2002 SEÇİMİ SONRASI “TEK BAŞINA OLMAK YA DA OLMAMAK” BAŞLIKLI YAZIMI ARŞİVİMDE BULDUM
Hiçbir yerde yayımlamadığım bu yazım galiba bugünleri işaret etmiş: Kasım 2002 seçim sonrası Sayın Baykal’ın: “"Biz tek başımıza iktidar olmak istiyorduk, seçmen bizi tek başımıza muhalefet yaptı" sözünü ben ne siyasi edebiyatın, ne siyaset biliminin, ne de güldüşün sanatının bir yerine konuşlandırabildim. Bir bilmeceden öteye gidemeyen bu söylem, beni hayli etkilemişti. Çünkü ben bir solcuydum.
Bilmem, belki; ‘Bu denli üzerime gelindi, ben yinede meclise giren, değil solda, sağda da bile tek partiyim. Beni siyasi arenadan kimse silemez’ içerikli bir tepki de olabilirdi. Ama bana göre, özellikle solu temsil eden CHP ve diğer sol parti ve oluşumların yanağında patlayan radikal bir tokattı. Bu tokat bir bağlamda tüm partilerin kendi kendine attığı şiddetli bir tokat olarak tüm halkı da etkiledi. Yarattığı travmanın etkisini hala hissettirdiğini kimse yadsımasın.
CHP seçimlere her zamanki rutin kimlikler ve siyasetle girmişti. Yani ideolojik bir yenilik çerçevesinde politikalar-projeler yoktu söylemlerinde. Halkın Ulusal gönenç bağlamında özleştiği, fakat yoksulluğun giderilmesiyle pek ilinti kuramadığı ‘Laiklik tehlikede’ söylemini oya tahvil edemeyince seçime katılan halkın yüzde 79.10’unun yüzde 34.43’unun oyunu alarak TBMM’inin yüzde 67’ine hakim olan AKP’nin iktidarını engelliyemedi.
AKP ve CHP‘nin oy oranının toplam yüzde 53.84, Parlamentoya yansımayan oy oranının ise yüzde 46.16. olduğunu unutmayalım. CHP siyasi projelerden yoksun bilinen haliyle kendisinin dışında parlamentoya giremeyen muhalefeti de temsil edeceğinin sözünü verdi.
Ülkemiz özgün yapısıyla, batının özgün siyasi yapısını harmanlayıp yeni siyasi projeleri yaşama geçirmesi gerekirken, CHP mevcüt politik üretkensizliğine devam etti. Yeni diye batının yenilerini adeta fason siparişlerle halka yeni siyasi gömlek olarak giydirmeye çalıştı. CHP’nin son yenilik hamlesi de bence en az Anadolu Solu kadar edilgen geliyor bana. Yadsıyamayacağımız şey son söylediklerinin doğru oluşuydu.
Fakat buradaki doğru daha çok Baykal’ın doğrusu gibi geliyor bana. Halk biraz, bilinen siyasetçilerin ve göçer aşiretler gibi nerde konaklayacağı belli olmayan enttellektüel aydınların doğrularını kanıksar oldu. Halk istiyor ki kendisini dikkate alan doğruların, dahası yeni doğrularla belirlenen siyasi projelerin yeni siyasiler tarafından söylenmesini istiyor.
CHP’nin 3 Kasım 2002 genel ve 28 Mart 2003 yerel seçimlerdeki bilinen hüzünlü oy tablosunu anlatmaya gerek yok. Anlatılması gereken sol oyların kazanılmasından çok oy taban perspektifinin genişletilmesi politikalarıdır. O oyların önceki adreslerini ideolojik bir saptamayla reddetmek, halkı reddetmeyle özdeştir.
Türban konusundaki yanlış politikalar kırsal insanımızın ve analarımızın geleneksel kutsal başörtüsünü hedef almamış, ulusalcılık ve yurtseverliğin kimlik tartışmaları ırkçı mikro milliyetçilikle örtüştüren politik söylem yanlışlarına düşülmeseydi, en önemlisi tüm evrensel doğrular salt laiklik ile anlatılmasaydı oyların adresi CHP olabilirdi.
Kimse yadsıyamaz, elbetteki çağcıl yaşamın temel felsefesi ‘laik demokratik rejimdir’ Fakat Laik Demokratik Rejimi “Sosyalist Enternasyonal” evrensellikten entersan bir şekilde Alevi oylarıyla ivmelendirmek olgunun gerekli bir boyutunu değerlendirmeye eştir. Ki bu da karşı tepkilerin oluşumuna neden oy kaybı demektir. Tüm bunlar yeni siyasi proje yetmezliğinden başka bir anlam taşımaz.
Sayın Baykal 1992 yılında CHP genel başkanı olduğunda; Cumhuriyet’te; “Eğer CHP’yi Turan Feyzioğlu’nun sağa yatkın Güven Partisine (Sonradan Cumhuriyetçi Parti ile birleşerek CGP olmuştu) benzetmek istemiyor, sağ ve sığ politikalardan partiyi kurtarıp çağdaş evrensel bir sol çizgiyi tutturmak istiyorsa CHP’yi bir hizbin partisi olmaktan kurtaracak hamleler yapması gerekmektedir” demiştim.
Çünkü özellikle DP ve devamı AP’nın CHP’yi Moskova yanlısı bir sol parti olarak göstererek böylesi bir imaji halkın kafasına kazıması karşısında, en azından ılımlı bir sol imaji vermek için İsmet İnonu’nun 1970’lerin ilk yılında ortaya attığı “Ortanın Solu”-Ki bunu da sağ partiler “Ortanın solu, Moskova”’nın yolu’ diye abartmışlardı- hareketini başlatmıştı.
Baykal bu siyasi söylem karşısında tepki gösterip sayın Bülent Ecevit liderliğindeki grubun en ön safında savaşım verip solu çağdaş evrensel çizgiye taşımanın savaşımını verenlerdendi. Sonrasında çeşitli hizipleşmeler ve kliklerle durdurulan o süreç sağa yatkın Turan Feyzioğlu ve 47 milletvekilini 1967’de partiden koparmış Güven Partisi’ni kurdutmuştu.
Bülent Ecevit’in; “Su kulananın, toprak işleyenin” söylemi ise CHP’yi i iki kez birinci parti yapmıştı. Dün iktidara gelmek için daha sollaşan anlayışı; bugün daha sağlaşarak iktidarı amaçlıyor izlenimi vermemesi için; özgürlükçü demokrasinin evrensel ölçütlerini ülkemiz siyasi ve sosyal kültürel özgünlüğü ile harmanlaması için bir yenileşmenin-değişimin cesur hamlesi olarak gdüşünüyorum.
Evet yıllar İnönü ve Ecevit’in tanımlamaya çalıştığı süreç; halkı kucaklayarak ivmelendirmek gerekirdi. Evet; Salt Ecevit’in “Su kulananın, toprak işleyenin” sloganı değil, İnönü’nün 'Ortanın solu’ bile CHP'nin halka açılımıydı. İşletilmesi gereken bu süreçtir.
Baykal’ın bu yeni adımı sağa kaymak değilse nedir? Bunun bir adı olmalı, yeni siyaset çizginizi tanımlarken.Öncelikle vurguluyorum; daha önce 'Şimdiye dek Cumhuriyet demokrasiye sahip çıkıyordu, artık demokrasi Cumhuriyet'e sahip çıksın' demiştik. Yeni siyaset anlayışı arayışımız siyaseti toplumsallaştırmayı, sivilleştirmeyi ve Cumhuriyet'i, demokrasiyi savunmayı herkesin işi, görevi haline getirebilmek temel yaklaşım olmalıdır. Bu, CHP'nin sağa kayması ile yaşam bulamaz. Yaklaşımınıza açıklık getirmek zorundasınız..
Aksi taktirde birileri çıkıp. Özellikle Cumhuriyet karşıtı ve altın vuruş dozundaki sınırsız demokrasi avcısı 2.cumhuriyetçiler; “Son günlerde, CHP'nin "laiklik tehlikede" söylemi ile yeni "sağ açılımlar"ı amaçlı olarak gündemde tutuyorlar; dinden geçinen yeni siyasileri besliyerek. Bu nedenle önümüzdeki günlerde "sosyal demokrat" ve "devrimci sol"larımızın "nereden nereye!" geldikleri ve nereye gitmek istediklerini ve de belirsizliklerini sorgulamalıdırlar. Bu sorunsallıklar sıkca tartışılacak gibi. Çünkü; Türkiye’mde, sınırsız ve kuralsız demokrasi avcıs sol, demokratik ve evrensel dayanışmacı değerlerini yitirmiştir.
Belirmeye başlayan ve ilkel bir "üçüncü dünyacılık"la bezenmiş hamaset yüklü, tutucu, "milliyetçi", savunmacı kimliğe bürünmüş sözde solcu bu kesim şu anda hedef şaşırtmaya çalışıyor.” Son günlerde bu bağlamda hareketlenmeler yaşanmaya başladı. Eğer bir ülkede sol bütünleşmek adına da parçalanıyorsa her şeyin hikaye olduğunu söyleyebiliriz.
Önerim;
- Birincisi; solda ‘Yenileşme, bütünleşme ve kitleselleşme’ sloganıyle; tüm demokratları, solcuları, sosyalistleri çağıran hareket başlatılmalıdır.
- Sayın Baykal’ın ortaya attığı partinin muhafazakâr da olsa geniş kitlelere açık olduğu daveti kesinlikle sonlandırmalıdır.
- Üçüncüsü, ‘Cumhuriyet ve demokrasi için el ele’ sloganlı dayanışma çağrısı anlatılarak yaygınlaştırılmalıdır..
- Dördüncüsü İtalyan yeni sol ittifakını gerçekleştiren Prodi önderliğindeki 'Zeytin Ağacı' yaklaşımı ve de Beşincisi; ÖDP'nin 'Bir Arada Yaşamı Savunalım' önerisinin dikkate alınması.
Tüm oluşumları, dahası hareketleri Al birini vur hepsini şeklinde yadsıma gibi bir luksumuzun olmadığı bu süreçte her beş olgunun doğrularını değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Hepsinde doğru vardır çünkü, en sıradan bir solculuğun söylemlerinde büyük doğrular vardır, olmayan doğruların bütünselliği, birlikteliğidir.
Şevket Çorbacıoğlu
Teknopolitikalar platformu
evesbere@gmail.com
0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder