MARMARİS’İN MAVİ KOYLARINI KURTARALIM VE ADINI DA ‘MAR-MAVİSİ’ KOYALIM
Söylencelere göre; Kanuni Sultan Süleyman Rodos seferinde mimara emir vermiş, ben dönene kadar buraya görkemli bir kale yap diye. Kanuni bu, öyle kolay-kolay beğenir mi? Beğenmemiş ve Vezir’e ‘Mimarı as!’ buyruğunu vermiş ve ‘Mimari as!!’ zamanla ‘Mimarias’ zamanla da ‘Marmaris’e dönüşmüş. Bunlar sözlü belgesiz halk arasındaki söylencelerdir. Örneğin, ‘Kastin ne idi moni’den ‘Kastamonu’yu, Şeker yoksa ‘Bal kat’ sözcüğünden ‘Ankara’nın Balgat’ını türetmişiz. Marmaris’in öyküsü de işte böylesi bir söylenceye dayandırılıyor. Ben olsam adını ‘Marmavisi’ koyardım, çünkü Marmaris’in mavisi bir ayrı mavi, betimlemek zor ve bu nedenle Marmaris’in adına, “Marmavisi” demek daha doğru olurdu.… Nasıl, benimki daha mantıklı değil mi? Bir başka söylence de göre, Marmaris Mermer tepelerine konuşlandırıldığı için, adına Mermerden gelen Mermeris ve zamanla Marmaris denmesi… Siz karar verin, hangisinin daha akıl ürünü olduğuna. Ama siz siz olun Marmaris(Marmavisi) sonlanmadan görün.
İşin şakası biryana; Marmaris’in koy ve köylerinin ayrıcalıklı mavi duruşu, sizi marmavisi bir cennet ile karşı- karşıya bırakıyor.
Geleneksel GER-GÖR-YAZ etkinliğimizin ‘bilmem kaçıncısı için’ 31 Temmuz 2011 gecesi saat 21’de bir kez daha Tınaz Tepe’deki Ahenk apartmanını terk ettik. Bir önceki gibi ahenksiz değil ahenkli çıkış yaptık Ahenk apartmanından, çünkü geç kalıp adrenali yükseltmemek için 1 saat önce evden ayrıldık. 11 saatlik yolculuktan sonra Temmuz sonrasının Ağustos’unda Marmaris’te girdik.
1 Ağustos 2011’ in 08.30’unda Çetibeli’ndeki Kenan Evren kimlik kontrolü ile Marmaris’e giriş izni verdiler…
Çeyrek asır önceki büyüyen ve dağılmış Marmaris için Ankara benzetmesi yapmıştım. Şimdinin Marmaris’i ise Balan, Karadağ ve Günlük tepelerine dayanmış. Ne olursa olsun, yaşlı Marmaris yaşlanarak dağlarına da evler düşse de, yani Ankara betonlaşmasına benzese de yine de genç Marmaris’in izlerini bulmanız olası. Evet kıyı yapılanması sıfır da olsa, koyları ve kıyı köylerinin denizi, yeşili, yani doğasıyla Marmaris tıpkı Marmavisi gibi…
Marmaris Akşam Sanat Okulu-Öğretmen Evi’ne gitmek için servis aracını beklemedik. Garaj taksi’den Erdoğan Sayın’ın aracıyla Öğretmen Evi’ne gidiyoruz. “Sakar geçdinde duble yol yapımı başlanmış.” der demez Sayın patlayıverdi; “10 senedir yapımını bekliyoruz. Ne zaman ki 7 yıldızlı ‘Angel's Peninsula Hotel’ açıldı, yol inşası da açıldı…” “Ne ilgisi var, Marmaris’te 7 yıldızlı oteller yıllardır var.” deyince, “ Kazın ayağı öyle değil kardeşim; X grubu, F’a ve E’a yakın… Marmaris’te otel üstüne otel alıyor” değerlendirmesi duble yolun öyküsünü ortaya çıkardı….
Düşünün Demiryolu’nda Avrupa’da sondan ikinciyiz, Karayolunda birinci. İşin tuhaf yanı ‘Hızlı Tren’ yalanları. Aslında hızlı olan karayollu yolmaları-dolmaları… Derim hep; düz ova’da keklik avlarcasına oy avlamak için duble(bölünmüş yol) alabildiğine hızlanmasına karşın, geçitlerde duble yol yapım hızı eksi sıfırın altında. Ama, birilerinin birileri Marmaris’e kolay binebilmesi, pardon inebilmesi için; geçitlerdeki ulaşımı kolaylaştırmak ve de Boynuzcuk, Tokuç ve Sakar geçitlerinde duble yolu başlatmak gerekiyor. Bunların ki duble değil, bir büyük rakı… İş makineleri koza örer gibi X grubu için yol örüyorlar. Dahası çağımızın kıyı korsanları için…
7 yıldızlı otelimizin müşterileri Ortadoğu ve Uzakdoğulu. Uçaktan çarşaflarla inip takside soyunmaya başlayan tesettürlülerinin…Kesin T.C vatandaşı ve cıbıldaklar bu otellere giremiyor(Tesettüre gir, sen de gir…)…
Biraz dinlendikten sonra, sahile indik. Birileri Uzunyalı, birileri Yayla caddesi dediği, sahil yolunda ilerliyoruz. Diyebilirim ki dünyanın en uzun yalı boyu. Dahası kıyı bandında sağımız binalarla, solumuz şezlonglarla çevrili. Ne bir kum, ne bir damla deniz mavisi. Ayağını denize sokmak ve de 11 aydır Ankara’dan yüklendiğimiz elektriği kuma vermek istedik, veremezsiniz ile karşılaştık. Biliyorum ki denize 200 metre mesafedeki alan kıyı yasasına göre ‘kamu iyeliğinde’, yanı deniz ve kum kamunun kullanımında. Bu alana giremiyoruz, çünkü denizin mavisi ve kumu birilerine satılmış.
Kadişin; “Denizin maviliğin izlemek, bana dinginlik, erinç(Ar. Huzur) ve gönenç(Ar.rahatlıl) veriyor, beni dinlendiriyor. Bir anda üzerimdeki yorgunluğumu atıp özgür kılıyor beni. Korkum denizlerini maviliğinin ‘acımasız kullanılmasıyla’ kararması, tıpkı toplumsal yaşam gibi. Bizde toplu yaşam külütürü yok; biri diğerine kendi toplumsallığını dayatmaya çalışırken doğanı, bir diğeri doğayı örseliyor. İşte tüm bunlardır, bizleri yoran.” söyleviyle kıyıdan kıyıya Marmaris'i süzmeye başladık
Beach diyorlar buralara. Yani Fransızcasını bildiğin Plaj. Türkçesi kumsal. Anlayacağınız Beach’lerle Biç etmişler kumsalları. Bazı apart otellerin önündeki Beach’ların biçleri var, çevreyi rahatsız edercesine müşteri avlamaya çalışan otobüs termilanindeki çığırtkanlar gibi. Hanutçular canım. Salt Marmaris’in değil, tüm türistik yerlerin temel sorunu Hanutçu çığırtkanlığı. Evet; dilenci, çalgıcı, falcı, çiçekçi, cikletçi, cigaracı, ayakçı, değnekçi gibi mobil(hareketli) hanutçu seviyesine indi. Aslında, Hanutçu; genelde daha çok turistik mekanlarda karşılaşılan ve günümüzde oldukça yaygınlaşmış bir müşteri çekme (daha doğrusu ayağına getirtme ) politikasıdır. Hanutçu olarak adlandırılan kişiler müşteriyi anlaşmış olduğu bir dükkana götürüp, söz konusu müşteriye yapılacak satıştan belirli bir oranda komisyon alırlar. Marmaris bunun çözümünü de geliştirmek zorundadır.
Yiğidi öldürüp hakkını yemeyeceksek, Marmaris Belediyesi’nin temizlik ve kıyı düzenlemesi konusundaki başarısını söylemek zorundayız. Bu kent içi için de geçerli. Fakat CHP’li Belediyeler devlet kaynaklarından sınırlı faydalandırıldıklarından kaynak yaratmak zorundalar. Bu nedenle kumsalları kiraya vermişler. Özellikle gürültü kirliliğinin kaynağı olan, gündüzleri özel plaj olarak, akşamları plaj partilerinin yapıldığı, gecede bar olarak değerlendirilen yerlerin(İng. beach club) gürültü kirlilikleri giderilir ve eğer biraz daha disipline ederler ise, biraz daha iyi olur bu altın kumsallarıyla varsıl uzun yalı caddesi. Doğrudur eğer denize girmek istiyorsanız önce cebinize gireceksiniz ve para ile şezlong kiralayacaksınız, çünkü kumu ve denizin mavisini hizmet veren kuruluşlara-kişilere kiralamış. Rahatsızlık duymadım değil, çünkü bana, yani kamuya ait olanı kiraya veriyorlar, fakat kaldığımız kampların plajındaki şezlong (Bu Fransız sözcüğe, Uzun Sandalye desem, sandalye Fransız, İskemle de Yunanca, oturgaç osurkaç gibi... Türkçesi yok, Lazca, Orco mu desem?) kovalamaca sona erdiği için rahattı denebilir.
Bu kumsal kiracılarından biri de Marmarisli Yörük Mesut İnci. Mesut, uluslarası marka yapılarak Turizme kazandırılmaya çalışılan ‘Marmaris Balı’ kadar ünlü, çünkü şirin ve tatlı biri. Mesut durumdan memnun değil, çünkü bir işletmeci olarak 8 farklı vergiden söz ediyor. Ayni zamanda Demir Aşevi’nin(Fr. Restoran, İtalyanca Lokanta, İngilizce Restaurant demeliyiz, aksi taktirde rezil oluruz Ramazan çadırın çağrıştıran Aşevi adını kullanırsak.) sahibi. İşte bu Aşevi’nin önündeki sahil bandını ihale ile kiralamış. Çok çalışkan biri. Yanındakiler de, özellikle Duran Kurt. Duran yerinde duramıyor. Yöre aksanıyla konuşmaları çok hoş. Kadriye ve Ececan sahilde yürüyüş yapmış geliyorlar, onları görünce “Nerden gelip durusunuz” diye yöre aksanlı samimi sorgusu o denli hoş geldi ki bana. Her ikisi de yabancılara zaman-zaman anlık gösteri(İng.show) bile yapıyorlar. İngilizceyi öğrenmişler, fakat ben bunların İngilizcesini Plaj(Beach) İngilizcesi olarak görüyorum. Mesut çalışkan biri, teknesi de var, hatta, bağımsız, özel odalı konaklama evi (Fr.Apart otel) de. İngiltere’deki turizm acentelerin grevi Mesut’u 2000 pound içeri atmış. Müşterilerine karşı çok saygılılar, tek şikâyeti dediğim gibi 8 çeşit vergi ve 2000 pound. Bir diğer şikâyeti bazı işletmeler zarar ettikleri için bayat et satmaları. Bu nedenle son 3 yıldır Marmaris’te özel hastanelerin sayısının artığını söylüyor. Mesut’un durumu fena değil, fakat kıyılarımızın durumu fena; bu da Mesut’un suçu değil.
Marmaris’in ünlüsü derken; bir Marmaris Tutkunu olan Cahit Koparal’dan söz etmemek yanlış olurdu. Cahit Koparal, Bodrum’un Halikarnas Balıkçısı Şakir Kabağaçlı kadar olmasa da, Marmaris’e katkı vermiş bir kimlik. Sevgil eşi Sevim ve Kızı Elif’in, Marmaris Belediyesi’nin çıkardığı ‘Yerel Tarih Bülteni’ndeki yazılarında okudum:
Koparal, Marmaris’i ilk kez 1951’de görmüş ve aşık olmuş. Babasının görevi sebebiyle 1950-51’de Marmaris’e gelmişler. O zaman Marmaris, adı duyulmamış bir balıkçı ve süngerci kasabasıymış. Kendisi o zamanlar Ankara Devlet Konservatuarında Flut öğrencisi(Sevgili annemin kuzeni olan ve 1998’de 73 yaşında aramızdan ayrılan ‘Türkiye’nin ilk bale piyanisti’saygın insan Vedat Çorbacı’nın arkadaşı olduğunu düşünüyorum). Okul biter ve Cumhurbaşkanı Senfoni Orkestrası sınavını kazanarak orkestraya ataması yapılırl. 1966’da Viyana’da Müzik Akademisi yüksek bölümünü bitirdi. 1975’te Marmaris’te bir daire aldı. Tüm insanlara sürekli Marmaris’i anlatan Koparal artık Marmarisli idi. 1999’da Marmaris-Armutalan beldesine tamamen yerleşti. Flüt ustası idi, ressamdı, şairdi, en önemlisi Marmaris aşığı idi. Özdeki ideali Marmaris’i Kültür-Sanat merkezi yapmaktı. Marmaris’in kültür yaşamında önemli yer tutan Marmaris Kültür Sanat Derneği(MAK-SAD)’nin en büyük destekçisi oldu.
Genç yaşta yaşama veda eden Keman öğrencisi oğul Efe ve kardeş Niyazi Koparal’ın aclarını yıllarca yürekli yüreğinde taşıdı, ta ki 2 Eylül 2001’dek.
Bugün, Marmaris Belediye Başkanı Ali Acar ve Armutalan Beldesi Belediye Başkanı Muhammet Ünlü’nün katkılarıyla anısına konserler verilmekte, Ulusal Flüt yarışmaları düzenlenmektedir. Armutalan’daki parkın adı da ‘Cahit Koparal Parkı’dır.
Koparal’ın önemli tutkularından biri de şiir. Aşağıdaki ‘Mavi’ başlıklı dörtlüğü Marmavisi Marmaris için yazmış sanki:
Küpeştelerden denize bak,
neler görürüsün o mavi derinliklerde
Eğer o mavilik
Senin içindeyse
Mesut diyor ki Karadeniz’de yağınca Marmaris esiyor. 3 gün güzel esti, çünkü 3 gündür Karadeniz yağdı. Durduk yerde, şu karşıdaki tur organizatörü Celal ağabey de Karadenizli deyince, doğru Celal beyin yanına koştum, çünkü biran önce turlara katılmak istiyoruz.
Tanıştık. Celal Hopalı, soyadı Karaibrahimoğlu. Yanındaki tur operatörü Nuri Sancar. Nuri ile anlaştık yarın tura katılacağız.
Celal’ın öyküsü çok ilginç. Celal 1955 Kazakistan doğumlu. 1944’te, Stalin dedemleri Sibirya’ya sürgün ettiği gibi, Celal ailesini de Kazakistan’a sürgün etmiş. İlk, Orta ve Lise’yi Çimkent’te(Şimkent) bitirmiş. Üniversiteyi Kırgızistan’da... Matematik ve Fizik okumuş. 3 yıl yüksek lisans yapıp Üniversite’de çalışmış. 1981’de Kazakistan’da okullar müfettişliğine başlamış. Bu görevi 5 yıl sürmüş. Bilgisayar mühendisliği de yapan Celal 1985’te Lise müdürü olmuş. 1982’de öğretmenler yarışmasında Kazakistan birincisi olunca, Türkiye’de 20 gün gezmeye göndermişler. Bu sefer Müdürler birincisi olunca Ankara’ya 20 gün gezi ile ödüllendirilmiş. Beşevler’deki öğretmen evi’nde kalmış. Tüm özlemi ülkesine dönmek olan Celal 2002’de bu özlemi yerine gelmiş ve Ankara’ya yerleşmiş. Oğullarından İlyas Maliye’yi, Hızır Gazi Matematiği bitirmiş. 2005’te T.C vatandaşı oluyorlar. İlyas Türkiye satranç şampiyonu. Daha önce Kazakistan’da 10-12 yaş grubunda Dünya satranç şampiyonluğu var. Beşevler 1.cd’de ‘Hızır-İlyas Satranç Eğitim Merkezi’ kurmuşlar. Aynı zamanda Matematik dersi de veriyorlar. Eşi ile satranç dersi veriyor. Gelinleri de öğretmenlik yapıyor satranç eğitim merkezinde. Gelinlerinin biri Kazakistanlı Türk(Melis), diğeri, Rus Karasnar’lı Türk(Roza).
Yazları Rusça bildikleri için burada, yani Cennet ve Keçi adasının karşısındaki Uzunyalı caddesinde(Marmaris’in altın Kumsalı’nda) gezi(Fr.tur) göstericiliği(Farsça. Rehber) yapıyor
“Oh be ilk kez şezlong kovalamaktan kurtuldum” diyerek bizleri kahkahaya boğan Ececan ile ben ve Kadiş Cennet ve Keçi adasına izliyoruz. Deniz bir başka mavi, müthiş bir görsellik, fakat bu görselliği jetsky’ler bozuyor, üstelik ürküntü vererek. Bu nedenle açılamıyoruz…Cennet ve Keçi adası mitolojik gözetleme kuleleriyle ünlenmişler. Özellikle cennet adası. Keçi adası bilindiği gibi keçilerin salındığı yalnız ada…
Dünya tek dile gidiyor. Her yer İngilizce tabelalar ve afişlerle dolu. Eğer Marmaris Şehir Tiyatrosu’na gitmek istiyorsanız İngilizce bilmeniz gerekir. En azında ‘Marmaris City Teheater’ anlamanız için. Lünch menu, yani öğle yemeği menüsü almak istiyorsanız ‘main meal’in ana yemek olduğunu, çay içmek istiyorsanız Tea’yı, Elma çayı içmek istiyorsanız Apple tea’yı bilmeniz gerekir. Kısacası kıyı turizminin geliştiği kıyı kentlerimizde yaşamak istiyorsanız Plaj(Fr.) İngilizcesi bilmeniz gerekiyor. Türkçeniz hiçbir işe yaramıyor. Bir zamanlar zenciler bile İngilizce konuşuyor esprisi yapmıştım, benzerini tekrar edeceğim; Türkçe bilmeyen hanzom bile İngilizce konuşuyor ülkem de(Ne kadar cahalim değil mi?). Bu ülkemin varsıllaştığını değil yoksullaştığını anlatır bana.
Bugün tarih; 03/08/2011. Saat 10. İlk turumuz başladı.
Tur servisi bizi Öğretmen evi’nden aldı. Servis aracının sürücüsü Muharrem Çağlayan ile söyleşiyoruz. Diyor ki; “Ampul Marmaris’e sayısız maden arama ruhsatı verdi. Yetmedi Denizin biyolojik yapısını bozacak sanayi limanının yapılmasınana izin verdi. Üçüncüsü; 3 şeritlik yol varken 4 şerite gidildi ve binlerce ağaç kesildi.
Teknenin kalkacağı iskeledeki Aşevi’inde bekliyoruz. Sıkıldık. Ordan biri, zannedersem gezilerle ilgili biri idi; ‘Ağabey, şu tekneye verelim, yer var…’ Ne bilelim, şu teknenin, tam bir angut teknesi olduğunu. Barabros Tur diye bir şey. Kıyıdaki bina ve altındaki Aşevi’de onların. Marmarıs’in yoruğu, ama tam bir…. Neden anlatıyorum; kaptana bir şeyler sorayım dedim. O da ne; ‘kardeşim ben ruhsal açıdan iyi değilim, başka işin yok mu?’ senin der demez karıştı ortalık. Kıyıya çıkınca, gezi düzenleyicisine, verdik veriştirdik. Etraf, onlar psikopat demesinler mi…Ramazon, Mehmot Pekbok kardeşler, gerçekten tam bir… Ama doğduklarına pişman oldular…
Saat 10.30; Yalancı Boğaz’dayız. Marmaris’e 8 km uzaklıkta, Yat ve iki direkli bir tekne türü olan ‘gulet’’in yapıldığı tersanelerin bulunduğu bu doğa harikası. Yalancı Boğaz denmesine sebep, bazı gemilerin burayı boğaz zannedip karaya oturması imiş.
Yalancı boğaz’dan sonra Marmaris koyunun hemen girişindeki ormanlarla kaplı Nimara ve Yıldız adlarıyla da anılan Cennet yarımadası (Haksızlık, halbuki tüm Marmaris cennet. Bu nedenle Marmavisi yarımadası dense doğru olurdu) sonrası Bedir Adası’nı geçiyoruz. Hemen yanıbaşındaki harika koy’a bazı kıyı korsanları el koymuş.
Ülkem bir cennet izdüşümü. Ama biz cehennem düzlemine dönüştürmüşüz. Motorlardaki mazot kokusu ve mazotun koylarda yarattığı kirlilik, cehennem olmanın belirginlikleri…
Saat 11.00 sularında Balık Çiftliği’nden geçtik, halkın Barbarlar dediği, Barbaroslar söylemediler.
Saat 11.23. Akvaryumdayız. Akvaryumu andıran yeşil ve turkuvaz renkli sular, sizi sizden alıp düşler deryasına salıyor. Hemen yanı başındaki Fosforlu Mağara görüntüsünü ve doğal yapısını hiç kaybetmemiş, insanlara asırlardır ayni büyüyü yapmaktadır.
Saat 12.56 Marmaris'in 25 kilometre güneybatısında yer alan ve Turunç'tan sonra gelen şirin sahil beldesi Kumlubuk(Hollanda Plaji)’undayız. Ececanımla, yüzerek kıyıya çıktık. İki siyah inek karşıladı bizi. Ececan biriyle resim çektirdi. Anlatılması güç bir doğa güzelliği. Gaziantepli sarışın ve marmavisi gözlü Mehmet Şenkaya ve kız arkadaşıyla söyleştik. Uluslararası siyaset okuyormuş. Bu okulların günümüz modası olduğunu, partilerin boşuna siyaset okulu açtığını, çünkü devletin bu işi üslendiğini ve doğayı, çevre kirliliğini, ekolojik ve ideolojik siyaseti konuştuk(Başka ne konuşacaktın ki). Kumlubük’ün denizi, kumsalı ve balık restoranları ünlü(hangisinin değil ki. Çünkü tam bir cennet). Sahil ve yamaçları ekolojik turizm adına popüler trekking ve doğa yürüyüşü parkurlarına sahip.
Saat 13.56. 18 yıl önce sade bir ahşap iskelesi olan Turunç’dayız. Şimdi Jandarması olan Belde’ye dönüşmüş. Öylesi bir belde ki, Venedik’i çağrıştırıyor, içinden geçen Azmakbaşı kanalı ile. Anımsarım, 18 yıl önce sazlık idi. Sonradan kanal inşasıyla denizi Apollo’ya ait olan kitabelerin ve 5 bin yıllık dikik ve sarkıklardan oluşan bir mağaranın olduğu Amos antik kentinin bulunduğu dağların eteklerine taşımışlar. Sedat Kurul Turunç aşığı. Turunç doğa güzelliğinin yanında, ses kirliliği yaratan yüksek müzik seslerine CHP’li Belediye Başkanı yasak getirmesi diyor. Ben de içtenlikle kutluyorum Turunç Belediye Başkanı Ali Fuat Fidan’ı.
Turunç dağlarının; eti için beslenen Keçisi, 19 km mesafedeki Alabalıklı derenin oluşturduğu şelalesi yanında ada çayı, defne, kekik, ıhlamur ve de balı ünlü. Marmaris balının kaynağı Turunç. Turunç’un yarısı yoruk Abdülkerim Can isminde birinin. Onun torunun eşi Celal Denizeli’nin küçük bal büfesinde konuşuyoruz.
Tununç’u birileri bulgulamış, inşallah kurgulamaz. Buna Belediye Başkanı Ali Fuat Fidan ve duyarlı Toroslu Yörüklerin izin vereceğini düşünmüyorum.
Gidin Turunç’a; doğa yürüyüşü(trekking) yapın, sualtı-suüstü sporu yapın, safari jeep’e katılın. Kısacası doğa ile iç içe olun, dışlayın içsel geriliminizi, atın kentlerde yüklediğiniz safralarınızı ve yükselin özgürce…
Saat 15.30. Dönüş yolu üzerindeki ‘Yeşil Deniz’deyiz ve yüzüyoruz. Nefesimizi kesen yüzme değil, Yeşil Deniz’in, göğün mavisi ve dağın derin yeşilinin yarattığı doğa güzelliği…
Tur bitti, turladık, fakat barbarlar yüzünden az daha tırladık…
7 Ağustos 2011. Kıyı kentlerinin çoğu kaleleriyle ünlüdür. Özellikle Batı ve Güney…Kuzey kıyı kenti üzülerek belirteyim ki, kalelerin çoğu değil, tümü yıkılmış veya evinin duvarı haline getirmiş benim insanım. Örneğin Samsun’daki devasa surlar, Çatalca’daki dünyanın ikinci büyük koruma surları) yok artık.
Bodrum görselliğine ve büyüklüğüne sahip olmasa da, Marmaris’in de bir kalesi var. 1522’de(1521 de diyen var) K. Sultan Sülüman tarafından yaptırılmış. Dolayısıyla Piri Resin 1513 yılında çizdiği denizcilik haritasında bu kale bulunmamaktadır. 1980-1990’da onarılarak eski durumuna getirilmiş(İng. Restore edilmiş). 19917de de müzeye dönüştürülmüş.
Kale; Uzun yalı yolunun üzerindeki Kemeraltı Mahallesi’nde, yüksek bir tepe üzerinde konuşlandırılmış. İşte bu kale Kanuniye ‘Mimari as’ dedirten ve Marmaris adını yaratan(Ben inanmadığımı yazdım). Evliya Çelebi burasının askeri bir üst olarak kullanıldığını belirtmiştir. Kale ana kaya üzerine dört tabyalı(Korunak-Farsça siper) olarak düzgün taşlardan örülmüş.
Kaleye mahalle aralarından, dar ve basamaklı bir sokaktan girilmektedir. Bu sokağın girişinde Hafsa Sultan’ın kervansarayı da bulunmaktadır. Aslında Menzilhane(50 fersahta, yani 22200 metre inşa edilen, atların değiştirildiği konaklama yeri) bulunmaktadır. Bu konaklama yeri; Yavuz Sultan Selim7in oğlu, ‘Karalar ve Denizler Sultanı, Arap ve Acem krallarının efendisi K.Sultan Sülümün 1545’te yaptırmış. Kale duvarları kesme taştan olup, 120 m. uzunluğunda ve 10 m. genişliğindedir. Kalenin yedi küçük bir de büyük odası vardır. Kalenin beşik tonozlu(içi boş silindirin yarısı biçimindeki çatı sistemi) girişi avluya açılmaktadır. Avlunun sağ ve solundaki merdivenlerle de surlara çıkılmaktadır. 7 kapalı mekandan üçü ve bahçesi(açık müze) müzeye dönüştürülmüş. Müzelerde antik Helenistik, roma ve Bizans dönemi yapıtlar sergilenmektedir.
Kale önü kapatılmış ve içi boşaltılmış, fakat yıkılmadığı için, sanki Osmanlı dönemi evler izlenimi vermektedir.
Marmaris temiz bakımlı. Öyle ki 100 metrede bir sizi uyaran, ‘Marmaris Çevreciler Derneği tabelası’ karşınıza çıkıyor: “ Unutmayın, orman, toprak, su yoksa bizde yokuz, sizler de…Lütfen kirletmeyin” Güzel evrensel bir uyarı, fakat kale önü binalarla tamamen kapatılmış ve arka sokağı İstanbul Elmadağ kirliliğinde salaş meyhaneler ile doldurulmuş. Bir nevi zerhoş ve ayyaş mekanı izlenimi veriyor. Uzun yalı üstünde, yani Kale’nin sahil kısmında nezih balıkçı lokantaları, cafeler kirliliği adeta kapatıyor. Aslında Kale ile sahil arasındaki salaş sokak kaldırılsa, hem kalenin gözü gönlü açılır, hem turistlerin. İşte o zaman, kısmen de olsa bir Bodrum kalesi görselliğini yakalayabilirsiniz.
Kalenin büyük bir bölümü I.Dünya Savaşı sırasında, 1914’te bir Fransız savaş gemisinin topu ile yıkılmıştır. Bundan sonra Marmarisliler tarafından içerisinde bir mahalle kurulmuştur. Kaynaklarda kale içerisinde 18 ev ve bir çeşme ile sarnıç olduğu belirtilmektedir.
8 Ağustos 2011. İçmelerdeyiz. İçmelere en son 19993’te gittik idik. O zaman “İçmeleri İçmişler” diye yazmıştım. Şimdi ise “İçmeleri iç etmişler” diye yazsam yeridir. o denli büyümüş, serpilmiş ki, tanımanız olası değil. Büyümü, ama hor bakarak büyütülmüş izlenimi veriyor. En iyisi “İçmeleri içmişler’ demek ve fazladan da, hazmetmek için üstüne soda içiyorlar değerlendirmesi yapmak.
İçmelerin içindeki kıyılarda adeta şezlong sektörü oluşmuş. Kum tanesi kadar şezlong var. Hepsi de farklı renklerde, çünkü kıyı biri(leri) tarafından parsellenmiş ve de kumsal ;” Parsel-parsel eylemişler dünyayı-Bir dikili taştan gayrı nem kaldı” türküsünü okuyor. Kumsal yine iyimser, şezlong sermiş üzerinde yatarak kumunu bırakmasalar da…Şezlong kültürümüzün katkısıyla, yemekli olanı değil, günlük 5 TL olanı seçtik. Üç şezlong 15 TL. Bulunduğumuz yerden denizi göremiyoruz, çünkü kum tanesi kadar şezlong ile birlikte şezlonglardan fazla insan var. İçmeler’de şezlong, pardon denize girmek daha iyi, çünkü düş alma yerleri ve tuvaletleri var.
Eskiden İçmeler’in içinde kanalizasyon olmadığı için insan atıkları için oluşturulan çukurlarının( Fr. foseptik) kokusundan geçilmiyordu, şimdi geçiliyor. Çünkü, İçmeler’in kanalizasyonu içerlere vermişler, yani denizin açıklarına(öyle deniyor). Bunun yanında arıtma tesisleri yaptırımı getirilmiş, kıyıdaki devasa ötelerle ve evlere. Bunun için de öyle diyorlar. İnandım çünkü koku yok.
Marmaris ve İçmeler karşılıklı bakıyorlar, fakat Marmaris, İçmeler’e, Turunç kadar bakmıyor, çünkü Turunç ve Marmaris CHP’li Belediyeler. Fakat İçmeler’e çok daha iyi bakan var, o da AKP iktidarı…Yılların CHP’li Belediye Başkanı Zeki Eren AKP’ye geçince, kendisine daha güçlü bir bakan bulmuş.
Kıyı yapılanması bu nedenle daha dolu, yani kıyı yasalarına uyulmayan İçmeler7de yoğun bir yapılaşma var…Eeee, dedik ya güçlü bir bakanı var. Doğa bence güçsüz bakanlarıyla daha korkusuz, çünkü Turunç’ta yapılaşma yok denecek kadar az…9348 Nüfuslu(yazın 900 bindir) İçmeler, adeta Marmaris ile yarışıyor.
İçmeler’de Mavi Bayrak(Blue Flag) sahibi. Bu ödül bir Sivil Toplum Örgütü olan ‘Uluslar arası Çevre Eğitim Vakfı(FEE)’ tarafından veriliyor. Merkezi Danimarka Kopenhag’tır(www.Fee-international.org). FEE’nin Türkiye temsilcisi Türkiye Çevre Eğitim Vakfı(TÜRÇEV)’dir.
Mavi bayrak, Kumsal(Fr.Plaj) ve küçük tekne ve yatların barınaklarına(Latince.Marina) verilen uluslar arası bir çevre ödülü ve turizm eko-etiketidir. Bunu alabilmek için, aday kıyılar/kumsaller bağlı olduğu belediyeler ile birlikte, yüzme suyu kalitesi, çevre eğitim etkinliği, çevre yönetimi, kumsal güvenliği ve donanımı konusunda uluslar arası ölçütleri(Fr. Kriter) yerine getirmek gerekir.
Sığla ağaçlarıyla nefis bir dinlenme bahçesine sahip Marmaris Öğretmenevi’ girişindeki tabelada şunlar yazıyor: “Sığla ağacı Türkiye’den başka Rodos ve Çin’de yetişir. Günlük ağacı da denen bu ağacın salgısı, kozmetik sanayinin vazgeçemediği bir hammaddedir. Cleopatra sığla ağacını aşk iksiri ve parfüm olarak kullanmıştır. Hipokrat döneminde sağaltım (Arapça, tedavi) etkileri nedeniyle ilaç olarak kullanılmıştır. Parazitlere karşı etkili, ayni zamanda;insan,hayvan ve bitkilerin dokularına yerleşerek hastalığa yol açan bakteri,virüs,mantar gibi tek hücreli canlıları yok etmek amacıyla kullanılan maddedir(Yunanca;antiseptiktir). Marmaris ve Dalaman arasında yetişir. Özel mikrokilimaya(çevresi ile madde ve enerji alışverişinde bulunarak bulunduğu yerde daha farklı iklim özellikleri taşıyan bölge) sahip bir yaşam ortamı(habitat) vardır.
Artık Marmavisi Marmaris dinlencesi bitmek üzere. Son olarak 11 Ağustos 2011 saat 10.18’de Hisarönü’nden Orhaniye’ye, cennet dönemeçleri geçerek indik. Marmaris-Orhaniye arası araçla 20 dakika sürüyor. Tekne hemen hareket etti(10.20’de). Orhaniye’nin mitolojik söylencesi olan Kızkumu’na uzaktan göz attık.
Celal Karaibrahimov(oğlu)’un yeğeni Blue Way’da rehper. Adı Remzi Karaibrahimoğlu(ov). O da, Kazakistan Çimkent’ten. Almaata’ya 400 km uzaklıkta. 11 yıl okumuş.Ekonomi-İstatistik okumuş. İlk kez 2010’da gelmiş. Anne-Babası, ablası ve iki erkek kardeşi hala ordalar. Kendisi de. Dönmek için zaman kolluyorlar.
Hisarönü körfezi, Marmaris'in güneybatısında yer alan ve yanı başındaki Gökova körfezi ve bölgedeki diğer körfezlere nazaran daha büyük olan bir doğa harikasıdır. Hisarönü bölgesinin temiz havası ve suyunun özellikle astım ve kalp hastaları için iyi geldiği söyleniyor.
Hisarönü Körfezi'nin önemli turist ve yat demirleme bölgesi Orhaniye'dir. Çam ormanlarıyla kaplıdır. Şelalesiyle ünlü Turgut köyünden hemen sonra gelir. Orhaniye Koyu’nda su üstünde yürüyebilirsiniz. Evet, koyun tam ortasına dek denizin üstünde yürüyebilirsiniz, Basilisk(suda arka iki ayağı üzerinde yürüyen kertenkele) gibi. Bu ifadeyi “Bodrum’u Bbodruma dönüştürüyorlar” başlıklı yazımda da kullanmıştım: http://blog.milliyet.com.tr/bodrum-u-bodruma-donusturuyorlar-gibi/Blog/?BlogNo=268934
İşte burası, o efsanevi “Kizkumu”. Bunun mitolojik öyküsüne Selimiye Köyü dönüşü değineceğim.
Efsaneye göre Bybassos Kralı'nın kızı güzel Prenses, korsanlardan kaçmak üzere burada denize doğru gider. Yüzme bilmediğinden dolayı da eteğine kum doldurarak ve karşı kıyıya ulaşmak için denize serperek ilerler. Ancak karanlıkta yolunu kaybettiğinden ve kumları da bittiğinden dolayı, kaldığı yerde boğularak ölür. Bu hikayeye dayanarak bölgeye Kızkumu ismi verilmiştir. Körfezin orta kısmında bir ada mevcut ve adanın tepe kısmında Bybassos Krallığı'na ait olduğu düşünülen bir kale kalıntısı var. Bot veya kayık kiralayarak buraya gitmeniz mümkün. Tepede manzara muhteşem. Buradaki Martı Marina'da bahçesi antik mozaikli eski bir kilisenin kalıntıları bulunmakta.
İnbükü’ne gidiyoruz. Bir adı da Emel Sayın Koyu imiş. 10.58’de ulaştık. Emel Sayın burada konaklamış ve denize girmiş. Bu nedenle Adına E.Sayın Koyu denmiş. İyi ki dağını taşını dolanmamış, kesin Marmaris’in adı E. Sayın olurdu.
Datça yarımadası’ndaki İnbük’ü adını, bu yörede ayı inlerinin olmasından aldığı savıdır( Bük mu ne? Bük, çalı ve diken topluluğu demekmiş)
İnbük’ü Marmaris'e 28 km uzaklıkta ve iki güzel koy olan; Çökeltme koyu ve Mağara koy’una komşudur. Koyun etrafı çam ormanlarıyla bezeli. Yılanları da çokmuş. Yılbük’ü da diyebilirlerdi. İnsan bu koyda değil yarım saat ömür boyu yüzer. Günnük(efsanevi sığla ağacı), çam, meşe, mersin ağaçları, zakkumlar ve de masmavi, bazen yemyeşil denizin, masmavi göğün yarattığı ortamlarla dolu Marmaris. İnsanın nefesini kesiyor.
Marmaris Bozburun yarimadası etrafındaki koylar gerçekten cennetin şubeleri gibi…
Saat 11.15’te Emel hanımdan izin istedik ve Tavşan Adası’ndaki Tavşanlara marul atmaya gittik. 11.45’te o güzelim siyah tavşanlara marullarımızı attık. Uyanıklar motur sesi duyunca, çam ağacının dibindeki çalılıkların içinde kıyıya doluştular. Çocukluğumuzda Amerikalıların balkonlarından mahallenin bebelerine sakız atması aklıma geldi nedense. Yılan, Ayı, Yaban keçisi ve sivrisineğin suçu ne. Tavşanın ayrıcalığı mı var, da onun adı verilmiş bu çam ağaçlarıyla kaplı güzel adaya?
11.55’te bu sefer tavşanların izniyle ayrılıyoruz. Doğuş grubunun denize asansörle inilen D-Maris Oteli benim için Salt Bencik koyunun değil, Türkiye’nin doğa dostu turizm yatırımlarından biri. Doğayı yatırmamış, yok etmemiş bir yatırım, çünkü Otel kayalık bir zemin üzerinde inşa edilmiş.
Saat 11.57 Dişlice Adası’ndayız. Elmas keskinliğinde volkanık kayalar, denizin dişleri gibi çıkıvermiş su üstüne. Bir değil, birkaç değil, birçok diş turuncu sarı renkleriyle kirli diş gibi dursalar da, bir gizemlilik katıyor adaya. Aşk adası diyenler de varmış. Kıyıya kadar Ecoşumla yüzdük ve ben çıplak ayakla yabani incir ağaçlarına tutunarak zirveye kadar çıkıp sakız baba yaptım(öyküsünü bir zaman anlatırım), yapmasına da, ayaklarım iyiden iyi örselendi.
12.40’ta ayrıldık. Bencik koyuna gidiyoruz. Gittiğimiz yer Datça’ya bağlantı yeri. Dahası, Datça yarımadasının en dar bölgesi. Hisarönü körfezinin yatlar için en uygun koyu. Bencik Limanı olarak biliniyor. Hisarönü ve Gökova Körfezi darlığından dolayı halk buraya Balıkaşıran adını vermiş. Bu limandan 20 dakika yürüyün, bir başka koy olan Bördübet karşınıza çıkar. Doğa dostu; D-Marmaris öteli burada işte. MTA kampı Orman Bakanlığına devredilmiş.
Yemek molasındayız. Benim niyetim karaya çıkıp tırmanarak yukarıdan Bencik Koyunu görüntülemek. Kadriye ve Ececan’da bu sefer bana eşlik ettiler. Tekneye kaçak soktuğumuz içerecekleri bir güzel içtik (teknede pahalı) ve Bencek Koyu cennetini yukarıdan görüntüledik. Rus genç üçümüzü de görüntüledi. Bir nevi teşekkür idi resimlerimizi çekmesi. Çünkü bizim yiyemediğimiz şeyleri o’na vermiş, o da bir güzel afiyetle….
Bu cennetin zirvesinden saat 14.05’te ayrılıyoruz. Manastırın olduğu Kamelya adasına çıkacağız. İnanın müthiş bir fırtına içinde, devasa olmasa da, sana bana korku verecek dalgalar arasında 14.50’de Kamelya adası kıyılarına vardık. Abartı değil; tekne dev İspermeçet balinası gibi (Denizin en büyük memelisi 25 mt-70 ton) balığı gibi, önden kalkıp tüm hızıyla gövdesini suya vuruyor. Hepimiz çok korktuk, çünkü az korkan yoktu. Saat 14.50’de yolculuk bitmişti, fakat biz yolcular da bitivermiştik.
Kamelya adasına çıktığınızda sizi simsiyah keçiler karşılıyor, bir de ilginç kayalıkları. Manastır’a tırmanıp adak ağaçlarına çaput bağlayanları değil, yerdeki mozaikleri ve yukarıdan net görebildiğimiz denizin dibini izliyorum. Manastır, manastır olmaktan çıkmış, resmen keçi ağılına dönüştürülmüş. Anlayacağınız bakımsız. Eskiden İngiliz, Fransız, Almanya, daha doğru Avrupa gelirdi Türkiye’ye, şimdi Ruslar akın etmeye başladı ve Bizim sürgün Türklere, yani Celal Karaibrahimov(oğlu)lar iş kapısı açıldı. Hem Türkçe ve Rusya biliyorlar,, yani rehperlik yapıyorlar, para kazanıyorlar, hem de Türkiye’ye gelmenin olanaklarını yakalıyorlar. Bunlarıdan biri de Celal’ın yeğeni Remzi İbrahimov.
Kamelya adasından 15.28’de ayrılıyoruz, ve Yusuf Temizkan’ın babası kaptan Refik rotayı Selimiye Koyuna, pardon köyüne çeviriyor. Selimiye koy değil, sığ bir liman köyü. Selimiye köyü Marmaris’in bakirelerinden. Dağları8n arasında kalmış gizli cennet. Harika bir yer ki, bir Amerikalı buraya sevdiği kız için iskeleli taş ev yapmış. Sonrasında satıp gitmiş. Selimiye köyünün önündeki minik köy güzel bir göl izlenimi veriyor insana. Buradan 16.057te ayrıldık. Ama ne ayrılış. Tam 65 dakika süren fırtınalı bir yolculuktan sonra Orhaniye-Kızkumu’na geldik.
Orhaniye Koyunun bir adı da Kızkumu Koyu. Kıyıdan denizin içine doğru uzanan kırmızı çakıllı bir yol. Adeta insanlar denizin ortasında Basiliks gibi yürüyorlar. Doğa gizemli görkemini bir kez daha sunuyor.
Bir söylenceye göre Orhaniye koyunda yalnız yaşayan kız varmış. Adaya gelen korsanlardan korkan bu genç kız karşı koya geçmek istemiş fakat karadan ulaşım O’na vakit kaybettireceği için denizden gitmek istemiş. Eteklerine doldurduğu kumları denize dökerek karşıya geçmek istemiş, fakat karşıya geçmeden eteğindeki kumlar bitmiş, bunun için bu koya “Kızkumu” adı verilmiş. Bir diğer söylenceye göre, İsa Peygamber o’na o yolu açmış ve genç kızı karşıya aşırmış, korsanlardan kurtarmış. Bir diğer söylenceye göre de; Efsaneye göre eski zamanlarda bir kralın kızı, fakir balıkçıya aşık olur. Ancak kral, kızını balıkçıya vermez. Kralın kızı, balıkçı sevgilisiyle gizli-gizli buluşur. Birileri kızının balıkçıyla buluştuğunu, Kral'a anlatır. Kral öfkelenir. Bir gece kızını kumsalda yakalatan Kral, askerlerine de ışıkla balıkçıya işaret vermelerini emretmiş. Delikanlı ışığı görünce atlamış kayığına kumsala doğru kürek çekmeye başlamış. Derken kız askerlerin elinden kurtulmuş ve sevgilisini kurtarmak için koşmaya başlamış. Ama sevgilisinin kayığına varması imkansızmış. Atmış kendini sulara ve o anda bir mucize gerçekleşmiş. Kızın adım attığı her yer kuma dönüşürken, peşinden koşan askerler, denize gömülmüş. Tam iki sevgili kavuşacakken, bir okçu delikanlıyı hedefleyip sallamış okunu. Ok gelip delikanlıya sarılan kızı bulmuş. Kızın bastığı yerde ortaya çıkan kumlar, kan suya karışınca kırmızıya boyanmış. Delikanlı ise almış yaralı sevgilisini gitmiş. Bir daha da onları ne gören olmuş ne de duyan.
Benim efsanem de şöyle; bu 600 metrelik batık yol, aslında tektonik bir uzantı(levha hareketinin uç noktası) üzerinde kurulan bir kentin yöreden çıkan kırmızı taşlarla inşa edilmiş surları. Büyük bir depremle, yani levha hareketi sonucu batan kentin, suya yakın surların zamanla yola dönüşen kısmı.
11 Ağustos 2011. Saat, 17.31 dinlence bitti. Dinlendik mi, yorulduk mu siz karar verin. Fakat Marmaris hala güzel bir Marmavisi, cennetin yer kuşağı gibi. Gidin ve görün, koylar ve köyler kör edilmeden.
Diyorlar ki; Mavi tura katılmadan, Tunç, Cennet adası, Bozburun, Turgut Şelalesi ve Yalancı Boğazı, Günnücek’i, Marmarisi Müzesini, Antik kentleri görmeden, Marmaris tarhanası ve sura doldurmasını yemeden dönmeyin. Biz dönüş izninin aldık, çünkü % 87,99’unu yerine getirdik(ne kadar hassas adımlara sahibim değil mi?). Siz de en % 51’ni yerine getirin.
Sura doldurması mı ne? Ben de bilmiyordum, öğrendim. Sura doldurması; Üzümlü ve fıstıklı pirinç pilavının kaburgayla et arasına doldurulup fırında pişirilmesiyle yapılan yemek.
Yöreye ait diğer yemekler: pirinçli balık, keşkek, çıntar (mantar) kavurması, köreme böreği, kıstırma ve çıntar köftesidir. Yörenin ünlü ot yemekleri, turp otu, ebegümeci, illebada, semizotu; tadılan ise, katmer, betsel (karpuz reçeli), ve ballı kabaktır.
Bunların hiçbirini tatmadık. Sadece Bal dediler bize. Biz mi duyarsızız, onlar mı tanıtımda eksikler,orası net değil. Siz gidince bunları tadın, bizi uyaran olmamıştı
Gece 21.00’de Kamil Koç ile, Ankara’ya dönüş hazırlıkları, adeta bir daha gezinin ilk adımları gibi…
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
evesbere@mynet.com
GER-GÖR-YAZ
GSM: 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder