POLAT ALEMDAR İLE HÜLYA AVŞAR, KADİR İNANIR VE YILMAZ ERDOĞAN’DAN HABERSİZ DEMOKRATİK HALK HAREKETİNİ BİTİRİYORLAR
Benim ülkem; 2002 senesinden bu yana, ciddiyetten yoksun, dinden ve yoksuldan geçinmeli, magazinsel beslemeli arabesk duruşlu siyaset yörüngesine oturtuldu. Bu süreç, sosyologların, siyaset bilimi laboratuarında incelemeye alması gereken önemli bir olgudur.
Evet arkadaşlar; İstanbul’da başlayan ve tüm Türkiye’ye yayılan, “Taksim Gezi Parkı” halk hareketi; Recep Tayyip Erdoğan tarafından, ‘seçtiği akil insanlar olan Kadir İnanır ve Yılmaz Erdoğanlar ile değil’, Polat Alemdar (Necati Şaşmaz), Avşar kızı (Hülya Avşar) ve Heredot Cevdet (Hasan Kaçan) ile durdurulacak. Bu kimlikleri sayın başbakan makamına davet etti.
11 Haziran 2013 sabahı R-cep faşizminin Taksim Gezi Parkı Halk hareketini durdurmak için yaptığı Çelik Kuvvetli saldırıyı Polat Alemdar ve arkadaşlarının yönettiğini bilmiyorum, fakat bildiğim şu ki; bu faşizan saldırıları yöneten her kim ise, Türkiye’yi değil, kendini bitiriyor.
Ne demek; “eylemi bitirin gözlerinizden öperim”. Ne demek, gecenin bir yarısında, muzaffer ordularının başında ki komutan edasıyla Taksim alanına Valisi ve Emniyet Müdürüyle inmek?
İstanbul’a bu zulmü, işgal orduları yapmadı, sen nasıl yaparsın?! Nereye koştuğunun farkında mısın?
Hadi diyelim, birtakım çaputçularınla birlikte dediğin gibi, çapulcu bizler aşırı uçların örgüt militanlarıyız , iyi de dünyanın yargı hafızası, adalet dağıtıcıları olan evrensel meslek sahibi Avukatları İstanbul Çağlayan’daki Adalet Sarayı’ndan ‘Çevik Kuvvet’ ile yaka paça gözaltına alırsın? Bu ne cüret, bu ne aymazlık, değil Türkiye’yi gezegenimizi , yeniden inşa etmek için tümden ele geçirdin de bizim haberimiz mı yok?
İnsafa davet ediyorum seni; ‘ eylemleri bitirin gözlerinizden öpüyorum’ diyerek gaz verdiğin polis kardeşlerimizden biri inşaattan düşen pano ile yaralandığında ilk yardıma koşan ‘benim geçliğim değil dediğin ve sürekli gaz verdiğin, gözlerini kör ettiğin, öldürttüğün eylemci gençlerdi. İkisini barıştıracağına, savaştırıyorsun; görmüyor mu zannediyorsun bu duruşunu birileri?
Olguyu, rutinleşen argümanlarla değil de, farklı ve güldüşün boyutunda M-izah etmeye çalışacağım. Buradaki “M-izah” şeklindeki sözcük sahibinin, 4 yıl 98 gündür tutuklu olan, 338.gündür hücrede olan, Milletin vekili olduktan sonra ulusal istencin (Milli irade) tutukluluğuyla 733 gündür içeride olan sayın Mustafa Balbay’a ayıt olduğunu belirtir, Mustafa Balbayların onurlu savaşı karşısında saygıyla eğilirim.
Evet; Kadir İnanır ve Yılmaz Erdoğanlar, çaputçu değil çapulcu olmanın tam zamanı. Lütfen, bir çaput için, özgür düşüncesini kiraya verenlerin değil, demokrasi ve insan hakları için, özgür istencini, çağın gelişim ve değişimini dikkate alarak, tüm düşünceleri kucaklayan, saygılı ve evrensel barışı yaşama geçirecek ‘adeta dünyanın yeni özgün ideolojisinin habercisi olan’ eylemlerin sahibi çapulcuları dikkate alın.
Öncelikle, ülkemin 2002’den bu yana geçirdiği rahatsızlığının, İstanbul Gezi Parkı eylemlerinde kendini bulan “Halka hareketi” ile iyileşme sürecine gireceğinin umuduyla, tüm ülke insanına geçmiş olsun derken, demokratik ve özgür düşünceye, insan haklarına saygılı nice nitel seneler diliyorum. Ayrıca, bireysel olarak Kadir İnanır’a da geçirdiği rahatsızlıktan dolayı geçmiş olsun diyor ve o’na aynı dileklerimi iletiyorum.
Not; her iki dileğimde de çok-çok samimi olduğumu belirtmek isterim. Söncelikle de, Akil Adam sonrası vermeye başladığı rahatsızlıktan dolayı sitemde bulunarak ve Gezi Parkı Halk hareketi ile ilgili ise çok az konuşması, dahası suskunluğu için aşk olsun diyor ve nice nitel senelerini yok etmemesini diliyorum.
Kadir İnanır, sanatsal yönü üzerinden değil de, ‘Kim inanır? Kadir İnanır’ güldüşünlü yakıştırmalarla anılır oldu, genelde. Son 3-4 aydır da, ‘Akil Adam’ sonrası söylemleriyle..
Bir iki yazımda kendisine göndermelerde bulunduysam da, genelde es geçtim, fakat bu son açıklamaları kendisini yazmaya zorladı beni: Kadir İnanır’ı ben bir TV’ye yaptığı programdan anımsıyorum. Ne ilgisi varsa, o programda yerüstü dünyasının değil de yeraltı dünyasının ünlüleriyle söyleşi yapıyordu. Ünlü bir kabadayı ile söyleşirken ‘bir ara kendisini oynadığı filmlerin kabadayılığına kaptırarak ’, kabadayıya ilginç bir soru ile harmanlanmış tümce yöneltti. Kabadayının tepkisi karşısındaki duruşu bir Karadenizli olarak üzmüştü, çünkü ürkmüştü.
Kadir İnanır’ın siyasi duruşu, Sosyal Demokrat veya Demokratik Solun biraz önünde seyrettiğini gözlemledim hep. Bu nedenle, diğer sinema sanatçılarının yanında bende ayrı bir yeri oldu. Sosyalist özenmelerinde, Fatsalı oluşu ve Fatsa’daki Terzi Fikri, yani Fatsa Belediye Başkanı Fikri Sönmez etkindi.
Fikri Sönmez, belediye başkanlığı döneminde sosyalist bir yapı kurmuş (1979-11 Temmuz 1980). İşlettiği süreç, batılı sosyologlarca da sosyalist yerel yönetim deneyimi olarak görülmeye başlanmıştı. Öyle ki, oluşturduğu yapı AP, CHP ve MSP İlçe Başkanlarınca da onay görmüş ve Fatsa ‘Fikri Sönmez döneminde’ çok daha huzurlu bir kent olduğu dile getirilmeye başlanmıştı.
Bundan rahatsız olan egemenler 11 Temmuz 1980 günü askeri operasyonla Fikri Sönmez’i görevden aldırmış ve tutukevine göndertmişti. Ardından 12 Eylül Faşist darbesi gerçekleşmiş ve cunta, egemenlerin engel gördüğü sol için genel bir temizlik süreci başlatmıştı.
K.Evren ve kurmayları ilk soluğu Fatsa’da aldı. Kenan Evren ‘solu karalayan, sağa ödün veren, dahası önünü açan’ tarihi konuşmasını Terzi Fikri’nin Fatsa’sında, Terzi Fikri’ye göndermelerde bulunarak yapmıştı. (Konuşma bana da yansımış ve çalıştığım kamu kurumunda hakkımda soruşturma açılmıştı. Nedeni, Fatsa konuşmasına tepki göstermek için, köyleri de içeren büyük ölçekli haritada; Ordu, Giresun, Trabzon, Rize ve Artvin’i içeren bölgeyi maket bıçağıyla kesmekti.
Biraz maceralı oldu olmasına da, sonunda haritayı keseni bulduk, aksi taktirde her şey hazırlanmış Mamak’a gitmek üzereydik. Haritayı kesen o bölgede il müdürlüğü yapmış bir sağ görüşlü mühendis idi. Amacı, ileride milletvekili adayı olursa, köyleri de içeren haritayı kullanmakmış. Kimse o’nu Mamak’a göndermedi, çünkü o sağcı bir dinden geçinendi. Canım bugünlerde Kenan Evren’e dua eden, şükredenler ve İnanır’ın da barış getireceğine inandıkları).
Fikri Sönmez, hala gizemini koruyan kalp kriziyle 4 Mayıs 1985’de yaşamını yitirdi. Kadir İnanır’in solculuğunu daha ileriye taşma isteğinde; ‘bizlerin de yanında olduğu’ Fikri Sönmez’in halkla bütün yerel dayanışma çok etkin olmuştu. Bu nedenle İnanır, var olan sol partilere biraz uzak durdu. Kendisine teklif yapılmayınca da asla onlara yanaşmadı ve onlardan ileride gözüktü.
Akil Adam seçilince de, biraz uzak durduğu sol kesimden tamamen uzaklaştı ve onlara ırkçı kafatasçı suçlaması getirdi. Onun için; mazlum ülkelerce örnek alınmış, yerelden ulusala, ulusaldan evrensele gidecek, farklı etnik kimlikleri kaynaştıran Atatürk’ün ‘ulusalcı evrensel felsefesi’ de faşist ırkçı bir oluşumdu artık. Terzi Fikri’nin fikrini ortadan kaldıran 12 Eylül faşistlerine dua eden, şükranlarını sunanların görüşleri İnanır için daha inanılır idi de.
İşin özü; dinden, ırktan ve yoksuldan geçinenler İnanır için, barışın ve demokrasini ve de insan haklarının, ille de özgür düşüncenin inanılır kimlikleri oldu. Bu nedenle, onların dilini kullanmak zorunda hissetti kendini. Aldığı eleştirilerin çoğunun, onların dilini de aşan dil kullanmasından kaynaklandığını algılayamadı.
“Bundan sonra Altın Portakal’a da gelmem. Antalya Belediye Başkanı Mustafa Akaydın kendisi çoktan karizmayı çizdirmiş.” derken, Prf. Dr. Mustafa Akaydın’a söyledikleriyle kendi karizmasının varsıllaştığını düşünmeye başladığı izlenimi vermeye başladı.
Antalya’daki konuşmasının bir yerinde de şunları söyledi: “İnsanları karalamak öyle kolay değil. Biz barış için uğraşıyoruz. Ama birileri çıkıp kürsüden sallıyor, ‘Sen Recep Tayyip Erdoğan’ın papağanısın’ diyebiliyor. Bunların hepsine cevap vereceğiz. Ve hepsiyle yargıda hesaplaşacağız. Bu süreçte çok ağır cezaların ortaya çıkacağına inanıyorum. Avukatım bile, ‘Hayatınız boyunca çalışmanıza gerek yok’ diyor. Aslında benim ne kadar haklı olduğumu anlatmaya çalışıyor. Yoksa bizim tek amacımız barış sürecine katkı sağlamak.”
Son cümlelerinizle başlayayım. Herkesin amacı akan kanın durdurulması. Gerçekten barışı düşünenler, asla akan kan tacirliği yapmaz. İkincisi; çok ağır cezalar çıkacağını nerden biliyorsunuz? Yoksa, birileri gibi siz de ‘hukukçuların asla önceden bilemeyeceği’ yargı sonucunu yargılamazdan almaya başladınız? Üçüncüsü, alacağınız tazminler konusundaki söyleminiz hiç de akil insana yakışmayacak bir özdeksel çıkarcılığı yansıtıyor.
Sayın İnanır, barış için uğraşmayan evrensel barışı istemiyor demektir. Siz uğraşıyorsunuz, sizin dışınızdakiler uğraşmıyor demekle sadece biz evrensel barışı istiyoruz anlamı çıkar ve bu da hiç doğru bir yaklaşım olmaz. Lütfen sayın İnanır, inandıklarınız acaba sizin kadar evrensel barışa inandırıcı bakıp bakmadığını bir düşünün.
Sayın İnanır; “Süreci yanlış yorumluyorlar. Böyle bir ülke meselesinde böyle bir bakış açısı olabilir mi? CHP bu kadar ulusalcı bir tavır nasıl gösteriyor? Hani sosyal demokratlardı? MHP ile bir olmuş, aynı siyaseti güdüyorlar. Kılıçdaroğlu ile rahatsızlığım esnasında görüştüm. Ama şu an görüşmem” diyorsunuz.
Bunları derken, olguyu saptırmaya çalışanlardan, yani Amerikan ve İsrail kardeşliğini Müslüman kardeşliğine yeğleyenlerden hiçbir farkınızın olmadığını belirtenler yüzünden hiç kendinizi sorgulamayı da düşündünüz mu?
Şunu unutma, birilerine özenerek, özellikle sınırsız ve kuralsız demokrasi avcıların jargonunu kullanarak ulusalcılığı faşist ırkçı milletçilikle özdeşleştiremezsiniz. Hiç aklınıza getirdiniz mi, Terzi Fikri’nin de onlar ve senler gibi düşünüp düşünmeyeceğini?
Sizi hasta iken ziyaret eden ve konuştuğunuz Kılıçdaroğlu’nun politikalarını yeni mi öğrendiniz de, şimdi görüşmem kendisiyle diyorsunuz. Öncesi ve sonrasını bilmeyen siz nasıl Akil insan oldunuz?
Sayın İnanır, eski inanırlığınızı, inan fazlasıyla örselediniz. Şu son açıklamanız ise, eski kararlı duruşunuzu kısmen de anımsattı demez isem kısmen haksızlık yapmış olurum:
Akdeniz Bölgesi Akil İnsanlar Heyeti üyesi ünlü sanatçı Kadir İnanır, Taksim Gezi Parkı olaylarıyla ilgili açıklama yaptı. Kadir İnanır, "Son bir haftadır Taksim Gezi Parkında başlayıp tüm Türkiye’ye yayılan toplumsal hareketlilik bizi zorunlu bir gerçeklilikle bir kez daha yüzleştirmiştir. O da bu ülkenin demokrasi ve özgürlüğe olan talebidir. Eğer çağdaş, uygar ve laik bir ülke hayalini paylaşıyorsak, bu talebi anlamak, ciddiye almak saygı duymak gerekir. Demokratik hak talebiyle hareket eden kitlelere yönelik alınacak tavır asla zor kullanmak olmamalıdır"
“Benim ülkemde 5 vakit ezan okunur, niye filmlerde, dizilerde okunmaz-ki okunur-” diyen Yılmaz Erdoğan da, Taksim Halk Hareketi ile ilgili şunları söyledi: "Ülke genelinde bütün yöneticiler ve yetkililerin aklına gelen çözüm hala ve hala ve hala biber gazı mı!! Derhal bir diyalog yolu açılmalı. Polis alanlardan çekilmeli. Şiddete derhal son verilmeli. Kiminle ve neyin inatlaşması bu???"
Tekrar ediyorum; Haydin akil adamlar, şimdi AKP’ye Akil adamlık yapmanın tam zamanı. Bakın ne demişti: “Şu anda evlerinde bizim zorla tuttuğumuz bu ülkenin en az yüzde 50’si var,..” Ne demek bu? Sen sokağa çıktınsa, ben de % 50’mi arkama alır, sokağa inerim demektir.
Siz ‘Akil Adamlar’ lütfen uyarın şunu. Örneğin %50’yi anlatın. Deyin ki; “ %50 ülke nüfusunun ve seçmenin %50'si değil; seçime katılan %80'nin %50'sidirr. Bu %50'nin en az %15'i AKP’ye, Erdoğan’a inanan kitledir. Yani, son dönemde inancı sarsılan kesimin oyudur ve bu oranı da son 2 yılda tümden kaybetti, çoğu bugün alanlarda olan kitlenin içindeydi.
Kaldı mı geriye, %35. Bu %35'in yine en az %15'i kurgusal, anlayacağın alıntı, yani soru işaretleriyle dolu oylar. Geriye ne kaldı %20. Bu %20 oy Erbakan'ın oyudur ve kemik oydur. Bunun da % 8'i sokağa çıkamayacak yaşlı oylardır. Gerçekten zapt-edemediği bir oran var, işte o oran %12'dir ve çıkın dese, bunun ancak %5'i çıkar, bu %5'in %2'side kırsaldaki kitledir.
Akil insanlar tam bu noktada gerekiyor, çünkü karşınızdaki akılsızca şeyler söylüyor; Örneğin, eylemciler camiye ayakkabı ve içki şişeleriyle girdi diyor, Atatürk ve İnönü için 2ayyaş diyor, gezi eylemcisi bizler için sarhoş ve ayyaşlar diyor, bunlar benim gençlerim değil diyor, diyor da diyor. Uyarın, akil insanlarsınız. Yoksa siz yanlışları değil de, AKP karşıtlarını mı uyarmak için programlandınız?
Ben böyle diyorum, siz doğrusunu söyleyin ‘Akil Adamlar’ olarak. Doğru, sizde haklısınız akil insanlar olarak, sizde de akıl bırakmadı, iktidar. Bunun için birkaç olguya değinip size katkı vermeye çalışacağım:
Tekrar olacak, fakat başbakanın şu %50 dayatmasına ve seçim olgusuna kısaca yine değineceğim: “Bunların %50 oyu toplama oy olduğu için, hareket edecek, yanı işareti aldıklarında hareket edecek kitlenin oranı %15'i geçmez, bunun da % 8'i kırsal kesim oyu, geri kalan %7sinin %2 si de ödlek olduğu için alanları adeta polislerle birlikte doldurabilirler. Polis sayısı, İşaret bekleyenlerden fazla, çünkü sivil polis çok.
Ben bu açılım bir kez daha yapayım (yıllardır bu analizi yaptım yazılarımda); Seçime katılım oranı %80, çünkü %20'lik oran, seçime katılmayan siyasetin ataeistler/siyasete inanmayanları ve küskünlerinden oluşuyor; % 80'nin %60'ı sağ oylar (AKP bunun %50'sini aldı), geri kalan % 40'ı sol oylar. CHP bu %40'a çalışması gerekirken, sağın %60'ına çalışıyor ve yanlış yapıyor.
Ona göre, sağ adaylarla sağın oyu gelir; Hayır, sağ adaylarla sağ aday gelir, sağ adayın tabanı asla gelmez. Çünkü, sağ asla sola oy vermez. Eğer, CHP veya sol; %40 sol tabana ve bir de seçime katılmayan %20 (küskünler)'e çalışsa politikalarını da %80 seçmene göre belirlese, %35'ten aşağı oy almazlar. Gelelim, AKP'nin %50'sine. Tekrar ediyorum; AKP'nin %50'si= %15 kuşkulu + % 10 Liboş solcuların etkilediği kitle ve muhafazakar sağ+%10 Erbakan'ın oyu+%15'te hakkını yemeyelim Recep oyları. Alana % kaçı iner? Yukarıda değindiğim, dahası analizini yaptığım gibi belki % 5'i i taşımalı siyasetle alana iner. Akköprü'deki katılım gördük, 3-4 bin kişi.”
İkincisi: Bu dünyada eşi benzeri olmayan ve 21. Yüzyıl dünyasının özgün yapılanmasındaki yeni bir ideolojik süreç olan Türkiye’deki halk hareketi; Güney Doğu’daki savaşı durduracak olan barış hareketini de kucaklayacaktır. Dahası, başlatılan o süreç, halk hareketine katılacaktır. Evet, PKK ile barış Gezi eylem süreci ile bütünleşmek zorunda.
Biliyorum ki, amaç Kürtlerle barışmak değil, Kürtlerin içindeki Hizbullahçı kanatla barışarak, 2 milletli Türk-Kürt İslam Cumhuriyet’i kurarak, Ortadoğu coğrafyasındaki tüm Kürtlerle Ortadoğu’ya ve İslamiyet’e hakim olmak. Belki de, halifeliği getirerek tüm İslam dünyasını birleştirmek. Bu gerçeği görenler, Gezi eylemleriyle ergeç buluşacaklardır. İşte o zaman bunlar gider.
Yazılarımda hep şunu vurguladım, bu ulus, gün gelecek Kurtuluşu Savaşı’nı tekrar verecektir. “Yeni Kurtuluş Savaşı”’nın ilk işaretidir yaşananlar.
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
TEKNOPOLİTİKALAR PLATFORMU
sevket-che@hotmail.com.tr
evesbere@mynet.com
GSM: 05066090032
Korkuyorum, eylemci gençliğin CHP yi yanında istememesine karşın genede bu sürecin sonunda,bu süreçle ilgili CHP nin oy kaybına uğramasından korkuyorum.Bu süreç on yıldır şahsımıza, partimize,değerlerimize bıkmadan usanmadan küfredilmesinden,hakaret edilmesinden,küçümsenmesinden dolayı içimizde yaşadığımız büyük isyanın,acının,hıncın dışa vurabilme fırsatı açısından çok önemlidir Ve eğer bu gençler geri çekilme zorunda bırakılır ve onlar emellerine ulaşırlarsa benim ve benim gibi milyonlarca muhalif için gerçekten büyük yıkım olur.Ana muhalefet olarak CHP nin burada muhalefetin nabzını çok iyi tutabilme zorunluluğu vardır.Canlı,etkin,enerjik ve akılcı polotikalarla büyük halk yığınlarının ana muhalefet partisinin cesur yüreğinde kendi yüreğini kaşıyabilme ihtiyacı vardır.Yıllarca itilen kakılan ezilen geniş halk kitlelerinin ana muhalefetin güneşi içen sesinde kendi sesini duyabilme ihtiyacı vardır.Ana muhalefetin en ufak bir muhalif parçayı dahi sahiplenebilme yeteneğine ihtiyaç vardır.Oysa gördüğüm manzara son derece zayıf,renksiz ve enerji içermeyen,dinleyenlerin,izleyenlerin yüreğine su serpecek içerikten ve muhalefeti tek yumruk gibi bir araya toplayacak etkin bir muhalefetten uzak olduğudur.Başbakan konuşurken "faizci lobisi" olarak şuçlama konusu yaptığı bankalardan biri kuşkusuz CHP ile ilişkisi olan İş bankasıdır.Diğer banka ise bu eylemlere aktif olarak destek veren bir bankadır.Bugün herkes çok iyi bilmektedirki para polotikalarını,dolaysıyla faiz polotikalarını belirleyen hükümetin ta kendisi iken bu iki bankayı hedef tahtasına otutmuş olması bir yana sayın Kılıçdaroğlu'nun konuyla ilişkin konuşmasında "Onları bitirmezsen namertsin" diyerek bu iki bankayı celladın eline teslim etmesi muhalefet ruhuyla bağdaştırılabilir birşey değildir.Diğer yandan günümüzde hala sermaye düşmanlığını çağrıştırır ki hem çirkin olur hemde asla kabul edilemez.
YanıtlaSilBu güzel yorumları nasıl kaçırmışım..
YanıtlaSil