“DERELER KENTİ BAŞKENT” PROJELERİ VE CİDDİYET
Ankara’nın ‘Dereler Kenti’ olduğunu yazdım sürekli. Çünkü; Ankara çanağı dediğimiz sıhhiye’ye yıllar önce, Çankaya, Ayrancı ve Dikmen’in yeşil yamaçlarından dereler akardı; Kavaklıdere, Hoşdere, Bülbülderesi, İncesu, Bent deresi ve Dikmen Deresi… Cennettin izdüşümü izlenimi veren, gök gümüşi çizgiler halindeki tüm bu dereler yok edilerek kanalizasyonlara verildi. Korkum o ki, bir gün o dereler isyan edip, Ankara kentini Sıhhiye çanağına sürüklemesi.
Bunun ilk sinyalini verdi de;Biliyorsunuz; 22 Haziran 2012’de Ankara Metrosu inşası çalışmalarının yapıldığı İnönü Bulvarı’nda göçük meydana geldi. Göçüğe düşen Kadir Sevim adlı kişi yaşamını yitirdi.
Murat Karayalçın’dan bu yana metro’ya tek çivi çakamayan Ankara Büyükşehir bu görevini yakın zamanda merkezi yönetime devretmişti. İşin düşündürücü yanı; Melih Gökçek’in göçük sorumluluğunu; “Metronun Ulaştırma Bakanlığına devredildiğini bilmeyen bir tek deve kuşu kaldı…” diyerek üzerinden atan alaycı rahat tavrıdır. Anımsayın; üstün teknolojili araç olan ‘Köstebek’ ile bulvarların altında metro tünelleri açtığını övünçle Ankaralılara açıkladığını.
İlginç ve de daha da düşündürücü yanı Kadir Sevim’in cesedinin 1 km sürüklenmesi. Sürüklenmesine neden; metro yapımı esnasında Dikmen Deresi’nin direkt kanalizasyona bağlanmasıyla oluşan balçık.
Evet, Ankara’nın dereleri böylesine yok edildi. Bu derelerin birkaçı yerüstüne çıkarılabilir. Kavaklı Dere, Hoş Dere , Dikmen Deresi ve Bülbül Deresi 1970’lerin ortasına dek Sıhhiye’de birleşerek açık akardı. Süreç içinde kanalizasyona bağlanarak üzeri kapatıldı. Diyorum ki (bu da benim çılgın projem); motorlu araçların aktığı Çankaya’dan, Dikmen ve Ayrancı’dan ‘bu derelerin biri ‘akıtılamaz mı, dünyanın ilk kent içi şelaleleri gibi? Veya Sıhhiyeden, Hipodroma dek uzanan, üzerinden sandalların seyrettiği bir suyolu yapılamaz mı?
Bunu gerçekleştirmek için de; Londra’dan sonra dünyanın en eski ikinci metrosu olan İstanbul Taksim-Karaköy Tüneline (1875) benzer tüneller ‘Yap-İşlet’ yöntemiyle inşa edilerek ve de bunun yanı sıra ‘öteden beri önerdiğim’ “Telefirikllerle, Çankaya, Dikmen ve Ayracı trafiği azaltılabilir, kalan trafik de yan cadde ve sokaklara aktarılabilir.
Bu proj önerimi; bugün Ankara çayını, Kızılırmakla takviye edip Türizme kazandırmayı düşlemekten daha kolay bence. Ki doğru bir proje. Esin kaynağının da; Yalçın Bayer’in köşesinde 3 gün devam eden; ‘Depremler ve Dereler’ başlıklı yazım olduğunu düşünüyorum:
- http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/7943909.asp
- http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/7948236.asp
- http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/7952058.asp
Birincisi, böylesi proje yıllardır Ankara için yapılan savurganlığın yanında, en faydalı savurganlık olur. İkincisi, Göksü Parkı, Dısneyland , Demir kafes ,Gökkuşağı, Ulus meydanının yıkılmasından , Güven Parkına devasa dönme dolap, Mogan-Eymir Göllerinin 42 km’lik vadi kanal ile birleştirilmesi projelerinden çok fazla maliyeti olmaması gerekir. İlle de İstanbul için düşünülen ‘2. İstanbul Boğazı’ projesinden…
Vurgulamaya çalıştığım;Doğal yatakları yer altına itilmiş Ankara Derelerinin ortaya çıkarılmasıdır, Mogan ve Eymir Göllerinin birleştirilmesi gibi doğal göllerin yapaylaştırılması değil. Mogan ve Eymir gölleri zaten doğal kanallarla birbirini beslemektedir ve bu kanallar doğal işlevini yitirmiştir. Siz Mogan ve Eymir’ie doğal konumlarını kazandırmalısınız, aksine su eko sistemini bozacak yapay müdahalelerden kaçınmak zorundasınız. Mogan ve Eymir iki ayrı göl olarak daha varsıl bir doğa görselliği yaratmaktadır; bunu yok etmeye hakkımız yok.
Var olan ve düşünülen diğer projeleri ‘Ankara’nın proje ciddiyetini betimleyen’ kısa öyküleriyle sıralayalım: Kızılay merkez olmak üzere, Sıhhiye’den Kuğulu parka kadar olan alana (Atatürk Bulvarı) eski canlılığını kazandırıp hareketlilik getirmek için, maliyeti çok yüksek fibrobeton (Lif katkılı dış etkenlere dayanıklı beton) kullanılarak binaların dış cepheleri Osmanlı-Selçuklu yapı cephelerine dönüştürülmek istenmektedir. Gizdeki amaç bu. Yani, Cumhuriyet ‘in Başkentinin kimliğini değiştirmek. Kısacası; yapıların dış cephelerini de ideolojilerine eklemlendiriyorlar. İnsanı düşündüren taraf, bunun için örnek yapı olarak, aydınlanma mekânı Üniversitenin seçilmesi. Üstelik bu Üniversite mühendislik ve mimarlık eğitimi veren ‘’Gazi Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi’. Üzücü yanı, Üniversite rektörlüğünün buna izin vermesi.
Siz eğer, edilgenleşen ve önceki görkemli işlevini yitiren Kızılay ve Atatürk Bulvarına canlılık getirmek isteseydiniz, Sıhhiye’den Kuğulu Park arasındaki katlı kavşaklarla Atatürk Bulvarını otobana dönüştürmezdiniz. Ve Mithatpaşa ve Meşrutiyet caddesini yayalardan soyutlarcasına uzay ahtapotlarına benzeyen yaya üst geçitleriyle, Kızılay’ı bilim kurgu kenti ne benzetmezdiniz. Sokakları, kenti yaşanmaz kılan otopark mafyasına teslim etmezdiniz.
Çünkü; böylesi kent içi ulaşım politikası insanların Kızılay ve Atatürk Bulvarı’nda dolaşımını zorlaştırmış ve kent merkezi dışındaki AVM’lere itmiştir. Bugün Kızılay ve çevresinde, kent dışındaki AVM’lere bedava insan taşıyan servisler yaygınlaştırıldı. Bundandır ki, yıllardır bekledikten sonra açılan Kızılay AVM yeterince ilgiyi görmemektedir. Kızılayın simgesi gökdelen atıl bekletilmektedir. Büyük oranda kamu kurumlarının da kent dışına taşınması, Kızılay ve Atatürk Bulvarı’nı daha da yoksullaştırmıştır. Siz bu süreci; yapılardaki dış cepheleri Osmanlı-Selçuklu dış cephelerine dönüştürerek durduramazsınız. Bu kent belleğini silerek Cumhuriyet Ankara’sını yok etmektir.
Kızılay ve çevresinin yok olan kimliğini kazandırmak, hareketlilik getirmek isteyen ve bu nedenle SSK İş hanının bulunduğu alanı projelendirmeye çalışan Çankaya Belediyesi Büyükşehir Belediyesi tarafından engellenmiştir.
Dısneyland projesini yaşama geçirmek istenmesinin yanında Jurassic park’a dönüştürdüğü 1. Derece Sit alanı Güven Parkı’ndaki Cumhuriyet simgesi ‘Güven Anıtı’nı yıkıp yerine150 metreye yakın devasa bir dönme dolap düşünülmektedir. Ayrıca kentin her tarafına Osmanlı-Selçuklu mimari tarzda dev saat kuleleri gündemde. Bilmem Atatürk Orman Çiftliği saldırılarını anlatmaya gerek var mı?
Kızılay’da gerçekleştiremediği meydanı inşa etmek için, kazma vurduğunuz yerde antik tarihin fışkırdığı Ulus’ta günümüze dek gelmiş tarihi yapılar yok edilecektir. Milli Kütüphane’nin karşısındaki ‘Gökkuşağı ’ ve sonunda yıkılmak zorunda kalınan ve halkın ulusal servetini milyon dolar zarara uğratan Eskişehir yolu üzerindeki devasa demir yığını ile, Gölbaşı girişinde ormanlık alan yok edilerek yolun soluna inşa edilen gizemli yapı grupları kentin ve kentlinin parasını keyfi harcayan ‘kentleşmeden ve kent biliminden soyut‘ ucube projelerdir.
Bunun yanı sıra; Maltepe Pazarı zorla boşaltılarak yerine 15 milyon dolar yatırımla hizmete açılan (2008) Maltepe Alışveriş Merkezi (AVM), ünlü markaların müşteri azlığı gerekçesiyle taşınmasının ardından semt pazarı olarak hizmet vermeye başladı. Ardından branda çatısı çökerek büyük felaket müşteri olmamasından dolayı yaşanmamıştır. Benzer plansız yaklaşımla, Cebeci Stadyumu’na da AVM ve Rezidans düşünmektedir.
Dikmen’de heyelana açık eğimli yer altı sularının olduğu alanlardan Akpınar mahallesinde yüksek yapılar kaymaya başlamıştır. Buna neden; zemin özellikleri dikkate alınmaksızın yapılaşmaya yönelik planların Büyükşehir Belediyesince onaylanmasıdır. Hala; Büyükşehir Belediyesi, planlama ve altyapı yetkisine sahip olmasına karşın, yetkinin ve sorumluluğun Çankaya belediyesinde olduğunu savlaması düşündürücüdür. Yani, Büyükşehir imar planlarını onaylamasına karşın, hiç çekinmeden bölgeyi Çankaya belediyesinin imara açtığı ve yüksek yapılara izin verdiği söylenebilmektedir. Biliyoruz ki, Büyükşehir bu bölge için kentsel dönüşüm başlatmış idi, fakat arsa sahipleri ve yapsatçıların baskısıyla bu süreç durdurulmuştur. Böylesi bölgelerde kesin parsel bazında zemin etüdü zorunluluğu getirilmeden yüksek yapılaşmalara izin verilmemelidir.
Karakusunlar’daki Çankaya Belediyesi’ne ait parkların Meclis’te alınan ‘Bölge Parkı’ kararıyla Büyükşehir Belediyesi sorumluluğuna devredilmesi ve bu alanların imara açılması, Çankaya Belediyesi’nin hizmetlerini baltalamak değil de nedir.
Ankara Büyükşehir Belediyesi ‘ithal ağaç için’ göstermelik bir halk oylaması düşünüyor(25 Haziran 2012). Amaç, yıllardır ithal etiği ağaçların yanlışlığına halkı ortak edebilmek ve Ankaralı istedi demek için-ki gecekondu bölgelerinden otobüslerle taşıyacağı insanlarla bu oylamayı gerçekleştirecektir–
Burada şu önemli sorular akla geliyor; “Ülkemin 20.7 milyon hektarlık orman alanında ağaç yok mu da ithal ediliyor? Bu ithal ağaçları kim ithal ediyor ve bugüne dek ithal edilen ağaçların bakımını üstlenen ve yağmurlu gün sulama yapan şirket kimin?”
‘Ankara Shopping Fest’, Türkçesi ‘Ankara Alışveriş Etkinliği’ başlatıldı. Bu proje; tek kelimeyle Başkent’e yakışmayan, son derece arabesk ve de Arap kültürüne öykünerek gerçekleştirilmiş bir organizasyon. Uygar kent kültüründen soyut, kenti yaşanmaz kılan bir etkinlikle sıradan bir semt pazarını andıran organize kalabalıklar oluşturuluyor.
Gölbaşı’ndaki Mogan ve ODTÜ alanı içinde Eymir gibi doğal göller varken, Melih Gökçek, kente gereksiz özdeksel yük getiren Göksü yapay golü inşa ettirdi. Bugün Göksü parkı; kirlilikten geçilmiyor. Ve şimdi Melih bey Eymir Gölünün bakımsızlığından şikayet ederek orayı ele geçirmek için halk oylaması yapacağını söylüyor.
Melih Gökçek bey; Ankara’nın iki doğal gölü 42 km’lik vadi kanalla şeklinde birbirine bağlamayı tasarlamaktadır. Böylesi bir proje her iki gölün doğal görünümünü ve su eko sistemini resmen yok edecektir.
Mogan ve Eymir gölleri; akarsuyun taşıdığı kum, kil ve çakıl ile kendi önünü kapatarak ‘tektonik hareketlerin oluşturduğu’ çukurlarda birikmesiyle oluşan (Alüvyal set gölü) göllerdir; tıpkı Bafa, Köyceğiz ve Uzun göller gibi. Her ikisi de birbirine tektonik hareketlerle oluşan kanallarla bağlı. Bu kanallar tıkanarak süreç içinde her iki göl sığlaşarak küçülmeye başlamış. Eğer Göksü’ye yapılan harcamalar bu iki gölün kurtarılması için yapılsa, bu kuş cenneti iki göl dünyanın en güzel ve de ilginç nefes alma odağına dönüştürülebilirdi. Bu iki göl motorlu araçlara kapatılarak, bisiklet ve atlı arabalara açılmalıdır; su eko sistemlerini ve doğal görünümlerini bozmamak için.
Kent içi ulaşım politikalarıyla örtüşmeyen, salt araçları bir noktadan bir sonraki noktaya zıplatan ‘Katlı Kavşaklar’ ve alt geçitler, bugün kentlerin ulaşımını adeta zorlaştırmış durumda. Bir katlı kavşak, ikincisini, ikincisi üçüncüsünü gerektiriyor, tıpkı boğaz köprüleri gibi. Mühendislik disiplininden yoksun inşa edilen bu Katlı kavşaklar ve alt geçitlerde; alt yapı yetersizliği nedeniyle yağmurlarda su birikmesi nedeniyle dalgıçlı kurtarıma süreçlerinin yaşandığı bir gerçektir.
Bilindiği gibi, toplu taşıma araçları için kentin ana caddelerinde ayrılmış olan ve kent içi trafiğinden daha hızlı akan bağımsız yol işlevindeki ‘Tahsisli yol’; sol belediyecilik zamanında, yani Ankara Belediye Başkanı Ali Dinçer döneminde (1978-1980) Dikimevi-Beşevler arasında yapıldı ve yıllarca kentin yükünü taşıdı. İstanbul büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, bu projeyi esas alıp günümüz ulaşım teknolojisinden faydalanarak ‘İstanbul trafiğine büyük soluk aldıran Metrobüs hattı inşa etmeye başladı.
Bu proje, mühendislik ve kent bilimi isteyen ulaşım politikaları bütününde yaşam bulur. Fakat, Ankara Büyükşehir Belediye başkanı, mühendislik bilimi ve disipilinin ölçütlerini hiç dikkate almaksızın, asfalta çizdirdiği şeritlere körüklü otobüsleri koydurtarak, kimsenin akınla gelmeyecek bir kent ulaşım politikaları ucubeliğini (Körbüs) gerçekleştirdi. Bu proje, kent ve kentli için hiç proje üretememenin bir göstergesidir bana göre. Evet, bu uygulama; hizmet ve yatırımları kentlinin gereksinimlerine ve önceliklerine göre saptayan ulaşım politikası (program, plan ve projeye dayalı) demek olan ’yerindelik’ ilkesinin karşıtı ‘yerindesizliğin’ ta kendisidir. Bu anlayışı, günümüz Ankara Belediyecilik anlayışına sokan kişidir Melih Gökçek.
Kendi ideolojik gettolarını oluştururcasına, Sincan, YeniKent, Etimesğut ve Keçiören’e hizmet yağdıran anlayış, nedense Ayrancı, Çankaya ve Dikmen, hatta Kızılay bölgeleri için işletilmemektedir. Sincan, Keçiören, Etimesğut ve Yeni kent yollarının ve Belediye otobüslerinin son derece yeni olmasına karşın, Çankaya, Ayrancı, Esat, Dikmen otobüsleri hem az hem de eski, yollar ise adeta köstebek yuvası. Büyükşehir Belediyesi Ulaştırma Koordinasyon Merkezi’nin (UKOME) aldığı kararla; Çankaya Dikmen Bölgesi sakinlerinin kullandığı 140, 155 ve 201 numaralı otobüsleri servisten kaldırılması her şeyi anlatıyor bence. Kentsel Dönüşüm Projeleri, çağcıl kentleşme siyasalarından uzak, Kentsel Paylaşım Projeleri izlenimi vermektedir. Büyük bir çoğunluğu yoksul ve dar gelirli olan ‘Ankara’nın ilk gecekondu bölgesi ’ Hıdırlıktepe-Atifbey semtleri, en büyük kentsel dönüşüm alanı olmasına karşın bu bölge insanının resmen evsizleştirmektedir, çünkü buralarda, ‘al kap-yap sat’ işlevi üstlenen TOKİ’ye alan açan ve de gecekondu sakinleri için kaç konut yapılacağı belli olmayan bir proje anlayışı uygulanmaktadır.
İktidarın yapsat şirketi TOKİ’nin, 8140 konut projesinin, ancak 7 yılda 3400’ünü bitirebildiği için ‘Kuzey Ankara Kentsel Dönüşüm Projeleri’ ile halk mağdur edildi. Öyle ki; hak sahiplerinin ‘Kuzey Ankara Kentsel Dönüşüm Projesi Mağdurları Derneği’ adı altında bir dernek kurmak zorunda kaldı. Ve en önemlisi; Kuzey Ankara Projesi’nden çok önce gündeme gelmiş olan Doğukent Projesi ötelendi.
Görüntü kirliliği yaratan gecekondu kuşakları kaldırıldı kaldırılmasına, fakat bu sefer, kirliliğin yerini beton kirliliği yaratan rant kuşakları aldı. Bu rant kuşağı, Ankara çanağındaki hava akışını engelliyerek, bedava dağıtılan kalitesiz kömürlerin yarattığı hava kirlilğini Ankara çanağına çökertmiştir. Kısacası, Ankara her geçen gün, kömür katkılı TOKİ sayesinde zehir solumaya başlamıştır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Atatürk’ün istemiyle Herman Jansen’in belirlediği iki aks planı(Cebeci-Bahçelievler ve Kavaklıdere- Dışkapı aksları) doğrultusunda yayılmayı öngörüyordu. Ankara Kent planlaması siyasi ve ekonomik rant bütününde keyfi imar anlayışlarıyla belirlenerek ‘özellikle’ 1994 sonrası bozulmada İstanbul ile yarışır oldu.
1990’lara dek Ankara’ kent yaşamının kolay olduğunu söylerdik, salt karda ve yağmurda değil şimdilerde Ankara’da da 4 mevsimi yaşamak, tıpkı İstanbul’daki gibi zor.
Ankara’nın evrensel simgesi ‘Hitit Güneşi’, ısrarla ‘anlamsız olmanın ötesinde’ komik simgeye bıraktı. Yeşil alanlar, imar planları dikkate alınmaksızın kullanılır oldu. İlkin, Atatürk Orman Çiftliği’ne saldırıldı:
Cumhuriyetin Atatürk’e teşekkür armağanı olan, tamamen sazlık ve bataklık 52 bin dekarlık bu alanı Atatürk iyileştirmeye alarak, Ankara bozkırının insanlarına için adeta tarımsal ‘hatta endüstriyel’ eğitim odağı oluşturdu. Bu bataklığı; hayvancılığa, bahçeciliğe, fidan üretimine ve bağcılığa uygun duruma getirdi. Tarımsal amaçlı endüstri tesisleri, örneğin bira fabrikası kurdurdu. En önemlisi, muhteşem bir doğa oluşturarak, Ankara’nın gelecekteki nefes alma odağı yarattı.
İlk adı “Gazi Orman Çiftliği” iken 1 Nisan 1950’de kanunla, “Atatürk Orman Çiftliği” adını alan bu doğa harikasını büyük önder 1937’de hazineye bağışladı, bira fabrikasını da Tekel'e verdi. Çiftliğin yönetimi “Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu”na devredildi (13 Ocak 1938), 1950’de de Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı'na bağlanarak tüzelkişiliği olan bir kuruma dönüştü.
Ve ardından yağma dönemi başladı. Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu'na, Çimento Fabrikası, kömür depoları, trafolar, süt, şarap ve meyve suyu üretim tesislerine, spor tesisleriyle konut kooperatiflerine, meyve-sebze haline, üniversitelere, Ankaray depolarına, Şehirlerarası Otobüs Terminali'ne, Ordu Evi'ne ve çeşitli turistik tesislere ya parça parça tahsis edilerek ya da bölünüp satılarak denebilir ki devlet eliyle yağmalandı (Oktay Ekinci)
2002’den sonra, A.O.Ç’nin yüreğine Başbakanlık konutu konuşlandırdı; zaman kaybetmeksizin otoban geçirildi. Otobanın açılışı; adeta, ben senin ‘Kurtuluş Destanının içinden yol geçiririm dercesine, 30 Ağustos Zafer Bayramında yapıldı. Başbakanlık konutunu da, Atatürk ve Kurtuluş savaşı’na göndermelere yapmak için yine bir 30 Ağustos’ta yaparlar ise şaşırmayacağım.
Sonrasında, 10 yıldırı oısrarla direttikleri;ODTÜ arazisi içinden yol geçireceklerini tekrar söylemeye başladılar.
Evet; Katlı kavşak; kentiçi ulaşım politikalarındaki yanlışlıklarıyla; ODTÜ ve Atatürk Orman Çiftliği’ne saldırmayı sürdürüyor. Doğrusu; Ankara’nın, ekosistemini bozarak, ekolojisi, ideolojileri adına yok edilmek istenmektedir, adeta intikam alırcasına.
Özellikle ODTÜ ile fazlasıyla hedef haline getirilmiştir. Biliyorsunuz yakın zamanda, Ankara Büyükşehir Belediyesi ile, Kızılırmak suyu tartışmasında, katlı kavşak ODTÜ’nün 50 yıllık yerleşkesindeki yapıların kaçak olduğunu söyliyerek yıkmak istemiş, idare mahkemesi izin vermeyince, ODÜ’den yol geçirme izni verin, davayı bırakayım tehdidinde bulunmuştu.
Halbuki ODTÜ yönetimi; 1993-94 yıllarında onaylarak kendi İmar Planı’nda yer verdiği ‘doğu aksından geçecek “iç çevre yolu” olan ‘Anadolu Bulvarı’na 1990’da evet diyerek ‘Ankara Nazım İmar Planı’nda yer almasına izin vermişti. Öyle ki; Ankara Nazım Planı 2023”de yer alan söz konusu yolun statüsü, alınmış olan sit alanı kararı nedeniyle, Anadolu Bulvarı’nın devamı olan ve “Ankara Nazım Planı 2023”de yer alan söz konusu yolun statüsü “Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu” ve “Ankara Tabiat Varlıklarını Koruma Komisyonu”nun görüşlerine ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın onayına tabidir.
Çünkü; “Ankara Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu”, 1995 yılında ODTÜ arazisinin bir bölümünü doğal ve arkeolojik sit alanı olarak belirlemiştir. Ankara BŞB bu sefer; 2007’de “Ankara Nazım Planı 2023” önerisine eklediği ODTÜ kampüsünü doğu batı yönünde ikiye bölen kestirme yol isteminde bulundu. Bunun üzerine ODTÜ; 2007’de iptal davası açmıştır. Dava ilk önce bölge mahkemesinde ve Ankara BŞB’nin mahkeme kararını temyiz etmesi üzerine de Danıştay’da ODTÜ lehine sonuçlanmış ve Kampusu ikiye bölecek olan bu ikinci yol önerisi iptal edilmiştir.
İnatla bu hemzemin yolu geçirmek isteyen Ankara BŞB 2008’de aldığı kararla, 1994’te kabul edilmiş olan ‘ODTÜ İmar Planı’ yerine ‘Koruma Amaçlı İmar Planı’ hazırlanmasını talep etmiştir. Bunun üzerine ODTÜ, başta TMMOB olmak üzere konuyu ilgili kurum/kuruluş temsilcileri ile tartışmış ve 1/1000 ve 1/5000 ölçekli ‘Koruma Amaçlı İmar Planı’ hazırlayıp, öneri Üniversite Yönetim Kurulu tarafından benimsendikten sonra onay için Çevre ve Şehircilik Bakanlığına sunulmuştur.
Artık söz konusu yolun ODTÜ arazisi içindeki kısmı ile ilgili izin süreci ancak ‘ODTÜ Koruma Amaçlı İmar Planı’ onaylandıktan sonra gündeme gelebilecektir. Ayrıca soruna çözüm getirmek adına; ODTÜ’nün iptal ettirdiği hemzemin yola (Ve Ankara Bulvarının devamına), ‘kentin ulaşım sorununa uzun vadeli çözüm olmayacağını da vurguluyarak ‘ yüzeyde herhangi bir kazı yapılmadan inşa edilecek bir tünel olması koşuluyla ‘bir çatışmanın önünün açmamak için ’ planda yer vermiştir.
Fakat katlı kavşak, bunda ısrarcı olmuş ve hemzemin yol ODTÜ’den geçirmek için yerel ve merkezi güçleri kullanarak çatışmanın zeminini hazırlamaktadır.
Kısacası, Ankara’nın A.O.Ç ve ODTÜ ormanlık alanları yok edilme sürecine sokuldu. Binlerce ağaçlar kör baltalarla katledildi, katledilecek. Kalanları da motorlu araçlar yok edecek. Çünkü; bilindiği gibi atmosfer kirliliğinin % 60’ını meydana getiren benzinli ve dizel motorlu araçlardan çıkan egzoz gazları, atmosfere pek çok zararlı gaz ve parçacık halinde madde bırakmaktadır. Bunların başında ise Kurşun (Pb), Nikel (Ni), Civa (Hg) ve Kadmiyum (Cd) gelmektedir. Süreç içinden bu materyallerin A.O.Ç ve ODTÜ ormanlık alanlarını yok edeceği nasıl düşünülmez
Ve hiç çekinmezden; “Sıfırdan kurulan bir şehir olarak Ankara için düzgün planlar yapılmış olsaydı (anlayın Atatürk dönemini eleştirildiğini), bu planlara uyulmuş olsaydı, Ankara bugün dünyada örnek başkent olacaktı, Ama biz asla umutsuz değiliz. Şehirlerimizin çehrelerini değiştirdik..”
Evet, Ankara’nın çehresini değiştirdiler, TOKİ çok katlılarıyla ve katlı kavşaklarla ve de nefes alma odaklarını yok ederek; betonlaştırdılar. Onlar faşizmin rengi gri’nin dostları, özgürlüğün simgesi renklerin dansı gökkuşaklarının düşmanı. Öyle ki, gökkuşağı renkleriyle boyanan merdivenleri, ‘tıpkı A.O,Ç’deki ağaçları gecenin bir vaktinde kestikleri gibi’ gecenin bir vaktinde griye boyadılar.
Yetmedi ki; kamu yararı ötelenerek, salt seçkinlere ve de seçilmişlerin kullanımına açmak adına; AOÇ halkın ulaşamadığı bir alan haline getirilmeye çalışılmaktadır. Evet, Ankara 1 nolu Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu, AOÇ’de ‘1. Derecede Doğal ve Tarihi SİT Alanı’ şerhini kaldırarak ‘Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı’ olarak tesciline karar verdi. Amaç; AOÇ’de, mülkiyeti Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri A.Ş’ye ait arazi üzerinde, TBMM Eğitim, Arşiv ve Kongre Merkezi yapmak.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma (TVK) Genel Müdürlüğü diyor ki(Ocak 2013): “AOÇ’de yer alan parsellerin üzerinde yapıların bulunması, bitki dokusunun insan eliyle oluşturulan yapay bir çevre olması nedeniyle “1. Derecede Doğal ve Tarihi SİT Alanı” özelliği taşımamaktadır. Bu nedenle SİT şerhi kaldırılarak, parselin ‘Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı’ olarak tescili için Bakanlık onayına sunulmuştur.”
Anlaşıldığı gibi; TOK’nin eski başkanı, şimdinin Çevre ve Şehircilik Bakanı kendisine bağlı TVK’ya, yeni bir SİT kriteri bulgulattırarak, ‘ulusal değerler bütünündeki Tarihi ve Doğal değerlere’ yeni bir saldırı süreci başlatmıştır.
Katlı kavşak ‘kent saldırganı’ da devrede. AOÇ’de “Hayvanat Bahçesi ve Temapark” projeleri varmış. Bunları uygulayabilmesi için Kültür Bakanlığı tarafından, 1. Derece Tarihi ve Doğal SİT alanı olan AOÇ’nin satatüsü değiştirilerek, 1.sınıftan 3. Sınıfa düşürüldüğü söylenmektedir. Öyle ki; bunu gerçekleştiren Turizm Bakanlığına bağlı Tabiat Varlıkları Kurulu üyelerinin, ABD’nin Orlando kentinde yapılacak olan (19 Ocak 2013) bir haftalık mesleki tetkik gezisine katıldığı ve gezi masraflarının Ankara Büyükşehir yönetimince ödendiği savlanmaktadır.
Kısacası, merkezi ve yerel yönetim AOÇ ile ilgili keyfi kararlar alabilmektedir.
“Asıl amaç; Atatürk felsefesi ve kurumlarını yok etmek” diyenlere hak vermemek olası mı?Bitmedi;
DDY arazisine Cami inşa ediliyor, Ankara Ticaret Odası (ATO)’nın bulunduğu alan rant adına büyütülüyor, yani mühendislik, mimarlık ve kent planlaması biliminden soyut imar planları hazırlanıyor. İşin üzücü yanı; v.b durumlar için ideolojik bir belediye bütçesi hazırlanarak, bu bütçeyi oy aldıkları alanlara kaydırması.
Düşündürücü boyut ise; başkenti yaşanılır olmaktan çıkaran böylesi bir belediye hizmetlerinin, nasıl ve kimler tarafından organize edildiği bilinmeyen; Dubai’deki Al Ain şehrindeki “LivCom Uluslar arası Yaşanabilir Toplumlar Ödül Yarışması”nda “Ankara’ya BM’den onaylı En Yaşanabilir Kent Ödülü” almasıdır. Daha da düşündürücü olanı; Büyükşehir Belediyesi’nin Liv Com isimli organizasyona sponsor olduğu savıdır.
Ve, kent bilinci ve kültüründen yoksun birileri çıkıp; “Ankara için her şeyi yaptı, bir Okyanus getirmediği kaldı; koca İzmir’de 3 AVM var, duramadım Ankara’ya döndüm, İzmir hakkından ancak Gökçek gelir; işte Ankara, işte örnek belediyecilik” içeriğinde twit’ler atabiliyorsa işimiz çok zor…
Zor, çünkü; bilinçsizlik ve soyutluktur Ankara’yı her seçimde katlı kavşak anlayışına teslim eden.
Soruyorum; Dünyadaki tüm başkentler, uluslar arası fuar merkezi iken başkentimiz adeta katlı kavşakların ve AVM’lerin merkezi haline getirildi. Ankara’nın her yanları beton kokmaya başladı. Atatürk Kültür Merkezi’ne neden bu bağlamda uluslar arası boyut kazandırılmaz ki?
Doğal sit alanları; ODTÜ ve Atatürk Orman Çiftliği’ni yok edenler, niçin Ankara bozkırını yeşillendirmiyor; tarım başkenti haline getirmiyor?
Yukarıda belirttiğim gibi, Ankar ULUS’un kazma vurduğunuz yerinden fışkıran antik tarih ve de var olan antik roma yapıları(Augustus tapınağı, Roma hamamları) ve Osmanlı Selçuklu yapıları ve Eski Ankara evleri niçin uluslar arası düzeyede tanıtılmaz ki?!
En önemlisi; tekrar ediyorum, neden Ankara derelerinin birkaçı günyüzüne çıkarılmaz ki?Ankara’m;
Nice uygarlıkları konuk eden
ve hala Yüreğinde saklayan,
Boz bulanık bozkırım.
Ankara’m;
Kuva-ı Milliyecilerin, Seğmenlerin Kızıl Yokuşu,
Ulusal Kurtuluş Savaşımın destansı düzlemi,
Boz bulanık bozkırım.
Ankara’m;
Atatürk ve Anadolu insanının odağı,
Timurların, Yıldırımların otağı,
Boz bulanık bozkırım.
Ankara’m;
Devasa ormanların ve akan derelerin,
Cennet esintisi,
Boz bulanık bozkırım.
Ankara’m;
Uygarlığın başlangıcı,
Cumhuriyet’imizin ve zaferin Başkenti,
Boz bulanık bozkırım.
Ankara’m;
Keçiören’im, Çankaya’m, Ayrancı’m, Dikmenim
Ve bağlarım.
Boz bulanık bozkırım.
Ankara’m;
Ulusum,
Kalem, Hacı Bayramım, Hacettepe’m, Anafartalar’ım,
Boz bulanık bozkırım.
Ankara’m;
Ulusum,
Atatürk’üm,TBMM’im
Boz bulanık bozkırım.
Ankara’m;
Kızılayım,
Yüksel caddem, Karanfil ve Konur sokağım,
Boz bulanık bozkırım,
Ankara’m;
Kızılayım,
Sakarya’m, Gökdelenim, Güven Park’ım
Boz bulanık bozkırım.
Ankara’m;
Çankaya’m,
Atatürk Bulvarım, Kuğulu park’ım
Boz bulanık bozkırım.
Ankara’m,
Bozkırım,
Aydınlığımsın, umudumsun,
Asla boz bulanık bozkırım olmayacaksın.
http://blog.milliyet.com.tr/ankara-derelerini-yeryuzune-cikarmak/Blog/?BlogNo=395079
TEKNOPOLİTİKALAR PLATFORMU
evesbere@mynet.com
GSM:0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder