HALİFELİĞİ EMANETÇİDEN GERİ ALMAK VE YENİ OSMANLI İÇİN BAĞIMLI YARGI
Erdoğan, hükümetin interneti ortamını kontrol etme çabalarını savunarak şöyle dedi: “Her geçen gün internete daha da karşı oluyorum.”
Ne diyeyim ki, ah bir de; salt Türkiye insanı değil, dünyanın da her geçen gün ‘kendilerine’ daha da karşı olduğunu birileri anımsatsa!
Şöyle ki; AB’nin açıklayacağı karne niteliğindeki ilerleme raporunda Türkiye için şok tespitlerin yer aldığı söyleniyor. “Temel haklar konusunda karışık bir tablo söz konusu” tespiti, AB’nin son dönemdeki Türkiye’ye bakışını özetliyor. AB, son bir yılda Türkiye’nin bazı alanlarda ilerleme kaydettiğini düşünse de raporda, yargının bağımsızlığı, yolsuzlukla mücadele, basın özgürlüğü gibi konulardaki endişe vurgusu dikkat çekiyor.
Örneğin; Cumhurbaşkanlığı seçimleri düzenli bir şekilde gerçekleşti, ancak kampanya döneminde, devlet kaynaklarının başbakanın yararına kullanıldığı ve medyanın yetersiz tarafsızlığı konularında endişelere neden oldu.
Ayrıca; Gezi eylemlerinde, yetkililerin 2013’teki Gezi eylemlerini ele alış şekline yönelik soruşturmalara, kanıt kaybı, engelleme ve cinsel taciz iddialarının soruşturulmasının reddedildiğine yönelik haberlerle engel olundu. Tüm iddialara yönelik bağımsız, hızlı ve etkili soruşturmaların güvence altına alınması ihtiyacı var.
Bunların yanı sıra: Özellikle 17 Aralık 2013’te başlatılan yolsuzlukla mücadele soruşturmalarındaki yolsuzluk suçlamaların ele alınış biçimi suç ithamlarının ayrımcılık yapmayan, şeffaf ve tarafsız bir şekilde ele alınmayacağı yönünde ciddi endişeye neden oldu.
Düşünün; 17 Aralık 2013’teki Yolsuzluk ve rüşvet operasyonunu sonrası İstifa eden Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, İçişleri Bakanı Muammer Güler, Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış ile Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, TBMM‘de kurulan Soruşturma Komisyonu’nda sorgulanacak. İşin ilginç yanı; Bakanlara rüşvet vermekle suçlanan ve 1 numaralı sanık olan İranlı Reza Zarrab’ın soruşturmada, tanık olarak dinlenmesi.
Düşünün; Reza Zarrab rüşvet suçlamasında ‘cari açığı’ kapattığı savlanarak aklanıyor, fakat diğer yanda; Erzurum'da, bir çocuktan zorla 2 lirasını aldıkları iddia edilen 3 çocuk, "nitelikli yağma" ile suçlanarak 15 yıla kadar hapis cezası istenebiliyor. Anlıyacağınız, Rezza’nın ki niteliksiz, yani önemsiz..
Düşünün; 27 Mayıs 2013 gecesi başlayan Gezi Halk Hareketi’ndenden dolayı; CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, İşçi Partisi yöneticileri Hasan Basri Özbey, Tugay Şen, Adnan Keskin ve Memet Ali Alabora Gezi eylemleriyle ilgili soruşturmada ‘çıkar amaçlı suç örgütü’ kurmakla suçlanabiliyor.
Ve de; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Yasası’na yönelik değişiklikler ve sonrasında yargıç ve savcılara yönelik görevden almalar ile yeniden atamalar, yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı ve kuvvetler ayrımı konusunda da ciddi kuşkular yarattı.
Kuşkular gerçekleşti ve sonunda “Yargı da AKP’ye bağlandı”: Hakim ve savcılar üzerinde sistemli baskı kuran ve vaatlerde bulunan hükümet HSYK seçiminde istediğini aldı. 17 Aralık operasyonu ile birlikte hükümet-cemaat savaşının yaşandığı bir dönemde yargıda en kritik seçim 14 Ekim 2014 Salı günü yapıldı. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimini, hükümetin desteklediği Yargıda Birlik Platformu’nun (YBP) listesi kazandı. 22 üyeli HSYK’ye 10 asıl, 6 yedek üye seçmek için Türkiye genelinde 12 bin 520’si adli, bin 474’ü idari yargıdan olmak üzere 13 bin 994 hakim ve savcı sandık başına gitti. Hükümet destekli Yargıda Birlik Platformu, cemaat ve YARSAV-Yargıçlar Sendikası olmak üzere üç liste yarıştı.
YBP, adli yargıda 7 asıl üyeliğin tamamını, idari yargıda ise 3 asıl üyelikten birini alarak, 8 üyelik çıkardı. İdari yargıda iki üyeyi ise cemaat kazandı. Hükümet, 22 üyeli HSYK’de aradığı salt çoğunluğun da üzerine çıkarak 15 üyelik elde etti. Bu sonuçla HSYK, hükümetin kontrolüne girdi. 17 Aralık soruşturması veya 2013 Türkiye Rüşvet Skandalı soruşturmalarının kapatılması, ve cemaate yönelik operasyonların artması bekleniyor.
Yasama ve yürütme ile birlikte kuvvetler ayrılığının üçüncü ayağı olan yargıyı şekillendirme yetkisi olan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) böylelikle AKP’nini eline geçti.
Böylelikle; Adli yargıda asıl üyelik seçimini YBP üyeleri Metin Yandırmaz, Mehmet Yılmaz, Mehmet Durgun, Ömür Topaç, Ramazan Kaya, İsa Çelik ve Turgay Ateş önde bitirdi. İdarî yargıdan seçilen 3 asıl üye; bağımsız adaylar Ahmet Berberoğlu ve Mahmut Şen ile YBP’nin adayı Halil Koç oldu.
Ve; ‘İlk güvenlik paketi Meclis’e gelerek süreç başladı: AK Parti'li iki vekilin hazırladığı yasa teklifiyle polisin ve hakimlerin yetkileri artırılıyor. Aramalarda 'kuvvetli kuşku' koşulu ' uygun kuşkuya(makul şüphe) dönüştürülüyor. Avukatın dosya incelemesi sınırlanıyor: “Polis somut kanıt yerine uygun kuşku üzerine arayacak.
Polis, karşıtları (muhalif) izleyecek mal varlığına el konulacak, Anayasal suç bahanesiyle AKP karşıtları dinlenecek. Avukatlara, müvekkilinin soruşturma dosyası yasak (Fakaat;17 Aralık 2013 yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun ardından görevinden istifa etmek zorunda kalan 4 eski bakanın TBMM Soruşturma Komisyonu’na gelen fezlekelerinin komisyon üyesi milletvekillerine bile verilmezken, eski bakanların avukatlarına verildiği ortaya çıktı). AKP iktidarı, yargı kararlarını istediği kadar etkileyecek..
Ve böylelikle bağımlı yargı hoş geldi, diktalar getirdi..
Kel alaka ama bunu da yazacağım ve asıl vurguya geçeceğim ve ondan sonra konuyla ilintisini siz kuracaksınız: “Mehmet Bekaroğlu; CHP’ye geçince kızım ağlamaklı bir halde ‘Şimdi sen onunla (CHP milletvekil demek istiyor) birlikte mi siyaset yapacaksın?’ dedi. Çünkü 28 Şubat döneminde başörtüsü yüzünden üniversiteyi terketmek zorunda kalmıştı. İkna odalarında peruk mu saç mı diye tacizlere uğradı.”
Düşünün; Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) gibi çok önemli seçimde sol yok, iki dinci kesim var, yani sağ var, yani Türkiye’mde paralel kenarların cirit attığı düzleme dönüşümü var.. Türkiye adeta "al birini vur ötekine" özdeyişini çağrıştıran bir sürece girdi. Sol adeta siyasal islamı besleyen sıradan bir katalizör..Sol kendine gelmeli..sol bütünleşmeli..
Sol, ırkçı ve dinci Türklerin ve Kürtlerin peşini bırakmalı; sol, Türkü, Lazı, Kürdü, Gürcüsü, Abazası, Çerkezi v.d ile ortak düzlemini oluşturmalı..Sol sol olmalı, artık bunun zamanıdır..
Bu solsuzluk, muhalefet de iktidardakiler için bir eksklik ve de sorundur..
Şimdi soruyorum; “AKP iktidarı tüm bunları nasıl çözecek, dahası bunları nasıl geçiştirecek?”
Bunları asla Biden özrü ile geçiştirmesi olası değil.
Biliyorsunuz; Başkan Yardımcısı Joe Biden, 2 Ekim 2014 Perşembe günü Harvard Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada, Suriye'deki durumdan aralarında Türkiye'nin de olduğu müttefikleri sorumlu tutmuş, hatta Biden o konuşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan'la görüşmesine atıfta bulunup "Erdoğan bana 'siz haklıydınız' dedi" ifadelerini kullanmıştı.
Biden, bidon kafalılara göre sonradan Erdoğan’a telefon açıp; Türkiye, bölgedeki diğer müttefik ve ortakların IŞİD’i ya da Suriye’deki diğer şiddet yanlısı aşırıları bilerek desteklediği ya da büyümesini kolaylaştırdığı yönündeki böylesi imalar nedeniyle özür dilemiş.
Konuya açıklık getirelim: MHP’nin desteklediği Irak–Suriye tezkeresi 98 ret oyuna karşılık, 298 kabul oyuyla TBMM’de kabul edildi(02 Ekim 2014 - 20:23). Oylamaya 396 milletvekili katıldı. 536 kişilik Meclis'ten 140 vekil oylamaya katılmadı. MHP yine ‘sanki koalisyon ortağı imiş gibi’ AKP’nin imdadına yetişti. Daha önce, Abdullah Gül’ün nasıl Cumhurbaşkanı seçildiğini ibretle izlemiştik. MHP can simidi ve payanda olmak görevini tekrarladı.
Tezkere, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne sınır ötesi harekât ve müdahale yetkisi verirken, yabancı askerlerin de Türkiye'de bulunmasına olanak sağlıyor. Tezkere, bu bağlamda basit bir tezkereden çok, AKP’nin bundan sonraki Ortadoğu ve Kürt politikasının yol haritası şeklindedir. İdeolojik desteği de, Erdoğan’ın şiddetle karşı olduğunu söylediği “Türk Milliyetçiliğinin klasik reflekslerine” dayanmaktadır.
Burada önemli olgu, MHP’nin, AKP’nin yanında durmasıdır. İşte bu noktada kafalar karışmaktadır, çünkü bu tezkere ile Kürt konusu, Askere havale edilmek istenmektedir. IŞİD ve benzer terör örgütleri de Türkiye’ye gelecek ABD ve diğer yabancı ülke askerlerine havale etme kurnazlığı işletilmektedir. Kısacası, PKK ve Esad dışında asla TSK IŞİD v.b örgütlerle karşı karşıya getirilmemek istenmektedir. Bu da, Türkiye'nin "Suriye muhalefeti" adı altında IŞİD'e yardım ettiği, organizasyonunu deşifre etmektedir.
Asıl önemli olgu, TSK’nın gelişmelerden rahatsız olması ve yasal güvence istemesidir.
Dahası; Genelkurmay, Meclis’ten Suriye ve Irak’a sınır ötesi harekat yetkisi alan hükümetten, ‘yargılanmama’ güvencesi istedi. Güneydoğu’da PKK ile mücadele eden birçok komutanın Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılanmasından ders çıkaran Genelkurmay Başkanlığı, MİT mensupları için getirilen yasal zırhın askere de tanınmasını istedi.
Yasal güvence çerçevesinde “görev yapanların suç iddialarının yargılama yerinin Askeri Ceza Kanunu çerçevesinde askeri mahkemeler olması” talep ediliyor. MİT mensuplarına getirilen koruma kalkanının askerlere de sağlanması, yargılama izinlerinin Genelkurmay Başkanı ve Başbakan tarafından verilmesi isteniyor. Bu amaçla hazırlanan taslak iki yıldır Başbakanlıkta bekletiliyor. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in, Bakanlar Kurulu’na verdiği brifingde (bilgilendirme), görevinden dolayı yargılanan askerler konusu gündeme getirmişti.
Genelkurmay Başkanlığı’nın bu isteği ve uyarısı, bence birilerinin tutku haline getirdiği ve adeta “darbeci” yaftası yapıştıran “muhtıra” işlevinde bir açıklama. MİT mensupları için getirilen yasal zırh, neden TSK için getirilmez. Getirilmemesi gerekir, çünkü asker darbe yapar. Peki MİT ne yapar; başka birilerine göre de sivil darbe yapar..
Bu bağlamda; sorumu tekrar ediyorum; “AKP iktidarı tüm bunları nasıl çözecek, dahası bunları nasıl geçiştirecek?” Bunları asla Başkan Yardımcısı Joe Biden özrü ile geçiştirmesi olası değil.”
Hele ki; Al Jazeera'nın sorularını yanıtlayan ve hükümete yakınlığı ile bilinen Akşam yazarı Etyen Mahçupyan’ın bile; Köşk perfomansının tarafsızlıktan uzak olduğunu söylediği bir Erdoğan megalomanlığyla bu sorunların çözümü asla olası değildir.
Joe Biden özrü bana göre Tezkere yanlışını öteleme adına işletilen bir kurgusal süreçtir. Siz ABD’nin hiç özür dilediğine tanık oldunuz mu? Kuşkuyla baktığı Erdoğan’dan özür diledi mi sanıyorsunuz? Özür metninin dikkatli okuyun! Oyuna gelmeyin, oyunları iyi okuyun ve gideceğiniz yeri belirleyin. Anlayın, ABD’nin niyeti IŞİD ve Esad, Erdoğan’ın ise salt Esad ve PKK. Ülkemde silinmez bir imaj oluşturma niyetinde. Bilindiği gibi, PKK’ya karşı, karşıt grup oluşturulmuştu; Hizbullah.
Kim yadsıyabilir ki, aynı düşünce ile Erdoğan’ın IŞİD’i örgütlemediğini. IŞİD aracılığıyla PKK’yi bitir ise Erdoğan’ı sen bile ayakta alkışlarsın. Bunun yanında Esad’ı da hallederse, Erdoğan karizması tavan yapmaz, tavanı deler. Geriye IŞİD’in elindeki emanet Halifeliği geri almak kalır..
http://blog.milliyet.com.tr/kurtlar-vadisi-pusu-ve-rehinelerimiz/Blog/?BlogNo=474463
Şevket Çorbacıoğlu
Teknopolitikalar platformu
evesbere@gmail.com
0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder