HALK SOKAĞA NEDEN İNDİ? KORKULAR VE ÇAĞIN ÖZGÜN İDEOLOJİSİ...
- Hal; ellerinde, tencere tava; “Tayyip istifa, hükümet istifa” diyerek neden haykırıyor?
- Salt meydanlarda değil, mahallelerde, evlerin balkonlarında, penceresinde tencere tava ile niçin iktidarı protesto ediyor?
Tek yanıtı var; Doğaya ve doğana saldırdıkları için.
- Birincisi; ekonomik ve siyasi rant adına, üç kuruşluk enerji için dereleri bitirdikleri için. Dere yataklarını, su havzalarını, ulusal parkları, kıyıları, ormanları, kentleri, kentlerin ‘özellikle İstanbul’un tarihten gelen siluetlerini, boğaz köprüleriyle İstanbul Boğaziçici ve gezi parklarını yok ettikleri için. Yani doğaya saldırdıkları için.
- İkincisi; üretmeksizin, üretilmiş ulusal değerleri satarak ekonomiye görece iyileştirme getirenlerin birkaç kişiyi varsıllaştırdığı, halkı ise her geçen gün yoksullaştırıldığı için ve de durum bu iken dalga geçercesine dış borçların alabildiğine arttığı bu dönemde, IMF ‘e bile borç veriyoruz yanıltmasıyla görece iyileşmeyi, gerçek iyileşme gibi gösterdikleri için. Demokrasiyi amaçlarının aracı haline getirdikleri için. Birey özgürlüğüne ve özgür düşünceye ve insan haklarına gem vurdukları için. Görsel ve yazılı medyayı susturdukları için. Kendi ideolojik yaşam tarzlarını halka dayattıkları için, Yani; doğana(insana) saldırdıkları için.
Tüm bu gerçekler dururken siz çıkıp: “Ben bu eylemleri canı gönülden destekliyorum. Çünkü özgürlüğümü elde etmeyi bekliyorum. AK Parti’ye oy verme özgürlüğümü almak istiyorum. Bugüne kadar oy vermedim. Ama uyguladıkları politikaların yüzde 70’ini hayranlıkla izliyorum. Ekonomik politikalarını çok başarılı buluyorum. Türkiye’nin ekonomik başarılarının dışarıda yarattığı hayranlıktan gurur duyuyorum. Ulaşım, iletişim, sağlık politikalarını çok beğeniyorum. Organizasyon kabiliyetlerini takdirle izliyorum. Ülkemin gidişatından memnunum.” diyebiliyorsanız, “Ben bu eylemleri canı gönülden destekliyorum” sözlerini etmeye hakkınız yok.
Ne demek; “.AK Parti’ye oy verme özgürlüğümü almak istiyorum?” İnsaf be kardeşim; insanlar AKP gitsin diye feryat ederken, sen çıkıp, sanki birileri senin AKP’ye oy verme özgürlüğünü elinden almışçasına feryat ediyorsun.
Ardından söyledikleriniz hiç bir şeyi değiştirmez: “Ama hayat bundan ibaret değil. Doğduğum yerlerin havası, aldığım eğitim, kültür, hayat tarzım, kişiliğim, sadece ekonomik başarılarla mutlu olmama izin vermiyor. Şahsiyetim var... Haysiyetim var. Korkularım, endişelerim var. Ben ne kadar iyimser olmaya çalışsam da, çevrem huzursuz.Özellikle kadınlar korkuyor. Ben gazeteci olarak korkuyorum. İşini kaybeden arkadaşlarımın gözlerini her saniye üzerimde hissediyorum. Kendimden utanıyorum. Güzel bir işe sahip olmanın keyfini, tatminini yaşayamıyorum.”
Dalga mı geçiyorsun, yoksa hem nalına hem mıhına mı gidiyorsun?
Korktuğun şeye övgüler sıralıyor, ardından korktuğunu söylüyorsun. Senin bu söylemlerin çocuksu bir korku gibi geldi bana: Hani çocuğa bir oyuncak getirisin de çocuk il anda oyuncaktan korkar ve ağlar, korkmasın diye oyuncağı uzaklaştırdığında, “niçin alıyorsunuz” dercesine tekrar ağlar, çığlık atar, bu olgu birkaç kez tekrar edilir, sonunda çocuk ağlamayı keser, heyecanla ellerini çırpar, zaman-zaman oyuncağa vurur ve ardından alışma moduna girer ve korka- korka oyuncağa sarılır ya, onun gibi bir şey; düpedüz korktuğun şeyin, elinden alınacağı korkusu. Dahası, AKP’deki korkuya özdeş olmasa da, yandaşımsı bir korku.
Benim korkum, sizin ve siz benzeri duruşlardır. Çünkü bu duruşlar, endişe duyulan, korkulan şeyi besler.
Bir diğer korkum; korkunun bitmemesi ve korkuyu yaratan halk hareketinin sönümlendirilmesi, yani; halk dalgasındaki tertemiz genliğin sıfıra indirgenmesi.
Yıllarca yazıldı-söylendi (ben bile); sokakların, demokrasiye yaşam veren ve halkı evrensel barışın düzlemi meydanlara akıtan kanallar olduğu.
Halka; “susma sustukça sıra sana gelecek” derken Alman Rahip Martin Niemöller’in şu sözler tekrarlandı. "Naziler önce komünistler için geldiler, bir şey demedim çünkü komünist değildim. Sonra Yahudiler için geldiler ve bir şey demedim çünkü Yahudi değildim. Sonra sendikacılar için geldiler ve bir şey demedim çünkü sendikacı değildim. Sonra Katolikler için geldiler ve bir şey demedim çünkü Katolik değildim. Ve sonra benim için geldiklerinde ise çevremde benim için bir şeyler diyecek kimse kalmamıştı.''
Bunlar yaşanırken birileri, Atatürk’ü karaladı, tek adam diktatörlüğü ile suçladı. Onun evrenselliğe giden ulusal felsefesiyle alay etti. Yetmedi, Kurtuluş savaşıyla emperyallere ve hilafet yanlılarına dünyada ilk kez atılan tokadı sorguladı. E tehlikelisi, senin mantıksal yaklaşımların da bunları besledi.
Bu nedenle böylesi söylem tarzı, benzer yanlışları yineler, dahası politik yenilemeleri askıya aldığı gibi, kendilerine haksızlık yapılıyor düşüncesiyle, Aşağıdaki demokratik istemlere yanıt vermez:
- 1-Gezi Parkı park olarak kalmalı, projenin iptal edildiğine dair açıklama yapılmasını, AKM’nin yıkımının durdurulduğuna dair de yasal açıklama yapılmasını.
- 2-AKM’nin yıkımından vazgeçilmesini.
- 3-Üçüncü köprünün yapılmamasını.
- 4-Olayların yaşanmasına neden olan sorumluların görevden alınmasını.
- 5-Gaz bombası kullanımının yasaklanmasını.
- 6-Gözaltına alınanların derhal serbest bırakılmasını.
- 7-1 Mayıs alanı olan Taksim ve Kızılay başta olmak üzere Türkiye’deki tüm meydanlarda toplantı, gösteri yasaklarına son verilmesini, İfade özgürlüğünün önündeki tüm engellerin kaldırılmasını talep ediyoruz.
Bu demokratik istemler doğrultusunda, çalışanların ücretlerindeki ve özlük haklarındaki sorunları dile getirmek için dün (5 Haziran 2013) Ankara’da, Trabzon’da, İstanbul’da, Antalya’da ve Samsun’da TMMOB, KESK, DİSK, TTB ve Emek-Sen olarak alanlarda idik; Ne oldu? Yine aynı baskı, yine aynı hükümet terörü.
Yetmedi, Rize’de sokağa inip demokratik taleplerini dile getiren, gençler karşıt gruplar tarafından linç edilmek istendi. İkinci bir Sivas-Madımak katliamına az kalmıştı. Düşünün, bayılan bir kız çocuğunu ambulanstan alıp katletmek istediler.
Dünya’da görülmemiş böylesi tertemiz herekte siyasetten soyut deniyor. Bilin ki hiçbir şey siyasetten soyut değildir, her hareketiniz özünde siyaset yatar. Bu, iktidardaki siyasete ve siyasetlere karşıt oluşturulmuş ‘dünyaya örnek olma şansı olan’ yeni bir siyasi harekettir ve özünde demokrasi, özgür düşünce ve de insan hakları yatmaktadır.
Daha derin tanımıyla; çağımız bilişim ve endüstriyel teknolojinin değiştirdiği ve geliştirdiği özgün sosyal yapının gereksinimlerine yanıt verecek, var olan ideolojilerden soyut, her türlü düşünceyi barındıracak, ekoloji ile beslenmiş kucaklayıcı bir ideoloji hareketidir benim için.
Endişem; böylesi kendiliğinden gelişen ve büyüyen bu halk hareketini birkaç kişinin başarısı olarak görüp, var olan siyasetlerin o kişileri partilerine çağırıp aday göstererek milletvekili yapmaları ve halkın sokakla barışmış, yepyeni ideolojiye kaynak bu hareketi kurumsallaşmadan edilgenleştirmeleri.
İşte halk; “Susma sıra sana gelecek” uyarısını dikkate alarak, ‘yaratılan korkuları kırıp’, gerçeği algıladığı noktada, sokağa inerek yepyeni bir siyasal ideolojinin kapısını araladı.
Var olan yanlışı korumaktan ve beslemekten vazgeçip, dünyanın en saygılı, namuslu, kararlı ve yürekli bağımsız bu halk hareketini koruduğumuz ve geliştirdiğimiz noktada, yanlışları ortadan kaldırabiliriz. Aksi taktirde o yanlışları yineletir, dahası acımasızlaştırırız.
Şevket Çorbacıoğlu
Teknopolitikalar platformu
evesbere@gmail.com
0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder