SEVGİLİLER
GÜNÜNDE GÜLŞAH VE MUSTAFA BALBAY’A
Gülşah
Balbay’ın Ayşe Arman ile yaptığı söyleşinin bir yerinde şunları söylüyor;
“Yağmurlu
bir günde tanıştık, yağmurlu bir günde evlendik, en güzel günlerimizde hep
yağmur yağdı. Kızımızın adını o yüzden Yağmur koyduk. Deniz’i de; denizi çok
sevdiğimiz için. Ankara’da yaşadığımız için hep deniz özlemi çektik…Gökova’ya
gitmek istiyoruz, Akyaka’ya. Orayı çok seviyoruz. Balayımızı da orada geçirdik.
Yağmur doğduğunda da oraya gittik. Çocukları, Gökova’da büyütmek en büyük
hayalimizdi. Gideceğiz. Bir ayda yenileniriz gibi geliyor bana…”
Gülşah
Balbay; Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın; “ Şu deniz şu gök gizlenebilir seni sevdiğim
gizlenemez” tümcesini anımsattı bize, o kutsal ve erdem dolu sevgisiyle,
sevgileriyle, sevgililikleriyle.
Balbaylar,
özgür düşünceye, insan haklarına, demokrasiye aşık bizlerin de sevgilisi.
Onların kutsal değerlere olan aşkı, bizlerin onlara olan aşkımızı daha da
güçlendirmiştir.
Diyor
ki; “Balbay çıktığında, Gökova’ya gideceğiz, çocukları orada büyüteceğiz..”
Hayır hiçbir yere gidemezsiniz, siz Anadolu’nun ta merkezinde Anadolu’nun
çocuklarını büyüteceksiniz. Çünkü Mustafa Balbay artık, salt bir grubun kanat
önderi değil, tüm Anadolu toplumunun ‘siyasi’ düşün önderidir.
“ Çok cesur bir kadınla tanıştım. Çok güzel
bir kadınla. Çok başka bir kadınla. Bal rengi saçlı, mavi gözlü, sevdiği adama,
dünyanın sonuna kadar destek olacak bir kadınla. Mustafa Balbay adına çok
sevindim…Onların aşkına kısa bir süre de olsa tanıklık ettiğim için. Gülşah
Balbay’ı havaalanında karşıladım, birlikte Silivri’ye gittik. Eşiyle 45 dakika
görüştü, dışarı çıktığında gözleri ışıl ışıldı, yenilenmişti, devam etme gücü
gelmişti üzerine. Yol boyu Mustafa Balbay ve onunla dört yıla yakın süredir
neler yaşadıklarını, nasıl yaşadıklarını, nasıl altından kalktıklarını konuştum.
O kadar etkilendim ki anlattıklarından, ertesi gün Silivri’ye duruşmaya gittim.
Gitmeye de devam edeceğim...”
Ayşe
Arman’ın, ‘Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya onay veren’ Gülşah için bu söyledikleri
güzelliğin ve sevginin sonsuz yüceliğini betimliyor.
O yüce
sevgi; gün gelecek, sonsuz sevgiye dönüşüp özgürlüğü soluyacaktır, toplumun
tutsak edilmiş sevgisiyle.
Mustafa
Balbay'ın eşi Gülşah Balbay, 4 yıldır yaşadıklarını Hürriyet Gazetesinden Ayşe
Arman'a anlattıklarını lütfen bir kez daha dikkatle okuyun:
Gülşah
Balbay: “Darbeci darbeci dediler ama asıl darbeyi biz yedik. Ama bunun altından
kalkacağız. Eninde sonunda huzura kavuşacağız. Başbakan’a gelince, geçmişi
unuttuğunu düşünüyorum(5 Ağustos 2012)!
Gülşah
Balbay, “İnfaz sistemine göre dört yıl hapis, 10 yıl cezanın karşılığı. Nasıl
açıklıyorsunuz bu durumu?” sorusuna şu yanıtı veriyor. Açıklayamıyorum. Hükümlü
muamelesi görüyoruz şu anda. Bize peşinen cezayı vermiş bulunuyorlar. Eşim her
duruşmada ifade ediyor, ‘Lütfen bir karar verin, suçumuz nedir söyleyin!’
diyor. Söylemiyorlar.
“Yaşadığınız şeyi nasıl tanımlıyorsunuz?”
sorusuna , Gülşah hanımın verdiği yanıt her şeyi anlatıyor; “İnce ince
planlanmış bir proje olduğunu düşünüyorum. Kaç bin kişi çalıştı, kimler onlar
bilmiyorum. Ama iyi planlamışlar, istediklerini başardılar. Fakat bunun sonu
gelmeyecek. Çünkü izin vermeyeceğiz. Bunun Türkiye’yi dönüştürme projesi
olduğunu inanıyorum. Ama umutsuzluğa kapılmıyorum. Altından nasıl mı kalkılır?
Mücadeleye devam ederek. Korkmayarak, susmayarak, sinmeyerek.”
Hukuka
inancınız ne seviyede? Sorsunu yanıtı; Özellikle şu son duruşmadan sonra sıfır.
Bu insanların salıverilmesi gerekiyor. Ama hâlâ, kuvvetli suç şüphesi var,
kaçma şüphesi var deniyor. Nereye kaçacaklar? Halk da artık olan bitenin
farkında. Başta, Ergenekon dendiğinde herkes bir durdu, korktu; “Hakikaten var
mı, bu insanlar suç işlemiş olabilir” dedi. Ama artık herkes, neyin ne olduğunu
biliyor. Ergenekon’un inandırıcılığını da yitirdiğini düşünüyorum. Aynı zamanda
yavaş-Yavaş çöktüğünü.
Gelecekte
bu yaşadıklarınız nasıl anlatılacak, tarihe nasıl geçecek sizce?
“Anlatılmayacak. 1980 darbesini bize anlattılar mı? Tarih kitaplarına geçti mi?
Biz kendimiz kitabevlerinden Deniz Gezmiş okuduk. 12 Eylül’de neler olmuş,
Kenan Evren neler yapmış kendi çabamızla öğrendik. Tarihin kapalı sayfalarında
kalacak. Ama bir aydın grubu olacak ki onlar halkı hep aydınlatmaya devam
edecekler.”
Kocanız
CHP milletvekili olduğunda ne kadar umutlandınız? “ Çok. Yüksek Seçim
Kurulu’nun “Milletvekili seçilebilir” demesi bize çok umut verdi. Seçimin
ertesi günü, hâkimin davayı, dosyayı önüne alıp tahliyesine karar vermesi
gerekiyordu. Yapmadılar. Çünkü yargı bağımsız değil…Evet. En acısı da bu.
Düşünüyorsan, yazıyorsan, halkı aydınlatıyorsan, çok kişiye hitap ediyorsan, çok
kişi tarafından seviliyorsan içeridesin. Ama katilsen, gençleri boğazlıyorsan,
öldürüyorsan çıkabilirsin. Türkiye’de adalet, ahlak, vicdan fena halde erozyona
uğradı…AK Parti, oyların yüzde 50’sini alınca, ‘Millet iradesi benim’ diyor,
Mustafa Balbay oyların yüzde 50’sini alınca, ‘Millet iradesi de neymiş!’
oluyor…Çünkü çifte standart uygulanıyor. 700 bine yakın seçmen oy verdi. Bir
durup düşünmek gerekiyor.”
Mustafa
Balbay’ın Cumhuriyet Kitaplarında çıkan ‘Denizlerin Davas’ adlı kitap için
verdiği söyleşi, çok anlamlı ve çok düşündürücü.
-Hapiste
5. kitabınızı yazdınız. Denizlerin Davası öncekilerden farklı bir içerik
taşıyor. Nasıl bir duygu ortamında yazdınız?
Hapisteki ilk dört kitabım, cezaevi ortamına
ve yargılandığım davanın yarattığı Türkiye'ye ilişkindi. Denizlerin Davası,
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının avukatı olan Halit Çelenk'le iki uzun röportajı
içeriyor. Ben iki kez ağırlaştırılmış müebbet istemiyle yargılanıyorum,
olağanüstü bir hukuksuzlukla karşı karşıyayım. Denizler de hukuksuzluğun kurbanı
oldu. Benzer kaderi paylaşıp onların hukuksuz yargılanmasını yazmak, bir
anlamda bugünü de yazmak demekti.Yazı arkadaşlarım 80 gözlü demir pencere,
demir kapı, beton duvar ve gökyüzüydü.
- Deniz
Gezmiş ve arkadaşlarıyla ilgili pek çok kitap yayımlandı. Sizinkinin farkı
nedir?
O
kitapların pek çoğunu okudum. Ortak payda Denizlerin mücadele ruhu, heyecanları
ve idamları. Ben 1971'deki faşist dönemin hukuksuzluğunu, hukuku araç olarak
kullanma adımlarını ayrıca öne çıkardım.Yaşadıklarım, hukukun ne kadar önemli
olduğunu bana gösterdi. 1975'in sıkıyönetim mahkemeleriyle bugünün özel yetkili
mahkemeleri arasında mantık ve işleyiş yönünden hiç fark olmadığını gördüm.
Kitapta bunu yansıtmak istedim.
-
Kitabınızda da hukuksuzlukla siyasal hırsın birleşiminin sonuçlarını
yazmışsınız. Siz hangi düşünceler içindesiniz?
Kitabın son bölümünü bu konuya ayırdım. Ben 32
yıllık gazeteciyim. İzmir, İstanbul, Ankara'da çalıştım. Milletvekilliğinde
birinci yılımdayım. Mesleki ve siyasi ömrümün kalan bölümünde kendimi
hukuksuzlukla mücadeleye ve iç barışa adamak istiyorum.Mandela 27 yıllık hapis
hayatının ardından önemli bir sorumluluk aldı. Özgürlüğünün ilk yıllarında
kendisini hapse attıran başbakan ölünce eşini ziyaret edip, başsağlığı
dileğinde bulunuyor. Taraftarları buna çok tepki gösterince Mandela, 'Benim
yaşadıklarımın, bizim yaşadıklarımızın bir daha olmaması için bunu yapmak
zorundaydım' diyor.Elbette bir yanağımıza tokat atılınca ötekini uzatma duygusu
içinde değilim ama, aklı aşan hırs, kin ve nefret duygumu betona gömdüm.
- Deniz
Gezmiş Silivri yargılanmalarıyla ilgili ne düşünürdü? Kitabı yazarken benim de kendime sorduğum sorulardan biri
buydu. Elbette kesin bir şey söylenemez. Denizlerin bir gençlik önderi olarak
öne çıktığı dönemde başta Avrupa olmak üzere öteki ülkelerde de benzer
hareketler vardı. O hareketlerin önderleri bugün siyasette, yazarlıkta aktif
işlevler üstlendiler. Bu bağlamda Samsun'dan Ankara'ya Mustafa Kemal yürüyüşü
düzenleyen Denizlerin de yurtseverlik duygularının devam edeceğini
düşünüyorum.Son 40 yılda birkaç kez daha hapse girerlerdi. Bugün de içeride ya
da dışarıda hukuksuzlukla mücadele ediyor olurlardı.Bugün Türkiye'de idam
kararına imza atan Ali Elverdi'lerin ruhu dolaşıyorsa, Deniz Gezmişlerin ruhu
da dolaşıyor. Haklı olan Denizlerdi,
kazanan da onlar olacak...
Balbayların
söyledikleri; ‘boş beyinlerin günde üç kez alması gereken ilaç gibi’
Lütfen;
‘dışarıda içeriyi yaşadığımız bu günlerde’
birilerine bu ilacı kullanmasını önerin.
Balbayların
ve Paşaların suçlanmalarındaki ironi:
Mustafa
Balbaylara ve paşalara bu zülmü yapan
Mustafa Balbaylar ve
paşalardır-askerlerdır.
Balbaylar
ve Paşalar; Balbaylara ve paşalara yaptıkları bu zulmün kesin hesabını
vermelidirler.
Özellikle
Mustafa Balbay; 3. Yargı paketine karşın tahliyesi reddedilince duruşma
sırasında sandalye’ye çıkıp “Katiller, dışarıda, vekiller içerde, yasanın
kimler için çıktığı belli oldu(28 Şubat 2012).” Haykırışının hesabını
vermelidir. Katilller dışarıda imiş. K.Evren, Tahsin Şahinkaya, Bölücü terör
örgütü ve İmralı sakini, Hizbullan, El Kaide ve Hikmetyar’ın dizinin dibine
çöken mı katil. Bu masum insanları nasıl suçlar.
Ne
diyor başbakanımız;
“Ne
yargının yürütme, ne yürütmenin yargı üzerinde bir üstünlüğü olamaz. Hepsinin
anayasanın tanımladığı o kategoride hizmetini vermesi lazım. Başta Genelkurmay
Başkanım olmak üzere diğer generallerimize 'terör örgütü mensubu' demek çok
ciddi bir yanlıştır ve bu affedilemez. İlker Başbuğ'un tutukluluğu ile ilgili
'terör örgütü mensubu' diyenleri tarih affetmez…Bir defa TSK bir örgüttür ama
terör örgütü değildir..Mesela orada emekli olan komutanlarımız var generaller
var. Bu noktadaki yaklaşım tarzı çok yanlış. Belli makamlarda olan insanlar
bazı insanları artık öyle bir hale getirmiştir ki, bu kaçar mı, durur mu bunu
bilir.”
Biliyorsunuz,
bu erdemli duruşa İlker Başbuğ paşa teşekkür etmişti.
Yetmedi
Aynı Başbakanımız erdemli duruşunu tekrar ederek; Emekli Orgeneral Ergin
Saygun'u ziyaret etti. Ergun Saygun serbest bırakıldı. Ardından Başbakanımız AK
Parti MKYK toplantısı öncesinde basın mensuplarının sorularını cevapladı.
"Bu insani bir görevdi. Bu insani görevi yerine getirdim. Orada herhangi
bir beklentim söz konusu değil" dedi.”
Ve bu
erdemli duruşlar sonrası hiç zaman kaybedilmeksizin; 4. Yargı paketi’ çıktı;
“4’üncü
Yargı Paketi’nde TCK 314’teki ‘silahlı örgüt’ maddesi yer almadığından
Ergenekon, İnternet Andıcı gibi davalardan tutuklu bulunan başta eski
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ olmak üzere hiçbir asker
yararlanamıyor. Aynı şekilde tutuklu CHP ve BDP’li vekiller ve KCK sanıkları da
kapsam dışı kalıyor. Ancak pakete göre, şiddet içermeyen “Biji Apo, Sayın
Öcalan” gibi sloganlara artık dava açılmayacak.”
Yeter
be! Dalga mı geçiyoruz. Toplumun erdemiyle, erdemli insanlarıyla böylesi
erdemsizliklerle dalga geçemeyiz. Gün gelecek bunun hesabını ‘yasal çevçevede’
fazlasıyla vereceğimizi hiç mi aklımıza getirmeyiz.
Ve
utanmadan çıkıp;’Mustafa Balbaylar kastederek; “Kimse yazdığından mahküm
olamaz” diyebiliyoruz.
Bir
felakete sürükleniyor, ülkem. Bu sürüklenişin içinde erdemsiz alay eder
duruşlarımızla kendimizin olduğununun farkında değilizleri oynuyoruz. Ama, bu
oyunu bir yere kadar oynayacağız, bilmeliyiz ki aldığımız sahne sonsuza dek
bizim oynayacağımız sahne değil, gün gelecek o sahneye ‘geç veya erken’
birileri çıkacaktır. İşte sahnenin o yeni oyuncuları, oyunlarını yasal oynadığı
noktada sonsuza dek tarihten silineceğimizi unutmamalıyız.
Topla
içeri at, dünyada eşi benzeri olmayan toplama kampı oluştur, sonra yanlış de,
yetmedi ziyaret et. Gerçekten sinir bozucu bir ikili stand. Türkçesi katmerli
iki yüzlülük.
Özkök’ün
yazdığı gibi; “Silivri Türkiye’nin yeni Gulag edıbıyatının merkez üssüdür.
Gulag, Sovyetler Birliği döneminde muhalif yazarların içeri tıkıldığı çalışma
kampıydı. Aleksandr Soljenistsin’e Nobel ödülünü kazandıran bir insanlık
dramının romanıdır. Bence gerçek Türk
demokrasisinin edebiyatı oradan çıkacak…12 Eylul geçici bir şeydi. O kısa süre
bile kendi edebiyatını yarattı. Silivri’nin 12 Eylul’den farklı bir yanı var.
İçeirde kalemi çok kuvvetli yazarlar var…Orada Cumhuriyet tarihinin en ağır
hukuk trajedilerinden biri yaşanıyor. Yassıada kadar trajik bir olay bu…Kuddusi
Okkır için, “Ergenekon”un kasası” dediler. Aradan 4 yıl geçti. Nerede o kasa, o
paralar? Oğlunun, babasını mezara indirirkenki bakışın unutamıyorum. Yarbal Ali
Tatar’ın intiharı Türku Gulag’ının gerçek sembolüdür….Silivri sadece
içerdekilerle değil, dışarıdakilerle de kendi kahramanlarını yaratıyor. Yani
orada, insanları “darbeci” diye yargılamaya kalkanlar daha şimdiden silinip
gitti, onlarsa büyüyor. Hiç kuşkum yok, Silivri’den Cumhuriyet tarihinin en
büyük adalet dalgası gelecek. Şu son 4 yılda öyle kötü şeyler yapıldı ki,
bunların gizli kalması mümkün değil. İçeriden çıkanlar, doğal olarak haklarını
arayacaklar.. Hesaplaşma değil bu, aksine bugün anladığımız manada insafsız,
adaletsiz, yargısız bir hesaplaşma olmayacak. Olmamalı, Bugünkü gibi vahşi bir
intikam dalgasının geleceğini beklemiyorum. Türkiye gerçek demokrasiye, Silivri
süreci ile adil ve vicdani olarak hesaplaştıktan sonra geçecektir. Daha
ilerisini söyleyeceğim. Silivri’den en az 2-3 “Geceyarısı Ekspresi” çıkacak.
Şuna samimiyetle inanıyorum. Hesaplaşma bugünkü gibi vulgar(eski kaba İtalyanca
dili-Terbiyesiz ) ve insafsız olmayacak. Bu hesaplaşma gerçek ve tarafsız bir
adaletin kurulması için yapılacak. Önemli olan, ‘post Silivri döneminin’ adil
olmasıdır. Ama Balyoz’da, Odatv davasında ortaya çıkarılan sathi ve fabrikasyon
belgelerin kaynakları, bunları imal eden çeteler de her halde ortaya
çıkacaktır. Bunlar ortaya çıkarılmaz ise, bu ülkede hiç kimse kendini emniyette
hissedemeyecektir..”
Buraya
kadar her dediğine katıldığım Özkök’ün şu ifadelerine acaba kim katılır?
“….Bunların sorumluları, Başbakan ve Fetullah değildir. Ben samimim olarak
Başbakan Tayyip Edoğan’ın böyle bir talimat vereceğine inanmıyorum. Onun mert
bir tarafı var. Zaten içindeki duyuguyu da saklamıyor. Ayrıca bu konuda duyduğu
rahatsızlığı o da açıkça dile getirdi. Tanıdığım Fetullah Hoca’nın böyle
insanlık dışı şeylere müsamaha edeceğine zerre kadar ihtimal vermem. Ama
birileri var…”
İnsaf
be! Bu kadar bilen sen, onların kim olduğunu bilmiyorsan, olayların gerçek
sahiplerini saklıyorsun derim. Akıl var mantık var; bu dönemde, bu dönemin sahiplerinden
güçlü birileri var ve bunlar ortaya çıkarılamıyor. Çıkarılamaz tabii ki, çünkü
başta sen saklıyorsun.
O
birileri, bu siyasal iktidarın sahibi ben ve sen değilsen, kesin Mustafa
Balbaylar ve Paşalardır-Askerlerdir. Onlardır; bu sahte belgeleri üreten,
Balbayları ve paşaların bilgisayarlarına koyan, imzasız ihpar mektüplarıyla
paşaların ve Balbayların hayatını kaydıran. Bu iğrenç telefon dinlemelerini
yapan, oraya buraya kamera yerleştirenler onlardır. Ve bunların yaptıkları
Tayyip ve Fetullah’a yazılıyor.
Lütfen
kimi tutuklatalım, yardım et, sen ben değiliz, Balbaylar zaten içeride,
dışarıda olan kim? Acaba sen misin. Ben değilim, çünkü kendimden eminim.
Yoksa
sen boğaza karşı elinde en pahalı şarabını içerken sarhoş mu oldun da veya
yazlığında sarhoş anında mı bunları yazdın?
Şakasın
galiba.
Şakasın,
çünkü; Tayyip beyin Cumhurbaşkanlığını hak ettiğini, Abdullah Gül gibi başarılı
bir cumhurbaşkanı olacağını söyleyebiliyorsun.
Hükümet,
yeni Anayasa ile basına sansür getirmeye hazırlanırken internet üzerindeki
yasaklar da artıyor. 20 bin site yasaklı.
Darbe
dönemi Anayasası’nda bile böyle maddeler olmadı!
AKP’nin
yeni Anayasa’sında ulu önder Atatürk’ün adı bile geçmiyor. Atatürk ve onun
ilkelerini değil, İslam’ı faşizmin öne alındığı Anayasa’da Atatürk ve
İlkelerinden söz etmek bence Atatürk ve İlkelerine hakaret olurdu.
En
küçük kardeşim(5 numara) Suat Çorbacıoğlu diyor ki; “Atatürk olsa bizden olur,
bunları cezalandırırdı diyorlar, bence Peygamber efendimiz yaşasaydı kesin
bunları kendinden uzaklaştırır, cezalandırırdı”
Doğru,
çünkü;
Özgür
Anayasa vaadiyle yola çıkan AKP basına sansür uygulaması için önerge bile
verebildi(Temmuz 2012). Eğer istekleri kabul edilirse-ki edilmemesi söz konusu
değil-AKP istediği zaman yazılı ve görsel basına, dahası gazetecilere müdahale
edebilecek.
Etmiyor
sanki;
97
Gazeteci Cezaevi’nde. Mustafa Balbay ve
Tuncay Özkan yıllardır tecritte.
Utanmadan
diyoruz ki; “Vekiller tahliye edilirse, İlker Başbuğ da tahliye edilir”
Bilinen
kimlik ise her zamanki gibi kendini psikopata bağlamış krizlerde; “Başka adam
mı bulamadılar, tutukluları aday gösterdiler”
AKP’nin
yaptığı yasa katiller ve KCK’lılara tahliye çıktı paşalar ve vekillere ret.
12
Eylül öncesinde Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul, CHP Adana İl Başkanı Ahmet
Albay ile CHP Kayseri İl Başkanı Avukat Kulkuloğlu’nu öldüren Muhsin Kahya;
“Pişmanlık duymuyorum. Başbakanıma minnettarım” diyebildi.
Leyla
Zana’nın 2 yıllık hapis cezası 3. Yargı paketiyle ertelendi. “Kürt sorunun
başbakan çözer” diyerek başbakana yanaştı ve Apo’yu övdüğü için verilen 2
yıllık ceza ertelendi. 4. Yargı paketiyle sıra sayın Ocalanlarında.
Ne
yargıda, ne de siyasette ciddiyet kalmadı, esas olan iktidar yağdanlığı.
Şeriatçı
120 tutuklu son anda tahliye edildi. AKP’nin 3.Yargı paketinin hapisten
çıkardıkları arasında devleti yıkmak isteyen şeriatçı Hizb-ut Tahrir üyeleri de
katıldı.
Ertuğrul
Günay “Vicdan azabı çekiyorum” diyerek günah çıkardı. Günay’ın günahı çok, daha
çok çekecek, zamanı gelince. Ve Ertuğrul Günüy bakanlıktan ayrıldı, köşeye
koydular. Ne düşünüyor acaba?
Ankara’daki
Amerikan Büyükelçiliği’ne yapılan canlı bomba saldırısının ardından Büyükelçi
Francis Ricciardone gazetecilerle buluştu. Ankara temsilcileriyle bir araya
gelen Büyükelçi, hem saldırıyı hem de gündeme ilişkin konuları değerlendirdi(5
Şubat 2013)...
“Sizin
Başbakanınız, Meclis Başkanınız, Cumhurbaşkanınız da değindi. Adli sisteminizde
doğru gözükmeyen hususlara kendileri değindiler. Uzun süre hapiste olan
milletvekilleri var. Suçları bile belli değil. Askeri yetkililer aynı şekilde.
Onlara bu ülkeyi koruma görevi verilmiş ama terörist diye hapse koyuldular.
Profesörler, eski YÖK Başkanı demir parmaklık arkasında. Tam anlaşılamayan
suçlamalar, 16 yıl önceki çalışmalarla ilgili belirsiz suçlamalar var. Hüküm
öncesi uzun süren mahkemeler, şeffaflık eksikliği gibi hatalar... 2 değil, tam
4 yargı paketi gündeme getirildi.Halkın mahkemelere güveni tam olmalı.”
Bırakın
Amerikalıları dikkate almayı, bu söylenenleri dikkatı almayacak mıyız?
Tekrar
ediyorum;
“Dışarıda
içerinin yaşanmaya başlandığı ülkemde, ülkemin insanlarının aç beyne günde üç
kez alması gereken ilaç gibi bu gerçekleri görmemeye devam edecek miyiz?
Sandıklara bunları haykıramayacak
mıyız?”
http://blog.milliyet.com.tr/ben-dinlencede-balbay-icerde--1/Blog/?BlogNo=193993
http://blog.milliyet.com.tr/ben-dinlencede-balbay-icerde-2/Blog/?BlogNo=194360
http://blog.milliyet.com.tr/mustafa-balbay-lar-icerde-deniz-feneri-zanlilari-disarda/Blog/?BlogNo=315163
http://blog.milliyet.com.tr/balbay-ve-beyaz-sayfa-ofkesi/Blog/?BlogNo=166712
ŞEVKET
ÇORBACIOĞLU
TEKNOPOLİTİKALAR
PLATFORMU
sevket-che@hotmail.com.tr.
evesbere@mynet.com
GSM:
0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder