AYVALIK, ALTINOLUK VE AKÇAY AYVA’YI YEMİŞ..
10 Temmuz 2008 günü, darbeli Gökçeada gez-gör-yaz etkinliği bitti. Gökçeada’dan ayrılmak ve Ayvalık’a gitmek için arabalı vapur bekliyoruz. İbrahim Düvek ve sevgili ailesi can dostlarımızdan da ayrılacağız artık. Onlardan ayrılmak zor.. Yine Metro’dayız.. Saat 13:00 Ayvalık yolculuğu başladı.. Otobüsün 51-52-53 no’lu koltuklarından önümüzdeki yolcuları İda dağının Akçay’ı izlediği gibi kuş bakışı izliyoruz..
Ezine’ya yaklaşmak üzereyiz.. Doğanın dokuduğu o muhteşem desenli halı ortasında yol alıyor gibiyiz.. Doğanın ayaklarımıza serdiği halı yolumuz biter bitmez kendimizi çam ormanlarının içinde bulduk.. Çamköy ve Karadağ sapağını geçiverdik..14.200 nüfuslu, peynir ve zeytin diyarı Ezine’de ve ovasındayız. Görme ufkunuzu aşan, sonsuz güzelliğin ötesi bir doğa örtüsü.
Ayvalık’a ulaşmak için küçüğünü, yani Ayvacık’ı geçmeniz gerekir. Geyikli ve Gülpınar sapağındayız.. İki dağın arasındaki düzlükte ilerliyoruz.. Karpuz, kavun, buğday, peynir ve süt tarlalarını katediyoruz. Peynir-süt tarlaları dedim, çünkü her taraf; hayvanların barındığı ve peynir-süt üretildiği bileşik yerleşkelerle dolu. Bir nevi süt ve peynir dükkanları, yani ‘Arapça manda’dan geldiğini düşündüğüm’ mandıralarla.. Hafif hafif tırmanış sonrası düzlüğe tekrar indik..
Solumuzda müthiş bir koy, sağımızda Adatepe zeytinyağı müzesi tabelası. Zeytinyağı müzesi hiç aklıma gelmezdi, başıma geldi.. Ayvacık sapağını geçtik.. Demek ki Ayvalığa gitmek için Ayvacık’ın kıyısından geçmek gerekiyormuş.. Edremit 59, İzmir 296 km..
Tırmanışa geçtiğimiz noktada DSİ’nin kocaman yazısı; Ayvacık Barajı.. Ayvacık için bir doğa harikası demek yeterli değil, doğaüstü bir güzellik de abartı mı olur dersiniz? Yazıyı 2 yıl sonra temize çekiyorum; temiz doğa özlemiyle. Bugün 20 Temmuz 2010.
Basındaki bu haber dikkatımı çekti: “Çanakkale’nin Ayvacık iİlçesi’ne bağlı Behramkale Köyü sınırları içinde kalan Assos ve Kadırga Koyu’nda mavi bayraklı plaj sayısı 6’ya yükseldi. Tertemiz deniziyle Kadırga Assos ve Koyu tatilcilerin ilk tercihi arasına girmeyi başardı. Yüzlerce yıllık gizemli dokusuyla tarihe ışık tutan Assos bölgesine tatilciler yoğun ilgi gösteriyor. Behramkale Köyü’nün sahil kesimindeki Assos Liman bölgesi ve hemen yanı başında, güney sahillerini aratmayan 5 kilometrelik sahil şeridiyle Kadırga Koyu, dinlenmek ve temiz bir denizin keyfini yaşamak isteyenler için vazgeçilmez tatil merkezi oldu.
Assos ve Kadırga Koyu'nda geçen yıl 3 olan mavi bayraklı plaj sayısı, 2010 yazında 6’ya yükseldi. 670 kilometre sahil şeridine sahip Çanakkale’nin gurur abidesi olan plajlarda dalgalanan mavi bayraklar sayesinde tatilciler gönül rahatlığıyla denize giriyor…” Mavi bayrağı doğal konumuyla hak eden bir ilçe.. Fakat bu Mavi bayraklar, sanki talanı hızlandırmak için rant amaçlı dağıtılıyor ve doğamıza dikiliyor izlenimi vermiyor da değil.. Çanakkale’nin beldesi, Efsanevi İda (Kaz) dağlarının eteklerine yapışmış Küçükkuyudayız..
Dünyanın, düşük asitli ve kendine has güzel kokulu enfes zeytinyağının üretildiği zeytin ağaçlarının bölgesi… Küçükkuyu’nun, doğal güzelliklerinden, denizi, deniz ürünleri, şifalı suları, otları, bitkileri, temiz havası, taş yapıları, tarihi değerleri ve de zeytin-zeytinyağlarından söz etmeye gerek var mı?.... Bu bölge yerleşimleri birbiriyle adeta yarışan, fakat farklılık sunamayan muhteşem ortak doğasal özelliklere sahipler.. Tek farklar antik çağ Uygarlıklarının ve kralların duruşu. Örneğin, ünlü Zeus Altarı, Küçükkuyu’ya 3 km uzaklıkta....
Altar’ın sözcük anlamı; sunak..Tanrı Zeus, Troy ile Akha’lar arasındaki savaşı bu sunaktan izlemiş.. Homeros’un İlyadası’nda Tanrı Zeus’un Hera’yı gördüğü ve aşık olduğu yer olarak anlatılır da… İki köy Kültür Bakanlığı tarafından koruma altına alınmış. Nedeni; köylerin, Rum ve Türk kültür izlerini taşıması ve orijinal taş yapısı. Şifalı sularını, tarihin ilk güzellik kraliçesi olan Afrodit bulmuş.. Bir ilgimi çeken olgu da; Doğu Karadeniz’de yoğun, Cenevizlilere ait Kemer Taş köprünün bu bölgede olması..
Mavi Bayrak sahibi Küçükkuyu-Assas arasındaki koyları betimleyerek, gezi programınızı bozmak istemiyorum. Çünkü kesin gittiğiniz yerden vazgeçer, buralara gelmek istersiniz.. Ve Balıkesir-Edremitli Altınoluktayız.. Altınoluk kıyıları sandviç gibi. Bir nevi cüzdan arası dolar..
Kazdağlarının (İda dağı) nazlı ve güzel kızı diye betimlenen Altınoluk, güzelliğini yitiriyor.. Balıkesir’den olma Edremit’ten doğma bir belde. Önceleri Papazlık diye de geçermiş.. Rum evleriyle ünlenmiş. Edremit’ e 25 km. uzaklıkta. Kuzeyinde Kazdağları (İda), güneyinde Ege Denizi (Edremit Körfezi) yer alır. “Işıklar Sahili” diye adlandırılan Ege’nin kıyısında müthiş bir doğa..
Bin pınarlı Kaz dağından gelen suları Altınoluk’ta aktığını söylerler.. Zeytin ege’de kutsal ağaç olarak tamlanır. Bu kutsal yeşillik Ege’ye sevdalıymışçasına, Ege’nin maviliğine akar gibi.. Yörüklerin yoğun olduğu Altınoluk için; Rum evleriyle ünlü demiştim. Evler; Tarih’te (1820); Midilli adasından çalıştırılmak üzere getirilen Rumların zamanla burada çoğalıp, iskân tutmaları ile oluşmuş. Rum ve Türk sivil mimarlık örneklerinin yoğun olduğu bir belde..
1991 yılında Kentsel SİT alanı ilan edilmiş. Bu bağlamda 36 yapı kayda alınmış.. Restore ediliyorlar. Örneğin Abdullah Efendi Konağı.. Koruma amaçlı imar planı dikkatle uygulanmakta ve yeni yapılar da bu SİT koşullarında inşa edilmekte.. İyi ki ediliyor... En önemli kültürel zenginliği, 2800 yaşındaki antik “Antandros” kenti... Bu yöre yerleşimlerinin, özellikle Edremit Körfezi ve çevresinin paylaşamadığı tek şey; Kazdağları; mitolojik adıyla, İda…
Bu gizemle mitolojik doğa güzelliği de paylaşılacak gibi değil.. Altınoluk ve Akçay bunların başında geliyor.. Balıkesir’den başlayan kapışma Edremit, Altınoluk ve Akçay ile sürüyor.. Bu paylaşım da en karlı çıkanlar Altınoluk ve Akçay.. Kazdağılarının kentlere kadar taşıdığı asırlık çınar ağaçları da paylaşılmayanlar arasındaki yerini alanlardan.. Altınoluk kendini şöyle tanımlıyor: “Başta antik ve mitolojik varsıllıkları barındıran Kazdağlarım ve Antandros kazılarım yanında asırlık çınar ağaçlarım, bol oksijenim, güzel havam, tertemiz denizim, kaynak sularım, kısacası doğa ve doğanımla, salt Türkiye’de değil, Dünya’da turizm patlaması yapan beldelerdenim..” Abartmamış, gerçekleri söylemiş..
Ben abartayım; “Sen cennetin izdüşümü Türkiye’min bir parçası olarak elbette ki müthiş güzelsin.. Fakat, çok leziz bir Ayvalık tostuna dönüşmüş bu halinle, erken bitebilirsin.. Dahası ham yaparlar seni.. Aslında yemişler, bitirmişler.. Birileri de cuzdanla dolarlarını karıştırıyor..” Altınoluk duraklayışı (İtalyanca, Mola diyoruz) bitti ve biz hareket etti.. Altınoluk-Ayvalı arası gerçekten Ayvalık tostu kadar karışık ve de leziz.. Yolun her iki yanında yoğun bir yapılaşma var.
Bunu yadsımak zor, çünkü görünen kıyı, imar ister durumunda.. Altınoluk ile birleşmiş Akçaydayız.. Bakir kıyıların bakireliği gitmiş, dokuz doğuruyor durumunda.. Fazla değil, 10 yıl sonra, betimlenecek mavi ve yeşil kalmayacak; yerini grilik alacak gibi.. Doğanın yeşilini, resmen Doların yeşiline tercih etmişliğin dayanılmaz saldırısı ile karşı-karşıya; Edremit körfezi.. Anlaşılan; Cumhuriyet için duyduğumuz endişeyi, doğamız için de duymanın zamanı geldi geçiyor gibi.. Akçay’da durakladık…
Fazla zamanınız almayacağım: Akçay; Antalya-Marmaris-Bodrum öncesi saldırıyı yaşayan bir doğa harikası belde.. Antik, mistik ve mitolojik güzellikleri dandik.. Evet, Akçay; mitolojik İda’sına sırtını dayamış idesini (düşüncesini) yitirmek üzere.. Coğrafyamızın ve kentlerimizin geometrisi imar algısızlığıyla bozuyoruz ve çekinmeden de ortalıkta tozuyoruz.. Akçay’ın en büyük özelliği su kenti olması.. Ne demek bu?
Su şebekesi olmayan, su gereksinimini (içme ve servis suyu) doğal kaynaklardan karşılayan dünyanın ender yörelerinden biri.. Düşünün, deniz içinde bile tatlı su fışkırıyor. Her iki ucunda da termal (Sıcak, ısısal) su kaynakları var.. Akçay’da dediğim gibi Edremit’in beldesi.. Edremit de Balıkesir’in ilçesi.. Balıkesir’de Türkiye’mizin ili.. Evet, buralar bizim, fakat biz bizim olanlara acımasızca saldırmayı ve saldırtmayı tutku haline getirdiğimiz için, bizim olmaktan çıkıyorlar....
Edremit’in beldeleri Edremit’ten ünlü.. Bu adeta Çocukların Babaları aşması gibi bir şey, fakat fazlasıyla aşmışlar ve azmışlar.. Kazdağlarına en çok sahiplenen Akçay.. Bunu da hak ediyor.. Kazdağları Ulusal Park ilan edilmiş.. Çok doğru bir yaklaşım.. İzinsiz asla girilemiyor.. Bu çok daha doğru bir yaklaşım.. Sarı Kız söylencesiyle de bunu pekiştiriyor. Efsaneye göre, Edremit'in Güre Köyü'nde Sarıkız adında çok güzel bir kız yaşarmış.
İftira sonucu babası Sarıkız'ı 5-10 kazla birlikte İda Dağı'na bırakmış. Bir süre sonra kızını görmeye gelen baba, kızından su istemiş ve Sarıkız dağın tepesinden elini körfeze uzatarak tasını doldurunca kızının erdiğini anlamış. Sırrı anlaşılan Sarıkız ve babası hemen ölmüş Bu efsaneye göre İda Dağı Kazdağı, dağın doruğu Sarıkız Tepesi, kızın babasının öldüğü yer de Babadağı olarak anılmaya başlanmış...
Üç farklı şekilde okumak istiyorsan: https://eksisozluk.com/sarikiz-efsanesi--685116 Akçay’ın antik çağ zenginliği de ilginç: Antik dönemde Akçay´ın bulunduğu bölgede Chrysa ve Killa şehirlerinin bulunduğu, sonraları korsan saldırıları nedeniyle terk edildiği söylenir. Çevresinde kurulmuş Assos, ‘Thebe, Antandros, Adremyttion, Bergama gibi büyük şehirleri birbirine bağlayan yolun üzerinde, daha önemlisi’ Avrupa´yı Efes´e bağlayan Haç yolu üzerinde bulunuyordu…
Kazdağları mitolojiye göre üç büyük tanrıça arasında geçen dünyanın ilk güzellik yarışmasının yapıldığı yer olmanın yanı sıra aynı yarışmanın yargıcı ve Troia savaşının çıkmasına neden olan çoban Paris'in büyüdüğü yer olarak bilinir. Akçay duraklayışı da (mola) burada bitti..
Çamların arasında kıvrıla, kıvrıla tırmanışa geçtik.. Anlayacağınız düz ovada keklik avlarcasına, oy avlamak adına inşa edilen duble yol inşası buralarda yok. Eski ve zorlu virajları aşarak ilerliyoruz. Edremit’e 49, İzmir’e 250 km uzaklıktayız.. Adeta dağların kemerine tutunmuş ilerliyoruz. Bu belli ki o mitolojik İda dağları; yani Kazdağları.. Aşağımızda müthiş bir koy; Nus koyu imiş.. Deniz göründüüüüüü… Çam yeşilinden, deniz mavisine dalış..
Ege’nin ve Marmara’nın kutsal ağacı, Zeytin ağaçlarının başladığı nokta, denize sıfır noktası.. İşte bu nokta Edremit.. Edremit devasa binalarıyla büyükkent görünümü veriyor.. Adının, antik Adramytteion’dan geldiği söyleniyor; aslı "Adramut" olup "Adra-Vadisi" anlamına gelmekteymiş. Bir başka söylenceye göre de; . Lydia kralı Krezüs'ün kardeşi Adramis şehri imar ederek kendi adını vermiş ve şehre Atina'dan muhacir kabul etmiş.. "Hazramavt - Hadramavti" ile ilişkilendirenler de var. "Hadra" yeşillik ve "mavtin" vatan, yurt manasına geliyormuş, bu nedenle, Hadramavti'nin "Yeşillik Memleket" olduğu da söyleniyor..
"Adramyttium" un Etrüskçe kökenli olması savının yanında, eski Edremit'in adının “at” anlamına gelen "Pedasos" olabileceği de ayri bir sav. Edremit; Ege Bölgesinde, Edremit Körfezi ile Kaz Dağı arasındaki alana konuşlanmış. Kuzey Yarımkürede, Asya Kıtasının en batı ucu olan Bababurnu’ndan 85 Km. doğuda denizden 6 km içerde.. Ege Bölgesi ile Marmara Bölgesi’ni birbirinden ayıran ve antik çağda ‘İda Dağı’ olarak anılan Kazdağı, Biga Yarımadası’nın en yüksek kütlesidir. Dağ üzerinde kuzey-güney yönünde uzanan derin vadiler bulunur bol oksijenli hava akımları oluşturmaktadır.
Dağların hemen önündeki düzlük deniz ile sınırlı; buna koşut ilerliyoruz.. Balıkesir 86, İzmir 185 km uzaklıkta.. Burhaniye Ayvalık yoluna girdik.. Kazdağları fazlasıyla kendisini geriye attı; içerde kaldı.. Kültürlerin aydınlıkla buluşturulduğu Buhraniye’deyiz.. Ünlü Yeşilçam oyuncusu Reha Yurdakul’un Burhaniyeli olduğunu öğreniyorum.. Burhaniye Ören Turizm Kültür ve Sanat festivalinin 19’uncüsü Reha Yurdakul anısına düzenlendiğini söyleyen afişler her tarafta......
Kazdağları doğanın Çin Seddi gibi.. Adeta ovaya ve kıyılara girişleri engelliyor gibi duruyor, fakat Kazdağlı Çin Seddi günümüz Moğolları durduramamış ve ovaya, kıyılara; kısacası tüm Edremik Körfezinin o doğa harikası koylarına saldırmışlar.. Sağımızda, Ören.. Kazdağlarının üzerine-üzerine gidiyoruz, binalarda bize eşlik ediyor.. Zeytin ağaçlarından süzülerek denize indik; binalar bizden önce inmiş kıyılara.. Tekrar içeriye yöneldik ve bir süre sonra Karağaç’a ulaştık.. Etrafta karaağaç görmüyorum.. Karaağaç zeytin ağaçları ile dolu..
Karaağaç Kültür ve Sanat Merkezini geçtik.. Ali Çetinkaya; İlk Kurşun anıtını da.. Sonunda 4600 nüfuslu Gömeç’e ulaştık. Gömeç’te deniz karşımıza çıktı.. Ayvalık sapağında indik ve Ayvalık’a gitmek için servis beklemeye başladık.. Tabeladaki rakama göre, Ayvalıkt’ta 34600 kişi yaşıyor, doğrudur, fakat yazın bu yaşayan sayının 10 kat artığını düşünüyorum. Metro otobüsünün bizi indirdiği Akkuşlar tesislerinde bekliyoruz.
Servis aracı gelirse bir 7 km daha gidip Alvalık’a ulaşacağız. Elektrik Mühendisi Mustafa Tırak buranın işletme müdürü. Servis aracı gecikince sinirlenebildim (hiç de böyle değilimdir ya.)) ve beni sakinleştirmek için tanıştı. Tesis çalışanı genç Ececan’ın omuzundaki Che’yi görünce, yakın görmüş, konuşuyorlar. 5 yıl yatmış, Tuncelili..
M.Tırak, trakadan, Kazdağları’nın Burhaniye’de bittiğini, Ayvalık’ı çevreleyen dağların Kozak dağları olduğunu söylüyor. Denizin dağların eteklerine dek ulaştığını, bu nedenle, alttaki tuzlu katmandan dolayı bitki yetişmediğini söylüyor. Buranın en iyi yerinin Altınova olduğunu da…
Benim memleketim cennet, cennetin izdüşümü; hiçbir şeye , yere değişmem.. Gezi uzmanları, Balayı için en iyi 10 adresi şöyle belirlemiş: “Maldivler-Tayland Phi Phi adası-Şeyseller-İtalyan Como gölü-Paris-Jamaika-Fethiye-Bodrum-Belek ve Alaçatı”… Servis aracı geldi, bana gelmezden ve 11 Temmuz’un saat 18.20’sinde Ayvalık Öğretmen evine ulaştırdı bizi.. Sıradan bir yer. Genelde Öğretmen evleri için, Cumhuriyet’in ilk tarihi yapılar seçilirdi. Bu, cadde üstünde bildiğimiz günümüz eskisi bir bina..
Yemek yendi, dinlenildi, kısa bir gezinti esnasında yarınki tur için turcularla anlaşıldı.. Temmuz 2008’in 12. sabahının 08:06’sı. Tura katılım hazırlıkları tamam… Teknedeyiz.. Tekne sahibi Trakya Lüleburgaz’danım deyince “Aba lüle, ne oldu büle, çabuk süle” diye takıldım. Hemen yanıt geldi; “Abi neydi o maç?! Sen FB’yi, BJK’yi ele, gel Altay’a elen.. Abiciğim Altay’ı elesek finaldeyiz yahu..Takımda ben de oynuyorum..
Çıldırdık maç sonrası.. Adım Zeki Altan, rehberliğini yaptığım Teknenin adı ‘Ayfer Milenium Tour’” ” diyerek elini uzattı; tanıştık. Tekneyi kızı ile çalıştırıyor. 18 yıl önce buralı olan takım arkadaşı Soner Seçen getirmiş kendisini buraya.. Ayvalık adeta göçmenler kenti… Değişim (Ar. Mübadele diyorlar) sonucu Ayvalık bölgesine Girit, Rumeli ve Midilli Adası’ndan Türkler getirilmiş. Cunda Adasına da Midilli ve Girit’ten gelen Türkler yerleştirilmiş.
Burada izninize bir şeye değineceğim. Bizdeki Rumlar da Girit’e, Midilli’ye ve Rumeli’ye gittiler.. İyi de oraya gidenler geri gelip, Gökçeada’da olduğu gibi, evlerine dönebilmekte (uluslar arası anlaşma-manlaşma dinlemem), eski 2yerlerinde yaşabilmekte, fakat biz Midill’ye Girit’e gidip orada niçin yaşayamamaktayız..?! Delirmek elde değil.. Delirmemek iyisi, çünkü her an; içkiyi fazla kaçıranları yada ruhsal bozuklukları olanları getirip kapattıkları Ayvalık’ın Çamlık koyu karşısındaki ünlü ‘Tımarhane Adası’na kapatabilirler..
Ayvalık, Marmara’nın, Balıkesir’e bağlı Ege’de kalan ilçesi.. Bir ayağı Ege’de, bir ayağı Marmara’da.. 1990’ların ilk çeyreğinde dünyanın sayılı içki dışsatımcısı (Ar.İhracat) bir yerleşim Ayvalık.. Adı, Kidonia’dan geliyor. Anlamı Ayva.. Bizim uyanıklar da adını Ayvalık’a çevirmişler.. Ayvalık deyince Ayva akla gelmez de, nedense zeytin ve zeytinyağı akla gelir.. Zeytin ağacı bu bölgenin dokularına işlemiş kutsalı gibi.. En büyük adası, Cem Boyner’in de yaşadığı Cunda adası (Ali Çetinkaya adası).
Ayvalık koyundaki Ayvalık Adaları olarak adlandırılan 22 adanın içerisinde yerleşime açık tek 'nin Ege Denizi'nde bulunan 4. büyük adası (1.Gökçeada, 2.Bozcaada, 3.Uzunada) Adanın nüfusunun çoğunluğu Girit ve Midiilli adalarından 1924 nüfus değişimi (Ar.Mübadele) zamanında göç eden Türklerden oluşmaktadır. Bu yüzden adanın yaşlı nüfusunun çoğu Rumca (Yunanca)'yı bilmektedir. Türkiye’nin ilk boğaz köprüsü; Alibey Adası'nın anakaraya bağlantısı iki ayrı köprü ile sağlanmaktadır.
Dolap Boğazı mevkiinde 1896 yılında inşa edilmiş olan Türkiye'nin ilk boğaz köprüsü, Cunda (Alibey) ve Lale Adalarını birleştirmektedir (1970). Lale Adası ise anakaraya 1817 yılında denizin doldurulmasıyla yapılan 500 metrelik bir hemzemin bir köprü-yol ile bağlanmaktadır. Ayrıca bu ada Kurtuluş Savaşı sırasında düşman kuvvetlerine katılacaktı. Ancak halkımız ada düşman kuvvetlerine gitmesin diye bir gece de taşlarla anakaraya bağlamışlardır adayı....
Alibey Adasının sahil şeridi, rakı-balık lokantaları ve içki mezeleri ile ünlenmiş. Günlük tekne gezileri sayesinde civar adalara ve adanın karadan ulaşılması zor bölgelerine gitmek olasıdır. Midilli Adası'na günü birlik seferler yapılmakta. Alibey Adası doğal güzellikleri ve tarihi yapıları nedeniyle koruma altına alınmış ve 1976 yılında Ayvalık ve çevresindeki 17.900 hektarlık alan doğal ve tarihi sit alanı olarak kabul edilmiş. Alibey Adası'nda mübadele öncesinden, Rum Ordodoks cemaatinden kalma birçok kilise ve manastır mevcuttur.
Son olarak 'Aşıklar Tepesi' olarak bilinen mevkide bulunan değirmenin restorasyonu 2006 yılında tamamlanmış ve ziyarete açılmıştır. Adadaki tarihi binaları şöyle sıralayabiliriz: Çamlı Manastır/Taksiyarhis Ta Çamya-Koruyan Meryem Manastırı/ Panagias Tis Lekai- Ay Işığı Manastırı/ Ai Dimitri Ta Salina -Ayos Apostolos Manastırı-Tavuk Adası Manastırı / Ayiu Ionnu Tu Podromu -Güvercin Adası Manastırı / Ai Yorgi -İlyas Peygamber Manastırı / Profit İliya -Kızlar Manastırı / Evangelistriya Cunda deyince, cuntalı günlere geri dönmek geldi aklıma..
“İddianame ortada yok.. İstanbul başsavcısı yazılanların doğru olmadığını söylüyor, fakat hemen hergün içeriği ile ilgili haberler gazetelerde..” diyor Cüneyt Arcayürek… Gerçekten; 13 aydır iddianame yazılmamış, 2500 sayfalık iddianameden söz ediliyor, bunu nasıl yazacaklar?
Menderes’in dönemi ve döneminde dedikleri aklıma geldi: Demokrat Parti döneminde Menderes irticanın velinimeti idi adeta. Partisinin milletvekillerine mecliste “Siz İsterseniz Hilafeti de Getirirsiniz” diyebilmiş ve ardından Cumhuriyete ve Türk Ordusuna kafa tutarak “Ben İstersem Bu Orduyu Asteğmen ile Bile Yönetirim” diyerek siyasal İslam’ın temellerini atmıştır.. Demirel,12 Mart, 12 Eylül, Özal ve de bunlara..Bilmem ne demek istediğim anlaşılmış mıdır?!
Meriç Velidedeoğlu daha eskiye giderek güzel bir tanı da bulunmuş: “Ne diye kızarsınız, Tüm varlığıyla İngiltere’yi evet diyen halife sultan Vahdettin’in Sadrazamı (Başbakanı) Ali Rıza Paşa adeta bizi kullanın diyen ‘İtilaf Devletleri’ne istedikleri gibi sınırsız denetleme yetkisi vermemiş miydi? Bunların temel malzemeleri din değil miydi? İşte bugün Ali Rıza, Menderes ve Bayar örnek alınarak ve onlar fersah-fersah geçilerek ülkeyi bugünlere taşıyor…”
Eğer; ‘Milli Mücadele ve Said Nursi’ başlıklı makalesinde; ”19 Mayıs 1919, Kurtuluş Savaşının ikinci aşamasıdır ve padişahın onayı ile başlamıştır…” diyen birini (Cengiz Eraslan) Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığına getirebiliyorsak, sözün bittiği yere doğru hızla ilerliyoruz demektir.. Amaç, Atatürk ve onun evrensel felsefesini ve silah arkadaşlarıyla kurduğu, Cumhuriyeti, laik ve demokratik oluşumları daha da ileriye taşımak değildir her halde..
Buna biz de katkı vermedik değil.. Çünkü Atatürk’ün mazlum ülkelere örnek felsefesini, dünyanın özgün değişim ve gelişimini dikkate alarak daha ileriye taşımamız ve yeniliklerin ivmesi haline getirmemiz gerekirken, tatlıda da, tuzluda da, acıda da kullandık, Atatürk ve yapıtlarını.. Unutmayalım; “Bir önceki yeninin çocuğu yenilik, bir sonraki yeninin babasıdır” Ayvalık evleri; yazın serin, kışın sıcak tutan sarımsak taşından yapılıyormuş (Ececan kokmuyor mu ? diye…) Kokmayan sarımsak taş; Badavut bölgesindeki taş ocaklarından çıkarılıyor.
Rum evlerinin yapı malzemesi. İşlemesi kolay, dayanıklı bir yapı malzemesi.. Cunda’da ve Ayvalık’taki bu taş, volkanik patlamalarda oluşmuş, tıpkı Diyarbakır Karacadağ volkanının milyonlarca yıl önce püskürmesi ili oluştuğu gibi. Biliyor musunuz bilmiyorum; Diyarbakır’ın Çin seddinden sonra ikinci büyük surları bu taşlardan yapılmış, evleri de...
Bu nedenle Sarımsak taşıTaşı işlevsel olarak Diyarbakır taşına benziyor da.. Ayvalık deyince, dünyaca ünlü “Sarımsaklı Plajları”nı kim yadsır ki?! Belli ki Ayvalık Sarımsak’tan yana şanslı.. Denizin, güneşin, Doğa ve doğanın ve de tarihin dokunun, saygı ve sevgi görmesi gereken çizginin üstünde değerler olduğunu hiç düşünmeksizin söyleyebilirsiniz.. Burada, doğanın şimdiki durumu ve geçmişiyle ilgili güzellikler bağlamında ne ararsan var..
Çetin İşten; Ayvalıklı. Atası ve ardılı(103 yaşında ölen dedesi) Midillili. Barbaros’un (Kızıl Sakal) soyundan geldiğini söylüyor; çünkü Barbaros Midilli’nin Sağlıka köyü doğumluymuş. Çetin teknenin canlandırıcısı (Fr. Animatör diyorlar). Ayvalıkla ilgili her şeye canlandırmaya çalışan sevecen bir arkadaş. Yukarıda Ayvalık adının,Yabani ayvalık (ayva bahçesi) anlamına gelen Kidonia’dan geldiğine değinmiştim. Çetin farklı şey söylüyor. Ayvada bir midye çeşidiymiş, Ayvalık’ta çok bulunan iri, beyaz bir midye çeşidi.. Bundan müthiş dolma yapılmaz, içi açılıp limon sıkılarak yenirmiş.
Birileri de, küm midyesine Kidonia dendiği ve adının buradan geldiğini söylüyor.. Siz de benim gibi kime istiyorsanız o’na inanın.. Ayvalık, Türkiye’de en iyi midye dolmanın yapıldığı 10 adresten bir diyorlar. Bunun yanında; Ayvalık’ta yetişen özel otların eşliğinde sunulan midye salata da böylesi ünlüler arasında..
Gelin Midye dolma yapalım sizinle; Tarifini vereyim, isterseniz deneyin: 4 kişilik midye dolması için; 32 adet kişilikli midye- 350 gr zeytinyağı- 4 bardak su- 100 gr kuşüzümü- 1 kg soğan- 1 demet dereotu- 100 gr dolmalık fıstık- 3 bardak pirinç-1 kaşık şeker, karabiber, yenibahar, tarçın, tuz.. Midyenin kenarlarını aç. İçindeki tüyü ve ufak et parçasına varıncaya kadar temizle ve ikinci kez bol suda yıka, süzgeçte süz. Fıstıkla beraber zeytinyağında kavuracağın soğanları ince-ince doğra. Yıkadığın pirinci ve tuzu(tuzu yıkama erir.))) ilave et.
Pirinç suyunu çekinceye kadar kavur. 2 bardak su,kara biber, tarçın, yenibahar, kuşüzümü ve tozşeker ilave et. Orta derece sıcaklıkta suyunu çekene kadar beklet. Tencerenin kapağını kapatıp soğumaya bırak. İnce ince kıydığın dereotunu ilave et. Midyelerin içine doldurup kuvvetli ateşte kaynat. Piştikten sonra soğut, üzerine zeytinyağı sür, limon sık ve 30’unu da benim soframa getir.. Eline sağlık sana, afiyet olsun bana..
“Benimkisi adeta bencil sofrası oldu” derken, aklıma Çetin’in anlattığı Şeytan sofrasını anlatmak geldi. Şeytan Sofrası Ayvalığın eşsiz bölgelerinden biri... Sarımsaklı yönünde karşınıza çıkar. Şeytan sofrası değil canım, tabelası. Oradan sağa dön, 100.000 cm yürü(1 km demek istedim), şeytan sofrası karşında.. Burada benzersiz manzarayı yaşamak için çeşitli yerler yapılmış… Eğer hava açık ise; bir çok yeri görmek olası.
Örneğin; Yunan adaları ve Cunda Adası.. Sen, sen ol, şeytanlık yapıp şeytan arama, sofrasıyla yetin… Şeytan Sofrası'nda Şeytanın ayak izi olduğu bir yer varmış (Şeytanı taşlayanlar, buna da inanmış) ve dilekte bulunup içine para atıLIyormuş. Çetin’in dediğine göre, bu ayak izinin biri de karşı dağlardaymış.. Mitolojik tarih der ki; İda dağının ateş tanrısı şeytanı kovar, şeytan bir ayağını İda’ya, bir ayağını, insan kılığına girip kahvaltısını yaptığı yere atar.. İşte burası Şeytan Sofrası..
Bir diğer söylenceye göre; Ayvalık’ta azınlık durumunda olan Türkler, Midilli’den hareket eden Osmanlı korsanlarının gece baskınlarına kolaylık sağlayacak, yön verecek işareti, burada yaktıkları ateşle verirlermiş, yani İda’da yaktıkları büyük ateş, boğazı aydınlatır, korsanlara geçiş kolaylığı sağlarmış. Yaşadıklarını Yunanlılar, dağı göstererek; “Orda şeytan gözüktü (Ateş şeytan olarak betimliyorlar), Türkler bizi istila etti” şeklinde anlatırlarmış..
Sırasıyla; ‘İncirli Koyu, Akvaryum Koyu, Kestane koyu ve uzantısında Ortunç Koyu, Gümüş koyu, Cennet Koyu, Ali bey Koyu, Tımarhane Koyu’ turlanacak.. Turladık da, yüzdük, daldık, tekneden yedik.. Koyları nasıl anlatam ki.. Anlatılacak gibi değiller; öylesine benzersiz, öylesine eşsiz (ikisi aynı şey değil mi? Olsun, daha iyi algılansın), öylesine dehşetli, öylesine şaşırtıcı (bu da öyle, aynı anlamda..Olsun, öyle bir kez anlatılmayla olmaz, özelliklerini bırkaç kez söyleyeceksin, böylesi bu doğaya yakışır), öylesine öyle bir yer ki, nasıl anlatam.. İncirli koyundayız. Saat 12:20..
Akvaryum koyunda ve kara adasındayız. Karşımızda Çıplak ada. Gerçekten de öyle, üzerinde bir tek ot yok.. Yakındır cebi ot dolu, pardon dolar dolu bir ot, buraya konar.. Saat 16:00 Ortunç Koyundayız ve saat 16:46’da Cundadadayız.. Çetin Rumca da konuşuyor.. Cundalıların çoğu Rumca biliyor.. Yapımında salt, yumurta akı, çimento ve saman karışımlı yapıştırıcı kullanılan Aya Nikola Kilisesinin tam karşısında Hıristiyan mezarlığı var. Dünyanın üçüncü büyük kilisesi imiş A.Nikola Kilisesi.. Tasvirleri müthiş..
Yunus peygamberin ceylan derisi üzerinde doğuşu resmedilmiş; yunus balığının ağzında yunus.. Cunda adasının görünümü, yavrularıyla birlikte yüzen Kaz izlenimi veriyor. Adeta, dört bir yanına aldığı yavrularıyla gezinti yapıyor Cunda adası. Doğusunda Çiçek, Yumurta, Balık, Kara, Oker (Kamli), Taş, Akoğlu (Armutçuk), Hasır ve Güvercin adaları, batısında Maden, Küçük Maden, Yalnız, Taşlı, Yelken, Yelice, Pınar, Kara, Yuvarlak, Güneş (İlyosta) ve Yumurta (Küçük İlyosta) adaları, Güneyinde Çıplak (Chalkıs), Tavuk ve Kumru adaları, Kuzeyinde kız adası olmak üzere Cunda kazının tam 24 yavrusu var..
Saat 18:00 Akşamın serinliğinde aynı doğa güzelliklerini izleyerek Ayvalık’a dönüyoruz.. 13/07/2008. Pazar’ın 06’sı.. Ayvalığın gündoğumunu bekleyen doktor gibiyim. Neyse güne doğurttuk.. Kıyıda balıkçılar balıklarını, pardon ağlarını ütülüyorlar.)). Onları da gün doğarken görüntülüyorum. Adı Şaban, 1950 doğumlu, Menderes dönemi göçmenlerinden (Ar. Mübadil). 8 yaşındayken Yugoslavya Makedonya’sından göçmüşler.. Oğlu Volkan kendisiyle çalışıyor.
Yugoslavya’daki soyadları Zaimöski (öski, bizdeki oğlu anlamında). Türkiye’ye gelince Güneş olmuş soyadları.. Tüm özdeksel (maddi) değerlerini Yugoslavya’da bırakmak zorunda kalmışlar, aksi taktirde pasaportları verilmiyormuş.. Osmanlının gevşekliği onları yalnız bırakmış, tıpkı “Elveda Rumeli” dizisindeki gibi.. “Elveda Rumeli” dizisi, bilindiği gibi 1896 sonrasının Osmanlı yönetimindeki Makedonya’da geçen; yoksul bir baba ve kızlarının öyküsüdür.
Sütçü Ramiz ve ailesi; Manastır’ın Pürşıçan köyünde yaşarlar. Osmanlı’nın son demleridir. Balkan topraklarında iç karışıklar başlamış; Makedonya’da ayrılıkçıların çıkardığı huzursuzluk yavaş-yavaş artmakta ve yakın gelecekte patlak verecek büyük olayların sinyallerini vermektedir. Bir yandan İttihatçılar Abdülhamit’e karşı örgütlenmekte ve Osmanlı yönetimine muhalefet etmektedir. Dünya ve dolayısıyla Makedonya büyük bir hızla değişmektedir. Ramiz, doğup büyüdüğü Rumeli topraklarını, bu topraklarda yıllarca kardeşçe yaşayan insanları sever.
Sütçü Ramiz henüz dünya meselelerinden uzaktadır. 5 kızı ve karısının karnını güçlükle doyurmaya yetecek kazancını ineğinin lütfettiği bir kaç kova sütten çıkaran Ramiz’in en büyük derdi birbirinden çok sevdiği kızlarının hayırlı birer izdivaç yapıp bu sefillikten bir an önce kurtulmasıdır. Edal Özyağcılar, Tolga Şayisman ve Şebnem Sönmez’in müthiş oyunlarıyla anlatılanlar; Şaban ve dedelerinin yaşadıkları ve de günümüz Türkiye’mizde 2000’ler sonrası yaşatılanlarla öylesine örtüşüyor ki…
Emperyal güçler 19 yy’dan bu yana Osmanlı da başlattıkları parçalama sürecini Türkiye’miz üzerinden sürdürüyorlar.. Şaban Orhan Güneş “Ayvalığın ölüsü, kedisi ve delisi ünlü” diyor..
Birincisini Belediye bedava defnedermiş, ikincisini balıkçılar beslermiş, üçüncüsünü ise balıkçı ağların dibe inişini sağlayan ağır metal (kurşun) zehir balıkçılarda felç veya beyinde hasar yaparmış.. Bunları Şaban Orhan ağlardaki kurşunları kontrol ederken söylüyor.. Ayvalığın bir diğer üç ünlüsü de; Kıllı Midye, Karadiken dedikleri Deniz Kestanesi ve Köpekbalığı.. Kendilerinin yok ettiğini söylüyor. Ayvalık’ın Cunda adasıyla oluşturduğu alanda (Göl) olurlarmış. Özellikle Kıllı Midye Amerika’dan sonra bir tek Ayvalık’ta olduğunu, fakat Karamidye kadar popülasyonlarının kalmadığını söylüyor.
Denizkestanesi ise besin değeri çok yüksek havyar depocuklarıymış.. Tümü balıkçı ağlarıyla yok edilmiş. Çünkü, İki çeşit ağ varmış, barbunyalar için 20 mm’lik kör ağ ve büyük balıklar için 70 mm’lik ağ.. Kör ağ ile tüm deniz Canlılarının soyunu kazımışlar.. Büyük ağlarla da köpek balıklarının.. Bunların pamuk cinsinin eti çok leziz olurmuş.. İki darbe aldık diyor Şaban aga. Birincisi; Yugoslavya halklarımıza ve hakkımıza el koydu, ikincisi halklarına ve hakkımıza Türkiye sahip çıkmadı..”
Yat sahipleri için oluşturulan Marina, adeta varsıl gettosu gibi. Devasa parmaklıklarla Ayvalık’tan ve halkından ayırmışlar kendilerini. Şaban ile bu devasa demir parmaklıklar önündeki, küçük yoksul teknelerin sıralandığı kıyıda söyleşiyoruz. “Bir fırtına çıksa tekneleriniz e sahip çıkacak yok, baksana oraya, nasıl da almışlar önlemlerini, değil insanlar, fırtınalar bile ürker onların kıyılarına yanaşmaya..” dediğimde, sağ yanağını acı gülüşüyle sıkıştırıp başını sağa çevirmekle yetiniyor..
Saat 07:45 Şaban ve oğlu Volkan’dan ayrılıyorum.. Salt Ayvalığa değil, birileri Türkiye’mize ayva yedirmek için elinde geleni ardına koymuyor.. Biz ise, her zamanki Ankara dönüş istemsizliği ile dönüş için valizleri topluyoruz.. Saat 10:08; 12 saat sürecek Ankara yolculuğumuz başladı..
Yol üstündeki doğa izlenimlerimiz: Kozakdağlarının oluşturduğu Atatürk görselliği ile ünlü Gömeç sonrası, tekrar Reha Yurdakul anısına festivalin düzenlendiği Burhaniye’deyiz. Solumuz-sağımız, güneyimiz, kuzeyimiz Zeytin ağaçlarıyla dolu Garaj girişine; zeytinyağı için kullanılan zeytin ezme taşı yörenin simgesi olarak konuşlandırılmış.. Çocuklar öğretmenlerinin eşliğinde “Burhaniye Türizm Kültür Festivalı”nın yapıldığı alana gidiyorlar.. Ne kadar mutlular, temiz ve yeni giysileriyle..
Saat 10:54, sıcaklık 30:51. Balıkesir’e yol alıyoruz, 88 km var. Etraf elbette ki zeytinyağı fabrikalarıyla dolu olacak.. Balıkesir Harran’ı varsa batının da Havran’ı var.. Harran yılların Mezopoatamyalı bakiresi, üzerinde tek bir yeşil yok. Harran ovasının varsıl küçük bir örneği Havran, üzerindeki zeytin ağaçlarıyla Marmara doğasının doğurganı izlenimi veriyor... Fora zeytinyağı fabrikasını hızla geçtik.. Zeytin ağaçları arasına bir tabela, Havran Barajı yazıyor, yani barajı da var..
GAP ve Harran ovasının Atatürk Barajı aklıma geldi, dahası İsraillilere gaptırdığımız GAP projeleri.. Halaçlar köyü, İda’nın yamaçlarındaki (İda bitmişti, buralar olsa-olsa Madra dağları) duruşuyla adeta tipik bir Doğu Karadeniz köyü izlenimi veriyor, çam ağaçlarının eşliğinde.. Kesin bir öyküsünün olduğunu düşündüğüm Gelin Deresini geçiyoruz.. Yolun kenarı Karadut satış tezgahlarıyla süslü.. Gelin Deresi’nin 2, 3 ve 4’ünü geçip Madra dağlarına Çam ağaçları eşliğinde tırmanıyoruz.. Hafif bir iniş, belli ki İvrindi yakın(14 km), Balıkesir’e 50 km var.
Necati Sezgin mesire yeri dikkatimi çekti. Meşe ağaçları Çam ağaçlarıyla yarışıyor. Evciler bölgesindeki Madra yükseltilerini alçaltılara bırakmış.. Meşe ve Çam ağaçları koyun-koyuna.. Köylüler tarlada çapadalar. 4 km sonra İvrindi’deyiz.. Balıkesir 4 km.. İvrindi deresinin solunda kalan İvrindi’de 6400 kişi kalıyor.. Bergama sapağında sebze bahçeleri ile birlikte 35 km sonra uluşacağımız Balıkesir’e döndük.
Solumdaki yolcu Vatan okuyor; Mustafa Mutlu’nun yazısını..Yazının başlığı “Neden 3 komutanın ifadesi alınmıyor?”. Solumuzda Balya sapağı. Minyatür dağları aşarak Balıkesir’e ulaşmaya çalışıyoruz.. Bu dağcık bölgeleri tek yön, bölünmüş yol (Fr. Duble) inşası yok.. Niçin olmadığını yazının yükseklerinde belirtmiştim.. Gökçeyazı’yı geçer geçmez bölünmüş yol inşası karşımıza çıkıyor. Belli ki düz ovaya indik.. Eee, düz ovada keklik avlarcasına dolar avlamak daha kolay.. Ankara’nın bozkırına girdik gibi..
Killik deresini geçtiğimiz noktalarda çağdaş kent siteleri tabelaları Balıkesir’e geldiğimizi işaret ediyor.. Kolonyalar memleketi Balıkesir’deyiz. Saat 12:13.. 241404 kişi şehirde yaşayan insan sayısı. Kuva-i Milliye Mahallesini geçerken “Ergenekoncular yatağı” diyerek iç geçiriyorum.. Saat 13’te Balıkesir’den kalkış yaptık. Ülkemin gündemini değiştiren, fakat kaderini değiştirmeyen karanlık kazanın yaşandığı Susurluk’a 38 km var..
Bu perdenin örtüsünü kaldıracağına Mustafa Balbayları ve paşaları evlerinden kaldırıyoruz.. Derin devleti mi aklıyoruz, yoksa karalıyoruz sözde ak yanımızla.... Kurtdereli Mehmet Pehlivan ormanlığını geçitik.. Bölünmüş yol inşası tüm hızıyla sürüyor.. Ilıca kaplıcaların geçer geçmez, çok faydalı işler yaptıklarını göstermek için İl Genel Meclis üyeleri Ormanlık alan oluşturmuş.. Ülkemize incir ağacı dikenler, ağaç dikmişler besbelli ki..
Orman yakanlara bakanlar, orman oluşturmuş.. Yeniköy’ü geçer geçmez Mehmetçik, hatıra ormanı ile karşımıza çıkıyor.. Böylesi ormanlık alanların oluşum iyi de, bu süreci, dik ve git ile işletmemek gerek, bak sürecini de işletmeliyiz.. Susurluk’a 21, Bursa’ya 150 km kaldı..
Ankara bozkır katsayısı arttı. Sultançayır’ın yanından geçen dere kum ocaklarına dönüştürülmüş.. Susurluktayız, nüfusu 23.200. Sağ yanındaki derenin adı da Susurluk Deresi olmalı.. Şeker fabrikası karşımızda. Yorsan süt ürünleri tesislerini arkamızda bıraktık. Saat 14:00. Siyah Leylekleri izliyoruz.. Leylek görmek aklıma geldi..
Siyahını görmek neye işaret acaba? Bandırma sapağını geçiverdik, ardından Boğazköy’ü… Musafakemalpaşa’mıza 22 km var (Aslında yanıbaşımızda da biz farkında değiliz). Bursa il sinir ve o devasa Bursa ovası.. “Ananı da al git!” dediğimiz köylüm tarlasında cep telefonuyla konuşuyor..
Bu duruş, ülkemin gelişmişliğinin göstergesi mi, genişliğin mi.. Ayranımız yok içmeye cep telefonlarıyla gideriz tarlaya… Tatlısıyla ünlü M.Kemalpaşa sapağını geçiverdik.. En az 100 milyon nüfusu barındırıp besleyebilecek Bursa ovası güzelliğiyle insanı çıldırtıyor. Karacabey’e yaklaştığımızı o güzelim yağız atları görünce fark ettim.. Evet, Karacabey harası, TJK’ne bağlı..TJK’da Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na..
İnsanlara 6’lı oynatan ve altını boşaltıp, aklını oynatan TJK’nun koşturduğu atları burada yetişiyor. Suçlu değil, onlar asil ve güzel atlar.. Asil ve güzel olmayanlar…. Karacabey’imize 7 km kaldı. Soğan cenneti adeta. Sarı, Pembe, siyah soğan tezgahları yolun kıyısında sıralanmış müşteri bekliyor.. Karacabey köprülü kavşağını geçtik, Bursa’ya 65 km kaldı.. Bursa’nın Ala, bala benzeyen şeftalisini unutmadık. O da anımsanmak için adeta ovada mankenler gibi geçiş yapıyor..
Bursa’nın Bakırköy’ünü şeftali tarlaları içinden arkada bırakarak Ulubatlı’ya yaklaşıyoruz, 9 km kaldı..Ulubatlı Hasan’ın heykeliyle, sağımızda kalan o ünlü Ulubatlı kuş cennetini de aşıverdik..Gölköy 1’i, Karakoca’yı ve Eskikarağaç’ı geçer geçmez, cennetin içinde bulduk kendimizi. Cennetin adı, Gölyazı.. Etrafı çam ağaçlarıyla dizayn edilmiş dağların çevrelediği çanağın içinde sunulan bir cennet..
Akçalar’a gelinceye dek düşündüm “Cennet bu olsa gerek” diyerek.. Mudanya-Ankara sapağı sonrası Görükle’ye körükledik. Görükle kavşağında bizi ilk karşılayan, o muhteşem Uludağ oldu.. Sakıp Sapancı’nın Burgu fabrikası da bize eşlik ediyor. Çağlayan kavşağı sonrası Bursa kendi ve kentiyle karşımızda.. Saat 15:26 Bursa yavaş-yavaş Uludağ’a tırmanmaya başlamış.. Kentsel gelişim alabildiğine yoğun..
Buna gelişim değil de, kentsel ve de çarpık kentleşme büyümesi demek daha doğru olur.. Uludağ’ın eteklerindeki yeşil kuşak, artık gri bir kuşağa bırakmak üzere.. Saat 16:05’te Bursa’dan ayrılıyoruz.. Zeytin, Şeftali, Sebze tarlaları ve onlarla yarışan sera bahçeleri, Bursa ovasının varsıl duruşunu simgeliyor.. BK Madenciliğin başladığı noktada ova bitiş çizgisine atmış kendisini.
Eskişehir ve Ankara’ya çıkan çevre yolunun bitimi Dudaklı sapağında tırmanışa geçtik.. Bursan’ın cennet şubeleri çok, bunlardan biri olan İnegöl’e 20 km var. İnegöl’e vardık, Yenişehir’e doğru uzandık.. Bozüyük’e 57 km sonra ulaşacağız.. Oylat sapağını geçtik ve Osmangazi’deyiz..
Anlayacağınız, yeşil okyanus’u geçerek, 2000’ler sonrasının mutsuz kenti Başkentimizin konuşlandığı Ankara Bozkırına doğru yol alıyoruz.. Gökçeada ile başlayan ve Ayvalık ile biten Gez-Gör-Yaz etkinliğimizi sonlandırıyoruz..
ŞEVKET ÇORBACIOĞLUGEZ-GÖR-YAZ
Yorumlar
Yorum Gönder