MUHTEŞEM YÜZYILI; KANUNİ, HÜRREM, SARHOŞ SELİM VE İKBAL BİTİ BAŞBAKAN RÜSTEM BİTİRMİŞ.
Dikkat uzun yazı!!!! ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisinde; Kanuni’nin kanunsuzluklarını, Hürrem’in hileleri ve entrikaların efendisi ikbal biti başbakan Rüstem’in yolsuzluklarını izledik ve Sonunda Muhteşem Yüzyılı bitirdik.
Gördük ki, Osmanlının Muhteşem Yüzyılını; Kanuni, Hürrem, Sarhoş Selim ve ikbal biti Başbakan Rüstem bitirmiş. Evet; Fatih’ten bu yana işlenen evlat ve kardeş cinayetleri, yolsuzluklar ve saray entrikaları ile Osmanlı imparatorluğu bitirilerek Anadolu’ya indirgendi. Ki, Atatürk olmasa Anadolu’da gidecek ve tümüyle tarihten silinecektik.
Bu katliamlar ve yolsuzluklar yaşanmasaydı ve de sarhoş Selim tahta çıkmasaydı belki dünyaya tümden egemen olunacaktı. Şimdi ise günümüz İkbal bitleriyle Anadolu’yu bitirmeye çalışıyorlar. Bitiremeyecekler, çünkü Anadolu insanın mayasında vardır ‘Kurtuluş destanı’ yazmak. Yazarız be…
Kanuni’nin, Ortodoks Roksalan için şehzadelerini ve torunlarını katletmesi, Evren’de yaşanan ve Osmanlıyı bitiren en büyük vahşettir.
Padişahların Hürremleri ve Şehzadelerin Lalaları: Kanunî Sultan Süleyman'ın vahşeti bitmiyor, çünkü; Şehzade Mustafa'nın ardından bir diğer oğlunu ve beş torununu idam ettirmesi ile devam ediyor!
İşte Murat Bardakçı’nın 2003’te yayınlamaya başladığı “Murat Bardakçı İle Tarih’’ten dergileri detayında bilgiler: Kanunî'nin idam ettirdiği ve kanından gelen tek kişi Mustafa değildir. Evet; Kanunî'nin idam ettirdiği kanından gelen kişiler sadece Şehzade Mustafa ile sınırlı değildir, hükümdar toplamda iki oğlu ile altı torununu boğdurmuştur!
O zamanların Türkiye'si 1553'te Mustafa ile küçük oğlunun idamından sekiz sene sonra bir diğer şehzadenin, Kanuni’nin Hürrem Sultan'dan doğan bir başka oğlunun, Şehzade Bayezid ile Bayezid'in küçük yaşlardaki beş oğlunun idamı ile sarsılacaktır!
İşte, Kanuni’nin bir diğer evlâdını, yani Şehzade Bayezid'i katlettirmesine kadar uzanan hadiselerin kısa öyküsü: Sultan Süleyman'ın sekiz oğlu olmuş; Murad, Mahmud ve Abdullah çocukken ölmüş, hükümdarın favorisi olan Şehzade Mehmed 1543'te hayata veda etmiş, Mustafa 1553'te idam edilmiş, en genç şehzade olan Cihangir de bu idamın verdiği üzüntü ile kısa bir müddet sonra hayattan ayrılmıştı.
Geriye, iki şehzade kalıyordu: Her ikisi de Hürrem Sultan'dan doğan Selim ve Bayezid... Şehzadeler, o zamanın âdeti uyarınca Anadolu'da sancaklara yollanmışlardı. Selim'in yeri Manisa, Bayezid'inki de Kütahya idi. İki kardeş güç mücadelesine girdiler.Oğullarının hırsları ve birbirlerinden nefretleri yüzünden ortalığın kan gölüne dönmesinden endişe duyan Kanunî yanlarına "lâla" denen danışman hocalar vererek her iki şehzadeyi birbirlerinden daha uzak yerlere, Selim'i Konya'ya, Bayezid'i de Amasya'ya gönderdi.
Asıl kargaşa bu değişikliklerden sonra yaşandı, şehzadeler arasındaki çekişme lâlâların kışkırtması ile daha da arttı ve 1559'da savaşa kadar uzandı. Kanunî şehzadelere nasihatçiler göndermesine rağmen sözünü dinletemedi, iki şehzade orduları ile birbirlerinin üzerlerine yürüdüler ve 1559 Mayıs'ında Konya Ovası'nda karşı karşıya geldiler. 30 Mayıs sabahı başlayıp akşama kadar devam eden savaş kesin bir netice vermedi ve hangi tarafın kazanıp kimin kaybettiği ortaya çıkmadı ise de, Şehzade Bayezid askerlerini alarak geri çekilmeyi tercih etti ve Selim'e karşı daha uygun bir zamanı beklemeye başladı.
Bayezid'in hareketi artık taht mücadelesinin sınırlarını aşmış ve devlete isyan halini almıştı. Vaziyetin gittikçe ciddileştiğini fark eden Kanunî o senenin 5 Haziran'ında ordu ile beraber Üsküdar'a geçti ve Amasya'daki oğlunun üzerine yürümek üzere hazırlıklara başladı.
Şehzade Bayezid en büyük hatasını işte o zaman, babasının Üsküdar'a geçtiğini haber alınca yaptı: Oğullarından dördünü yanına aldı ve 12 bin kişilik bir kuvvetle iltica etmek üzere İran'a doğru yola çıktı! Bayezid'in kaderi, artık büyük amcası Cem Sultan gibi olacaktı!
Kanunî, oğlunun imparatorluğun o sırada düşmanı olan İran'a sığınmasını önlemek maksadı ile arkasından Sokullu Mehmed Paşa'nın kumandasında bir ordu gönderdi ama Bayezid'in askerleri Sokullu'nun ordusunu İran sınırında kılıçtan geçirdiler ve şehzade bu zaferin ardından askerleri ile beraber İran'a ulaşmayı başardı.
Bayezid, 1559'un 21 Ekim'inde İran'ın o zamanki başkenti Kazvin'de Şah Tahmasb tarafından parlak bir törenle karşılandı. Osmanlı'ya karşı eline çok büyük bir koz geçmesinden dolayı büyük memnuniyet duyan Tahmasb, şehzadenin emrine bir saray tahsis etti, oğullarının herbirini İranlı beylerin himayesine verdi ama bu arada Bayezid'in beraberindeki 12 bin askerden 9 bininin Osmanlı topraklarına dönmesini sağladı.
Şehzadenin yanında hâlâ 3 bin asker vardı ve bunlardan bazıları Kanunî ile Şehzade Mustafa'ya karşı başarı kazanılamamış olmasına rağmen İran'da ellerinde hâlâ bir şans bulunduğunu düşünüp Şah Tahmasb'ı devirerek İran'a hâkim olma hevesine kapıldılar... Bu teşebbüslerin haber alınması Bayezid'in ilk felâketi oldu ve Şah şehzadenin askerlerini kılıçtan geçirdikten sonra Bayezid'i hapsettirdi.
Bayezid o günlerde babasına şiir şeklinde mektuplar yazıyor, hata ettiğini söyleyip affedilmesini istiyordu. Kanunî Süleyman da aynı şekilde, yani şiir biçiminde gönderdiği cevabî mektuplarında Bayezid'e "Tövbe ettiğin takdirde affedebilirim" diyordu ama bütün bu yaşananların ardından artık affetmesi mümkün değildi...
Gurbetteki şehzadenin kaderi, 1561'in 25 Eylül'ünde acı şekilde noktalandı! Şah Tasmab, 1 milyon 200 bin altın ve Kars Kalesi'nin verilmesi karşılığında Bayezid'i Kanuni ile Selim'in elçilerine teslim etti ve bu işi son derece utanç verici şekilde yaptı! Bayezid'in sakalını ve bıyığını traş ettirdikten sonra yanına getirtti, Osmanlı elçilerini de çağırdı, elçilere "Bayezid Han bu mudur?" diye sorup "Evet" cevabını aldıktan sonra teslim etti ve Şehzade Selim'in bir adamı, isyankâr şehzadeyi hemen orada boğdu ve ardından Bayezid'in İranlı beylerin konaklarında tutulan dört şehzadesi de idam edildi.
İdamlar bu kadarla da kalmadı, Şehzade'nin İran'a giderken çok küçük olduğu için yanına almayıp Amasya'da bıraktığı oğlu da annesinin kucağından alınarak boğduruldu!
Kanunî, Şah Tahmasb ile daha önce yaptığı pazarlıklarda asi oğlunun sağ olarak teslim edilmesi şartını koymuştu ve idamına izin verilği için Şah'a yaptığı vaadlerin tamamını yerine getirmedi. 1 milyon 200 bin altın yerine sadece 400 bin altın ödedi ve Kars Kalesi'ni İran'a vermekten vazgeçti!
Şehzade Bayezid'in İran macerası, Osmanlı tarihinde Cem Sultan hadisesinden sonra yaşanan en hüzünlü hadiselerden idi ama Kazvin'deki idam taht vârisi kardeşler arasında çıkan savaşları ve onbinlerce kişinin hayatını kaybetmesi ile neticelenecek diğer mücadeleleri önlemek için yapıldığından, Fatih'in "Kanunnâme"sine göre hukukî bir hak idi ve hattâ mecburiyet sayılırdı (İstanbul’un fethi ile yeni bir çağ başlatan Fetih, evlat katli Kanunnamesi ile de çöküşün temellerini attı, sevgisizliğin, acımasızlığın çıkar boyutundaki çürümüşlüğün temelini attı, rüşvetin, satılmışlığın..kısacası tüm kötülüklerin…)
Türkiye'nin bundan dört buçuk asır önceki tarihinin karanlık sayfalarından birini, yani Kanunî'nin oğlu Şehzade Mustafa'yı idam ettirmesi bir yana, üçlü çete Hürrem, Rüstem ve Mihrimah’ın entrikalarının tutsağı Kanuni’nin vahşice cinayetlerini izledi, öfke ile harmanlanmış hüzünle Muhteşem Yüzyıl dizisinde.
Şehzade Mustafa’nın katlı sonrasını bir göz atalım ve bu cinayetler dönemini, dahası Kanuni’nin kanunsuzluklarını izleyelim:
Şehzade Mustafa’yı Katlettiren, tarihçiler tarafından ikbal biti diye tanımlanan Rüstem Paşadır. Rüstem’in Padişaha damat olması söz konusudur O’nu çekemeyenler cüzamlı olduğunu yayarlar. Bunun üzerine hassa hekimi, bu söylentinin gerçek olup olmadığını araştırmak için paşayı muayeneden geçirdi.
Muayene sırasında gömleğinde bir bit bulundu. O günlerdeki tip bilgisine ve halk inanışına göre bir cüzamlının üzerinde bit barınamaz olduğu kabul edilmekteydi. Gömleğindeki bit, cüzamlı olmadığına delil olarak kabul edilerek evlenmesine izin verildi (Biti Rüstem’in kendisinin koyduğu savlanır)
İkbal Biti Rüstem, bana göre leşle ve çalmalarla beslenen Sırtlan Rüstemdir. Sırtlan, ishalden alına kaçıra kaçıra geberirken, hazinden kaçırdığı servetinin haddi hesabı yoktu: Osmanlı Vakanüvisti Peçevi Tarihi olayları, Kanuni zamanında yaşananları yazarken Rüstem paşa bahsinde acı gerçekleri gözler önüne serdi.
Rüstem Paşa’nın çoğunu rüşvetle elde ettiği servetinin listesini verdi. Rüstem Paşa’nın geride bıraktığı malları servetinin dökümü insanı derin-derin düşündürüyordu: Anadolu ve Rumeli’de 815 çiftlik, 476 su değirmeni, 1.700 köle, 2.900 at, 1.106 deve, 100 gümüş eyer, 500 altın eyer, 2.000 zırh, 130 çift altın üzengi, mücevherle süslü 760 kılıç, 1.000 gümüş mızrak, 78 bin duka altını, 11.200.000 akçe değerinde nakit para kaç para rüşvet alarak yapmıştı. İkbal biti Rüstem, günümüz Türkiye’sinde kimleri çağrıştırdığını biliyorsunuz, yazmaya gerek yok..
Hürrem ve kızı Mihrimah bir olup Şehzade Mustafa boğduruldu. ] Kanuni, Şehzade Mustafa'yı öldürttükten sonra yeniçerilerin ayaklanma çıkarabileceği korkusuyla Rüstem Paşa'yı azletti (1553) ve yerine Kara Ahmet Paşa’yı getirdi. Hürrem ve Mihrimah, Rüstem’i tekrar sadrazamlığa getirebilmek için çalıştılar. 29 Eylül 1555 tarihinde Kanuni Sultan Süleyman basit bir bahaneyle Ahmet paşa’yı Divan-ı Hümayun’un (devlet işlerinin görüşülüp karara bağlandığı kurul) ortasında idam ettirdikten sonra Rüstem Paşa tekrar sadrazam oldu..
Rüstem Paşa’nın Sadrazamlığı 5 yıl daha sürdü (1555-1561. 1561 yılında ishal hastalığına yakalandı. İpek kumaştan yorganı içinde başucunda altın şamdanlar, avizeler altında son nefesini verdi! Suyu bile içemiyordu!, sancılanmalar (altına kaçırmalar) sonrası inleyerek, can çekişerek geberdi.
Öyle bir caniler üçlüsü idi ki, Hürrem, Rüstem ve Mihrimah; adil, insaflı, hayırsever bir kişi ve aynı zamanda ordunun sevgisini kazanmış, bir kumandan olan Kara Ahmet Paşa sirf zamanında Şehzade Mustafa yakını diye katlettirdiler Kanuni kasabına.
Bilindiği gibi; Rüstem'in yerine Veziriazamlığa getirilecek adamın, dürüst ve sevilen bir kimlik olması gerekiyordu. Bu kimlik de Kara Ahmet Paşa'dan başkası deildi. Şehzade Mustafa'nın da yakını olduğu için Yeniçeriler üzerinde olumlu izlenim bırakacaktı. Öyle ki, rivayete göre Paşa, Şehzade'nin öldürüleceğini gizlice haber almış, babasının davetine gitmemesini bile öneren kişiydi. Bunun için de, veziriazamlık kendisine teklif olunduğu zaman, başına bir felaket gelmesi ihtimalini düşünerek, önce kabul etmemişti.
Kanuni ısrar edince, razı oldu. Kara Ahmet Paşa, aynı zamanda Yavuz Sultan Selim'in kızı ve Kanuni Süleyman'ın kardeşi Fatma Sultan'la evliydi.Şehzade Mustafa vakası biraz unutulduktan sonra, Hürrem ve çetesi tekrar iş başına geçti. Nasıl olacaktı bu iş? Ahmet Paşa'nın bertaraf edilmesi kabil değildi. Bir adamın durup dururken öldürülmesi zor bir işti.
Ve Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihteki en acımasız adi üçlü çetesi, baş başa verdi. Aslı esası olmayan bir takım iftiralar uydurdular. Mısır halkını ağır vergiye mahkûm ettiğini, Düzme Mustafa vakasında parmağı olduğunu iddia ederek. Padişah'tan, Kara Ahmet Paşa'nın katli fermanını aldılar. Ve Kara Ahmet Paşa, Ağalar kapısında cellatlar tarafından boğulur.
Osmanlı İmparatorluğu, dünyada cellat ocağına sahip tek İmparatorluktur: Osmanlı devletinin, askeri disiplinle yetiştirilen ve cellatbaşının nezareti altında devlet cellatları vardır, 1826’tanihine dek. Cellatların İstanbul'daki kışla-koğuşları da Topkapı Saray-ı hümayununda «Hamlacılar Ocağı» denilen saray kayıkçılarının koğuşları yanındaydı. «Cellat ocağı», sarayın en büyük zabitlerinden ve doğrudan padişaha bağlı bostancıbaşı ağanın emrindeydi; çok geniş ve mühim bir teşkilat olan bostancı ocaklarından biri sayılırdı.
Siyasi mahkumlar sarayda, kendi evinde veya zindanda, bazen yakalandığı herhangi bir yerde yağlı kementle boğulurdu; yeniçerilerden veya diğer asker ocaklarına mensup suçlulara fiilen askeri birliklerin başında bulunan kumandanların cellat satırı ile boyunları vurulurdu.
Cellatların, suçluları söyletmek için tatbik ettikleri bazı işkence şekilleri de şunlardı: Saçlarını ustara ile kazıdıktan sonra başına, ateşle kızıl hale gelmiş demir tas geçirmek; deri yüzmek, cımbızla sinir çekmek; kaynar suya daldırdıktan sonra soğuk suya sokmak, oradan çıkarıp tekrar kaynar suya daldırmak, çıplak vücudu demir tel kese ile keselemek; tırnak, diş sökmek.
Bu İşte üçlü çete bu cellatlar ile Şehzade Mustafa’yı katlettiler. “Yedi cellat birden Şehzade Mustafa'nın üzerine atıldı. Şehzade geriledi, gücüyle bu cinayeti önlemeye çalıştı. Şiddetli yumruklar savurdu ve cellatlardan birkaçını yere yuvarladı. Mahmut Ağa; ‘Hay bre imansızlar, aman vermen!’ diye bağırarak Şehzade Mustafa'nın ayağına bir çelme taktı. Şehzade yıkılınca, yedi cellat birden üzerine kapandı. Aralarında korkunç bir boğuşma oldu.
Koca çadır iniltiler, uğultular içinde çalkandı. Cellatlar hep birden şehzadenin boğazına sarılmıştı. İpler elden ele geçti, boynuna geçirildi. Acı ve korkunç bir feryat duyuldu ve nihayet çadır derin bir sessizlik içinde kaldı. Koca imparatorluğun varisi; Muhteşem Süleyman'ın kahraman ve benzersiz oğlu, cansız, ruhsuz ve hareketsiz olduğu yerde bırakılmıştı. Halkın dilinde ise, asker-şair Taşlıcalı Yahya Bey'in mazlum Şehzade Mustafa için yazdığı mısralar dolaşıyordu: ‘Meded meded bu cihanın yıkıldı bir yanı--Ecel celalileri aldı Mustafa Han'ı (Ragip Şevki Yeşim-1969 Hayat Dergisi)’
Üçlü çete, Cellatlarla böylesi kumpas içindeyken, Kanuni Sultan Süleyman ihtiyarlamış, yorgun dimağını ve yıpranmış bedenini dinlendirmek için saraya çekilmişti. Gönlünü Hürrem Sultan'ın acımasız, doyum bilmeyen gönlüne bırakmış, aşkı yaşıyor; zaman-zaman da, Hürrem’in başını çektiği üçlü çetenin entrikalarıyla birilerini katletmek için ferman çıkarmaktadır.
Fakat Kaadir-i Mutlak, bu haris kadının düşüncelerini ters döndürdü. "Roksolan" adı ile saraya gelip Hürrem adını alan dilber haseki, bir gün, kısa bir hastalıktan sonra, Kanuni'nin kollan arasında ölüverdi. Tahta geçmesini istediği Şehzade Bayezid'in ve tahta geçen bir diğer oğlu ayyaş Selim’in, tahta çıkışını da göremedi. Roksana’nın gebermesi, Şehzade Bayezid’in sonunun da beraberinde getirdi, hem de Roksan’ın kumpasları gibi.
Her ne kadar; «Benden çıkan bütün uygunsuz hareketler Lala Mustafa Paşa'nın telkinleridir, beni o azdırdı» şeklinde babası Kanuni’ye mektup yazdıysa da ulaştıramadı, çünkü birkaç atlının Kanuni Sultan Süleyman'ın ordugahına götürmek istediği bu mektubu Lala Mustafa Paşa yolda ele geçirtti, hepsini yok ettirdi.
Bayezid, hiçbir cevap gelmediğini görünce affedilmeyeceğini anlayınca dört erkek çoçuğu ve maiyetiyle Şah Tahmasb'a sığındı. Tahmasb güçlü Osmanlı ile ters düşmemek için Kanuni’nin isteklerini yerine getirdi. Artık Bayezid'i ele geçirmek kolaldı.
O gün Muharremin 15'i idi. İran'da matem ayı ve matem haftası idi. Bayezid'in canını alacak olan elçiler içinde, Selim'in Çavuşbaşı Ali Ağa, vaktiyle şehzadeye hizmet etmiş bir adamdı. Kementler havada uçarken, şehzade en ufak bir isyan alameti bile göstermedi. Başında sert bir imame, arkasında da köhne bir cami ve ferace vardı.
Beline beş para etmez bir kemer geçirmişti. Kementler boynunu sıkıp hayatına son verdikten sonra, dört oğlu da ayrı-ayrı boğuldu. Şehzadenin saç ve sakalları traş edildi, oğulları ile birlikte atlara yüklenip Osmanlı toprağına geçirildi; hepsi Sivas'ta, şehir dışında bir yere gömüldü.
Vakanuvis Peçevi bu olayı şöyle yazmış: « Şefkatli baba, merhametli kardeş kendisine ağlayacakken, katline sai (çalışmak) ve sebep olup sevinç içinde kaldılar. »
Ne şefkatı, baba Kanuni çocukları ve torunları için ve de Osmanlı İmparatorluğu için cellat olmuştu.
Cihan padişahı babası gibi adil, atası Sultan Selim gibi yavuz ve korkusuz, büyük atası Sultan Mehmet gibi zeki. Devlet-i Aliye'nin gördüğü en parlak şehzade; Şehzade Mustafa’nın babasına mektubu:
“Hünkarım, Ey Canum babam, Bu satırları okuduğunuza göre siz kendi kalbinizi söküp attınız bense bu yalan dünyadan göçüp gittim. Size bir babanın evladına kıydığı bu zalim dünyayı bırakıyorum. Zira ikbal ve iktidar uğruna babasının canına kastetmiş bir zalim olarak yaşamaktansa, bir mazlum olarak ölmeyi eylerim”
Bir şeyleri bir yerlere o kadar kolay taşıyoruz ki; 'Şehzade Mustafa'nın öldürülmesinden sonra Yeniçerilerin ve halkın ayaklanmasını, korkuları ve bazı tepkileri de bir yerlere taşıyarak, günümüz iktidarıyla özdeşledik.
Örneğin; Yeniçerilerin ve halkın saraya dayanmasından sonra korkan 'Mihrimah Sultan', "Vaktimiz varken buradan ayrılmalıydık" diyerek telaşlanmasına 'Rüstem’in, "Merak etme elbet dağıtırlar çapulcuları" yanıtını; Rcep T ayyip’in Gezi Parkı eylemlerine katılanlar için söylediği 'Çapulcu' ile özdeşleştirildi. Yine; Yeniçeriler'in ayaklandığını söyleyen üçlü çetenin yamağı 'Rüstem’e, üçlü çetenin başı 'Hürrem, "Şimdi dik durma vaktidir. Eğilmeden, bükülmeden bir dağ gibi karşılarına dikilme vaktidir" şeklinde karşılık vermesi,
Rcep Tayyip’in Gezi Parkı eylemleri sırasında düzenlediği 'Milli iradeye saygı' mitinglerinin sloganı olan 'Dik Dur Eğilme' cümlesi ile özdeşleştirildi. Ve son olarak; 'Taşlıcalı'nın Sultan Süleyman'ın fermanı üzerine Bursa'daki saraya gitmelerini söylemesi 'Mahidevran Sultan' "Yere batsın o zalimin fermanı. Allah gün yüzü göstermesin o evlat katiline.
Nasıl benim kalbime ve sarayıma ateş düşürdü Rabbim'de onun can evine cehennem alevleri sarsın. Nefes aldıkça yansın. Yandıkça kahrolsun. Kahroldukça kahrolsun" şeklindeki Kanuni’ye yaptığı beddualar da, 'Yolsuzluk ve rüşvet' operasyonuna kendisine yönetilen eleştirilere karşılık veren Fethullah Gülen'in sözleriyle örtüştürüldü.
Nereye taşınırsa taşınsın neyle özdeşleştirilse özdeşleştirilsin veya örtüştürülsün şu bir gerçek ki, Kanuni döneminde yaşana entrikalar, yolsuzluklar, cinayetler Osmanlı’nın bitiş miladıdır.
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
Teknopolitikalar Platformu
evesbere@mynet.com
sevket-che@hotmail.com.tr
GSM: 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder