ANAYASA TASLAĞI İLE VENEDİK TACİRLİĞİ
Öncelik şunları belirteyim ve sizler de söncelikle durumu değerlendirin; Anayasayı değiştirmek isteyenlerin, sürekli öne çıkardıkları Venedik Kriterleri, Venedik Taciri’nin durumunu çağrıştırır gibi.. Ayrıca Anayasa pak-etini savunan genç teorisyenlerin, genç danışmanlar ordusunun, genç habercilerin, köşe yazarlarının ve de TV’lerdeki genç program yapımcıların, yorumcuların heyecanlı duruşu düşündürücü geliyor bana..
Anayasa değişikliğini şiddetle savunanlardanım, fakat bugünkü değiştirme duruşuna da şiddetle karşı olanlardanım…. Anayasa değişikliğini bugünkü haliyle savunanların, sürekli “Venetik Kriterleri”nden söz edenlerin durumu, Venedik Taciri’nin durumuna benziyor mu? Hani, William Shakespeare’nin komedi içerikli olmasına karşın ciddi göndermeleriyle de ders veren oyun (Yunanca trajedi) izlenimi veren yapıtı “Venedik Taciri”ndeki tefecinin durumuna..
Hani, venedik’teki itibarını kullanarak bir zamanlar hakaretler yağdırdığı bu tefeciden borç alan tuccarın durumuna.. Hani bu borcu ödeyememesi halinde, tefecinin vücudunun neresinden isterse oradan, 450 gram et keseceğini kabul eden tüccarın durumuna.. Hani, İflas eden ve borcunu ödeyemeyen tüccara ve Venediklilere olan nefretini "Hakkımı isterim, etimi isterim!" diye bağırmaya başlayan tefecinin yarattığı duruma…
Hani, halkın canına ve malına dolaylı yoldan kasdetmekten suçlu bulunup tüm varlıklarına el konan tefecinin durumuna.. Anayasa değişikliğinde sürekli Venedik ölçütünden (Fr. Kriter diyorlar)” söz edenler, Venedik ölçütünün ne olduğunu biliyor mu? Elbetteki biliyor! Ben bilen bu kişileri, bilmedikleri konuda onaylayan kimliklere ışık tutması için AnaBritannica’dan çok kısa bilgi aktarmaya çalışayım: Venedik Komisyonu; 1990'da Avrupa Konseyi'ne hukuki görüş vermek üzere kurulmuştur.
Süreç içinde bu komisyon, AB ile uyumlu çalışması için, ilkelerinin (Fr. Kriter) AB ikeleriyle örtüştürecek, partilerin kapatılmasının ilkelerini de belirledi… Sözü fazla uzatmaya gerek yok; bu ilkelere göre parti kapatmak zorlaştırıldı-ki doğru- fakat bunun yanında da % 10 bararajının ve milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmamasının demokratik olmadığını vurguladı.
Evet; Anayasa değişikliğinde Venedik Öçütünü öne çıkaranlar, acaba, baraj ve dokunulmazlık ölçütünü/ilkesini neden hiç akıllarına getirmezler?.. Dahası; “Venedik Ölçütü”ne aykırı düşmüyor diye 29 maddenin tümünü halkoyuna sunup, halkı oyuna getireceksin,Askerle hareket eden yargı korumanlığı (Ar. Vesayet diyorlar) var diyerek, sivil korumanlığın (vasayetin) kapısını aralayacaksın ve bunu demokrasiye taşıyan yol olarak tanımlayacaksın, “En büyük tehlike kuvvetler ayrılığı ilkesini bozan askeri ve yargı korumanlığıdır “ diyerek, kuvvetler ayrılığını kısmı kuvvetler dayanışmasına dönüştürecek olan seçilmiş otoritenin böylesi dayatmasını besleyecek, buna da batının evrensel ölçütleri diyecek ve sivil korumanlığı tetikleyeceksin, Yargıyı siyasallaştırmayacağım aldatmacasıyla, TBMM’nin ilgili kurumlara atama yetkisini edilgenleştireceksin-ki doğrudur-, fakat aynı yetkiyi bir başka ‘siyasi kimlik’ Cumhurbaşkanına fazlasıyla vereceksin, %10 barajını ve milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasını es geçeceksin, Siyasi Paritler yasasını aklına getirmeyeceksin,Başta Üniversiteler olmak üzere ilgili Sivil Toplum Kuruluşarına Anayasa Değişikliği Taslak çalışmalarında çağırmayacak, onlara danışmayacaksın, Çıkıp Venedik Kriterlerinden söz edeceksin..
Kim inanır sana!!Anayasa değişiklik tasarısı için yapılan,bazı ilginç değerlendirmeler olguyu güldüşün boyutuna taşır oldu. Örneğin, ‘yarasız doğru’, yanı ‘faydasız doğru’ değerlendirmesi. Doğru, evrenseldir ve faydayı içerir. Faydasız olan bir şeyi doğru kabul edemezsiniz. O zaman olguya gerekli özenle bakmadığınız ortaya çıkar…
‘Geniş Aile’ dizisini çoğunuz beğeni ile izliyorsunuz. Ben de; ülkemiz sosyal yapıdaki geleneksel dokusunu, genel kültür yapımızla harmanlamış; güldüren, fakat pek düşündürtmeyen bu yapıtı, kafamı boşaltmak adına izlerim. Dizide Kuddusi Baba, sorumsuz ve aylak oğlu Cevahir’e sürekli ‘Faydasız oğlum’ siteminde bulunur.
Aslında oğlunu sevmektedir, çünkü zaman-zaman doğruları olmasına karşın yine de kendini ‘faydasız oğlum’ demekten alamaz; çünkü tüm amacı onun iş sahibi olması ve yuva kurması, yanı sosyal kurumsallaşmaya gitmesi.. Cevahir ise, hiç oralı değildir, aymazlığını ve aylaklığın sürdürür; Kuddusi baba ise kendini sorgulamaksızın sürekli oğlunu sorguladığı için sonuç alamaz..
Bu nedenle “Anayasa değişiklik Paketi, pek pak olmayan et gibi. Bu nedenle yararlı görmüyorum. Paket dediğin pak-et gibi olmalıdır..” diyenler ne kadar ciddi yaklaşılıyorsa, anayasa değişkliği de benim için o kadar ciddi.. Ne ilgisi var demeyin, lütfen biraz düşünün. Eğer buna niyetiniz yoksa; ‘Olsa da yazdım, olmasa da yazdım’ diyerek kaçacak değilim; aksine aşağıdaki gibi üzerinize üzerinize gelmeyi sürdürceğim..
Anayasa değişikliği paketinin bir ilginç yanı da iktidar erkinin etrafında pıtrak* gibi biten ve düşüncelerinize yapışarak çıldırtan danışmanlar ordusunun ve genç teorisyenlerin savları.. Dünyanın tüm ülkelerinde; Genel Müdürler, Müsteşarlar, Belediye Başkanları Milletvekilleri, Kamu kurumu işlevindeki Sivil Toplum Örgütlerinin Başkanları, Bakanlar, Başbakanlar, Cumhurbaşkanları; danışmanlar ordusuyla çalışır. ‘Alanlarında uzman’ pratriği özümsemiş sivillerden ve akademisyenlerden oluşur bu yapı..
Bir nevi başkanın teorisyenleri gibidirler.. Bu yapı, doğaldır ve de zorunluluktur. Bu nedenle ülkemiz özgünlüğündeki böylesi oluşumları eleştirirken abartıya kaçmanın doğru bir duruş olmadığınI belirtmenin yanında, bizde son zamanlarda danışmanların da, danışmanlarla çalıştığını anımsatmak isterim…
Abartıya kaçmayacağım, fakat şunu da belirtmekten kaçmayacağım; “İktidar erkinin danışmanlar ordusuyla çalışmasını nasıl tanımlarsınız?” sorusunun yanıtında, şu soruları sormamızı kimse yadırgamasın:
1- "Demokrasi, güçlünün güçsüzü kullanma sanatı mıdır?"
2- “Demokrasi; siyasi güce sahip yetersizlerin, bilgi gücüne sahip yeterlileri çalıştırma sanatı mıdır? ”Verin yanıtını!! Üzülerek belirteyim ki, çok sıradan kimlikler, politik ve özdeksel güçleriyle yeterli ve üretken kimlikleri düşün kölesi gibi kullanabilmektedirler. Özellikle bu yapı, teokratik yapılanma içindeki partilerde daha somut olarak karşımıza çıkmaktadır..
Bu nedenle, bizim ülkemiz boyutunda bu oluşumun bir fakatının olduğu gerçeği ile karşı-karşıyayız. Olguyu her şey de olduğu gibi fazlasıyla abartığımız ve özdeki amacından saptırdığımız gerçeği ile de.. İkibinler sonrası iktidarının bu yapısal gerçeği, kendi ideolojik ekseninin uç noktalarındaki danışmanlarıyla beslediğini gözlemler olduk. Bu danışmanların toplumsal hizmete yönelik üretkenlikten çok, parti ideolojisine hizmet eden bir duruş sergilediklerini de..
Olgunun dikkat çeken yanı; bu danışman grubunu, sol söyleme sahip kimliklerden oluşan ve her yeni dönemde güçlüden yana duruşlarıyla liberalleşen ‘sınırsız ve kuralsız demokrasi avcıları’ tarafından beslenmesidir. Devlet’in önemli kademelerınde görev alan kimliklerin, olgunluk seviyesini aşmış fazlasıyla birikim sahipleri olduğunu söyleyebiliriz-ki bu yıllardır devam eden bir yaklaşımdır- İşte bu yapı örselenir oldu..
Bu yapıyı örseleyenlerin ve örseletenlerin en büyük malzemesi; özgür düşünce, hukukun üstünlüğü ve ille de “Domokrasi”dir. Saydığım bu olgular malzeme değil evrensel zorunluluktur. Fakat siz bu evrensel olguları salt kendi ideolojiniz için kullanırsanız, o’nu malzemeye dönüştürürsünüz ve inandırıcılığınız tartışılır hale getirsiniz....
Bireysel iradeyi siyasal irade ile kaynatıp toplumsal irade imiş göstermek ne denli evrensel bir duruştur?! Ülkem iktidarı son yıllarda böylesi bir süreci alabildiğine işletmeye başladı. Sadece bununla yetinmedi, olgun ve cebi dolgun danışman teorisyenlerin devletteki alanları; genç ve hırslı, hatta kendini bilmez güdümlü yüreklilik sergileyebilen kimlikler (Ar.cüretkar diyorlar) doldurulmaya başlandı -Bunların isimlerini söylemeye gerek yok, çoğunuz biliyorsunuz -Yalnız bunların hükümet bütünündeki ilgi alanlarına değil, Devletin tüm alanlarına yerleştirilmeye başlandı.
Özellikle, Yürütme ve Yasama ile birlikte, devletin demokratik temelini oluşturan güçlerin ayrılığı ilkesininin üç erkinden biri Yargı; Yürütme ve Yasama erkleri gibi sarmalanmaya başlandı ve Yargı’nın yürütmeyi denetleyen ve vatandaşların yasal haklarını kanun önünde koruyan gücü kırılmaya başlandı..Kısacası “Güçler Ayrılığı İlkesi” güçlülerin örgütlülüğüne doğru hızla yol almaya başladı..Düşünün; Cumhurbaşkanı’na verilen bilgiye göre, 14 yaşında meslek hayatına başladığı görülen bir kimlik Anayasa Mahkemesi yedek üyesi seçtirilebiliyor..
Hukukçu Olmayan Anayasa Mahkemesi Başkanı, Üniversitede görevine son verilmiş, fakat iktidara yakın(kimse bana demokrasiye yakın demesin…) birini Anayasa Mahkemesi Raportörü olarak atayabiliyor ve parti kapatmalarıyla ilgili raporlar düzenliyebiliyor.. Bu kişiler, bugünlerde hayli dikkat çeker oldu.. ‘Sınırsız ve kuralsız demokrasi avcıları’ bunları bırakın beslemeyi, yüreklendiririr de oldular.
Diyorlar ki; “Gündeme gelen değişiklik önerileri, bir kez daha altına çizelim, ‘askeri vesayet rejimi’ni zayıflatmaya, ‘bürokratik oligarşi’nin gücünü sınırlamaya yönelik. Son dönemlerde hukuk bilgisinin gücüyle çok önemli konuları çarpıcı biçimde gündeme taşımasıyla dikkat çeken bir hukukçu var; Aynı zamanda yeni kurulmuş bulunan ‘Demokrat Yargı’ adlı derneğin eşbaşkanı..” Ne kadar ilginç değil mi “eşbaşkanı”. Sanki “ben BOP’un eşbaşkanıyım” diyenin yeni yağdanlığı, pardon örtüşeni ve de gıcır-gıcır teorisyeni.. “...
Bir darbe sistemi içerisinde, demokratik iradenin etkin olmadığı bir siyasal sistemde yaşıyoruz. Anayasası darbe anayasası, yasaları darbe yasaları olan bir sistem. Özlediğimiz değişim öyle bir anda olacak bir şey değil. Bir ideal peşinde koşturmak hapishane koşullarına takılıp kalmak anlamına gelebilir. Darbe koşullarının yapısal koşullarını kaldırmaya yönelik atılan her adımı, demokratikleşmeye dair her girişimi önemsemek, beslemek ve desteklemek zorundayız.
Türkiye’de çok ciddi anlamda bir adım atma ortamı oluşmuştur ve bu adımın ciddi bir şekilde değerlendirilmesi gerekiyor. Bu hayati bir görev, çünkü Türkiye’de yargı yok.. İlk defa darbe mantığının, darbe siyasetinin ve darbe hukukunun yapısal unsurlarına dokunuluyor, ilk defa. Zaten gürültü de bu yüzden çıkıyor.” diyen ve kimliği konuşturan kimlik, böylesi kimlikleri öteden beri torize eden kimliktir. Bu genç kimlikler ve gibileri, tüm değerleri İslamlaştırmak isteyen idelojinin özgörevini(Fr. Misyon) üstlenmişlerdir.
Bunlar genellikle sınırsız ve kuralsız demokrasi avcılarının söylemlerini örnek alarak, sol izlenimi veren bir söylemle kitlelerde yaygınlaşma savaşı içindeler.. “Sınırsız ve kuralsız demokrasi avcıları” bir şeyi akıl edemiyorlar; kullanıyorum derken kullanıldıklarını(İran’da da aynı aymazlık içindeydiler)..En büyük yanılgıları da, oltadaki demokrasi yemine kanarak Zokayı yutmaları..
Ve şimdi çıkmışlar, zoka durumundaki bu genci demokrasinin neferi ilan etmişler, haklarında övgüler sıralıyorlar.. Hiç şu soruları sorma gereksinimi duydular mı? O bildik olgun ve de birikimli hâkim ve savcıların yerini alan ve bugün ülkemde tartışılan Ergenekon bütünündeki davalara bakan genç savcılar ışık saçmaya nerden başladılar?
Sadece savcılar mı; genç gazeteciler, genç TV kanalları ve genç taraflı gazeteler nasıl oldu da Türkiyemizin gündemine oturtarak, ülkemizin geleceğini yönlendirmeye başladılar? Böylesi gençler, böylesi önemli odaklara nasıl taşındılar?
Tüm önemli program ve haberleri yapan, soruşturma ve davaları yürüten bu genç teorisyenlerin kim olduklarını hiç düşündünüz mü? Bu Cemaat örijinli gençlerin neden Kamu yönetimini, hukuk ve emniyeti ve de basını seçtiklerini hiç aklınıza getirdiniz mi?Ve buradan TSK’ya, Yargıya saldırmak için savaş verdiklerini… Hukuk tanımaz duruşlarının en somutu; davetsiz, sorgusuz direk tutuklamaların savunma hakkını nasıl yok ettiğini..
Son Balyoz planı komedisini… Kurşun asker gibi tüm değerlere saldıran konuma getirilen bu kimlikler, bazı siyasilerin desteklediği, cemaat okullarının piyasaya sürdüğü gençler olmasın?“ Okul açmanın kime zararı olur; okusun öğrensin çocuklar” diyenler acaba yattıkları yerden Türkiye’nin bu gençler kullanılarak nereye taşındığını görebiliyor mu? Dahası siz görebiliyor musunuz, uyuduğunuz yerden?! Bu gençlere el-ele verditip yaptırdıklarını izlemek sizi dehşete kaptırmıyor mu?
En önemlisi; daha önce “Balyoz Planı” bütününde tutuklananların tutukluluğunun kaldırılması, fakat sonradan Başsavcıya haber vermeksizin tekrar tutuklatan İstanbul savcılarını İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı nın görevden alması; hiç mi bir şey düşündürtmüyor size? "Kaçak Ermeniler" polemiğinde sizlere "Türkiye'nin avukatı olun" diye çıkıştıklarında “Peki sen kimsin? diye yanıt verme gereksinimini neden duyduğunuzu neden düşünmüyorsunuz?
Neden, neden, neden.. Bunları düşünemeyip, bunların sempatizanı izlenimi vererek sürekli demokrasi çığırtkanlığı yapmanız bıkkınlık vermedi mi, sizlere? Her şeye demokrasiyi doğradığınız için insanların demokrasi iştahını yok ettiğinizi, demokrasiden soğuttuğunuzu, nasıl olur da göremezsiniz? Eğer gerçekten ülkemin gerçek demokrasiye geçmesini istiyor ve parçalanmasını istemiyorsanız bunların yanıtını verin!!....
Sen Başsavcıyı irtica hakkında yaptığı soruşturma yüzünden erkenkonducu diye başka bir savcıya tutuklatacaksın ve ardından HSYK bu savcıyı görevden alınca, yetki boyutunda yargı adaletinden, demokrasiden ve de haktan-hukuktan söz edeceksin... Neden HSYK Güney Doğu’da bazı savcıları görevden alırken aynı hassasiyeti göstermedin?
Hemşehrim; ortada bozuk bir doku var, var olmasına da; bu dokuyu dokusu rahatsızlar düzeltemez.. Neymiş efendim, HSYK'nın yargı yetkisi yok idari yetkisi var… Askeri bekçi mürtazaya dönüştürmek isteyenler, HSYK'yi da refakatçıya dönüştürmek istiyorlar.. Hemşom, yanlışları tek taraflı savunduğumuz noktada ülkeyi kamplara böleriz, önemli olan her iki kesimin yanlışlıklarını anlatarak halkın tansiyonunünü düşürmek. Şu bir gerçek ki, 'Doğru evrenseldir. O'na, siyasi ve ekonomik rant adına göreceli kimlik kazandıramazsınız; lütfen, yanlışı besleyen siyasi hırsın doğrularına kanıp, evrensel doğrulardan soyutlamayalım kendimizi..
“Eskiden sokaklardı darbe bahanesi geliştirilirdi, şimdi iktidar koridorları darbelere davetiye çıkarıyor” der oldu yurttaşlar.. İşin üzücü yanı 12 Eylül faşizminin travmasını hala yaşayanlar, 12 Eylül’ün beslediği siyasi kimliklerle demokrasi savaşı vermeleri, 12 Eylül’ü es geçerek.. Dinden ve yoksuldan geçinenler 12 Eylül cenderesinde geçenleri yanlarına topladılar ve bunları f tipi TV kanallarına taşıyarak yurtseverleri aşağılayan espriler yapıyorlar. Çoğu da akla ziyan inandırıcı söylem yetisine sahip…
12 Eylül travmasını hala yaşayan bunlar;1960 ihtilalini faşizm ile örtüştürmekte; “12 Mart ve 12 Eylül bize yakın darbelerdir” diyen yeni muhafazakarlarla 12 Eylül’ü alkışlamaktadırlar.. Bu genç teorisyenlerin kanal-kanal dolaşan öncü beyni çıkmış “Direnmeyin “ diyebiliyor hiç çekinmeden, tıpkı bizlere tehdit iletileri gönderen, kişi gibi:
http://blog.milliyet.com.tr/Fazla_dusunmeyin_birakin_kendinizi_bize/Blog/?BlogNo=232241
Anayasa değişikliği konusunda “Taraflı duruş var, bu halkın anayasası değil birilerin anayasası.. Matbayaa direnir gibi direniyorlar” diyebilen bu kişinin bilinen Parti'nin kapatma davasında ve türbanla ilgili Anayasa değişikliğinde raportörlük yaptığı ve bu raporlarla neler yaptığını gördü bu halk.. Bunlarla ve yıldırım hızıyla Anayasa Dağişikliği taslağı hazırlanacak, sen de besleyecek ve bende alıkışlayacağım..
Avucunu yalarsın.. Tüm bunları görmeyip, 12 Mart 1971’lerin Kemalist solcuları olan sizler hiç çekinmeden “Kemalizm Anayasadan çıkarılmalıdır” diyebilmektesiniz. Yine Anayasa değişiklik paketine Genelkurmay Başkanı ve kurmaylarının yüce divanda yargılanmasının önünü açacak bir madde ekleyenleri teorize edebilmektesiniz. Doğrusu tüm ulusal değerlere ve doğaya-doğana dokunan sizler; milletvekili dokunulmazlığığının kaldırılmasını isteyenleri ulusalcı faşistlikle suçlayabilmektesiniz..
Üniversitelere, Barolar Birliğine, Yargıya ve ilgili kurumlarına, sendikalara, Tüsiad’a, ilgili-ilgisiz demokratik kitle örgütlerine, hatta halk olarak bana danıştınız mı? Prof.Dr. Süheyl Batum ve DİSK’in, Barolar Birliğinin, veya bizlerin hazırladığı seçenek anayasa taslaklarımızı hiç dikkate almayı düşündünüz mü? Sınır bozan bilgiçliği ile kabına sığmaz genci ‘Anayasa Raportörlüğüne’ atayan Anayasa Mahkemesi Başkanı bile böylesi bir değişikliğe “Anayasa değişikliğini oldu-bittiye getiremezsiniz, diyalog gerekli” derken, siz hala bildiğini okuyanları teorize etmekte ve çıkıp “AKP’yi eleştiriyor, fakat seçeneğiniz yok” diyebilmektesiniz… Galatasaray Üniversitesi’nden Ümit Kocasakal blogdaki yazımın başlığını çağrıştırdı bana “Halkoyu ile halkı oyuna getiriyorlar” diyerek: http://blog.milliyet.com.tr/Anayasanin_dokunulmazligini_kaldiranlar____/Blog/?BlogNo=235242Ortak
düşünselliğimiz beni mutlu etti. Ümit bey iki şey daha söyledi ki, bu beni fazlasıyla umutsuzluk bağlamında mutsuz etti: “12 Eylül’ün Anayasası dikta anayasası ise, bunlarınki da Dikte anayasası..Bunlar Kuvvetler ayrılığı ilkesini bozarak kuvvetler birliğine gidiyorlar..”’Evet Diktadan dikteye gidiyoruz..Venedik İlkeleri ve AB ilkeleri ne diyor? Yürütme, Yasama asla Yargının önüne geçemez..
Peki; TBMM’inde çoğnluğuna dayanarak yapılan bu değişikliğe ve de Adalat Bakanlığı ve Müsteşar aracılığıyla Yargı üstünde kurulmaya çalışılana etkiye ne demeli? “Burada bahsedilen konu: Dinden dönen, dini terk eden veya emirlerini uygulamayıp küfre batmış erkeklerdir.Sunni fıkhına(Şeriat Hukuğu) ve Hz. Muhammed'in uygulamalarına göre bu kişilerin kafası kesilmelidir…
Böyle bir durum ortaya çıktığında ona verilecek ceza devlet tarafından kafası kesilerek ölümdür…” sözlerinin sahibinin İsviçre’de İmamlık yapan genç hukukçu Muhammed Çiftçi olduğunu aklından çıkarma, ey sınırsız ve kuralsız demokrasi avcısı ve radikal İslam terörünü bahane ederek Irak’ta Müslümanları katleden ve benzerini evinde besleyen küresel efendi..
Yetiştirdiğiniz, pardon beslediğiniz bu genç cemaat teorisyenlerini ve onların başı sizi elinin tersiyle ittiğini ne zaman göreceksiniz? Ya da;“Peki siz kimsiniz?” sorusunun yanıtın almazdan bunların demokrasi yemine geldiğiniz ve gelmeye devam ettiğiniz gerçeğini ne zaman göreceksiniz?
Sizden sonra sıra Nazlı Ilıcaklara, Taha Akyollara gelecek..Bu gençler benden önce sizleri gündemlerine taşırlarsa, şaşırmayacağım..“Devlet Bahçeli’nin misyonu ve onun liderliğinin Türkiye’nin yakın tarihinde üstlendiği sorumluluğun ülkeye kazandırdıkları ve siyasete kattığı değerle ilgili yeni bir şey yazmamam gerekolduğunu sanmıyorum…” diyerek, MHP’yi günümüz AKP çizgisine gelmesi için çağrıda bulunan, Avni Özgürel’in, dünün hükümet ortağı MHP’yi bugünün AKP’si gibi değerlendirenlerin başında geldiğini bileniniz çoktur.
Taha Akyol ve Avni Özgürel, Nazlı Ilıcak vb; eskinin sağcıları, daha doğrusu milliyetçi kesimin ‘sınırsız ve kuralsız demokrasi avcılarından’..Bunlar hakkındaki yorumlarını daha önce yaptım, tekrara gerek yok..Ben aynı çizgideki eskinin solcusu Cengiz Çandar’ın iki değerlendirmesine takıldım: “Anayasa değişiklik paketi taslağı Ak Parti tarafından üzerinde bir miktar ‘rötuş’ yapıldıktan sonra TBMM’ye sunuldu. Siyasi gündemimizin en can alıcı konusu artık bu.
TBMM’de tartışılarak paket bir miktar daha rötuşlanacak mı göreceğiz. Zira buna ihtiyacı var….” Çandar’ın bu söylemine katılıyorum..Fakat “Türkiye bugün ya ‘Neo-İttihatçılar’ ile hesaplaşacak, onların önünü kesecek ve demokratikleşme yönünde önünü aralayacaktır ya da ‘Neo-İttihatçılık’ Türkiye ile hesaplaşacak ve ataları Osmanlı İmparatorluğu’nu batırdığı gibi, bunlar da Türkiye’yi batıracaklar…
Anayasa değişikliklerine ilişkin ‘kavga’nın arka planı ve özeti budur...” sözüne asla katılmıyorum..“Pes doğrusu!” demezden önce, kendisini neoliberal diyenlere, neo-ittihatçı diyen Çandar’a yanıt vermek istiyorum. İttihatçılar kimdir? Sorusuyla birlikte, CHP ideolojisinin, hatta Atatürk ve ideolojisinin ittiahçılarla ilgisinin yanıtını arayalım?Salt Çandar değil, diğer sınırsız ve kuralsız sol eskisi demokrasi avcıları; kendileri için neoliberal diyenlere ve de ulusalcılara, son zamanlarda “Neoittihatçı” demeye başladı.
Tarihsel geçmişine baktığınzda; o günün Osmanlı toplumsal dokusunun ve koşullarının ağırlığında, Türkçü ve İslamcıların ve de liberallerin, Osmanlı’nın yarı sömürge` durumuna getirdiği ülkeyi ayağa kaldırmak, ekonomiyi Avrupalıların kontrolünden kurtarmak ve milli bir burjuva sınıfı yaratmak adına anayasal demokrasi’nin kurulması ve ülkenin parçalanmışlığının önün almak için ittihatçı oluşumu, geniş anlamıyla; İttihat ve Terakki Cemiyetini(Birlik ve İlerleme Derneği) yaşama geçirdiklerini görüyoruz.
Osmanlı Devleti’ni sonlandıran tarihin başlangıcı olan ikinci meşrutiyet devrinin(1908) öncüsü siyasi örgüt. 1908-1918 yılları arasında devlet yönetimine hakim oldu..Batı dillerinde ‘Jön(genç) Türkler diye anılır...Evet doğrudur Atatürk’ün devrimci nitelikte kurduğu ve ağırlıklı olarak sivillerin yer aldığı Vatan Hürriyet Cemiyeti’ni kapatarak İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldığı ( 29 Ekim 1097)..
Fakat o değil miydi, 29 Eylül 1909 tarihinde Trablusgarp delegesi olarak: ‘ bu örgüt siyasi bir örgüt ise, askerlerin katılmamasını, siyasetle uğraşanların askerliği bırkamasını, aksi taktirde askeri emir komuta zinciri örgütün yapısıyla karışacağını ve askeri disiplini bozacağını, ordunun üst-alt ilişikisini (hiyerarşı) bozacağını; bu nedenle örgütün silahlı güç(komita) kimliğinden çıkarak partileşme sürecine girmesi gerektiğini’ söyleyen..
Ve ardından örgütü eleştirdiği için Yakup Cemil’e Atatürk’ü öldürme emri veren bu ittihatçı örgüt değil miydi? Bir diğer savınızın da; bu ittihatçı oluşumun ulusal direnişi başlattığı ve Cumhuriyetin kuruluşunu ivmelendirdiği idi.
Bunun yanı sıra; Kemalistler önünü açmak için İttihatçıları `imparatorluğu batıran kadro` olarak tanıttığnı ve tüm olumsuzlukları ittihatçılara yüklediğini söyleyen de sizlersiniz.. Ve şimdi çıkmış, İttihatçılara karşı gösterdiğiniz Atatürk’ün siyasi hareket tarzının Abdülhamid eksenli olduğu savınızla, yeni uydurduğunuz Hamidist ideolojisine konuşlandırıp, Atatürkçüleri- yurtseverleri neoittihatçılıkla, yani Jön(genç) Türklükle suçluyorsunuz, yetmedi Ergenekonculukla suçluyorsunuz..
“Günümüz cemaat kökenli genç teorisyenleri; Abdulhamit İslamcılığı duruşlarıyla “Genç Türkler”dir, yani neoittihatçılar..” söyleminizin daha gerçekçi olacağını düşünüyorum.. Özellikle bugünkü İslamcılarının sizin gibi karşı çıkışlarını anlıyorum..İnanmıyorum onların bugün Said Nürsi, Mehmet Akif’i sever göründüklerine, çünkü onlar, son dönem Osmanlı İslamcılığını savunmaktadırlar, hatta buna bugünün Türk-İslam sentezcilerini de katabiliriz ve bu nedenle neoliberaller gibi ittihatçı karşıtıdırlar, yani Hamidist’tirler....
Eğer Atatürk’ün tek partili dönemiyle örtüştürüp İttihatçılara baskıcı ve tepeden inmeci diyorsan, o daha başka bir saptırmacılık, çünkü o senin bugünkü çevrende fazlasıyla var. Daha doğrusu savunduğun, özür dilerim beslediğin ve demokrasi ile harmanlamaya çalıştığın partiyi dikkate alırsan; İki günde kurulup üçüncü gün iktidar oluşuyla, fazlasıyla tepeden inmeci ve baskıcı olduğunu görürsün(üz) ve iktidar yüzü görmeyenleri ‘konuları saptırmak adına’ baskıcı ve tepeden inmecilikle suçlamazsın(ız)...
Sana inmiş ki, bazı şeyleri çarpık-çarpık ifade ediyorsun.. Yargıtay Başkanı sayın Hasan Gerçeker’in dediği gibi işleyen süreç “Yargı Reformu” değil, “Yargı Deformu”dur..Van’da CHP’ye ve İzmir'de de Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu ve eski YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’na yönelik protesto habarleri için yazdıklarımdan dolayı gizemli bir kimlik, tehditlerini tekrarladı: “Dün biz katlanıyorduk, şimdi katlanma sırası sizde, hazır olun..
”Verdiğim yanıtı değil, ancak bunları yazabilirim burada;Sizden korkan sizin gibi olsun; bizler biz gibi kalmaktan asla vazgeçmeyiz..Son günlerde sürekli e-postamın düşün kanatlarına yüklenen bir ileti ile yazımı kapatmak istiyorum:Hindistan'da Mahatma Gandi'nin mezarını ziyaret eden Başbakanımıza, ülkesinin bağımsızlığı için ömrünü veren bu büyük insan Mahatma Gandhı’nın yazdığı 7 ölümcül sosyal günah listesini armağan etmişler. İlkesiz siyaset-Emeksiz zenginlik-Vicdansız haz- Niteliksiz bilgi-Ahlaksız ticaret-İnsaniyetsiz bilim- Özverisiz ibadet Sayın Ahmet İnam ve Oray Eğin’in aşağıdaki yazılarını okumunızı öneririm:
http://www.aksam.com.tr/2010/04/01/yazar/16891/ahmet_inam/bu_dayatma_acilimin_geregi_mi_.html
*: Kırda dolaşırken çoraplarımıza yapışan ve bozkırlarda yetişen bir tür dikenin tohumu. Üzeri, minik ve uçları kıvrık dikenciklerle kaplıdır ve bunlar sayesinde kumaşa yapışır. Özellikle saçlara yapışması insanı çıldırtır..
ŞEVKET ÇORBACIOĞLUTeknopolitikalar Platformu
Yorumlar
Yorum Gönder