AK PARTİ DURULTAYI
2 Ekim 2012
AKP deyince kızıyorlar, fakat kendileri ‘bastıra bastıra’ Cumhuriyet Halk Partisi’ne CEHAPE demekten vazgeçmiyorlar.
Bilerek AK Parti dedim. Fakat benim için anlamsız bir ifade tarzı. Siz MHP’yi MH Parti diyebilir misiniz? Denmez, çünkü anlamsız. Tıpkı CHP’ye, CH Parti denmeyeceği gibi. Yooo, siz onlara ille de AK Parti diyeceksiniz, çünkü içinde ‘AK’ vurgusu var. Hani tertemiz, piri pak anlamında gelen. Onun umurundaydı, Adalet ve Kalkınma açılımı, o ille de AK. O ne kadar ‘AK’ım diyorsa, benim için o kadar karşıtının karşıtı.
Ve, AK Parti Kurultayını yaptı. Kurultay değil, ‘Durul-tay’ idi sanki. Çünkü, bu Kurultay’da; ‘Ben ne dersem onu yapacaksınız, kendi başınıza zıplayamazsınız. Zıplarsanız, sizi böyle durulturum’ Evet, Aynen birilerini durultulduğu bir kurultay oldu. Kürşat Tüzmen’i, İdris Nami Şahin’i, Ayşe Böhürleri ve diğerlerini…
Kurultayda dikkatimi çeken çok şey var. Birkaç tanesini sıralayayım.
Tüm delegelere isimleri yazılı Cros marka gümüş kalem dağıtıldı.
Zannedersem 1500 delegesi vardı. Yani tam 1500 gümüş kalem . Bazı konuklara da dağıtıldığını düşünün. Toplam ortalama 5 bin gümüş kalem. Bir gümüş kalem, en az 200 TL’dir. Çarpın 5 bin ile 1 milyon TL. Eskiye göre, 1 trilyon. Salt kalemden 1 trilyon. Diğer maliyetleri hesaplarsanız, devasa bir savurganlıkla karşı-karşıyasınız. Yaşananlar karşısında; yeni zamlarla inim-inim inleyen yurttaşlar, eğer yine de oy verecekse, beni hiç ilgilendirmez demeyeceğim, sürekli bilgilendireceğim ve uyaracağım.
Tribündeki partilileri izliyorum. İşaret alınır alınmaz coşuyorlar. Nasıl mı?Otomata bağlanmış gibi. Öyle olmasa, hiç alkışlanmayacak kimlikleri alkışlamazlardı. Bilinçsizce emir komuta bütünündeki sürü mantığı egemen. Örneğin Hamas’ın siyasi büro şefi Halid Meşal, Sabra ve Şatılla’da çoluk çocuk demedin binlerce Filistinliyi katleden Hıristiyan Falanjistlerin Lideri Emin Cemayel de alkışlandı. Anlayacağınızı, tribündeki partili seyirci kendi istenciyle değil, başkalarının istenci(Ar. İrade) ile hareket ediyor. Yani, durultmaya uygun kimliklerin yansımaları.
Dikkatinizi çekti mi? Kurultay’da Küresel efendilerden kimse yok. ABD ve AB’den. Doğrusu; Küresel Sömürü Denklemi: AB+ABD= ARBD’de Tayyip beye uzak duruyor gibi.
Kimler vardı? Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, Irak Meclis Başkanı Usame Nuceyfi, Sudan Devlet Başkan Yardımcısı Ali Osman Muhammed Taha, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, Pakistan Pencap Eyaleti Başbakanı Şahbaz Şerif, Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el-Haşimi, eski Pakistan Başbakanı Yusuf Rıza Gilani, Tunus Nahda Hareketi Partisi lideri Raşid el-Gannuşi, Kırgızistan Devlet Başkanı Almazbek Atambayev, KKTC Başbakanı İrsen Küçük, Filistin Hamas hareketi Siyasi Büro Şefi Halid Meşal.
Pardon bunlar da vardı: Eski Bosna Hersek Devlet Başkanı Haris Sladziç, eski Lübnan Devlet Başkanı Emin Jamayel, eski Almanya Başbakanı Gerhard Schröder, ile Asya Parlamentolar Asamblesi Grup Başkanı Cung Eui-Yong.
Birileri çıkıp Başbakan Erdoğan’ı ‘İslam Dünyasını lideri’ olarak görmeye başladı. Dillendirdiler de. Örneğin Filistin Hamas hareketi Siyasi Büro Şefi Halid Meşal. İyi de; Dünya’da bildiğim kadarıyla 57 Müslüman ülkesi var. Başta Suudi Arabistan, Azerbaycan, ve İran, Fas, Cezayir, Tunus neden yoktu? Meşal, yağdanlık meşalesini biraz değil de epey abartmış.
Barzani’ni neden çağrıldı? Ufukta, Türk-Kürt İslam Cumhuriyet’inin ilk belirtileri ile karşı-karşıyayız?
Bir kurgudur kafama takılan; Ceza alan ve alacak olan Paşalar, tutuklu milletvekilleri ve sayın Apo’nun, Başbakan’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde genel afla bırakılmaları. Ve demokrasi ve özgürlük kahramanı ilan edilmeleri.
Başkanlık veya yarı başkanlık olgularına vurgu yapmanın özünde özerklik sürecini tartışmaya açmak diyenlere hak veriyorum. Ben yarı başkanlık sistemine sıcak bakan biriyim. Bu sürecin işletilmesinde de ‘yıllardır yazdığım gibi’, 7 Coğrafi Bölgemizi Bölge Bakanlıklarına dönüştürecek şemanın, “ülkemizin özgün kültürel ve sosyal yapıSI dikkate alınarak” yaşama geçirilmesidir. Bunu ‘Bölge Bakanlıkları” başlığıyla bloklarda detaylandırdım.
Kurultay sonrası dikkatimi çekti: AK Parti MKYK’da 14 bayan var. Bunun yarısının başı açık, yarısının kapalı(Demokrasi dengesi olsa gerek). Kapalıların 6’sı türbanlı, biri başörtülü(hoşuma gitti). Evet, türbana karşıyım, başörtüsüne karşı değilim. Çünkü, türban ben de farklı şeyler çağrıştırıyor. Galiba sayın Numan Kurtulmuşun dediği olacak; bu türbanlı bayanlardan en az 2-3’ü gelecek seçimlerde TBMM’inde, bir ikisi de Bakan…Belli ki, birileri demokrasiyi seviyor ama, aydınlığı ve uygarlığı asla…Bu nasıl demokrasi anlayışıysa…
AKP siyasi kimliği olan parti imiş. Ve bugün için en ağırlıklı kimlik. “Muhafazakar Demokrat” kimlikmiş. AKP kimlik siyaseti yapmamış, fakat kimlikli siyaset yapmış. Kimlik siyaseti yapan Kürtler, İslamcılar ve Aleviler gerilimin bir tarafı olmuşlar, AKP olmamış.
Bunu ben uydurmuyorum. Bunu, AKP’nin, yani R.T.Erdoğan’ın baş teorisyeni söylüyor.
AKP, kimlik siyaseti yapmayan kimlikli siyaset yapan bir partiymiş. Güldüm, çünkü aynı kişi; “. Hiç kimse üstün ve imtiyazlı değildir, kimsenin yaşam tarzı veya düşüncesi topluma ‘ideal’ olarak dayatılamaz. Türkiye’de daha büyük kitle var; İmam Hatip’e çocuğunu gönderememiş, başörtüsünden dolayı çocuğunu okula gönderememiş kitle” diyebilmektedir.
‘Çelişkiyi doğru imiş gibi dayatmak buna derler.’ Ben bugüne dek, ‘kızıma okutacaktım, fakat başörtü yasağı yüzünden okutmadım. Oğlumu okutacaktım, fakat İmam Hatip olmadığı için göndermedim’ diyen bir Allah’ın kulu duymadım, benim çevrem büyük oranda dinine bağlı sağ görüşlü kimlikler olmasına karşın.
Başörtü ve İmam Hatip sorunu yaşadığı savlanan kitlenin büyük bir kitle olduğunu söylemek bir yaşam tarzını dayatmak değil de nedir?!. Dahası, bu duruş kimlik üzerinden siyaset yapmak değil midir? Yani kimlik siyaseti yapan İslamcı duruş değil midir? Dahası, köktendinciliği dayatmak değil midir? Bana söyler misiniz, başı açık kaç çocuğumuz kızımız veya İmam Hatip’e gidemeyen kaç çocuğumuz ben Müslüman değilim diyor ki?!
İslam üzerinden ve Türklük üzerinden kimlik siyaseti yapmadığınızı kanıtlayın, büyük bir yanılgı yaşadığımı itiraf ederek, AKP lehine yazılar yazacağım.
Ki, bana muhafazakar demokrat kimliğinizin demokratlığını bile kanıtlayamazsınız.
M.AL.Birand “Kimsenin giyimine, kuşamına, yediğine içtiğine karışmadık ve karışmayacağız.” diyerek adeta bundan sonrası için güvence verdiğini söylüyor. Devamında; “Cumhuriyet, Birgün, Sözcü, Evrensel ve Aydınlık temsilcilerinin girmesinin yasaklanmasını ayıpladık. Demokrasi ve özgürlük kahramanı bir partinin bunu yapması kabul edilemez.” diyerek sitemini dile getiriyor.
Birand sorgulamalıydı; “Kimsenin giyimine kuşamına karışmadın, ama, kurumların giyim ve kuşam ilkelerini hiçe saydın. Doğrudur, sokaktaki insana, başını kapat demedin, fakat mahalle baskılarına da göz yumdun.
Yediğine değil de, içtiğine karıştın. Sigarayi kapalı yerlerde yasak ettin-ki doğru yaptın-, Tüm kurumların içkili mekanlarını kapatan işgüzar Belediye Başkanlara ve Genel Müdürlere, özellikle, Beyoğlu’nda içkili arastalarda terör estirenlere sessiz kaldın-ki çok büyük yanlış-.
İleri demokrasi diyoruz; yazılı ve görsel basına yasak koyuyor, yandaşları koruyor, onları akredite ediyoruz.
Birand, sorgulamadı; Aksine Demokrasi ve özgürlük kahramanı olduğunu vurguladı.
Birkaç kişinin düşündüğü, birkaç kişinin siyaset yaptığı yerde, haddim olmayarak birçok kişinin düşünmesine öncülük ederek, ben sorguladım(Doğru, bunu hep yapıyorum ben. Yapmaya da devam edeceğim, ta ki birçok kişi devreye girinceye dek):
Osman Can, eski Anayasa Mahkemesi Raportörü.
Biliyorsunuz öyküsünü. Ben bile defalarca yazdım.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin "laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği" gerekçesiyle, kapatılması ve ilgili Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül l dahil 71 kişinin 5 yıl süre ile siyasetten uzaklaştırılması istemiyle hazırladığı iddianame Anayasa Mahkemesi’ne 14 Mart 2008’de sunulmuş ve Anayasa Mahkemesi iddianameyi 31 Mart 2008 günü kabul etmişti.
Raportör olarak Doç. Dr. Osman Can görevlendirildi. Raportör dosya ile analizini 29 Mart 2008 günü tamamladı Anayasa Mahkemesi Raportörü Doç. Dr. Osman Can iddianame ile ilgili inceleme raporunu tamamladı. Uzmanlık alanı Türk Cumhurbaşkanı’nın Hukuksal konumu olan Osman Can, raporuyla AKP ve de Başbakan’ konularında da uzman olduğunu gösterebilmiştir. Yani, Abdullah Gül’ü, AKP’yi ve Başbakanı kurtarmıştır, 29 Mart 2008’de ve 30 Eylül 2012'de de yapılan 4. Büyük Olağan Kongresinde AK Parti Merkez Karar ve Yönetim Kurulu asli üyeliğine seçilmiştir.
"Düşünceyi Açıklama Özgürlüğünün Anayasal Sınırları" konulu tez’in sahibi Osman Can, Anayasa Raportörlüğüne seçildiği günden, AK Parti Merkez Karar ve Yönetim Kurulu asli üyeliğine seçildiği güne dek göstermiş olduğu duruşlarıyla ne kadar bağımsız ve de tarafsız olduğuna, siz karar verin. Acaba, Anayasal sınırlar içinde mi, yoksa AKP sınırları içinde düşüncelerini açıklayarak yeni duruşunu belli etmiştir? “Demokratikleşme Serüveninde Anayasa ve Siyasi Partilerin Kapatılması” çalışmasıyla da doktorasını veren Osman beyler var olduğu süre hiçbir böylesi parti kapatılmayacaktır. Öylesi partiler konusunda güvence verememem.
Alanında otorite olduğu bir gerçek. Öyle ki; bazı kişiler adını kullanarak hukuki uyuşmazlıkları çözme sözüyle para bile toplamaktaymış.
Osman beye göndermede bulunmak haddim değil. Ben sadece soru soruyorum. Aynı zamanda Demokrat Yargı Derneği Başkanlığı yapmış olan Osman beyi demokrasızca yargılamak kimin haddine, tüm hadleri bildirmek onun hakkı, biz kimiz ki?! Nasıl bildirdi haddini, önceki Yargıtay’a, Danıştay’a, HSKY’a ve Anayasa mahkemesi üyelerine. Nasıl biliyor haddini, Yeni Yargıtay, Danıştay, HSYK ve Başbakan karşısında.
Başbakan Erdoğan’ın konuşmalarının bazı yerleri, Osman beyi bilmem de beni haddim olmayarak hayli düşündürdü:
“Biz bizden öncekiler gibi koltuğa yapışıp kalanlardan olmayacağız dedik”
Doğru, koltuğa yapışmıyorsun; bir başka koltuğa sıçramak için, eski koltuğu bırakıyorsun.
Aşağıdaki sözlerin bunun kanıtı:
“Bu bir veda değil, bu bir es’tir, bitmeyen şarkının notaları arasında bir moladır. Bu yorgunluğun molası değil, bir ilkenin bir sözün vaadin yerine getirilmesidir….Üç yıl partimin başındayım. Allah ömür verirse bu can bu bedende olursa inşallah farklı görevler altında, yine bir olacağız, yine beraber olacağız. Milletimizin hizmetinde olacağız.”
“Bu dava içinde, bu davayı omuzlayacak götürecek çok sayıda arkadaşlarımız var. Hiç endişeniz olmasın, bu dava yerde kalmaz(Nasıl davaysa Milli gömleği çıkaran ve şimdi kurşun geçirmez gömlekle, ‘Yolumuz Erbakan’ın yoludur’ diyebiliyor. Böylesi bir dava. "Yolumuz Fatih'in, Mustafa Kemal'in, Menderes'in, Erbakan'ın yoludur" derken bu dava biraz harmanlanmış bir sanal dava gibi geldi bana.
Mustafa Kemal Atatürk’ü -ki bugüne dek Atatürk dediğini duymadım. Nerdeyse Mustafaların diyecek, Can Dündar’ın dediği gibi- anması, bence Cumhurbaşkanlığına soyunduğunun kesin kanıtı. Çünkü, o makamdaki bağımsız ve tarafsız duruşa vurgu yapıyor.
Erbakan’ı anması ve dava içine konuşlandırması-Ki Erbakan’la hükümeti ve kendisi davalık olduğunu kimse yadsıyamaz- milli görüş gömleğini tekrar giydiğinin işareti.
“Sevgili anacığımın anarşinin yoğun olduğu o günlerde, gece yarılarında eve döndüğümde balkonda beni beklediği anları unutamıyorum. O bizi beklerdi, biz ise duvarlara yazımızı yazar dönerdik”.
12 Eylül öncesi, duvara yazanlarımızın çoğu telef oldu, darbe aldık. Ama, birileri ödüllendirildi, korumaya alındı. Kim mi onlar? Vallahi ben değilim.
Duygusal bir konuşma yaptı, her zamanki gibi ağlattı, ağlamadı. Kaderden söze etti, biraz da söylentilerle sınırlanan hastalığına vurgu yapar gibi idi.
Ölümlü dünyanın bireyleriyiz. Er veya geç hepimiz yaşayacağız, kaçınılmaz ölümü. Niceleri yaşadı, en son Ecevit yaşadı, Erbakan yaşadı. Erdoğan’da, sen de ben de, herkes yaşayacak.
Erbakan’ın vefatı sonrası, çocukların; Erbakan’ın düşüncelerini paylaşması gerekirken servetini paylaşması ve bunun savaşını vermesi inanın beni bile üzdü. Dilerim, hırsını gizlemeyen çocukları kendisine daha kötüsünü yaşatmaz,. Fakat pek umutlu değilim.
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
TEKNOPOLİTİKALAR PLATFORMU
evesbere@gmail.coevesbere@mynet.com
GMS; 0506 609 00 32
2 Ekim 2012
AKP deyince kızıyorlar, fakat kendileri ‘bastıra bastıra’ Cumhuriyet Halk Partisi’ne CEHAPE demekten vazgeçmiyorlar.
Bilerek AK Parti dedim. Fakat benim için anlamsız bir ifade tarzı. Siz MHP’yi MH Parti diyebilir misiniz? Denmez, çünkü anlamsız. Tıpkı CHP’ye, CH Parti denmeyeceği gibi. Yooo, siz onlara ille de AK Parti diyeceksiniz, çünkü içinde ‘AK’ vurgusu var. Hani tertemiz, piri pak anlamında gelen. Onun umurundaydı, Adalet ve Kalkınma açılımı, o ille de AK. O ne kadar ‘AK’ım diyorsa, benim için o kadar karşıtının karşıtı.
Ve, AK Parti Kurultayını yaptı. Kurultay değil, ‘Durul-tay’ idi sanki. Çünkü, bu Kurultay’da; ‘Ben ne dersem onu yapacaksınız, kendi başınıza zıplayamazsınız. Zıplarsanız, sizi böyle durulturum’ Evet, Aynen birilerini durultulduğu bir kurultay oldu. Kürşat Tüzmen’i, İdris Nami Şahin’i, Ayşe Böhürleri ve diğerlerini…
Kurultayda dikkatimi çeken çok şey var. Birkaç tanesini sıralayayım.
Tüm delegelere isimleri yazılı Cros marka gümüş kalem dağıtıldı.
Zannedersem 1500 delegesi vardı. Yani tam 1500 gümüş kalem . Bazı konuklara da dağıtıldığını düşünün. Toplam ortalama 5 bin gümüş kalem. Bir gümüş kalem, en az 200 TL’dir. Çarpın 5 bin ile 1 milyon TL. Eskiye göre, 1 trilyon. Salt kalemden 1 trilyon. Diğer maliyetleri hesaplarsanız, devasa bir savurganlıkla karşı-karşıyasınız. Yaşananlar karşısında; yeni zamlarla inim-inim inleyen yurttaşlar, eğer yine de oy verecekse, beni hiç ilgilendirmez demeyeceğim, sürekli bilgilendireceğim ve uyaracağım.
Tribündeki partilileri izliyorum. İşaret alınır alınmaz coşuyorlar. Nasıl mı?Otomata bağlanmış gibi. Öyle olmasa, hiç alkışlanmayacak kimlikleri alkışlamazlardı. Bilinçsizce emir komuta bütünündeki sürü mantığı egemen. Örneğin Hamas’ın siyasi büro şefi Halid Meşal, Sabra ve Şatılla’da çoluk çocuk demedin binlerce Filistinliyi katleden Hıristiyan Falanjistlerin Lideri Emin Cemayel de alkışlandı. Anlayacağınızı, tribündeki partili seyirci kendi istenciyle değil, başkalarının istenci(Ar. İrade) ile hareket ediyor. Yani, durultmaya uygun kimliklerin yansımaları.
Dikkatinizi çekti mi? Kurultay’da Küresel efendilerden kimse yok. ABD ve AB’den. Doğrusu; Küresel Sömürü Denklemi: AB+ABD= ARBD’de Tayyip beye uzak duruyor gibi.
Kimler vardı? Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, Irak Meclis Başkanı Usame Nuceyfi, Sudan Devlet Başkan Yardımcısı Ali Osman Muhammed Taha, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, Pakistan Pencap Eyaleti Başbakanı Şahbaz Şerif, Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el-Haşimi, eski Pakistan Başbakanı Yusuf Rıza Gilani, Tunus Nahda Hareketi Partisi lideri Raşid el-Gannuşi, Kırgızistan Devlet Başkanı Almazbek Atambayev, KKTC Başbakanı İrsen Küçük, Filistin Hamas hareketi Siyasi Büro Şefi Halid Meşal.
Pardon bunlar da vardı: Eski Bosna Hersek Devlet Başkanı Haris Sladziç, eski Lübnan Devlet Başkanı Emin Jamayel, eski Almanya Başbakanı Gerhard Schröder, ile Asya Parlamentolar Asamblesi Grup Başkanı Cung Eui-Yong.
Birileri çıkıp Başbakan Erdoğan’ı ‘İslam Dünyasını lideri’ olarak görmeye başladı. Dillendirdiler de. Örneğin Filistin Hamas hareketi Siyasi Büro Şefi Halid Meşal. İyi de; Dünya’da bildiğim kadarıyla 57 Müslüman ülkesi var. Başta Suudi Arabistan, Azerbaycan, ve İran, Fas, Cezayir, Tunus neden yoktu? Meşal, yağdanlık meşalesini biraz değil de epey abartmış.
Barzani’ni neden çağrıldı? Ufukta, Türk-Kürt İslam Cumhuriyet’inin ilk belirtileri ile karşı-karşıyayız?
Bir kurgudur kafama takılan; Ceza alan ve alacak olan Paşalar, tutuklu milletvekilleri ve sayın Apo’nun, Başbakan’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde genel afla bırakılmaları. Ve demokrasi ve özgürlük kahramanı ilan edilmeleri.
Başkanlık veya yarı başkanlık olgularına vurgu yapmanın özünde özerklik sürecini tartışmaya açmak diyenlere hak veriyorum. Ben yarı başkanlık sistemine sıcak bakan biriyim. Bu sürecin işletilmesinde de ‘yıllardır yazdığım gibi’, 7 Coğrafi Bölgemizi Bölge Bakanlıklarına dönüştürecek şemanın, “ülkemizin özgün kültürel ve sosyal yapıSI dikkate alınarak” yaşama geçirilmesidir. Bunu ‘Bölge Bakanlıkları” başlığıyla bloklarda detaylandırdım.
Kurultay sonrası dikkatimi çekti: AK Parti MKYK’da 14 bayan var. Bunun yarısının başı açık, yarısının kapalı(Demokrasi dengesi olsa gerek). Kapalıların 6’sı türbanlı, biri başörtülü(hoşuma gitti). Evet, türbana karşıyım, başörtüsüne karşı değilim. Çünkü, türban ben de farklı şeyler çağrıştırıyor. Galiba sayın Numan Kurtulmuşun dediği olacak; bu türbanlı bayanlardan en az 2-3’ü gelecek seçimlerde TBMM’inde, bir ikisi de Bakan…Belli ki, birileri demokrasiyi seviyor ama, aydınlığı ve uygarlığı asla…Bu nasıl demokrasi anlayışıysa…
AKP siyasi kimliği olan parti imiş. Ve bugün için en ağırlıklı kimlik. “Muhafazakar Demokrat” kimlikmiş. AKP kimlik siyaseti yapmamış, fakat kimlikli siyaset yapmış. Kimlik siyaseti yapan Kürtler, İslamcılar ve Aleviler gerilimin bir tarafı olmuşlar, AKP olmamış.
Bunu ben uydurmuyorum. Bunu, AKP’nin, yani R.T.Erdoğan’ın baş teorisyeni söylüyor.
AKP, kimlik siyaseti yapmayan kimlikli siyaset yapan bir partiymiş. Güldüm, çünkü aynı kişi; “. Hiç kimse üstün ve imtiyazlı değildir, kimsenin yaşam tarzı veya düşüncesi topluma ‘ideal’ olarak dayatılamaz. Türkiye’de daha büyük kitle var; İmam Hatip’e çocuğunu gönderememiş, başörtüsünden dolayı çocuğunu okula gönderememiş kitle” diyebilmektedir.
‘Çelişkiyi doğru imiş gibi dayatmak buna derler.’ Ben bugüne dek, ‘kızıma okutacaktım, fakat başörtü yasağı yüzünden okutmadım. Oğlumu okutacaktım, fakat İmam Hatip olmadığı için göndermedim’ diyen bir Allah’ın kulu duymadım, benim çevrem büyük oranda dinine bağlı sağ görüşlü kimlikler olmasına karşın.
Başörtü ve İmam Hatip sorunu yaşadığı savlanan kitlenin büyük bir kitle olduğunu söylemek bir yaşam tarzını dayatmak değil de nedir?!. Dahası, bu duruş kimlik üzerinden siyaset yapmak değil midir? Yani kimlik siyaseti yapan İslamcı duruş değil midir? Dahası, köktendinciliği dayatmak değil midir? Bana söyler misiniz, başı açık kaç çocuğumuz kızımız veya İmam Hatip’e gidemeyen kaç çocuğumuz ben Müslüman değilim diyor ki?!
İslam üzerinden ve Türklük üzerinden kimlik siyaseti yapmadığınızı kanıtlayın, büyük bir yanılgı yaşadığımı itiraf ederek, AKP lehine yazılar yazacağım.
Ki, bana muhafazakar demokrat kimliğinizin demokratlığını bile kanıtlayamazsınız.
M.AL.Birand “Kimsenin giyimine, kuşamına, yediğine içtiğine karışmadık ve karışmayacağız.” diyerek adeta bundan sonrası için güvence verdiğini söylüyor. Devamında; “Cumhuriyet, Birgün, Sözcü, Evrensel ve Aydınlık temsilcilerinin girmesinin yasaklanmasını ayıpladık. Demokrasi ve özgürlük kahramanı bir partinin bunu yapması kabul edilemez.” diyerek sitemini dile getiriyor.
Birand sorgulamalıydı; “Kimsenin giyimine kuşamına karışmadın, ama, kurumların giyim ve kuşam ilkelerini hiçe saydın. Doğrudur, sokaktaki insana, başını kapat demedin, fakat mahalle baskılarına da göz yumdun.
Yediğine değil de, içtiğine karıştın. Sigarayi kapalı yerlerde yasak ettin-ki doğru yaptın-, Tüm kurumların içkili mekanlarını kapatan işgüzar Belediye Başkanlara ve Genel Müdürlere, özellikle, Beyoğlu’nda içkili arastalarda terör estirenlere sessiz kaldın-ki çok büyük yanlış-.
İleri demokrasi diyoruz; yazılı ve görsel basına yasak koyuyor, yandaşları koruyor, onları akredite ediyoruz.
Birand, sorgulamadı; Aksine Demokrasi ve özgürlük kahramanı olduğunu vurguladı.
Birkaç kişinin düşündüğü, birkaç kişinin siyaset yaptığı yerde, haddim olmayarak birçok kişinin düşünmesine öncülük ederek, ben sorguladım(Doğru, bunu hep yapıyorum ben. Yapmaya da devam edeceğim, ta ki birçok kişi devreye girinceye dek):
Osman Can, eski Anayasa Mahkemesi Raportörü.
Biliyorsunuz öyküsünü. Ben bile defalarca yazdım.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin "laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği" gerekçesiyle, kapatılması ve ilgili Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül l dahil 71 kişinin 5 yıl süre ile siyasetten uzaklaştırılması istemiyle hazırladığı iddianame Anayasa Mahkemesi’ne 14 Mart 2008’de sunulmuş ve Anayasa Mahkemesi iddianameyi 31 Mart 2008 günü kabul etmişti.
Raportör olarak Doç. Dr. Osman Can görevlendirildi. Raportör dosya ile analizini 29 Mart 2008 günü tamamladı Anayasa Mahkemesi Raportörü Doç. Dr. Osman Can iddianame ile ilgili inceleme raporunu tamamladı. Uzmanlık alanı Türk Cumhurbaşkanı’nın Hukuksal konumu olan Osman Can, raporuyla AKP ve de Başbakan’ konularında da uzman olduğunu gösterebilmiştir. Yani, Abdullah Gül’ü, AKP’yi ve Başbakanı kurtarmıştır, 29 Mart 2008’de ve 30 Eylül 2012'de de yapılan 4. Büyük Olağan Kongresinde AK Parti Merkez Karar ve Yönetim Kurulu asli üyeliğine seçilmiştir.
"Düşünceyi Açıklama Özgürlüğünün Anayasal Sınırları" konulu tez’in sahibi Osman Can, Anayasa Raportörlüğüne seçildiği günden, AK Parti Merkez Karar ve Yönetim Kurulu asli üyeliğine seçildiği güne dek göstermiş olduğu duruşlarıyla ne kadar bağımsız ve de tarafsız olduğuna, siz karar verin. Acaba, Anayasal sınırlar içinde mi, yoksa AKP sınırları içinde düşüncelerini açıklayarak yeni duruşunu belli etmiştir? “Demokratikleşme Serüveninde Anayasa ve Siyasi Partilerin Kapatılması” çalışmasıyla da doktorasını veren Osman beyler var olduğu süre hiçbir böylesi parti kapatılmayacaktır. Öylesi partiler konusunda güvence verememem.
Alanında otorite olduğu bir gerçek. Öyle ki; bazı kişiler adını kullanarak hukuki uyuşmazlıkları çözme sözüyle para bile toplamaktaymış.
Osman beye göndermede bulunmak haddim değil. Ben sadece soru soruyorum. Aynı zamanda Demokrat Yargı Derneği Başkanlığı yapmış olan Osman beyi demokrasızca yargılamak kimin haddine, tüm hadleri bildirmek onun hakkı, biz kimiz ki?! Nasıl bildirdi haddini, önceki Yargıtay’a, Danıştay’a, HSKY’a ve Anayasa mahkemesi üyelerine. Nasıl biliyor haddini, Yeni Yargıtay, Danıştay, HSYK ve Başbakan karşısında.
Başbakan Erdoğan’ın konuşmalarının bazı yerleri, Osman beyi bilmem de beni haddim olmayarak hayli düşündürdü:
“Biz bizden öncekiler gibi koltuğa yapışıp kalanlardan olmayacağız dedik”
Doğru, koltuğa yapışmıyorsun; bir başka koltuğa sıçramak için, eski koltuğu bırakıyorsun.
Aşağıdaki sözlerin bunun kanıtı:
“Bu bir veda değil, bu bir es’tir, bitmeyen şarkının notaları arasında bir moladır. Bu yorgunluğun molası değil, bir ilkenin bir sözün vaadin yerine getirilmesidir….Üç yıl partimin başındayım. Allah ömür verirse bu can bu bedende olursa inşallah farklı görevler altında, yine bir olacağız, yine beraber olacağız. Milletimizin hizmetinde olacağız.”
“Bu dava içinde, bu davayı omuzlayacak götürecek çok sayıda arkadaşlarımız var. Hiç endişeniz olmasın, bu dava yerde kalmaz(Nasıl davaysa Milli gömleği çıkaran ve şimdi kurşun geçirmez gömlekle, ‘Yolumuz Erbakan’ın yoludur’ diyebiliyor. Böylesi bir dava. "Yolumuz Fatih'in, Mustafa Kemal'in, Menderes'in, Erbakan'ın yoludur" derken bu dava biraz harmanlanmış bir sanal dava gibi geldi bana.
Mustafa Kemal Atatürk’ü -ki bugüne dek Atatürk dediğini duymadım. Nerdeyse Mustafaların diyecek, Can Dündar’ın dediği gibi- anması, bence Cumhurbaşkanlığına soyunduğunun kesin kanıtı. Çünkü, o makamdaki bağımsız ve tarafsız duruşa vurgu yapıyor.
Erbakan’ı anması ve dava içine konuşlandırması-Ki Erbakan’la hükümeti ve kendisi davalık olduğunu kimse yadsıyamaz- milli görüş gömleğini tekrar giydiğinin işareti.
“Sevgili anacığımın anarşinin yoğun olduğu o günlerde, gece yarılarında eve döndüğümde balkonda beni beklediği anları unutamıyorum. O bizi beklerdi, biz ise duvarlara yazımızı yazar dönerdik”.
12 Eylül öncesi, duvara yazanlarımızın çoğu telef oldu, darbe aldık. Ama, birileri ödüllendirildi, korumaya alındı. Kim mi onlar? Vallahi ben değilim.
Duygusal bir konuşma yaptı, her zamanki gibi ağlattı, ağlamadı. Kaderden söze etti, biraz da söylentilerle sınırlanan hastalığına vurgu yapar gibi idi.
Ölümlü dünyanın bireyleriyiz. Er veya geç hepimiz yaşayacağız, kaçınılmaz ölümü. Niceleri yaşadı, en son Ecevit yaşadı, Erbakan yaşadı. Erdoğan’da, sen de ben de, herkes yaşayacak.
Erbakan’ın vefatı sonrası, çocukların; Erbakan’ın düşüncelerini paylaşması gerekirken servetini paylaşması ve bunun savaşını vermesi inanın beni bile üzdü. Dilerim, hırsını gizlemeyen çocukları kendisine daha kötüsünü yaşatmaz,. Fakat pek umutlu değilim.
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
TEKNOPOLİTİKALAR PLATFORMU
evesbere@gmail.coevesbere@mynet.com
GMS; 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder