ENGİN ARDIC’IN VE BENİM EYALET ÖNERİM
Sayın Ardıç; 26/03/2011 günkü http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ardic/2011/03/26/cografya_bolgelerini_eyalet_yapabilirsiniz” başlıklı yazınızla örtüşen yazıyı 10 sene önce yazmıştım.
O yazıyı 28/12/2010'da güncelleştirdim. Eğer o konuda ciddi iseniz işte benim yazım: http://blog.milliyet.com.tr/Demokratik_ozerklige_Katki__Bolge_Bakanliklari_/Blog/?BlogNo=281751
DEMOKRATİK ÖZERKLİK İÇİN ALTERNATİFİM ‘BÖLGE BAKANLIĞI
Demokratik Toplum Kongresi (DTK) tarafından düzenlenen Demokratik Özerklik Çalıştayı’na sunulan “Demokratik Özerklik Taslağı” ile; farklı grup ve oluşumları sindirme amaçlı kullanmaya açık “savunma gücü” oluşturmak isteniyor. Ve de, Kürtlerin kullandığı sarı, yeşil ve kırmızı renklerin özerk yönetimin sembolü, İran’da 1946’da kurulan ve 1 yıl yaşayan Kürt Mahabad Cumhuriyeti’nin bayrağı ise özerk yönetimin bayrağı olması düşünülüyor.
Diyorlar ki; ''Demokratik Özerklik Projesi'' hakkında, ''Bu model, Türkiye'nin demokratikleşme sürecine hizmet edecek'' ''(Kürt Sorunu) derken, kendi anavatanında kendi kendini yönetme ve kendi kaderi hakkında söz sahibi olma arayışı içerisinde olan bir halkın sorunundan söz ediyoruz. 'Bu model aynı zamanda, Türkiye'de ayrılık veya bölünme kaygılarını ortadan kaldıracak. Bu model Türkiye'nin demokratikleşme sürecine de hizmet edecek. Hem Türkler için hem Kürtler için bireysel hak ve özgürlüklerin gelişmesine uygun bir model olacak'' Böyle bir yaklaşım; Kürt milliyetçiliği değil de nedir?
Ulusal birlikteliği karşıt, üniter yapıyı yok eden bu yaklaşıma katılmak olası değildir; çünkü olguya şüpheci yaklaşmayacak bir netlik getirilmemiş. Anadolu insanını algı kerizi yerine koyan bu yaklaşımın özünde; toplumu Kürt-Türk halkına indirgemek yatmaktadır. Yukarıdaki “Demokratik Özerklik Taslağı”daki ifadelere “Kürt” yerine, “Türk, Laz, Çerkez, Hemşinli, Zaza, Boşnak, Arnavut, Tatar, Roman, Trakyalı, Türkmen, Yörük, Tahtacı, Gürcü, Alevi, Süryani, Ermeni, Yahudi” koyun, karşınıza ‘yönetim özerkliği’ bağlamında çıkacak kargaşanın, parçalanmışlığı görmemek için düşünsel körlüğe sahip olmak gerekir.
Aynı istemleri; Bulgaristan ve Yünanistan, hatta Almanya’daki Türkler için düşünsek birileri ve batı bu denli sıcak bakabilir mi? Şu ifadelere katılıyorum: “Devleti küçültmek, demokrasiyi büyütmek ve katılımcılığı artıracak yerinde yönetim modellerini geliştirmek, merkezde toplanan yetkilerin önemli bir kısmını yerellere devredebilmektir. 'Türkiye, tek bir merkezi parlamentoda tüm yetkilerin toplandığı ve hükümet diye bir organın bütün ülke adına yürütme yetkilerini elinde bulundurduğu bir ülke olamaz' diye düşünüyoruz ve bundan hareketle biz 'Yerinden yönetimi öneriyoruz. Türkiye 20-25 idari bölgeye ayrılabilir. Biz il genel meclisleri ile Türkiye Büyük Millet Meclisi arasında bir yerde konumlanan 'Bölge Meclisleri' öneriyoruz.''
Her ''Bölge Meclisi''nin Türkçeyi resmi dil olarak kullanacağını ve Türk bayrağı yanında, kendilerini temsil eden bir bayrak ve flama da kullanabilecektir” Bu son bölüme katılmak gerektiğini ve bunun üzerinde uygulama projelerini yaşama geçirmek gerektiğini düşünüyorum ve bu bağlamda Demokratik Özerlik olgusuna katkı vermek istiyorum: Buradaki Yerinden Yönetim önerisi; bir bağlamda; Parlamenter Sisteme, demokratik işlerlik kazandıracak Yarı Başkanlık önerisidir.
Sormak gerek; Yarı Başkanlık Siste mi, yoksa bizdeki Parlamenter sistem mi, daha demokratik? Parlamenter sistemi işlevsiz kıldık, Başkanlık Sistemin de; modernize edilmiş dikta rejiminin kaynağı dedik, peki, Yarı Başkanlık Sistemini ülkemiz için neden hiç akla getirmeyiz ki? Bildiğimiz gibi, bugün ‘başkanlık sistemi’ diyenler, önceleri, Yarı Başkanlık Sistemi diyorlardı. Eğer, Parlamenter Sistemi işletilmeyecek ise ve bu nedenle, olmazsa ‘olmaz’ noktasına gelinerek, olgu olursa ‘olur’ noktasına taşınmışsa, önerim; Parlamenter Sistem ile harmanlanmış, Yerinden Yönetim esaslı Yarı Başkanlık Sistemidir.
Bunun da, ‘Bölge Bakanlıkları’ önerimle beslenmesi gerektiğin düşünüyorum: Örneğin; Orta Fırat, Dicle, Hakkâri, Yukarı Murat-Van, Erzurum-Kars, Yukarı-Fırat, Doğu Karadeniz, Orta Karadeniz, Batı Karadeniz, Adana, Antalya, Konya, Orta Kızılırmak, Yukarı Kızılırmak, Yukarı Sakarya, İçbatı Anadolu, Ege, Çatalca-Kocaeli, Yıldız Dağları, Ergene ve Güney Marmara Bölge Bakanlıkları oluşturulabilir. Bölge bakanların, bölge milletvekilleri ve bölge yerel meclis üyelerinin seçimiyle belirlenmesi ve hükümetin bu bölge bakanlarıyla oluşturulması; Başbakan’ın; bölge milletvekilleri ve bölge bakanlarının oylarıyla, Cumhurbaşkanı’nın; bölge milletvekilleri ve bölge bakanlarının bölge meclisi üyelerinin, üniversite, STÖ’leri, Meslek Odaları, hükümet dışı kuruluşlar ve muhtarlık temsilcilerinin oylarıyla seçilmesi ve kutuplaşmaya neden iki türlü seçim sisteminden vazgeçilmesi…
Bölge milletvekillerinin, bölge meclisinin de üyeleri sayılması ve yerel ekonomik, sosyal ve kültürel kararların bölge bakanı başkanlığında alınması, uygulamaya geçirilmesi ve uygulamaya geçirilen bu kararların, bölge bakanı tarafından merkezi hükümete bilgi için taşınması… Tüm bölgelerin uluslar arası ilişkilerinin ve bu konudaki kararları merkezi hükümet tarafından alınması; yasama çalışmalarının, bölge bakanlığı ön çalışmaları esas alınarak yapılması, ayrışmanın önünün almak adına, yerel temsilcilerin de bulunduğu yargının merkezden yürütülmesi… Önerilerim, parlamenter sistem, tüm dokularıyla beslenip, yenilenmez ve parlamenter sisteme işlerlik kazandırılmaz noktasındaki önerilerimdir.
Bu da Engin Ardıc’ın 26/03/2011 tarihli o yazısı:
COĞRAFYA BÖLGELERİNİ EYALET YAPABİLİRSİNİZ
Madem ki cumhuriyet hariç her şey değişebilirmiş, büyük sermayeden izin çıktı, biz de kafamızdan atalım bir şeyler bakalım... Türkiye, 1941 yılında yedi coğrafya bölgesine bölünmüştür. Bunların bazılarının "alt bölgeleri" de vardır, doğusu batısı, içi dışı. Bu bölünme, o zamanın Milli Şef yönetimi tarafından kötülük amacıyla değil, "okullarda öğretmesi kolay olsun" diye bir coğrafyacılar kurultayı tarafından yapılmıştır.
Mektep medrese görmüş her vatandaş bu bölgeleri bilir, okuma yazması olmayıp televizyonda hava durumunu seyreden her vatandaş da bilir. İşte gördünüz mü pratik faydayı? Şimdi "desantralizasyon" istiyorsan, bu tamamen teknik ayırımı, "idari taksimat" haline de getirirsin... Hani, Osmanlı'nın "mutasarrıflık" denilen, il ve ilçe arası orta karar bir şey olan idare birimine sınıf atlatıp, bugünün Amerikan deyimiyle onu "upgrade" edip vilayet yaptığın gibi canım! Anlı şanlı cumhuriyet, birini yapıyorsa ötekini mi yapamayacak? Bu bölgelerin adını ille "eyalet" olarak koyman da şart değildir, gene "bölge" der geçersin, faşist vakvakları ürkütmemek için...
İstanbul da, kendi başına, bunların dışında ayrı bir birim tabii... Washington D.C., yani District of Columbia, gibilerden... İsterseniz Ankara'yı da "District of Steppe" yapın, bozkır bölgesi, beis mi var? Sonra bırakın tartışsınlar, bu bölgelerin genel valileri Ankara'dan mı gönderilsin, yerel halk mı seçsin? Elbette bu yapı, farklı bir yapı olacaktır, "Atatürk'ün kurduğu yapı" olmayacaktır. Ama TÜSİAD olabilir diyor, biz de tartışıyoruz işte. Kızmayınız. Cumhuriyet bundan ne kaybedecektir, onu söyleyin bana... Hiçbir şey kaybetmeyecektir! Tam tersine, bölge gerilimleri azalacaktır. Bölge farklılıkları da böylece "resmiyet" kazanır, huzursuzluk kaynağı olmaktan çıkar. Her bölgeye özel, farklı ve "yalnızca oraya özgü" birtakım uygulamalar da getirilir.
Örneğin Diyarbakır Lisesi'ne Kürtçe ders, Trabzon Lisesi'ne Lazca ders, Adapazarı Lisesi'ne Çerkesçe ders falan... Önce buna bir aklınızı yatırın, seçmeli mi olsun zorunlu mu, ayrıca tartışırız... Bir de "bölge belediye meclisi" oluşturursun, o da bir tür "eyalet meclisi" gibi çalışır, yerel kararları alır. İsterseniz bu bölgelerin "sembolik bayrakları" da olabilir, İspanya'da var. Böylece Kürt kardeşlerimizin sarı, kırmızı ve yeşil renklere kendilerince duydukları hasret de bir düzeyde giderilmiş olur. Her bölgede Türk bayrağıyla bölge bayrağı yanyana kullanılabilir törenlerde falan, İspanya'da böyle. İşi büyütüp bölge hükümetleri, bölge başbakanları falan yaratman şart değil. İspanya'da o da var ama biz o kadar ileri gitmeyelim. Bu neyi çözer? Boyumuz uzamaz.
Ama insanlar rahatlarlar... Bağın büsbütün kopmaması için, gergin tutulmuş bağı azıcık gevşeteceksin, mesele bundan ibarettir. Ya da Kemalist çözümü seçersin, iç savaşı sürdürürsün. Cumhuriyetin kuruluşundan beri tam 22 isyan çıktı bu memlekette, 12 bin asker, 40 bin sivil öldü. Yatırıma harcayacağın milyarlarca doları da öylece piç edersin. Bugüne kadar yaptığın gibi. Tercih senin. Oysa bu sorunu çözmüş Türkiye fişeklenecek, roketlenecek, uçacak, onu kimse tutamayacaktır. Fransa 1962'den önce ne durumdaydı, 1962'den sonra ne durumda? İspanya 1978'den önce ne durumdaydı, 1978'den sonra ne durumda? Bak, araştır, öğren, sonra itiraz et. Sizce sayın Ardıc'ın önerisi ile önerim arasındaki fark nedir? Fark var ise hangisi özgün yapımıza daha uygundur?
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
Teknopolitikalar Platformu
GSM: 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder