
Devlet sektöründen mi, yoksa özelsektörden mi yanasın? Eğer ikisini harmanlıyorsan bunun adı ÖZERKLEŞTİRME'dir. Fakat senin niyetin başka gibi geliyor bana.
CAHİL AÇIĞI İLE CARİ AÇIĞI TETİKLEMEK-2
Bir iktidar veya birkaç iktidar, hem devletleştirici hem özelleştirici olabilir mi? Olabilir, fakat bu sürecin sonu ‘Ekonomik Özerkleştirme’dir-Ki doğru bir süreçtir-.
Eğer, niyetiniz başka değilse devletleştirme ve özerkleştirme politikalarını harmanladığınızda en iyi sonucun 'Özerkleştirme' olacağını aklınızdan çıkarmamalısınız.
Yalnız, iktidarın böylesi bir amacı yok, çünkü kararlı bir ekonomik politikası yok. Bazen devletçi, bazen özelci duruşuyla ekonomi politikalarında karmaşayı yaşıyor. Ekonomi politik yetmezliği her geçen gün ‘Cahil açığı’ beslemekte ve ‘Cari açığı’ tetiklemektedir.
İşte işlettiği süreç:
Ben ekonomist değilim, dahası bilgiçliğime gem vurarak ve de yine de yukarıdaki söylediklerimi doğrulamak adına Erdal Sağlam’a kısa bir söz veriyorum: “Tabi ki cari açığın önce artış hızının sonra kendisinin azalması olumlu bir gelişme. Ancak ne adına, ne pahasına oluyor, onu da görmek gerekiyor.
Cari açığın artış hızı yavaşlıyor ama aynı dönemde kurlar da hiç olmadığı biçimde yükseldi. Neredeyse yüzde 30’luk devalüasyon yaşadık ama dalgalı kur sisteminde olduğumuz için, TL’deki bu erime, devalüasyon olarak lanse edilmedi.
Çünkü önceki gün açıklanan cari açık rakamlarının detayları bize gösterdi ki; cari açık azalsa da, sıcak para girişi durduğu için, bu açığın finansmanını döviz rezervlerinden karşılamak zorunda kaldık. Son dönemde sık-sık vurguladığımız gibi; eğer faiz indirimi yapılmasaydı, kurlar bu kadar yükselmeyecekti, dolayısıyla kuru durdurmak için bu kadar döviz rezervi eritmemize gerek olmayacaktı. Rezervlerin ne kadar kuvvetli olduğu da ortada...
Para politikasını, ‘faiz artırmama’ hatta “faiz indirme” üzerine kuruyor, Merkez Bankası yönetiminiz hükümeti kızdıracağım diye faizlerle yukarı yönlü oynayamıyorsa, yaşanan bu gelişmeler karşılığında rezerv eritme bedeline katlanmak zorunda kalmanız kaçınılmaz.
Bir düşünün; cari açık artışı hız kesmeseydi, sıcak para girişi olmadığı için, kim bilir kurlardaki artış daha ne kadar fazla olacaktı? Ya da, kurları durdurmak için, daha ne kadar fazla döviz rezervi eritmek zorunda kalacaktık?
Kurlardaki artış ithal maliyetleri artırdığı için cari açığın azalmasına neden oluyor, cari açık artışındaki hızın kesilmesi, kurların biraz daha dengelenmesini sağlıyor. Dalgalı kur dediğimiz de zaten bu...
Son iki-üç ay içinde ithalatın azalması ve buna bağlı cari açık artışındaki hızın kesilmesini bazı bakanlar “büyük başarı” olarak lanse etmeye çalıştılar. Sanki bu durum kendiliğinden oluyormuş gibi… Geçen gün CNN Türk’te soruları yanıtlayan eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, bakanların bu demeçlerine dikkat çekerek, “İthalatın beli kırıldı diyorlar, beli kırılan büyüme, bunu söylemiyorlar” dedi. Haklı değil mi?...Çünkü sizin üretim yapınız bu: Yüzde 5’in üzerinde büyüdüğünüz zaman, ithalata bağımlı üretim yapınız nedeniyle, dış ticaret açığınız da, cari açık rakamınız da büyümeye, daha doğrusu tehlikeli olmaya başlıyor….”
Ve olan oldu; yukarıda belirtiğim gibi cari açık aldı başını yürüdü. Yürüdü yürümesine de, dünyadaki büyüme hızında birinci olduk.
“Oy, oy!!” diye inlerken, oy veren kardeşim, senin gibi sıradan bazı vatandaşlar bile; “Büyüme'de Çin'i geçmişiz, Amerikayı'da geçeriz bu gidişle..İyi-hoş-güzel de ,OECD verilerine göre,genç işsizlikte dünya birincisi nasıl oluyoruz,kafam basmadı ilginç bir çelişki…” sorusunu soruyorsa, bu nasıl büyüme? Kim büyüyor, kim küçülüyor?
İşte bu büyüme, uzmanların dediğine göre, tehlikenin başlangıcı.
Uzmanların dediklerini sen de benim gibi öğrenebilirsin. Ekonomi uzmanı olman gerekmiyor, yeter ki oku…İlle de oku. izle ve anla ve de yaptıklarını algıla.
İşte anlamalarım;
Kesin inişe geçilecek. Yıkıcılığının şiddeti bilinmiyor. Ulusal ve uluslararası uyarılar artmaya başladı… “İçerde ve dışarıda büyümemizi çekemeyenler komplo kurdu” feryatları yükselecek…Gelişimin yabancı kararlarla gerçekleştiği dışa bağımlı ekonomiler cari açığı, o da beraberinde yıkımı getirir… İhracat artınca, ithalat artar, çünkü üretim girdilerini üretemediğin için ithal ediyorsun, bu da doviz dengesini bozarak cari açığı tetikler. Yani ihracatını iç üretimle yaparak bir büyüme sağlamıyorsun. Yani yerli katma değer olmayınca İthal ürünlerle ihracat ve iç tüketim artıyor, cari açığınızla birlikte cahil artışınız artıyor, çünkü bunu da : sıcak para ile kapatarak sanal ekonomik büyümeyi sağlıyorsunuz. Ya sıcak para durur ise, ne yapacaının politikalarını hiç düşündün mü? Yoook!! İşte o zaman çakılmaya hazırlan. 2012’yi de belki atlatırsın ama, 2013 her şeyini alıp götürür; başkanlık düşlerinle birlikte…Yetmiyor, bankacılık politikalarınla, bazı bankaları keyfi olarak karalıyorsun. Örneğin CHP hisseleri nedeniyle, İş Bankasını. Küresel krizin teğet geçtiğini söyle, olası inişleri dikkate almadığın yetmiyormuş gibi, ekonominin sağlam temeli bankacılık sektörünü yıprat…Hani; Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’na (BDDK) bankalara karşı isimle, demeç ve yayınları önlemek için ciddi yetkiler tanınmıştı. İyi de neden;İş Bankası aleyhine verilen demeçler için BDDK bir yaptırım getirmiyor? AKP iktidar yandaşlığı mı yapıyor, Eğer yandaşlık sermaye oldu ise, yandı Türk ekonomisi…
Ve en önemlisi, cari açığın en büyük nedeni olarak enerji ithalatını göreceksin, 35 milyar dolarlık kaçak elektriğin önünün almayacaksın ve tüm bunları gerekçe gösterip, dereleri yok etmek için HES rantına yöneleceksin. Bu cinayetle bütün cehaletten başka bir şey değil.
Evet; Cari açık, cahil büyüme süreci yaşıyoruz. Çünkü;
‘Cari açık’ konusunda eleştirenlere öfkelenerek onları ‘ekonomik bozgunculukla’ suçla, elektrik ithalatına bağla, HES için araç olarak kullan, yetmedi; ‘Cari açık başımıza iş açabilir’ diyerek, tüketimden aldığın vergiye(dolaylı vergiye) zam yap. Ardına bakmaksızın öfkene de zam yaparak; “Rakı içme, sigara içme(su içmeyin de diyebilirdi) , Porche’ye binme, fiata bin(En basit arabanın dolaylı vergisini artırdığın unuttu ve ÖTV(Özel Tüketim Vergisi) vergisi diye yutturuyor…Değil P’ye, F’ye de binemiyor insanlar. Özellikle F’ye binenlere öyle bindiriyor ki…Ama kendileri Mercedes ve BMW’den inmiyorlar, tıpkı halktan in…..gibi)” diyebildi. O’nu içme, bunu yeme, o’na binme, buna bin, yani tüketme diyorsun; iyi de, ben tüketmeyince, sen satamayacaksın, satamayınca da, ÖTV diye yutturduğun dolaylı vergini alamayacaksın…Sonra ne yapacaksın? OVP(Orta Vadeli Program) mi kurtaracak?
Bunun yanıtını da Erdal Sağlam veriyor: “…piyasaların asıl baktığı yer 23 Ekim’de yapılacak AB liderler Zirvesi ile 3-4 Kasım’da yapılacak G-20 liderler zirvesi olacak. Bir başka deyişle OVP ve 2012 yılı bütçe program hedefleri bu toplantılarda alınacak kararlarla bir anlam kazanacak. Konulan hedeflerin tutup tutmayacağı küresel ekonomideki gidişata göre belirlenecek. “Ekonomik dengeleri belirlemek TBMM’nin inisiyafitinde, Millet iradesi ne derse o olur” diyenler küresel krize karşı alınacak önlemlere ve bunun piyasalar tarafından benimsenip benimsenmeyeceğine bakıp, yine bu sözleri söyleyebilirler mi? Küreselleşme dediğimiz bu işte; sizin ulusal iradeniz de, ekonomik gidişatta belirleyiciliğiniz de, İran’a karşı radar üssüne izin verip yarın başka kararlar alabileceğiniz de, Libya’da NATO’ya karşı çıkıp, sonra en büyük destekçisi olmanız da hep bu gerçeğin sonucu.
Onun için politikacıların bir türlü vazgeçemediği hamaset nutukları da, milli irade güzellemeleri de bir yere kadar, küresel gerçekler var…”
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin yazarlarından olan 94 yaşındaki Fransız-Alman diplomat Stéphane Hessel, Türkçe’ye de çevrilen 32 sayfalık “Indignez-Vous” (Öfkelenin) adlı kitabıyla tüm dünyaya yayılan sistem karşıtı eylemlerin fikir ve isim babası oldu. Hessel, “Ekonomik adaletsizliğe barışçı yollarla isyan edin” diyor.
Türkiye ve Dünyadaki bu ‘bilerek yaratılan-Kapitalizmin doyumsuzluğunda kendini bulan’ ve son yıllarda ışık hızına erişen derinlikteki gelir uçurumunu aşmanın zamanı geldi mi dersiniz?
ABD’de haftalardır süren işgal eylemlerine dünyadan gelen destek, Wall Street işgalcilerini cesaretlendirdi. New York’ta finans merkezi olarak bilinen Wall Street’i, ülkedeki gelir dağılımı dengesizliğini, işsizliği ve ekonomik politikaları protesto eden yaklaşık 20 bin gösterici, önceki gün Times Meydanı’na akın etti.
Halk beklenmedik anda bir yerlere akın eder mi?
Süreci, İngiltere eski Başbakanı Tony Blair’in “Türkiye dünyadaki en ilginç ülkelerden biri” sözüyle işletmek istiyorum.
Tony Blair; ““Türkiye hızla değişen, iddiaları olan, sıra dışı, mükemmel bir ekonomik potansiyeli olan bir ülke. Dış dünya bugün Türkiye’ye odaklanmış vaziyette ve belki geçmişte hiç olmadığı kadar bu ülkeyi yakından izliyor”
Ama, nasıl izliyor? Neden izliyor? Kimin için izliyor? Türkiye için mi, küresel efendi için mi?
AKP iktidarı ne yapıyor? İlk yazıda belirttiğim gibi sürekli kendini güncelliyor. Tekrar ediyorum; Erkin Koray şarkısındaki gibi, bir oyana bir bu yana yatan şaşkın örneği, tenhalarda menhalarda ekonomiyi bitireceğini aklına getirmiyor, çünkü güncelliye-güncelliye gücü kalmamak üzere.
Şimdi de çıkmış; demirçelik üreticilerine zam yapmayın, gelir kapımız inşaat sektörünü öldürürsünüz diyerek ‘Devletçi müdahale ile’ şiddetle karşı olduğu statükocu devletçilikle özelsektörü öteliyor. Özel sektör ‘devlet müdahaleciliğiyle bizi engellemeye başladı’ feryadında.
Sen Dolaylı vergiye zam yap, demircilere ‘kurlar yüzde 30 geçmesine karşın’ dur de olacak iş mi? TOKİ’yi neden özelleştirmediğin gün gibi ortada. Yanlış mı yapıyorsun? Asla. Çok doğru bir süreç işletiyorsun ve adım adım özelsektöre seçenek ‘özerkleştirme’ kurumsallığına koşuyorsun.
Evet, belirlediği makro hedefler için, yeni para ve kur ve de kurumların kuruluş ve işleyişlerini düzenleyen kuralları(Fr. Regülasyon) içeren politikalarını ötekileştirip devletçi bir duruşun ile özelsektöre vuruşun…Hani piyasa ekonomisini kurumsallaştıracaktın? Nedir bu ekonomik kurumlarını ve kuruluşlarını tekrar devletçi etkisine almak? Yani Fransızcası, regülasyonsuzluk…?! Yoksa 2002’lerden bu yana uygulattığın ürettiğimizde çok tüketim tutkusunun(üretmeden tüketmek de diyebilirsiniz) yarattığı 500 milyar dolarlık dış ticaret açığını devlet aracılığıyla mı kapatacaksın? Piyasacılardan ve piyasalardan çekeceğin var.
Hani devlet üretici ve satıcı olmamalıydı?
Şimdi diyeceksin ki; “Hükümet ucuz konut, bedava sağlık hizmeti veriyor, başka ne istiyorsun?”
Ucuz konut…Haklısın, her şeyi özelleştiren AKP iktidarı, nedense TOK(Toplu Konut İdaresi’ini) özelleştirmedi. Neden? Çünkü senin oyuna ulaşmak için. Kentsel dönüşüm aldatmacasıyla, doğrusu; varoşları ve gecekonduların yarattığı kent kirliliğini kaldırıyorum yalanıyla, kentin içini beton kazıklarla beton tarlasına dönüştürenler, kent komşu alanları(Ar. Mücavir diyorlar) alanları da TOKİ aracılığıyla betonlaştırarak, beton surlarla çevirdiler. Evet, bunu yaparken yandaş inşaat şirketlerini varsıllaştırdılar, buradan varsıllaşan İstanbul boğazına saldırarak İstanbul’un siluetini bozan sermaye tapınaklarını diktiler. Evet, doğrudur ucuz konut verdikleri, ama kime? Oydaşlara elbette ki. İkincisi; bu ucuz konutların, hükümet tarafından para ile desteklenmesinden(Fr. Sübvanse) dolayı ülke bütçesine getirdiği yükün yine sen ve benden alınan vergilerle karşılandığını ve senin ücretini dondurarak seni daha da yoksullaştırdığını aklına getirdin mi?
Evet, katılıyorum sağlık hizmeti ucuz bir çizgiye oturtuldu, hükümet tarafından. İsteyen özel ve devlet hastanelerinden sağlık hizmetini bedava alabiliyor. Pıtrak gibi özel hastaneler bitiverdi. Çoğu da yandaşların hastaneleri. Ne yapıyor AKP iktidarı? Bu özel hastanelerin verdiği hizmetin karşılığını hükümete ödetiyor. Yetmedi kendi hastanelerin ücretini de ödüyor. Anlayacağın seni beni parasal açıdan destekliyor. Bunun yıllık faturası ne biliyor musunuz? 45 milyar dolar. Bu miktar her yıl % 15 artıyor(enflasyon yok diyenlere kapak olsun). Bu, seni, beni, hastanedeki doktoru daha da ekonomik dar boğazın içine atıyor. Çünkü 45 milyar doları senden aldığı vergiden ve sana ödediği ücretten alıyor. Doktorlar eskisi gibi yeterli sayıda değiller, çünkü çoğu hastanelerden ayrıldı, olanı da isteksiz. İnsanlar, bedava sağlık hizmeti alıyorlar almasına da, eski kalite yok. Sağlıklarından önceki yıllara oranla daha da endişeliler.
Bilmem anladın mı, sağlık hizmetinin bedavalığı üzerine kurgulanan politikanın, sağlıklı süreçleri ortadan kaldıracağını. Hükümet, böylesi bir sağlık politikasıyla büyük bütçe açığı vermeye b.aşladığını görmeye başladı. Bu nedenle birileri o’na şimdi akıl veriyor; “Bu bedava sağlık hizmetini bırak, SGK aracılığıyla sağlık giderinin yarısını öde, diğer yarısını da, kişi özel sektörden sigorta yaptırsın ve sağlık giderinin diğer yarısını da özel sektör ödesin” Bunun adı ‘tamamlayıcı sağlık sigortası’ imiş. Bana göre bunun adı; tamamlayıcı insan sağlığının özelleştirilmesi. Küresel efendinin doyumsuzluğunu gidermek için, insan sağlık coğrafyası da uluslararası kapitalist şirketlere açılıyor.
En önemlisi, her seçim senin ağzına sürülen tatlı balın, sonradan acı bala dönüştüğünü ve senin oyunu alarak iktidar olanın da ‘bal tutan parmağını’ yaladığını unutman!
“İyi uykular” demeyeceğim, çünkü; eninde sonunda sizi bu uykulardan uyandıracağız…
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
Teknopolitikalar Platformu
evesbere@mynet.com
evesbere@gmail.com
GSM: 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder