SEFERBERLİK YÜRÜYÜŞÜNDE DERBE YAPMADIK, PROVOKE ETMEDİK, DARBELENDİK, PROVOKE EDİLME OYUNUNA GELMEDİK
29 EKİM 2012’DE 29 EKİM 1923’Ü KUTLAMAK İÇİN ALANLARDAYDIK; PROVOKE ETMEDİK, PROVOKE EDİLDİK 29 Ekim 1923(2012)
Amaçları; halkın kendi kendini idare etmenin önüne geçmekti, geçemediler. Yani, Atatürk’ün Anadolu insanıyla kurduğu 29 ekim 1923 Cumhuriyetini ‘halkın kutlamasını’ engellemekti, engelliyemediler.
Engellemeleri anlamsız olurdu, çünkü, alanlara çıkmaktaki amacımız; savaşsız, sömürüsüz, yasaksız bir aydınlık umuduyla Cumhuriyet’in 89. Yılını kutlamaktı. Ankara Valisi bu amaca yasak getirdi.
Neden İstanbul, İzmir ve diğer kent valilerimiz yasak getirmedi de, Ankara valisi Alaattin Yüksel yasak getirdi? Efendim, provoke edilecekmiş. Dahası, halk kışkırtılıp darbe yapılacakmış. Traji komik bir kurgu. Nedense; karşıt duruşların tümü darbe kurgusu olarak değerlendirilir oldu iktidarca.
Aksine kimse proveke etmedi, kendileri provoke ettiler. Kimse darbe yapmadı, aksine kendileri darbe yaptılar ve yanımdaki insanların yaralanmasına neden oldular. Ulus’taki 1. Meclis binasına ve ordan da Anitkabir’e yürüyüşü durdurmak için; Önce, Ankara dışından gelen otobüsleri durdurdular ve insanların Ankara’ya gelişini engellediler.
Ardından, Ankara’daki bizlerin, Ulus’a gelmemiz engellendi: Örneğin; Çankaya halkının Ulusa’a gelişini kolaylaştıran, Seyranbağları dolmuşlarını seferden kaldırdılar ve Ulus’un tüm cadde ve sokaklarını adeta majino hattı gibi ‘demir ve beton’ bariyelerle kestiler.
Yılmadık, akın-akın Ulus’a geldik. Bizleri heykelin önünde bekliyorlardı. 1. Meclis binasına girişimizi yasakladılar. Kararlığımızı, her zamanki gibi; biber gazı ve tazyikli sularla kırmaya çalıştılar; özellikle Atatürk heykeli, Akman bozacısı ve posta caddesindeki bizleri biber gazı bombalarıyla perişan ettiler. Ne biber gazı, ne tazikli su bizlerin tazyikine dayanamadı ve Anitkabire yürüyüşümüze izin vermek zorunda kaldılar.
Panzerlerini geri çekmediler, panzerlerin arasındaki dar yerden, panzerlere sürtüne-sürtüne geçmek mecbüriyetinde bıraktılar ve saatlerce ancak Anitkabir’e doğru yola çıkabildik. Anitkabire geldiğimizde, kuyruğun hala 1. Meclis’in önünde olduğunu telefonlardan öğrendik. Bu devasa bir halk hareketi idi. Cumhuriyet yürüyüşlerini ikiye katlayan, en az 1 milyon kişinin yürüyüşü idi. Bu insanlarımızın duyarsızlıklarının kırıldığı andı.
Anitkabir’deki büyük önder Atatürk’ün mozolesine ancak, 2 saatte uluşabildik. Saat 14’e gelmiş, insanlar hala Aslanlı yoldan ‘devasa bir ışık gibi’ akıyorlardı, Türkiye’mize çöken karanlığı aydınlatmak için…
Anitkabir girişinde beklerken, genç bir polis (ismi bende saklı) kardeşimle, insanlarımız konuşuyor. Biz de katıldık. Şu söyledikleri canımı çok acıttı; istiyorum ki birilerini düşündürsun: “Biber gazı sıkıyoruz, inkâr etmiyorum. Nasıl sıkmazsın, emir gelince uygulamak zorundayız, aksi taktirde, sürgün ediliyor veya açığa alınıyoruz. Eşim çalışmıyor, 2 çocuğuma kim bakar…”
Şunu bilsinler ki; Kurtuluş savaşıyla, tokat yiyen emperyal güçler ile onların işbirlikçi dinden geçinenler, intikamlarını alamıyacaklar, Atatürk’ün Anadolu insanı ve silah arkadaşlarıyla kurdukları 23 Ekim 1923 Cumhuriyet’in yıkıp, asla İslam Cumhuriyeti’ni kuramayacaklar.
Aristo, cumhuriyeti; "Tüm ulusun çıkarını gözeten halk idaresi" diye tanımlar. Montesquieu ise; cumhuriyet rejiminin üç ana kuvvet olan; yasama, yürütme ve yargı’dan oluştuğunu; bunların birbirine karşı bağımsız ve denetleme esasına göre işlediğini ve de başında seçimle gelmiş yöneticilerin olduğu siyasi rejim olarak ifade eder.
Kısacası; Ulusun, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı devlet biçimi.
Demokrasi da halkın egemenliği demektir. Halk(demos) ve egemenlik(kratos) sözcüklerini birleşiminden türemiş Latince sözcük olan demokrasi sözcüğü; sınıf ayrımını ortadan kaldırarak halkın yönetime katılması olarak tanımlanmaktadır.
Eğer, ‘halka çok şey veriyormuşları oynamak adına’ demokrasiyi salt seçenekler özgürlüğüne dönüştürür ve halka hiçbir şey vermezseniz, halkın seçme özgürlüğünü de kaldırırsınız. Bu da, demokrasiyi amaçların aracına dönüştürmek demektir ki, günümüz iktidarı bunu itiraf etmektedir.
Demokrasi ve Cumhuriyet sözcükleri tek başına bir anlam ifade ederler mı? Elbette ki ‘hayır!’. Bu anlamı yakalamanız için her ikisine de gereksiniminiz var. Özellikle, içinde demokrasi olmayan Cumhuriyet, Cumhuriyet değildir. Cumhuriyeti oluşturan 3 ana kuvvete evrensel işlerlik kazandırmak istiyorsanız, Cumhuriyet’e demokrasiyi kesinlikle katmanız gerekir.
Yani, Demokrasi ve Cumhuriyet birbirini tümleyen evrensel parçalardır. Bu parçaları eğer işletmez iseniz; Oligarşik sisteme, yani; siyasal gücün birkaç kişilik bir grubun elinde toplandığı yönetim biçimi, takım erkine-ki günümüz iktidarı budur- veya Monarşik sisteme, yani siyasi otoritenin genellikle miras yolu ile bir kişinin üzerinde toplandığı devlet düzeni veya rejim, tek erklik sisteme-ki başkanlık sistemiyle yapılmak istenen budur- ve sonunda Teokratik sisteme, yani: siyasi iktidarın, Tanrı'nın temsilcileri olduklarına inanılan din adamlarının elinde bulunduğu toplumsal, siyasi düzene, din erkine dönüşü yaşarız ki günümüz gidişi budur.
İşte büyük önder Atatürk ve silah arkadaşları Anadolu insanıyla, Osmanlı monarşizmine son vererek 29 Ekim 1923’te "Tüm ulusun çıkarını gözeten halk idaresi" olan Türkiye Cumhuriyet’i rejimini kurdu.
İşte bu Cumhuriyet’imizin 89.kuruluş yıldönümünü kutlayacağız. Daha net söylemle; ulus olarak, egemenliği elimizde tuttuğumuz ve bunu belirli süreler için seçtiğimiz milletvekilleri aracılığıyla kullandığımız yönetim biçimini kutlayacağız. Fakat egemenliğimizi emanet ettiğimiz vekiller, siyasi erke dönüştüğü noktada diyor ki; ‘ egemenliğini Kutlayamazsın!’. “Egemenliğin bizim gruba geçti, kullandırmam” demek olan bu yaklaşım oligarşizmin ta kendisidir.
Egemenliği ele geçiren siyasal erk, dahası takım erkinin başı, “sen ulus olarak kutlayamazsın, bu bir bölücülüktür, devletin resmi kutlamalarına katıl” diyor, Cuma namazı çıkışında. İyi de, aynı siyasal erk, devletin vesayet ve var olan durum anlayışını kıracağız, hatta kırdık demiyor muydu? Bu, korumanlık(Arapçası vesayet) ve var olan durum(Fr. Statüko) anlayışı değil de nedir?
Siyasal erk, dini her durumda siyasete alet ediyor, tıpkı demokrasiyi alet ettiği gibi. Biri, Cuma namazı çıkışı basın açıklaması yapar. En tepedeki, askerle kıldığı Cuma namazıyla manşetlere taşır kendisini… Dinimiz adeta bunların siyasi materyali…
Genellikle eleştirdiğim Turgut Özal asla bunu yapmazdı. Çünkü o gerçekten 4 eğilimi kurumsallaştırmaya çalışıyordu. Günümüz siyasal erki ise, 4 eğilimden dem vurmaktaysa da, uzaktan yakından ilgisi yok. Bence, dini seçim ve siyaset malzemesi yapan Menderes, Demirel, MC ve Erbakan’nın hükümetleri bunların esin kaynakları.
Cumhuriyet karşıtlığı, gizdeki vazgeçilmezleri.. "O cumhuriyet sayesindedir ki bayrağımız dalgalanıyor, minarelerden ezan eksik olmuyor ve hepimiz bu hürriyet havasını teneffüs edebiliyoruz. Allah cumhuriyeti kuranlardan razı olsun. Çoğu, tamamı aramızdan ayrıldı rahmetle anıyoruz"
Onayladığım bu sözler benim değil, önceki Milli Savunma Bakanı, Antalya Milletvekili sayın Vecdi Gönül’ün. Ben, 29 Ekim 2012 Pazartesi birinci meclisin olduğu Ulus’taydım; sizin de orda olması, beni gelecek adına umutlandırdı ve mutlandırdı.
Evet; Alanlardaydik ve alanlarda olacağız;
Yorumlar
Yorum Gönder