KURBAN BAYRAMI SEVİNCİ VE PUKİYA İLE MURU3Xİ ÜZÜNTÜSÜ
14 Ekim 2013
Öncelikle; nice nitel bayramlar dileğiyle herkesin kurban bayramını kutluyorum:
Köy kökenliyim. 7 yaşına dek, Artvin-Arhavi. Derecek (Sidere) köyünde büyüdüm. İlk okula, köyüm Sidere’de (Derecik) başladım. Öğretmenim, dahası o zamanki söylemle Muallim’im, Lütfü Bayramın amca idi. Aslında kendisi eğitmendi (Okuma yazma bilen ve Öğretmen açığını kapatmak için görevlendirilen). Eski adı Sider olan Derecik köyü, Arhavi’nin en büyük köyü idi ve çevre köylerden de öğrenci geldiği için, Eğitmenle birlikte öğretmen kadrosu zengindi. Fehmi Kepenek, Miktat Genç ve Alaattin(?) okulumuzun muallimleri idi.
Çok fiyakalı deri çantam vardı. Amcam Şefik Çorbacıoğlu Avukat olduğunda, son kullandığı çantasını, sevgili babaannem Asiye Çorbacıoğlu okula getirmiş, vermişti bana. Herkesin, bezden heybe çantaları varken, benim çift gözlü deri çantam olmuştu. Çanta’nın içinden çıkan, silgi ve kurşun kalemler beni sevindirmişti, fakat bu buruk bir sevinçti.
Hala o buruk sevinci yaşarım. Neden buruk sevinç? Çünkü, oderi çanta sonrası üzülmüştüm, niçin diğerlerinde yok diye. Sonrasında da onlarda olmadığı için utanmış ve tekrar eski kara önlük(okul forması)bezinden yapılmış, omuza asılan bez heybe çanta-ki Lazca Çança derdik- ile okula gitmeye başlamıştım. Okula gitmelerim uzun sürmedi; ilk sömestrin yarısında hastalanmış ve o yıl hiç okula gidememiştim. Ertesi yıl da Samsun’a göçmüştük.
Sevgili babaanem Asiye Çorbacıoğlu’nun bizleri kışın omuzunda odun ile okula götürmesinin de anılarımdaki yeri günümüz bağlamında çok anlamlıydı. Babaannem; yol boyunca sürekli ‘Berepe çkimi, Lazuri moiparamitomtn Türküli iparamıtit, Jandarmak mendegorenan (Çocuklarım sakın Lazca konuşmayın, Türkçe konuşun, Jandarma alır sizi götürür). Bu 1958’li yıllar benim, aynı zamanda Türkçe konuşmaya, dahası öğrenmeye başladığımın miladi idi.
Unutamadığım köy günlerimim en başında Kurban bayramı günleri gelir. Kurban bayramının hazırlıkları Arife günü yapılır, bayramlık elbiseler, ayakkabılarla (kara lastik) birlikte kurbanlık da hazırlanırdı. Bilmem, belki de kurbanlığı ahırda tutmamayı uygun gördükleri için, sabahın erken saatinde, Dut ağacına bağlı öküz veya inek karşılardı bizi, avluda.
Kurbanlık büyük baş ise kiler olarak kullanılan Serentinin ayaklarına, yani kolon şeklindeki silindirik ayaklarına bağlamazlardı, çünkü her an Serenti’yi yıkabileceği düşünülürdü. Önünde ot, ardında, tezek olurdu ve sürekli ‘adeta bir şeyler hissedercesine’ bağırırdı. Kurbanlığın bağırmalarına (Bagen dediğimiz üstü hayvan yemlerinin, altı hayvan barınağı ahırının bulunduğu yerden de) Pukiya (temiz) ve Muru3xi (yıldız) karşılık verirdi.
Kurban ritüelini bize asla izlettirmezlerdi ve mahalleye bayramlaşmaya gönderirlerdi. Mahalle dediğimiz akrabalarımızın 100 ile 500 metre arasındaki mesafelerde konuşlanmış evleri idi.
Her kurban sabahı, bir travmadır yaşardım. Evet; bembeyaz Pukiya’yi ve Kıpkırmızı Muru3xi’yi de kesecekler korkusuyla yataktan fırlar, avluya koşardım; dut ağacına onların birinin bağlı olmadığını görünce sevinirdim.
Ramazan bayramları yanımızda makara ipliği, Kurban bayramında da, fındık dallarından kesip yaptığımız daldan kanca taşırdık.
Makara ipliğine el öpmelerden topladığımız, delikli 1 kuruş ve 2,5 kuruşları dizerdik. Ben ve sevgili kuzenim Çinka Sevim 5, 10, 25 kuruşları asla almazdık, çünkü onlar deliksiz olduğu için ipe dizemezdik. Diğer kuzenim Mehmet, çek yazsalar dahi kabul ederdi. (doğru o zaman çek yoktu), çünkü bizden hayli büyük ve uyanıktı.
Kurban bayramı aracımız ise, et toplama aracı fındık dalından kancaydı. Lazca adı keti idi. Daha doğrusu, fındık dallarını yere eğen ve fındık toplamamızı sağlayan, Kokari’nin küçüğü idi. Kokarı genellikle, Kızıl ağaçtan alınan çatal şeklinde birleşik iki daldan bir tanesinin birleşim yerine yakın yerden kesilmesiyle elde edilen ahşap kanca idi. Bizim elimizdeki de bunun mimimalize edilmişi idi. Ve ben buna “kokaristeyi keti (Kanca gibi çubuk)’ derdim (aslında bu yazıda uydurdum, onun kesin bir adı vardır).
İşte bu Kokaristeyi keti’nin uzun tarafına ‘küçük parçalar halinde bize verilen’ kurban etlerini (Xorçileri) dizerdik (Bo3/çonamtit), tıpkı olta ile, yani Lazcası ‘On3aponi’ ile tutulan Alabalıkların dizilmesi gibi.
Ve sabahın erken saatlerinde, ‘kokariler elimizde, kara lastikler ayağımızda, biz giderdik kurban etine’. Yolda bize gelen kuzenlere rastlardık, ellerinde kısmen et olan kokarilerle, çünkü onlar bizden önce mahalleyi dolaşırlardı.
Lütfişi, Gurculişi, Reşadişi, Tahsinişi, Hikmetişi, Nüsretişi, Ziyaşi, Nurişi, Maksudişi, Muhammedişi, Gerdanişi, Esmeşi, Saidişi; kısacası tüm akraba evlerini dolaşırdık. Bazı kurbanlarını başında kedi ciğer bekler gibi beklediğimiz olurdu, çünkü kurban kesici çok yavaş olduğu için kesim bitmemiş, bazılarında da dağıtım bitmemiş olurdu..
Eve yorgun ve bitkin, üstümüz et kokar vaziyette gelirdik. Üstümüzü değiştirirler ve sevgili babannemiz getirdiğimiz etlerden yaptığı kavurmaya mısır ekmeğini bandıra-bandıra doyasıya yerdik.
Kurban eti topladıktan sonra, kurban kesmiş kadar sevinirdim sevinmesine de, bir dahaki kurban bayramı aklıma düşer ve sıranın Pukiya ve Muru3xi gelir düşüncelerine kapılırdım.
Nice nitel bayramlara.
http://emlakansiklopedisi.com/wiki/geleneksel-karadeniz-evleri
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
GÜLDÜŞÜN ÇORBASI
evesbere@mynet.com
GSM: 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder