ORHAN GENCEBAY VE 21.YÜZYILIN İDEOLOJİSİNİ İSTEMESİ
Dikkat uzun yazı !!!
Orhan gencebay, Rothshild ve Rocfeller aileleri, Bill Gates ve de AKP seçmen profili bütününde 21. Yüzyıl ideolojisi.
Ne bu şimdi? Gencebay, Merkez Bankası ve Rotchild ailesi, Bill Gates ve AKP seçmen görüntüsü ilı 21. Yüzyıl ideolojisinin birbiriyle ilintisi ne?
Anlatayım; Biliyorsunuz insanlarımızın bir kısmı Orhan Gencebay şarkılarını dinler. Şimdi de dinler, fakat şarkılarını değil, siyası söylemlerini..Kendileri akil adam olur da.
Gelelim konu detayına: Samsun 19 Mayıs Lisesi Nostalji Facebook sayfası Orhan Gencebay’ın Orta Okul öğrencisi iken saz çalan resmine aşağıdaki yorumu yapmış: “Samsun'un değerli bir sanatçısıydı.... Herkes onu severdi... Ama yanlış ata oynayınca sevenlerini kaybetti... Değer miydi????”
Ben de şu yorumda bulunmuşum: “Elbette ki düşüncelere saygılı olmak gerekir, eğer evrensel ilkeleri benimsiyorsak. Fakat burada bir ayrıntıyı kaçırmamak gerekir; özdeksel çıkar için eski kimliğini değiştirmeyi.. Ben hayatımda Orhan Gencebay’ı zamanımı vererek dinlemedim, sadece duydum, fakat akil adam öncesi ve sonrası bazı konuşmalarını dinledim.
Akil adam öncesi söylemlerinde hiç de şimdi savunduklarına yakın durmayan çağcıl bir duruşu vardı. Şimdi çok farklı şeyler söylüyor. ‘Kadir İnanır kadar olmasa bile’ itici. Tüm bu değişimler bende, AKP’den milletvekili olduktan sonra "bugün evlensem türbanlıyla evlenirdim" diyen merhum Osman Yağmurdereli duruşunu çağrıştırdı.
Bir okuyucu, yorumuma yaptığı yorumunda olguyu ekonomiye, dahası ülke kalkınmasına getirerek beni ikna etmeye çalışmış.
Antrparantez: “Kişi yorumu aşan uzun bir yazı eklediği için kısa alıntılarda bulunacağım.”
Kişinin beni düşün yoksulu, kendisini ve efendisini (….) düşün varsılı, Türkiye’yi de varsıllaşmış ilan eden yorumuna göre; Türkiye Zengin-Zihinler Fakirmiş.. Dünyanın her ülkesinde muhalefet mücadelesi rekabet ederek yapılırken, ülkemizde kötüleyerek, karalayarak, toplumu yanlış yönlendirip huzursuzluklara sevk ederek yapılıyormuş. Daha kötüsü ise yapılan algı operasyonları insanların bilincine yerleştirildiği şekilde kaldığı için, zihni peşin hüküm vermeye alıştırılmış milletimiz, meseleleri değerlendirmiyor, sorgulamadan, araştırmadan çevrelerine aktardıkları meseleler, zincirleme algı psikozunda sürüklenip, ülke tabanına yayılıyor.
Ve de durum öyle bir hal alıyor ki, halkın Tamamını ilgilendiren konular da bile, halk müttefik olamıyormuş. Netice itibarı ile Türk halkı ‘tümden’ kaybediyor. Her ne kadar Türk ekonomisi ısrarla kötü gösterilmek istense de, Türkiye özelliklede son 3 yılda adeta uçuşa geçmiş. 2001 yılında memura maaş veremeyeceğini açıklayan hükümetten, 10 milyon öğrenciye tablet dağıtacak hükümeti görmek, Türkiye nin yakın siyasi geçmişini bilen ve güncel siyaseti okumayı becerbilenler açısından oldukça gurur vericiymiş…
Yazısı uzadıkça uzuyor. Öyle ki, yoruma yanıt veriyorum ardından hemen bir başka uzun yazı ile yanıt veriyor. Sonradan fark ettim ki, yorum diye gönderdikleri Yığıt Bulut ve benzerlerinini yazılarından alıntılanmış..
Okur alıntılarına göre; özellikle halkın zihnine yerleştirilmek istedikleri, kötü ekonomi algısı için Cari açık ve dış borç kullanılıyormuş. Bu iki konu tamamen saptırılmakta ve iyi gidişatı gölgelenmekteymiş.
Ve sonunda okur arkadaş cari açığı kredi kartı borcuyla özdeşleştiriyor.
Ve de; cari açık miktarı kadar da ulusalararası bankalara borç var diyerek alıntıladığı dış borç konusuyla adeta bizleri doğruluyor. Çünkü; dış borç denen borç Türkiyenin değil, Türk işadamlarının dünya bankalarına olan borçları imiş ve bu borcun hemen hemen tamamı inşaat sektörüne aitmiş. Kentsel dönüşüm ile adeta yenilenen Türkiyede, her yeni gün dev projeler gerçekleşiyor ve projeler milyon dolarlar seviyesinde satışa çıkıyor ve alıcı buluyormuş. Varsayalımmış yapsatçı (yapkapçı) 1 milyar dolar kredi aldı ve 1000 daireli bir site yaptı. Aldığı 1 milyar doları 1.2 milyar dolar olarak ödeyecek ama proje bittiğinde 1.6 milyar dolara satacakmış.
Bunları söylerken, inşaatçının asla satamadığını, dış borcunu ödemediğini ve devlete yüklediğini, böylesi durumlarla Türkiye’nın 400 milyar dolar borcun altına girdiğini söylemiyor. O ille de; “Bazı kıymet bilmezler nasıl ki New York da yaşamayı hayal ediyor. Birileride İstanbul da yaşamayı hayal ediyor. Ülke ekonomisine katkıları da cabası... Mesele bu!” diyerek İstanbul’un yok olan silüeti ile fiziki ve görsel anlamda yaşanılmaz kent haline geldiğini, adeta uluslararası küresel sümürücü finans kururluşlarının düzlemine dönüştüğünü es geçebiliyor.
Kıymet bilmiyormuşum!
Kıymetli olan bana ve topluma katkı veren dahası, birkaç kişiye değil birçok kişiye katkı veren oluşumdur.
Okur arkadaşın dersi bitmiyor. Aniden faiz konusuna ve faizin içinden farklı konular geçiş yaptı: Bir söz dolanıyor, faiz lobisi yokmuş! Ak parti uyduruyormuş. Bankanın işi para satmaktır!! Faiz de sattığı paranın fiyatıdır. Bu sektörün dünyadaki egemeni yahudilerdir. Yerli bankalar var gibi görünsede hepsi İsviçredeki sahipleri Rotchild ve Rocfeller aileleridir ve dünya bankasına direkt veya dolaylı yoldan bağlılarmış.
Bunlar itirazimiz yok, global dünyanın nasıl lokalize edildiğini yılarca yazdık veya okuduk, yazıyor ve okuyoruz. Özellikle faiz lobisinin nasıl çalıştığını bimeyen yok gibi!. Fakat olaylara dümdüz mantıkla bakıp, Gezi Halk Hareketinin faiz lobisi tarafından örgütlenen bir aktivite olduğunu söylemek ve faiz artışlarını “Kaos var, krediyi bu fiyattan veririz ve sıcak para getiririz dayatması getirdiler ve sonrasında tüm Türkiye esnafı bu faiz kahrını çekti..” demek densizlik ötesi cehalet yansıması.
- 2002’den bu yana bu faiz lobisi ile iç içe olan iktidar değil miydi?
- Yandaşları bu faiz sistemiyle beslemedi mi. Dış ve iç finans kuruluşlar sıcak para politikasında ortak davranmadı mı?
Kardeşimizin bu sorulara yanıt vermesi olası değil, çünkü alıntı ile yanıt vermek çok zor.
Fakat, alıntılarla yanıltmalar devam ediyor. Neymiş siyaseti takip eden bilirmiş. Tayyip Erdoğan son zamanlarda Merkez bankasına faizleri düşürün şeklinde baskı yapıyor. Fakat Merkez Bankası oralı olmuyor, çünkü Merkez bankası Türkiye nin bankası değilmiş. Türkiye Merkez Bankasının çok az bir hissesine sahipmiş. Lozan ihanetinden sonra da Kökeni 1700’lü yıllara dayanan Rotchild ailesinin tamamen kontrolüne girmiş. Bu banka bağımsız çalışırmış ve Asli hedefi ise her zaman için Tüm Türk halkının kaynaklarını sömürmekmiş.
Bunu yapabilmek için de içerdeki taşeronları kullanırmış (Koç, Şahenk, Akbank, Bankasya vs.) Türk Parasının Arkasına Bakın! Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Yazması Gerekirken, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Yazar. Cumhuriyet Kelimesinin Sonundaki '' İ '' Eki Yani ''Sahiplik'' eki Yokmuş.
Arkadaş burada haklı, ‘Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’ biraz Cumhuriyet Sucukarı gibi olmuş, fakat daha güçlü sahiplilik eki için ‘Cumhuriyeti’ yerine ‘Cumhuriyetinin’ desek ve ‘Türkiye Cumhuriyetinin Merkez Bankası’ haline getirsek Rotchild ailesinin elinden Merkez Bankamızı kurtarabilirdik..Güldüm ki ne güldüm.
Şu Rothschild ailesine bir değinelim, değinmelerden esinlenerek: Rothschild ailesi (Rothschild Hanedanlığı, ya da kısaca Rothschildler olarak da bilinir) 18. yüzyılin sonlarından başlayarak Avrupa'nın çeşitli merkezlerinde bankalar kuran Alman kökenli Yahudi bir aile. Ailenin beş nesli 1816 yılında Avusturya soylusu ilan edilmiş. Bir kısmı da, Kraliçe Viktorya'nın isteği üzerine Ingiliz soylusu olmuş.
1744 doğumlu olan baba Rothshild, frankfurt'un gettolarından bankerliğe yükselmiş. 5 oğlunu frankfurt, viyana, paris, londra ve napoli'ye dağıtarak, geniş bir bilgi ağı oluşturmuşlar. Bu sayede ekonomi haberlerini ilk önce rothschild ailesi alıyor ve borsa vurguncular onların hareketlerini takip edermiş.
Süreç içinde, savaşa giren devletlere faizle borç verecek kadar varsıllaşmışlar. Örneğin, İngiltere-Fransa savaşında İngiltere’ye savaşa girmesi için faizli borç olarak 35 ton altın veriyorlar. İngiltere yenilince Rothschild Ailesi’ne olan borcunu ödeyemiyor ve İngiliz Sterlini’ni Rothschildler kendilerinin basması koşuluyla, İngiliz Merkez Bankasını (Bank of England) devralıyorlar.
Ve ardından, tarihteki ilk büyük borsa vurgunları ile adeta İngiltere’nin mülkiyetini ele geçiriyorlar! Sonrasında Amerikan Doları’nı basma yetkisini de almışlar!
Almanya'da yer alan Hesse Cassel'in prensinin şahsi bankeri Mayer Amschel Rothschil sayesinde. Mayer İlk parayı Hesse Cassel’in genç prensini dolandırarak yapar.
ABD, İngiltere'ye karşı 1776 yılına kadar kadar bağımsızlık mücadelesi verir. Hesse Cassel prensliği, ABD-İngiltere savaşında, İngiltere'ye asker kiralar ve bunun karşılığında İngiltere'den yüklü para alır. Hesse Cassel Prensi, babasını dolandırarak 3 milyon doları cebine indirir, ardından bu parayı en güvendiği insan olan Mayer Amschel Rothschild’e emanet eder. Mayer bu parayı zimmetine geçirir.
Rothshild Ailesinde para kazanma mantığı; vurgunculuk yaratma, kriz oluşturma, savaş başlatma, astronomik faizler ile borçlandırma gibi ahlaksız temeller üzerine kuruluymuş. Öyleki, Yahudileri katleden Hitler'in finansörü, yine bir Yahudi olan Rothschildlermiş.
Dahası; Günümüzde ABD merkez bankası (FED), Rothschild ailesinin güdümündeki yahudi ve siyonist bankerler tarafından yönetiliyormuş. Tıpkı bir dönem İngiliz Merkez Bankasını(Bank of England) yönettkleri gibi FED’i de Rothschild'ler tarafından yönetilmeye başlanmış. Ve de Alman Merkez Bankası da önemli oranda Rothschild'e aitmiş. Çünkü 1. ve 2. Dünya Savaşı'nda Almanya'ya verdikleri kredilerin, Almanya tarafından karşılanmayınca, Alman Merkez Bankası'na da el koymuşlar. Salt bunlar değil; dünyadaki merkez bankalarının önemli miktardaki hisseleri de Rothschild ailesine aitmiş.
Dünya devlerini hamutuyla götürmüş olan Rothschild ailesinin, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın bile %15'i sahibi olmaları kadar doğal ne olabilir?
Siyonist Arthur Balfour, İngiltere dışişleri danışmanı (1917) iken, Rothschild'e bir mektup gönderir. Bu mektup, Balfour Bildirgesidir. Bildirgede, Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulması gerektiğini, bu toprakların Yahudilerin doğal yurdu olduğu belirtilmektedir. Bu gerekçeden yola çıkarak, Filistin'de kurulacak olan Yahudi devletinin İngiltere tarafından destekleneceğini bildiren Balfour, bu konunun Rothschild tarafından "Siyonist Federasyon"a iletilmesini rica eder.
Yahudilerin mukaddes saydıkları kitapları Torah (Tevrat) ve Talmud olmak üzere ikiye ayrılır. Tevrat Yazılı emirleri içerir. Talmud ise sözlü emirleri içerir. (Bizdeki uydurulmuş hadis benzeri).Talmud’a göre; Yahudi olmayan birisi mülk edinme hakkına sahip değildir, bir Yahudi bu malı ve mülkü gasp edebilme hakkına sahiptir. Siyonistler, "vadedilmiş topraklar"dan yahudi olmayan herkes gidene kadar katliama devam edeceklermiş.
İsrail Filistin topraklarını satın alan Rothschild ailesiymiş ve dolayisiyle İsrail Devleti, Rothschildlerin özel mülküymüş.
Mayer Amschel Rothschild oğullarına bir Yahudi hükümdarlığı kurulması vasiyetinde bulunmuş ve bu nedenle Yahudilerin Filistin'e göç etmelerini sağlamak için Hitler adında bir Yahudi düşmanı yaratılmış, finanse edilerek. Sonrasında; Hitler önce Yahudilere yaptırımlar uygulamaya, sonra onları gettolarda yaşamaya mecbur edip gaz odalarına doldurup öldürmeye başlamış. Yahudiler düzenli olarak soykırıma uğrarlar ve mecburen 1948'de Filistin'e göç ederek İsrail Devleti'nin kurulmasını sağlarlar.
Bu ve benzeri şeyleri, İsrail ile iç içe olan Reter ve yağdanlıkları ‘siyası rant adına’ söylüyorlar.
Dahası; "Gezi Halk Hareketi” ve “AKP iktidarı hakkındaki hırsızlık ve yolsuzluk operasyonunu” da bu Rothschild ailesi yapmış ve bunlara Koçlar, Eczacıbaşılar ve Spancılar yardım etmiş..
Biz yıllardır sözünü ettiğiniz kuruluşlarla savaş veririken, sizler onların yanında besleniyor ve bize saldırıyordunuz. Şimdi kendi Koç’unuzu, Şahenk’inizi ve Akbanklarınızı yaratınca onlar tu kaka oldu değil mi? Güldüm..
Be saf kardeşim; dediğine göre dünyayı ele geçirmişler, AKP iktidarıyla niçin uğraşsınlar. Üstelik 3 günde İzhak Alaton’nun ofisinde inşa edilen bu yapıyı zaten kendileri yönlendirmiyorlar mı? Algı yoksun kardeşim, Rothschild ailesinin mülkü dediğin İsrail ile AKP iktidarı canciğer kuzu sarması (Safım, hala Van minütün bir kurgu olduğunu anlamadın değil mi?).
Arkadaşımızın alıntılarına yanıt vermeyi sürdürmek için, Lozan ve Sevr’de değinmem gerek.
Önce Sevr’den başlayalım: Sevr AntlaşmasıI. Dünya Savaşı sonrasında İtilâf/Müttefik(Anlaşma) Devletleri(Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Belçika, Yunanistan, Hicaz Krallığı, Portekiz, Romanya, Ermenistan, Polonya, Sırp-Hırvat Cumhuriyeti ve Çekoslovakya) ile mağlup Osmanlı İmparatorluğu hükümeti arasında 10 Ağustos 1920'de Fransa'nın başkenti Paris'in 3 km batısındaki Sevr (Sèvres) banliyösünde imzalanmış, teslimiyet antlaşmasıdır, çünkü İçanadolu ve karadeniz’in bir kısmı Türkiye’ye bırakılmış, geri kalan Türkiye paylaşılmış. ABD ve SSCB Sevr’e imza atmamışlar.
Düşünün imza atanların arasında, kutsal şehirleri Mekke ve Medîne'yi içerdiği için İslâm âleminde önemli bir yere sâhip olan Hicaz Krallığı var. Ankara Sevr Anlaşmasına tepkisi çok sert oldu. Ankara, İstiklal mahkemesi 1 numaralı kararı ile anlaşmaya imza koyan üç kişiyi ve Sadrazam Damat Ferit Paşa'yı idama mahkûm etti ve vatan haini ilan etti.
Yunanistan dışında Sevr'i hiçbir ülkenin onaylamaması nedeni ile Sevr bir anlaşma taslağı olarak kaldı. Anadolu'daki mücadelenin de başarıya ulaşması ve zaferle sonuçlanması neticesinde Sevr hiçbir zaman uygulanamadı.
Lozan Barış Antlaşması: 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre'nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika ve Yugoslavya temsilcileri tarafından, imzalanmış barış antlaşması…
Barış konferansına Mustafa Kemal Atatürk İsmet Paşa'nın katılmasını uygun gördü. İtilaf Devletleri ise Lozan'a İstanbul Hükûmeti'ni de davet ettiler. Bu duruma tepki gösteren TBMM, 1 Kasım 1922'de saltanatı kaldırdı. TBMM Hükûmeti Lozan Konferansı'na katılarak Misak-ı Milliyi (Ulusal sınırları) gerçekleştirmeyi, Türkiye'de bir Ermeni devletinin kurulmasını engellemeyi, kapitülasyonları kaldırmayı, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunları (Batı Trakya, Ege adaları, nüfus değişimi, savaş tazminatı) çözmeyi ve Türkiye ile Avrupa devletleri arasındaki sorunları (ekonomik, siyasal, hukuksal) çözmeyi amaçlamıştır.
Ancak kapitülasyonların kaldırılması, İstanbul'un boşaltılması ve Musul konularında anlaşma sağlanamamıştır. Temel konularda tarafların tavize yanaşmaması ve önemli görüş ayrılıkları çıkması üzerine 4 Şubat 1923'te görüşmelerin kesilmesi savaş ihtimalini yeniden gündeme getirmiştir. Başkomutan Mareşal Mustafa Kemal Paşa Türk Ordusu'na savaş hazırlıklarının başlamasını emretmiştir. Sovyetler Birliği eğer tekrar savaş çıkarsa bu sefer Türkiye'nin yanında savaşa gireceğini duyurmuştur.
Yeni bir savaşı ve kendi kamuoyunun tepkisini göze alamayan İtilaf Devletleri barış görüşmelerini tekrar başlatmak için Türkiye'yi tekrar Lozan'a çağırmıştır. 23 Nisan'da başlayan görüşmeler 24 Temmuz 1923'e kadar devam etmiş ve bu süreç Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanması ile sonuçlanmıştır. Anlaşma, tüm tarafların onaylarında dair belgeler resmi olarak Paris'e iletildikten sonra, 6 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Lozan Barış Anlaşmasını, teslimiyet olarak gören ve ihanet anlaşması olduğunu kabül edenlerin gerekçeleri ne biliyor musunuz? Atatürk’e sürekli ağak bağı olmuş ve çelışmış olan Latife Hanımın sözde yazdığı savlanan ‘Lozan Antlaşması ve Gizli Maddeler Anı kitabı’ndan alıntıladıkları ifadeler.
Sözde Mustafa Kemal, meclisin görüşü alınmadan İsmet İnönü'yü Lozan'a göndermiş. Lozan'da dönen İsmet İnönü, Eskişehir tren garında, Mustafa Kemal ve Latife hanım karşılamış ve Mustafa Kemal İnönü'ye; İngilizlerin ne istediklerini sormuş. İnönü’de “
- 1) Hilafet ilga edilmeli
- 2) Halifenin malına el konulmalı
- 3) Halife ve ailesi yurt dışına gönderilmeli
- 4) Türkiye Laik Cumhuriyet olmalıdır.” maddelerini içeren konuları dayattıklarını söylemiş.
Hayda; Atatürk bunları zaten yapacaktı ve bir kısmını da Lozan Barış Anlaşması öncesi yaşama geçirmişti de.
Lozan Barış Antlaşmasına ihanet anlaşması diyenler nerede ise Sevr’e sahip çıkacaklar. Evet, nedense Mekke ve Medine kutsal kentlerine sahip Hicaz Krallığı’nın de imza attığı, ihanetin danıskası teslimiyet anlaşması olan Sevr Antlaşmasına suskunlar. Sevr’i değil de Lozan’ı ihanet anlaşması sayanları siz ne kadar sağlıklı bulursunuz?
Alıntı yazı başlangıcında şöyle bir ifade var. Tümce bana akılcı ve anlamlı geldi: “Dünyanın her ülkesinde muhalefet mücadelesi rekabet ederek yapılırken, ülkemizde kötüleyerek, karalayarak, toplumu yanlış yönlendirip huzursuzluklara sevk ederek yapılıyor…” Fakat yazının sonunda; iktidara geldiği günden beri karalayarak, aşağılayarak, kısacası yalan ve iftiralarla siyaset yapan Rcep’i bunlardan soyutlayıp, peygamber ilan etmesi bir çuval inciri berbat ediyor. Carı açığı biliyor muydu? Zannetmiyorum, onunkisi cari açığı değil ols olsa cahil açığı idi.. Alıntı ve çalıntı bilgiler.
Neymiş; Türk ekonomisi ısrarla kötü gösterilmek istense de, Türkiye özelliklede son 3 yılda adeta uçuşa geçmiş. 2001 yılında memura maaş veremeyeceğini açıklayan hükümetten, 10 milyon öğrenciye tablet dağıtacak hükümeti görmek, Türkiye nin yakın siyasi geçmişini bilen ve güncel siyaseti okumayı becerbilenler açısından oldukça gurur vericiymiş”
Bilmiyor ki, ülkenin kalkınmadığını, topyekûn kakıldığını ve çakıldığını. Bilmiyor ki; üretmeksizin, üretilmişleri satarak (özelleştirme) ülkenin varsıllaştırılılamıyacağını, salt göreceli bir kalkınmışlık sunacağını.
Gelelim asıl konuya; Arkadaş, onu bunu bilmem, madem dünyada ideoloji yok, gezegenimiz tümüyle Rotchild ailesinin, hatta 20. yüzyılda Kapitalizmi, Faşizmi ve de Sosyalizmi de Rotchild ailesi yarattı. (ee, sen öyle diyorsun ya Hitleri onlar yarattı), 21. yy’da elimizi çabuk tutalım ve ideolojimizi bulalım. Bak Rcep bile kendine ideoloji ararken biz neden Rotchild ideolojilerinini yerine yeni bir ideloji bulgulamayalım.
Biliyorsunuz, emperyalistler bu gerçeği görüp 1 Aralık 1999 günü ABD’nin Seattle kentinde, 21.yy ideolojisi adına, yeni sürekli ve resmi bir örgütlenme olarak oluşturulan dünya ticaret örgütü [world trade organization-wto] toplantısı yapmak istediler. Fakat "beklenmedik" bir şekilde büyük bir kitlesel protesto eylemiyle karşılaştılar.. Küreselleşme ve uluslararası sermaye kuruluşları karşıtı bu hareket, dünya politik arenasında etkin olmaya başladı.
Seattle’den sonra, büyük ekonomi ve finans kurumları toplantılarını, Washington, Davos, Prag ve Nice, Cenova, Ancona ve Bologna’da yapmayı sürdürdüler. Her defasında da, binlerce, on binlerce gösterici tarafından protesto edidi. Yani, Seattle’dan Nice’e Küreselleşme Karşıtı eylemler yoğunlaştı.
Bu demektir ki, emperyaller 20. Yüzyil ideolojilerini, teorisyenlerine restore ettirip dünya halklarına dayatmakta kararlılar. Dünya halkları da, 20. yy ideolojilerinden soyut, 21. yy idelojisi adına Seattle ve diğer dünya kentlerinde direnişe geçtiler.
Bu direnişlerin en büyüğü ülkemizde gerçekleşti. Doğaya ve doğana duyarsız dinci iktidar baskısı nedeniyle, 27 Mayıs 2013 tarihinde İstanbul Taksim’de “Gezi Halk Hareketi” idi bu.
Tüm teorisyenlere sesleniyorum, inanın samimiyim, 21. yy’ın gereksinim duyduğu yeni bir ideoloji için, eski ideolojiler statükoculuğunu bırakın.
“Seattle ve Gezi halk Hareketi” çizgisinde işaret edilen yeni bir ideoloji için toplumu teorize edin.
Amerika Birleşik Devletleri'nin Washington eyaletinde bulunan 10 büyük şehrinden biri olan Seattle’nin adı, bu bölgeden zorla göç ettirilen Kızılderili Duwamish ve Suquamish kabilelerin önderi Şef Seattle (Si'ahl)'dan alınmış.
İşte bu kentte küreselleşme ve kapitalizm karşıtları 30 Kasım-1 Aralık 1999’da yeni dünya düzeninin yıkılması ve Dünya Ticaret Örgütü’nün kararlarının protesto edilmesi için bir meşale yaktılar. Bu meşalenin yakılmasından tam 14 yıl sonra İstanbul Taksim’de çok büyük bir halk hareketi başladı. İşte bu hareket Kapitalistler ve onun içerdeki rutin dişi siyasl İslamcı işbirlikçiler tarafından bastırıldı. İşleyen süreci AKP iktidarı kendi ideolojisi için kurguladı, küresel efendilerin katkısıyla, çünkü karşılarına Rcep’ten tehlikelisi çıkmişti ve Rcep şimdilik ötelenmişti.
Evet, “Gezi Halk Hareketi’ öyle sıradan bir halk hareketi değildi. AKP nin dediği gib faiz lobisi ve içerdeki işbirlikçilerin örgütlü hareketi ise hiç değidi. Salt Türkiye’nin değil, gezegenimiz için acilen gereksinim duyulan yeni ideolojinin yansımasıydı.
Bunun için, özgürlükçü demokrat bir siyasetin nasıl inşa edileceğinini tartışmasını başlatın ve Türkiye özgünlüğünde CHP’nini evrensel ilkeleri olan (en azından bana göre) 6 okunu onarıma açın. Bu ülkemde bile fazlasıyla duyumsanan küresel adaleti sağlayacaktır.
Eğer, bu gezegen Rotchildlerin ise veya Bill Gates’in geliri bütün Amerikan hane halklarının en altındaki yüzde 45’inin gelirinden fazla ise bu küresel adaletsizliğin yaratıcısı, eski-yeni liberalizmidir ve değişmelidir.
“Başka Bir Dünya Mümkün” diyen David McNally’ın dedikleri beni haklı gösteriyor: “Birkaç on yıldan beri öldüğü söylenegelen antikapitalizm geri geldi”. Sosyalizmin büyük çöküşüyle birlikte kapitalizm bir dünya sistemine dönüştü belki ama sonra gelen iki büyük kriz –ki sonuncusundan bir türlü çıkılamıyor– arızalarını düzeltme yeteneğini neredeyse kaybetmiş bir sistemin, içinden yaralanabileceğini de göstermeye başladı. Antikapitalizm, reel karşılıkları da olan bir düşünce ve eylem alanına dönüştü.”
Şu bir gerçekti ve bu gerçekten kaçınılmazdı; Neoliberalizmin ekonomik mucizeleri bazı uzakdoğu ülkeleri çökerken, gezegenin hiçbir zaman sahip olamadığı küresel adalet de büsbütün ortadan kalkmaya başlamıştı.
Tekrar ediyorum: 21. Yüzyıl ideolojisini istiyor.
En büyük işaret de; İstanbul Taksim’deki “Gezi Halk Hareketi” dir..
http://blog.milliyet.com.tr/fa-s-izm/Blog/?BlogNo=459388
Şevket Çorbacıoğlu
Teknopolitikalar platformu
evesbere@gmail.com
0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder