SON 10 YILIN 10 KASIMLARI
Özellikle; 10 Kasım 2011 Anmasının, anıtkabirdeki görüntüleri o denli etkiledi ki, her şey bir anda okuyabildim. İsteksizlikleri, Başbakanın, bakanların ve Cumhurbaşkanının, vücut dillerinde görebiliyordunuz..
Öfke ve nefretin, sevinç ve hüzünle harmanlanmış yüz yansımaları vardı karşınızda.
Atatürk'ün kabrine, kırmızı ve beyaz karanfillerden oluşan, üzerinde “Cumhurbaşkanı” yazılı çelenk bırakan Sayın Gül yine de ‘Anıtkabir Özel defterine’ aşağıdaki şeyleri yazabilmişti:
“Aziz Atatürk;
Türkiye Cumhuriyeti'nin 11 Cumhurbaşkanı olarak yüce makamınızda nöbeti devralıyorum Büyük zorlukların üstesinden gelerek kurduğunuz Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yüceltmek, ülkemizin bölünmez bütünlüğünü muhafaza etmek, milli birliğimizi ve beraberliğimizi güçlendirmek, Cumhuriyetin, demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti niteliklerini pekiştirmek kararlılığıyla yola çıkmış bulunuyorum
Ülkemizi gösterdiğiniz hedeflere ulaştırmak ve bize bıraktığınız emaneti daima yükseklere taşımak için bütün gücümle çalışacağım Manevi huzurunda saygıyla eğiliyor, minnet ve şükranlarımı sunuyorum
Ruhunuz şad olsun ”
İşte o sesli okuyuştaki tonlama ve yüz ifadesi, her şeyi daha iyi anlatıyordu.
Söylenen şu ki, son 10 yılın ‘10 Kasım anmaları’ pek samimi ve içten değil.
Ve, 2012’nin 10 Kasım’ı;
Benim, değil, birilerinin Özel paşası; Anıtkabir’i 9 Kasım öğleden sonra, 10 Kasım günü saat 10.00’a kadar ziyarete kapattı.
Gerekçeleri, sinirlerini bozmasın diye yer vermiyorum. Sadece şu kadarını söyliyeyim; bu, bugüne dek olmamış bir karardır. Ve de bu resmen, ulusal özgür istence darbedir, 12 Mart ve 12 Eylül benzeri.
Ve asker artık onların güdümüne girdi. Buna sevindim, çünkü sürekli, ‘sizler sıkışınca askeri çağırıyorsunuz, darbe yapsın diye’ diyenler, artık sıkıştıkları-ki 29 Ekim Ulus Meydan Savaşı’ onları hayli ürküttü-zaman, kendileri darbe yaptıracaklar.
Büyük önder Atatürk; sen ve arkadaşların, sadece Anadolu insanını uyandırmadınız, dünyadaki tüm mazlum ulusları da uyandırdınız, öncü oldunuz. Anadolu’nun, ‘yoksul, yorgun baskı altındaki bin yıllık bezginliğini giderdiniz.
En önemlisi, süreç içinde özgür insanların sevgilisi oldunuz. Yorgun ve yoksul insanlar sayende uzaklara bakmayı öğrendi ve gördüler senin işaret ettiğin evrensel gerçekleri.
Evrensel felsefeni ve devrimlerini çok değer verdiğin gençler ‘dünyanın özgün gelişim ve değişimini dikkate alarak’ daha da ileriye taşıyacaklar. Kimseler bu gerçekliğin önüne geçemeyecektir.
Birileri çıkıp, “10 Kasım günü yine tapınmaya başladılar” diyecektir. Desinler. Çünkü bizler asla sana tapınmadık, sadece senin evrensel felsefene saygı duyduk ve duymaya da devam edeceğiz, daha ileriye taşıma adına.
“Bak delikanlı, Atatürk’ü sevmek ibadettir” diyerek, gençlerin Atatürk’e tapınmasını isteyen kişinin, ‘örnek aldıkları’ Celal Bayar olduğunu, özellikle bilmelerini istiyorum.
Bugün; Atatürk karşıtları, Menderes ve Celal Bayar’ı ideolojilerinin efendisi yapmışlardır. Yani; Atatürk’ün ulusal bütünlüğü sağlayan evrensel felsefesini değil, dinden ve yoksuldan geçinerek halka dayatılan kapitalist felsefenin taşeronları olan bu kimlikleri örnek almışlardır.
Ortaokul’dan arkadaşım ve hemşerim sevgili Erkan Durukan anımsattı; Rize ve çevresinde, yaşanan ve türküye dönüşen bir olayı:
Potamya; bugünkü Rize-Güneysu ilçesi ve havalisinin, denize kıyısı olmayan bazı köylerin Pontus dönemindeki adı. Halkın % 90’ı Rum. Söylencelere göre, çoğu İslamiyet’i benimsiyerek, yöreyi terk etmemiş. Yani bir şekilde İslamiyetle gizlemişler kendilerini. Potamya adını kesinlikle değiştirmemişler. Ancak Cumhuriyet döneminde değiştirilebilmiş bu yöresel ad.
İşte bu Potamya'lılar o dönem şapka kanununa muhalefet ediyor ve "Din elden gidiyor, halife isteriz!" naralarıyla Şeyh Sait isyanına destek veriyorlar. Başlarında da, bugünün zirvedeki kimliklerden birinin babası var( Bak bakayım tanıyabilecek misin? Bu soru aklıma, bir fıkrayı getirdi. TV sunucusu, yaşlı bir amcaya mikrofonu uzatır, “Amca seni tanıyabilir miyiz”. Amca, sunucuya şöyle bir bakar ve şunları söyler; ‘Bak bakayım tanıyabilecek misin?”).
Benim gibi korkağınki de o hesap işte…
Genç cumhuriyet, İngiliz işbirlikçisi Şeyh Sait ile uğraşmanın yanında, bir de karşılarına Potamyayılarla uğraşmak zorunda kalır. Potamya, Potamyayılara göre, Rize ve Trabzon yöreleri. Kısacası, tarihteki Rum Pontus İmparatorluğunun bölgesi.
Genç Cumhuriyet; bölgeye Hamidiye Zirhlisini gönderir. Zırhlı kıyılara ateş açar . Kesinlikle ölen ve yaralanan olmaz, çünkü Hamidiye Zırhlısı kuru-sıkı bombalamaktadır. Eğer, burada birinin burnu kanasaydı, bugün sayın Başbakan, Dersim gibi kesin Potamya’da yaşananları TBMM’ine taşır siyasete tahvil ederdi(Her an bir şeyler de kurgulanabilir. Çünkü bu bölge kendi köyünü de içeriyor).
O dönemin dinden ve yoksuldan geçinen Potomyalılar, isyandan vaz geçerler. Korkudan, söyledikleri teslimiyet nidaları ise türküye dönüşür: “Atma Hamidiye atma--Lahana tarlalarını bok ettin--Vergi de vereceğiz--Serpuş(şapka) da giyeceğiz.”
İşin düşündüren yanı; bugünkü ‘dinden ve yoksuldan geçinen’ Atatürk karşıtlarının, sadece Atatürk’e ve uyanan Anadolu halkına değil, Cumhuriyet’e, hatta ‘dilleri varmıyor, ama ’ ‘Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşı’na da karşı olmalarıdır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk;
Ölmedin, çünkü düşünceler ölmez!
Kaybetmedik, çünkü düşüncelerinle varsın!
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
TEKNOPOLİTİKALAR PLATFORMU
evesbere@mynet.com
GSM: 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder