ENERJİ VE DOĞAYI-DOĞANI YOK EDEN SİNERJİ VE DE VAR EDEN ARTVİNLİLERİN SİNERJİSİ
Doğayı ve Doğanı katledenlerin en önemli gerekçeleri; “Enerji”: Enerjiyi bahane eden, yandaş medya, yandaş işadamı ve iktidar ve de seçmenleri güçlerini birleştirerek etkinliklerini artırmaya başladılar, yani yok edici bir sinerji yaratmanın peşindeler, makarnacıları da yanına alarak..
İşte 1.derece tehlikeli sinerjileri: Havuz faizi ve yandaş Vergisi’nin faturasını vatandaşın ödediği ülkeyiz. Havuz medya, yandaş medya işadamlarının ve vatandaşın kimyasını bozdu.
Evet, iş dünyasına ek yük getiren “Havuz faizi” ve ‘Yandaş Vergisi’ni değerlendiren milletvekilleri, “Yüksek oranlı faiz de, haksız reklam düzeni de işadamının maliyetini yükseltiyor. Bu vatandaşa yansır” dedi. Kurulu medya düzeni orta ve uzun vadede maliyet faturası iş dünyasına ve vatandaşa çıkıyor..
Kamu Bankası TMSF aracılığıyla yandaşa devrettiği gazetelere, yani yandaş medyaya verdiği kredilerle limitini doldurunca, yandaş olmayan işadamı ancak yüksek faizle kredi bulabiliyor. Yüksek faiz işadamı üretimine ek maliyet getirince vatandaşa yansıyarak yüksek enflasyona neden oluyor.
Reklamlarda, bu yandaş medyalara verdirtiliyor ve gizli vergi yükü getiriyor. Bitmedi; Her şeyi özelleştiren fakat özelleştirmediği TOKİ aracılığıyla, yani onun birimi olan Emlak Konut ‘hülle’ yapıyor.
‘Hülle’ ile adeta İstanbul ‘Doğası ve Doğanı! İle yok ediliyor: İdare mahkemeleri ve Danıştay’ın verdiği yürütmeyi durdurma ve plan iptal kararlarını aşmak için sürekli aynı yönteme; ‘hülle ’ye başvuruluyor.
‘Hülle’ ne demek biliyor musunuz?
Hülle; medenî kanunun kabulünden önce, kocasından üç kez boşanan kadının, yine eski kocasıyla evlenebilmesi için yabancı bir erkeğe bir günlüğüne nikâh edilmesi.
Evet bunlar için medeni kanun manun hak getire: Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, TOKİ ve belediyeler, plan-projelerde küçük değişiklikler yaparak yenilerini hazırlıyor ve inşaatların devamı sağlanıyor. Yeni plana açılan dava sonuçlanana kadar da inşaat tamamlanıyor. Mahkeme kararlarına rağmen inşaatların sürdüğü arazilerin büyük bölümünün TOKİ’nin iştiraki Emlak Konut GYO’ya ait olması dikkat çekiyor. Emlak Konut GYO’nun hasılat paylaşımı modeliyle Şehrizar Konakları, Maslak 1453 ve Quasar İstanbul projelerinde de imar planları iptal edilmiş, davalar sürerken hazırlanan yeni imar planlarıyla inşaata faaliyetlerine devam edilmişti.
TOKİ iştiraki Emlak Konut Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı (GYO) İstanbul’da yargı kararlarına karşın yaşama geçirdiği projelere bir yenisini ekliyor.
Geçmişte; askerlerin füze üssü olarak kullandığı Sarıyer-Zekeriyaköy’deki 476 bin metrekarelik SİT alanı TOKİ’ye verildi. Danıştay arazinin devlet ormanı olduğunu belirtiyor, yürütmeyi durduruyor. Egemenler dururu mu hemen harekete geçiyor ve Yargının kararını yok sayan Emlak Konut GYO eski planın durdurulmasıyla yeni imar planını devreye sokuyor ve bölgede inşaata başlıyor. Böylesi karanlık engelle Siyahkalem Mühendisliğin önü açılıyor.
Daha açık anlatımla süreç şöyle işletiliyor: Yüzde 61’i ağaçlık geri kalan bölümü yeşil alan olan 500 dönümlük arazi 2010 yılında boşaltılıyor ve TOKİ’ye devrediliyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 2012 yılında üçüncü derece SİT alanında kalan arazi için 1/5000’lik ve 1/1000 plan hazırlıyor.
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi, 13 Mart 2012’de hazırlanan planların kamu yararına aykırı olduğunu, orman alanlarında yapılaşma baskısını artırıcı uygulamalar içerdiğini belirterek planın iptali istemiyle dava açıyor. Araziyi alan Emlak Konut GYO, proje geliştirilmesi için 11 Mayıs 2012 tarihinde ihaleye çıktı.
İhaleyi toplam 1 milyar 475 milyon lira + KDV gelir ve Emlak Konut’a bu gelirden yüzde 32,25 hasılat payı teklif eden Siyahkalem Mühendislik kazandı. İhaleden sonra, imar planlarıyla ilgili dava sürerken, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 14 Ağustos 2013 tarihinde imar, yoğunluk, orman vasfı gibi hükümlerinde bir değişiklik yapmadan planları yeniledi. Bu yeni plana da Şehir Plancıları Odası dava açtı.
7 Temmuz 2014 tarihinde Danıştay 6. Dairesi ilk planlara açılan davaya ilişkin kararını verdi. 34 parsele ayrılıp orman dışında tutulan arazinin tek parselde birleştirilip Orman Genel Müdürlüğü’ne iade edilmesi gerektiğini belirten Danıştay, yapılaşmayı mümkün kılan imar planlarının yürütmesini durdurdu. İkinci planlarla ilgili yargı süreci ise devam ediyor.
En düşündürücü olanı da; Danıştay’ın Temmuz ayındaki yürütmeyi durdurma kararından 18 gün sonra 25 Temmuz 2014 tarihinde CHP’li Sarıyer Belediyesi, toplam bin 200 daire ve villadan oluşan projenin ilk etabındaki 462 konut için yapı ruhsatı vermesi. Metrekare fiyatlarının 5 bin liradan başladığı ‘Köy’ adı verilen projede konutların fiyatı ise 500 bin lira ila 5 milyon lira arasında değişiyor.
Evet; Hukukun verdiği bir karar tamamen yok sayılıyor ve orman niteliğinde olan bir alan yapılaşmaya açılıyor.
“Doğrudur; Türkiye kullandığı enerjinin büyük bir bölümünü ithal eden bir ülke. Her yıl milyonlarca dolar para enerji ihtiyacımız yüzünden yurtdışına gidiyor.”
Bunu kimse yadsımıyor ki?
Bunun için yıllarca seçenek önerilerde bulunduk;
- 1- Toplam enerji tüketimini % 35’e yakınını içeren kaçak enerji kullanımın önüne geçin
- 2- Doğayı ve doğanı zehirleyen termik santrallar yerine temizenerji olan Yinelenebilir Güneş, Jeotermal, Rüzgar ve doğaya ve doğana zarar vermeyen hidro enerjilere öncelik verin.
Doğrudur, kimse yadsımıyor; Türkiye kullandığı enerjinin yüzde 75’ini ithal ediyor. Bundandır ki inanılmaz yükseklikte bir cari açığımız var. Bu bağımlılık oranını düşürmek için enerji projelerini geliştirmesi son derece doğal. Örneğin, Kömür kaynaklı Termik Sanralleri, doğalgaz hatları, GES, Su tutucu HES’ler(Barajlar), RES ve son zamanların popülaritesi “Kaya Gazı”..
Bunların hangisini yoğunlaştırdı?
Genelde, Doğaya ve Doğana zararlı olanları. Yani; Küçük Ölçekli Hidro Elektrik Santralleri (KÖHES), ÇED raporu ve fizibiliteden soyut su tutucu olmayan HES’ler, termik Santraller.. Temiz enerji denen Doğalgaz Hatları, Termal enerji ve düşünülmeye başlanan;
“Kaya gazı” “Kaya gazı (kayaç gazı, şeyl gazı, Devonik (1.zamanın büyük devri) şeyl doğal gaz)”:
Organik madde yönünden zengin kil ile kuvars ve kalsit minerallerinden oluşan tortul kayacın (İng. shale) küçük gözeneklerinde bulunan ve yatay sondaj ile hidrolik kırma yöntemleriyle yer yüzüne taşınabilen, konvansiyonel olmayan (çoğunlukla kullanılmayan) enerji kaynakları arasında yer alan doğal gaza alternatif gaz.
Dahası; Petrol ve doğalgazın alternatifi olarak gündeme gelen kaya gazı, küçük taneli tortul kayaçların (şeyl) gözeneklerinde yer alan petrol veya doğalgazı tanımlıyor. kaya gazı hemen hemen her ülkede mevcut .bunun çıkartılması zahmetli ve kayanın kırılması için basınçlı suya karıştırılan kimyasallar toprağı kirletme ihtimali Avrupa ülkesinde şimdilik tedirgin bakıyor.
"Trakya ve Güneydoğu'da 'dünya çapında kayda değer' rezervler olduğu" söylendiği gibi; Türkiye'de Güneydoğu Anadolu havzasında Dadaş ile Trakya havzasında Hamitabat formasyonlarında çıkarılabilir kaya gazı miktarı 680 milyar m3 olduğu, bu miktarın Türkiye’nin bugünkü yıllık tüketimi (46 milyar m3) esas alınırsa yaklaşık 14-15 yıllık bir tüketime denk düştüğü varsayımları da var. Bu ABD’de 300 yıl, Çin’de ise 500 yılı aşkın rezerv olduğu düşünülürse Türki’ye de yatırımın ne kadar gerekli olup olmadığı düşünülebilir.
Değişik seçeneklerin başında “Sıfır Enerjili Binalar” gelmektedir. Nedeni; CO2 emisyonunun (yayılmasının) büyük bir kısmının , başta konutlardan (%38) olmak üzere binalardan kaynaklanmaktadır. Bu da dünya genelinde bir sorun olan küresel ısınmayı gündeme getirmektedir. Bununla mücadele etmek için, binalardaki CO2 emisyonunu azaltmak için farklı yöntemler bulunmasını zorunlu kılmaktadır.
Son 20 yıldır bu alanda birçok önemli gelişme yaşanmış ve mimarlar, mühendisler sundukları yeni çözümlerle Sıfır Enerjili Binalar sunmayı başarmışlardır.
Sıfır Enerjili Binalar; “ısıtma veya soğutmaya bağlı olarak, binada oturanların da termal konforu düşünülerek, atmosfere çok az veya hiç CO² emisyon salımı olan enerji tasarruflu binalar olarak tanımlanır. Genellikle enerji gereksinimini azaltarak ya da rüzgâr, güneş, jeotermal, su veya dalga gibi yenilenebilir enerji kaynakları kullanılarak sağlanır. Sürdürülebilirliğin temel ilkeleri Azaltım, Geri Dönüşüm ve Yeniden Kullanımdır Sürdürülebilirliğin bu temel ilkelerini aynı şekilde binalar için de kullanabiliriz.
Enerji verimliliği olan bir bina için ilk ilke atık- ısı kaybı veya ısı kazanımını azaltmak; ikinci ilke ısıtma veya soğutmada enerjinin geri dönüşümü ve üçüncü ilke de yenilenebilir enerji kullanımıdır.
Uluslararası Enerji Ajansına göre Türkiye, 2013’te 236 bin 139 GW/h (1 Gigawattsaat (GWh)’ın 1 Milyar Wattsaat veya 1 Milyon Kilowattsaat) elektrik tüketmiş. Bunun %69’u, yani 163 bin 98 GW/h’ı kömür, doğalgaz ve fueloil yakan termik santrallardan elde etmişiz. Bunun da yaklaşık dörtte biri (58 bin 274 GW/h), hidroelektrik santrallarımızdan elde edilmiş.
GES (Güneş Elektrik Santralı), RES (Rüzgâr Elektrik Santralı) ve jeotermal kaynaklarımızdan elde ettiğimiz elektrik oranı %4( 8 bin 563 GW/h) olmuş. Bu oran; Almanya’da 2013’te %15, İspanya’da %25, Yunanistan’da %12 ve Danimarka’da % 34.
Hükümet kömüre yüklenmek istiyor ama...
Başbakan Davutoğlu'nun açıklamasına göre Türkiye, toplam enerji ihtiyacının yüzde 35'ini yerli kaynaklardan karşılamayı hedefliyor.
Türkiye kullandığı bütün enerjinin yüzde 72'sini ithal etmişti. Peki hükümet ne yapacak da yerli enerji kaynaklarının payı yüzde 35'i bulacak? Bunu da söylüyor Davutoğlu: Kömür madenciliğine yüklenilecek, linyit kaynaklarının daha iyi değerlendirilmesi için önlemler alınacak.
Birkaç ay önce Soma'da, bugünlerde Ermenek'te yaşadığımız facialar hatırlanacak olursa, kömüre yüklenmenin bedelinin çok ağır olduğunu da görmeliyiz.
Ama burada sadece insan hayatından söz etmiyoruz; bir de doğaya verdiğimiz zarar var, bunun en önemli kalemi de atmosfere salacağımız sera gazları olacak.
Uluslararası Enerji Ajansı IEA'nın rakamlarına göre 2013'te Türkiye elektriğinin yüzde 29'unu 'yenilenebilir kaynaklar'dan elde etti. Toplam enerji tüketimimizin yüzde 25'ini hidroelektrik santrallardan elde ettiğimiz elektrikle yaptık. Evet 'yenilenebilir' kaynaktan gelen yüzde 29'un 25'i barajlardan geldiğine göre, rüzgar ve jeotermalden gelen elektrik toplamın yüzde 4'ünü oluşturuyor. Türkiye'de güneşten elektrik üretimi yok.
2013'te tükettiğimiz elektriğin yüzde 69'unun fosil yakıtların yakılması suretiyle elde ettiğimizi hatırlayacak olursanız, hükümetin planının bu payı küçültmek bir yana daha da arttırmak olduğunu görürsünüz.
Biz 2018 yılı için toplam enerjinin yüzde 35'ini yerli kaynaklardan karşılama hedefi koyarken mesela Almanya 2020 yılı için toplam elektrik üretiminin yüzde 35'ini yenilenebilir kaynaklardan elde etme hedefi koymuştu ve bu hedefe 2017-18 civarında ulaşacakları anlaşılıyor. Üstelik Almanya'da hidroelektrik santral kapasitesi de sınırlı olduğu için bu hedefe rüzgar ve güneş enerjisiyle ulaşıyorlar.
Türkiye keşke kömüre yüklenmek yerine rüzgar ve çok bakir olan güneşe yüklenmeye karar verseydi, '2018'e kadar toplam elektriğimizin yüzde 10'unu rüzgar ve güneşten elde edeceğiz, 2023'te bunu yüzde 15'e çıkaracağız, 2050'ye kadar da elektriğin tamamını yenilenebilir kaynaklardan elde edeceğiz' denseydi.
Nükleer santrallerinin önünü aç, rüzgar ve güneş enerji santrallerinden kaç..
Arkadaşım, Türkiye nükleer santral yapmıyor 'Türkiye nükleer santral yaptırtıyor', bir Rus şirketine.. Bu santralı sen değil onlar işletecek, yani santral onlara ait olacak. Onlar bize ürettikleri elektriği satacak.
Doğrudur, bu nükleer santral için çıkarılan yasa rüzgar ve güneş enerjisi santralları için de elektrik alım garantisi, yani teşvik verilmeye başlandı. Birincisi, bu teşvik miktarı düşük, düşük olsa da finans bulabilirim diye sektörler müracaat etti, fakat bu sefer lisans başvurusu Enerji Piyasası Denetleme Kurumu'nda (EPDK) bekletilmeye başlandı. Nedeni; Türkiye'nin enerji nakil hatları henüz bu yeni yaratılacak kapasiteye uygun değil. Bunun için EPDK müracaatların 4’te birine lisans vermeyi düşünüyor.
Evet; Nükleer santral için enerji nakil hatları var, fakat GES ve RES için yok, yani; rüzgardan veya güneşten enerji üretmek istendiğinde. Yani, GES ve RES’in enerji ürettiği yerde bizim nakil hattı yok' diyerek GES ve RES’in önü kesiliyor. Dahası Termik santraller için üretilen kömür madenlerinde sürekli insanlarımızı yok ediyoruz.
Gezegeni öldürüyor vahşi kapitalizmin doyumsuzları: İklim değişiyor, su tükeniyor, CO2 yoğunluğu her geçen yüzyıl artış kaydediyor. Doyumsuzluğu bırakmanın ve de var olana uyum sağlamanın, dahası tüketimi ve yoketimi durdurmanın zamanı. Göçmek zorunda kalabiliriz de, nereye?
İklim değişikliği süreç içinde küçük adalar ve kıyılarda deniz düzeylerinin yükselmesi, sel baskınları, aşırı hava koşullarına bağlı altyapısal çöküşler, çiftçiler ve balıkçıların geçim kaynaklarının yitime uğraması, besin güvencesizliği ve sıcak dalgalarına bağlı ölümler kapıda diyor, BM Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)’nin 31 Mart 2014 tarihinde yayınlanan raporunda. “Bu gezegen üzerinde yaşayıp da iklim değişikliğinden etkilenmemiş kimse kalmayacak ”deniyor.
Fosil yakıt tüketimi, ormansızlaştırma, HES saldırılarıyla suları kurutma, kıyıları yollarla yok etme v.b saldırılarla, kutuplardan ekvatora, kıyılardan tepelere uzanan her yerde “İklim değişikliğinin etkilerine tanık oluyoruz diyor bilim ademleri.. Dünya fosil yakıt kaynaklarının yarısını tüketmiş Yine de küresel ısınmanın yıkıcı etkilerinin önüne geçme olanağı henüz elden kaçmış değil. Ancak dünyanın karbon alışkanlığından bir an önce vazgeçmesi gerekiyor.
Uzmanlar 1880 yılından bu yana havaküreye 531 gigaton (milyar ton) karbon salınmış. Küresel ısınmanın 2℃ derecenin altında tutulabilmesi için salımların 800 gigatonu aşmaması gerekiyormuş. Bu eşiğin aşılması durumunda dünya üzerindeki tüm ekosistemlerin ve toplumların ciddi biçimde zarar görecekmiş. Dünya 1880’den bu yana zaten 0,85 santigrat derece daha ısındı. Bu etkilerin bir bölümüne şimdiden tanık olunabiliyor.
Kutuplarda ve daha başka yerlerde buz örtüleri ve buzullar eriyor; denizlerde büyük oranlarda bir yükselme meydana geliyor. Geleceğe yönelik uyum sağlayıcı önlemler arasında, en yoksul kesim için, ya isteyerek ya da bir felaketin yaşanması nedeniyle göç etmek de sayılabilir. Mevsimsel davranışlarda değişikliklere giden ya da göç eden hayvanlar ve hatta bitkilerle, doğa da koşullara uyum sağlamak zorunda kaldı.
Kimi deniz canlıları alışık oldukları soğuk iklim koşullarına kavuşabilmek amacıyla yaşam alanlarını 400 kilometre kadar uzağa taşıdılar. 21. yüzyıla damgasını vuran en zorlu işlerden biri iklim değişikliği sorununun etkin bir biçimde ele alınıp üstesinden gelinmesidir, bilim ademlerine göre(Rita Urgan -cbt 1430-3/15ağustos 2014)
Bilim ademleri de; insanın iklimini bozmuyor değil: Bir kısmı “Küresel Isınma” derken, bir kısmı da bugünlerde “Küresel Soğuma” demeye başladı. 30 yıl sürecek karakış kapıdaymış.
Küresel ısınma senaryolarına karşı çözüm arayışı sürerken eski NASA çalışanı John L. Casey'nin kitabı kafaları karıştırdı. Casey'nin tezlerine göre önümüzdeki 30 yıl küresel soğuma yaşanacak Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi'nde (NASA) bir dönem danışmanlık yapan iklim bilimi uzmanı John L. Casey, yeni kitabında dünyanın bir radikal iklim değişikliğinin eşiğinde olduğunu yazdı.
Casey'nin kitabında asıl ilginç olan iddia birçok uzmanın düşündüğünün aksine dünyada küresel ısınma değil soğuma yaşanacağı. Casey'e göre önümüzdeki 30 yıl dünyada karakışlar yaşanacak. Casey, önümüzdeki günlerde piyasaya sürülecek olan "Karakış: Güneş nasıl 30 yıllık bir soğuk krize neden olur" kitabında tezlerini güneş aktivitelerindeki azalmalara bağlıyor.
Kitapta bu tezi destekleyen uzmanların görüşlerine de yer veriliyor. Buna göre önümüzdeki dönem "solar minimum" denilen güneşteki alevlenme ve patlamaların yaşanacağı bir sürece giriliyor. Casey'e göre, güneş aktiviteleri azalmaya devam edecek ve "solar kış uykusu" dönemine girilecek.
“Küresel Isınma”; Atmosfere salınan gazların sera etkisi yaratması sonucunda dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına deniyor. Dahası dünyanın yüzeyi güneş ışınları tarafından ısıtılıyor.
Dünya bu ışınları tekrar atmosfere yansıtıyor ama bazı ışınlar su buharı, karbondioksit ve metan gazının dünyanın üzerinde oluşturduğu doğal bir örtü tarafından tutuluyor. Bu da yeryüzünün yeterince sıcak kalmasını sağlıyor. Tüm bunlara neden; fosil yakıtların yakılması, ormansızlaşma, hızlı nüfus artışı ve toplumlardaki tüketim eğiliminin artmasıdır.
Bu süreçle; karbondioksit, metan ve diazot monoksit gazların atmosferdeki yığılması artış gösteriyor. Bilim ademlerine göre işte bu artış küresel ısınmaya neden oluyor. 1860’tan günümüze kadar tutulan kayıtlar, ortalama küresel sıcaklığın 0.5 ila 0.8 derece kadar artığını gösteriyor.
Bilim ademlerı son 50 yıldaki sıcaklık artışının insan hayatı üzerinde fark edilebilir etkileri olduğu görüşünde.Üstelik artık geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşılıyor. Hiçbir önlem alınmazsa bu yüzyıl sonunda küresel sıcaklığın ortalama 2 derece artacağı tahmin ediliyor.
Fakat, John L. Casey'nin tezlerine göre önümüzdeki 30 yıl küresel soğuma yaşanacak, yani “Küresel Soğuma” sürecine girecekmişiz.
Tamam, bilim ademleri tartışa dursun, fakat ben sıradan adem diyorum ki; “küremizin ısınmasına ve soğumasına, özellikle ısınmasına neden olan şu “Doğaya ve Doğana düşman” gezegenimizin doymayan açlarını engellemek için savaşımızı sürdürelim ki, sürdürülebilir yaşamı yakalayabilelim”
İşte, kazanılan doğa savaşının somut örneğini 20 Kasım 2014’te Avukat Bedrettin Kalın’dan dinleyelim:"Artvin’den bütün dostlara güzel haber Rize idare mahkemesi Kafkasör’deki Cerattepe’de yapılacak maden için yürütmeyi durdurma kararı aldı. Direndik, inandık, yılmadık ve kazandık....”
Tekrar ediyorum: “Biri soğutuyor, diğeri ısıtıyor, doğrusu; doğayı ve doğanı bitirenleri bitirmek..”
Güncelleme: 21Kasım 2014
http://blog.milliyet.com.tr/6-nisan-artvin-cerattepe-mitingi-nde-dogaya-ve-dogana-sahip-cik-/Blog/?BlogNo=409360Şevket Çorbacıoğlu
Teknopolitikalar platformu
evesbere@gmail.com
0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder