30 AĞUSTOS 1923 VE 12 EYLÜL 2010 EMPERYALİZME “HAYIR!” DEMENİN AMENTÜSÜDÜR
Bu Yazımı onun için tekrar güncelliyorum… Nasıl ki; 30 Ağustos’u emperyalizme “Hayır!” deyişimizin zaferini büyük coşkuyla anımsarız, gün gelecek emperyalist saldırıların bir başka kurtuluşu olan 12 Eylül 2010’ daki “Hayır”ı da coşkuyla anımsayacağız..
Bunun için; 30 Ağustos 1923’ü size detaylı anlatmaya karar verdim, 12 Eylül 2010’da “Hayır!” demenin anlamı daha güçlü kavransın diye: Öncelikle şu bilinsin: “12 Eylül 2010 Halk oylaması, asla 12 Eylül faşizmini yok etmek değil, 12 Eylül faşizminden beslenenlerin, 12 Eylül faşizmini sivilleştirmeleridir..”
Şu da bilinsin ki; Genel barış çağrısı yapan sayın Kılıçdaroğlu’nu eleştirenler, Kürt kardeşlerimizi düne dek siyasi rant adına kullanmanın ötesinde, Ermenilerle barış protokolleri yapanlardır-ki evrensel gezegen kardeşliği adına, buna da onay veren kişiyim- Şunu da hiç çekinmedin söyleyebilen biriyim; ABD küresel efendidir, gezegenimizde.
Eğer ülkelerin ulusal değerlerine saygı gösteren, bir küresel efendi, efendi ye yakışır efendilik yapsın, yani dünya halklarına ve haklarına eşit dursun, gezegen insanlarını birbiri için tehlike olmaktan çıkarmanın savaşını vererek gezegen kardeşliği için küreselduruş sergilesin ABD yandaşı olmasam namerdim. Çünkü biliyoruz ki; dünün kurgu romanları günümüzün gerçeği oldu, bugünün bilimkurgu romanlarının yarının gerçeği olup, küresel felaketler dönemi başlamayacağının garantisini kim verebilir; bunun için gezegenimizin barış ve dayanışma içinde olması adına gezegenimize lider gerekli.
Eğer bu lider salt emperyal açlığını bastırmak için oyunlara girerse, 30 Ağustos 1923’te olduğu gibi tokatı yer oturur.. İşte o tokadı dünyada ilk kez vuran Atatürk önderliğindeki Anadolu insanının öyküsü: “30 Ağustos Zafer Bayramı”nı yıllardır büyük törenlerle kutlarız. Her ülkenin sahip olmak istediği bu ulusal onur ve gönencin, ulusal kimliğimizin varoluş simgesi olduğu konusunda fikrimiz yok değil; fakat nasıl elde edildiği, nasıl gelindiği konusunda çoğumuz yeterli bilgiye sahip değiliz.
Doğrusu, bu bağlamdaki bilgi yeterince işlenmiyor. Salt törenlerdeki rutin tekrarlarla gündeme getiriyoruz. Bir ulusun ve ulusal kimliğin varoluş destanının rutin tekrarlarda bırakılmasının, unutma sürecini ivmelendireceğini hiç düşündük mü? Temcit pilavı gibi tekrardan söz etmiyorum, varoluş kaynağımızın, yani mazlum ülkelere örnek; varoluş ideolojimizin net ve yeterli anlatımından söz ediyorum…
Bilindiği gibi Atatürk felsefesinin yarattığı “Laik ve Demokratik Cumhuriyet”e karşı çıkanlarla onları besleyen sınırsız ve kuralsız demokrasi avcıları ve de dünya’da ilk yenilgiyi tattırdığımız batının emperyal açları törensel rutinliklere bile karşılar.. Ülkemde bu bağlamdaki süreci ivmelendiren ve halkı teorize eden, dahası yönlendirmeye çalışanların sayıları özellikle son yıllarda büyük artış kaydetmeye başladı…. Mümtaz’er beyin; sayın İlker Başbuğ’un geçen yılki konuşmaları sonrası (31 Ağustos 2008) yazdıkları ilginçti: “.. Başbuğ'un Napolyon'dan naklettiği ‘Coğrafyamız, kaderimiz’ sözü yükselen Rusya tehlikesine işaret ediyor.
86 yıldır savaşmayan ve sadece tören yapan bir ordunun 1774 kadar uzak bir tarihe göre kendisini yeniden gözden geçirmesi lâzım. Kurmay zekâsının cevap vermesi gereken soru ise şu: ‘Örgütlü toplumunu, yani cemaatlerini Kuzey komşusu gibi karşısına alan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin değiştiremeyeceği coğrafyasından hükmedebileceği bir kader çıkartması mümkün mü?" Benim algıladığım kadarıyla 1774’ten amaç; Yenilgiyle sonuçlanan Osmanlı-Rus savaşı..
Demek oluyor ki Türk askeri 234 yıldır hiç önemli bir iş yapmamış. Sadece kışlada yan gelip yatmış.. İyi de; Kurtuluş savaşını kim yapmış??!! Ya Kıbrıs Barış Harekatını??!!.. Bunlar bir anda es geçilebiliyor.... İnsaf ki ne insaf !!!.. Elbetteki bu mantık İlker paşanın söylediklerine karşı duruş sergileyecek!.. Misyonu bu.. Benimki de iş mi?! Tepkim yetersiz değil, gereksiz.. Asker birileri için Bekçi Murtaza..
O, “Alavere-dalavere, Kürt Memet nöbete” mantığının özü.. O, asla düşünemez, entelektüel derinliklere inemez, bilişim ve iletişim çağından faydalanamaz, oy kullanır, oyunun hesabını soramaz, halkın sorunlarıyla asla ilgilenemez.. O sadece silahın tetiğini düşürür, düşüncenin tetiğini değil, fakat o düşün tetiğini birilerine düşürünce “Demokrasiiii, İnsan haklarıııı” feryatları arşa yükselir..
Sınırsız ve kuralsız demokrasi avcılığı yaparken bazı asker kökenli devrimcileri alkışlayacak, gerçek anlamda faşistlerden beslenmişleri teorize edeceksin ve dönüp; Atatürk, İnönü.. İlker Başbuğ faşist diyecek, N. Ilıcakları, A. Dilipakları, Mumtaz’er ve gibileri devrimci statüsüne koyup siyaset bilimiyle bağdaştıracaksın. Olacak iş mi?! ‘Özellikle bizdeki’ bazıları için, askere yasak tüm değerler bay siyasilerimizin materyalleridir? Hiçbir hakla onları faşist asker kullanamaz! Ülkemiz için faşizm gerekiyor ise onlar getirir.. “Yaşasın sivil faşizm, kahrolsun askeri faşizm.”…
Bakalım Başbuğ Paşanın yarınki konuşması için ne diyecekler hazretler?! Kesin; “30 Ağustos Zafer Bayramı'nın 87. yıldönümü etkinlikleri nedeniyle törenler için TSK'nın tüm tugay ve alay sancakları Ankara'daki törene getirtildi. 60 sancağın bir arada geçit yapacağı törenlere katılan asker sayısı geçen yıl 4 bin 512'den bu yıl 8 bin 881'e çıkarıldı. DTP'lilerin geçen sene gibi çağırlamadığı Zafer Bayramı Resepsiyonu'na bu yıl vatandaşlar da davet edildi.” Haberini işleyeceklerdir; öyle ki gizliden gizliye (Taraf’ı bilemem, çünkü o çok gözü kara cesarete sahip.. Nerden buluyor ise bu cesareti) faşizmin resmi geçiti diyenler bile çıkacaktır. Bu denli tepki ortamı yaratan ve benim de abartı katsayımı yükselten sayın İlker Başbuğ’un geçen yılın 30 Ağustos Zafer Bayramı” söylemlerine bir göz atalım. Anıtkabir Özel defterine yazdıkları: "Ebedi önderimiz ve başkomutanımız Yüce Atatürk, Yüce Ulusumuzu bağımsızlık ülküsü altında birleştirmek için verdiğin büyük mücadeleyle kazanılan zaferin 86. yıl dönümünde yüksek huzurunda bulunmanın gururunu ve heyecanını yaşıyoruz.
Tüm zorluklara rağmen düşman orduları karşısında elde ettiğin tarihte eşine az rastlanır bir zaferle Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli atılmıştır. Ulus devlet, üniter devlet ve laik devlet yapısı üzerinde yükselen Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ilke ve devrimlerinin aydınlattığı yolda yürüyüşüne devam edecektir. Bu zaferle kurduğun Cumhuriyetin temel niteliklerine yürekten bağlı personeli ve çağdaş harp gücüyle Türk Silahlı Kuvvetleri, ulusunu bu kararlı ilerleyişten alıkoymak isteyen güçler karşısında dün ve bugün olduğu gibi yarın da en büyük güvence olacaktır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin, en değerli emanetin olan Cumhuriyete sonsuza kadar sahip çıkacağına olan sarsılmaz inancımla, huzurunda saygıyla eğiliyorum. Ruhun şad olsun."
Konuşma alıntıları:
- 1- "…Giderek güçlenen bazı cemaatler, ekonomiyi yönlendirmeye, sosyo politiği şekillendirmeye, dine bağlı bir yaşam tarzı olarak sosyal kimliklerini ortaya koymaya çalışmaktadırlar. Bu sosyal gerçek doğru analiz edildiği takdirde, buna karşı alınacak tedbirlerin başarı şansı olur."
- 2- "..bugün toplumsal hayatımızda dini değerlere ağırlık verildiği için toplumun bir kesiminde laiklik ile ilgili endişe vardır ve bu ciddiye alınmalıdır"
- 3- "…Kendi istekleriyle birleşen ve bir üst kimlik altında yaşamayı kabul edenlere Türk milleti ismini vermişlerdir. Devlet içinde entelektüel tartışmaların yapılabilir olması, devleti ayakta tutan unsurların tartışmaya açılması anlamına gelmez. Ulus devlet tartışmaya açılabilecek bir yapı değildir. Bu yapıyı zayıflatmaya çalışmak ve tartışmak Türkiye'nin ulusu ile bütünlüğünü istememek demektir… Demokrasinin aşırı şekliyle popüler amaçlara yönlendirilmesi laik düzen aleyhine olabilir… kimse demokratik istekler aldatmacasıyla farklı isteklerle kamuoyunun karşısına çıkamaz. Bu konular ülke gündemine devamlı sokulursa korkarız ki ülke ayrışmaya ve kutuplaşmaya zorlanır. Bu, ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür.
- 4- ''Atatürk'e göre ulusal kültürün çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarılmasının Türk halkının bütün anlam ve görüşleriyle medeni bir toplum haline dönüştürülmesi demektir..
- 5-Hatta Orgeneral Yaşar Büyükanıt, ''Bugün gerek Atatürk milliyetçiliğinin birleştirici ve kucaklayıcılığı niteliklerinden uzaklaşılarak etnik milliyetçiliğe ve bölücülüğe dayandırılan girişimler gerekse Türkiye Cumhuriyeti'nin laik ve demokratik yapısını, çağdaş kazanımlarını ortadan kaldırmayı amaçlayan irtica iki ciddi tehdit olarak karşımızdadır'' dedi. Az konuşması ve felsefeye düşkünlüğü ile bilinen Orgeneral İlker Başbuğ'u Bekçi Murtaza mantığında görmek isteyenler, elbetteki daha az çatışmacı bir profil ortaya koyan akılcı bir Başbuğ’a tepki göstereceklerdir. Amaç; askerler ile hükümet arasındaki "laiklik ve dinin toplumdaki yeri" konularındaki gerginlikleri beslemek.. Başbuğ Paşa; yarınki konuşmasının ön çalışmasını; Kürt açılımı ortalığı toz dumana çevirdiği günlerde, suskunluğunu bozarak (25.08.2009) yaptı; “Türkiye devleti bölünmez bütündür. Türkiye devletinin dili Türkçedir-Ulus-devlet ve üniter-devlet yapısına hiçbir gerekçeyle zarar verilmesini kabul edemez-Terör örgütü ve destekleyicileriyle ilişki kurulmasına yol açabilecek hiçbir faaliyet içinde bulunamaz” kırmızı çizgileriyle.. Bizler Ulusal kurtuluş savaşını törensel rutinlikten kurtarmaz isek; karşıt söylemlerle kamuoyunu her zaman yanıltırız; akılcı anlatım sürecini işletmeliyiz ki; ulusal sınırlarımızı nasıl belirlediğimizi algılayıp parçalamak isteyenlere karşı dinamizmimizi koruyalım... İlker Paşa’da bu akılcılığı; olmazsa olmazlarından ödün vermeksizin işlettiğini düşünüyorum...
30 Ağustos’a nasıl gelindiğinin kronolojisi bu nedenle aklımızda tutmak zorundayız:
- 1- Osmanlı-İtalya Trablusgarp savaşı başladı(1911)..
- 2- Bunu fırsat bilen Osmanlı Devletinden ayrılan Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan 1912 yılında bize savaş açtı. Ve ardından Yunanlılar Makedonya’yı, Bulgarlar Edirne’yi aldı. Edirne’yi alan Bulgar'lar yetmezmiş gibi İstanbul'u almak için Çatalca önlerine, diğer taraftan da boğazlara saldırdılar.
- 3-Bulgarlarla 1913 yılında, Yunanlılarla da 1914 yılında birer antlaşma yapıldı. Antlaşmalara göre Bulgarlarla bu günkü sınırlarımız kabul edildi. Yunanlılara Batı Trakya, Selanik, Makedonya, Sırp’lara da Makedonya’nın kuzeyi bırakıldı. Arnavutlar bağımsızlıklarını ilan ettiler.
- 4- 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı başladı. Türkiye itilaf devletleri İngiltere, Fransa ve Rusya, (sonradan ABD) karşı İttifak devletleri Almanya, Avusturya-Macaristan imparatorluğu arasındaki bu savaşa Osmanlı İmparatorluğu katılma zorunda bırakıldı ve 6 cephede savaş verdi; Çanakkale (1915-1916, İngiliz, Avusturalya, Yenizelanda ile savaştı) Kafkas (1 Kasım 1914 Ruslara karşı), Kanal (14 Ocak 1915-İngilizlere karşı Mısır’ı almak ve İngilizlerin Hint sömürge yollarını kapatmak). Irak (15 Ekim 1914’te İngilizlerin petrol sahalarını ele geçirmek için), Galiçya-Makedonya-Romanya(Rus, Sırp, Fransız ve Romen güçlere karşı müttefiklere yardım için toprakları dışında savaştığı tek cephe) ve Sina-Filistin-Suriye cephesi (14-15 Ocak 1915- İngilizleri Mısırda tutmak ve batıya kuvvet göndermelerini engellemek).. Almanların yenildi.. Dolayısıyla Osmanlı Devleti de (1918). Çanakkale'de; Mustafa Kemal’ın dahiyane önderliği ile askerlerimizin gösterdiği kahramanlık " Çanakkale Geçilmez" özlüsöz ile noktalandı.
- 5-Bu savaş sonunda 30 Ekim 1918 tarihinde, Limni Adası'nın Mondros Limanı'nda Mondoros Mütarekesi (Ateşkesi) imzalandı.
- 6-Ve ardından Serv andlaşmaları süreci başladı. Mondros ateşkesi İtilaf(uzlaşma) devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki savaşı sonuçlandırmıştı sonuçlandırmasına, fakat batının emperyal galip devletleri Osmanlı İmparatorluğu ile aralarındaki sorunları kesinlikle kendi çıkarlarına göre çözmeye karar vermişlerdi. Amaç; Osmanlı Devleti 'nden çok, Türk milletini mahkum etmekti. En can sıkanı da; Grek İmparatorluğu'nu kurmak düşüncesiyle, Yunanistan'ın barış antlaşmasına taraf olarak katılmasını sağlamaktı. Böylece İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan Osmanlı Devletini parçalayacak metin hazırladılar ve metni imzalamak üzere de Osmanlı delegelerini 10 Mayıs 1920'de Sevr'e (Sevres) çağırdılar.
- 7-Bu davetten sekiz gün sonra, Ankara'da Mustafa Kemal Paşa Türk milleti ile yapılacak barış görüşmelerinin ancak Ankara hükümetince yürütülebileceğini ve antlaşmanın ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce tasdik edildikten sonra geçerli olabileceğini bütün dünyaya duyurdu. Galip devletler düzenledikleri barış metnini 11 Mayısta Sevr'de Osmanlı delegelerine bildirdiler.
- 8-Barış metni aldatmacasıyla dayattıkları Sevr parçalama metninin reddedince Yunan orduları 12 Haziranda Milne hattını (İtalyan ve Yunan İşgal Kuvvetleri Baş General Milne’nin adıyla anılan ve 7 Ekim 1919 da yürürlüğe konan Ayvalık sınırlarını içeren hat) geçerek, Balıkesir, Bursa ve Uşak'ı işgal etti. 10 Ağustos 1920’de imzalandı.. Ta ki İtilaf Devletleri ile Osmanlı arasındaki savaş halini bitiren 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşmasına dek sürdü..
- 9-Osmanlı İmparatorluğu 'nun bir dizi teslimiyet anlaşmaları, dahası 93 Rus harbi (18 Nisan 1877-1878) yenilgisiyle Erzurum’u ve İstanbul surlarına dek Balkanları kaybettiği için eleştirilen ve bu nedenle “Meşrutiyet Rejimine” son veren, Jurnalciliği kurumsallaştıran ve bugün bazı internet sitelerinde “Ulu Hakan” diye tanıtılan ll.Abdulhamit’in iktidar hırsı Osmanlı topraklarının son düşüşlerini ivmelendirir oldu.. Emperyalistlere teslim olma yolundan başka çıkış yolu bulamayan padişahların en büyük savaşı tahta kalma savaşlarıdır. Örneğin, Osmanlı Donanması’nı çürümeye terk eden II. Abdülhamit uygulamaları bunun başında gelmektedir. olmuştu. II.Abdülhamit saltanatını güçlendirmek için Osmanlı Hazinesi’ne çok büyük yük getiren casus ağını kurmuştur. Abdülhamit’in kuşkuculuğu imparatorluğun giderek gerilemesine ve yenileşme ile ilgili tüm adımların durdurulması uygulamalarına kadar gitmektedir. Abdulhamit’in monarşı dönemi 1899 da kurulan İttihat (birleşme) ve Terakki (yükselme) Cemiyeti’nin baskısıyla 17 Aralık 1908’de ilan edilen II.Meşrutiyet ile son bulma sürecine girdi, fakat teslimiyet politikaları sürdü. Hatta İttihatçılara karşı 31 mart şeriat ayaklanması (13 Nisan 1909) yaşandı. Öyle ki ittihatçı subaylar ve vekiller görüldüğü yerde katledilmeye başlandı. Türk milletinin, Türk vatanının ortadan kaldırılması hedeflenmişti. Buna Anadolu'da kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi karşı çıktı. Türk topraklarının parçalanmasına asla müsaade etmeyeceklerini misaki-milliye sadık kalacaklarını tüm dünyaya ilan ettiler.
- 10-Galip devletlerden Fransızlar 4 Kasım 1918'de Sirkeci-Uzunköprü demiryolunu işgal ettiler. 14 Ocak 1919'da da işgal ettikleri demiryolu ve Trakya'yı Yunanlılara devrettiler. Trakya halkı bu işgaller karşısında bağımsız bir devlet kurmak amacıyla "Paşaeli Müdafai Hukuk Cemiyetini" kurdular.
- 11-Bu süreç Kuva-i Milliye , yani Ulusal Güçlerin çıkış sürecidir. Anadolunun Yunan, İngiliz, Fransız, İtalyan birliklerince işgal edildiği ve Mondros Mütarekesi ile ağır koşulların dayatıldığı dönemde çeşitli yörelerde Osmanlı ordusunun silahlarının alınıp dağıtıldığı günlerde doğan bir ulusal direniş örgütlerine verilen isimdir. İlk Kuva-i Milliye kıvılcımı (Ulusal direniş gücü) güney cephesi'nde Dörtyol’da 19 Aralık 1918’de Fransızlara karşı başlamıştır. Bunun en önemli nedeni, Fransızların işgallerine Ermenileri ortak etmeleridir. İkinci etkili silahlı direniş hareketini (Örgütlü ilk Kuva-i Milliye hareketi) İzmir'in işgalinden sonra; yurtsever bazı subaylar halkı örgütleyerek Ege Bölgesi'nde resmen başlatmışlardır. Batı Anadolu'daki Kuvay–i Milliye birlikleri düzenli ordu kuruluncaya kadar geçen sürede Yunan birliklerine karşı gerilla yöntemiyle savaşmıştır. Güney Cephesinde (Adana, Maraş, Antep ve Urfa) Kurtuluş Savaşını düzenli ve disiplinli Kuva–i Milliye birlikleri yapmıştır. Yerel sivil örgütlenmeler, çeteler olarak ortaya çıkan Kuva-i milliye, düzenli ordulardan oluşan işgalci güçlere karşı, belirttiğim gibi bugünkü deyimiyle bir gerilla savaşı uygulamıştır.
- 12- Ulusal egemenliğe dayanan, tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti' nin temellerini oluşturan ilk kuruluş belgesi olan Amasya tamimi(genelgesi) 12 Haziran 1919'da Amasya'ya gelen Mustafa Kemal ve arkadaşları Hüseyin Rauf Orbay, Refet Bele ve Ali Fuat Paşa birlikte amacı içeren şekilde yayınlandı ve kurtuluş savaşımızın süreci, gerekçeleri ve yöntemiyle birlikte başlatılmış oldu..
- 13- M. Kemal Amasya Genelgesi’nden sonra 8 Temmuz 1919’da padişaha yolladığı bir telgrafla resmi göreviyle birlikte askerlik görevinden de istifa ettiğini açıkladı.
- 14-Ve Mustafa Kemal cemiyet yöneticilerini Sivas kongresine davet etti (27 Haziran 1919). Paşaeli cemiyeti üyeleri Sivas kongeresinde Anadolu ve Rumeli Müdafii Hukuk Cemiyetine dahil oldu. Savaş beraber yürütülecekti.
- 15- Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür parçalanamaz ilkesinin esas alındığı Erzurum Kongresi bir okul salonunda Bitlis, Erzurum, Sivas, Trabzon ve Van vilayetlerinden gelen 56 delege ile 23 Temmuz 1919 tarihinde toplandı, Mustafa Kemal başkan seçildi. Kurtuluş savaşını tetikleyen “Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür” ilkesi benimsendi..
- 16-Ve böylelikle; Misak-ı Millî'nin(ulusal yemin) ana hatları Erzurum Kongresi (23 Temmuz - 7 Ağustos 1919) ve Sivas Kongresi'nde (4-11 Eylül 1919) biçimlendi.
- 17-19 Mayıs 1919'da Atatürk'ün Samsun'a çıkmasıyla, lideriyle kucaklaşan Anadolu, Atatürk'ün önderliğinde Kurtuluş Savaşı'nı başlattı. Daha sonra 27 Aralık 1919'da Ankara'ya gelen Atatürk, 23 Nisan 1920'de TBMM'yi kurdu. Böylece hem memleketin yönetimi halkın iradesine verilmiş oluyordu. Hem de Kurtuluş Savaşı'nın merkezi Ankara oluyordu. TBMM meclisi yaptığı görüşmelerde yurdun durumunu ve kurtuluş çarelerini aradı. "Misak-ı Millî sınırları içinde vatanın bir bütün olduğu ve parçalanamayacağı görüşü"nden hareketle, düşmanla mücadele kararı alındı. Oluşturulan düzenli ordularla savaşa girildi. İlk başarı, Doğu'da Ermeni çetelerine karşı kazanıldı. Daha sonra, Batı cephesinde, Yunanlılarla, I. İnönü (6-10 Ocak 1921) ve II. İnönü Savaşları (24-27 Mart 1921) yapıldı. Bu savaşların kazanılmasıyla Yunanlılar'a büyük bir darbe indirilmiş oldu. Bunun üzerine Yunan ordusu yeniden saldırıya geçti. Saldırı üzerine Mustafa Kemal, ordularına: "Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. Bu satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz." emrini verdi. Türk askeri, büyük bir azim ve fedakârlıkla harekata geçti. Harekat sonrası, yani Sakarya Savaşı 23 Ağustos 1921'de başladığında endişe duymaya başlayan İngilizler, Yünanlıları ikna için randevü istedi, Yünanlılar kendilerine o denli güveniyorlardı ki Yunan Savaş Bakanı Tedakis, randevu isteyen İngiliz Ataşemiliteri Nairne'ye, ''5 Eylülde Ankara'da görüşelim'' yanıtını vermişti. Ancak bu tarih, ''Düşmanın direncinin kırıldığı'' tarihe denk düşecekti. Yunan güçlerinin Polatlı'ya kadar yaklaştıkları, top seslerinin Ankara'dan duyulduğu günlerde hükümet merkezinin Kayseri'ye nakledilmesi bile gündeme gelmiş, bu kabul edilmemişti. 31 Ağustosta Polatlı istasyonunun Yunan topçusunun ateşine maruz kalması üzerine kent boşaltılmıştı. 23 Ağustos ve 12 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan Sakarya Meydan Muharebesiyle, Türk milleti 1699 Karlofça Antlaşmasından beri ilk defa toprak kazanmaya başlıyordu. Sakarya Savaşı, Türk milletinin savunma durumundan taarruz durumuna geçtiği önemli bir savaş olarak da tarihe geçti. Bu zafer sonunda, TBMM tarafından, Mustafa Kemal'e "gazi" unvanı ve "Mareşal" rütbesi verildi. Türk tarihinin dönüm noktalarından biri olan Sakarya Savaşı'ndan sonra, büyük bir taarruzla düşmanı tamamen yok etme kararı alındı. 1922 yılı Ağustosuna kadar, hazırlıklar tamamlandı. Güneydeki Türk birlikleri, büyük bir gizlilik içinde Batı cephesine kaydırıldı". İstanbul'daki cephane depolarından silah ve cephane kaçırıldı. İtilaf Devletleri tarafından tahrip edilerek kullanılmaz hâle getirilen toplar onarıldı. Yeni silâhlar satın alındı. Ordumuza taarruz eğitimi yaptırıldı. Bu hazırlıklardan sonra, Gazi Mustafa Kemal'in başkomutanlığını yaptığı ordumuz, 26 Ağustos 1922'de düşmana saldırdı. Bir saat içinde düşman mevzileri ele geçirildi. 30 Ağustos'ta düşman çember içine alındı. Sağ kalanlar esir alındı. Esirler arasında Yunan Başkomutanı Trikopis'te vardı. Bu savaş, Atatürk'ün başkomutanlığında yapıldığı için Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak adlandırıldı. Büyük Taarruzun başarıyla sonuçlanmasından sonra düşman, İzmir'e kadar takip edildi. 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtarılmasıyla yurdumuz düşmandan temizlenmiş oldu. Milli güçler Anadolu da birleşerek Mustafa Kemal'in öncülüğünde başta Yunanlılara karşı savaşa başladılar. Zaferler peş peşe sıralanıyordu. Bilhassa Başkomutanlık savaşından sonra Ordularımız Akdenize, Ege Denizine ve boğazlara doğru düşmanı kovalamaya başladı. İngiliz ve Fransızlar Yunanlılar gibi denize döküleceğinden korkarak Mustafa Kemal'e başvurdular. Türk Ordusunun durdurulmasını ve bir konferans yapılmasını istediler.
- 18-Bu istek üzerine 11 Ekim 1922'de Mudanya Mütarekesi imzalandı. Mudanya Mütarekesinin kararlarını Yunanlılar kabul etmediler ve durumu hükümetlerine bildirdiler. Mütarekeye göre Edirne dahil Meriç nehrinin sol kıyısına kadar Doğu Trakya on beş gün içinde Yunan orduları tarafından boşaltılacak, boşaltmadan sonra otuz gün içinde Trakya Yunan memurları tarafından Türk idarecilerine teslim edilecektir.
- 19-Kurtuluş Savaşı sürecinde emperyal işbirlikçiler, elde ettikleri yüksek mevkilerden, Anadolu’da savaş veren vatanseverlere engel olma savaşı içinde idiler. Güdümlü ihanet dolu yazılarıyla milli mücadeleyi engellemeye çalıştılar.. Adliye Nazırı Ali Rüştü: “Yunan Ordusunun muzafferiyeti için dua ediniz...” Ali Kemal: “Avrupa ile başa çıkmayı asırlardan beri Asya’nın hangi kavmi başardı ki biz başarabilelim.” Damat Ferit Paşa: “Limanda yetmiş tane yabancı gemi varken, Kuvayı Milliye ayaklanmasından korkulmaz.” Refi Cevat Ulunay: “Tek çare galiplerle uyuşmak ve anlaşmaktır.” Rıza Tevfik: “Medeniyei temsil eden İngiltere gibi bir devlete itiraz etmek küstahlıktır.” “Refik Halit Karay: “Bizim için tutulacak tek kurtuluş yolu, İngiltere ile beraber yürümektir... Mustafa Kemal’in muzaffer olduğunu görmektense, memleketin Yunanlılar tarafından alınmasını tercih ederim.” Hariciye Nazırı Mustafa Şerif Paşa: “Umumun arzusu, İngiltere tarafından idare edilmekliğimizdir.” (Hablemitoğlu) İskipli Atıf Hoca’nın Başında Bulunduğu Teali İslam Cemiyeti Bildirisi: “Kim milliyetçilerle birlikte Yunan’a karşı giderse şer’an kafîrdir... Yunan ordusu Halife’nin ordusu sayılır...”
- 20- Tarihimiz zaferlerle doludur. Ama 30 Ağustos 1922’de zaferle sonuçlanan Dumlupınar Savaşı, Anadolu Türk ulusunun yeniden dirilişini sembolize eden Türkiye Cumhuriyeti'nin “Ulusal Zafer Bayramı”dır. 1922 yılında 26 Ağustos'ta başlayıp, 30 Ağustos'ta Dumlupınar'da Mustafa Kemal'in başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi'ni (Büyük Taarruz) anmak için kutlanan bayramdır.
İşgal birliklerinin ülke sınırlarını terketmesi daha sonra gerçekleşse de, 30 Ağustos sembolik olarak ülke topraklarının geri alındığı günü temsil eder. Hain düşmanın, haksızca ve alçakça işgaline "dur" diyen ve kanımızın son damlasını akıtmadan yurdumuzu bırakmayacağımızı dünyaya ispatlayan bu büyük zaferi her yıl, 30 Ağustos günü, bayram yaparak kutluyoruz.
Benim için 30 Ağustos 1922 kadar değerli bir 30 Ağustos daha var. O da Büyük önderin "Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat, tarikat-ı medeniyyedir" dediği 30 Ağustos 1925 Bu ülkenin ulusal yemini “Misak-i Milli”; emperyalistlere karşı verilen kurtuluş savaşıyla oluşturuldu...
Atatürk ulusun hangi temeller üzerinde inşa edildiğini: “Bu devletin dayandığı temeller tam bağımsızlık ve kayıtsız şartsız ulusal egemenliktir.” özlüsözü ile işaret etti.. Şu bir gerçek ki, bağımsızlık ve ulusal egemenlik 1950’ler sonrası adım-adım örselenmiştir... Ulusumuz tüm dokularına dışa bağımlı hale getirilmiştir.. Ulusal onur, bağımsızlık, demokrasi gibi değerleri savunan insanlara önce Statukoculukla, ardından da, özellikle son yıllarda sınırsız ve kuralsız demokrasi avcıları; faşistlikle suçlar oldu. Ulusalcılık 12 Eylül faşizmindeki “Olanak, Olasılık, Devrim” sözcükleri gibi yasak kavramlar arasında sayılmaya başlandı.
Sömürgeci vahşi kapitalist açlar ve onların işbirlikçilerine karşı duranlar kendi ülkelerinde suçlu muamelesi görür oldu... Ulusal medyanın büyük bölümü ele geçirildi. Ulusal ölçekteki kurum ve kuruluşlar özelleştirme adı altında leşçilere peşkeş çekildi..
Ben yine de umutluyum, bu ülke insanı; Kürdü, Türkü, Gürcüsü, Lazı, Çerkezi, Romanı, Pomağı, Hemşinlisi, Arnavutu, Boşnağı ve Süryanisi, Tatar’ı gerekirse Küresel efendi emperyal açlara karşı “12 Eylül 2010” günü “Hayır!” diyerek ikinci kurtuluş savaşı vereceğinden.. (Güncelleme:30 Ağustos 2009-10)
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
TEKNOPOLİTİKALAR PLATFORMU
evesbere@mynet.com
sevket-che@hotmail.com.tr
GSM. 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder