CHP PROJESİZ DİYENLERE
Posta kutumdan çıkan ve beni sevindiren rapordan, yani CHP’nin “Türkiye Ekonomisinin Krizi” raporunun dan söz edeceğim. Belki haddim değil ama, hakkım olduğunu düşünerek olguyu işlemeye çalışacağım ve herkesin, özellikle “CHP’de proje ve programı yok” diyenlerin okuması için de internet aracılığıyla yaygınlaştıracağım..
Rapor; her hangi bir konu ya da olayla ilgili inceleme sonucunu tespit ederek bildiren yazılardır.
Burada konu veya olay bir projedir; AKP iktidarının öteden beri uyguladığını söylediği ekonomik projesi. CHP kendi projesini baz alarak karşı projenin raporunu hazırladığını söyleyebiliriz.
Milli Prodüktivite Merkezi, yani Ulusal Verimlilik Merkezi; “Bir projeyi niçin hazırlıyorsunuz, hangi hipotezi(Varsayımı, yani bir düşünceyi) ispatlayacaksınız, Rapor, seçtiğiniz Proje hakkında yaptığınız her türlü araştırmanın özetidir. Başlangıçtan bitişe, bütün projenin toplanan ve gözlenen bilgilerini içermelidir..” diyor.
Yeterli ve doyurucu bir çalışma olmuş . Rapor hazırlamak sıradan bir olay değil, projesi olmayan, projeden anlamayanlar rapor hazırlayamaz, çünkü rapor; projeyi öncesi ve sonrası ile resmeden çalışmadır ve projelerin işleviyle birlikte ruhunu yansıtır, dolayısıyla hazırlayanların yeterlilik boyutundaki birikimlerini de..
Raporlar incelendikleri konuyu, iyice aydınlattıktan, kesin bir kanıya vardıktan sonra kamuya sunulur. Çünkü rapor, örgütsel işleyişin vazgeçilmez araçlarından biridir. Yaşamın her alanından, örgütün tüm birimlerinden hareketin merkezine akacak raporlar, hareketin alanlara ve mücadeleye müdahalesinin can damarlarından birini oluşturur.
Masal değil gerçekler anlatılmış bu raporla, çünkü konuya hakimler. Biliyorlar ki topluma hesap vermek zorundalar ve bu nedenle muhasebesini plan ve program dahilinde yapmışlar. Bu nedenle rapor somut verilerle dopdolu bir içerik olarak karşımıza çıkmış..
İşte CHP uygulanan projenin; toplumunu yararlanmasına ve eleştirisine sunduğu bir rapor hazırlamış. Bu rapor bir araştırmanın ürünüdür ve problemlere çözüm getirmeye yöneliktir. Planlı ve sistemli çalışılmış. Özdeki amaç; varılan sonucu başkalarına duyurmak ve bilgi birikimi sağlayarak denetlenebilirliği sağlamaktır. Açıklık ve sadeliğiyle bilimseldir; okuyucuyu kesin sıkmamaktadır. İlgi uyandıran tablolar içermesi olgunun ne denli bilimsel bir disiplinle hazırlandığının göstergesidir. Doğruluk boyutu tarafsız duruşla güçlendirilmiş. En önemlisi doğruları asla yadsımamış bir duruşa sahip rapor..
Bu elbetteki bir proje değildir, bu seçenek projelerin sunumu öncesi yapılan bir hasar saptamasıdır...
Geç kalmadım mı bu konuyu işlemekte? Hayır geç kalmadım, aksine bile-bile geciktirdim; ilgi duyanlara ve duyması gerekenlere bir kez daha anımsatmak için...
Evet, yıllardır “CHP’nin ne programı ne de projesi var” diyenlere, CHP’nin hazırlamış olduğu ‘Ekonomik Kriz Rapor’ doğrultusunda yanıt vermeye çalışacağım.
Öncelikle; “CHP’nin Projesi, programı yok” diyenlere, bırakın hazırladığı yüzlerce raporları; aşağıdaki projelerin bazılarını anımsatmak isterim:
CHP, “Yaşlılarımıza Sahip Çıkıyor” Projesi
Türk Sporunda Kültürel Reform Projesi
Limanlarda Yeniden Yapılanma Ve Ekonomik Verimliliklerinin Artırılması Projesi
Halk Turizmi Projesi
Kuraklık Ve Su Sorunu Projesi
Kasım-Şubat Ekonomik Krizlerinin Hasar Tespiti
Yolsuzlukla Mücadele Paketi
Okul Öncesi Eğitimin Geliştirilmesi Projesi
Sağlıklı İlaç Kullanımında Temel Politikalar
Çiftçinin Bilgi İle Buluşturulması Projesi
Kürt Sorununa Çözüm, “Ayrıştırıcı” Değil, “Kaynaştırıcı” Nitelikte Olmalıdır 01-06-2009
CHP Zeytin Ve Zeytinyağı Üreticilerinin Sorunlarını Araştırma Komisyonu Raporu (04 Ocak 2006) 04-01-2006
CHP’nin 31. Kurultayına Sunulan Temel Çözümler Bildirgesi (19-20 Kasım 2005) 19-11-2005
Müzakere Çerçeve Belgesi (İngilizce Orijinal Metin) 03-10-2005
Müzakere Çerçeve Belgesi (Gayri resmi Tercüme) 03-10-2005
İşte Akp’nin Ve Gül’ün Kırmızı Çizgileri, İşte Gerçekler 19-12-2004
İşsizliği Önleyecek 10 + 5 Öneri 06-12-2004
Kadın 2004 28-09-2004
CHP 30. Olağan Kurultayı Temel Sorunlar Ve Temel Çözümler Bildirgesi (23- 24 Ekim 2003) 24-10-2003
Çiftçinin Bilgi İle Buluşturulması Projesi - 19-02-2002
Demokratikleşme Raporu İnsan Hakları Hukuk Devleti (Haziran 2001) 18-06-2001
Çağdaş Parti Örgütlenmesi 31-03-2000
CHP Programı Eğitim El Kitabı (Pieb Yayını) 00-12-1999
Cumhuriyet Halk Partisi'nin İdeolojik Temel Özü 00-12-1999
Ekonomi Politikaları İçin Stratejik Seçenekler (CHP Pam Yayını) 00-09-1999
Doğu Ve Güneydoğu Raporu (Ocak 1999) 19-01-1999
Demokratikleşme Ve İnsan Hakları (Ocak 1999) 19-01-1999
CHP İktidarında Sivil Toplum Kuruluşları Ön Rapor 00-11-1998
CHP-SHP Bütünleşme Genel Kurulu Ana İlkeler Ve Temel Hedefler Bildirgesi (18 Şubat 1995) 18-02-1995
Adalet - Hukuk Ve Yargı 00-00-0000
Çevre Ve Sürdürülebilir Kalkınma 00-00-0000
Genelde CHP’yi eleştiren sayın Derya Sazak(5/11/2009) raporla ilgili şunları yazmış: “.....CHP yükselişe geçti. Son anketler bu eğilimin devam ettiğinin sinyalini veriyor.
CHP’nin bu aşamada küresel ekonomik krizin Türkiye üzerindeki etkilerini tartışmaya açması çok önemlidir. Başbakan Erdoğan’ın “Teğet geçecek” dediği kriz, 2009 sonunda olanca ağırlığıyla hissedilmeye başlamıştır..... CHP’nin “Türkiye Ekonomisinin Krizi” raporunda hızlı ve sürdürülebilir büyüme ile sosyal kalkınmayı hedefleyen “yeni bir ekonomik model” yaratmaya yönelik politikalardan söz ediliyor. CHP, bunu başarırsa, 2010’da erken seçim gözüken Türkiye’nin ağırlaşan siyasi ve ekonomik şartları iktidara gelme şansını artırır.”
Türkiye Ekonomisinin Krizi raporuna geçmezden önce Mahatma Ghandi’nin şu özlüsöz dizimine yer vermek istiyorum:
Söylediklerinize dikkat edin; Düşüncelere dönüşür...
Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür...
Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür...
Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür...
Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür...
Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür...
Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür...
Yatırım fonlarını ve doğrudan yabancı sermaye, sıcak para olgularını işleyen yazımı da okumanızı öneririm: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=93968
Türkiye Ekonomisinin Krizi:
Önsöz’ü her şeyi net olarak ortaya koyuyor.
2008 yılının son çeyreğinden başlamak üzere ülkemizi de etkisi altına alan küresel kriz Türkiye ekonomisini tüm yönleriyle etkilemeye devam etmektedir.
Krizden en fazla etkilenen ülkelerden birinin Türkiye olması, 2001 sonrasında uygulamaya konulan ekonomik politikaların doğruluğunun sorgulanmasını da beraberinde getirmiştir. 2001 krizinin hemen ertesinde yapılan müdahaleler yangını söndürmeye yetmiş, ancak sürdürülebilir bir büyüme ortamının oluşturulmasına giden süreç orta ve uzun vadeli politikalarla desteklenmediğinden tıkanmaya yüz tutmuştur.
Nitekim, tıkanma belirtileri daha 2005 yılında kendisini hissettirmeye bağlamıştır. Hükümet, küresel krizin Türkiye ekonomisini etkileme kapasitesini algılama konusunda da bir hayli yetersiz kalmış, mevcut kırılganlıkları görmezden gelerek hiç bir ciddi önlem almamıştır. Krizin ekonomiyi derinden etkilemeye başladığını gördüğünde ise bütünsellikten uzak bazı müdahalelerde bulunmak istemiş, ancak çok geç kalmıştır. Sonuç olarak, Türkiye ekonomisi küresel krize karı savunmasız ve sahipsiz bırakılmıştır.
Bu çalışma, küresel krizin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkilerini ortaya koyması açısından önemli bir işlev üstlenmektedir. Çalışma, krize dair Sayın Başbakan tarafından sıkça dile getirilen söylemlerin ne kadar geçersiz olduunun da bir kanıtı niteliğindedir. Öte yandan, burada yer alan tespitler hızlı ve sürdürülebilir büyüme ile sosyal kalkınmayı hedefleyen yeni bir ekonomik model yaratmaya yönelik politikaların belirlenmesine de katkı sağlayacaktır. Bu çerçevede, çalışmayı
kamuoyunun dikkatine sunar, emei geçen arkadaşlarıma teşekkür ederim.
Cumhuriyet Halk Partisi
Genel Başkan
Deniz BAYKAL
Giriş bölümü olgunun özünü anlatıyor:
Türkiye ekonomisinin 2001 krizi sonrasında girdiği toparlanma eğilimi, krizden kısa bir süre sonra hızla sona ermiştir. Zira, küresel kriz 2008 yılının ikinci yarısında kapımızı çalmadan çok önce 2001 sonrası uygulanmakta olan ekonomik politikalar ciddi tıkanma belirtileri göstermeye başlamıştır. Ancak, Hükümet bu belirtileri görmezden gelmiş, yapılan uyarılara kulak kabartmamış, bunun da ötesinde
yaklaşmakta olan krizi önleyici ya da etkilerini hafifletici nitelikte hiç bir ekonomi politikası düşünmemiştir. Kısacası, Türkiye küresel krize ekonomik gelişmelere karı duyarsız kalan bir hükümet elinde ve tıkanmaya yüz tutmuş ekonomik politikalarla yakalanmıştır.
Öyle ki, sorunun ciddiyetini kavramaktan uzak olan Sayın Başbakan ve Hükümet krizin Türkiye ekonomisini etkilemeyeceğini ve “teğet geçeceğini” iddia etmiştir.
Bu çalışma ile Sayın Başbakanın iddiasının Türkiye ekonomisi için ne kadar gerçek olduğu sınanmaya çalışılacaktır. Bu yönüyle çalışma, bir hasar tespit çalışmasıdır. Öte yandan bu tespit çalışmasının, bunun üzerine konumlanacak yeni ekonomik model tartışmalarına ve yeni ekonomik politikalara da sağlam bir zemin hazırlama işlevini üstleneceği düşünülmektedir.
Bu amaca uygun olarak çalışma dört bölüm halinde tasarlanmıştır. Birinci bölüm, büyüme ve istihdamdaki gelişmelere ayrılmıştır. Bu bölümde Türkiye ekonomisinin büyüme ve istihdam performansı sorgulanmış, bu performans dünyanın diğer ülkeleriyle karşılaştırılarak krizin etkileri değerlendirilmeye çalışılmıştır.
İkinci bölümde, enflasyona odaklanılmıştır. Enflasyon oranlarında sağlanan büyük düşüşlerin olumlu bir izlenim uyandırmakla birlikte aslında düşen yurtiçi taleple ne kadar ilikili olduğu teşhir edilmeye çalışılmıştır.
Bölümün ana teması hızlı enflasyon düşüşlerinin de aslında bir kriz göstergesi olduğudur.
Üçüncü bölümde, cari açık, cari açığın finansmanındaki gelişmeler ve dış ticaret verileri ele alınmıştır. Bu çerçevede, cari açıkla büyüme arasındaki ilikiler irdelenmiş, açık için sağlanan finansmanın büyüklüü ve kalitesi sorgulanmıştır. Bu bağlamda, sağlanan finansmanın büyüklüğünün ekonomi üzerinde yarattıı sanal etkilere ve finansmanın kalitesindeki bozulmalara yer verilmiştir. Ayrıca, dış ticarette
son dönemde yaşanan daralmalar da bölümün ana temaları içinde yer almaktadır.
Dördüncü bölüm, kamu maliyesi ve borç gelişmelerini içermektedir. Mali disiplindeki bozulma ve bu bozulmanın bir sonucu olarak artan kamu kesimi borçlanma gerei ve yeniden büyüme eğilimine giren kamu borç stokları bu bölümde üzerinde durulan en önemli konular arasında yer almaktadır. Özel sektör borç stokları ve hane halkı borçluluğundaki gelişmeler de ekonominin toplam borçluluk ve kırılganlığının bir göstergesi olarak bölüm içinde değerlendirilmiştir. Çalışmanın tamamı resmi verilerden türetilen grafik ve tablolar ile bunlarla ilgili açıklama ve yorumlardan olumaktadır. Kullanılan veriler 30 Eylül 2009 tarihi
itibariyle açıklanan veriler olup, bu tarihten sonra açıklanan veriler çalışma kapsamının dışında tutulmuştur.
BÖLÜM I
BÜYÜME VE İSTİHDAMDAKİ GELİŞMELER
Türkiye ekonomisi 2000’li yıllarda gerçekten hızlı
büyümüş müdür?
Türkiye ekonomisinin onar yıllık dönemler itibariyle büyüme performansına bakıldığında, ekonominin 2000’li yıllar boyunca gösterdiği performansın 1950’li yıllardan bu yana geçen tüm on yıllık dönemler içinde en kötüsü olduğu
anlaşılmaktadır.
GSYH büyümesi hızla düşmektedir.
2001 krizinden sonra bir toparlanma sürecine giren Türkiye ekonomisinin büyüme hızı, 2004 yılından itibaren istikrarlı bir biçimde gerilemektedir. 2004 yılında %9,4 oranında artan GSYH*, 2008 yılında sadece %0,9 oranında artmıştır.
GSYH’nın çeyrek dönemler itibariyle performansı
Türkiye ekonomisindeki çöküşü ortaya koymaktadır.
2008 yılının ilk çeyreğinde %7,3 oranında büyüyen ekonomi, 2009 yılının ilk çeyreğinde %14,3 oranında küçülmüştür. Bu küçülme 2. Dünya Savaşı yıllarından bu
yana Türkiye’nin yaşadığı en büyük küçülmedir. Bu eğilim 2009 yılının ikinci çeyreğinde de devam etmiş ve bu çeyrekte ekonomi %7 oranında daralmıştır. Böylece Türkiye ekonomisi son üç çeyrek dönem boyunca küçülmüştür.
Kriz boyunca kapasite kullanım oranlarında görülen
büyük azalma çöküşün bir başka göstergesidir.
2008 yılının sonbaharına kadar %80’ler civarında gezinen kapasite kullanım oranları bu tarihten sonra hızlı bir biçimde gerileyerek 2009 yılının şubat ayında %63 seviyesine inmiştir. Bu seviye hem 1994 hem de 2001 krizindeki seviyenin altındadır. Şubat ayından sonra hafifçe toparlanmaya başlayan kapasite kullanım oranları, Haziran ayından itibaren yeniden düşüşe geçmiştir. Şubat-Haziran dönemi arasındaki
göreli iyileşmede vergi indirimlerinin etkisinin olduğu düşünülmektedir.
Sanayi büyük üretim düşüşleriyle karşı karşıyadır.
Aylık Sanayi Üretim Endeksi, 2009 yılının şubat ayında %84,6’ya düşmüştür. Bu durum, Türkiye ekonomisinin sanayi üretim seviyesinin 2007 ve 2008 yılının aynı ayına göre sırasıyla %17,5 ve %23,9 oranlarında gerilemesi anlamına gelmektedir. Başka bir ifadeyle, krizin en yoğun hissedildiği aylardan şubat ayında sanayi üretimi
önceki yılın şubat ayına göre kabaca dörtte bir oranında daha az gerçekleşmiştir. Sanayi Üretim Endeksi, şubat-Temmuz arasında bir toparlanma eğilimi gösterse de 2009 yılının Temmuz ayındaki endeks değeri 2007 ve 2008 yılının aynı ayının sırasıyla %5,7 ve %9,1 altında kalmıştır.
Reel sektörün ekonomiye olan güveni sarsılmıştır.
Reel sektörün* ekonomiye olan güveni 2008 yılının yaz aylarından itibaren sarsılmaya başlamış, 2008 yılının Aralık ayında %52,3’e düşerek dibe ulaşmıştır. Reel Kesim Güven Endeksi* 13 ay aradan sonra ilk kez 2009 yılının Temmuz ayında 100’ün üzerine çıkabilmiştir. Zira, endeksin 100 deerinin üzerine çıkması geleceğe yönelik olarak ekonomiye güven duyanların güven duymayanlara göre daha fazla olduğu anlamına geldiğinden kritik bir eşiği ifade etmektedir. Temmuz ayından sonra yeniden 100 değerinin altına düşen endeks, Eylül ayı itibariyle 97,8 olarak gerçekleşmiştir.
Başka bir anlatımla, ekonomiye güvenenlerin sayısı yeniden güvenmeyenlerin sayısının altına düşmüştür.
Reel sektöre paralel olarak tüketicilerin ekonomiye olan güveni de kriz boyunca zayıflamıştır.
Kriz boyunca tüketici güveninde de ciddi bir erime görülmüştür. Tüketiciler 2006 yılının Mayıs ayından bu yana ekonomi konusunda kötümserdirler. Bu dönemde 101,1 olan tüketici güven endeksi izleyen ayda 100 değerinin altına düşmüş ve o tarihten bugüne kadar bu değerin üzerine hiç çıkamamıştır. Bilindiği üzere, endeksin 100’den büyük olması tüketici güveninde iyimser duruma, 100’den küçük olması ise kötümser duruma işaret etmektedir. Krizin de etkisiyle 2008 yılının Kasım ayında 68,9 seviyesi ile en düşük noktasına ulaşan endeks, bu tarihten itibaren toparlanıp Haziran 2009’da 85,3’e ulaşmış olsa bile hala kritik eşiğin bir hayli altında bulunmaktadır. Kaldı ki, endeks Haziran 2009’dan itibaren yeniden gerilemeye başlamış, Ağustos ayı itibariyle 81,3 seviyesine düşmüştür. Bu durum tüketicinin ekonominin geleceğine ilişkin duyduğu kaygıların büyümekte olduğu anlamına gelmektedir.
Tüketicilerin ekonomiye ilişkin güven kaybı, bu kesimin tüketim harcamalarına da yansımıştır.
Tüketicilerin ekonomiye ilişkin bekleyişlerindeki kötümserlik eğilimi, bu kesimin harcama eğilimlerini olumsuz etkilemiştir. Sabit fiyatlarla hesaplanan özel nihai tüketim harcamaları 2008 yılının ilk çeyreğinde 179,2 milyar TL iken, 2009 yılının ilk çeyreğinde 161,9 milyar TL’ye gerilemiştir. Bu iki dönem karşılaştırıldığında özel nihai tüketim harcamalarındaki düşüşü %9,7’dir. Özel nihai tüketim harcamaları, 2009 yılının ikinci çeyreğinde biraz toparlanmış görünmekle birlikte yine de önceki yılın aynı döneminin altında kalmıştır.
Yatırım iştahında radikal bir düşüş yaşanmıştır.
Yurtiçi üretim faaliyetlerinin önemli göstergelerinden biri olan sermaye mallarının üretim ve ithalatında keskin bir düşüşü yaşanmıştır. Mevsimsellikten arındırılmış sermaye malları ithalatı (2005=100) kalemi, 2007 yılının son çeyreğindeki 137,2’lik seviyesinden 2009 yılının ilk çeyreğinde 40,4 puanlık düşüşle 96,8’e gerilemiş, Temmuz itibariyle hafif bir toparlanmayla 100 seviyesine ancak ulaşabilmiştir. Benzer şekilde yine mevsimsellikten arındırılmış sermaye malları
üretimi endeksi, 2008 yılının ilk çeyreğindeki 138,1’lik seviyeden 54,3 puan gerileyerek 2009 yılının ilk çeyreğinde 83,8’e inmiştir. Endeks değeri Temmuz itibariyle kısmen toparlanarak üçüncü çeyrekte 96 seviyesine ulaşabilmiştir. Her iki veriye ait bu gerçekleşmeler, küresel krizin başlamasıyla yatırım yapma isteğinin radikal biçimde gerilediğinin en net kanıtıdır.
Makine teçhizat yatırımlarında ciddi bir azalma söz
konusudur.
Makine ve teçhizat yatırımlarında da önemli bir azalma görülmüştür. 2008 yılının ikinci yarısında başlayan gerileme 2009 yılının ilk çeyreğinde daha da belirginleşmiştir. 2009 yılının ilk çeyreğinde makine ve teçhizat yatırımları önceki yılın aynı çeyreğine göre %38,4 oranında azalmıştır. 2009 yılının ikinci çeyreğindeki gerileme ise yine önceki yılın aynı dönemine göre %30 seviyesindedir. Bu gerçekleşmeler, ülkedeki yatırım harcamalarının küresel krizden ne kadar etkilendiğinin bir göstergesidir.
Türkiye’nin ekonomik performansı dünyadan hızla
ayrışmaktadır.
Türkiye’nin büyüme performansındaki gerileme dünyanın diğer gelişmekte olan ülkeleriyle karşılaştırıldığında daha çarpıcı hale gelmektedir. Türkiye, 2005 yılına kadar gelişmekte olan ve yükselen piyasa ekonomilerinin ekonomik performansından daha yüksek bir büyüme performansı sergilerken, 2005 yılından itibaren bu durum tersine dönmüştür. 2008 yılında Türkiye %0,9 oranında büyürken, gelişmekte olan dünya ekonomileri %6,1 oranında büyümüştür. Küresel krizin en yoğun hissedildiği dönem olan 2009 yılında ise IMF tahminlerine göre gelişmekte olan ülkelerin %1,7 oranında büyümesi, buna karşılık Türkiye’nin %6,5 oranında küçülmesi beklenmektedir. Bu durum, Türkiye’nin küresel krizinden ne kadar etkilendiği göstermektedir.
Öncekilerin Kaynağı TÜİK, TCMB verileri, buradaki Kaynak: IMF, World Economic Outlook
Türkiye en düşük büyüme performansını sergilemiştir.
Kaynak: IMF, Bloomberg(Dünyada en çok izlenen ekonomi kanalı)
Ülke bazında bakıldığında, Türkiye’nin küresel krizden etkilenme derecesi daha net görülmektedir. Son dört çeyrek büyüme performansları yıllık birikimli olarak incelendiğinde, Türkiye kapsama alınan ülkeler arasında en kötü performans sergileyen ülke olmuştur. Ülkelerden bazılarının küresel krize rağmen büyümeye devam etmeleri de ayrıca manidar görünmektedir.
Gelişmekte olan ülke grupları ile karşılaştırıldığında
küresel krizin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkisi daha
net ortaya çıkmaktadır. (I)
Kaynak: IMF, Bloomberg
Gelişmekte olan ülkeler coğrafi gruplara ayrılarak yapılan analizde, Türkiye’nin dünya ile ayrıştığı bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Son dört çeyrek büyüme gerçeklemeleri birikimli olarak ele alındığında, tüm gelişmekte olan ülke gruplarında
büyüme oranlarında bir gerileme söz konusu olsa da Türkiye’nin gerileme hızı bu grupların bir hayli üstünde kalmıştır. Gelişmekte olan Asya ülkeleri ile gelişmekte olan
Latin Amerika ülkelerinde ekonomiler krize rağmen hala büyürken, gelişmekte olan Avrupa ülkelerinde ekonomiler küçülmektedir. Ülkemizdeki küçülme ise hepsinden
daha fazladır.
Gelişmekte olan ülke grupları ile karşılaştırıldığında
küresel krizin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkisi daha
net ortaya çıkmaktadır. (II)
Kaynak: IMF, Bloomberg
Türkiye ile en çok karşılaştırılan ülkeler göz önünde bulundurularak yapılan analizde, yine ülkemizin krizden en fazla etkilenen ülkelerden biri olduğu anlaşılmaktadır. Çeyrek dönem büyüme rakamlarına bakıldığında, 2009 yılının ikinci
çeyreği hariç olmak üzere Türkiye’nin en büyük ekonomik daralmaya maruz kalan ülke olduğu ortadadır. Bu ülkeler arasında son dört çeyrek büyüme performanslarına
birikimli olarak bakıldığında ise krizin en derin izlerinin yine ülkemizde olduğu görülmektedir.
İşsizlik oranında ciddi bir artış olmuştur.
Kaynak: TÜİK
Küresel krizin ekonomi üzerindeki en önemli sonuçlarından birini işsizlik rakamlarından takip etmek mümkündür. Türkiye 2001 krizi sonrasında geçmiş dönemlere oranla görece daha hızlı bir büyüme temposu yakalanmış olmasına rağmen,
işsizlik rakamları çift hanelere takılı kalmıştır. Küresel krizle birlikte büyüme oranlarında görülen büyük düşüşler işsizlik oranlarını yeni bir patikaya taşımış görünmektedir. 2008 yılı ile birlikte genel işsizlik oranında ciddi bir kırılma yaşanmış, oran 2008 yıl sonu itibariyle %11’e yükselmiştir.
İşsizlikte yeni bir platoya geçilmiştir. (I)
Kaynak: TÜİK
2008 yılının Mayıs ayından itibaren aylık işsizlik rakamlarının bir önceki yılın aynı ayına göre yükselme eğilimine girdiği anlaşılmaktadır. Üstelik farkta istikrarlı bir biçimde büyümektedir. 2008 yılı Eylül ayında önceki yılın aynı ayına göre 1 puan olan işsizlik oranındaki artış, aynı yılın sonunda 3 puana, 2009 yılının Nisan ayında ise 5 puana yükselmiştir. Fark, Haziran ayında ise önceki yılın Haziran ayına göre 4
puandır. Haziran 2009 itibariyle önceki yılın aynı dönemine göre işini kaybedenlerin sayısı 972 bin kişidir. Bu bir kırılmadır ve bu kırılmanın önümüzdeki dönemde uzunca bir süre daha devam edeceği anlaşılmaktadır.
İşsizlikte yeni bir platoya geçilmiştir. (II)
Kaynak: TÜİK ve Kendi Hesaplamalarımız
Genel işsizlik oranına mevsimsel etkilerden arındırılmış aylık ortalamalar bazında bakıldığında, büyük kırılma daha net olarak görülebilir. 2005 yılından itibaren istikrarlı bir seviyede kalan işsizlik oranı, 2008 yılının ikinci çeyreğinden itibaren hızlı
bir yükselme göstermiş ve 2009 yılının ikinci çeyreğinde %14,9 oranına ulaşmıştır. Son bir yıldaki artış 4,6 puandır. Başka bir anlatımla, son bir yılda genel işsizlik oranı %44,7 oranında artmıştır.
BÖLÜM II
ENFLASYONDAKİ GELİŞMELER
Krizin neden olduğu talep yetersizliği, Türkiye’de önemli miktarda çıktı açığına neden olmuştur.
Kaynak: TCMB
Küresel krizin yarattığı talep yetersizliği ekonominin çıktı açığını büyütmüştür. Ekonomide ciddi bir çıktı açığının bulunması toplam talep düzeyinin toplam arzdan düşük olduğu ve talep koşullarının enflasyon üzerinde baskı yaratmadığı anlamına gelmektedir. Bu çerçevede, çıktı açığı tahminleri toplam talep koşullarının enflasyondaki düşüşe verdiği desteğin önümüzdeki yıllarda süreceğini göstermektedir
Krizin neden olduğu talep yetersizliği, fiyatlar genel
düzeyinde gerilemeye neden olmuştur.
Kaynak: TCMB
Küresel kriz sebebiyle bir yandan dış talebin diğer yandan yurtiçi talebin düşmesi, enflasyon üzerindeki talep baskısını ortadan kaldırmış ve bunun bir sonucu olarak da fiyatlar genel düzeyinde ciddi bir gerileme görülmüştür. 2004 yılından 2008
yılının sonuna kadar %8-10 bandında seyreden enflasyon, küresel krizle birlikte bu bandı kırarak 2009 yılının Ağustos ayında %5,3’e gerilemiştir. Bu oran %7,5 olan 2009 yıl sonu hedefinin altındadır. Öte yandan, 2009 yılında 2005 yılından bu yana ilk defa enflasyonda yıl sonu hedefinin altında kalınacağı anlaşılmaktadır. Yurtiçi ve yurtdışı talep koşullarında gözlenen bu gelişmeler, Merkez Bankası’nın da elini rahatlatmış ve Banka Ekim 2008’de %16,75 olan kısa vadeli borç alma faiz oranını 2009 yılının Eylül ayında %7,25’e, 2008 yılının Temmuz ayında %20,25 olan borç verme faiz oranını ise %9,75’e indirmiştir. Önümüzdeki dönem talep koşullarında hızlı bir iyileşme beklenmediğinden Bankanın faiz indirimlerinin bir miktar daha devam edeceği tahmin edilmektedir.
BÖLÜM III
CARİ AÇIK VE CARİ AÇIĞIN FİNANSMANI İLE DIŞ TİCARETE İLİŞKİN GELİŞMELER
Ekonomik daralma cari açık miktarında gerilemeye neden olmaktadır.
Kaynak: TCMB, OVMP (2010-2012)
Türkiye ekonomisinin en önemli sorunlarından biri olan cari açık miktarı 2001 krizinden bu yana istikrarlı bir biçimde artmış, açığın GSYH’ya oranı 2006 yıl sonunda %6’ya ulaşmış, 2007 ve 2008 yıllarında da yaklaşık bu seviyesini korumuştur. Bu oranın 2009 yılında %1,8’e düşmesi beklenmektedir. Bu düşüşü
beklentisinin altında yatan en önemli neden ise ekonominin daralması beklentisidir. 2010 yılı ile birlikte öngörülen ekonomik toparlanmanın etkisiyle cari açık miktarının yeniden bir artış sürecine gireceği tahmin edilmektedir.
Büyüme modeli cari açığa neden olmaktadır.
Türkiye ekonomisinin büyüme modeli cari açık yaratan bir büyüme modelidir. Bu modelde, Türkiye büyüyebilmek için önemli miktarda cari açık vermek zorundadır.
Ülkemizde cari açığın en önemli sebeplerinden biri olan ithalatın çok büyük bir kısmı ara malı ithalatından oluşmaktadır. Toplam ithalatımızın yaklaşık dörtte üçü ara malı ithalatıdır. Başka bir deyişle, Türkiye ekonomisi büyümek için ithalat yapmak
zorundadır. Bu durum yurtiçinde ara malı üreten sanayi sektörlerini ciddi ölçüde zorlamakta ve bu firmaları iflasın eşiğine sürüklemektedir. Üstelik ara malı ithalatı ile
kıyaslandığında ihracatımızdaki artış hızının da yetersiz kaldığı anlaşılmaktadır. Böylece ihracat, ara malı girdisiyle sürüklenen güçlü ithalatta yetişememekte ve ihracat ile ithalat arasındaki makas hızla açılmaktadır. Bu durum cari işlemler açığını
da büyütmektedir. Sonuç olarak, Türkiye büyüme dinamiklerini cari açığa bağımlı hale getirmiştir.
Türkiye ekonomisinin büyümek için vermek zorunda
olduğu cari açık miktarı artmaktadır. (I)
Kaynak: TCMB
Tarihsel olarak bakıldığında, büyüme oranları ile cari açık* arasında ortaya çıkan ters ilişki bunun en güçlü kanıtıdır. Bu modelde, Türkiye ekonomisi belli bir büyüme oranını tutturabilmek için belli miktarda cari açık vermek zorunda kalmaktadır. Çünkü üretim için ithal ara girdiye ihtiyaç duyan ekonomi, bu ihtiyacı karşılamaya yöneldiğinde ithalat artmakta, üretilen ürünlerin katma değerinin yetersizliği ya da iç
piyasalara sunumu ihracatı yeterince besleyememekte, böylece büyüyen dış ticaret açığı cari açıkla sonuçlanmaktadır. Burada dikkati çeken husus bu yapısal sorunun 2001 yılı sonrası daha da derinleşmiş olmasıdır. 2001 krizi sonrasında makul büyüme oranlarını tutturabilmek için verilmesi gereken cari açık miktarında, önceki büyüme dönemlerine kıyasla ciddi bir artış gözlenmektedir. Sonuç, ekonomik aktivitelerin ithalata bağımlılığının 2001 yılı sonrası giderek derinleştiğidir1
1 Yükselen enerji fiyatlarının Türkiye’nin cari işlemler açığındaki büyümenin nedenlerinden biri olduğu sıklıkla iddia edilir.
Enerji fiyatlarının dönem boyunca Türkiye’nin ithalat faturasını kabarttığı bir gerçek olsa da bu durum, büyüme ve üretim
dinamiklerinin ithalata bağımlılığının derinleştiği kurgusunu değiştirmemektedir. Dönem boyunca enerji ithalatı hariç
tutulduğunda bile cari işlemler açığının milli gelire oranı artış kaydetmeye devam etmektedir.
Türkiye ekonomisinin büyümek için vermek zorunda
olduğu cari açık miktarı artmaktadır. (II)
Kaynak: TÜİK
Ara malı ithalatı miktar endeksi ile sanayi üretim endeksi arasındaki ilişki ekonominin dışa bağımlılığını net bir biçimde ortaya koymaktadır. Görüleceği üzere, birim sanayi malı üretimi için ihtiyaç duyulan ithal mal miktarı ciddi bir biçimde artış kaydetmiştir. Başka bir deyişle, Türk sanayisi üretmek için her zamankinden daha fazla ithalat yapmak durumunda kalmaktadır. Sonuç olarak, ekonominin büyüme dinamikleri ithalat yapabilme kabiliyetine bağımlı hale gelmiştir.
Kamu kesimi yatırım-tasarruf dengesinde kısmi bir
iyileşme sağlanmıştır.
Kaynak: 2009 Yılı Programı
Cari açıktaki bu hızlı bozulma, 2001 yılından bu yana Türkiye ekonomisindeki temel bir yapısal değişiklik olan ekonominin genel dengesinin bozulmasıyla iç içe geçmiştir. Dönem boyunca uygulanan faiz dışı fazla politikalarının sonucunda kamu kesimi tasarrufları yükseltilebilmiş, kamu kesimi yatırım-tasarruf dengesi* büyük toplumsal fedakarlıklar sonucunda olumlu bir noktaya taşınabilmiştir.
Özel sektör yatırım-tasarruf dengesi bozulmuştur.
Kaynak: 2009 Yılı Programı
Kamu kesimi dengesindeki bu iyileşmeye özel kesimin eşlik edebildiğini söylemek pek mümkün değildir. Dönem boyunca özel sektör tasarrufları hızlı bir şekilde gerilemiş, buna paralel olarak özel sektör yatırım-tasarruf dengesi ciddi ölçülerde bozulmuştur. Böylece özel sektör tasarruflarında gözlenen hızlı düşme, ekonominin yabancı tasarruflara olan ihtiyacını arttırarak cari açığın arkasındaki en önemli dinamiklerden biri haline gelmiştir.
Ekonominin genel dengesindeki bozulma cari açığın bir yansımasıdır.
Kaynak: 2009 Yılı Programı
Özel sektör yatırım tasarruf dengesindeki bozulma o kadar kuvvetlidir ki, faiz dışı fazla politikasının sonucu olarak ortaya çıkan kamu sektörü yatırım tasarruf dengesindeki düzelmeye rağmen, ekonominin genel dengesi bozulmaya devam
etmiştir. Küresel krizle birlikte artması muhtemel kamu açıklarının, önümüzdeki dönem kamu kesimi yatırım tasarruf dengesini daha da kötüleştireceği düşünüldüğünde, ihtiyaç duyulan özel sektör yatırımlarının yapılabilmesi için gelecek
yıllarda ekonominin genel dengesindeki bozulmanın devam edeceği anlaşılmaktadır.
Doğrudan yabancı sermaye miktarında önemli bir azalış
söz konusudur.
Yıllıklandırılmış
Kaynak: TCMB
Küresel kriz cari açığın finansmanının kalitesinde önemli bir bozulma yaratmıştır. Bunun yansımasını net doğrudan yabancı sermaye yatırımlarında görmek mümkündür. 2007 yılında 20 milyar dolara ulaşan doğrudan yabancı sermaye yatırımları bu tarihten itibaren düzenli bir biçimde azalmış, 2009 yılı Temmuz ayı itibariyle yıllık birikimli olarak 9,8 milyar dolara gerilemiştir. Teknik olarak doğrudan yabancı sermaye yatırımı kabul edilen ancak gerçekte bu özellikten bir hayli uzak olan yabancılara gayrimenkul satışları düşüldüğünde bu rakam 7,6 milyar dolara
inmektedir. Bu gerçekleşmeler, ülkemize olan yabancı yatırımcı ilgisinin azaldığı anlamına gelmektedir.
Türkiye’den net portföy yatırımı çıkışı olmuştur.
Yıllıklandırılmış
Kaynak: TCMB
2003 yılından bu yana önemli bir giriş kaydedilen portföy yatırımları* 2008 yılından itibaren negatife dönmüştür. Bu kalemde 2008 yılındaki net çıkış 5 milyar dolardır. 2009 yılı Temmuz ayı itibariyle geçtiğimiz 12 ay boyunca portföy yatırımları kalemindeki net çıkış ise 6,6 milyar dolara ulaşmıştır. Bu gerçekleşmeler, küresel krizle birlikte Türkiye’den önemli bir portföy yatırımı çıkışı olduğunu göstermektedir.
Yurtdışı kredi kanalları tıkanmıştır.
Yıllıklandırılmı
Kaynak: TCMB
Uluslararası likidite* koşullarında gözlenen bozulmaya paralel olarak Türk firmalarının yurtdışında kredi bulma imkanlarının daralması krediler kaleminde çok net olarak hissedilmiştir. Türkiye’de yerleşik kişilerin yurtdışından sağladıkları net krediler, 28,1 milyar dolarla zirveye ulaştığı 2008 yıl sonundan itibaren sert bir biçimde gerilemiş ve bu kalemden sağlanan girişler 2009 yılı Temmuz ayı itibariyle yıllıklandırılmış bazda negatife dönmüştür. Türkiye’de yerleşik gerçek(Sen, ben) ve tüzel kişiler(Şirket, Kamu kurumu vs) net dış kredi ödeyicisi konumuna gelmiştir. Bu kalemden gerçekleşen net çıkışlar son bir yıllık dönemde 6,7 milyar dolardır.
Kaynağı bilinmeyen net girişler önemli miktarlara
ulaşmıştır.
Yıllıklandırılmış
Kaynak: TCMB
Son dönem gelişmeleri içinde dikkati çeken bir diğer husus ise net hata ve noksan kalemindeki yüksek gerçekleşmedir. “Net hata noksan kalemi*bir dengeleyici kalem olarak Türkiye’de yerleşik kişilerle yurtdışında yerleşik kişiler arasında gerçekleşen ve nedeni bilinmeyen veya tam olarak tespit edilemeyen döviz hareketlerini gösteren bir kalem olup, bu özelliğiyle sıcak para olarak kabul edilmektedir. Bu kalemde 2008 yılına kadar düzenli ve ihmal edilebilir bir giriş gözlenirken, Temmuz ayı itibariyle son bir yılda gözlenen toplam giriş 14,6 milyar dolardır. Niteliği göz önünde bulundurulduğunda bu kalemden gerçekleşen girişlerin yüksekliğinin ödemeler dengesi finansman kalitesini kötüleştiren önemli nedenlerden biri olduğu anlaşılmaktadır.
Yüksek cari açığın finanse edilmesi zorunluluğu krize
kadar reel faizlerin aşağıya düşmesini engellemiştir.
Kaynak: TCMB, Hazine Müsteşarlığı
2001 krizinin hemen ardından hızlı bir biçimde inişe geçen reel faizler dönem boyunca cari açık miktarındaki artışa paralel olarak çift haneli rakamlara yapışıp kalmıştır. Küresel krizin etkisiyle talep yetersizliği nedeniyle enflasyonda görülen
düşüşe paralel olarak Merkez Bankası politika faiz oranlarının indirilmesiyle faiz oranlarında görülen gerileme, reel faiz*oranlarının %3 seviyesine kadar düşmesine neden olmuştur2. Ancak, küresel kriz ortamında başta gelişmiş ülkelerde olmak üzere reel faizlerin dünya genelinde ulaştığı boyut göz önünde bulundurulduğunda ülkemizdeki faiz oranlarının hala çok yüksek olduğu açıktır.
2 Reel faiz çok çeşitli şekillerde hesaplanabilir. Bu çalışmaya konu olan reel faiz, Devlet iç Borçlanma Senetlerinin yıllık ortalama bileşik faizlerinden 12 ay sonrasının enflasyon bekleyişlerinin indirilmesiyle bulunan reel faiz olup, ex- ante* olarak hesaplanmıştır.
Yüksek reel faizler ihtiyaçtan fazla dış finansman
getirmiştir.
Kaynak: TCMB
Teorik olarak, bir ülkenin belli bir dönemde sağladığı dış finansmanın aynı dönemde verdiği cari açık miktarına eşit olması beklenir. Kısa dönemler için bir eşitlik kurulamamış olsa bile uzun dönemde böyle bir denkliğin oluşması genelde sıkça görülen bir durumdur. Uzun dönemde ortaya çıkan bu denklik, ülkedeki döviz kazandırıcı işlemlerle döviz kaybettirici işlemlerin de bir birine eşit olması anlamına gelir ki, bu durumda ulusal para yabancı paralar karşısında önemli bir değişikliğe
uğramamış olur. Ancak, Türkiye’nin bu konudaki durumunun sözü edilen teorik gerçeklikten bir hayli uzak olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü, Türkiye’nin belli dönemler
için sağladığı dış finansman aynı dönemlerde verdiği cari açık miktarlarından oldukça fazladır. Üstelik bu fazla finansmanın miktarı, 2002 sonrası dönemde daha da artarak
32,4 milyar dolara ulaşmıştır. Bu yüksek finansmanın altında yatan en önemli etken ise yüksek reel faizlerdir.
Yüksek dış finansman sonucunda ulusal para değer
kazanmıştır.
Kaynak: TCMB
Cari açıkların toplamından daha fazla miktarda sağlanan dış finansman, en önemli sonuçlarından birini ulusal paranın yabancı paralar karşısında değerindeki değişmede
göstermektedir. Reel Kur Endeksi*, Ağustos 2009’da 169,4 olarak gerçekleşmiştir. Başka bir anlatımla, arada yaşanan bütün finanssal krizlere rağmen, Türk Lirası yabancı paralar karşısında 1995 yılından(1995=100) bu yana %70’e yakın oranda değer kazanmıştır. Ulusal paranın yabancı paralar karşısındaki bu değer kazanımı ekonomideki birçok büyüklük üzerinde sanal bir etki yaratmaktadır. Enflasyon ve borç miktarı bu sanal etkiden olumlu olarak etkilenen en önemli büyüklüklerdendir. Literatürde pass-through effect (döviz kurundan enflasyona geçişkenlik etkisi) olarak bilinen bu etki sayesinde, ulusal para yabancı paralar karşısında değer kazandıkça ithalat ucuzlamakta, ithalattaki bu ucuzlama fiyatlar genel seviyesinin ölçüldüğü malların bulunduğu sepetin fiyatını, sepette yer alan ithal malları ölçüsünde aşağıya çekmektedir. Türkiye’de 2001 sonrası uygulanan dezenflasyon* politikasının enflasyon üzerindeki etkisi değerlendirilirken bu husus mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Yine aynı şekilde ulusal para değer kazandıkça döviz cinsinden dış ve iç borç stokunun Türk Lirası karşılıkları da sanal bir biçimde azalmaktadır.
Küresel kriz ulusal parada değer kaybına neden olmuştur.
Kaynak: TCMB
2001 sonrasında yabancı paralar karşısında hızlı bir şekilde değer kazanan Türk Lirası, küresel krizle birlikte büyük değer kaybına uğramıştır. 2008 yılının Ekim ayında 194,1 olarak hesaplanan reel kur endeksi, 2009 yılının Mart ayına gelindiğinde %17,9 oranında değer kaybederek 159,4’e inmiştir. Bu hızlı değer kaybı, süreç içinde değerlenen ulusal parada önemli bir kırılganlığın oluştuğu anlamına da gelmektedir.
Fazla finansmanı eritmek için Merkez Bankası’nın yaptığı döviz alım miktarları önemli ölçüde azalmış görünmektedir.
Kaynak: TCMB
Sağlanan finansmanın büyüklüğü, dalgalı döviz kuru rejimi uygulanmasına rağmen, Merkez Bankası’nın doğrudan müdahaleleriyle ve döviz alım ihaleleri yoluyla piyasadan döviz alması sonucunu doğurmuştur. Bankanın 2003 yılından başlayarak piyasadan aldığı dövizlerin net miktarı 61 milyar dolara ulaşmıştır. Ancak, küresel krizle birlikte ulusal parada ortaya çıkan değer kaybı, Bankanın 2008 yılının Ekim ayında döviz alım ihalelerine ara vermesine ve döviz satım ihaleleri düzenlemesine neden olmuştur. Sonraki gelişmeler Bankanın yeniden döviz alım ihalelerine yönelmesine neden olmuş ise de Banka 2009 yılında sadece net 1 milyar dolar civarında döviz almıştır.
Fazla finansmanın bir yansıması olan Merkez Bankası
döviz rezervlerindeki artış durmuş görünmektedir.
18 Eylül 2009 itibariyle
Kaynak: TCMB
Dönem boyunca sağlanan dış finansmanın büyüklüğü karşısında Merkez Bankası’nın yaptığı döviz alımları Bankanın döviz rezervlerini büyütmüştür. 2002 yılında 27 milyar dolar seviyesinde olan Merkez Bankası brüt döviz rezervleri, 2007 yıl sonunda 71,6 milyar dolara ulaşmıştır. Ancak, Bankanın krizin etkisiyle döviz alımlarına ara vermesi nedeniyle brüt rezervlerde bir erime gözlenmeye başlamış, rezervlerin seviyesi Temmuz 2009 itibariyle 65,6 milyar dolara gerilemiştir. Daha sonraki gelişmeler rezervlerde bir artış yaratmış olsa da 18 Eylül 2009 tarihi itibariyle 70,1 milyar dolar olan Merkez Bankası brüt döviz rezervlerinin seviyesi, 2007 yılındaki seviyesinin hala altında bulunmaktadır.
Döviz rezervlerinin mevcut seviyesi yetersiz kalmaktadır.
Kaynak: IMF, Bloomberg
2001 krizi sonrasında döviz rezervlerimizdeki hızlı artışa rağmen, rezervlerimizin seviyesinin ülkemizle en çok karşılaştırılan bazı gelişmekte olan ülkelerle kıyaslandığında bir hayli yetersiz kaldığı anlaşılmaktadır. Rezervlerimizin
seviyesi 2009 yılının ikinci çeyreği itibariyle milli gelirimizin sadece %10’u civarındadır ve bu oran diğer ülke oranlarının altındadır. Öte yandan, kriz dönemi boyunca kaybedilen rezerv miktarı en yüksek olan ülke ise Türkiye’dir.
Küresel kriz yurtiçi yerleşiklerin döviz tevdiat
hesaplarında erimeye neden olmuştur.
18 Eylül 2009 itibariyle
Kaynak: TCMB
Sağlanan dış finansmanın büyüklüğünün bir başka göstergesi yurtiçi yerleşiklerin bankalar nezdinde tuttukları döviz tevdiat hesaplarının miktarındaki gelişmelerdir. Döviz likiditesinde yaşanan bolluk, yurtiçi yerleşiklerin döviz cinsinden tuttukları mevduatların 5 yıl gibi kısa bir süre içinde ikiye katlanmasıyla sonuçlanmıştır. 2003 yılının üçüncü çeyreğinde 46,3 milyar dolar olan yurtiçi yerleşiklerin döviz tevdiat* hesapları, Temmuz 2008’de 106,8 milyar dolara ulaşmıştır. Ancak, küresel krizle birlikte yaşanan gelişmeler yurtiçi yerleşiklerin döviz tevdiat hesaplarında erimeye yol açmış, hesaplardaki bakiye şubat 2009’da 82,3 milyar dolara kadar gerilemiştir. şubat-Eylül döneminde ise kısmi bir iyileşme yaşanmış ve hesaplardaki tutar yeniden 100 milyar doların üzerine çıkmıştır. Döviz tevdiat hesaplarında son bir yılda yaşanan bu hızlı iniş ve çıkışlar aynı zamanda ekonominin spekülatif etkenlere ne denli açık olduğunun da bir göstergesidir.
Küresel krizle birlikte yurtdışı yerleşiklerin DİBS
portföyünde önemli azalmalar kaydedilmiştir. (I)
11 Eylül 2009 itibariyle
Kaynak: TCMB
Türkiye’nin yüksek cari işlemler açığı vermesi ve bunun finanse ediliş yöntemi, en önemli dolaylı sonuçlarından birini ekonomideki yabancılaşma eğiliminde göstermektedir. Dönem boyunca yaşanan yüksek miktarlı portföy yatırımları
yabancıların devlet iç borçlanma senetleri içindeki payını yükseltmiştir. 2003 yıl sonu itibariyle 8,6 milyar TL olan yurtdışı yerleşiklerin toplam devlet iç borç senetleri portföyü yaklaşık 3,5 kat artarak 2007 yıl sonunda 37 milyar TL’ye ulaşmıştır. Ancak,
küresel krizin de etkisiyle yurtdışı yerleşiklerin Türkiye’deki portföylerini azaltma eğilimine girmeleri sonucunda DİBS portföyü Mart 2009’da 26,4 milyar TL’ye gerilemiştir. Yabancıların portföy azaltışı 10 milyar TL’nin üzerindedir. Her ne kadar kayıpların bir kısmı Mart-Eylül 2009 döneminde telafi edilmiş görünse de yurtdışı yerleşiklerin DİBS portföyü* 2007 seviyesinin bir hayli altındadır.
Küresel krizle birlikte yurtdışı yerleşiklerin DİBS
portföyünde önemli azalmalar kaydedilmiştir. (II)
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Bu gelişmeler yurtdışı yerleşiklerin iç borç stoku içindeki payında da ciddi bir erimeyi beraberinde getirmiştir. 2006 yılında %13,6 olan yabancıların iç borç stoku içindeki payı, küresel krizin etkisiyle 2008 yılı ile beraber hızla gerilemeye bağlamış ve 2009 yılının Nisan ayında %8,4’e düşmüştür. Söz konusu oran, Nisan-Ağustos döneminde sadece %0,8 artarak %9,2’ye ulaşmakla birlikte, kriz öncesi seviyesinin hala çok altında bulunmaktadır.
Krizle beraber yabancı yatırımcıların borsadaki payında da bir gerileme kaydedilmiştir.
Kaynak: İMKB
Benzer bir biçimde yurtdışı yerleşiklerin İMKB’ye kote*olmuş şirketlerin hisse senetleri içindeki payı da küresel krizin etkilerine maruz kalmıştır. 2002 yıl sonunda %42,5 iken, 2007 yıl sonunda %72,4’e ulaşan yabancı yatırımcıların borsadaki payı, 2009 yılının Mayıs ayı itibariyle %65,4’e gerilemiş, Mayıs-Eylül 2009 döneminde ise bu seviyesini korumutur. Sonuç olarak, küresel krizde yabancı yatırımcıların İMKB’ye kote edilmiş şirketlerin hisse senetleri içindeki payı yaklaşık 6 puan gerilemiştir.
İhracat daralmaya başlamıştır.
Kaynak: TCMB, Dı Ticaret Müsteşarlığı
Küresel kriz Türkiye ekonomisi üzerindeki en sert etkilerinden birini de ihracat rakamları üzerinde göstermeye başlamıştır. 2008 yılının Eylül ayına kadar istikrarlı bir biçimde artan Türkiye’nin ihracatı bu tarihten itibaren daralmaya başlamış, 136,3 milyar dolarlık zirve seviyesinden 2009 yılının Ağustos ayında 104,3 milyar dolar seviyesine gerilemiştir. Önümüzdeki aylarda bu gerileme eğiliminin devam edeceği göz önünde bulundurulduğunda, yıl sonunda Türkiye’nin toplam ihracatının 100 milyar doların altında kalacağı kesine yakın görünmektedir.
İhracattaki düşüş yıllık yüzde değişim itibariyle çok daha çarpıcıdır.
Temmuz-Ağustos ortalaması
Kaynak: TÜİK
İhracat rakamlarına yıllık yüzde değişim bazında bakıldığında düşüş çok daha çarpıcı bir biçimde gözlenmektedir. Öyle ki, 2009 yılının ikinci çeyreğinin ihracat miktarı önceki yılın aynı döneminin %34,7 altındadır. Temmuz ve Ağustos ortalamalarını kapsayan 2009 yılının üçüncü çeyrek ihracat miktarı da yine önceki yılın aynı döneminin %30,4 altında gerçekleşmiştir.
İhracatta hedef küçültülmüştür.
Kaynak: 2009 Yılı Programı, KEP
İhracat rakamlarındaki bu sert düşüşler yıl sonu hedeflerinin sürekli olarak revize edilmesi sonucunu da beraberinde getirmektedir. Zira, 2009 Yılı Ekonomik Programı ile belirlenen hedeflerin gerçekçi olmadığı kısa bir süre sonra ortaya çıkmış ve KEP ile ihracat hedefleri gözden geçirilmiştir. Her iki revizyon arasındaki büyük farka rağmen, yeniden belirlenen hedeflerin de tutmama ihtimali yüksek görünmektedir. 2009 yılı için belirlenen 104 milyar dolarlık ikinci tahminin ne kadar gerçekçi olduğu Ağustos rakamlarına bakılarak daha iyi değerlendirilebilir.
İthalat azalmaya başlamıştır.
Kaynak: TCMB, Dış Ticaret Müsteşarlığı
Küresel krizinin ülkenin üretim dinamikleri üzerindeki etkisini hızla daralan ithalat rakamları üzerinden analiz etmek mümkündür. Türkiye’nin ithalatının yaklaşık dörtte üçünün ara malı ithalatı olduu düşünüldüğünde, ithalattaki daralmanın
Türkiye’nin üretim faaliyetlerinin de daralması anlamına geleceği açıktır. İhracata paralel olarak 2008 yılının Eylül ayına kadar istikrarlı bir biçimde artan ithalat, bu tarihten sonra hızlı bir düşüş yaşamış ve 2008 yılı Eylül ayındaki 211,9 milyar dolarlık zirve seviyesinden 2009 yılı Ağustos ayında 143,9 milyar dolar seviyesine gerilemiştir. İthalattaki bu hızlı düşüş dış ticaret açığını ve cari açığı azaltıyor olsa da ülkenin büyüme rakamlarını olumsuz etkilemektedir.
İthalattaki düşüş yıllık yüzde değişim itibariyle çok daha çarpıcıdır.
Temmuz-Ağustos ortalaması
Kaynak: TÜİK
İthalat rakamlarına yüzde değişim olarak bakıldığında ülkemizdeki ekonomik aktivitelerin daralma dereceleri hakkında daha net bir fikir sahibi olunabilir. 2008 yılının son çeyreğinden itibaren hızla daralan ithalat, 2009 yılının ilk çeyreğinde
önceki yılın ilk çeyreğine göre %41,2 oranında küçülmüştür. Temmuz ve Ağustos ortalamalarını içeren 2009 yılı üçüncü çeyreğinde ise ithalat yine önceki yılın aynı döneminin %34,5 altında seyretmektedir. İthalattaki bu hızlı düşüş Türkiye’nin üretim dinamiklerini önemli ölçüde sekteye uğratmaktadır.
BÖLÜM IV
KAMU MALİYESİ VE BORÇ GELİŞMELERİ
Kamu kesimi dengeleri bozulmaya başlamıştır.
Kaynak: Maliye Bakanlığı, OVMP (2010-2012)
Not: 2006 yılından önceki rakamlar konsolide bütçe tanımına aittir.
2002 yılından bu yana Merkezi Yönetim Bütçesinde görülen iyileşme, 2006 yılından itibaren sona ermiş görünmektedir. Küresel krizin bütçe üzerindeki etkisi ise 2009 yılı bütçesinde belirginlik kazanmaktadır. 2009 yılı bütçesinin milli gelire oran olarak %6,6 oranında açık vermesi beklenmektedir. Bu durum, 2001 krizi sonrasında büyük fedakarlıklara katlanılarak elde edilen mali disiplinin ciddi bir biçimde zedelendiği anlamına gelmektedir. Bütçedeki bu gerçekleşmeler 2001 krizi sonrasına geri dönüldüğünün sinyallerini vermektedir.
Bütçe harcamalarında 2009 yılında büyük artış
beklenmektedir.
Gerçekleşme tahmini
Kaynak: KEP
Küresel krizin etkisi altında bulunan 2009 yılı bütçesindeki bozulma, bütçe gelirlerindeki düşüşten ziyade bütçe harcamalarındaki kontrolsüz artıştan kaynaklanmaktadır. Toplam bütçe giderlerinin milli gelir içindeki payının 3,1 puan
artarak %23,8’den %26,9’a çıkması beklenmektedir. Toplam bütçe harcamalarındaki artışın ise daha ziyade faiz dışı harcamalardan kaynaklanması öngörülmektedir.
2009 yılı bütçesinde faiz harcamalarında büyük bir artış beklenmezken, faiz dışı harcamaların milli gelir içindeki payında 2,5 puanlık bir artış olacağı tahmin edilmektedir. Bütüncül bir programdan uzak ekonomiye destek paketlerinin ve seçim
sebebiyle mahalli idarelere aktarılan kaynakların bu harcama artışlarında başı çeken faktörlerden biri olduğu açıktır.
Merkezi yönetim bütçesinde önceki yılın aynı dönemine göre ciddi bir bozulma söz konusudur. (I)
Kaynak: Maliye Bakanlığı
Merkezi yönetim bütçesindeki gerçekleşmeler mali disiplinin nasıl bozulduğunu ortaya koymaktadır. 2009 yılının Ocak-Ağustos döneminde faiz dışı harcamalar önceki
yılın aynı döneminin %23,9 üzerindedir. Aynı şekilde faiz harcamaları da önceki yılın aynı dönemine göre %11,6 oranında fazladır.
Merkezi yönetim bütçesinde önceki yılın aynı dönemine göre ciddi bir bozulma söz konusudur. (II)
Kaynak: Maliye Bakanlığı
Bütçe gelirlerinde ise önceki yılın aynı dönemine göre bir gerileme söz konusudur. Vergi gelirleri 2009 yılının ilk sekiz ayında, önceki yılın aynı döneminin 2,7 milyar TL altındadır. Ekonomik aktivitelerdeki yavaşlama vergi gelirlerine de
yansımış görünmektedir. Öte yandan, vergi dışı gelirlerde de önemli bir performans kaybı söz konusudur. Vergi dışı gelirler 2009 yılının Ocak-Ağustos döneminde önceki yılın aynı döneminin 3,8 milyar TL altında kalmıştır.
Merkezi yönetim bütçesinde önceki yılın aynı dönemine göre ciddi bir bozulma söz konusudur. (III)
Kaynak: Maliye Bakanlığı
Harcamalardaki hızlı artış ve gelirlerdeki performans düşüklüğü bütçe açıklarında kendini göstermektedir. Önceki yılın Ocak-Ağustos döneminde 4,6 milyar TL fazla veren merkezi yönetim bütçesi, bu yıl aynı dönemde 31,3 milyar TL açık vermiştir. Buna paralel olarak merkezi yönetim faiz dıı fazlası ise 2008 yılının Ocak-Ağustos döneminde 40,9 milyar TL iken, bu yılın aynı döneminde sadece 9,2 milyar TL düzeyindedir. Merkezi yönetim bütçesindeki bu gerçeklemeler gelecek dönemler için önemli bir borç dinamiği yaratmaktadır.
Faiz dışı fazlanın faiz dışı açığa dönmesi beklenmektedir.
Tahmin
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı, OVMP (2010-2012)
Bozulan mali disiplini toplam kamu faiz dışı fazla*sı hesaplarından da izlemek mümkündür. 2001 krizi sonrasında IMF anlaşmalarının en önemli performans ölçütlerinden biri olan faiz dışı fazlanın milli gelire oranı, 2004 yılından itibaren
istikrarlı bir biçimde azalmaktadır. 2004 yılında %5,5 olan bu oran, 2008 yılına geldiğimizde %1,7’ye gerilemiştir. 2009 yılında ise toplam kamunun faiz dışı açık vermesi beklenmektedir. Başka bir deyişle, Türkiye ekonomisi uzun bir aradan sonra
ilk kez faiz dışı açık verecektir. Kamunun borç dinamikleri açısından yaşamsal olan faiz dışı fazla hesabının negatife dönmesi geleceğe dönük olarak önemli bir olumsuz sinyal niteliğindedir.
Bozulan mali dengeler kamu borçlanma gereğini
arttırmıştır.
Gerçekleşme tahmini
Kaynak: KEP, OVMP (2010-2012)
Bozulan mali disiplinin kamu borçlanma gereini yükselteceği muhakkaktır. Faiz dışı fazla politikaları sebebiyle 2003 yılından itibaren hızla azalan kamu kesimi borçlanma gereği 2006 yılında negatife indirilebilmiştir. Başka bir deyişle, 2006
yılında kamu borçlanan değil net borç ödeyen bir ekonomik aktör haline dönüşmüştür. Ancak, 2007 yılından itibaren mali dengeler giderek bozulmuş, genel kamu borçlanma
gereği yeniden pozitife dönmüştür. Bu oranın 2009 yılında %4,6’ya ulaşması beklenmektedir ki, bu durum mali disiplin açısından yeniden 2004 yılı seviyesine geri dönmek anlamına gelmektedir.
Hazine nakit dengesi önemli ölçüde bozulmuştur.
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Mali disiplindeki bozulma Hazine’nin nakit dengesinde de önemli bir kötüleşmeye neden olmuştur. 2008 yılının Ocak-Ağustos döneminde nakit dengesinde sadece 4,4 milyar TL açık veren Hazine, bu açıı finanse etmek üzere 1,3 milyar TL
net dış borçlanma ve 5 milyar TL net iç borçlanma yaparken, bu yılın aynı döneminde 30 milyar TL açık vermiş ve bu açığı kapatmak üzere 3,3 milyar TL net dış borçlanma ve 36,6 milyar TL net iç borçlanma yapmıştır. Hazine’nin büyüyen nakit açıklarını finanse etme çabasının borç stoklarında da bir artış meydana getirmesi kaçınılmazdır.
Piyasa iç borç çevirme oranı ciddi biçimde artmıştır.
Ocak-11 Eylül 2009
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Hazine’nin büyüyen nakit açıkları ve bunların daha çok iç borçlanmayla finanse edilmesi zorunluluğu, piyasa iç borç çevirme oranında ciddi artışlara neden olmuştur.
2002 yılından bu yana %100 seviyesinin altında seyreden bu oran, 2009 yılının ilk dokuz ayında %112 seviyesine ulaşmıştır. İç borç çevirme oranının %100’ün altında olması, faiz ödemeleri hariç olmak üzere borç stokunun azaldıı anlamına geldiğinden kritik eşiği oluşturmaktadır. 2009 yılında bu oranın %100’ün üzerinde seyretmesinin neredeyse kesin olması borç stoklarındaki imenin de önemli bir işaretidir. Bunun anlamı Hazine’nin vadesi gelen iç borç stokundan daha fazlasını borçlanmak zorunda kaldığıdır.
Kamu borç stoklarının milli gelire oranı artış eğilimine
girmiştir. (I)
Yıllıklandırılmış
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
2001 krizinden bu yana sürekli azalan kamu kesimi brüt borç stoku 2008 yılı ile beraber yeniden artış eğilimine girmiş bulunmaktadır. Faiz dışı fazla politikalarıyla sağlanan mali disiplin sayesinde 2002 yılında %78,9 seviyesindeki toplam kamu brüt borç stokunun milli gelire oranı 2007 yıl sonunda %42,2’ye kadar gerilemiş, ancak gevşetilen mali disiplin yüzünden söz konusu oran 2009 yılının ikinci çeyreğinde 4,4 puan artarak %46,6’ya ulaşmıştır. 2009 yılı ve sonrasına ilikin bütçe açığı miktarlarının bu oranı biraz daha yukarılara çekmesi kaçınılmazdır.
Kamu borç stoklarının milli gelire oranı artış eğilimine
girmiştir. (II)
Yıllıklandırılmış
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Benzer eğilimi kamu net borç stoklarından da izlemek mümkündür3. 2002 yılında %61,4 seviyesinde olan kamu kesimi net borç stokunun milli gelir içindeki payı 2007 yılına geldiğimizde %29’a kadar gerilemiştir. Ancak, bozulan mali disiplin bu dönemden sonra toplam kamu net borç stokunun da artmasına neden olmuş, oran 2009 yılı ikinci çeyreğinde %30,5’e ulaşmıştır. Önümüzdeki dönem bütçe açıklarının
tıpkı brüt borç stokunda olduu gibi toplam kamu net borç stokunu da arttırması kesine yakın görünmektedir.
3Kamu Net Borç Stoku, toplam kamu borç stokundan Merkez Bankası net varlıkları, kamu mevduatı ve işsizlik
Sigortası Fonu net varlıklarının düşülmesi yolu ile hesaplanmaktadır.
Kamu borç stoklarının milli gelire oranı artış eğilimine
girmiştir. (III)
Tahmin, Hedef
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı, KEP
Diğer bir borç göstergesi olan ve daha çok Avrupa Birliği kriterleri çerçevesinde ele alınan genel hükümet brüt borç stokundaki gelişmeler de krizin etkilerini taşımaktadır. 2002 yılında %73,7 seviyesinde olan genel hükümet brüt borç
stokunun milli gelire oranı, 2007 yılında %39,4’e kadar indirilebilmiştir. Ancak, bu dönemden sonra yeniden artış eğilimine giren oranın 2009 yılında %47,3’e çıkması
beklenmektedir. Başka bir anlatımla, 2008’den 2009’a geçerken oranda beklenen artış 7,8 puandır. Bu konudaki Maastricht Kriteri*nin %60 olması sebebiyle gelecek dönem gerçekleşmelerinin bu oranın altında kalması beklense de oranın yeniden yükseliyor olması gelecek dönem için önemli bir endişe kaynağı olacaktır.
Maastricht Kriteri: % 60 Kamunun iç borcunun vadesi çok kısadır.
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
2001 krizinden bu yana kamu borç stokunun milli gelire oranı önemli ölçüde düşürülmüş, ancak borç stokunun vadesinde önemli bir kazanım elde edilememiştir.
Öyle ki, piyasadan yapılan iç borçlanmanın ağırlıklı ortalama vadesi 2009 Ağustos sonu itibariyle sadece 33 aydır. Stokun ortalama vadesi ise yine aynı dönem itibariyle 24,2 aydır. Hazine toplam iç borç stokunu 2 yılda çevirmek zorundadır ki, bu önemli bir mali baskı yaratmaktadır. Borç stoklarının miktarının artacağı önümüzdeki dönemde vadenin de kısa kalışı önemli bir kırılganlık nedeni olacaktır.
Kamunun dış borçlanmasında vade kısalmaktadır.
9 Ekim 2009 itibariyle
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Uluslararası likidite koşullarındaki bozulma kamu dış borç stoklarında vade kısalması olarak kendini göstermektedir. Hazine’nin dolar cinsi Eurobond* ihraçlarının vadesi 2006 yılında 22,4 yıl iken, 2009 yılında 9,1 yıla gerilemiştir. Öte yandan, 2005 yılından bu yana sürekli artan dış tahvil stokunun süresi 2009 yılında gerilemeye başlamıştır. İç borç stokunun vadesinin zaten kısa olduğu düşünüldüğünde, dış borç
stokunun vadesinin de kısalmaya başlaması olumsuz bir sinyal olarak algılanmalıdır.
Kamunun dış borçlanmasının maliyeti artmaktadır.
9 Ekim 2009 itibariyle
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Vadenin kısalmasına ek olarak kamu dış borçlanmasının maliyeti de artma eğilimine girmiştir. Kamunun dolar cinsi borçlanmasının maliyeti 2002 yılında %10,7 iken, dönem boyunca uygulanan sıkı maliye politikasının ve uygun uluslararası likidite koşullarının da etkisiyle 2006 yılında %7,3’e indirilebilmiştir. Ancak, değişen koşullar ve uygulanan politikalar dolar cinsi dış borçlanma maliyetini yeniden yükselen bir
patikaya sokmuştur. Kamunun Euro cinsi dış borçlanmasındaki son dönem maliyet artışı ise daha belirgindir.
Küresel kriz yurtdışı kaynaklara ulaşımı zorlaştırmıştır.
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Küresel krizle beraber uluslararası likidite koşullarındaki değişmeler ülkemizdeki ekonomik aktörlerin dış krediye erişim olanaklarını önemli ölçüde sınırlandırmış görünmektedir. Bunun sonucu olarak 2001 krizinden itibaren sürekli artan dış borç stokları, 2008 yılındaki 278,1 milyar dolarlık zirve seviyesinden sonra ilk kez 2009 yılında gerilemiştir. 2009 yılının ilk çeyreğinde Türkiye 9,5 milyar dolar net dış borç ödemitir.
Özel sektörün dış krediye erişim olanaklarındaki kırılma çok belirgindir.
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Dış krediye eriğim olanaklarının sınırlanmasının etkisi en fazla özel sektör üzerinde hissedilmektedir. Merkez Bankası dahil olmak üzere toplam kamunun dış borç stoku, 2009 yılında hemen-hemen sabit kalırken, özel sektör dış borcu 9 milyar
dolar azalmıştır. Başka bir anlatımla, Türkiye’deki kamu kurumları hariç gerçek ve tüzel kişiler 9 milyar dolar net dış borç ödemişlerdir. Özel sektörün dış borçlanma olanaklarının sınırlanması bu kesimin yurtiçi yatırım eğiliminin de önemli ölçüde düştüğü anlamına gelmektedir. Çünkü, özel sektör yatırımlarını daha çok dış tasarruflarla finanse etmektedir.
Dış kaynağa erişim olanakları hem bankacılık hem de reel sektör açısından sınırlanmış görünmektedir.
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Küresel etkiler sebebiyle dış kaynağa erişim olanaklarının sınırlanmasından hem finanssal kuruluşlar hem de reel sektör firmaları olmak üzere özel sektörün tamamı nasibini almıştır. 2009 yılının ilk yarısında özel sektör finanssal firmalarının dış borcu 4,3 milyar dolar, reel sektör firmalarının dış borcu ise 4,7 milyar dolar azalmıştır.
Sonuç olarak, küresel kriz hem reel sektör firmalarını hem de finanssal sektör firmalarını vurmaktadır.
Önümüzdeki dönem ülkemizi yüklü dış borç ödemesi
beklemektedir.
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Türkiye’nin önümüzdeki dönem dış borç geri ödeme miktarlarının büyüklüğü önemli bir kırılganlık nedenidir. Bu durum dış kredi olanaklarının önemli ölçüde sınırlandığı küresel kriz ortamında daha da önemli bir sorun olma potansiyeli
taşımaktadır. 2009 yılının son dört ayında yaklaşık 30 milyar dolar dış borç geri ödemesinin 25 milyar dolarını yerine getirmek zorunda olan özel sektör için sorun çok
daha ciddi boyutlardadır.
2009 yılının sonlarına doğru yapılacak yeni borçlanmaların bir kısmının ödemesinin 2010 yılı içine düşeceği varsayımıyla 2010 yılında özel sektörün yapacağı dış borç geri ödemesinin miktarı ise 40 milyar doların üzerine çıkacaktır. Sonuç olarak, yüklü dış borç ödemelerinin önümüzdeki dönemin endişe kaynaklarından biri olmaya devam edeceği anlaşılmaktadır.
Reel sektörün dönem boyunca artan dış borç stoku,
sektörü ciddi bir kur riskiyle karşı karşıya bırakmıştır.
Kaynak: TCMB
2001 krizi sonrası uygun uluslararası likidite koşulları reel sektörün dış kaynağa yönelmesine neden olmuş, bu durum bir yandan reel sektörün dış borç miktarını arttırırken bir yandan da sektörü ciddi bir kur riskiyle karşı karşıya bırakmıştır. Reel
sektörün döviz cinsinden varlıklarıyla döviz cinsinden yükümlülükleri arasındaki fark, 2008 yıl sonunda yaklaşık 80 milyar dolara ulaşmıştır. Bu durum, sektörü kur değişmelerine karşı daha hassas hale getirerek ekonomide önemli bir kırılganlık kaynağı haline getirmiştir. Öyle ki, 2001 krizi esnasında finanssal sektör nasıl bir kur riskiyle karşı karşıya kalmışsa bu kez reel sektör aynı riskleri yüklenmiş
görünmektedir.
Dış kaynağa erişim olanaklarının iyice daraldığı 2009 yılının ilk çeyreğinde reel sektör döviz pozisyon açığı bir miktar azalmış görünse de açığın toplam boyutu hala önemli bir tehlike arz etmektedir. 2009 yılı Mart ayı itibariyle 74,1 milyar dolar seviyesinde olan reel sektör döviz pozisyon açığı aynı dönemdeki Merkez Bankası brüt döviz rezervlerinden bile fazladır.
Kredi kartı ve tüketici kredisi borcunu ödemeyen kişi
sayısı hızla artmaktadır.
Kaynak: TCMB
Krizin hane halkı üzerindeki yansımalarını ise kredi kartı ve tüketici kredisi borcunu ödemeyen kişi sayısındaki artıştan takip etmek mümkündür. Krizle beraber yaygın işsizlik ve artan yoksulluk hane halkının kredi borçlarını ödemekte zorlanması
sonucunu doğurmuştur. Merkez Bankası gözetiminde tutulan kütüklerde tüketici kredisi ve kredi kartı borcunu ödemeyen kişi sayısı 2006 yıl sonunda 522 bin kişi iken, 2009 yılı Ağustos ayı itibariyle 1 milyon 168 bin kişi artarak 1 milyon 690 bin kişiye ulaşmıştır.
Kredi dönüşlerinde yaşanan sorunlar kredilerin takibe
dönüşüm oranını arttırmıştır.
Kaynak: BDDK
Kullandırılan kredilerin takibe dönüşüm oranının hızla yükselmesi hane halkı ve firmaların kriz sebebiyle ciddi bir ödeme sorunu yaşadıklarının bir göstergesidir. Son
bir yılda bankalarca ve dier finanssal kuruluşlarca kullandırılan kredilerden vadesinde ödenmeyip takibe dönüenlerin toplam kredilere oranı %65,7 oranında artarak %3,06’dan %5,07’ye çıkmıştır. Takibe dönüşüm oranları henüz alarm seviyelerinin
çok altında olmakla birlikte oranın yükselen bir seyir izlemesi bu alandaki kırılganlığın arttığına işarettir.
Bankalar kredi kullandırma konusunda daha ihtiyatlı bir tutum içine girmişlerdir.
Kaynak: BDDK
Kriz bankaları kredi kullandırmak konusunda ihtiyatlı bir tutuma sevk etmiş görünmektedir. 2001 krizinde yaşanan deneyimlerin de bu tutumda büyük katkısı bulunmaktadır. 2002 yılından itibaren düzenli bir biçimde artan kredilerin toplam
varlıklara oranı, 2009 yılının ilk yarısında 2008 yılındaki %50,2’lik zirve seviyesinden 2,3 puan gerileyerek %47,9’a inmiştir. Her ne kadar bankaların kriz dönemindeki bu
ihtiyatlı tavrı, onların riskini azaltıyor olsa da ekonomik aktivitelerin yavaşlamasına neden olmaktadır.
Mevduatlar Hazine’nin finansmanına yönelmeye
başlamıştır.
Kaynak: BDDK, OVMP (2010-2012)
Bankalar, kredi kullandırma konusundaki ihtiyatlı tutumlarını Hazine’yi her geçen gün daha fazla fonlayarak telafi etmeye çalımaktadırlar. Hazine’nin bozulan mali dengeler dolayısıyla artan finansman ihtiyacı ve Hazine’yi finanse etmenin bankalar için risksiz olması bu süreci besleyen temel unsurlar arasındadır. Hazine’nin her geçen gün daha fazla fonlanması reel sektöre ve hane halkına verilebilecek fonları
azaltmakta, bankaların asli unsuru olan kredi verme fonksiyonunu zedelemektedir.
İktisatta dışlama etkisi (Crowding out) olarak bilinen kamu açıklarının özel sektörün krediye ulaşım olanaklarının sınırlandırılması süreci, küresel krizle birlikte Türkiye
ekonomisi için yeniden geçerlilik kazanmış görünmektedir.
Dönem boyunca hızla yükselen hane halkı borçluluğunda krediye erişim olanaklarının sınırlanmasının etkisi hissedilmektedir.
Kaynak: BDDK
2001 sonrası dönemde uluslararası likidite koşullarındaki olumlu ortamın da etkisiyle tüketici kredileri ve kredi kartı borç bakiyesinden oluşan hane halkı borç miktarı önemli ölçüde artmıştır. Öyle ki, 2003 yılında sadece 8 milyar TL olan
hane halkı borç* miktarı 2009 yılının ilk yarısında 106 milyar TL’ye ulaşmıştır. Küresel krize rağmen artış eğilimi devam ediyor olmakla beraber hane halkı borç miktarının artış hızında göreli bir yavaşlama görünmektedir. Krediye erişim olanaklarının daralmasının bu sonuçta katkısı büyüktür. Hane halkı yükümlülüklerini varlıklarıyla oranladığımızda 2008 ve 2009 yıllarında bir düşüş gözlemlenmektedir. Oran, söz
konusu dönemde 1,6 puan gerilemiştir.
Sonuç bölümü, ülkenin ne denli güç süreçlerden geçtiğini vurguluyor:
Türkiye ekonomisi, küresel krizden en fazla etkilenen ekonomilerden biridir. Krizin ekonomimiz üzerindeki etkileri analiz edildiğinde, yaşanan olumsuzlukların 2001 yılındaki
büyük çöküşle eşdeğer olduğu, hatta bazı açılardan ondan daha derin izler taşıdığı anlaşılmaktadır. Nitekim, ekonomi son üç çeyrek boyunca çok sert bir biçimde daralmış, kapasite kullanım oranları ve sanayi üretim endeksi düşmüş, reel kesimin ve tüketicilerin ekonominin geleceine olan inançları sarsılmış, bunun sonucunda yatırım ve tüketim harcamalarında önemli gerilemeler kaydedilmiştir.
Türkiye ekonomisi, bu performansıyla küresel krizin etkileri açısından dünyanın geri kalanından hızla ayrışmıştır. Daha ilginç olanı, bu ayrışma sürecinin küresel kriz başlamadan
çok önceleri hissedilmeye başlanmış olmasıdır ki, bu durum uygulanan makro ekonomik politikaların daha önceden tıkanmaya başladığı anlamına gelmektedir. Kriz işsizlik oranlarında ciddi artışlar meydana getirmiş, işsizlikte yeni bir patikaya girilmiştir. 2001 sonrası uygun uluslararası likidite koşullarının da etkisiyle göreli olarak hızlı sayılabilecek bir büyüme performansına rağmen, işsizlik oranlarını aşağıya çekebilecek bir istihdam artışı sağlanamamış, ayrıca bu son krizle yaklaşık 1 milyon kişi daha işini kaybetmiştir. İşsizlik oranlarının daha uzunca bir süre kriz öncesi seviyelerine gelmesi muhtemel görünmemektedir.
Enflasyon cephesinde ise ilk bakışta ciddi bir kazanım elde edilmiş gibi görünse de bunun nedeninin krizin yarattığı talep yetersizliği olduğu anlaşılmaktadır. Zira, yurtiçi ve yurtdışı talepte yaşanan daralma toplam talebi toplam arz seviyesinin altına çekmiştir.
Krizin dış denge üzerindeki etkisi iki yönlü olmuştur; ilk olarak 2001 krizi sonrası hızlı bir biçimde yükselen cari işlemler açığı küresel krizin etkisiyle kapanma eğilimine girmiş görünmektedir. Ancak, Türkiye ekonomisinin ithalata ve dolayısıyla dış açığa bağımlı olan büyüme dinamiği, daralan cari işlemler açığını kötüleen yatırım ve büyüme ikliminin bir göstergesi haline getirmektedir. Nitekim, daralan ara malı ithalatı büyüme olanaklarını ciddi bir biçimde sınırlandırmaktadır.
İhracat ise son bir yılda %23,5 oranında azalmıştır.
Öte yandan, kriz cari işlemler açığının finansmanının kalitesinde de ciddi bir bozulma yaratmıştır. Son bir yıllık rakamlara bakıldığında doğrudan yabancı yatırımlar gerilemiş,
portföy yatırımlarından net çıkış gerçekleşmiş ve Türkiye net dış borç ödeyicisi konumuna gelmiştir. Finansmanın kalitesini bozan en ciddi gelişme ise kaynağı tam olarak tespit 87
edilemeyen döviz girişlerini gösteren net hata ve noksan kaleminde gözlenen yaklaşık 15 milyar dolarlık net giriştir.
Küresel kriz mali disiplini ciddi bir biçimde zedelemiş görünmektedir.
Tüm mali göstergeler 2009 yılı bütçesi ile birlikte bozulmuştur. Merkezi yönetim bütçe açığının milli gelire oranı %1,8’den %6,6’ya çıkmış, faiz dışı fazla veren kamu, faiz dışı açık verir hale dönüşmüştür. Bu sürecin bir sonucu olarak genel kamu borçlanma gereğinin milli gelir içindeki payı 3,1 puan yükselerek %4,6 ya ulaşmış, Hazine nakit açığı yaklaşık 6 kat artmış, kamu borç stoklarının milli gelir içindeki payı uzun bir aradan sonra yeniden artma eğilimine girmiştir. Borç stoklarındaki artışın önümüzdeki dönem de devam edeceği tahmin
edilmektedir. Öte yandan, kamu iç borç stokunun vadesi kısa kalmaya devam etmiş, dış borç stoklarının ise hem vadesi kısalmış hem de maliyeti yükselmiştir.
Kriz, özel sektör borçluluğuna ilişkin rakamlar üzerinde de kendisini göstermiş, dış kredi olanaklarının sınırlanmış olmasına paralel olarak özel sektör dış borç stokları azalmış,
sektör net dış borç ödeyicisi konumuna gelmiştir. Özel sektörün dış borçlanma olanaklarının sınırlanması bu kesimin yurtiçi yatırım eğiliminin de önemli ölçüde düştüğü anlamına
gelmektedir.
Krizin derin izlerini firmalar kesimine ek olarak hane halkı üzerinde de izlemek mümkündür. Tasfiye olunacak kredi kartı ve tüketici kredisi borcu bulunan gerçek kişi sayısı 2008 yılının ikinci yarısı ile 2009 yılının ilk sekiz aylık döneminde neredeyse 2 kat artmıştır.
Krediye erişim olanaklarının sınırlı kalmasına paralel olarak bu kesimin istikrarlı biçimde artan yükümlülük/varlık oranı kriz döneminde hafifçe gerilemiştir.
Bankalar kriz boyunca kredi kanallarını açık tutma konusunda ihtiyatlı bir tavır içine girmişler, firmalar ve gerçek kişilere kredi vermek yerine daha az riskli gördükleri Hazine’yi fonlamayı tercih etmişlerdir. Bütün bu gelişmeler, Sayın Başbakanın Türkiye’nin krizden en az etkilenen ülkelerden biri olduğu ve krizin ülkemizi “teğet geçeceği” söyleminin ne kadar isabetsiz olduğunu ortaya koymaktadır.
Kriz Türkiye’de çok derin izler bırakmıştır ve bu izler kısa bir süre içinde silineceğe de benzememektedir. Bu gelişmelere kulak tıkamak ve onları yok saymak yerine, mevcut durumun farkında olup ekonominin kırılganlıklarını azaltacak orta ve uzun vadeli politikalar oluşturmak yaşamsal görünmektedir. Her zamankinden daha fazla küreselleşmiş olan dünyada, ülke olarak bu tür olumsuz etkilerden mümkün olduğunca az etkilenebilmenin yolu da bundan geçmektedir.
GSYH*: Gayri Safi Yurtiçi Hasılat; bir ülke sınırları içerisinde belli bir zaman içinde, üretilen tüm nihai mal ve hizmetlerin para birimi olarak değeri...
GSMH: Gayri Safi Milli Hasılat; bir ülke vatandaşlarının veri bir yıl için ürettikleri toplam mal ve hizmetlerin, belli bir para birimi karşılığındaki değerinin toplamı..
Ex- ante*: Önceden-uygulama öncesi-beklenilen değer.
Reel Sektör*: Ekonomide, paradan faiz geliri ile para kazanmayıp, üretim yaparak para kazanan sektör..
Reel Kesim Güven Endeksi*: Reel kesime yönelik , modele ve duruma göre/konjonktürel gelişmelerdeki genel eğilimi ortaya çıkarmak ve ekonomik karar birimlerine gerekli olan gelecek beklentilerine ilişkin bilgi sunmaktır.
Cari Açık*: Ülkenin cari /geçerli işlemlerinde borçlarının toplamının, alacaklarının toplamını aşması halinde oluşan ödemeler bilanço su açığı..
Kamu Kesimi Yatırım-Tasarruf Dengesi*: Cari işlemler açığının ardındaki neden ekonominin toplam yatırımlardan daha az tasarruf etmesidir, yani yeni yatırımlar yapmak içir kenara para koyamama, parayı yatırım aracına vererek yeni para yaratılıp yeni yatırımlara yönlendirilmemektedir; buna "Tasarruf açığı" denir ve bu olgu cari işlemler açığına eşittir. Yurtiçindeki toplam tasarruf açığı yurtdışındaki tasarrufların ithali yoluyla finanse edilerek, kamu kesimi yatırım-tasarruf dengesi sağlanmaktadır. Bu süreç 2000’ler sonrasında Özel sektör içinde işlemeye başlamıştır.
Portföy Yatırım*: Yatırımcıların faiz veya kâr payı sağlamak amacıyla bono, tahvil, hisse senedi gibi kıymetli evrakları toplamalarıdır. Devlet tahvillerinin alımı portföy yatırımlarına bir örnektir.
Likidite*: Ekonomik varlığın, para gibi hemen değişimde kullanabilme özelliğine sahip olması..Likiditesi en yüksek varlık paradır.
Net hata noksan kalemi*: Bir yere yazılamayan döviz hareketleri.
Reel Faiz*: Enflasyondan arındırılmış faiz.
Reel Kur Endeksi*: Bu endeks bize ülkemizde gercekleşen enflasyon ve devalüasyon sonrası karşılaştırıldığı yabancı para birimine göre değerini verir.Özü, paranın enflasyon ile kaybettiği değerinin devalüasyon ile kura yansıtılarak eşlenmesinden geçmektedir. Bir diğer anlatımla paranın iç değeri düşüyorsa dıştaki değeri de düşmelidir. 100'u baz alırsak -Türkiye’de reel kur'da baz olarak 1994 Aralık ayı esas alınmaktadır-, enflasyonun para birimimizin devalüasyonundan büyük olduğu noktalarda paramız fazladan daha değerli hale gelmekte ve endeks 100'un üstüne çıkmaktadır; böyle durumlarda paramız görece değerli olduğundan ithalat yapmak kazançlıdır-dolar karşılığı daha ucuza alırız-. 100'un altına indiğinde ise dolar görece değerli olduğundan ihracat yapmak faydalıdır , ancak ihracat hacmi artı değer yaratacak kadar çok olmayan durumlarda zorunlu olarak yapılan ithalat -örneğin ülkemiz için petrol ürünleri- enflasyona yol açabilir ve enflasyon da devalüasyona neden olup bir döngü-olayın birkaç defa yaşanması- yaratabilir. haziran 02 için us dolar karşısında reel kur endeksimiz 116.9, Euro için 150.7'dir.
Dezenflasyon*: Fiyatların artış hızını, yani enflasyonu azaltmak.
Döviz Tevdiat: Aslı mevduatın çoğuludur ve belli bir süre sonra geri alınmak üzere bankaya faizle yatırılan para anlamındadır/yatırga. Döviz olarak yatırılırsa, al sana doviz tevdiat..
DİBS Portfoyü*: Devlet İç Borçlanma Senedi Portföyü.
DİBS: Devletin, cari yıl bütçe kanununa dayanarak bütçe açıklarının finansmanı amacıyla çıkardığı borçlanma senetlerinin genel adi.
Portföy: Sahip olunan varlıkların yatırım sonucu oluşturduğu toplam değer.
Kote*:Borsa, hisse senetlerinin ticaretinin yapıldığı piyasa.
Faiz Dışı Fazla*: Faiz giderleri ve faiz dışı giderlerden oluşan bütçenin giderleri, gelirlerinden büyükse bütçe açığını ortaya çıkarır. İşte bu noktada bütçe gelirleri faiz dışı giderlerden büyükse o zaman faiz dışı fazla olgusu karşımıza çıkar. Genellikle bütçenin denk olması istenir, fakat, gelirleri giderlere yetmediği için denklik olmaz ve ülkenin bütçesi açık verir, o noktada ülkenin bütçesinin faiz dışı fazla vermesi gerekir. Eğer ki; ülkenin gelirlerinin faiz dışı giderlerinden fazla olmasını istiyorsan ve gelir fazlasını faiz giderlerinin ödenmesinde kullanmak istiyorsan...
Bazen faiz giderlerini karşılamak için borçlanmaya gidilir ve bu sıkıntı yaratır. Daha doğrusu, ülkenin gelirleri faiz dışı giderlerini karşılayamıyorsa, yani bir ülke geçmişte aldığı borçların faizlerini ödemek için bile borçlanıyorsa, gün gelir o ülke borçlarını ödeyemez. Ardından ülkenin kamu yönetimine borç vereni kalmaz.
Maastricht Kriterleri*:Avrupa Birliği ülkeleri ve adayları için ekonomik performans kriterleridir :
1. Ülkenin enflasyon oranı, o yılın en düşük enflasyon oranına sahip uç ülke ortalamasının en fazla 1,5 puan üzerinde olabilir.
2. Kamu harcamaları, bütçe açığının %3'unu geçemez.
3. Toplam konsolide borç miktarı, hasılanın %60'ini geçemez.
4. Uzun donem faiz oranları, en düşük üç ülke ortalamasının en fazla 1,5 puan üzerinde olabilir.
5. Ülke, son iki yılda devalüasyon yapmamış olmalıdır.
Eurobond*:Türkiye Cumhuriyeti devleti hazinesinin yurtdışına ihraç ettiği yabancı paralar cinsinden tahviller.
Hane Halkı Borç*: Kredi kartı, taksitli satışlarla ailelerin yaptığı borçlanmalar..
Tobin vergisi: Ülke üretkenliğine katkısı olmayan, fakat belirsizliklerin yoğun olduğu durumlarda riskleri ve kırılganlıkları arttırıp yeri geldiğinde ekonomileri krize sürükleyen son darbeyi vuran, çok kısa vadeli sermaye hareketlerini azaltmak için önerilmiş bir döviz işlemleri vergisi.
Bir başka deyişle; Amerikalı Nobel ödüllü iktisatçı James Tobin’in 1971 yılında, spekülatif amaçlı kısa vadeli sermaye hareketlerinin vergilendirilmesi yoluyla, piyasa hassasiyetlerinin azaltılabileceğini ve döviz spekülasyonlarının önemli ölçüde azaltılabileceğini ileri sürdüğü vergi türü...
Kısaltmalar:
TCMB : Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası
TÜFE : Tüketici Fiyatları Endeksi
TÜİK : Türkiye İstatistik Kurumu
BDDK : Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu
DİBS : Devlet iç Borçlanma Senedi
GOÜ : Gelişmekte Olan Ülkeler
GSMH : Gayri safi Milli Hasıla
GSYH : Gayri safi Yurtiçi Hasıla
IMF : Uluslararası Para Fonu
İMKB : İstanbul Menkul Kıymetler Borsası
KEP : Katılım Öncesi Ekonomik Program
OVMP : Orta Vadeli Mali Plan
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
TEKNOPOLİTİKALAR PLATFORMU
evesbere@mynet.com
GSM: 0506 609 00 32
Tel. 0312 431 96 88
Posta kutumdan çıkan ve beni sevindiren rapordan, yani CHP’nin “Türkiye Ekonomisinin Krizi” raporunun dan söz edeceğim. Belki haddim değil ama, hakkım olduğunu düşünerek olguyu işlemeye çalışacağım ve herkesin, özellikle “CHP’de proje ve programı yok” diyenlerin okuması için de internet aracılığıyla yaygınlaştıracağım..
Rapor; her hangi bir konu ya da olayla ilgili inceleme sonucunu tespit ederek bildiren yazılardır.
Burada konu veya olay bir projedir; AKP iktidarının öteden beri uyguladığını söylediği ekonomik projesi. CHP kendi projesini baz alarak karşı projenin raporunu hazırladığını söyleyebiliriz.
Milli Prodüktivite Merkezi, yani Ulusal Verimlilik Merkezi; “Bir projeyi niçin hazırlıyorsunuz, hangi hipotezi(Varsayımı, yani bir düşünceyi) ispatlayacaksınız, Rapor, seçtiğiniz Proje hakkında yaptığınız her türlü araştırmanın özetidir. Başlangıçtan bitişe, bütün projenin toplanan ve gözlenen bilgilerini içermelidir..” diyor.
Yeterli ve doyurucu bir çalışma olmuş . Rapor hazırlamak sıradan bir olay değil, projesi olmayan, projeden anlamayanlar rapor hazırlayamaz, çünkü rapor; projeyi öncesi ve sonrası ile resmeden çalışmadır ve projelerin işleviyle birlikte ruhunu yansıtır, dolayısıyla hazırlayanların yeterlilik boyutundaki birikimlerini de..
Raporlar incelendikleri konuyu, iyice aydınlattıktan, kesin bir kanıya vardıktan sonra kamuya sunulur. Çünkü rapor, örgütsel işleyişin vazgeçilmez araçlarından biridir. Yaşamın her alanından, örgütün tüm birimlerinden hareketin merkezine akacak raporlar, hareketin alanlara ve mücadeleye müdahalesinin can damarlarından birini oluşturur.
Masal değil gerçekler anlatılmış bu raporla, çünkü konuya hakimler. Biliyorlar ki topluma hesap vermek zorundalar ve bu nedenle muhasebesini plan ve program dahilinde yapmışlar. Bu nedenle rapor somut verilerle dopdolu bir içerik olarak karşımıza çıkmış..
İşte CHP uygulanan projenin; toplumunu yararlanmasına ve eleştirisine sunduğu bir rapor hazırlamış. Bu rapor bir araştırmanın ürünüdür ve problemlere çözüm getirmeye yöneliktir. Planlı ve sistemli çalışılmış. Özdeki amaç; varılan sonucu başkalarına duyurmak ve bilgi birikimi sağlayarak denetlenebilirliği sağlamaktır. Açıklık ve sadeliğiyle bilimseldir; okuyucuyu kesin sıkmamaktadır. İlgi uyandıran tablolar içermesi olgunun ne denli bilimsel bir disiplinle hazırlandığının göstergesidir. Doğruluk boyutu tarafsız duruşla güçlendirilmiş. En önemlisi doğruları asla yadsımamış bir duruşa sahip rapor..
Bu elbetteki bir proje değildir, bu seçenek projelerin sunumu öncesi yapılan bir hasar saptamasıdır...
Geç kalmadım mı bu konuyu işlemekte? Hayır geç kalmadım, aksine bile-bile geciktirdim; ilgi duyanlara ve duyması gerekenlere bir kez daha anımsatmak için...
Evet, yıllardır “CHP’nin ne programı ne de projesi var” diyenlere, CHP’nin hazırlamış olduğu ‘Ekonomik Kriz Rapor’ doğrultusunda yanıt vermeye çalışacağım.
Öncelikle; “CHP’nin Projesi, programı yok” diyenlere, bırakın hazırladığı yüzlerce raporları; aşağıdaki projelerin bazılarını anımsatmak isterim:
CHP, “Yaşlılarımıza Sahip Çıkıyor” Projesi
Türk Sporunda Kültürel Reform Projesi
Limanlarda Yeniden Yapılanma Ve Ekonomik Verimliliklerinin Artırılması Projesi
Halk Turizmi Projesi
Kuraklık Ve Su Sorunu Projesi
Kasım-Şubat Ekonomik Krizlerinin Hasar Tespiti
Yolsuzlukla Mücadele Paketi
Okul Öncesi Eğitimin Geliştirilmesi Projesi
Sağlıklı İlaç Kullanımında Temel Politikalar
Çiftçinin Bilgi İle Buluşturulması Projesi
Kürt Sorununa Çözüm, “Ayrıştırıcı” Değil, “Kaynaştırıcı” Nitelikte Olmalıdır 01-06-2009
CHP Zeytin Ve Zeytinyağı Üreticilerinin Sorunlarını Araştırma Komisyonu Raporu (04 Ocak 2006) 04-01-2006
CHP’nin 31. Kurultayına Sunulan Temel Çözümler Bildirgesi (19-20 Kasım 2005) 19-11-2005
Müzakere Çerçeve Belgesi (İngilizce Orijinal Metin) 03-10-2005
Müzakere Çerçeve Belgesi (Gayri resmi Tercüme) 03-10-2005
İşte Akp’nin Ve Gül’ün Kırmızı Çizgileri, İşte Gerçekler 19-12-2004
İşsizliği Önleyecek 10 + 5 Öneri 06-12-2004
Kadın 2004 28-09-2004
CHP 30. Olağan Kurultayı Temel Sorunlar Ve Temel Çözümler Bildirgesi (23- 24 Ekim 2003) 24-10-2003
Çiftçinin Bilgi İle Buluşturulması Projesi - 19-02-2002
Demokratikleşme Raporu İnsan Hakları Hukuk Devleti (Haziran 2001) 18-06-2001
Çağdaş Parti Örgütlenmesi 31-03-2000
CHP Programı Eğitim El Kitabı (Pieb Yayını) 00-12-1999
Cumhuriyet Halk Partisi'nin İdeolojik Temel Özü 00-12-1999
Ekonomi Politikaları İçin Stratejik Seçenekler (CHP Pam Yayını) 00-09-1999
Doğu Ve Güneydoğu Raporu (Ocak 1999) 19-01-1999
Demokratikleşme Ve İnsan Hakları (Ocak 1999) 19-01-1999
CHP İktidarında Sivil Toplum Kuruluşları Ön Rapor 00-11-1998
CHP-SHP Bütünleşme Genel Kurulu Ana İlkeler Ve Temel Hedefler Bildirgesi (18 Şubat 1995) 18-02-1995
Adalet - Hukuk Ve Yargı 00-00-0000
Çevre Ve Sürdürülebilir Kalkınma 00-00-0000
Genelde CHP’yi eleştiren sayın Derya Sazak(5/11/2009) raporla ilgili şunları yazmış: “.....CHP yükselişe geçti. Son anketler bu eğilimin devam ettiğinin sinyalini veriyor.
CHP’nin bu aşamada küresel ekonomik krizin Türkiye üzerindeki etkilerini tartışmaya açması çok önemlidir. Başbakan Erdoğan’ın “Teğet geçecek” dediği kriz, 2009 sonunda olanca ağırlığıyla hissedilmeye başlamıştır..... CHP’nin “Türkiye Ekonomisinin Krizi” raporunda hızlı ve sürdürülebilir büyüme ile sosyal kalkınmayı hedefleyen “yeni bir ekonomik model” yaratmaya yönelik politikalardan söz ediliyor. CHP, bunu başarırsa, 2010’da erken seçim gözüken Türkiye’nin ağırlaşan siyasi ve ekonomik şartları iktidara gelme şansını artırır.”
Türkiye Ekonomisinin Krizi raporuna geçmezden önce Mahatma Ghandi’nin şu özlüsöz dizimine yer vermek istiyorum:
Söylediklerinize dikkat edin; Düşüncelere dönüşür...
Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür...
Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür...
Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür...
Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür...
Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür...
Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür...
Yatırım fonlarını ve doğrudan yabancı sermaye, sıcak para olgularını işleyen yazımı da okumanızı öneririm: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=93968
Türkiye Ekonomisinin Krizi:
Önsöz’ü her şeyi net olarak ortaya koyuyor.
2008 yılının son çeyreğinden başlamak üzere ülkemizi de etkisi altına alan küresel kriz Türkiye ekonomisini tüm yönleriyle etkilemeye devam etmektedir.
Krizden en fazla etkilenen ülkelerden birinin Türkiye olması, 2001 sonrasında uygulamaya konulan ekonomik politikaların doğruluğunun sorgulanmasını da beraberinde getirmiştir. 2001 krizinin hemen ertesinde yapılan müdahaleler yangını söndürmeye yetmiş, ancak sürdürülebilir bir büyüme ortamının oluşturulmasına giden süreç orta ve uzun vadeli politikalarla desteklenmediğinden tıkanmaya yüz tutmuştur.
Nitekim, tıkanma belirtileri daha 2005 yılında kendisini hissettirmeye bağlamıştır. Hükümet, küresel krizin Türkiye ekonomisini etkileme kapasitesini algılama konusunda da bir hayli yetersiz kalmış, mevcut kırılganlıkları görmezden gelerek hiç bir ciddi önlem almamıştır. Krizin ekonomiyi derinden etkilemeye başladığını gördüğünde ise bütünsellikten uzak bazı müdahalelerde bulunmak istemiş, ancak çok geç kalmıştır. Sonuç olarak, Türkiye ekonomisi küresel krize karı savunmasız ve sahipsiz bırakılmıştır.
Bu çalışma, küresel krizin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkilerini ortaya koyması açısından önemli bir işlev üstlenmektedir. Çalışma, krize dair Sayın Başbakan tarafından sıkça dile getirilen söylemlerin ne kadar geçersiz olduunun da bir kanıtı niteliğindedir. Öte yandan, burada yer alan tespitler hızlı ve sürdürülebilir büyüme ile sosyal kalkınmayı hedefleyen yeni bir ekonomik model yaratmaya yönelik politikaların belirlenmesine de katkı sağlayacaktır. Bu çerçevede, çalışmayı
kamuoyunun dikkatine sunar, emei geçen arkadaşlarıma teşekkür ederim.
Cumhuriyet Halk Partisi
Genel Başkan
Deniz BAYKAL
Giriş bölümü olgunun özünü anlatıyor:
Türkiye ekonomisinin 2001 krizi sonrasında girdiği toparlanma eğilimi, krizden kısa bir süre sonra hızla sona ermiştir. Zira, küresel kriz 2008 yılının ikinci yarısında kapımızı çalmadan çok önce 2001 sonrası uygulanmakta olan ekonomik politikalar ciddi tıkanma belirtileri göstermeye başlamıştır. Ancak, Hükümet bu belirtileri görmezden gelmiş, yapılan uyarılara kulak kabartmamış, bunun da ötesinde
yaklaşmakta olan krizi önleyici ya da etkilerini hafifletici nitelikte hiç bir ekonomi politikası düşünmemiştir. Kısacası, Türkiye küresel krize ekonomik gelişmelere karı duyarsız kalan bir hükümet elinde ve tıkanmaya yüz tutmuş ekonomik politikalarla yakalanmıştır.
Öyle ki, sorunun ciddiyetini kavramaktan uzak olan Sayın Başbakan ve Hükümet krizin Türkiye ekonomisini etkilemeyeceğini ve “teğet geçeceğini” iddia etmiştir.
Bu çalışma ile Sayın Başbakanın iddiasının Türkiye ekonomisi için ne kadar gerçek olduğu sınanmaya çalışılacaktır. Bu yönüyle çalışma, bir hasar tespit çalışmasıdır. Öte yandan bu tespit çalışmasının, bunun üzerine konumlanacak yeni ekonomik model tartışmalarına ve yeni ekonomik politikalara da sağlam bir zemin hazırlama işlevini üstleneceği düşünülmektedir.
Bu amaca uygun olarak çalışma dört bölüm halinde tasarlanmıştır. Birinci bölüm, büyüme ve istihdamdaki gelişmelere ayrılmıştır. Bu bölümde Türkiye ekonomisinin büyüme ve istihdam performansı sorgulanmış, bu performans dünyanın diğer ülkeleriyle karşılaştırılarak krizin etkileri değerlendirilmeye çalışılmıştır.
İkinci bölümde, enflasyona odaklanılmıştır. Enflasyon oranlarında sağlanan büyük düşüşlerin olumlu bir izlenim uyandırmakla birlikte aslında düşen yurtiçi taleple ne kadar ilikili olduğu teşhir edilmeye çalışılmıştır.
Bölümün ana teması hızlı enflasyon düşüşlerinin de aslında bir kriz göstergesi olduğudur.
Üçüncü bölümde, cari açık, cari açığın finansmanındaki gelişmeler ve dış ticaret verileri ele alınmıştır. Bu çerçevede, cari açıkla büyüme arasındaki ilikiler irdelenmiş, açık için sağlanan finansmanın büyüklüü ve kalitesi sorgulanmıştır. Bu bağlamda, sağlanan finansmanın büyüklüğünün ekonomi üzerinde yarattıı sanal etkilere ve finansmanın kalitesindeki bozulmalara yer verilmiştir. Ayrıca, dış ticarette
son dönemde yaşanan daralmalar da bölümün ana temaları içinde yer almaktadır.
Dördüncü bölüm, kamu maliyesi ve borç gelişmelerini içermektedir. Mali disiplindeki bozulma ve bu bozulmanın bir sonucu olarak artan kamu kesimi borçlanma gerei ve yeniden büyüme eğilimine giren kamu borç stokları bu bölümde üzerinde durulan en önemli konular arasında yer almaktadır. Özel sektör borç stokları ve hane halkı borçluluğundaki gelişmeler de ekonominin toplam borçluluk ve kırılganlığının bir göstergesi olarak bölüm içinde değerlendirilmiştir. Çalışmanın tamamı resmi verilerden türetilen grafik ve tablolar ile bunlarla ilgili açıklama ve yorumlardan olumaktadır. Kullanılan veriler 30 Eylül 2009 tarihi
itibariyle açıklanan veriler olup, bu tarihten sonra açıklanan veriler çalışma kapsamının dışında tutulmuştur.
BÖLÜM I
BÜYÜME VE İSTİHDAMDAKİ GELİŞMELER
Türkiye ekonomisi 2000’li yıllarda gerçekten hızlı
büyümüş müdür?
Türkiye ekonomisinin onar yıllık dönemler itibariyle büyüme performansına bakıldığında, ekonominin 2000’li yıllar boyunca gösterdiği performansın 1950’li yıllardan bu yana geçen tüm on yıllık dönemler içinde en kötüsü olduğu
anlaşılmaktadır.
GSYH büyümesi hızla düşmektedir.
2001 krizinden sonra bir toparlanma sürecine giren Türkiye ekonomisinin büyüme hızı, 2004 yılından itibaren istikrarlı bir biçimde gerilemektedir. 2004 yılında %9,4 oranında artan GSYH*, 2008 yılında sadece %0,9 oranında artmıştır.
GSYH’nın çeyrek dönemler itibariyle performansı
Türkiye ekonomisindeki çöküşü ortaya koymaktadır.
2008 yılının ilk çeyreğinde %7,3 oranında büyüyen ekonomi, 2009 yılının ilk çeyreğinde %14,3 oranında küçülmüştür. Bu küçülme 2. Dünya Savaşı yıllarından bu
yana Türkiye’nin yaşadığı en büyük küçülmedir. Bu eğilim 2009 yılının ikinci çeyreğinde de devam etmiş ve bu çeyrekte ekonomi %7 oranında daralmıştır. Böylece Türkiye ekonomisi son üç çeyrek dönem boyunca küçülmüştür.
Kriz boyunca kapasite kullanım oranlarında görülen
büyük azalma çöküşün bir başka göstergesidir.
2008 yılının sonbaharına kadar %80’ler civarında gezinen kapasite kullanım oranları bu tarihten sonra hızlı bir biçimde gerileyerek 2009 yılının şubat ayında %63 seviyesine inmiştir. Bu seviye hem 1994 hem de 2001 krizindeki seviyenin altındadır. Şubat ayından sonra hafifçe toparlanmaya başlayan kapasite kullanım oranları, Haziran ayından itibaren yeniden düşüşe geçmiştir. Şubat-Haziran dönemi arasındaki
göreli iyileşmede vergi indirimlerinin etkisinin olduğu düşünülmektedir.
Sanayi büyük üretim düşüşleriyle karşı karşıyadır.
Aylık Sanayi Üretim Endeksi, 2009 yılının şubat ayında %84,6’ya düşmüştür. Bu durum, Türkiye ekonomisinin sanayi üretim seviyesinin 2007 ve 2008 yılının aynı ayına göre sırasıyla %17,5 ve %23,9 oranlarında gerilemesi anlamına gelmektedir. Başka bir ifadeyle, krizin en yoğun hissedildiği aylardan şubat ayında sanayi üretimi
önceki yılın şubat ayına göre kabaca dörtte bir oranında daha az gerçekleşmiştir. Sanayi Üretim Endeksi, şubat-Temmuz arasında bir toparlanma eğilimi gösterse de 2009 yılının Temmuz ayındaki endeks değeri 2007 ve 2008 yılının aynı ayının sırasıyla %5,7 ve %9,1 altında kalmıştır.
Reel sektörün ekonomiye olan güveni sarsılmıştır.
Reel sektörün* ekonomiye olan güveni 2008 yılının yaz aylarından itibaren sarsılmaya başlamış, 2008 yılının Aralık ayında %52,3’e düşerek dibe ulaşmıştır. Reel Kesim Güven Endeksi* 13 ay aradan sonra ilk kez 2009 yılının Temmuz ayında 100’ün üzerine çıkabilmiştir. Zira, endeksin 100 deerinin üzerine çıkması geleceğe yönelik olarak ekonomiye güven duyanların güven duymayanlara göre daha fazla olduğu anlamına geldiğinden kritik bir eşiği ifade etmektedir. Temmuz ayından sonra yeniden 100 değerinin altına düşen endeks, Eylül ayı itibariyle 97,8 olarak gerçekleşmiştir.
Başka bir anlatımla, ekonomiye güvenenlerin sayısı yeniden güvenmeyenlerin sayısının altına düşmüştür.
Reel sektöre paralel olarak tüketicilerin ekonomiye olan güveni de kriz boyunca zayıflamıştır.
Kriz boyunca tüketici güveninde de ciddi bir erime görülmüştür. Tüketiciler 2006 yılının Mayıs ayından bu yana ekonomi konusunda kötümserdirler. Bu dönemde 101,1 olan tüketici güven endeksi izleyen ayda 100 değerinin altına düşmüş ve o tarihten bugüne kadar bu değerin üzerine hiç çıkamamıştır. Bilindiği üzere, endeksin 100’den büyük olması tüketici güveninde iyimser duruma, 100’den küçük olması ise kötümser duruma işaret etmektedir. Krizin de etkisiyle 2008 yılının Kasım ayında 68,9 seviyesi ile en düşük noktasına ulaşan endeks, bu tarihten itibaren toparlanıp Haziran 2009’da 85,3’e ulaşmış olsa bile hala kritik eşiğin bir hayli altında bulunmaktadır. Kaldı ki, endeks Haziran 2009’dan itibaren yeniden gerilemeye başlamış, Ağustos ayı itibariyle 81,3 seviyesine düşmüştür. Bu durum tüketicinin ekonominin geleceğine ilişkin duyduğu kaygıların büyümekte olduğu anlamına gelmektedir.
Tüketicilerin ekonomiye ilişkin güven kaybı, bu kesimin tüketim harcamalarına da yansımıştır.
Tüketicilerin ekonomiye ilişkin bekleyişlerindeki kötümserlik eğilimi, bu kesimin harcama eğilimlerini olumsuz etkilemiştir. Sabit fiyatlarla hesaplanan özel nihai tüketim harcamaları 2008 yılının ilk çeyreğinde 179,2 milyar TL iken, 2009 yılının ilk çeyreğinde 161,9 milyar TL’ye gerilemiştir. Bu iki dönem karşılaştırıldığında özel nihai tüketim harcamalarındaki düşüşü %9,7’dir. Özel nihai tüketim harcamaları, 2009 yılının ikinci çeyreğinde biraz toparlanmış görünmekle birlikte yine de önceki yılın aynı döneminin altında kalmıştır.
Yatırım iştahında radikal bir düşüş yaşanmıştır.
Yurtiçi üretim faaliyetlerinin önemli göstergelerinden biri olan sermaye mallarının üretim ve ithalatında keskin bir düşüşü yaşanmıştır. Mevsimsellikten arındırılmış sermaye malları ithalatı (2005=100) kalemi, 2007 yılının son çeyreğindeki 137,2’lik seviyesinden 2009 yılının ilk çeyreğinde 40,4 puanlık düşüşle 96,8’e gerilemiş, Temmuz itibariyle hafif bir toparlanmayla 100 seviyesine ancak ulaşabilmiştir. Benzer şekilde yine mevsimsellikten arındırılmış sermaye malları
üretimi endeksi, 2008 yılının ilk çeyreğindeki 138,1’lik seviyeden 54,3 puan gerileyerek 2009 yılının ilk çeyreğinde 83,8’e inmiştir. Endeks değeri Temmuz itibariyle kısmen toparlanarak üçüncü çeyrekte 96 seviyesine ulaşabilmiştir. Her iki veriye ait bu gerçekleşmeler, küresel krizin başlamasıyla yatırım yapma isteğinin radikal biçimde gerilediğinin en net kanıtıdır.
Makine teçhizat yatırımlarında ciddi bir azalma söz
konusudur.
Makine ve teçhizat yatırımlarında da önemli bir azalma görülmüştür. 2008 yılının ikinci yarısında başlayan gerileme 2009 yılının ilk çeyreğinde daha da belirginleşmiştir. 2009 yılının ilk çeyreğinde makine ve teçhizat yatırımları önceki yılın aynı çeyreğine göre %38,4 oranında azalmıştır. 2009 yılının ikinci çeyreğindeki gerileme ise yine önceki yılın aynı dönemine göre %30 seviyesindedir. Bu gerçekleşmeler, ülkedeki yatırım harcamalarının küresel krizden ne kadar etkilendiğinin bir göstergesidir.
Türkiye’nin ekonomik performansı dünyadan hızla
ayrışmaktadır.
Türkiye’nin büyüme performansındaki gerileme dünyanın diğer gelişmekte olan ülkeleriyle karşılaştırıldığında daha çarpıcı hale gelmektedir. Türkiye, 2005 yılına kadar gelişmekte olan ve yükselen piyasa ekonomilerinin ekonomik performansından daha yüksek bir büyüme performansı sergilerken, 2005 yılından itibaren bu durum tersine dönmüştür. 2008 yılında Türkiye %0,9 oranında büyürken, gelişmekte olan dünya ekonomileri %6,1 oranında büyümüştür. Küresel krizin en yoğun hissedildiği dönem olan 2009 yılında ise IMF tahminlerine göre gelişmekte olan ülkelerin %1,7 oranında büyümesi, buna karşılık Türkiye’nin %6,5 oranında küçülmesi beklenmektedir. Bu durum, Türkiye’nin küresel krizinden ne kadar etkilendiği göstermektedir.
Öncekilerin Kaynağı TÜİK, TCMB verileri, buradaki Kaynak: IMF, World Economic Outlook
Türkiye en düşük büyüme performansını sergilemiştir.
Kaynak: IMF, Bloomberg(Dünyada en çok izlenen ekonomi kanalı)
Ülke bazında bakıldığında, Türkiye’nin küresel krizden etkilenme derecesi daha net görülmektedir. Son dört çeyrek büyüme performansları yıllık birikimli olarak incelendiğinde, Türkiye kapsama alınan ülkeler arasında en kötü performans sergileyen ülke olmuştur. Ülkelerden bazılarının küresel krize rağmen büyümeye devam etmeleri de ayrıca manidar görünmektedir.
Gelişmekte olan ülke grupları ile karşılaştırıldığında
küresel krizin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkisi daha
net ortaya çıkmaktadır. (I)
Kaynak: IMF, Bloomberg
Gelişmekte olan ülkeler coğrafi gruplara ayrılarak yapılan analizde, Türkiye’nin dünya ile ayrıştığı bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Son dört çeyrek büyüme gerçeklemeleri birikimli olarak ele alındığında, tüm gelişmekte olan ülke gruplarında
büyüme oranlarında bir gerileme söz konusu olsa da Türkiye’nin gerileme hızı bu grupların bir hayli üstünde kalmıştır. Gelişmekte olan Asya ülkeleri ile gelişmekte olan
Latin Amerika ülkelerinde ekonomiler krize rağmen hala büyürken, gelişmekte olan Avrupa ülkelerinde ekonomiler küçülmektedir. Ülkemizdeki küçülme ise hepsinden
daha fazladır.
Gelişmekte olan ülke grupları ile karşılaştırıldığında
küresel krizin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkisi daha
net ortaya çıkmaktadır. (II)
Kaynak: IMF, Bloomberg
Türkiye ile en çok karşılaştırılan ülkeler göz önünde bulundurularak yapılan analizde, yine ülkemizin krizden en fazla etkilenen ülkelerden biri olduğu anlaşılmaktadır. Çeyrek dönem büyüme rakamlarına bakıldığında, 2009 yılının ikinci
çeyreği hariç olmak üzere Türkiye’nin en büyük ekonomik daralmaya maruz kalan ülke olduğu ortadadır. Bu ülkeler arasında son dört çeyrek büyüme performanslarına
birikimli olarak bakıldığında ise krizin en derin izlerinin yine ülkemizde olduğu görülmektedir.
İşsizlik oranında ciddi bir artış olmuştur.
Kaynak: TÜİK
Küresel krizin ekonomi üzerindeki en önemli sonuçlarından birini işsizlik rakamlarından takip etmek mümkündür. Türkiye 2001 krizi sonrasında geçmiş dönemlere oranla görece daha hızlı bir büyüme temposu yakalanmış olmasına rağmen,
işsizlik rakamları çift hanelere takılı kalmıştır. Küresel krizle birlikte büyüme oranlarında görülen büyük düşüşler işsizlik oranlarını yeni bir patikaya taşımış görünmektedir. 2008 yılı ile birlikte genel işsizlik oranında ciddi bir kırılma yaşanmış, oran 2008 yıl sonu itibariyle %11’e yükselmiştir.
İşsizlikte yeni bir platoya geçilmiştir. (I)
Kaynak: TÜİK
2008 yılının Mayıs ayından itibaren aylık işsizlik rakamlarının bir önceki yılın aynı ayına göre yükselme eğilimine girdiği anlaşılmaktadır. Üstelik farkta istikrarlı bir biçimde büyümektedir. 2008 yılı Eylül ayında önceki yılın aynı ayına göre 1 puan olan işsizlik oranındaki artış, aynı yılın sonunda 3 puana, 2009 yılının Nisan ayında ise 5 puana yükselmiştir. Fark, Haziran ayında ise önceki yılın Haziran ayına göre 4
puandır. Haziran 2009 itibariyle önceki yılın aynı dönemine göre işini kaybedenlerin sayısı 972 bin kişidir. Bu bir kırılmadır ve bu kırılmanın önümüzdeki dönemde uzunca bir süre daha devam edeceği anlaşılmaktadır.
İşsizlikte yeni bir platoya geçilmiştir. (II)
Kaynak: TÜİK ve Kendi Hesaplamalarımız
Genel işsizlik oranına mevsimsel etkilerden arındırılmış aylık ortalamalar bazında bakıldığında, büyük kırılma daha net olarak görülebilir. 2005 yılından itibaren istikrarlı bir seviyede kalan işsizlik oranı, 2008 yılının ikinci çeyreğinden itibaren hızlı
bir yükselme göstermiş ve 2009 yılının ikinci çeyreğinde %14,9 oranına ulaşmıştır. Son bir yıldaki artış 4,6 puandır. Başka bir anlatımla, son bir yılda genel işsizlik oranı %44,7 oranında artmıştır.
BÖLÜM II
ENFLASYONDAKİ GELİŞMELER
Krizin neden olduğu talep yetersizliği, Türkiye’de önemli miktarda çıktı açığına neden olmuştur.
Kaynak: TCMB
Küresel krizin yarattığı talep yetersizliği ekonominin çıktı açığını büyütmüştür. Ekonomide ciddi bir çıktı açığının bulunması toplam talep düzeyinin toplam arzdan düşük olduğu ve talep koşullarının enflasyon üzerinde baskı yaratmadığı anlamına gelmektedir. Bu çerçevede, çıktı açığı tahminleri toplam talep koşullarının enflasyondaki düşüşe verdiği desteğin önümüzdeki yıllarda süreceğini göstermektedir
Krizin neden olduğu talep yetersizliği, fiyatlar genel
düzeyinde gerilemeye neden olmuştur.
Kaynak: TCMB
Küresel kriz sebebiyle bir yandan dış talebin diğer yandan yurtiçi talebin düşmesi, enflasyon üzerindeki talep baskısını ortadan kaldırmış ve bunun bir sonucu olarak da fiyatlar genel düzeyinde ciddi bir gerileme görülmüştür. 2004 yılından 2008
yılının sonuna kadar %8-10 bandında seyreden enflasyon, küresel krizle birlikte bu bandı kırarak 2009 yılının Ağustos ayında %5,3’e gerilemiştir. Bu oran %7,5 olan 2009 yıl sonu hedefinin altındadır. Öte yandan, 2009 yılında 2005 yılından bu yana ilk defa enflasyonda yıl sonu hedefinin altında kalınacağı anlaşılmaktadır. Yurtiçi ve yurtdışı talep koşullarında gözlenen bu gelişmeler, Merkez Bankası’nın da elini rahatlatmış ve Banka Ekim 2008’de %16,75 olan kısa vadeli borç alma faiz oranını 2009 yılının Eylül ayında %7,25’e, 2008 yılının Temmuz ayında %20,25 olan borç verme faiz oranını ise %9,75’e indirmiştir. Önümüzdeki dönem talep koşullarında hızlı bir iyileşme beklenmediğinden Bankanın faiz indirimlerinin bir miktar daha devam edeceği tahmin edilmektedir.
BÖLÜM III
CARİ AÇIK VE CARİ AÇIĞIN FİNANSMANI İLE DIŞ TİCARETE İLİŞKİN GELİŞMELER
Ekonomik daralma cari açık miktarında gerilemeye neden olmaktadır.
Kaynak: TCMB, OVMP (2010-2012)
Türkiye ekonomisinin en önemli sorunlarından biri olan cari açık miktarı 2001 krizinden bu yana istikrarlı bir biçimde artmış, açığın GSYH’ya oranı 2006 yıl sonunda %6’ya ulaşmış, 2007 ve 2008 yıllarında da yaklaşık bu seviyesini korumuştur. Bu oranın 2009 yılında %1,8’e düşmesi beklenmektedir. Bu düşüşü
beklentisinin altında yatan en önemli neden ise ekonominin daralması beklentisidir. 2010 yılı ile birlikte öngörülen ekonomik toparlanmanın etkisiyle cari açık miktarının yeniden bir artış sürecine gireceği tahmin edilmektedir.
Büyüme modeli cari açığa neden olmaktadır.
Türkiye ekonomisinin büyüme modeli cari açık yaratan bir büyüme modelidir. Bu modelde, Türkiye büyüyebilmek için önemli miktarda cari açık vermek zorundadır.
Ülkemizde cari açığın en önemli sebeplerinden biri olan ithalatın çok büyük bir kısmı ara malı ithalatından oluşmaktadır. Toplam ithalatımızın yaklaşık dörtte üçü ara malı ithalatıdır. Başka bir deyişle, Türkiye ekonomisi büyümek için ithalat yapmak
zorundadır. Bu durum yurtiçinde ara malı üreten sanayi sektörlerini ciddi ölçüde zorlamakta ve bu firmaları iflasın eşiğine sürüklemektedir. Üstelik ara malı ithalatı ile
kıyaslandığında ihracatımızdaki artış hızının da yetersiz kaldığı anlaşılmaktadır. Böylece ihracat, ara malı girdisiyle sürüklenen güçlü ithalatta yetişememekte ve ihracat ile ithalat arasındaki makas hızla açılmaktadır. Bu durum cari işlemler açığını
da büyütmektedir. Sonuç olarak, Türkiye büyüme dinamiklerini cari açığa bağımlı hale getirmiştir.
Türkiye ekonomisinin büyümek için vermek zorunda
olduğu cari açık miktarı artmaktadır. (I)
Kaynak: TCMB
Tarihsel olarak bakıldığında, büyüme oranları ile cari açık* arasında ortaya çıkan ters ilişki bunun en güçlü kanıtıdır. Bu modelde, Türkiye ekonomisi belli bir büyüme oranını tutturabilmek için belli miktarda cari açık vermek zorunda kalmaktadır. Çünkü üretim için ithal ara girdiye ihtiyaç duyan ekonomi, bu ihtiyacı karşılamaya yöneldiğinde ithalat artmakta, üretilen ürünlerin katma değerinin yetersizliği ya da iç
piyasalara sunumu ihracatı yeterince besleyememekte, böylece büyüyen dış ticaret açığı cari açıkla sonuçlanmaktadır. Burada dikkati çeken husus bu yapısal sorunun 2001 yılı sonrası daha da derinleşmiş olmasıdır. 2001 krizi sonrasında makul büyüme oranlarını tutturabilmek için verilmesi gereken cari açık miktarında, önceki büyüme dönemlerine kıyasla ciddi bir artış gözlenmektedir. Sonuç, ekonomik aktivitelerin ithalata bağımlılığının 2001 yılı sonrası giderek derinleştiğidir1
1 Yükselen enerji fiyatlarının Türkiye’nin cari işlemler açığındaki büyümenin nedenlerinden biri olduğu sıklıkla iddia edilir.
Enerji fiyatlarının dönem boyunca Türkiye’nin ithalat faturasını kabarttığı bir gerçek olsa da bu durum, büyüme ve üretim
dinamiklerinin ithalata bağımlılığının derinleştiği kurgusunu değiştirmemektedir. Dönem boyunca enerji ithalatı hariç
tutulduğunda bile cari işlemler açığının milli gelire oranı artış kaydetmeye devam etmektedir.
Türkiye ekonomisinin büyümek için vermek zorunda
olduğu cari açık miktarı artmaktadır. (II)
Kaynak: TÜİK
Ara malı ithalatı miktar endeksi ile sanayi üretim endeksi arasındaki ilişki ekonominin dışa bağımlılığını net bir biçimde ortaya koymaktadır. Görüleceği üzere, birim sanayi malı üretimi için ihtiyaç duyulan ithal mal miktarı ciddi bir biçimde artış kaydetmiştir. Başka bir deyişle, Türk sanayisi üretmek için her zamankinden daha fazla ithalat yapmak durumunda kalmaktadır. Sonuç olarak, ekonominin büyüme dinamikleri ithalat yapabilme kabiliyetine bağımlı hale gelmiştir.
Kamu kesimi yatırım-tasarruf dengesinde kısmi bir
iyileşme sağlanmıştır.
Kaynak: 2009 Yılı Programı
Cari açıktaki bu hızlı bozulma, 2001 yılından bu yana Türkiye ekonomisindeki temel bir yapısal değişiklik olan ekonominin genel dengesinin bozulmasıyla iç içe geçmiştir. Dönem boyunca uygulanan faiz dışı fazla politikalarının sonucunda kamu kesimi tasarrufları yükseltilebilmiş, kamu kesimi yatırım-tasarruf dengesi* büyük toplumsal fedakarlıklar sonucunda olumlu bir noktaya taşınabilmiştir.
Özel sektör yatırım-tasarruf dengesi bozulmuştur.
Kaynak: 2009 Yılı Programı
Kamu kesimi dengesindeki bu iyileşmeye özel kesimin eşlik edebildiğini söylemek pek mümkün değildir. Dönem boyunca özel sektör tasarrufları hızlı bir şekilde gerilemiş, buna paralel olarak özel sektör yatırım-tasarruf dengesi ciddi ölçülerde bozulmuştur. Böylece özel sektör tasarruflarında gözlenen hızlı düşme, ekonominin yabancı tasarruflara olan ihtiyacını arttırarak cari açığın arkasındaki en önemli dinamiklerden biri haline gelmiştir.
Ekonominin genel dengesindeki bozulma cari açığın bir yansımasıdır.
Kaynak: 2009 Yılı Programı
Özel sektör yatırım tasarruf dengesindeki bozulma o kadar kuvvetlidir ki, faiz dışı fazla politikasının sonucu olarak ortaya çıkan kamu sektörü yatırım tasarruf dengesindeki düzelmeye rağmen, ekonominin genel dengesi bozulmaya devam
etmiştir. Küresel krizle birlikte artması muhtemel kamu açıklarının, önümüzdeki dönem kamu kesimi yatırım tasarruf dengesini daha da kötüleştireceği düşünüldüğünde, ihtiyaç duyulan özel sektör yatırımlarının yapılabilmesi için gelecek
yıllarda ekonominin genel dengesindeki bozulmanın devam edeceği anlaşılmaktadır.
Doğrudan yabancı sermaye miktarında önemli bir azalış
söz konusudur.
Yıllıklandırılmış
Kaynak: TCMB
Küresel kriz cari açığın finansmanının kalitesinde önemli bir bozulma yaratmıştır. Bunun yansımasını net doğrudan yabancı sermaye yatırımlarında görmek mümkündür. 2007 yılında 20 milyar dolara ulaşan doğrudan yabancı sermaye yatırımları bu tarihten itibaren düzenli bir biçimde azalmış, 2009 yılı Temmuz ayı itibariyle yıllık birikimli olarak 9,8 milyar dolara gerilemiştir. Teknik olarak doğrudan yabancı sermaye yatırımı kabul edilen ancak gerçekte bu özellikten bir hayli uzak olan yabancılara gayrimenkul satışları düşüldüğünde bu rakam 7,6 milyar dolara
inmektedir. Bu gerçekleşmeler, ülkemize olan yabancı yatırımcı ilgisinin azaldığı anlamına gelmektedir.
Türkiye’den net portföy yatırımı çıkışı olmuştur.
Yıllıklandırılmış
Kaynak: TCMB
2003 yılından bu yana önemli bir giriş kaydedilen portföy yatırımları* 2008 yılından itibaren negatife dönmüştür. Bu kalemde 2008 yılındaki net çıkış 5 milyar dolardır. 2009 yılı Temmuz ayı itibariyle geçtiğimiz 12 ay boyunca portföy yatırımları kalemindeki net çıkış ise 6,6 milyar dolara ulaşmıştır. Bu gerçekleşmeler, küresel krizle birlikte Türkiye’den önemli bir portföy yatırımı çıkışı olduğunu göstermektedir.
Yurtdışı kredi kanalları tıkanmıştır.
Yıllıklandırılmı
Kaynak: TCMB
Uluslararası likidite* koşullarında gözlenen bozulmaya paralel olarak Türk firmalarının yurtdışında kredi bulma imkanlarının daralması krediler kaleminde çok net olarak hissedilmiştir. Türkiye’de yerleşik kişilerin yurtdışından sağladıkları net krediler, 28,1 milyar dolarla zirveye ulaştığı 2008 yıl sonundan itibaren sert bir biçimde gerilemiş ve bu kalemden sağlanan girişler 2009 yılı Temmuz ayı itibariyle yıllıklandırılmış bazda negatife dönmüştür. Türkiye’de yerleşik gerçek(Sen, ben) ve tüzel kişiler(Şirket, Kamu kurumu vs) net dış kredi ödeyicisi konumuna gelmiştir. Bu kalemden gerçekleşen net çıkışlar son bir yıllık dönemde 6,7 milyar dolardır.
Kaynağı bilinmeyen net girişler önemli miktarlara
ulaşmıştır.
Yıllıklandırılmış
Kaynak: TCMB
Son dönem gelişmeleri içinde dikkati çeken bir diğer husus ise net hata ve noksan kalemindeki yüksek gerçekleşmedir. “Net hata noksan kalemi*bir dengeleyici kalem olarak Türkiye’de yerleşik kişilerle yurtdışında yerleşik kişiler arasında gerçekleşen ve nedeni bilinmeyen veya tam olarak tespit edilemeyen döviz hareketlerini gösteren bir kalem olup, bu özelliğiyle sıcak para olarak kabul edilmektedir. Bu kalemde 2008 yılına kadar düzenli ve ihmal edilebilir bir giriş gözlenirken, Temmuz ayı itibariyle son bir yılda gözlenen toplam giriş 14,6 milyar dolardır. Niteliği göz önünde bulundurulduğunda bu kalemden gerçekleşen girişlerin yüksekliğinin ödemeler dengesi finansman kalitesini kötüleştiren önemli nedenlerden biri olduğu anlaşılmaktadır.
Yüksek cari açığın finanse edilmesi zorunluluğu krize
kadar reel faizlerin aşağıya düşmesini engellemiştir.
Kaynak: TCMB, Hazine Müsteşarlığı
2001 krizinin hemen ardından hızlı bir biçimde inişe geçen reel faizler dönem boyunca cari açık miktarındaki artışa paralel olarak çift haneli rakamlara yapışıp kalmıştır. Küresel krizin etkisiyle talep yetersizliği nedeniyle enflasyonda görülen
düşüşe paralel olarak Merkez Bankası politika faiz oranlarının indirilmesiyle faiz oranlarında görülen gerileme, reel faiz*oranlarının %3 seviyesine kadar düşmesine neden olmuştur2. Ancak, küresel kriz ortamında başta gelişmiş ülkelerde olmak üzere reel faizlerin dünya genelinde ulaştığı boyut göz önünde bulundurulduğunda ülkemizdeki faiz oranlarının hala çok yüksek olduğu açıktır.
2 Reel faiz çok çeşitli şekillerde hesaplanabilir. Bu çalışmaya konu olan reel faiz, Devlet iç Borçlanma Senetlerinin yıllık ortalama bileşik faizlerinden 12 ay sonrasının enflasyon bekleyişlerinin indirilmesiyle bulunan reel faiz olup, ex- ante* olarak hesaplanmıştır.
Yüksek reel faizler ihtiyaçtan fazla dış finansman
getirmiştir.
Kaynak: TCMB
Teorik olarak, bir ülkenin belli bir dönemde sağladığı dış finansmanın aynı dönemde verdiği cari açık miktarına eşit olması beklenir. Kısa dönemler için bir eşitlik kurulamamış olsa bile uzun dönemde böyle bir denkliğin oluşması genelde sıkça görülen bir durumdur. Uzun dönemde ortaya çıkan bu denklik, ülkedeki döviz kazandırıcı işlemlerle döviz kaybettirici işlemlerin de bir birine eşit olması anlamına gelir ki, bu durumda ulusal para yabancı paralar karşısında önemli bir değişikliğe
uğramamış olur. Ancak, Türkiye’nin bu konudaki durumunun sözü edilen teorik gerçeklikten bir hayli uzak olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü, Türkiye’nin belli dönemler
için sağladığı dış finansman aynı dönemlerde verdiği cari açık miktarlarından oldukça fazladır. Üstelik bu fazla finansmanın miktarı, 2002 sonrası dönemde daha da artarak
32,4 milyar dolara ulaşmıştır. Bu yüksek finansmanın altında yatan en önemli etken ise yüksek reel faizlerdir.
Yüksek dış finansman sonucunda ulusal para değer
kazanmıştır.
Kaynak: TCMB
Cari açıkların toplamından daha fazla miktarda sağlanan dış finansman, en önemli sonuçlarından birini ulusal paranın yabancı paralar karşısında değerindeki değişmede
göstermektedir. Reel Kur Endeksi*, Ağustos 2009’da 169,4 olarak gerçekleşmiştir. Başka bir anlatımla, arada yaşanan bütün finanssal krizlere rağmen, Türk Lirası yabancı paralar karşısında 1995 yılından(1995=100) bu yana %70’e yakın oranda değer kazanmıştır. Ulusal paranın yabancı paralar karşısındaki bu değer kazanımı ekonomideki birçok büyüklük üzerinde sanal bir etki yaratmaktadır. Enflasyon ve borç miktarı bu sanal etkiden olumlu olarak etkilenen en önemli büyüklüklerdendir. Literatürde pass-through effect (döviz kurundan enflasyona geçişkenlik etkisi) olarak bilinen bu etki sayesinde, ulusal para yabancı paralar karşısında değer kazandıkça ithalat ucuzlamakta, ithalattaki bu ucuzlama fiyatlar genel seviyesinin ölçüldüğü malların bulunduğu sepetin fiyatını, sepette yer alan ithal malları ölçüsünde aşağıya çekmektedir. Türkiye’de 2001 sonrası uygulanan dezenflasyon* politikasının enflasyon üzerindeki etkisi değerlendirilirken bu husus mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Yine aynı şekilde ulusal para değer kazandıkça döviz cinsinden dış ve iç borç stokunun Türk Lirası karşılıkları da sanal bir biçimde azalmaktadır.
Küresel kriz ulusal parada değer kaybına neden olmuştur.
Kaynak: TCMB
2001 sonrasında yabancı paralar karşısında hızlı bir şekilde değer kazanan Türk Lirası, küresel krizle birlikte büyük değer kaybına uğramıştır. 2008 yılının Ekim ayında 194,1 olarak hesaplanan reel kur endeksi, 2009 yılının Mart ayına gelindiğinde %17,9 oranında değer kaybederek 159,4’e inmiştir. Bu hızlı değer kaybı, süreç içinde değerlenen ulusal parada önemli bir kırılganlığın oluştuğu anlamına da gelmektedir.
Fazla finansmanı eritmek için Merkez Bankası’nın yaptığı döviz alım miktarları önemli ölçüde azalmış görünmektedir.
Kaynak: TCMB
Sağlanan finansmanın büyüklüğü, dalgalı döviz kuru rejimi uygulanmasına rağmen, Merkez Bankası’nın doğrudan müdahaleleriyle ve döviz alım ihaleleri yoluyla piyasadan döviz alması sonucunu doğurmuştur. Bankanın 2003 yılından başlayarak piyasadan aldığı dövizlerin net miktarı 61 milyar dolara ulaşmıştır. Ancak, küresel krizle birlikte ulusal parada ortaya çıkan değer kaybı, Bankanın 2008 yılının Ekim ayında döviz alım ihalelerine ara vermesine ve döviz satım ihaleleri düzenlemesine neden olmuştur. Sonraki gelişmeler Bankanın yeniden döviz alım ihalelerine yönelmesine neden olmuş ise de Banka 2009 yılında sadece net 1 milyar dolar civarında döviz almıştır.
Fazla finansmanın bir yansıması olan Merkez Bankası
döviz rezervlerindeki artış durmuş görünmektedir.
18 Eylül 2009 itibariyle
Kaynak: TCMB
Dönem boyunca sağlanan dış finansmanın büyüklüğü karşısında Merkez Bankası’nın yaptığı döviz alımları Bankanın döviz rezervlerini büyütmüştür. 2002 yılında 27 milyar dolar seviyesinde olan Merkez Bankası brüt döviz rezervleri, 2007 yıl sonunda 71,6 milyar dolara ulaşmıştır. Ancak, Bankanın krizin etkisiyle döviz alımlarına ara vermesi nedeniyle brüt rezervlerde bir erime gözlenmeye başlamış, rezervlerin seviyesi Temmuz 2009 itibariyle 65,6 milyar dolara gerilemiştir. Daha sonraki gelişmeler rezervlerde bir artış yaratmış olsa da 18 Eylül 2009 tarihi itibariyle 70,1 milyar dolar olan Merkez Bankası brüt döviz rezervlerinin seviyesi, 2007 yılındaki seviyesinin hala altında bulunmaktadır.
Döviz rezervlerinin mevcut seviyesi yetersiz kalmaktadır.
Kaynak: IMF, Bloomberg
2001 krizi sonrasında döviz rezervlerimizdeki hızlı artışa rağmen, rezervlerimizin seviyesinin ülkemizle en çok karşılaştırılan bazı gelişmekte olan ülkelerle kıyaslandığında bir hayli yetersiz kaldığı anlaşılmaktadır. Rezervlerimizin
seviyesi 2009 yılının ikinci çeyreği itibariyle milli gelirimizin sadece %10’u civarındadır ve bu oran diğer ülke oranlarının altındadır. Öte yandan, kriz dönemi boyunca kaybedilen rezerv miktarı en yüksek olan ülke ise Türkiye’dir.
Küresel kriz yurtiçi yerleşiklerin döviz tevdiat
hesaplarında erimeye neden olmuştur.
18 Eylül 2009 itibariyle
Kaynak: TCMB
Sağlanan dış finansmanın büyüklüğünün bir başka göstergesi yurtiçi yerleşiklerin bankalar nezdinde tuttukları döviz tevdiat hesaplarının miktarındaki gelişmelerdir. Döviz likiditesinde yaşanan bolluk, yurtiçi yerleşiklerin döviz cinsinden tuttukları mevduatların 5 yıl gibi kısa bir süre içinde ikiye katlanmasıyla sonuçlanmıştır. 2003 yılının üçüncü çeyreğinde 46,3 milyar dolar olan yurtiçi yerleşiklerin döviz tevdiat* hesapları, Temmuz 2008’de 106,8 milyar dolara ulaşmıştır. Ancak, küresel krizle birlikte yaşanan gelişmeler yurtiçi yerleşiklerin döviz tevdiat hesaplarında erimeye yol açmış, hesaplardaki bakiye şubat 2009’da 82,3 milyar dolara kadar gerilemiştir. şubat-Eylül döneminde ise kısmi bir iyileşme yaşanmış ve hesaplardaki tutar yeniden 100 milyar doların üzerine çıkmıştır. Döviz tevdiat hesaplarında son bir yılda yaşanan bu hızlı iniş ve çıkışlar aynı zamanda ekonominin spekülatif etkenlere ne denli açık olduğunun da bir göstergesidir.
Küresel krizle birlikte yurtdışı yerleşiklerin DİBS
portföyünde önemli azalmalar kaydedilmiştir. (I)
11 Eylül 2009 itibariyle
Kaynak: TCMB
Türkiye’nin yüksek cari işlemler açığı vermesi ve bunun finanse ediliş yöntemi, en önemli dolaylı sonuçlarından birini ekonomideki yabancılaşma eğiliminde göstermektedir. Dönem boyunca yaşanan yüksek miktarlı portföy yatırımları
yabancıların devlet iç borçlanma senetleri içindeki payını yükseltmiştir. 2003 yıl sonu itibariyle 8,6 milyar TL olan yurtdışı yerleşiklerin toplam devlet iç borç senetleri portföyü yaklaşık 3,5 kat artarak 2007 yıl sonunda 37 milyar TL’ye ulaşmıştır. Ancak,
küresel krizin de etkisiyle yurtdışı yerleşiklerin Türkiye’deki portföylerini azaltma eğilimine girmeleri sonucunda DİBS portföyü Mart 2009’da 26,4 milyar TL’ye gerilemiştir. Yabancıların portföy azaltışı 10 milyar TL’nin üzerindedir. Her ne kadar kayıpların bir kısmı Mart-Eylül 2009 döneminde telafi edilmiş görünse de yurtdışı yerleşiklerin DİBS portföyü* 2007 seviyesinin bir hayli altındadır.
Küresel krizle birlikte yurtdışı yerleşiklerin DİBS
portföyünde önemli azalmalar kaydedilmiştir. (II)
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Bu gelişmeler yurtdışı yerleşiklerin iç borç stoku içindeki payında da ciddi bir erimeyi beraberinde getirmiştir. 2006 yılında %13,6 olan yabancıların iç borç stoku içindeki payı, küresel krizin etkisiyle 2008 yılı ile beraber hızla gerilemeye bağlamış ve 2009 yılının Nisan ayında %8,4’e düşmüştür. Söz konusu oran, Nisan-Ağustos döneminde sadece %0,8 artarak %9,2’ye ulaşmakla birlikte, kriz öncesi seviyesinin hala çok altında bulunmaktadır.
Krizle beraber yabancı yatırımcıların borsadaki payında da bir gerileme kaydedilmiştir.
Kaynak: İMKB
Benzer bir biçimde yurtdışı yerleşiklerin İMKB’ye kote*olmuş şirketlerin hisse senetleri içindeki payı da küresel krizin etkilerine maruz kalmıştır. 2002 yıl sonunda %42,5 iken, 2007 yıl sonunda %72,4’e ulaşan yabancı yatırımcıların borsadaki payı, 2009 yılının Mayıs ayı itibariyle %65,4’e gerilemiş, Mayıs-Eylül 2009 döneminde ise bu seviyesini korumutur. Sonuç olarak, küresel krizde yabancı yatırımcıların İMKB’ye kote edilmiş şirketlerin hisse senetleri içindeki payı yaklaşık 6 puan gerilemiştir.
İhracat daralmaya başlamıştır.
Kaynak: TCMB, Dı Ticaret Müsteşarlığı
Küresel kriz Türkiye ekonomisi üzerindeki en sert etkilerinden birini de ihracat rakamları üzerinde göstermeye başlamıştır. 2008 yılının Eylül ayına kadar istikrarlı bir biçimde artan Türkiye’nin ihracatı bu tarihten itibaren daralmaya başlamış, 136,3 milyar dolarlık zirve seviyesinden 2009 yılının Ağustos ayında 104,3 milyar dolar seviyesine gerilemiştir. Önümüzdeki aylarda bu gerileme eğiliminin devam edeceği göz önünde bulundurulduğunda, yıl sonunda Türkiye’nin toplam ihracatının 100 milyar doların altında kalacağı kesine yakın görünmektedir.
İhracattaki düşüş yıllık yüzde değişim itibariyle çok daha çarpıcıdır.
Temmuz-Ağustos ortalaması
Kaynak: TÜİK
İhracat rakamlarına yıllık yüzde değişim bazında bakıldığında düşüş çok daha çarpıcı bir biçimde gözlenmektedir. Öyle ki, 2009 yılının ikinci çeyreğinin ihracat miktarı önceki yılın aynı döneminin %34,7 altındadır. Temmuz ve Ağustos ortalamalarını kapsayan 2009 yılının üçüncü çeyrek ihracat miktarı da yine önceki yılın aynı döneminin %30,4 altında gerçekleşmiştir.
İhracatta hedef küçültülmüştür.
Kaynak: 2009 Yılı Programı, KEP
İhracat rakamlarındaki bu sert düşüşler yıl sonu hedeflerinin sürekli olarak revize edilmesi sonucunu da beraberinde getirmektedir. Zira, 2009 Yılı Ekonomik Programı ile belirlenen hedeflerin gerçekçi olmadığı kısa bir süre sonra ortaya çıkmış ve KEP ile ihracat hedefleri gözden geçirilmiştir. Her iki revizyon arasındaki büyük farka rağmen, yeniden belirlenen hedeflerin de tutmama ihtimali yüksek görünmektedir. 2009 yılı için belirlenen 104 milyar dolarlık ikinci tahminin ne kadar gerçekçi olduğu Ağustos rakamlarına bakılarak daha iyi değerlendirilebilir.
İthalat azalmaya başlamıştır.
Kaynak: TCMB, Dış Ticaret Müsteşarlığı
Küresel krizinin ülkenin üretim dinamikleri üzerindeki etkisini hızla daralan ithalat rakamları üzerinden analiz etmek mümkündür. Türkiye’nin ithalatının yaklaşık dörtte üçünün ara malı ithalatı olduu düşünüldüğünde, ithalattaki daralmanın
Türkiye’nin üretim faaliyetlerinin de daralması anlamına geleceği açıktır. İhracata paralel olarak 2008 yılının Eylül ayına kadar istikrarlı bir biçimde artan ithalat, bu tarihten sonra hızlı bir düşüş yaşamış ve 2008 yılı Eylül ayındaki 211,9 milyar dolarlık zirve seviyesinden 2009 yılı Ağustos ayında 143,9 milyar dolar seviyesine gerilemiştir. İthalattaki bu hızlı düşüş dış ticaret açığını ve cari açığı azaltıyor olsa da ülkenin büyüme rakamlarını olumsuz etkilemektedir.
İthalattaki düşüş yıllık yüzde değişim itibariyle çok daha çarpıcıdır.
Temmuz-Ağustos ortalaması
Kaynak: TÜİK
İthalat rakamlarına yüzde değişim olarak bakıldığında ülkemizdeki ekonomik aktivitelerin daralma dereceleri hakkında daha net bir fikir sahibi olunabilir. 2008 yılının son çeyreğinden itibaren hızla daralan ithalat, 2009 yılının ilk çeyreğinde
önceki yılın ilk çeyreğine göre %41,2 oranında küçülmüştür. Temmuz ve Ağustos ortalamalarını içeren 2009 yılı üçüncü çeyreğinde ise ithalat yine önceki yılın aynı döneminin %34,5 altında seyretmektedir. İthalattaki bu hızlı düşüş Türkiye’nin üretim dinamiklerini önemli ölçüde sekteye uğratmaktadır.
BÖLÜM IV
KAMU MALİYESİ VE BORÇ GELİŞMELERİ
Kamu kesimi dengeleri bozulmaya başlamıştır.
Kaynak: Maliye Bakanlığı, OVMP (2010-2012)
Not: 2006 yılından önceki rakamlar konsolide bütçe tanımına aittir.
2002 yılından bu yana Merkezi Yönetim Bütçesinde görülen iyileşme, 2006 yılından itibaren sona ermiş görünmektedir. Küresel krizin bütçe üzerindeki etkisi ise 2009 yılı bütçesinde belirginlik kazanmaktadır. 2009 yılı bütçesinin milli gelire oran olarak %6,6 oranında açık vermesi beklenmektedir. Bu durum, 2001 krizi sonrasında büyük fedakarlıklara katlanılarak elde edilen mali disiplinin ciddi bir biçimde zedelendiği anlamına gelmektedir. Bütçedeki bu gerçekleşmeler 2001 krizi sonrasına geri dönüldüğünün sinyallerini vermektedir.
Bütçe harcamalarında 2009 yılında büyük artış
beklenmektedir.
Gerçekleşme tahmini
Kaynak: KEP
Küresel krizin etkisi altında bulunan 2009 yılı bütçesindeki bozulma, bütçe gelirlerindeki düşüşten ziyade bütçe harcamalarındaki kontrolsüz artıştan kaynaklanmaktadır. Toplam bütçe giderlerinin milli gelir içindeki payının 3,1 puan
artarak %23,8’den %26,9’a çıkması beklenmektedir. Toplam bütçe harcamalarındaki artışın ise daha ziyade faiz dışı harcamalardan kaynaklanması öngörülmektedir.
2009 yılı bütçesinde faiz harcamalarında büyük bir artış beklenmezken, faiz dışı harcamaların milli gelir içindeki payında 2,5 puanlık bir artış olacağı tahmin edilmektedir. Bütüncül bir programdan uzak ekonomiye destek paketlerinin ve seçim
sebebiyle mahalli idarelere aktarılan kaynakların bu harcama artışlarında başı çeken faktörlerden biri olduğu açıktır.
Merkezi yönetim bütçesinde önceki yılın aynı dönemine göre ciddi bir bozulma söz konusudur. (I)
Kaynak: Maliye Bakanlığı
Merkezi yönetim bütçesindeki gerçekleşmeler mali disiplinin nasıl bozulduğunu ortaya koymaktadır. 2009 yılının Ocak-Ağustos döneminde faiz dışı harcamalar önceki
yılın aynı döneminin %23,9 üzerindedir. Aynı şekilde faiz harcamaları da önceki yılın aynı dönemine göre %11,6 oranında fazladır.
Merkezi yönetim bütçesinde önceki yılın aynı dönemine göre ciddi bir bozulma söz konusudur. (II)
Kaynak: Maliye Bakanlığı
Bütçe gelirlerinde ise önceki yılın aynı dönemine göre bir gerileme söz konusudur. Vergi gelirleri 2009 yılının ilk sekiz ayında, önceki yılın aynı döneminin 2,7 milyar TL altındadır. Ekonomik aktivitelerdeki yavaşlama vergi gelirlerine de
yansımış görünmektedir. Öte yandan, vergi dışı gelirlerde de önemli bir performans kaybı söz konusudur. Vergi dışı gelirler 2009 yılının Ocak-Ağustos döneminde önceki yılın aynı döneminin 3,8 milyar TL altında kalmıştır.
Merkezi yönetim bütçesinde önceki yılın aynı dönemine göre ciddi bir bozulma söz konusudur. (III)
Kaynak: Maliye Bakanlığı
Harcamalardaki hızlı artış ve gelirlerdeki performans düşüklüğü bütçe açıklarında kendini göstermektedir. Önceki yılın Ocak-Ağustos döneminde 4,6 milyar TL fazla veren merkezi yönetim bütçesi, bu yıl aynı dönemde 31,3 milyar TL açık vermiştir. Buna paralel olarak merkezi yönetim faiz dıı fazlası ise 2008 yılının Ocak-Ağustos döneminde 40,9 milyar TL iken, bu yılın aynı döneminde sadece 9,2 milyar TL düzeyindedir. Merkezi yönetim bütçesindeki bu gerçeklemeler gelecek dönemler için önemli bir borç dinamiği yaratmaktadır.
Faiz dışı fazlanın faiz dışı açığa dönmesi beklenmektedir.
Tahmin
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı, OVMP (2010-2012)
Bozulan mali disiplini toplam kamu faiz dışı fazla*sı hesaplarından da izlemek mümkündür. 2001 krizi sonrasında IMF anlaşmalarının en önemli performans ölçütlerinden biri olan faiz dışı fazlanın milli gelire oranı, 2004 yılından itibaren
istikrarlı bir biçimde azalmaktadır. 2004 yılında %5,5 olan bu oran, 2008 yılına geldiğimizde %1,7’ye gerilemiştir. 2009 yılında ise toplam kamunun faiz dışı açık vermesi beklenmektedir. Başka bir deyişle, Türkiye ekonomisi uzun bir aradan sonra
ilk kez faiz dışı açık verecektir. Kamunun borç dinamikleri açısından yaşamsal olan faiz dışı fazla hesabının negatife dönmesi geleceğe dönük olarak önemli bir olumsuz sinyal niteliğindedir.
Bozulan mali dengeler kamu borçlanma gereğini
arttırmıştır.
Gerçekleşme tahmini
Kaynak: KEP, OVMP (2010-2012)
Bozulan mali disiplinin kamu borçlanma gereini yükselteceği muhakkaktır. Faiz dışı fazla politikaları sebebiyle 2003 yılından itibaren hızla azalan kamu kesimi borçlanma gereği 2006 yılında negatife indirilebilmiştir. Başka bir deyişle, 2006
yılında kamu borçlanan değil net borç ödeyen bir ekonomik aktör haline dönüşmüştür. Ancak, 2007 yılından itibaren mali dengeler giderek bozulmuş, genel kamu borçlanma
gereği yeniden pozitife dönmüştür. Bu oranın 2009 yılında %4,6’ya ulaşması beklenmektedir ki, bu durum mali disiplin açısından yeniden 2004 yılı seviyesine geri dönmek anlamına gelmektedir.
Hazine nakit dengesi önemli ölçüde bozulmuştur.
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Mali disiplindeki bozulma Hazine’nin nakit dengesinde de önemli bir kötüleşmeye neden olmuştur. 2008 yılının Ocak-Ağustos döneminde nakit dengesinde sadece 4,4 milyar TL açık veren Hazine, bu açıı finanse etmek üzere 1,3 milyar TL
net dış borçlanma ve 5 milyar TL net iç borçlanma yaparken, bu yılın aynı döneminde 30 milyar TL açık vermiş ve bu açığı kapatmak üzere 3,3 milyar TL net dış borçlanma ve 36,6 milyar TL net iç borçlanma yapmıştır. Hazine’nin büyüyen nakit açıklarını finanse etme çabasının borç stoklarında da bir artış meydana getirmesi kaçınılmazdır.
Piyasa iç borç çevirme oranı ciddi biçimde artmıştır.
Ocak-11 Eylül 2009
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Hazine’nin büyüyen nakit açıkları ve bunların daha çok iç borçlanmayla finanse edilmesi zorunluluğu, piyasa iç borç çevirme oranında ciddi artışlara neden olmuştur.
2002 yılından bu yana %100 seviyesinin altında seyreden bu oran, 2009 yılının ilk dokuz ayında %112 seviyesine ulaşmıştır. İç borç çevirme oranının %100’ün altında olması, faiz ödemeleri hariç olmak üzere borç stokunun azaldıı anlamına geldiğinden kritik eşiği oluşturmaktadır. 2009 yılında bu oranın %100’ün üzerinde seyretmesinin neredeyse kesin olması borç stoklarındaki imenin de önemli bir işaretidir. Bunun anlamı Hazine’nin vadesi gelen iç borç stokundan daha fazlasını borçlanmak zorunda kaldığıdır.
Kamu borç stoklarının milli gelire oranı artış eğilimine
girmiştir. (I)
Yıllıklandırılmış
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
2001 krizinden bu yana sürekli azalan kamu kesimi brüt borç stoku 2008 yılı ile beraber yeniden artış eğilimine girmiş bulunmaktadır. Faiz dışı fazla politikalarıyla sağlanan mali disiplin sayesinde 2002 yılında %78,9 seviyesindeki toplam kamu brüt borç stokunun milli gelire oranı 2007 yıl sonunda %42,2’ye kadar gerilemiş, ancak gevşetilen mali disiplin yüzünden söz konusu oran 2009 yılının ikinci çeyreğinde 4,4 puan artarak %46,6’ya ulaşmıştır. 2009 yılı ve sonrasına ilikin bütçe açığı miktarlarının bu oranı biraz daha yukarılara çekmesi kaçınılmazdır.
Kamu borç stoklarının milli gelire oranı artış eğilimine
girmiştir. (II)
Yıllıklandırılmış
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Benzer eğilimi kamu net borç stoklarından da izlemek mümkündür3. 2002 yılında %61,4 seviyesinde olan kamu kesimi net borç stokunun milli gelir içindeki payı 2007 yılına geldiğimizde %29’a kadar gerilemiştir. Ancak, bozulan mali disiplin bu dönemden sonra toplam kamu net borç stokunun da artmasına neden olmuş, oran 2009 yılı ikinci çeyreğinde %30,5’e ulaşmıştır. Önümüzdeki dönem bütçe açıklarının
tıpkı brüt borç stokunda olduu gibi toplam kamu net borç stokunu da arttırması kesine yakın görünmektedir.
3Kamu Net Borç Stoku, toplam kamu borç stokundan Merkez Bankası net varlıkları, kamu mevduatı ve işsizlik
Sigortası Fonu net varlıklarının düşülmesi yolu ile hesaplanmaktadır.
Kamu borç stoklarının milli gelire oranı artış eğilimine
girmiştir. (III)
Tahmin, Hedef
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı, KEP
Diğer bir borç göstergesi olan ve daha çok Avrupa Birliği kriterleri çerçevesinde ele alınan genel hükümet brüt borç stokundaki gelişmeler de krizin etkilerini taşımaktadır. 2002 yılında %73,7 seviyesinde olan genel hükümet brüt borç
stokunun milli gelire oranı, 2007 yılında %39,4’e kadar indirilebilmiştir. Ancak, bu dönemden sonra yeniden artış eğilimine giren oranın 2009 yılında %47,3’e çıkması
beklenmektedir. Başka bir anlatımla, 2008’den 2009’a geçerken oranda beklenen artış 7,8 puandır. Bu konudaki Maastricht Kriteri*nin %60 olması sebebiyle gelecek dönem gerçekleşmelerinin bu oranın altında kalması beklense de oranın yeniden yükseliyor olması gelecek dönem için önemli bir endişe kaynağı olacaktır.
Maastricht Kriteri: % 60 Kamunun iç borcunun vadesi çok kısadır.
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
2001 krizinden bu yana kamu borç stokunun milli gelire oranı önemli ölçüde düşürülmüş, ancak borç stokunun vadesinde önemli bir kazanım elde edilememiştir.
Öyle ki, piyasadan yapılan iç borçlanmanın ağırlıklı ortalama vadesi 2009 Ağustos sonu itibariyle sadece 33 aydır. Stokun ortalama vadesi ise yine aynı dönem itibariyle 24,2 aydır. Hazine toplam iç borç stokunu 2 yılda çevirmek zorundadır ki, bu önemli bir mali baskı yaratmaktadır. Borç stoklarının miktarının artacağı önümüzdeki dönemde vadenin de kısa kalışı önemli bir kırılganlık nedeni olacaktır.
Kamunun dış borçlanmasında vade kısalmaktadır.
9 Ekim 2009 itibariyle
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Uluslararası likidite koşullarındaki bozulma kamu dış borç stoklarında vade kısalması olarak kendini göstermektedir. Hazine’nin dolar cinsi Eurobond* ihraçlarının vadesi 2006 yılında 22,4 yıl iken, 2009 yılında 9,1 yıla gerilemiştir. Öte yandan, 2005 yılından bu yana sürekli artan dış tahvil stokunun süresi 2009 yılında gerilemeye başlamıştır. İç borç stokunun vadesinin zaten kısa olduğu düşünüldüğünde, dış borç
stokunun vadesinin de kısalmaya başlaması olumsuz bir sinyal olarak algılanmalıdır.
Kamunun dış borçlanmasının maliyeti artmaktadır.
9 Ekim 2009 itibariyle
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Vadenin kısalmasına ek olarak kamu dış borçlanmasının maliyeti de artma eğilimine girmiştir. Kamunun dolar cinsi borçlanmasının maliyeti 2002 yılında %10,7 iken, dönem boyunca uygulanan sıkı maliye politikasının ve uygun uluslararası likidite koşullarının da etkisiyle 2006 yılında %7,3’e indirilebilmiştir. Ancak, değişen koşullar ve uygulanan politikalar dolar cinsi dış borçlanma maliyetini yeniden yükselen bir
patikaya sokmuştur. Kamunun Euro cinsi dış borçlanmasındaki son dönem maliyet artışı ise daha belirgindir.
Küresel kriz yurtdışı kaynaklara ulaşımı zorlaştırmıştır.
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Küresel krizle beraber uluslararası likidite koşullarındaki değişmeler ülkemizdeki ekonomik aktörlerin dış krediye erişim olanaklarını önemli ölçüde sınırlandırmış görünmektedir. Bunun sonucu olarak 2001 krizinden itibaren sürekli artan dış borç stokları, 2008 yılındaki 278,1 milyar dolarlık zirve seviyesinden sonra ilk kez 2009 yılında gerilemiştir. 2009 yılının ilk çeyreğinde Türkiye 9,5 milyar dolar net dış borç ödemitir.
Özel sektörün dış krediye erişim olanaklarındaki kırılma çok belirgindir.
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Dış krediye eriğim olanaklarının sınırlanmasının etkisi en fazla özel sektör üzerinde hissedilmektedir. Merkez Bankası dahil olmak üzere toplam kamunun dış borç stoku, 2009 yılında hemen-hemen sabit kalırken, özel sektör dış borcu 9 milyar
dolar azalmıştır. Başka bir anlatımla, Türkiye’deki kamu kurumları hariç gerçek ve tüzel kişiler 9 milyar dolar net dış borç ödemişlerdir. Özel sektörün dış borçlanma olanaklarının sınırlanması bu kesimin yurtiçi yatırım eğiliminin de önemli ölçüde düştüğü anlamına gelmektedir. Çünkü, özel sektör yatırımlarını daha çok dış tasarruflarla finanse etmektedir.
Dış kaynağa erişim olanakları hem bankacılık hem de reel sektör açısından sınırlanmış görünmektedir.
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Küresel etkiler sebebiyle dış kaynağa erişim olanaklarının sınırlanmasından hem finanssal kuruluşlar hem de reel sektör firmaları olmak üzere özel sektörün tamamı nasibini almıştır. 2009 yılının ilk yarısında özel sektör finanssal firmalarının dış borcu 4,3 milyar dolar, reel sektör firmalarının dış borcu ise 4,7 milyar dolar azalmıştır.
Sonuç olarak, küresel kriz hem reel sektör firmalarını hem de finanssal sektör firmalarını vurmaktadır.
Önümüzdeki dönem ülkemizi yüklü dış borç ödemesi
beklemektedir.
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Türkiye’nin önümüzdeki dönem dış borç geri ödeme miktarlarının büyüklüğü önemli bir kırılganlık nedenidir. Bu durum dış kredi olanaklarının önemli ölçüde sınırlandığı küresel kriz ortamında daha da önemli bir sorun olma potansiyeli
taşımaktadır. 2009 yılının son dört ayında yaklaşık 30 milyar dolar dış borç geri ödemesinin 25 milyar dolarını yerine getirmek zorunda olan özel sektör için sorun çok
daha ciddi boyutlardadır.
2009 yılının sonlarına doğru yapılacak yeni borçlanmaların bir kısmının ödemesinin 2010 yılı içine düşeceği varsayımıyla 2010 yılında özel sektörün yapacağı dış borç geri ödemesinin miktarı ise 40 milyar doların üzerine çıkacaktır. Sonuç olarak, yüklü dış borç ödemelerinin önümüzdeki dönemin endişe kaynaklarından biri olmaya devam edeceği anlaşılmaktadır.
Reel sektörün dönem boyunca artan dış borç stoku,
sektörü ciddi bir kur riskiyle karşı karşıya bırakmıştır.
Kaynak: TCMB
2001 krizi sonrası uygun uluslararası likidite koşulları reel sektörün dış kaynağa yönelmesine neden olmuş, bu durum bir yandan reel sektörün dış borç miktarını arttırırken bir yandan da sektörü ciddi bir kur riskiyle karşı karşıya bırakmıştır. Reel
sektörün döviz cinsinden varlıklarıyla döviz cinsinden yükümlülükleri arasındaki fark, 2008 yıl sonunda yaklaşık 80 milyar dolara ulaşmıştır. Bu durum, sektörü kur değişmelerine karşı daha hassas hale getirerek ekonomide önemli bir kırılganlık kaynağı haline getirmiştir. Öyle ki, 2001 krizi esnasında finanssal sektör nasıl bir kur riskiyle karşı karşıya kalmışsa bu kez reel sektör aynı riskleri yüklenmiş
görünmektedir.
Dış kaynağa erişim olanaklarının iyice daraldığı 2009 yılının ilk çeyreğinde reel sektör döviz pozisyon açığı bir miktar azalmış görünse de açığın toplam boyutu hala önemli bir tehlike arz etmektedir. 2009 yılı Mart ayı itibariyle 74,1 milyar dolar seviyesinde olan reel sektör döviz pozisyon açığı aynı dönemdeki Merkez Bankası brüt döviz rezervlerinden bile fazladır.
Kredi kartı ve tüketici kredisi borcunu ödemeyen kişi
sayısı hızla artmaktadır.
Kaynak: TCMB
Krizin hane halkı üzerindeki yansımalarını ise kredi kartı ve tüketici kredisi borcunu ödemeyen kişi sayısındaki artıştan takip etmek mümkündür. Krizle beraber yaygın işsizlik ve artan yoksulluk hane halkının kredi borçlarını ödemekte zorlanması
sonucunu doğurmuştur. Merkez Bankası gözetiminde tutulan kütüklerde tüketici kredisi ve kredi kartı borcunu ödemeyen kişi sayısı 2006 yıl sonunda 522 bin kişi iken, 2009 yılı Ağustos ayı itibariyle 1 milyon 168 bin kişi artarak 1 milyon 690 bin kişiye ulaşmıştır.
Kredi dönüşlerinde yaşanan sorunlar kredilerin takibe
dönüşüm oranını arttırmıştır.
Kaynak: BDDK
Kullandırılan kredilerin takibe dönüşüm oranının hızla yükselmesi hane halkı ve firmaların kriz sebebiyle ciddi bir ödeme sorunu yaşadıklarının bir göstergesidir. Son
bir yılda bankalarca ve dier finanssal kuruluşlarca kullandırılan kredilerden vadesinde ödenmeyip takibe dönüenlerin toplam kredilere oranı %65,7 oranında artarak %3,06’dan %5,07’ye çıkmıştır. Takibe dönüşüm oranları henüz alarm seviyelerinin
çok altında olmakla birlikte oranın yükselen bir seyir izlemesi bu alandaki kırılganlığın arttığına işarettir.
Bankalar kredi kullandırma konusunda daha ihtiyatlı bir tutum içine girmişlerdir.
Kaynak: BDDK
Kriz bankaları kredi kullandırmak konusunda ihtiyatlı bir tutuma sevk etmiş görünmektedir. 2001 krizinde yaşanan deneyimlerin de bu tutumda büyük katkısı bulunmaktadır. 2002 yılından itibaren düzenli bir biçimde artan kredilerin toplam
varlıklara oranı, 2009 yılının ilk yarısında 2008 yılındaki %50,2’lik zirve seviyesinden 2,3 puan gerileyerek %47,9’a inmiştir. Her ne kadar bankaların kriz dönemindeki bu
ihtiyatlı tavrı, onların riskini azaltıyor olsa da ekonomik aktivitelerin yavaşlamasına neden olmaktadır.
Mevduatlar Hazine’nin finansmanına yönelmeye
başlamıştır.
Kaynak: BDDK, OVMP (2010-2012)
Bankalar, kredi kullandırma konusundaki ihtiyatlı tutumlarını Hazine’yi her geçen gün daha fazla fonlayarak telafi etmeye çalımaktadırlar. Hazine’nin bozulan mali dengeler dolayısıyla artan finansman ihtiyacı ve Hazine’yi finanse etmenin bankalar için risksiz olması bu süreci besleyen temel unsurlar arasındadır. Hazine’nin her geçen gün daha fazla fonlanması reel sektöre ve hane halkına verilebilecek fonları
azaltmakta, bankaların asli unsuru olan kredi verme fonksiyonunu zedelemektedir.
İktisatta dışlama etkisi (Crowding out) olarak bilinen kamu açıklarının özel sektörün krediye ulaşım olanaklarının sınırlandırılması süreci, küresel krizle birlikte Türkiye
ekonomisi için yeniden geçerlilik kazanmış görünmektedir.
Dönem boyunca hızla yükselen hane halkı borçluluğunda krediye erişim olanaklarının sınırlanmasının etkisi hissedilmektedir.
Kaynak: BDDK
2001 sonrası dönemde uluslararası likidite koşullarındaki olumlu ortamın da etkisiyle tüketici kredileri ve kredi kartı borç bakiyesinden oluşan hane halkı borç miktarı önemli ölçüde artmıştır. Öyle ki, 2003 yılında sadece 8 milyar TL olan
hane halkı borç* miktarı 2009 yılının ilk yarısında 106 milyar TL’ye ulaşmıştır. Küresel krize rağmen artış eğilimi devam ediyor olmakla beraber hane halkı borç miktarının artış hızında göreli bir yavaşlama görünmektedir. Krediye erişim olanaklarının daralmasının bu sonuçta katkısı büyüktür. Hane halkı yükümlülüklerini varlıklarıyla oranladığımızda 2008 ve 2009 yıllarında bir düşüş gözlemlenmektedir. Oran, söz
konusu dönemde 1,6 puan gerilemiştir.
Sonuç bölümü, ülkenin ne denli güç süreçlerden geçtiğini vurguluyor:
Türkiye ekonomisi, küresel krizden en fazla etkilenen ekonomilerden biridir. Krizin ekonomimiz üzerindeki etkileri analiz edildiğinde, yaşanan olumsuzlukların 2001 yılındaki
büyük çöküşle eşdeğer olduğu, hatta bazı açılardan ondan daha derin izler taşıdığı anlaşılmaktadır. Nitekim, ekonomi son üç çeyrek boyunca çok sert bir biçimde daralmış, kapasite kullanım oranları ve sanayi üretim endeksi düşmüş, reel kesimin ve tüketicilerin ekonominin geleceine olan inançları sarsılmış, bunun sonucunda yatırım ve tüketim harcamalarında önemli gerilemeler kaydedilmiştir.
Türkiye ekonomisi, bu performansıyla küresel krizin etkileri açısından dünyanın geri kalanından hızla ayrışmıştır. Daha ilginç olanı, bu ayrışma sürecinin küresel kriz başlamadan
çok önceleri hissedilmeye başlanmış olmasıdır ki, bu durum uygulanan makro ekonomik politikaların daha önceden tıkanmaya başladığı anlamına gelmektedir. Kriz işsizlik oranlarında ciddi artışlar meydana getirmiş, işsizlikte yeni bir patikaya girilmiştir. 2001 sonrası uygun uluslararası likidite koşullarının da etkisiyle göreli olarak hızlı sayılabilecek bir büyüme performansına rağmen, işsizlik oranlarını aşağıya çekebilecek bir istihdam artışı sağlanamamış, ayrıca bu son krizle yaklaşık 1 milyon kişi daha işini kaybetmiştir. İşsizlik oranlarının daha uzunca bir süre kriz öncesi seviyelerine gelmesi muhtemel görünmemektedir.
Enflasyon cephesinde ise ilk bakışta ciddi bir kazanım elde edilmiş gibi görünse de bunun nedeninin krizin yarattığı talep yetersizliği olduğu anlaşılmaktadır. Zira, yurtiçi ve yurtdışı talepte yaşanan daralma toplam talebi toplam arz seviyesinin altına çekmiştir.
Krizin dış denge üzerindeki etkisi iki yönlü olmuştur; ilk olarak 2001 krizi sonrası hızlı bir biçimde yükselen cari işlemler açığı küresel krizin etkisiyle kapanma eğilimine girmiş görünmektedir. Ancak, Türkiye ekonomisinin ithalata ve dolayısıyla dış açığa bağımlı olan büyüme dinamiği, daralan cari işlemler açığını kötüleen yatırım ve büyüme ikliminin bir göstergesi haline getirmektedir. Nitekim, daralan ara malı ithalatı büyüme olanaklarını ciddi bir biçimde sınırlandırmaktadır.
İhracat ise son bir yılda %23,5 oranında azalmıştır.
Öte yandan, kriz cari işlemler açığının finansmanının kalitesinde de ciddi bir bozulma yaratmıştır. Son bir yıllık rakamlara bakıldığında doğrudan yabancı yatırımlar gerilemiş,
portföy yatırımlarından net çıkış gerçekleşmiş ve Türkiye net dış borç ödeyicisi konumuna gelmiştir. Finansmanın kalitesini bozan en ciddi gelişme ise kaynağı tam olarak tespit 87
edilemeyen döviz girişlerini gösteren net hata ve noksan kaleminde gözlenen yaklaşık 15 milyar dolarlık net giriştir.
Küresel kriz mali disiplini ciddi bir biçimde zedelemiş görünmektedir.
Tüm mali göstergeler 2009 yılı bütçesi ile birlikte bozulmuştur. Merkezi yönetim bütçe açığının milli gelire oranı %1,8’den %6,6’ya çıkmış, faiz dışı fazla veren kamu, faiz dışı açık verir hale dönüşmüştür. Bu sürecin bir sonucu olarak genel kamu borçlanma gereğinin milli gelir içindeki payı 3,1 puan yükselerek %4,6 ya ulaşmış, Hazine nakit açığı yaklaşık 6 kat artmış, kamu borç stoklarının milli gelir içindeki payı uzun bir aradan sonra yeniden artma eğilimine girmiştir. Borç stoklarındaki artışın önümüzdeki dönem de devam edeceği tahmin
edilmektedir. Öte yandan, kamu iç borç stokunun vadesi kısa kalmaya devam etmiş, dış borç stoklarının ise hem vadesi kısalmış hem de maliyeti yükselmiştir.
Kriz, özel sektör borçluluğuna ilişkin rakamlar üzerinde de kendisini göstermiş, dış kredi olanaklarının sınırlanmış olmasına paralel olarak özel sektör dış borç stokları azalmış,
sektör net dış borç ödeyicisi konumuna gelmiştir. Özel sektörün dış borçlanma olanaklarının sınırlanması bu kesimin yurtiçi yatırım eğiliminin de önemli ölçüde düştüğü anlamına
gelmektedir.
Krizin derin izlerini firmalar kesimine ek olarak hane halkı üzerinde de izlemek mümkündür. Tasfiye olunacak kredi kartı ve tüketici kredisi borcu bulunan gerçek kişi sayısı 2008 yılının ikinci yarısı ile 2009 yılının ilk sekiz aylık döneminde neredeyse 2 kat artmıştır.
Krediye erişim olanaklarının sınırlı kalmasına paralel olarak bu kesimin istikrarlı biçimde artan yükümlülük/varlık oranı kriz döneminde hafifçe gerilemiştir.
Bankalar kriz boyunca kredi kanallarını açık tutma konusunda ihtiyatlı bir tavır içine girmişler, firmalar ve gerçek kişilere kredi vermek yerine daha az riskli gördükleri Hazine’yi fonlamayı tercih etmişlerdir. Bütün bu gelişmeler, Sayın Başbakanın Türkiye’nin krizden en az etkilenen ülkelerden biri olduğu ve krizin ülkemizi “teğet geçeceği” söyleminin ne kadar isabetsiz olduğunu ortaya koymaktadır.
Kriz Türkiye’de çok derin izler bırakmıştır ve bu izler kısa bir süre içinde silineceğe de benzememektedir. Bu gelişmelere kulak tıkamak ve onları yok saymak yerine, mevcut durumun farkında olup ekonominin kırılganlıklarını azaltacak orta ve uzun vadeli politikalar oluşturmak yaşamsal görünmektedir. Her zamankinden daha fazla küreselleşmiş olan dünyada, ülke olarak bu tür olumsuz etkilerden mümkün olduğunca az etkilenebilmenin yolu da bundan geçmektedir.
GSYH*: Gayri Safi Yurtiçi Hasılat; bir ülke sınırları içerisinde belli bir zaman içinde, üretilen tüm nihai mal ve hizmetlerin para birimi olarak değeri...
GSMH: Gayri Safi Milli Hasılat; bir ülke vatandaşlarının veri bir yıl için ürettikleri toplam mal ve hizmetlerin, belli bir para birimi karşılığındaki değerinin toplamı..
Ex- ante*: Önceden-uygulama öncesi-beklenilen değer.
Reel Sektör*: Ekonomide, paradan faiz geliri ile para kazanmayıp, üretim yaparak para kazanan sektör..
Reel Kesim Güven Endeksi*: Reel kesime yönelik , modele ve duruma göre/konjonktürel gelişmelerdeki genel eğilimi ortaya çıkarmak ve ekonomik karar birimlerine gerekli olan gelecek beklentilerine ilişkin bilgi sunmaktır.
Cari Açık*: Ülkenin cari /geçerli işlemlerinde borçlarının toplamının, alacaklarının toplamını aşması halinde oluşan ödemeler bilanço su açığı..
Kamu Kesimi Yatırım-Tasarruf Dengesi*: Cari işlemler açığının ardındaki neden ekonominin toplam yatırımlardan daha az tasarruf etmesidir, yani yeni yatırımlar yapmak içir kenara para koyamama, parayı yatırım aracına vererek yeni para yaratılıp yeni yatırımlara yönlendirilmemektedir; buna "Tasarruf açığı" denir ve bu olgu cari işlemler açığına eşittir. Yurtiçindeki toplam tasarruf açığı yurtdışındaki tasarrufların ithali yoluyla finanse edilerek, kamu kesimi yatırım-tasarruf dengesi sağlanmaktadır. Bu süreç 2000’ler sonrasında Özel sektör içinde işlemeye başlamıştır.
Portföy Yatırım*: Yatırımcıların faiz veya kâr payı sağlamak amacıyla bono, tahvil, hisse senedi gibi kıymetli evrakları toplamalarıdır. Devlet tahvillerinin alımı portföy yatırımlarına bir örnektir.
Likidite*: Ekonomik varlığın, para gibi hemen değişimde kullanabilme özelliğine sahip olması..Likiditesi en yüksek varlık paradır.
Net hata noksan kalemi*: Bir yere yazılamayan döviz hareketleri.
Reel Faiz*: Enflasyondan arındırılmış faiz.
Reel Kur Endeksi*: Bu endeks bize ülkemizde gercekleşen enflasyon ve devalüasyon sonrası karşılaştırıldığı yabancı para birimine göre değerini verir.Özü, paranın enflasyon ile kaybettiği değerinin devalüasyon ile kura yansıtılarak eşlenmesinden geçmektedir. Bir diğer anlatımla paranın iç değeri düşüyorsa dıştaki değeri de düşmelidir. 100'u baz alırsak -Türkiye’de reel kur'da baz olarak 1994 Aralık ayı esas alınmaktadır-, enflasyonun para birimimizin devalüasyonundan büyük olduğu noktalarda paramız fazladan daha değerli hale gelmekte ve endeks 100'un üstüne çıkmaktadır; böyle durumlarda paramız görece değerli olduğundan ithalat yapmak kazançlıdır-dolar karşılığı daha ucuza alırız-. 100'un altına indiğinde ise dolar görece değerli olduğundan ihracat yapmak faydalıdır , ancak ihracat hacmi artı değer yaratacak kadar çok olmayan durumlarda zorunlu olarak yapılan ithalat -örneğin ülkemiz için petrol ürünleri- enflasyona yol açabilir ve enflasyon da devalüasyona neden olup bir döngü-olayın birkaç defa yaşanması- yaratabilir. haziran 02 için us dolar karşısında reel kur endeksimiz 116.9, Euro için 150.7'dir.
Dezenflasyon*: Fiyatların artış hızını, yani enflasyonu azaltmak.
Döviz Tevdiat: Aslı mevduatın çoğuludur ve belli bir süre sonra geri alınmak üzere bankaya faizle yatırılan para anlamındadır/yatırga. Döviz olarak yatırılırsa, al sana doviz tevdiat..
DİBS Portfoyü*: Devlet İç Borçlanma Senedi Portföyü.
DİBS: Devletin, cari yıl bütçe kanununa dayanarak bütçe açıklarının finansmanı amacıyla çıkardığı borçlanma senetlerinin genel adi.
Portföy: Sahip olunan varlıkların yatırım sonucu oluşturduğu toplam değer.
Kote*:Borsa, hisse senetlerinin ticaretinin yapıldığı piyasa.
Faiz Dışı Fazla*: Faiz giderleri ve faiz dışı giderlerden oluşan bütçenin giderleri, gelirlerinden büyükse bütçe açığını ortaya çıkarır. İşte bu noktada bütçe gelirleri faiz dışı giderlerden büyükse o zaman faiz dışı fazla olgusu karşımıza çıkar. Genellikle bütçenin denk olması istenir, fakat, gelirleri giderlere yetmediği için denklik olmaz ve ülkenin bütçesi açık verir, o noktada ülkenin bütçesinin faiz dışı fazla vermesi gerekir. Eğer ki; ülkenin gelirlerinin faiz dışı giderlerinden fazla olmasını istiyorsan ve gelir fazlasını faiz giderlerinin ödenmesinde kullanmak istiyorsan...
Bazen faiz giderlerini karşılamak için borçlanmaya gidilir ve bu sıkıntı yaratır. Daha doğrusu, ülkenin gelirleri faiz dışı giderlerini karşılayamıyorsa, yani bir ülke geçmişte aldığı borçların faizlerini ödemek için bile borçlanıyorsa, gün gelir o ülke borçlarını ödeyemez. Ardından ülkenin kamu yönetimine borç vereni kalmaz.
Maastricht Kriterleri*:Avrupa Birliği ülkeleri ve adayları için ekonomik performans kriterleridir :
1. Ülkenin enflasyon oranı, o yılın en düşük enflasyon oranına sahip uç ülke ortalamasının en fazla 1,5 puan üzerinde olabilir.
2. Kamu harcamaları, bütçe açığının %3'unu geçemez.
3. Toplam konsolide borç miktarı, hasılanın %60'ini geçemez.
4. Uzun donem faiz oranları, en düşük üç ülke ortalamasının en fazla 1,5 puan üzerinde olabilir.
5. Ülke, son iki yılda devalüasyon yapmamış olmalıdır.
Eurobond*:Türkiye Cumhuriyeti devleti hazinesinin yurtdışına ihraç ettiği yabancı paralar cinsinden tahviller.
Hane Halkı Borç*: Kredi kartı, taksitli satışlarla ailelerin yaptığı borçlanmalar..
Tobin vergisi: Ülke üretkenliğine katkısı olmayan, fakat belirsizliklerin yoğun olduğu durumlarda riskleri ve kırılganlıkları arttırıp yeri geldiğinde ekonomileri krize sürükleyen son darbeyi vuran, çok kısa vadeli sermaye hareketlerini azaltmak için önerilmiş bir döviz işlemleri vergisi.
Bir başka deyişle; Amerikalı Nobel ödüllü iktisatçı James Tobin’in 1971 yılında, spekülatif amaçlı kısa vadeli sermaye hareketlerinin vergilendirilmesi yoluyla, piyasa hassasiyetlerinin azaltılabileceğini ve döviz spekülasyonlarının önemli ölçüde azaltılabileceğini ileri sürdüğü vergi türü...
Kısaltmalar:
TCMB : Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası
TÜFE : Tüketici Fiyatları Endeksi
TÜİK : Türkiye İstatistik Kurumu
BDDK : Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu
DİBS : Devlet iç Borçlanma Senedi
GOÜ : Gelişmekte Olan Ülkeler
GSMH : Gayri safi Milli Hasıla
GSYH : Gayri safi Yurtiçi Hasıla
IMF : Uluslararası Para Fonu
İMKB : İstanbul Menkul Kıymetler Borsası
KEP : Katılım Öncesi Ekonomik Program
OVMP : Orta Vadeli Mali Plan
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
TEKNOPOLİTİKALAR PLATFORMU
evesbere@mynet.com
GSM: 0506 609 00 32
Tel. 0312 431 96 88
Yorumlar
Yorum Gönder