DİDO ORDO(ÇOK ÇABUK) YAYILAN TAKSİM GEZİ PARKI SENDROMU
Kıvılcımın ne zaman nerede parlayacağını bilemezsiniz, fakat parlama nedenlerini gözlemleyebilirsiniz.
Kıvılcımın parlaması için çok neden vardı, ama beklenmeksizin İstanbul’da Taksim gezi parkında parladı ve tüm ülkeye parlaklığını yaydı. Yayılmasına neden de, Anadolu insanın beynindeki özgürlük kıvılcımının çakmasıdır. Çünkü o; sanal korku imparatorluğunun beyninde yarattığı korku zincirini paramparça ederek, düşüncelerini özgürlüğe kavuşturdu.
Yaşım değil çok, söylememe gerek yok. Ben bu yaşıma dek(35’i geçtik, kaç yıl geçtiğimi söylemem), başta kendim olmak üzere insanları bu denli kararlı, yürekli, soğukkanlı ve atılgan görmemiştim. Çünkü düne dek edilgendi, duyarsızdı, korkmuş gibiydi, adeta kaderinin kuytu ve karanlık köşesine çekilmiş, ürkek-ürkek olanları, yapılanları izliyordu. Ne olduysa, beynindeki o kıvılcım aniden çakarak, yerinden fırladı ve meydanlara indi.
Meydanlar özgür düşüncenin evrensel düzlemleridir. Yeter ki, o düzlemi iyi kullan. Bu sefer insanlarımız ‘evrensel düzlem’ meydanı iyi kullandı.
Bunlardan biri de bendim. Kendi kendime, eğer ben meydana inmezsem, o benim sırtımdan hiç inmeyecek diyerek, o’nu sırtımdan attım ve soluğu, Kızılay Akay yokuşunun inişinde aldım. Kararlılığımı, alandaki insanların kararlılığıyla çoktan harmanlamıştım ve haykırabiliyordum artık. Saatlerce bağırdım. Özgürlüğümün tutsaklığına son vermiş, özgürlüğümün tadını çıkarıyordum.
Yalan, yalan, bin kez yalan söylüyor ‘biber gazı kullanmıyoruz’ diyenler; aksine en kalitesini ve en iyisini helikopterle belli periyotlarda kullandılar.
Güven parkı ve Akay yokuşu arasında yığılmışız. Vietnam filmleri sahnesine benzer bir sahne ile iç içeyiz, uçuşan helikopterlerle. Ambulanslar, Atatürk bulvarından hızla ilerleyerek Akay yokuşuna yöneliyorlar. Bir ara, özel bir cenaze ambulansı görünce, Kuğulu taraflarında birinin öldüğünü düşündüm.
Ölüm hep insana nefesi kadar yakındır derler ya, o yakınlığı yaşamaya an kaldı. Bulvar üzerindeki devasa yapıların arasından bir helikopter aniden Godzilla gibi fırladı. Kaçışmalar başladı. Üzerime gelen Helikopteri görüntülemek için, cep telefonunu helikoptere yönelttim, ‘nerden bilebilirdim biber gazı saatinin geldiğini’ aniden salıverdi ve sağ baldırımı sıyırıverdi ve de boşalttığımız bulvara çarparak, Tunus caddesine yuvarlanıverdi, dumanlarını savura-savura.
Yıllardır tırmandığım Akay yokuşun tırmanırken keskin biber kokusu, gözlerimi ve genzimi tekrar yakmaya başladı. Tırmanış, dahası yükseklik artıkça, biber gazının yakıcılığı daha da artıyor. Atmasına neden, helikopterden biber gazı atılması.
Gözlerim yanıyor, ağzım kuruyor, başıma ağrılar giriyordu, yorulmuştum da. Tüm bunlara neden 35’i geçmem değildi, biber gazıydı, tazyikli sudan kaçmak için sağa-sol koşuşturmaktı.
Görüldü ki;
Taksim Gezi Parkı için İstanbul’da yapılan eyleme destek amacıyla sokağa çıkan biz Ankaralılara polisin müdahalesi çok sert oldu. Kızılay’da yaşanan olaylarda TOMA altında kalan ve kafasına polisin kurşunu giren iki genç ağır yaralandı. Gaz fişeği biten polis, taş ve gaz bombası atmaya başladı. Olaylar öylesine abartıldı ki; Başbakanlık’ın korunması için jandarmadan destek bile alındı. Polisin, Başbakan’ın “Biber gazının kullanımında bir yanlış var” sözlerine rağmen, öncesi ve sonrasında yoğun gaz kullanması, başkentte binlerce kişiyi etkiledi. Bu nedenle halkın da alkış ve sloganlarla eylemcilere destek vererek, polise tepki göstermesine yol açtı. Yaklaşık 6 saat süren olaylardan sonra TOMA’lardan sıkılan su ve gaza rağmen dört bir koldan harekete geçilerek Kızılay meydanına girildi. Bu resmen bir Halk hareketi idi ve bu hareketin içinde çok sakin, etliye sütlüye karışmayan şahıslara rastlamam gelecek adına ‘kırılan duyarsızlıklar bağlamında’ beni umutlandırmıştı. Umudumu artıran diğer olgulara gelince:
Birincisi; polisin ardı ardına müdahaleleri esnafın ve Kızılay’da bulunan ancak eylemci olmayan halkın tepkisi oldu. Biber gazı sıkan polislere alkışlar, sloganlar ve bayraklarla tepki
gösteren halk, göstericileri alkışladı, eylemcilerle birlikte “hükümet istifa” sloganları attı.
İkincisi; onlara belli boyutlarda yakın duran Feridun Düzağaç’ın; “ Onlar için bir kıymeti olmayacaksa da yarından itibaren ve ölene kadar ntv, cnnturkcom ve Haberturk kanallarına çıkmayacağım." demesi. Haklı da, çünkü Fatih Altaylı denen şahıs resmen ‘Teke Tek’ programına aldığı R-Cep’i adeta aklama ve yağlama seansına tuttu. Nefret değil de acıdım Altaylıya, çünkü R-cep karşısında yutkunarak , çekinerek soru sorması gerçekten üzücü idi.
Üçüncüsü; Apolitik olduğunu söyleyen Cem Yılmaz başta olmak üzere; Beyazit Öztürk, Okan Bayülgen, TRT 1’deki Leyla ile Mecnün dizisinin oyuncuları ve yönetmeni, Halil Ergenç-Bergüzar Korel, Tarık Akan, oğlu Barış Akan, Derin Mermerci, Teoman Kumbaracıbaşı, Berna Laçin, Hande Yener, Hazal Kaya, Nergis Kumbasar, bana YSE’Kurumunda Mühendisliğin kriterlerini öğreten Polo(Polat) dayının oğlu Şafak Sezer, Sezen Aksu v.b de eyleme katılmaları(Kaynak Oda TV) veya karşıt duruşa geçmeleri.
Özellikle Cem Yılmaz’ın; “Ben apolitik bir adamdım. Neden ayaklandım biliyor musun? 2 fidan için değil. Çünkü onu yerine koyabilecek gücüm var benim sen olmasan da, hatta daha fazlasını. Ben, sabah 5'te, çadırında inandıkları şey için sessizce protesto yapan o gencecik arkadaşlarıma saldırdın diye ayaklandım. Ben o insanları acısını kalbimde hissettiğim için ayaklandım. Ben oğlum bunları yaşamasın, demokratik bir ülkede, demokratik şekilde yaşayabilsin diye ayaklandım. Bu gençler bunun için ayaklandı. Sen hala ağaç diyorsun ….” Sözleri hayli düşündürücü geldi bana.
Asıl düşündüren olay; Bir gazından etkilenen eylemcilere su ve süt verirken, adeta suçüstü yakalamışçasına, Kanal D Ankara Temsilcisi Erhan Karadağ’ın göz altına alınması. Ve, ertesi gün eylemciler gelmezden Kızılay’da toplama alanlarını durulmaz hale getirmek için biber gazı ile bombalamaları ve vatandaşları canından bezdirmeleri. Kim kusura bakarsa baksın, bunu Hitler bile düşündüğünü sanmıyorum.
Saat 20:00. Eve girer girmez kendimi düşün altına attım. Yüzüm gözüm ‘biber gazı sayesinde birbirine’ karışmış, suyla açmaya çalışıyorum.
Düş sonrası; TV karşısına geçtim, kanalları tarıyorum, telefon çaldı. Arayan sevgili Ramazan Koçanali. Epey söyleştik. İkimiz de; halkın, ağzını değil de suskunluğunu bozması konusundaki memnuniyetimizi dile getirdik.
Kanalları tarıyorum; karşıma ürkmüş, kulakları düşmüş, tedirgin bir kişi(R-Cep) çıktı. Konuşmanın sonlarında, korkmadığını göstermeye çalışan zorlu ruh haliyle şunları söylüyordu; “Sen 100 binleri alana döktün, ben 1 milyonu dökerim..Milyonlarca ağaç diktik, gez parkında keseceklerimize sayın. Ben oraya Topçu kışlasını da AVM’yi de yapacağım.”
Korkuyla sarmalanmış sanal cesur duruşunu ertesi gün, yani 2 Temmuz 2013 günü değiştirdi ve eski durumuna geldi. Etkilenmediğini, dahası korkmadığı kanıtlarcasına yine aşağılayıcı ve kutuplaşmayı tetikleyen konuşmasına başladı. Ardından yağdanlıkları; “Biz alanlara çıksaydık, bunları yok ederdik, yapmadık, çünkü biz demokrasi yanlısıyız, eşkıya değiliz.” Bir diğeri; “ İki üç sarhoş resmen darbe provası yaptı, ciddiye alınmamalı”.
Eşkıya değilmişler. İyi de; TOMA ve Helikopterlerle gaz bombası, attıranlar, beyinlere mermi sıktıranlar, parti militanları ve polisle birlik linç yaptırtanlara ne diyeceğiz? Özür dilerim; demokrasi savaşçıları..Bu mantık, böylesi aşağılama ve ayrıştırma; bu eylemleri yoğunlaştırır.
Taksim Gezi Parkında, kendine AVM inşa etmeye kalk. Osmanlı tarafından, Harekat ordusunun başındaki Kurmay Başkanı Mustafa Kemal aracılığıyla 1909’da bastırılan gerici ayaklanmanın Taksim’deki odağı Topçu Kışlasını yeniden inşa edip, Osmanlının yapmak istemediği irticanın simgesi haline getirmeye kalk. Ülke geneline yayılan eylemlerde insanları sabaha karşı tutukla, işkence yap, rapor almaya giden yarılılara rapor verdirme, AKP’nin eli sopalı militanlarını polislerin yanına ver ve İzmir’de eylemcileri linç etmeye kalk. Yargıyı, basını, kurumları ele geçir(pardon onları satıyorsun). Orduyu kartonlaştır. Doğayı ve doğanı yok et ve kendini ülkenin tek sahibi san, fakat bir gezi parkının ve çapulcu dediklerin tüm kitleyi peşine takıp seni bitireceğini aklına getirince sıtma nöbetine tutulmuş gibi titre, ertesi gün benzer inadında diret.
Ya senin kafan basmıyor, ya da başına gelecekleri bildiğin için son hamlelerini yapıyorsun. Biraz kendine gel, bu kıvılcımın niçin çaktığını bir gör. Senin beyninde bir kıvılcım parlasın.
Aksine, biraz kendine geldikten sonra; “"Taksim'e cami de yapacağız. Herhalde ben bunun iznini gidip de CHP Genel Başkanı'ndan ve bu birkaç tane çapulcudan alacak değilim. Bunun iznini bize oy verenler verdi zaten. Şimdi biz 300-500 kişi oraya gitti diye köprü inşaatını mı durduralım? Bunlar tünellere, tüp geçitlere de karşı çıktılar. Bunların cibilliyetinde bir taş taş üstüne koymak yok. Birileri çıkıyor. 'Sayın Başbakan bunlar çok tahrik edici oluyor' diyor. Benim tahrik etmek gibi bir derdim yok. İki kere iki dört eder, yazın da dört kışın da dört. Bunun adı hakikattir, gerçektir. Hakikatleri gerçekleri ters yüz etmeye kimsenin gücü yetmez. Biz onlar adına koşuyoruz. Bu neyi gerektiriyorsa onu yapacağız." demesi, beni sözün bittiği noktaya taşıdı. Ancak şunları mırıldanabildim:
“Seni Allah ıslah etsin!!”
“Diktatör değil hizmetkarım”
Bunu söylerken, gerçekten hiç düşündün mu?
Yoksa dalga mı geçiyorsun, rejim mi seçiyorsun?
Lütfen durdurun; inanın sizlere de zarar vermeye başladı.
http://blog.milliyet.com.tr/3bogaz-koprusu-ekolojik-degil-ideolojik-koprudur/Blog/?BlogNo=416855
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
TEKNOPOLİTİKALAR PLATFORMU
sevket-che@hotmail.com.tr
evesbere@mynet.com
GSM: 05066090032
Yorumlar
Yorum Gönder