İÇİNDEN SOL VE DEMOKRASİ GEÇMEYEN CUMHURİYET’E DOĞRU MU GİDİYORUZ?
Cumhuriyet ne doyumsuz şeydir ki, demokrasiyi bile yiyebilmektedir. Doğrudur; oligarşik ve monarşik kimliğiyle elbette ki demokrasiyi yer, buna kimsenin itirazı yok. Aslında bazı durumlarda demokrasi ve cumhuriyet kavramlarını birbirine karıştırmamak gerekir. Tartışmalarımızı bu çizgide yapmak zorundayız, içinden demokrasi geçen cumhuriyetleri karalamamak adına. Çünkü cumhuriyet bir biçimi, demokrasi ise içeriği ifade eder. Bu nedenle içinden demokrasi geçmeyen cumhuriyetlerin varlıklarını yadsımamız gerektiğini düşünüyorum. Bunlara neden cumhuriyet denir anlamış değilim. Şunu söylüyorsanız-halkın, doğrudan ya da seçtiği temsilciler aracılığıyla egemenliği elinde tuttuğu yönetim biçimi cumhuriyettir. İyi de o zaman; belli bir grubun egemenliğinde beliren yönetim biçimi oligarşiyi ve kralların, padişahların egemenliğindeki yönetim biçimi monarşiyi cumhuriyet idaresi olarak nasıl tanımlarız?
Her ikisinde de halkın egemenliği elinde tuttuğu bir yönetim biçimi göremiyoruz. Birilerin egemenliğinde bir yönetim biçimi karşımıza çıkıyor. Egemenliğin halka ait olduğu hükümet veya devlet biçimi ise cumhuriyet, özellikle içinden demokrasi geçmesi gerekir. Ki İngiltere örneğinde olduğu gibi, İngiltere monarşizminin içinden demokrasi geçebilmekte, ama Cumhuriyet’inin içinde demokrasi geçmediği için antidemokratik bir ülkedir İngiltere.
Daha net belirtmek gerekirse İngiltere örneğinde olduğu gibi, egemenliğin halkın elinde bulunduğu bir ülke geniş anlamda cumhuriyet olmakla birlikte, devlet başkanı halk tarafından seçilmiyorsa dar anlamda cumhuriyet değildir.
Eğer egemenlik yalnızca belli bir sınıfın elindeyse buna aristokratik cumhuriyet, yani seçkinler cumhuriyeti denir. Egemenlik bütün halka aitse “Demokratik Cumhuriyet” ya da halk cumhuriyeti adı verilir. Anabritannica’nın bu tanımına göre, “Türkiye Cumhuriyeti”’ni hangi kategoriye koyacağız?
Ve biz Türkiye için hangisini tartışıyoruz? Bilindiği gibi 29 ekim 1923 tarihli yasada belirtilen Cumhuriyet’in hükümet biçimi 1924 anayasasıyla devlet biçimine dönüştürüldü-ki bu Fransa’da hükümet biçimidir, çünkü onların saltanat ve hilafet gibi endişeleri yoktu.
Anayasa hukukuna göre teknik bir konu olan bu olgu tartışılabilir, ama biz bundan çok karalamak adına demokrasi çelişkileri yaratıp Cumhuriyet’imizi tartışıyoruz- buradaki amaç, hukuki olmaktan çok siyasidir, çünkü devlet başkanlığının bir hanedana ait olup soydan geçmesini, yani saltanatı önlemektir. 1924, 1961 ve 1980 anayasalarında yer alan-devlet şeklinin cumhuriyet olduğunun değişmezliği- ilkesi de bunun bir kanıtıdır.
Gelelim ülkemiz üzerindeki tartışmanın demokrasi boyutuna:
1982 anayasasıyla –Türkiye devleti bir Cumhuriyettir- ifadesiyle yetinilmemiş, cumhuriyetin nitelikleri başlığı altında, Türkiye cumhuriyeti “Demokratik, Laik ve Sosyal Bir Hukuk Devletidir” denerek, cumhuriyetin içeriği belirtilmiştir.
Çünkü yukarıda belirttiğim gibi, İngiltere’de nasıl ki monarşik bir yönetim demokratik olabiliyorsa, cumhuriyet yönetimi de antidemokratik olabiliyor.
Türkiye’miz ile ilgili eleştirileri önce laiklik boyutuyla ele alalım. Evet, katılmamak olası değil; cumhuriyet bir demokrasi projesi değil, fakat cumhuriyetin demokrasisiz ne anlama geldiğini de yukarıda kısaca bazı değişkenleriyle(Fr. Parametre) gördük. Peki demokrasinin laiklikle kimlik bulduğunu yadsıyabilir miyiz? Buna belirtildiği gibi yurttaşlık ve ulusal irade kavramlarını da kesinlikle katmamız gerekir.
Laiklik asla Türkiye için devletle olan hesabın görüldüğü alanlardan biri değildir. Laikliğin bir siyasal kavram veya hukuksal kavram algısı, Türkiye’mize ne getirir, ne götürürün kaynağıdır. Hukuksal kavram olarak kabul gördüğünde, demokrasinin altyapısı olarak görülen laiklik bilinen kişilerin işine yarayacağı bir gerçek.
O zaman kırışık mantık sahiplerine düz mantıkla yaklaşarak; laiklik siyasi kavram olarak kabul gördüğü için Atatürkçülerin işine yaradı diyebilir miyiz? Özdeki amaç bunun önüne mi geçmektir?
Özdeki amaç bunun önüne mi geçmektir? Toplumun kendi iradesi etrafında kendisini tayin etmesi, toplumun erginleşerek demokratikleşmesi ise bu noktada cumhuriyet ve demokrasinin birbirini tümleyen gerçekler olduğunun temel göstergesidir.
Eğer; karanlıkla aydınlığı, uygarlıkla ilkelliği/gericiliği, artidemokrasi ile antidemokrasiyi karıştırır, bireysel ve ideolojik çıkarları evrensel değerlerin önüne koyarız. Ve de laiklik Demokratik Cumhuriyetle birlikte ulusal birlikteliğe duyarsız kalırak; bırak çelişkiyi vatana ihanet etmiş oluruz. Öyle ki; zirveye taşınan kıyafet devriminin karşıtı türban karşısında askerimize selam durdurur; ardından da suskunları oynarız. En önemlisi; Aramazdan ayrılan sevgili Deniz Som’un “Vaziyeti”nde ‘beynimizde de yer almasını düşündüğü’ papaz Martin Nimöller’in ‘Nazi Almanya’sı’ günlüğündeki; “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” söylemiyle vurguladığı çelişkiye düşmüş oluruz. Laiklik hiç de karanlık şey değildir. Kısa ve yalın anlatımıyla; din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır…
Bir başka çelişki, cumhuriyet’in; kendi yetilerine sahip, üstündeki iradelerden(baskı denmek isteniyor) özgürleşmiş, kendi kaderi hakkında karar verebilecek bireyin yaratıcısı denmesi. Aydın iradesi olarak ortaya çıktığının savlanması. Fakat, öbür yandan; bireyin varlığından rahatsız olduğunu söyler ve ardından; ‘cumhuriyet, en azından cemaatle ve onun değerleriyle uyum içinde birey yaratma çabasındaydı’ denirse, ben de bu cumhuriyet içinde bir cumhuriyetler var ki onlar da cumhuriyet değildir; monarşidir, oligarşidir! derim.
Ülkemiz özelinde cumhuriyetçi devlet hukukunu öteleyen devlet aklıyla var olan sağlıklı yapıyı yok sayan ve o’nu cemaat disiplini içinde tutarak uslandırmaya / yola getirmeye çalışan bir 2002 sonrasının yapısına sahibiz. Bunun adı; Türkiye’de siyasetin temel ve içsel çelişkilerinden, karşıt düşüncelerden(Latince.paradoks) doğan, yani Laikliğin şeraitin önüne geçmesi uygarlık değildir çelişkisiyle yaratılan ‘iktidarın amaçlı, demokrasiyle bütünleşmemesidir’. Ve bu nedenden dolayı demokrasiyi var eden; bireyin siyasal, hukuksal ve ekonomik özgürleşmesinin önüne set çekilerek; Cumhuriyet’in demokrasi projesi olduğu gerçeği kurumsallaştırılmaya çalışılmaktadır.
Atatürk sonrası kendini gösteren ve bilerek sürdürülene eksiklerin, hataların suçlusu olarak Atatürk’ün genç Cumhuriyeti gösterilmemelidir. O’nu 1950 sonrası yaşlandıran ve yeni ve genç sistemin içinde ‘kendi içinde örgütlü, dışa kapalı örtülü inançlar özündeki, farklı bakış açısıyla oluşturulan seçenek dünya görüşü ile (Latince. Paradigma)’ onun üzerinde eski bir yapı inşa etmeye çalışanlardır. Öncekiler; hiçbir zaman yeni ve genç sistemi çağın özgünlüğüne taşımaya çalışanlara izin vermediler. Yani söylendiği gibi; bambaşka değişkenler üstüne kurulmuş ve bu nedenle bambaşka gereksinimleri karşılamakla yükümlü dünya’ya cumhuriyetimizi uyarlamaya çalışanlar sürekli susturuldu.
Evrensel değerlerin altyapısı ‘düşün özgürlüğü’ gibi değil demokrasi. Laik Demokratik Cumhuriyet’in alt yapılarından biri olan ‘demokrasi’, sınırlı ve sinirli olamaz, aksi taktirde temel altyapısı ‘laiklik’ ile birlikte Cumhuriyet’i de bozar. Bugünküler de bu görevi yerine getirmeye çalışıyorlar.
Tüm ulusun acısı olan ‘Van deprem felaketi’ bahane edilerek, her 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda Köşk'te yapılan Cumhuriyet Töreninin(Fr. Resepsiyon) iptal edilmesi sizce ulusal yasın bir parçası mı, yoksa….?
İptal edilmesi gereken; ‘vur patlasın, çal oynasın’ görüntü kirliliğindeki televole eğlenceleri ve benzer duyarsız TV programlarıdır, Cumhuriyet töreni değil…
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
Teknopolitikalar Platformu
evesbere@gmail.com
evesbere@mynet.com
GSM: 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder