1900'dan bu yana, büyük depremlerde tam 1.612.698 insan yaşamını yitirdi. Küçük depremlerdeki ölü sayısını ekleyin ve bu doğa ve doğan düşmanı depremin felaket boyutunu düşünün.. Yine felaketlerin efendisi kükredi; “Güney Amerika'nın turizm gözdesi Şili'de meydana gelen 8,8'lik depremde ölü sayısı 300'ü aştı. Ölü sayısının artması bekleniyor. Ülkede afet durumu ilan edildi.
Depremin ardından Pasifik havzasında verilen tsunami alarmı kaldırıldı. Dalgalar Hawaii, Japonya ve Rusya'ya ulaştı, ancak bir hasara neden olmadı...” Şili halkına geçmiş olsun, başları sağ olsun. Felaketin boyutu fazla değil.. Şili adeta; deprem felaketinin uyarıcı üssü gibi, çünkü tarihin en şiddetli depremi burada oluyor.
Bilindiği gibi 20. yüzyılda (22 Mayıs 1960) 9.5 şiddetindeki deprem Şili’de yapıların yüzde 80’i yıkmış ve 3 bin insanın yaşamına son vermişti. 21. yüzyılda uyarı üssü Şili’den, bu sefer 8.8 şiddetinde uyarısını yaptı(27/02/2010) Şu bir gerçek ki; “Geşmiş tarihten ders alamayan toplumlar, gelecekteki tarihi yanlış ve yalnız bırakırlar” Bu aciz ve veciz sözüm; salt ülkemiz için geçerli değil, gezegenimizin tüm ülkeleri için geçerlidir. Hangi alanda? Yaşamın tüm alanı, yani doğa ve doğanın tarihi alanında..
Konumuz doğa olayları ve bu konuda doğanın/insanın duruşu ise; Son Şili’deki doğa olayı nedeniyle, 1926 yılında imzalanan Dostluk Anlaşmasıyla Latin Amerika'da Türkiye'yi tanıyan tek ülke olan ve Ülkenin başkenti Santiago'da Türkiye Cumhuriyeti Meydanı ile Atatürk büstü bulunduran Şili’nin, yaşamın tüm alanında olduğu gibi deprem konusunda da ders aldığını, fakat bizlerin hiçbir şey de olduğu gibi deprem tarihinden de ders almadığımızı işleyelim.
Bunun için, önceki yüzyılları bırakalım; daha doğrusu M.Ö’sini ve M.S’nin 19 yüzyılını bırakıp, 20. Yüzyıldan sonrasını ele alalım, yani bilimin deprem şiddeti gibi artış kaydettiği yılları. İşte bu yıllarda da ders almamayı sürdürmüş, sürekli sınıfta kalmışız, çünkü 1900 yılında bu yana, salt deprem felaketi 1.612.698 canımızı almış.. Hangi ülkede, hangi deprem şiddeti canımıza okuduğunun sıralamasını yapmaya gerek yok, çünkü kaybedilen gezegenimiz insanıdır, kaybettiren de gezegenimizin şiddeti. Burada düşünmemiz gereken, deprem şiddetine, şiddetimizi artırıp yanıt veremeyişimizdir..
Bu konuda gelişmiş ülkelere haksızlık etmeyelim, onlar bilimsel çalışmalarıyla felaket teknolojisini geliştirip, güçlendirdikleri deprem mühendisliğiyle, depremin büyüklüğünü değil (çünkü insanın yapay gücü, asla doğa gücünü durduramaz) depremin yıkım ve yok edim gücünü, yani şiddetini azaltmışlardır ve bunu ülke bazından çıkarıp gezegen basında yaygınlaştırmadıkları için gezegenimiz insanın büyük haksızlıklar yapmakta ve de yapmaya devam etmektedirler..
“Şili’deki deprem şiddetinin (8.8) yarattığı yıkım,Haiti depreminin(6.9 şiddet) yarattığı yıkımdan bin katı daha az zararla(300kişi-300 bin kişi) atlatılmasının nedeni Şili’nin önlem geliştirdiğini göstermez, çünkü deprem üssü kentlere, özellikle Sanitago’ya 320 km uzaklıkta idi” denebilir, fakat yadsıyamıyacağımız bir gerçek var ki Şili’nin bi konuda bizden duyarlı olduğudur. Çünkü bizler özellikle Marmara çevresindeki 10 binleri aşan yapı stoğunu güçlendirme projeleriyle yeniliyemedik, yeni yapılar için yeni deprem yönetmeliğini (1999) ve yapı denetim yasasını istenen ölçüde uygulamadık; hala İstanbul için deprem senaryoları yazıyoruz, ama Şili tüm bunların yanında eskileri yıkıp yeniden yaptığı gibi son 15 yıldır ülkedeki tüm binaların depremdeki esneklek katsayısını artırdı, deprem mühendisliğini geliştirdi, ilgili sivil toplum örgütlerini finanse etti.....
Biraz önce, bizde daha duyarsız Pakistan 6.2 ile sallandı, İnşallah felaket katsayısı artış kaydetmez!! Fakat; Japonya’nın kuzey açıklarında meydana gelen 7.3 şiddetin (26 Şubat 2010) ve bizdeki 1999’un 6.9 şiddetin yaratığı felaketleri karşılaştırdığımızda deprem krizinin ve krizlerinin ülkemizi hiç de teğet geçmediği, geçmeyeceğini göstermektedir. Peki, bu durumda biz ne yapıyoruz? Dere yataklarına yapıyoruz, Kıyılarımıza yapıyoruz, Bereketleri ovalara yapıyoruz, Fay boylarına yapıyoruz, Kısacası olmadık yerlere yapıyoruz ve pisliyoruz doğamızı..
Ne mi yapıyoruz, yapı hacetimizi ve bina hacetimizi(barınma gereksinimi)? Başka ne yapıyoruz? Çalıyoruz! Demirden, çimentodan ve benzer yapı malzemelerinden.. Daha, daha ne yapıyoruz? Belediye meclis kararıyla, fay bölgesini imara açmak için, fay hattını 15 km kuzeye kaydırıyoruz: http://www.radikal.com.tr/1998/09/29/yorum/bilgi.html Siyasi ve ekonomik rant adına her şeyi özelleştiriyoruz, inşaat sektörünü devletleştiriyoruz.
Varoş ve gecekondularda toki-toki sekerek yandaşımıza tok, pardon çok evler yapıyoruz.. Başka, yandaşlarımız için dik durma adına, Dik’i(Devlet İhale Kanunu) otomatiğe bağlayarak değiştiriyoruz, Yapı Denetim sürecini başlatmamıza karşın, yandaş yüklenicileri korumaya almak için, denetim ciddiyetini örseliyor ve eski fenni mesullük düzeyine indirgiyoruz.. İnanın bugün, gerek meslek odam, gerekse duyarlı meslektaşlarım bu süreçten çok rahatsızlar...
İte yaşadığım bir örnek: 3-4 gün önce iki yapı denetim şirketinden telefon aldım. Yapı denetçiliği konusunda teklifte bulundular. Teklif çekiciydi. Ekonomik açıdan çok sıkıntılı bir süreçten geçtiğim için, sevdiğimi ilgili bir arkadaşımı aradım, olayı anlattım, tabii ki endişelerimi de, hak verdi... Para ile barışık olmamam ve akçalı işleri pek sevmemem nedeniyle yapı denetim belgesini almama karşın kullanmıyordum.
Arkadaşım da; bu yozlaşım süreci nedeniyle yapı denetim sürecinin iktidarca amacından saptırıldığını, odaların bu bağlamdaki işlevini azalttığını, duyarlı şirketlerin bundan çok rahatsız olduğunu söyleyince vazgeçtim. Zaten kullanmaya niyetim yoktu, çünkü olgunun amacından sapmaya başladığın ben de gözlüyordum ve ilkelerime ters düşmek istemiyordum. İşte ülkem de durum bu..
Detay yazılarım:
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=176644
http://blog.milliyet.com.tr/Haiti_Depreminin_cagristirdiklari/Blog/?BlogNo=223967 http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=197313
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
TEKNOPOLİTİKALAR PLATFORMU
Yorumlar
Yorum Gönder