DERSANELERİ VE YGS’Yİ KALDIRMAK VE EĞİTİMİ 12’DEN VURMAK
Başbakan’ın Seule’ giderken, söylediklerinin son bölümünde “…Bunu da ilk kez açıklıyorum. Üniversite giriş sınavlarını da (Yükseköğretime Geçiş Sınavı-YGS), üniversite hazırlık kurslarını da ortadan kaldırıyoruz. Bu dershaneler ya liseye dönecekler ya da kapanacaklar..” şeklinde söyledikleri beni hayli mutlandırdı ve eğitimin, dahası çocuklarımızın geleceği açısından umutlandırdı.
Çünkü; Bizler, doğrusu solcular, eğitimin ticarileşmesine yıllarca karşı durduk. Kapitalizmin, öğrenciyi kapitalin materyali haline getiren, yani çocukları ekonomik rant aracına dönüştüren eğitim politikalarını sürekli eleştirdik ve bunun için, dershanelerin kapatılmasını istedik, bu nedenle İktidarın devrim niteliğindeki bu yaklaşımını alkışlıyorum. Yalınııız; bu devrimin en önemli ayağı eksik. Biz yıllarca, eğitimin ticarileşmesinin en belirgin duruşu, dershanelerin yanında özel okulların (Lise, Yüksek Okul) da kapatılmasını istedik.
Eğitimi devletin üstlenmesini istedik. Eğitimin yaygınlaşması için, ‘Köy Enstitülerin’ tekrar yaşama geçirilmesini istedik. Klasik Lise yerine, mesleki liselerin yaygınlaştırılmasıyla, ara elemanların, zaman kaybetmeksizin kalkınma sürecine sokulmasını istedik… Başbakanın son bölümde söylediklerine göre ne yapıyoruz; tüm dershanelerin Liseye dönüştürüyoruz ve pıtrak gibi çoğalmış özel Üniversitelerin yanında, pıtrak gibi Liseleri de ekliyoruz.
Söyleminde samimi bulmuyorum, çünkü son on yılda dershanelere giden öğrenci sayısı %150 artıran kendileri. Bu durumda dershaneleri kaldıracağım demek hayli havada kalan bir söylem. Bu ve benzer söylemle 12 milyon öğrencimiz ve de 500 bini aşan öğretmenlerimiz bütününde eğitim sorununun çağcıl seviyeye çekileceği konusunda inancım fazla değil. Bu nedenle bu devrim topal diyorum. Bu devrimin aksayarak nereye gideceği konusunda kuşkular taşıyorum. Bu devrimin karşı devrime ulaşmanın aracı olarak kullanılmak istendiğini düşünüyorum.
Bu devrimin olası gideceği yeri analiz etmek için; Seule giderken ‘Büyük korkusu Kılıçdaroğlu’ ile giriş yaparak gazetecilere söylediklerinin ilk bölümüne, bölümceler halinde göz atmak gerekir: Her olguya Kılıçdaroğlu ile başlanmasın, çünkü yapılanlar Kılıçdaroğlu için yapılmıyor. Ayrıca Kılıçdaroğlulu ifade adeta bir korkunun ifadesi izlenimi veriyor. Avrupa’nın çoğunluğunda zorunlu 12 yıl yok, olanlarda da böyle değil. Bahçeli destek veriyormuş, İmam Hatip Okullarını birlikte açalım diye. Destek verir, çünkü dinden geçinmenin rantını salt sana bırakmak istemiyor. Geneldeki desteğini yadsımıyoruz, çünkü BDP ile adeta üçlü bir koalisyon ortağı imiş gibi izlenim vermiyor değil.
Yalnız, Bahçeli şunu da söylüyor; "Eğitim sistemiyle ilgili görüşlerin 28 Şubatla ilişkilendirilmesi ve imam hatipler özelinde yürütülmesi tabiatıyla AKP istismarının bir başka sonucudur. AKP zihniyeti açıkça kendi 28 Şubat'ını oluşturmakta ve bunu da insafsızca sürdürmektedir" Neden Bahçeli’yi eleştirmiyorsunuz da, 4+4+4 için Tandoğan’da halkla buluşacak Kılıçdaroğlu’nu eleştiriyorsunuz? Bahçeli’nin zayıf bir noktasına değinerek, yani zülfiyare dokunarak göreceli koalisyonu olumsuz etkilerim korkusu mu?
Her şeye; CHP’nin, Kılıçdaroğlu ve 28 Şuba’ın doğranması, siyasetinizin ‘hatta ideolojinizin’ tadını bozduğunun farkında değil birileri. Çünkü, artık insanlar bu 29 Şubat masalına inanmıyor. Kaç kez yazıldı (ben bile), 28 Şubat’ın, antiemperyalist Erbakan’ı enterne edip, bugünkü yapıyı öne çıkardığını. Bu nedenle, aynı şeyleri tekrar etmemek için, Bahçeli’nin söyledikleri yeterli diyorum. Teknik eğitimin Avrupa’da yüzde 65-70 olduğunu ve bunun düzeltilmesi gerektiğini söylemeniz çok doğru bir yaklaşım. Bunu solcular yıllardır söyledi.
Evet, ben bile bu konuda; 1973 seçimleri öncesi, Cumhuriyet Gazetesi’nin saygın insanı Sami Karaören ağabeyin yönettiği ‘Makaleler sayfasında’ ve Arhavi’de sevgili Ali Kocaman’ın çıkardığı ‘doğu Gazetesi’nde, ‘Üniversite kapılarında sefilleri oynadık’, ‘ Eğitimin gölgesinde ticaret yapılmasın’, ‘Klasik Liseler yerine teknik Liseler açılsın’ başlıklı yazıları kaleme almıştım.
Özellikle Doğu Gazetesi’ndeki, “Karadeniz sahil boyundaki, her ilçede açılan klasik Lise’de, ülkesine katkı verecek öğrenci değil, ateşe atılacak tomruk yetişir” demem dönemin etkin politikacısı ve Orman Bakanı şimdi aramızda olmayan sayın Osman Sabit Avcı’yı hayli üzmüş ki, CHP’de politika yapan amcam hukukçu Şefik Çorbacıoğlu’na sitem ederek “Yeğenin Rusya’daki Poli Teknik Okullarından esinlenmiş galiba” benzeri eleştiride bulunmuştu. Belli ki benden sonra Avrupa’da esinlenmiş, şimdi de siz… Fakat sizin esinlenmeniz ben de soru işaretleri yaratıyor, çünkü, konuşmanızın devamında diyorsunuz ki; “Sonra aileleri endüstri meslek, ticaret, Anadolu veya imam hatip arasında tercih kullanma noktasında serbest bırakıyoruz.” 4+4+4’ü nereye taşımak istediğinizin ipucu adeta bu söyleminiz.
Konuşmanızın ilk bölümün sonlarındaki; “Bir de organize sanayi bölgelerinin meslek okulları açmasına fırsat sağlıyoruz. Çocuk hem okuyacak, hem de staj yapacak. Belki para da kazanacak. Endüstri de çok ihtiyaç duyduğu “ara elemanı” sektörün ihtiyaçlarına göre kendisi yetiştirecek.” İçeriği, yine Teknik okulları öne çıkardığı için olumlu buluyorum. Buluyorum bulmasına da, aynı zaman da ‘Köy Enstitülerin kaldırılmasının büyük kayıp olduğunu vurgulaması bağlamında alkışlıyorum. İye de; neden ‘Köy Enstitüleri’ eleştiren statükocuları eleştirmedini ve onları yıllardır onayladınız.
Şimid ise; ‘Köy Enstitülerinden’ esinlenerek kopya çekiyorsunuz? Yakalandığınızda sınıfta kalacağınızı aklınıza getirmenizi isterim. Şu değerlendirmenize şiddetle karşı çıkıyorum, çünkü bu söylenimiz, Doğu ve Güney Doğu oylarına yöneliktir, kız çocuklarımızın geleceğine değil. “Özellikle Güneydoğu’da akıl baliğ olan (ergen) kız çocuklarını aileler okula göndermiyor. Açık lise bunun için. Ev okul sisteminin önü açılacak.” .
Burada kız çocuklarının geleceği değil, gideceği yer dikkate alınmıştır. Bu, dinsel feodalitenin istemlerine yanıt vermek, onun ilkel sosyal yaşam felsefesinin değirmenine su taşımaktır. En önemlisi, kız çocuklarını eve kapatıp, çok erken yaşta kuluçka makinesine dönüştürmektir. Ve gelelim; 4+4+4 ile yapılmak istenenin analizine: Ortaokulda bütün öğrencilerin; Türkçe, fen bilimleri, sosyal bilgiler, tarih, coğrafya’yı içeren temel programa tabi tutulacağı ve ortaokulun birinci sınıfından itibaren Fen-Matematik’, ‘Sosyal’, ‘Ticaret’, ‘Din’, ‘Spor’, ‘Sanat’, ‘Tarım’ gibi çeşitli seçmeli ders paketlerinden birini seçecekleri söyleniyor(Yasa söylüyor).
Ayrıca; bu seçmeli ders paketlerin dışında da tek-tek seçmeli dersler alınabilecek. Örneğin ‘Sanat’ paketini seçen öğrenci matematik-fen veya bazı din derslerini de seçmeli alabilecek. Bunların yanısıra; Ortaokulun her aşamasında öğrenciler veya aileleri, seçilmiş paketten vazgeçip başka bir paketi alabilecek. Lise öğrencileri de ortaokul öğrencileri gibi benzer bir temel çekirdek programa katılacaklar ve çekirdek programa ağırlığı daha da arttırılmış seçimlik paketler eklenecek. Öğrenciler bu aşamada, başladıkları okuldan ayrılıp, aldıkları paketin eğitimini yapan okullara gidecekler.
Savunulduğu gibi, bu sistemle eğitime esneklik geleceği ve bu sayede, tüm anne babaların çocuklarının eğitimi için taleplerinin daha kolay karşılanabileceğine inanmıyorum. Çünkü bu yaklaşım beraberinde bazı endişeleri getiriyor. Örneğin; okul öncesi eğitimin de zorunlu eğitim kapsamına alınması. Bundaki amaç nedir?
Örneğin; yasanın bütün talepleri karşılayacağı konusunda netlik yok. Alevilerin ve diğer etnik yapıların talepleri ne olacak? Salt cemaat çizgisinde talepler öne çıkarılmayacağının garantisini bana kim verebilir?
Kuşkularıma neden; bu paketlerin eğitim içindeki ağırlığıyla birlikte alınacak notların sınıf geçmeye etkisini ve paketleri ile içeriğini oluşturma işini Milli Eğitim Bakanlığı’nın belirleyecek olması. Söncelikle şunu belirteyim. Milli Eğitim Komisyonu’nun başına, Prof. Dr. Nabi Avcı gibi birine getirerek, milli görüş gömleğini attığını söyleyenler, yeni ideolojik çamaşırları için müthiş bir yumuşatıcı kullanıyorlar.
Hoca, gerçekten Samim biri, fakat, birileri samimi değil. Hoca her 2 kesimi yumuşatmaya çalışıyor, fakat bir kesimin hiç yumuşamaya niyeti yok. Hoca kaçar ise, şaşırmayın. İstanbul Üniversitesi (İÜ) Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Oğuz Gündoğdu, Marmara'da 1,5 yıldan beri deprem hareketliliği yaşandığını belirterek, “Bunların hepsi bize fayın gerildiğini söylüyor” Ben de söylüyorum ki; “2 yıldır eğitim hareketliliği yaşanmaktadır.
Bunların hepsi toplumu germekte ve “4+4+4”=12 şiddetinde bir sosyal depremin kapısını aralamaktadır” "Hani seçeneğin?" demekte haklısınız.. Seçeneğim; bu yanlışların, dahası yanlış yapılanların, aksini yaparak doğruyu yakalamaktır. Yanlışın tersi doğru olduğuna göre, her yanlışın aksini düşündüğünüzde, doğru seçeneğinizi yakalamış olursunuz. Unutmayalım; her yanlışın bir doğrusu var durur içerisinde.
ŞEVKET ÇORBACIOĞLUTeknopolitikalar Platformu
evesbere@mynet.com
GSM: 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder