ÇORUMLULAR-HİTİTLİLER VE ATATÜRK
Sık-sık kullandığımız bir deyimdir: “Senin yaptığını Çorumlu yapmaz” deyimi. “Asıl senin yaptığını Çorumlu yapmaz” şeklinde yanıt vermeyeceğim; doğru yanıt bana göre: “Çorumlunun yaptığını sen yapamazsın”, çünkü Çorumluya bıraksan, atalarımızın, yani günümüz Hitit antik kentinin yolunu kesin yapardı.
Bu nedenle deyimi değiştirmek gerekir: ”Senin yaptığını Hititli yapmaz” şeklinde. Doğru. Senin yaptığını Hititli asla yapmazdı. Ama sen tutturdun ile de ben yapacağım diye. Peki ne oldu? Nerede; M.Ö. II. binde Anadolu’nun, hatta dünyanın en büyük siyasi varlığı olan Hitit Devleti’nin başkenti Hattuşa’ya (Boğazköy) ve Alacahöyük’e giden yol?
Evet, Dünya tarihinin en büyük tarihi dokularına ulaşacak yolun yok. Onun için bu yolları Kesin Hititli yapardı, çünkü o, bundan tam 4 bin yıl önce senin bugün yapmaya üşendiğin nice şeyleri yapmış; bunun için “Gel, gez ve gör“:
Haber göndermiştik Hititli atalarımıza: “Bir maniniz yoksa torunlarının, torunlarının, torunlarının torunlarının……. torunları olarak 4 Haziran 1995 günü geleceğiz diye. Büyük-büyük Dede’ lere gitmek için, Seyranbağları İlköğretim Okulu’nun öğretmen, öğrenci ve velilerinden oluşan tüm torunlar beş otobüse doluştuk. Fakat Boğazkale- Hattuşaş çıkışında yolun gerçekten bozuk olduğunu gördük.
Gerçekten Manileri varmış. Gelmeyin diyememişler utandıkları için. Utanması gerekenler Hititliler değil, Hititlileri seçimden seçime hatırlayan siyasetçiler. Buradaki uygarlıklar binlerce yıl önce düşünmüşler yolu. Çünkü; Anadolu’da ilk defa Romalıların sistemli yol şebekesini yaptığı bir bölgedir, Hattuşa bölgesi. Öyle ki kavşak noktası bile oluşturmuşlar.. Ankara’dan-Amasya- Kavium’a, Sinop’tan Tuviuz-Zile’ye geçen yollar bu tarihi bölgeden ayrılmaktaydı. Bundan dolayı Hititlinin/Çorumlu ’nun yaptığını kimse yapamaz. Sen hala; “Senin yaptığını Çorumlu yapmaz” diye Atalarınla alay et..
Tüm öğretmenler Ececan’a odaklı. Başta Türkçe öğretmeni Serap hanım, Beden Eğitimi Öğretmeni Zafer bey, Matematik öğretmeni Leyla hanım, muhasebe öğretmeni Ali Gültekin ve Fen Bilgisi öğretmeni Nevzat Çalışkan sürekli Ececan’a takılıyorlar, çünkü Torunların en küçüğü o. Nevzat Beyin kızı Neslihan Ececan ’ dan hiç ayrılmıyor. İnşaat Mühendisleri Odası Ankara şube muhasebecisi Faruk Öksüzler’in kızları Başak ve ablası sürekli Ececanla beraberler. Ececan’ın bir özelliği kendinden büyüklerle arkadaş olması. Yaşıtlarıyla pek arası yok, çünkü anında görüntü verebiliyor. Bu nedenle yaşıtları da pek Ececan ’ a yanaşamıyorlar.
Niçin bu geziye katıldık? Ebetteki görmek için. Doğrudur, fakat görmekten çok; Anadolu'daki ilk medeniyetin kurulduğu, Dünyada ilk yazılı barış anlaşmasının yapıldığı, ilk kez organize devletin kurulduğu, yontma taş ve Cilalı taş çağı insanlarını barındırdığı, bünyesinde sayısız uygarlıklara ev sahipliği yaptığı ve M.Ö.10.yüzyıla kadar süren büyük bir imparatorluk olan Hititleri konuk eden, tarihi Ulusal park olup, UNESCO tarafından 1986’dan bu yana dünya tarihi miras Listesi’nde yer alan uygarlık platformunu yerinde yaşamak, hissetmek için bu geziye katıldık.
Üstelik; bu evrensel varsıllığı nedeniyle Büyük Önder Atatürk’ün özel ilgi alanına girmişti Hititler. Evet Atatürk; Hitit dilinin ve sanatının incelenmesinde bilim adamları kadar katkı verenlerdendir. Atatürk, 1930'ların başında Türk Tarih Kurumu'nu kurarak Türkiye'de Hititlerin ve Anadolu'da yaşamış eski uygarlıkların araştırılmasının önünü açtı.
Atatürk 1930 – 1933'lerde Anadolu'nun eski tarihi ve arkeolojisi konularında yetişmeleri için Avrupa ve Amerika'ya öğrenci gönderilmesini sağladı. Ünlü Hititolog Sedat Alp ve ünlü arkeolog Ekrem Akurgal bu dönemde yurtdışına gönderilen öğrencilerden ikisidir. Atatürk 1935 yılında Alacahöyük kazılarının başlamasına da ön ayak oldu. Nazi rejimi altındaki Almanya'dan Sümer, Asur ve Hitit dili uzmanlarının Türkiye'ye davet edilmeleri yine Atatürk zamanında oldu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi 1936 yılında Atatürk tarafından açıldığını hepimiz biliyoruz.
Öncellikle bu yöre ile ilgili genel bir perspektif çizmek istiyorum, Kültür Bakanlığı kaynaklarına göre: “Çorum ilinin 82 km. güneybatısında Boğazkale/Boğazköy ilçesinde yer alan Hattuşa ve Çorum’a 45 km, mesafede Hattuşa’nın kuzeyinde yer alan Alacahöyük v.b Ören yerleri (Antik Kent) M.Ö. 6000 yılından beri yerleşim bölgesi..M.Ö. 2000’de Mısır, Babil gibi Yakın Doğu’nun süper güçlerinden biri olan Hititlerin önemli yerleşim alanları idi. Hattuşa ise Hititlerin başkenti idi. Bölge M.Ö. 6000’de, ilk tunç Çağı’nda ve Asur Ticaret kolonileri çağında da yerleşim görmüş.
1650’den 1200’e kadar, Anadolu’nun büyük kısmını ve hatta Suriye’nin kuzey kısmını içine alan İmparatorluk Hattuşa’dan yöneltilmiş. Hattuş’a, temeli taş, üstü kerpiç 6 km’lik anıtsal bir surla çevriliymiş. Çeşitli kapılar, kentin farklı mahallerine girişi sağlıyordu. Tüm bu kapılar aslan, sfenks (Mısırlılar çağından kalma kadın başlı aslan vücutlu heykel veya Yunan mitolojisinde, geçen yolculara bir takim bilmeceler sorarak bilmeyenleri yuttuğuna inanılan efsanevi yaratık. Bu da; Çorumluların binlerce yıl önce doğu ve batı kültüründen faydalandıklarının göstergesi..) ve tanrı betimli kabartmalarla süslüydü.
Özellikle Hititliler hattuşa’da on binlerce çiviyazılı tabletin bulunduğu arşivler, 1915’de Hitit dilinin çözülmesiyle, Hitotoloji bilim dalının doğmasına neden olmuştur.” Bırak; ‘senin yaptığını Çorumlu yapmaz’ lafını. Çorumlunun bu yaptıklarını sen yapabilir misin acaba?!..
Saat 12.30. Alacahöyük’teyiz: Boğazköy’ün 34 km. kuzeyinde, Çorum’a 45 Ankara’ya ise 210 km uzaklıkta olan Alacahöyük M.Ö. 4. bine kadar giden bir yerleşimdir. Anadolu Uygarlıkları Müzesi’nde saklanan paha biçilmez altın, gümüş ve bronz heykeller burada bulunmuştur. Yerel bir müzeye sahiptir. Sfenskli kapısı yerinde durmaktadır. Ören yeri ağaçsız, dolayısı ile gölgesizdir.
Yaz güneşi altında gezmek çok zor, zor olduğu kadar tehlikeli. Bu nedenle gözümüz sürekli Ececan ’ da. Milli Park içinde kamp ve piknik alanı düzenlenmesi kesin gerekli. Evet Tarihi Milli Park, fakat nefes alacak tek noktası yok. Kızgın güneşin altında tarih olmak da var.
Tarih kitaplarında Anadolu’nun tarihi dokusuyla ilgili en çok yer alan, anımsadığım kadarıyla Hitit tarihi ile ilgili olan resimlerdir. Özellikle eski tunç çağına ait altın ve gümüşten geyik heykelleri, sistrumlar(ibadette kullanılan ve ortasından geçirilmiş madeni çubuklarla ses çıkaran saplı kasnak seklindeki çalgı) ve Güneş Kurslarıdır. Tüm bunlar 140 yıldır kazı yapılan Alacahöyük’ten çıkmıştır.
En dikkati çeken ve insanları evrensel hayalin bilinmez girdabına iten Güneş Kursu’dur. Hitit Uygarlığı ve sanatının sembolü sayılan bu nesne, tüm gezegen insanımızı etkileyen gizem ötesine savuran bir görüntüye sahip. Bilinmeyenler denizinde yüzmek için ille de antik Hitit dilini bilmeniz gerekmiyor. Antik Hitit bilgilerinin izlerini sürmek için, antik bilgiye de gereksiniminiz yok. Çünkü çocukluğumuzun Tarih kitaplarındaki başta güneş kursu olmak üzere heykeller size adeta bu gizemli dünyanın anlatıcıları gibi canlı anlamlar yüklü.
Sanki güneş sistemimizde bilinmeyen ve de keşfedilmeyen evren’in uygarlıklarını barındıran, tüm gezegenlerin ötesinde bir başka gezegenin habercileri gibi gizemlilik yansıtıyor insanlara. Hititler böylesi gizemli bir gezegeni kil tabletlere resmettiği söylenmektedir, tarihçiler tarafından. Önümüzdeki süreçlerde bazı sapkınlar, dahası gizem ötesi fantezi avcıları, daha, daha kendini gizemli bir zamana taşıyanlar gizemin bilinmezliğini merak edenleri etkileyip bu bağlamda cemaatlerde oluşturabilir. Çünkü bana göre Tüm Hitit heykelleri ve yapıtları; olayların birden fazla yaşandığının, yani tarihsel bir döngünün habercileri gibi gizemli duruş sergiliyorlar.
Soğuk, kararlı, kendinden emin ve de uygarlık ukalası bakışlarıyla. Dokunsan Gizemli antik bilgi yüklüklerini boşaltacak gibi duruyorlar. Bilim insanları da zannediyorum bu antik bilgilere ulaşmak için-ki Hititoloji dilini daha 20.yüzyılda çözebildiler- 200 yıla yakındır savaş veriyorlar. Özellikle Atatürk’ün Hitit kültürünün ve dilinin incelenmesi için gösterdiği duyarlılık benim çok dikkatimi çekmektedir. Acaba diyorum, Atatürk böylesi antik bilginin varlığını mı sezinlemişti, yoksa bildiği konu da bilgi verme yetkisine sahip değildi de, gereken ipuçlarını vererek, güneş sistemine yakın geldiği gezegene tekrar döndü mü!? (Bu da benim bilim kurgu fantezim).
Şaka maka ama insan şu soruyu da sormadan edemiyor: Tüm gezegeni çepeçevre sarmış olan kültürlerin, mitlerin, efsanelerin kökenindeki ortak özellikler, insan, evren ve astronomiyle ilgili derin ve gerçek bilgileri mi gizliyor? Kim çözecek bunu. Olguya bilimsel yaklaşılmaz ise; Dinden ve gizem ötesinin sırlarından geçinenler, bu mitleri (yaşamı açıklamaya çalışan tanrısal anlatı) ve efsaneleri kullanarak sektör oluşturabilirler; tarikatlar, bağışlar, Kitaplar, CD’ler v.b yaklaşımlarla.
Güneş kursu, güneşi sembolize eden dairesel biçimin etrafına yerleştirilmiş elemanlardan oluşur. Bazılarının üstünde ses çıkarması için sallanan parçalar, kimisinin üstüne barışı sembolize eden geyik figürü, kimisine ise üremeyi sembolize etmek üzere kuş, ağaç figürleri vardır. Genellikle tunçtan yapılır. İşte bunların en seçkin örnekleri Alacahöyük’te bulunmuştur.
Tarihçilerin dediğine göre; Hitit’lerin sembolü haline gelmesine karşın, Anadolu’nun en eski uygarlığı olan Hattilere ait bir eserdir. Çok ilginç olanı ise; Hatti Kralları öldükleri zaman güneş kursu ve benzeri 4- 5 sembolle birlikte gömülmeleridir. Ama asıl ilginç olanlar ise; kursların, evreni temsil ettiği yorumların yapılmasıdır.
Eskiden astrologlar tarafından yıldızların birbirlerine göre konumlarını belirlemekte kullanıldığı, daha sonra bu amaçla başka araçlar geliştirilince törensel bir nesneye dönüştüğü v e Ortadoğu uygarlıklarında hükümdarlığın simgesi olan “alem”lerin atası kabul edildiği de savlanır.
Türkiye’mizde; Ankara Üniversitesi’nin simgesidir. Ankara’nın’nın Sıhhiye Meydanı’nda büyük bir heykeli yapılmıştır ve bu heykel şehrin sembolü olmuştur. Ankara Büyükşehir Belediyesinin amblemidir. Fakat 1994 yılında Ankara’nın başına bela dikilen kişi, önce heykellerin içine tükürdü, daha sonra “Biz Hititli miyiz? (ki asla Hititli olamaz, Kipti belki) diyerek gizemli boynuzlarını, pardon abuk-sabuk, Cami’nin de kutsiyetini bozan bir ucubeyi; Ankara amblemi olarak kente dikiverdi (15 Ocak 1995).
Eğer bu adamıın erkenden dikmezlerse ağzını; Ankara değerlerine saldıracaktır. Düşünün önümüzdeki seçimi de kazandığını…
Alacahöyük’te 100 yıla yakın bir süredir kazı yapılıyor. Şu ana kadar ‘ancak’ yüzde 15’i kazıldığı söyleniyor. En önemli ve günümüz yaşam teknolojisin ilgilendiren bulgu; 3300 yıllık Barajın ortaya çıkarılmasıdır. Bu görkemli Hitit barajı, Hitit çivi yazılı belgelerinin desteğiyle, Hitit Kralı Tuthaliya tarafından M.Ö. 1300 yıllarında yapıldığı söyleniyor.
Bulgularla Alacahöyük’te tarihi kültürler çeşitli evrelere ayrılmış. Birinci kültür evresi olarak adlandırılan üst katlarında, Friglerden başlayarak Roma, Bizans, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine kadar uzanan kalıntılar ortaya çıkarıldı. İÖ 1200'lerde bir Frig yerleşmesi olan Alacahöyük’te o döneme ait yolların, kaldırım döşemelerinin ve yol boyunca sıralanmış taş temelli evlerin kalıntıları bulunmuş.
İkinci kültür evresine ait daha alttaki yapı katlarında, İÖ 2000-1300 arasındaki Hitit dönemine tarihlenen büyük bir kentin kalıntıları dikkat çekicidir. Bu kent, Hititler'in başkenti Hattuşa'ya çok yakındı. Kentin giriş kapısını, kadın başlı ve aslan gövdeli heykellerin (sfenksler) beklediği görülür. Kalıntıları günümüze kadar ulaşan surlar, surların güneyindeki Sfenksli Kapı, sokaklar, su kanalları, fırınlar, kaldırımlar, yapılar ve tapınak-sarayın kalıntıları bize burada gelişmiş bir kentin varlığını gösterir.
Alacahöyük’te üçüncü kültür evresi olarak adlandırılan dönem, İÖ 3000-2000 arasındaki Erken Tunç Çağı'ndan kalma dört yapı katının kalıntılarını içerir. Bu yapı katlarında ortaya çıkarılan 13 kral mezarında, çeşitli madenlerden silahlar, süs ve kullanım eşyası, güneş kursları, geyik ve boğa heykelcikleri bulunmuştur. Bu buluntular bize, o dönemde yörede güçlü bir prensliğin ve çok gelişmiş bir maden işleme sanatının var olduğunu göstermesinin yanında, gizem ötesine bizleri taşıyan ve kafalarda belirli belirsiz soru işaretleri yaratan evredir.
Dördüncü kültür evresinin yapı katları ise, İÖ yaklaşık 3500-3000 arasındaki Bakır-Taş (Kalkolitik) ve Erken Tunç çağlarına tarihlenir. O çağlarda buraya yerleşen insanlar, Alacahöyük’teki ilk yerleşmeleri kurmuştur. Bu yerleşmelerin varlığını, taş temeller üzerine kurulmuş kerpiç duvarlı ve saz damlı ev kalıntıları, çeşitli çanak çömlek, özellikle içi boyalı toprak kaplar ve ayaklı meyvelikler göstermektedir. Bu katlarda ortaya çıkarılan silah ve kullanım eşyalarının çoğu taştandır.
Şu baraj’a kafam takıldı, İnşaat Mühendisi olarak. Bu konuda biraz bağırıp, çağırmak istiyorum. Çünkü Tarihi ve doğa değerlerimize sahip çıkamadığımız gibi var olanları da iyi pazarlayamıyoruz: 3 bin 200 yıllık bir baraj İtalya'da, Fransa'da ya da herhangi bir başka Batılı ülkede ortaya çıksaydı yer yerinden oynar, belgeseller çekilir, turizm patlaması yaşanırdı. Dünya büyük bir gösteri merkezine dönüştü.
Bizim burada kazanılan paralardan payımızı alabilmemiz için pazarlama işini iyi yapmamız gerek. Anadolu'da kurulmuş ve Anadolu'ya hakim olabilmiş ilk krallık. Zengin Eski Doğu kültürünün batıya geçişindeki kayıp halka. Zamanının en büyük askeri ve politik gücü. Mısır'ın güçlü Firavunlarının en zorlu rakibi. Yakın Doğu'nun çehresini daimi olarak değiştirmiş 3500 yıllık bir medeniyet. Hitit İmparatorluğu, Hititler..
Aslında kapsamlı bir Hitit belgeseli bu bağlamda hazırlanamaz mı?! (Bende 1995’in bu sıcağında amma da şeyler istiyorum. Hitit Güneş kursu mu, yoksa güneş mi başıma çarptı!!??) Yakın Doğunun dönüm noktalarından ve tarihteki ilk yazılı barış anlaşmasına sebep olan Büyük Mısır Firavunu II.Ramses ile Hititler arasındaki Kadeş Savaşı, Eski çağların en büyük aşk hikayelerinden biri sayılabilecek Hitit Kralı III. Hattuşili ve Kraliçe Puduhepa'nın evliliği, Yakın Doğu ve Anadolu'yu silip süpüren veba salgını, saray entrikaları, Hititlerin cenaze adetleri, Eski Yunan panteonunun (Bir kültürün tüm tanrıları) öncüsü Hitit tanrılar panteonu, Hint- Avrupa dilinin ilk yazılı örnekleri Hitit yazıtları, v.s ler böylesi belgeselin müthiş malzemeleri.
Gizem ötesi avcılığı ve bilimsellikten uzak dinden geçinmelerle bu malzemeleri yok ediyoruz. Büyük bir pazarı yok ediyoruz. Dahası Bizim yaptığımızı gerçekten Çorumlular asla yapmaz..
Hattuşa(Boğazköy):
Saat 13.30 başkentteyiz. Hayır, Ankara’ya geri dönmedik. Çorumluların-Hititlilerin başkenti Hattuşa’dayız. Eski kapılar beni hep hayal dünyamı tetikleyen nesneler olmuştur. Hele o kalın devasa gövdesinde taşıdıklar küpe narinliğindeki Demirden tokalarla çalındıklarında kendine özgü yapıya yakışan görkemli sesiyle açılması, başka dünyalara açılan kapılarmış gibi etkilemiştir beni hep. İşte böylesi bir kapının ağzındayız.
Ececan: “Anne, Baba bu taş ayslan bizi yey mi?” Aslanı tanımıştı Ececan, ama Hititlerin Aslanlı Kapısı olduğunu bilmiyor. Biz sanki biliyoruz da. Taş olsa da insan ürküyor. Kendini bir anda bilimkurgu platformunda hissediyorsunuz. Özellikle kazılar sonrası antik taşlarla işaretlenen yerleşim alanlarının görünümleri, gizemli gezegenlerden birilerini bekliyor izlenimi vermeleri insanı heyecanlandırıyor.
Aslanlı kapı; Yukarı Şehrin güneybatı kesiminde güney surunun iki görkemli kapısından biri olan Kapı.Hattuşa'nın diğer büyük şehir kapılarında olduğu gibi bu kapının da asıl kapı odasının iki yanında 15 x 10 m. boyutlarındaki dörtgen planlı kule muhteşem bir görüntü veriyor.
Kapı adını, dışta pervaz bloklarına işlenmiş iki aslan heykelinden alır (baş, göğüs, ön bacaklar). Ön Asya'da aslan koruma ve bezeme amacıyla sıklıkla kapılarda kullanılan bir motiftir. Hattuşa'da da bu kapı dışında çeşitli tapınakların girişinde ve kral sarayının kapılarında aslan heykelleri kullanılmıştır. Hattuşaş (Boğazköy) Çorum'un Sungurlu ilçesinin 22 km güneydoğusundaki Boğazkale ilçesinin (Boğazköy) 4km doğusundadır. Şehir kuzeyden güneye doğru 300m yükselir.
Kuzeyde kalan kısma "Aşağı Şehir" güneyde kalan kısma "Yukarı Şehir" denir. Çivi yazısı ile yazılmış büyük bir Hitit arşivi bulunmuş. Hattuşaş'da M.Ö. III. binden itibaren yerleşim görülmektedir. Bu dönemdeki yerleşmenin Büyükkale ve çevresinde olduğu tespit edilmiştir. M.Ö. 19. ve 18. yüzyıllarda Aşağı Şehir'de Asur Ticaret Kolonileri Çağı yerleşmeleri görülmektedir ve şehrin adına ilk kez bu çağa ait yazılı belgelerde rastlanmıştır.
Hattuşaş'ın M.Ö. 18.yy'da Kuşşara kralı Anitta tarafından tahrip edildiği ortaya çıkan yazıtlardan çözmüş, tarihçiler. Belgelere göre hemen bu tahripten sonra yaklaşık M.Ö. 1700 yıllarında yeniden yerleşime açılan Hattuşaş 1600'lerde Hitit devletinin başkenti olmuştur; kurucusu Kuşşara kökenli olan I.Hattuşili'dir.
Hitit Devletinin başkenti olan Hattuşaş dönemin mimarlık ve sanatının odak noktası olmuşt. Hattuşaş sözcüğü Hattus sözcüğünden yani Hatti insanlarının verdiği orijinal addan geliyormuş. Çok geniş bir alanı kapsıyor. Uzun zamandan beri yapılan kazılarda Burada daha fazla kültür evrelerine rastlanmış. 5 kültür katı ortaya çıkmış. Bu katlarda Hatti, Asur,Hitit, Frig, Galat, Roma ve Bizans dönemlerinden kalma kalıntılar bulunmuştur.
Kalıntılar Aşağı kent, Yukarı Kent, Büyük Kale (Kral Kalesi), Yazılıkaya'dan oluşmaktadır. Burada bulunan kalıntılar Kral Sarayı, iki katlı Arşiv Yapısı (3500 çivi yazılı tablet bulunmuştur.) , Hitit Dönemi'nden kalma dört tapınak , anıtsal kapılar (Kral Kapısı, Sfenksli Kapı, Aslanlı Kapı, Poternli Kapı ve Batı Kapısı), Tanrı "Teshup" 'un tapınağı bulunmaktadır.
Hatuşaş'ın "Yukarı Şehir" olarak bilinen kesimi 1 km² den daha büyük bir yüzölçüme sahip, eğimli bir arazidir. İşte buradan aşağılara baktığınızda, Hattuşa’nın ne kadar geniş bir alana yayıldığını görürüsünüz. Budur insanı gizemli hülyalara salan. Her an uzay araçları, kazı sonrası işaretlenen alanlara ineceklermiş gibi içten-içten heyecanlanıyorsunuz.
Bu alan M.Ö. 13. yüzyılda Geç İmparatorluk Çağında şehrin gelişmesine sahne olmuştur. Yukarı Şehir'in geniş bir bölümü yalnızca tapınak ve kutsal alanlardan oluşmaktadır. Yukarı Şehir geniş bir kavis halinde onu güneyden çeviren bir surla donatılmış olup, sur üzerinde 5 kapı mevcuttur. Şehir surunun en güney ucunda ve kentin en yüksek noktasında bastion ile sfenksli kapı yer almaktadır. Diğer dört kapıdan güney surunun doğu ve batı ucunda karşılıklı Kral Kapısı ve Aslanlı Kapı yer almaktadır.
Hattuşaş’taki Büyükkale'de yapılan kazılar M.Ö. 13.-14. yüzyılda Hitit krallarının saray yapılarını ve bunları koruyan sur sisteminin özelliklerini gün ışığına çıkarmıştır. Giriş kapısı güneybatıda olan kalenin surları, sandık duvar tekniğiyle inşa edilmiştir. Büyükkale'de bir bütün halinde saray yapısı görülmez, kazılar sonucunda ortaya çıkan farklı boyutta ve türdeki yapılar, anlaşılmıştır. Yine mabedin doğu kısmında tabletlerin bulunması burada bir arşivin olduğunu da ortaya koymuştur.
Yerkapı, Sfenksli Kapı:
Şehrin en güneyinde ve en yüksek noktasında Yerkapı bulunur. Batıdan Aslanlı Kapı'dan, doğuda Kral Kapı'dan geniş bir yay çizerek şehrin en yüksek kesimine ulaşan sur burada yapay olarak yığılmış toprak setin üzerinden geçer. Bu setin üstünde tam ortada Sfenksli kapıyla kesintiye uğrar..
Yerkapı adını, Hattuşa'da bugün hala içine girilebilen tek poternden(anadaolu uygarlıklarının kalelerinde, gizli geçit olarak kullandıkarı tünel) alır. Bu tünel yapay toprak set yığılmadan önce bindirme tekniğinde yapılmıştı: Bu teknikte uzun taş bloklar bir alttakinden biraz öne çıkarılarak üst üste koyulur; en üste ortaya ise kilit taşı olarak sivri bir blok yerleştirilir. Böylece sivri üçgen biçimli bir tonoz oluşturulur.
Yerkapı yokuşunu tırmanırken, arkanızdan gelenler arka korkunuzu, önden gidenler var ise ön korkunuzu giderebilir. Ama önde siz yürüyorsanız, tepenizde bir Hitit uygarlığının gizemli bir görüntüsünün belirme korkusundan kendinizi asla alamazsınız. Yığma toprak setin dış tarafındaki yüksekliği yaklaşık 35 metre, uzunluğu 250 metre ve tabandaki genişliği yaklaşık 80 metredir.
Yamaç burada, şehre bakan taraftan farklı olarak özenli bir işçilikle taş döşeme ile kaplıdır. Döşemenin her iki yanında, setin üzerine çıkan dik merdivenler bulunur. Bu merdivenler, setin savunma amaçlı olmadığını açıkça göstermektedir. Zaten 35° lik bir eğime sahip bu döşemeyi, kondisyonu iyi savaşçıların koşarak çıkması hiç de zor değildi. Ayrıca düşman sura buradan değil, batı ya da doğuya doğru birkaç metre ileriden hücum ettiği, Yerkapı setinin üzerinde ortada Sfenksli Kapı yer alır.
Diğer büyük şehir kapıları gibi bu kapının iki yanında kuleler bulunmaz. Kapı bir kulenin içinden geçer. Sfenksli Kapı adını, kapı pervazlarında bulunan dört Sfenks'ten alır. Sfenksler aslan vücutlu, insan başlı karışık yaratıklardır. Hititler bu karışık yaratık tasvirini, sfenksin kral tasviri olarak görüldüğü Mısır'dan almış olabilirler. Ancak Hitit sfenkslerinin yumuşak yüz hatları, Mısır'dakilerin aksine dişi yaratıklar olarak tasvir edildiğini gösterir…
Çorum tarihi ile müthiş ötesi bir platform. Senin değil de, Çorumlunun/Hititlinin yaptığını tarihte hiç kimse yapamaz diyorum… Özellikle beni ilgilendiren boyutu, Hitit yapı tekniği..Yedi metre genişliğinde sur temelleri ve ayni yükseklikteki surlar gerçekten müthiş bir teknik. Temeller taş örülü, üzeri kerpiç, tuğla ve ahşap yapı malzemeleri kullanılarak inşa edilmiş.
Hititli atalarımız böylesi zengin yapı malzemesi kullanırken biz 4000 yıl sonra, yörede sadece ahşap ve kerpiç ilkelliğinde köy konutları inşa ettiriyoruz kırsal insanımıza. Daha doğrusu Hititlerin torunlarına. 12. gezegenden bizi izleyen Hititlerin yüreği sızlıyordur kesin. Evet Hititlerin mimarı kültürü ile bizim kültür arasındaki farklılık düşündürücü. Bu kentin rekonstrüksiyonunu, yani, Hattuşa kentinin tümünü veya bir parçasının ya da burdaki bir yapının özgün biçimiyle yeniden inşasını gerçekleştirmeyi bu mantıkla zor başarırız gibime geliyor. Çorum bu köklü evrensel tarihi ile kesin canlandırılmalıdır.
Çoraplıkaya:
Ve dönüş başladı. Güzel ve heyecan verici bir gezi oldu. Geçmiş uygarlıkların izlerini ve onların torunlarını izlemek güzel. Saat 14.30. kayalı Boğazda piknik yapmak için hazırlık yapıyoruz. Herkes çimenlere attı kendisini. Kadriye tedirgin, çünkü taze tezekler o’nu bayağı rahatsız ediyor, özellikle kokusu. Tam ortasındaki derede bir grup arkadaş serinliyor. Tezeğin sahipleri gözüktü; kocaman hoştayn inekler, hepsi de koca-koca memeliler.
Birileri bar-bar bağırıyor, ineklerin uzaklaştırılması için, çünkü korku yeni bir tezek kokusu. Çobanlar koşa -koşa geldiler. Mustafa dayı, öylesine sevimli bir ihtiyar ki, adeta Nobel babanın siyah sakallısı. Sürekli gülüyor. Torunu Yusuf yanında, bir sopaya çenesini dayamış bizleri izliyor. Resimlerini çekerken verdikleri poz beni, hem sevindirdi, hem hüzünlendirdi. Mustafa dayı resimleri çoğaltıp çoğalmayacağımı sordu. Bir hafta sonra gönderdim bile. Tabiî ki eline geçip geçmediğini bilmiyorum.
Herkes gibi bende derede serinledim. Ayaklarımı ve çoraplarımı yıkadım. Ayaklarımı çimenlere, çoraplarımı da hemen yanı başımızdaki kayalara serdim, kurusunlar diye. Ececan’a , Kadriye’ye ve gezidekilere: “Bu bölgenin her tarafı tarihi dokuyla bezeli. Baksanıza, şu kayanın üzerindeki tarihi çoraba..” Bir anda herkes kayalara doğru bakmaya başladı. Birileri çoraba doğru gitti: “Yahu bu birinin çorabı. Yeni yıkamış. Islak daha..” “Olur mu, Hititlerin çorabı. Demek ki hala kurumamış..” Kadiş çorabı tanıdı, Ececan da : “Baba bu senin çoyaplayın..” Epey güldük..Bölgenin adını da koyduk “Çoraplıkaya”
Saat, 17.00. Çoraplıkaya’dan; Hititlerin torunu Mustafa dayı ve torununa el sallayarak ayrılıyoruz. 04/06/1995 sabahı başlayan ve 04/06/1995 akşamı biten gezi; herkesi mutlulukla birlikte gizem ötesine taşıyan güzel bir gezi idi.
Yazının güncellemesi 10/06/2006’da, yayına ise 20 Temmuz 2013’te kondu.
- http://blog.milliyet.com.tr/ipek-yolundaki-mardin-ve-hasankeyf/Blog/?BlogNo=308289
Teknopolitikalar Platformu
evesbere@gmail.com
GSM: 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder