19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA, GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI’NI KUTLUYORUM, YOK ETMEYE ÇALIŞANLARI DA ŞUTLUYORUM
19 mayıs 1919 ve Atatürk’ün Anadolu insanıyla yarattığı ulusal değerlere sinsi saldırılar.. Öncelikle şunu belirteyim:
{{ Kimya dalında Nobel ödülü alan bilim adamımız Aziz Sancar ödülünü Anıtkabir’de sergilemek üzere Genelkurmay Başkanlığına teslim etti. Sancar ödülünü Ulu Önder Atatürk ve silah arkadaşlarına adayarak milletimize armağan etti. Konuşmasında; “Ben bu ödülü Laik ve Demokratik Cumhuriyet sayesinde aldım. Zeka değil çalışmak, çalışmak. Türk insanının hepsi zekidir. Yeter ki çalışsın.. Aldığım Nobel madalyası; Atatürk'ün ve Cumhuriyet’in madalyasıdır.” Dedi. Vatan ve Ulus sevgisini içinde yaşatan Prof. Dr. Sayın Aziz Sancar, birçok insana adeta ders vermiştir. 19 Mayıs’ta sergilenmesi planlanan ödülü ülkemize getiren Sayın Aziz Sancar’a ülke olarak minnettarız. Gençlerimize örnek olacak bir insan. Umarız daha çok Aziz Sancarlar çıkar.}}
19 Mayıs 1919’u ve Atatürk’ün Anadolu insanıyla yarattığı ve ‘emperyalizmin sömürdüğü az gelişmiş ülkeler tarafından örnek alınan felsefesinin’ “yalanlarla ve kurgularla ve de sinsice’ nasıl yok edilmeye çalışıldığına değineceğim.
Önce şehitler nedeniyle “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı iptal edildi. Bir Allah’ın kulu çıkıp da; “Siz ne yapmak istiyorsunuz? 23 Nisan etkinlikleri Çalgı çingi eşliğinde göbek atıp, gerdan kırıldığı, şarkı ve türkülerin söylendiği “Düğün” değil ki iptal ediyorsunuz?! 23 Nisan etkinlikleri; aksine ulusal hüznün ve sevinçlerin dışa vurumu bir birlikteliktir, Kurtuluş savaşı şehitlerimizin de saygıyla anımsandığı etkinlik..Amacınız dolaylı yollardan ulusal ortak coşkuları, kutlamaları sessize alıp, karanlığın sesini mi yükseltmek..”diyemedi..
Ne zaman ki, Cumhurbaşkanının kızı Sümeyye düğünü gündeme geldi, o zaman çıkıp; bir şeyler dedi, fakat onu da dolu-dolu söyleyemedi. “Şehit cenazeleri gelirken sen düğün peşindesin..” gibi klişe şeyler söylemek bana anlamlı ve doyurucu bir söylem gibi gelmedi.
“Şehitlere kelle diyenlerin, çıkıp 23 Nisan kutlamalarını şehitler nedeniyle iptal ettik demeleri asla inandırıcı değil, aksine büyük bir samimiyetsizliktir. Bu noktada, aile sevincini ulus sevincine yeğlercesine düğün yapman, yetmedi Genelkurmay Başkanı’na, önceki Cumhurbaşkanı ve Başbakanı’na‘ ‘şehitler gelirken’ şahitlik yaptırman, kişileri bir şekilde protokol bahanesi ile gizdeki düşüncelerine ortak etmek demektir. Dahası, bunun adı; şehitlere saygı değil, şehitlere saygıyı ve teşekkürü de özünde barındıran ulusal bayramlara saldırıdır..” denseydi, kitleleri daha fazla etkilerdi.
Ardından, MİT ‘in sözde hükümeti canlı bomba konusunda uyarması. Bu canlı bomba’nın 10’nu da IŞİD teröristleri imiş ve Gaziantep’e giriş yapmışlar.
- Amaçları da Anıtkabiri bombalamakmış!! Neden PKK değil de IŞİD?!
- IŞİD üzerinden ‘ortak’ gözdağı mı veriliyor, Anıtkabire gidilmesin diye?!
Büyük katılım olacaktı, çünkü TBMM’i başkanı İsmail Kahraman “Laiklik ve Atatürk yeni Anayasa’da yer almamalı” diyerek halkı içten içe tepkilendirmişti. İşte bu halk tepkisini görkemli bir şekilde Anıtkabire giderek gösterecekti. Gösterecek de.. Şahsen ben tek Şevket ile gidecektim, şimdi aksine çok Şevket ile orda olacağım.
MİT raporunun devreye sokulması “Bu toplumsal tepkiden korkulmasının yansımasıdır. Bu nedenle görkemli coşku , törpülenmek istenmiştir..” demekten başka bir şey bırakmıyorlar insana..
İşin doğrusu, 23 Nisan da kutlanmalıydı, sade düğün de yapılmalıydı. Ama, sen ideolojik yaklaşımlar bütününde siyasi rant adına; 18 Martları (Çanakkale), 23 Nisanları, 19 Mayısları, 30 Ağustosları, 29 Ekimleri ve 27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı gibi inkar sürecine sokarsan, bil ki kendini inkar ediyorsun demektir..
Biliyoruz ki; 27 Mayıs harekatı ve Mendereslerin idam edilme hatası; Hareketin içindeki ‘ırkçı faşist eğilimli subayların dayatmasıyla gerçekleştiği bir yadsınamaz bir süreçtir. Unutmayalım buna neden kişinin Alparslan Türkeş ve arkadaşları olduğu ve bu kişilerin ırkçı bir partiyle ülkeyi 12 Eylül faşist darbesine zemin oluşturduğu gün gibi ortadadır. Durum bu iken; Dersim olayı gibi Mendereslerin idamını da CHP’ye yüklemek ve de Menderes’i demokrasi kahramanı ilan edip; ülkesindeki emperyal güçlere ve onun maşalarını temizlemeyi şiar edinmiş, Denizleri ve Mahirleri vatan haini ilan etmek ihanetin ta kendisi ve danıskasıdır..
Kimle istersen siyaset yaparsın. Kimi istersen de onu nikah şahidi... Hiç kimseyi ilgilendirmez, çünkü bunlar senin demokratik hakkın. Fakat, Genelkurmay ve kuvvet komutanlarını “Resmi Devlet Töreni”ne çağırır gibi çağıramazsın. Kızına selam durduramazsın. Kişisel olarak buyur etmek farklı, adeta ‘güç benim’ dercesine askeri şehit cenazesi sonrası nikah törenine icap ettirmek ve kızına selam durdurtmak farklı şeyler..
Sonrasında; Özel paşa sonrası gelen Hususi paşa, pardon Hulusi Akar Paşa’nın savunmaya geçmesi, bunu Genelkurmay üzerinden yapması doğru değil..Özellikle; “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin gücünü artırmak için yıllardır çaba gösteren bir mühendisin düğününe katılarak Silahlı Kuvvetler mensuplarının teşekkürünü bu yolla iletmesi de doğaldır, insani ve vicdani bir sorumluluk olarak değerlendirildiğini” belirtmesi ise külliyen yanlıştır..
- Bu ne şimdi?!
- Kimler Silahlı Kuvvetlerin gücünü artırıyor?
Öğrendik ki Bayraktar Holding, İnsansız Hava Aracı (İHA) üretmeye başlamış:
Damat Selçuk Bayraktar’ın aile Holdingi bugün Türkiye’deki insansız hava araçlarının (İHA) üreticileri olmuşlar. Bu İHA’lar 24 saate kadar havada kalabilecekmiş.
Damatlar bugüne dek medyada yer almak istememişler. Çünkü korkuyorlarmış, çünkü Aselsan’da bu alanda çalışan mühendisler kuşkulu bir şekilde öldürülmüşler. Öyle ki; o dönem askerlere projeyi sunmuşlar, fakat Genelkurmay bu projeyi dikkate almadığı gibi, Bayraktarları bu bağlamdaki ihalelere bile sokmamışlar.
Karşılarına Recep Tayyip Erdoğan çıkana dek adeta kelle koltukta yaşamışlar. İşte tam bu noktada Erdoğan devreye giriyor ve Bayraktar ailesine bütün güvenceyi veriyor ve çalışmalarını sürdürmelerini istiyor. İyi de benzer buluşlara imza atan öldürülen mühendislere bu güvence neden verilmemişti.
Bir başka düşündürücü ikinci olgu ise, önceki Genelkurmay Başkanları değil de onlar sonrasını genelkurmay başkanları Nejat Özel Paşa ve Hulusi Akar tarafından İHA projesine, yani Bayraktarlara izin verilmesi. Görülüyor ki, özellikle ASELSAN(Askerî Elektronik Sanayi) ’da askeri personel olan üstün yetenekli mühendisler projeleriyle korumaya alınmadı ama Bayraktarlar korumaya alınıyor..
Bu denli veri karşısında insanın komplo teorisi üretmesi geliyor..Yoksa bu işin içinde bir çıkarsama mı var? Yani, bir ya da daha çok yargıdan başka bir yargıya varma süreci..
Diyor ya Hulusi Akar bey, pardon Genelkurmay; “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin gücünü artırmak için yıllardır çaba gösteren bir mühendisin düğününe katılarak Silahlı Kuvvetler mensuplarının teşekkürünü bu yolla iletmesi de doğaldır..”.
Doğal mı?
Madem bu denli duyarlı bu konuda Genelkurmay, bu ve benzer projelerin yaratıcısı genç mühendisler öldürülürken aynı duyarlılığı neden göstermedi?
Yoksa bu işin içinde bir başka, başka şeyler mi var!?
İşin ilginç yanı, Bayraktarlara; Cumhurbaşkanının güvence vermesi sonrası sevgili kızını da Bayraktarların mühendis oğluna vermesi ve güvenceyi pekiştirmesi..
Tüm bunlar, rastlantı olamaz! ASELSAN’ı da vermeyelim..
Her şey güzel gidiyor cumhurbaşkanı için. İstediğini getiriyor, istediğini gönderiyor.. Getirdiği ve faydalandıktan sonra gönderdiği insanlar ile öte dünyaya yol yapılır..
En önemlisi ve dikkat çeken gönderme Başbakan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu.
Evet; “Başbakan Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan yedi düvele karşı aslanlar gibi Kurtuluş Savaşı veriyorlar..!!" denen Ahmet Davutoğlu.. Abdullah Gül, Abdüllatif Şener, Beşir Atalay,Bülent Arinç, Ali Babacan, Hilmi Güler, Cüneyt Zapsu, Sami Güçlü, Güldal Akşit, Nevzat Yalçıntaş ve oğlu Murat Yalçıntaş, Tamer Yiğit(Özyeğitoğlu), Yaşar Yakış, İmdatSütlüoğlu, Atilla Koç, Faruk Nafiz Özak, Kürşad Recep Akdağ, Hüseyin Çelik, Ertuğrul Günay, Haluk Özdalga, İdris Nami Şahin, Zeki Ergezen, Egemen Bağış, Erdoğan Bayraktar, Zafer Çağlayan, Nihat Ergun, Abdulkadir Aksu, Tüzmen, Suat Kılıç, Erkan Mumcu, Ali Coşkun, Osman Pepe, Murat Başeskioğlu, Mehmet Mır Fırat, Nimet Çubukçu(Baş), Selma Aliye Kavaf, Ömer Dinçer, Mehmet Aydın, Vecdi Gönül v.d, getirdi, faydalandı ve gönderdi..Bunların biri hariç(Abdüllatif Şener), tümünden ses çıkmadı. Yalnız son zamanlarda Bülent Arınç beklenmedik atakla Abdüllatif Şeneri arkada bıraktı:
[["Sus deyicilere karşı mahalle değiştirmeyeceklerini" vurgulayan Bülent Arınç, "Özgürlüklere müdahaleyi, özgürlük için mücadele sebebi sayar ve bunun icabını yaparız... Ülkemizin 'sus'lar ülkesi olmasına 40 yıl önce nasıl karşı çıktıysak aynı şekilde bugün de karşı çıkarız" sözleriyle Erdoğan ve AKP yönetimine karşı mücadele mesajı verdi. Arınç, "Hoşa gitmeyen gerçekleri duymama ve duyurmama adına izlenen bu antidemokratik yol baskı rejimlerinin yoludur ve tarih kitapları bu yolun yolcularının hazin sonlarıyla doludur" dedi.
Erdoğan ve iktidara yakın medya tarafından da ağır ifadelerle tepki gören Arınç, dün Turgut Özal Üniversitesi'nde katılacağı Anayasa Çalıştayı'nın "provokatif olaylar çıkabileceği" gerekçesiyle iptal edilmesine tepki gösterdi. Arınç, Twitter'dan yaptığı açıklamada 'güç sarhoşluğuyla baskıcılık oynandığını' ]] yazarak.
Bugün bunların dışındakilere gel densin yine gelirler, kendilerini kullandırırlar ve giderler.. İşin en düşündürücü yanı; sabah akşam kendisini aşağılayan ve hakaret eden, hırsızlıkla suçlayan; Numan Kurtuluş, Süleyman Soylu ve Tuğrul Türkeşi önce milletvekili, sonra bakan yapması..
Bu nasıl bir şey ve rahatlık ve de cesaret!!.. Bu işleyen sürece siyaset bilimiyle açıklık getirilebilir mi? Siyasi ahlakın ve evrensel kurallarının neresine konuşlandırabilirsiniz.. Öylesine bir cesaret ve kararlılık ki ülkemizi de aynı Partisindeki demokrasizlikle Yönetmek için Başkanlık da ısrarlı..
Ne istedi ise yaptı. Başbakan olmak istedi, oldu. Cumhurbaşkanı olmak istedi, oldu. Şimdi Başkanlık istiyor, birilerine göre, iyi de sonu ne olacak. Doğrusu bundan sonra olacak bir şey kalmıyor, yoksa…M..diliğini mi ilan edecek?!
Gerçekten düşündürücü olmanın ötesinde şeyler karşısında partide çit yok. Adeta düşük profillilerin barındığı bir parti..
- Siyaset bilimcileri bu partiyi parti olarak kabul eder mi acaba?
- Yoksa bu bağlamda üzerinde çalışma yapmak için siyaset laboratuarında incelemeye mi alır?
Çevresindeki insanlar da aynı mantığı kullanarak, karalamaya ve aşağılamaya çalışıyorlar..
Son olarak; Atatürk’ün Samsun’a gittiği “Bandırma Gemisi” diye bir gemi yokmuş. Atatürk Samsun’a falan inmemiş:
Diyorlar ve soruyorlar: “Türkler kendi yakın tarihlerini bilmiyorlar; ancak bildikleri varsa, cumhuriyeti kuranların uydurup yazdıkları yalan tarihtir..
Mustafa Kemal Paşa yalnız başına mı samsuna gitmiştir?
Mustafa Kemal Paşa’nın o günkü vazifesi nedir?
Kendisi mi bizzat Samsun’a gitmeyi planlamıştır, yoksa kendisine emir veren bir makam var mıdır?
Dolmabahçe Sarayı önlerinde demirleyen ve ülkenin tek hakimi durumundaki padişahı tehdit eden İngiliz zırhlılarının gözü önünde o vapur nasıl boğaz’dan çıkmıştır?
Şu sıralamaya çalıştığımız suallere; bırakın günlük ekmek derdinin dışına çıkamayan milyonları, aydınlarımız arasında kaç kişi buluna bilir?..
Mustafa Kemal’i İstanbul’dan Samsun’a getiren gemi, İngiltere’de Trocadero adıyla inşa edilmişti! sonra KYMİ adını almış gemiyi Osmanlı Devleti satın aldıktan sonra ona Bandırma adını vermişti. 16 mayıs 1919’da Samsuna ulaşan gemi 1924’te hurdaya çıkarılarak parçalandı. Bugün önüne gelenin uydurma bir resmini ve maketini yaptığı vapur sonradan kıymete bindi ve hakkında masallar ve efsaneler uydurulmaya başlandı.
Padişah’tan habersiz, İngilizleri atlatarak bin bir tehlike altında Mustafa Kemali Samsun’a götüren bu tarihi gemi korunmuyor da göz göre-göre hurdaya çıkarılıp nasıl parçalanıyor?
Böylesine tarihi bir vazifeyi yerine getiren bir gemiye muhafaza edilip müze haline getirmek mi?
yoksa parçalamak mi yakışırdı?…
Cumhuriyeti kuranlar, Türk milleti adına yazdıkları tarih ve senaryoyu devreye sokmuşlardır. Bandırma vapurunu hurdaya çıkarırken: Rejimin yardakçıları yıllarca yeni nesilleri masallarla uyutma cihetine gidiyorlardı. Geminin maketi deniz müzesinde durmaktadır…
Nasıl yadsırlar aşağıdaki gerçekleri:
Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihindeki önemli olaylardan biri Atatürk’ün Samsun’a ayak basışıdır. Türk Milleti Birinci Dünya Savaşı sonrasında kötüleşen koşullar içinde kurtuluş çareleri ararken büyük bir lider Mustafa Kemal Atatürk ortaya çıktı ve Samsun’a ayak basarak “Kurtuluş” yolunu açtı.
Bu nedenle Atatürk’ün 16-19 Mayıs 1919 İstanbul’dan başlayan yolculuğu bir kurtuluş dönemini simgeler.. Samsun; işgal kuvvetleri için önemli noktalardan biriydi. Stratejik bakımdan büyük öneme sahip ve Karadeniz’den Orta Anadolu’ya açılan en rahat ve güvenilir bir kapı olması nedeniyle. İngilizler 9 Mart 1919 tarihinde Samsun’a askerî birlik çıkarmışlardı.
Buna tepki olarak Türk Makinalı Tüfek birliğinden Hamdi adındaki bir teğmenin askerlerini alarak dağa çıkması dikkatleri bu bölgeye çekti ve İngiliz Yüksek Komiserliği’nin de Türk halkının silâhlandığı konusundaki şikayetleri üzerine bu bölgeye güvenilir bir kumandanın olağanüstü yetkilerle gönderilmesine karar verildi.
Bu kumandan Mustafa Kemal Atatürk’tü ve Atatürk uzun zamandan beri ülkenin içinde bulunduğu bu umutsuz duruma üzülüyor ve bir şeyler yapmak için Anadolu’ya geçmek istiyordu. Bu O’nun için bulunmaz fırsattı..
Atatürk beraberindeki kişilerle beraber 16 Mayıs 1919 Cuma günü öğleden sonra “Bandırma” adındaki eski bir vapurla Galata rıhtımından ayrılır.19 Mayıs 1919 Pazartesi günü Samsun’a çıkar.
Eleştirenler, “Atatürk son padişah tarafından İngiliz işgalı nedeniyle isyan edip dağa çıkan Hamdi Teğmen gibi askerleri disipline, yani işgal kuvvetlerine isyan etmemeleri konusunda zapturapta almak için Samsun’a gönderildi. Fakat Atatürk bu teslimiyetçi politikaya karşı çıktı ve tersini yaptı, yani “Kurtuluş Savaşı” sürecini başlattı..” diyemedikleri için, Bandırma Gemisi bahane ederek, Atatürk üzerinden Kurtuluş Savaşını karalamaktadırlar.
Neymiş; “Böylesine tarihi bir vazifeyi yerine getiren Bandırma gemisi muhafaza edilip müze haline getirmek mi? yoksa parçalamak mi yakışırdı?…” Doğrusu; Atatürk Bandırma Gemisiyle gitmedi diyerek neredeyse Atatürk’ün Samsun’a gitmesi resmi tarihçiler tarafından, abartılan ve halkı uyutan bir kurgudur..
- Be kardeşim. Önemli olan Atatürk Samsun’a gitti mi?
- Gitti!! Bandırma gemisiyle gidip gitmemesi neyi değiştirir?
- Kurtuluş Savaşı sürecini başlattı mı, başlatmadı mı?
- Bal gibi başlattı ve Osmanlı’ya son verdi!!
Bandırma gemisi neden müze yapılmamış ve parçalanmış. Benim ülkemin her karış toprağı Kurtuluş Savaşı sonrası müze kardeşim, müze, çünkü ülkem parçalanmaktan kurtarıldı.
Bandırma vapuru da 1924 yılında sahibi tarafından hurdaya çıkarıldı. Savaştan yeni çıkmış ülkemin kurtarıcıları kısa zamanda Bandırma gemisini müzeye dönüştürme uğraşına girecek zamanı mı vardı? Ülkeyi dönüştürmek için zamanla yarışıyorlardı.
Dediğim gibi; İnanın 19 Mayıs 2016 günü “Anıt Tepeye”, 19 Mayıs 1919 için bir Şevket ile değil, en az 10 Şevket ile çıkacağım, yani “Anıtkabire”..
Anıtkabirde idik, sevgili Kemal Özbiyik, Yüksel Çorbacıoğlu Ömer Faruk Eminağaoğlu, Murat Çorbacıoğlu, Haluk Demir, Cengiz Kurtoğlu, Güner Yalçın, Kayhan Giritlioğlu ve 10 binler. Bir ara moralimiz bozulmadı değil.
Hatta sevgili Kemal; “Adamın korumaları kadarız..” esprisi yaptı. Fakat süreç içinde adamı rahatsız edecek kadara görkemleştik, alanı doldurduk. MİT’e ayıp oldu. Dinlemedik canlı bomba uyarılarını..
Sirkülâsyon vardı, çünkü MİT korkutmacasıyla, Tandoğan ve Aslanlı yoldan gelenler Ataya kısa bir selam, birkaç resim sonrası Anıttepe’ye doğru alanı terk ediyordu. Onların bizler gibi alanda istasyon yapsalar, kesin Anıtepe’ye ve Tandoğan’a taşardık..
Teknopolitikalar platformu
evesbere@gmail.com
0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder