘insanı düşünmeye sevk eden’ Yedikule Zindanları şarkı sözleri çağrıştırdı değil mi:
Haber uçtu devlete deBeş yıl yattım hapiste
Yedi düvel zindanından
Beterdir Yedikule
Nargilem duman duman
Bayıldım aman aman
İstanbul güzel ama ah
Zabitleri pek yaman
Beş yıl bana yaraştı da
Nargilem buna şaştı
Hergün çizdim usturamla
Bağlamam doldu taştı
Sarma cigaram yanar ah
Çekerim ağır ağır
Tekkemiz güzel ama ah
Haber uçuranlar var
Nargilemin marpucu da
Gümüştendir gümüşten
Beş değil on beş yıl olsa
Ben vazgeçmem bu işten
Nargilem duman duman
Bayıldım aman aman
İstanbul güzel ama ah
Zabitleri pek yaman
Teknopolitikalar Platformu
evesbere@gmail.com
GSM: 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder