Ana içeriğe atla

ORTA AVRUPA GEZİSİ

ORTA AVRUPA; MACARİSTAN, SLOVAKYA, ÇEK CUMHURİYETİ, AVUSTURYA VE ALMANYA "GEZ GÖR YAZ" ETKİNLİĞİ(22-29 Ağustos 2015)
Evliya Çelebi olmazdan Marko Polo olmaya çalışan gezgincinin “Gez-Gör- Yaz” bütününde “Geziyolum” öyküleri..
Macaristan-Budapeşte:
Budapeşte Macaristan'ın Başkenti. Hepimiz biliyoruz bilmesine de bilmediğimiz yerleri de var. İşte o bilmediğimiz yerleri görmeye geldik..
Biz Ankara'dan geldik. Diğer arkadaşların nerden geldiklerini tanışınca öğreneceğiz.
Macaristan'a yolculuk başlamak üzere:







Canlı mı, yoksa cansız bomba mı? Ağustos sıcağında cennet için cehennemi yaşamak bu galiba..


Sabah uyanmazdan biz uyandık. 22 Ağustos 2015 saat; 03.45, ayaktayız. 07:30 Uçağına yetişmek için, Kızılay'daki büyükşehir belediyesinin Esenboğaya giden otobüslerine yetişmemiz gerek, aksi taktirde.. Ah şu örtülü ödeneksizlik. Ne olursa olsun gavurun borcuna gireceğim , gezeceğim. Artık kimseye de yardım etmeyeceğim(çünkü belli kimliklerden teşekkür bile almıyorsunuz). Bundandı ki hep gezeceğiz. Hemi de banka kredilerimle yarattığım örtüsüz ödeneğimle Rcep T.E'dan fazla dünyayı göreceğiz. Üstelik gittiğim ülkelerde ayak tabanımın altında kalan coğrafyayı yazarak insanlara katkı vermeye çalışacağım.


Resimlerim Budapeşte!ye yazımdan önce indi..





















Saat, 09:25. Atatürk Havalimanı’ndayız. Rehberimiz Asil Asımgil ile buluştuk. "Check-in" işlemlerini Ankara'da yaptığımız için rahatız.
Mutluyuz derken erken bitti mutluluk. Rötarlı kalktık. İkincisi; Kadriye'nin pasaportunda sorun çıktı; resim yeri yırtılmış, polis uyardı, Avrupa'da sorun çıkarırlar diye. Avrupa değil bizimkiler sorun çıkardı.Yetkili geldi, hemşeri çıktı, bizde ancak o zaman yurt dışına çıktı.. Hava limanı dış hatlarında Sözcü ve sol gazeteler bulamazsınız. Bunların dışındaki gazeteler bedava dağıtılıyor. Dagıtıcının alınan gazetelerin adlarını yazmaları diķkatimi çekti. Ükemde adeta örtülü faşizm mi var. Eeee, bir ülkede bir zart budenli örtülü ödenek ayırırsa bi kadar da faşizm olur.









Geç de olsa havadayız. Saat 12:25..Sinirlerim yine bozuldu. Yerde anladık da şu sınıf farkını hava0da bıraksalar. Uçağa giriyorsunuz Bussiniz Clas karşılıyor. Bakışları tuhaf yeni zenginler sizi karşılıyor, tesettür suratlılar. Kesin THY yetkililerin yakını, yandaşları veya, yeni dinden geçinenlerin yarattığı bujuva..Yerde paraya binenler havada da paraya binerek halkın sırtından inmiyorlar. Business Clasçılara önden içecek ikram ettiler. Allah bilir alkolde almışlardır. Biz ketebeler uzaktan izliyoruz. Nasılsa seçmen görmüyor. Yemek sevisi başladı perde kapandı. Belki de kuzu çevirecekler:). Biz ketebe takımı tabldotlardayız. İnsaf be, hadi yerde tamam da bari insanlara havada saygı gösterin. Ben yetkili olsam kesin bu sınıf farkını kaldırırdım..
Macaristan üzerindeyiz. Saat, 13:21(Macaristan'da 12:21). Hava'dan Tuna'nın nazlı-nazlı ve de raks edercesine akarken ki yarattığı müthiş görsel şölenini izlemek anlatılmaz bir duygu. İnişteyiz. Budapeşte’nin etrafı orman. Adeta orman içinde devasa bir kent. Sizler Türkiye'de orman içinde bir kent biliyor musunuz!?..Ben kent çevresindeki ormanları ve su havzalarının yok edildiğini biliyorum. Örneğin 3. Boğaz köprüsü ve Havalimanı için İstanbul..
13:00'de Budapeşte'ye indik. Bizi ilk burada da yer hizmetlerini alan Çelebi şirketi karşıladı..
İnşallah başka sorun çıkmaz demiştik ya, çıktı da. Bu üçüncü sorunu Budapeşte Havalimanı’nda yaşadı. Yok, yok pasaporttan değil valizden. Evet valizimizin birini İstanbul'dan uçağa vermemişler.15 kişi arkadan gelecek uçakları beklemeye başladık, bende kontrolsüz öfkeyle saymaya.."Görün ülkeyi...'in yönettiğini. Adam 3.havalimaninin gerekli olduğunu işaret etmek için Atatürk havalimanında resmen hizmetleri aksatıyor.... Her ne ise bizim valizi biri kapmış kendisinin sanarak. Olmadığını anlayınca da elini bırakmış. Valizimizi, etrafı korkulu ve de ağlamaklı şekilde izlerken eşim Kadriye Çorbacıoğlu buldu. Valizimiz ve de bizler sevinçten çığlık attık. Fakat diğer arkadaşlar hala kaybolanlarını umutla bekliyor. Saat 14:30'da dek beklendi. Rehber arkadaş benim gürültüden rahatsız oldu ki, konuşmasını bir yerine siyasi tartışmalara girmeyelim uyarısını konuşlandırdı. Ne dersiniz, istibdat dönemindeki gibi tur şirketleri bu konuda "Sakın ha, gavur elinde hakkımızda olumsuz propagandalara izin vermeyin" diye uyarılıyor mu?
Şu bir gerçek; Atatürk Havalimanı yetersiz hizmet ile iç içe, pislikten geçilmiyor, özellikle dış hatlar hurda deposu gibi. Adeta " Niçin 3.hava limanı yaptığımızı anlayın" der gibi. İnanın Atatürk havalimanı bugünkü kapasitesini en az beşe katlar şekilde dizayn edilebilir ve doğayı katleden 3.havalimanı'na gerek kalmaz.
Evet, yeni dostlar, yeni coğrafyalar etkinliği başladı..
Tuna nehrinin batı yakasındaki "Buda" ve doğu yakasındaki "peşte" yerleşim yerlerinin birleşmesinden doğan, 7 ülkeye sınır 10 milyonluk Macaristan'nın Başkenti olan Avrupa'nın en iyi ışıklandırılan 2 milyonluk "Budapeşte"'deyiz, saat, 13:45..Ve zaman kaybederek panoramik tura başladık.







Öncelikle belirteyim; telefonunuzun başına 0090..getirirseniz ülkenle konuşabilirsin..
Gezmeniz gereken yerleri belirteyim: “Aziz Matthias Kilisesi-Aziz Stephen Heykeli-Balıkçılar Burcu-Estergom Kalesi-Gülbaba Türbesi-Kahramanlar Meydanı-Kraliyet Sarayı-Margrıt (Margarit) Adası-Parlamento Binası-Sıfır Kilometre Taşı-Tuna Nehri-Tünel-Vısegrad-Zincirli Köprü”.
Macarlar tarafından da çok sevilen, elinden tahta kılıcı, başındaki sarığından gül eksik olmayan bir Türk dervişi olan Gül Baba’nın türbesi korunmuş. Adı Cafer olan, Amasya Merzifon doğumlu Gül Baba, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Avrupa seferlerine katılan,Yeniçerilerin çok sevdiği önemli bir Bektaşi babası. Katıldığı seferlerde başından hiç gül eksik olmadığı için Gül Baba diye anılmış.
Birde şu iki olayı: Budapeştede korsan taksiler serbestmiş. İlginç..Bunları ayirt etmek için taxı önünde firma adı yazmıyorsa bilin ki korsan taxı ve buna binerseniz 3 kat fiyat ödersiniz. İkincisi; gideceğiniz yeri biliyormuşsunuz gibi davranın, aksi taktirde dolandırır sizi ve de..Üçüncüsü; yolda eğlence yeri sorarken sakın yabancı olduğunuzu belli eymeyin. Aksi taktirde size birileri yanaşıp bir yer önerirler ve orda Voyvoda'nın kazığını..Anlayin ki o kişiler oranın elemanı..En önemlisi dördüncüsü; sivil polisim diye birileri kimliğinizi sorabilir ve de ardından soyabilir. Resmi elbiseli polislerin dışında asla kimseye kimliğinizi göstermeyin.. Türkiye'mi çağrıştırdı, değil mi?? Pardon ülkemde resmi kimlikli dolandırıcı daha....
Saat, 15:40. Efsane futbolcu Puşkaş’ın adını taşıyan stadın yanından geçtik.

Peşte tarafındaki Kahramanlar meydanındayız.

































Gerçekten anlatılacak gibi değil adeta yaşanılması gereken bir alan. Macarlar için burası "Anitkabir" kadar değerliymiş, çünkü, 46 yıl hüküm sürmüş,1990 yılında Macaristan'ı terk eden Ruslar burada büyük katliamlar yapmış. Meydanın tam ortasında kare şeklinde minik demir korkuluklu alan katliamların simge yeri imiş ve yabancı devlet temsilcileri burayı ziyaret ederek çelenk bırakırmış. Hemen önündeki bulvar Macar halkının(17 bin Macar genci-1956) Rus tankları tarafından ezildiği yer olarak gösterildi. Dahası; 1956 yılında Rus işgaline karşı halkın direncini kırmayı amaçlayan Rus ordusu, tüm evlerden topladığı 17 bin genci iki gün içinde öldürdüğü cadde sağımızda., Bulvarın hemen yanındaki "Terör müzesi" ile bunu sembolize etmişler. Bir diğer olgu, Ruslar Macaris'tanı işgal edince bizdeki TOKİ benzeri devlete ait bir kuruluş aracılığla Budapeşte ve önemli tüm kentleri blok lojmanlarla(bir nevi gettolarıyla..TOKİ evleri ne çağrıştırıyor size) çevirerek halka "Biz buradayız" korkusu vermişler. Ruslar sonrası bahçeli evler yapımına başlanmış.
Asil Asimgil, Macaristan'a yerleşmiş, İzmir kökenli Ahmet Mücahit Akyüz'e devretti sunuş görevini. Çünkü Akyüz profesyönel rehbermiş. Yazın turlara, kışında devlet erkanına rehberlik ediyormuş. Sürücü Endruai ise Polonyalı mevsimlik işçi. Tur otobüsü de Polonya firmasına ait. Yazın çalışıp kışın mememleketlerine dönüyorlarmış.



































































































Rehperimiz Macaristan da mülteci sorununa öncelik tanıdı. Mülteci çokmuş. Parklarda, metro ve köprü altlarında kalıyorlarmış. Bunlar pek saldırgan değillermiş, fakat insanlar rahatsız ve huzursuz oldukları için sınır dışı ediyorlarmış. Fakat, bir sözleşme gereği kayda aldığı göçmenlerin kaydı Macaristan görününce tekrar iade ediliyormuş, komşu devletlerce.
Macaristan'da asgari ücret bizdeki gibi. Aile bağları güçlü değilmiş. Anne baba 18 yaşına kadar okutur, istiyorsa Üniversiteyi de okutur, sonrasında serbest bırakırmış. Çocuklar bundan sonra ebeveynlere yardım yapmaz, ancak borç verirlermiş. Huzur evleri bu nedenle çokmuş. Ancak Noel’de(Crīstesmas) ziyaret edilirmiş ebeveynler. Evlilik pahalı olduğu için evlenen insan sayısı çok azmış. Yaşlılar huzur evine gitmez ise ilanla bakıcı arar kendisine ölünceye dek baktırır. Ölünce evi bakıcıya kalırmış.
Macaristan SSCB döneminden kalmadır bilinmez, bu ve benzer konularda katı kuraları varmış. Biraz polis devletini çağrıştırıyormuş, Cumhuriyet olsa da. Macarlar kediyi değil de köpek severlermiş. Sokakta kedi göremezsin, herkesin elinde bir köpek. Macarlar; " 9 ay karnımda taşıdığım çocuğumdan daha sadıklar" diyor köpekler için.
Polis devleti deyince elbette ki akla Başnakan Viktor Orban akla geliyor. O’na, İtalya Başbakanı Sylvio Berlusconi’den sonra gelen Avrupa’nın yeni diktatörü diyorlarmış. Futbolu seven, muhafazakar bir kimlik ve sürekli uygarlıktan ve uygar olmaktan söz eden biri. Viktor Orban; ''Çok sayıda Müslüman istemiyoruz'' demesine karşın R.T.Erdoğan’a hayranmış. Anlamadım bunu, bu nasıl bir hayranlık?! Evet, Sylvio Berlusconi’ye hayran olan R.T.E’na hayranlığını..Otoriter kimlikleri nedeniyle mi hayranlık oluşmuş..Biliyorsunuz o Sylvio Berlusconi şu an yaptıkları nedeniyle tuvalet temizleme cezası almış biri. Bakalım, ülkelerini değerlerinden temizleyen bunlar nereleri temizleyecek. İnanın R.T.E’na o denli benziyor ki, benzerliklerini R.T.E’dan daha ileriye taşımış. Şöyle ki; % 53 oy alarak meclisin % 68 ine sahip olunca, kendinden geçerek, Rusya, Kuzey Kore ve Türkiye’deki gibi ‘Özgürlükçü olmayan demokrasinin Macaristan için daha uygun olacağını düşünmeye başlıyor. Anayasa’yı değiştiriyor ve hızla otoriterliğe gidiyor; seçim sisteminde partisine yarayacak değişiklikler gerçekleştirdi. Ve de yeni yasalarla basını ekonomik ve siyasi baskı altına aldı. Ve son günlerde göçmenlere acımasız davranmaya başladı. Bu ara, R.T.E’na Avrupa liderlerinin dua etmesini önermeyi de unutmadı..
Gelelim yeni rehberimize. Ahmet Mücahit Akyüz; Kahramanlar meydanını anlatırken ilginç bir noktalara da değindi, Akyüz: Orta Asya'dan 896'da kavimler göçü esnasında Avrupa’ya gelmişler ve farklı bölgelere dağılmışlar. Macarlar da ' Kartalı izleyerek bu bölgeye , Türkler de Kurdu izleyerek göçmüşler. Bura insanlarıyla savaş vermişler. 7 kahramanları varmış. Dahası; Macarları Karpatlara getiren 7 kabile liderlerinden biri olan Rakoczı Ferenc, halka kötü davrandığı için kralla ters düşüyor ve Tekirdağ'a gönderiliyor. Fakat sonradan aziz olduğu anlaşıldığı için heykeli yapılıyor. Mezarı yine Tekirdağ'da. En görkemli heykel elinde haç ve taç olan olan at üstündeki Cebrail..









Budapeşte’ye giden herkesin kesinlikle ziyaret ettiği yer K.Meydanı. Meydan; Macarların, bugün sahip oldukları topraklara gelip yerleşmelerinin ve burayı yurt edinmelerinin 1000.yılı anısına 1896 yılında inşaatına başlanmış ve inşası 1929 yılında tamamlanmıştır.
Meydan 3 kategorik alana sahip. Bunlardan birincisi, yukarıda değindiğim gibi, meydanın ortasında yerde bulunan anıt mezardır. Etrafı bir zincir ile çevrili olan anıt mezar boş mezar anlamında Latince ve Yunanca 'Cenotaph’ olarak adlandırılır. İçinde gömü yoktur. Yapı, ulusun bağımsızlığı ve halkın özgürlüğü için hayatını veren kahramanlara adanmıştır.
Boş mezarın hemen arkasında, yüksek bir kaide görülür. Kaidenin üzerinde yüksek kolonun üzerinde, bir elinde Macar Krallığı’nın ilk kralı olan ve daha sonra azizlik mertebesine yükseltilen İstvan’ın (Aziz Stephan)’ın kutsal olarak kabul edilen Macaristan tacı, diğer elinde ise Piskoposluk hacı taşıyan Cebrail bulunur. Kolonun hemen altında ise, atlara binmiş olarak yedi kişinin heykeli yer alır. Bu kişiler, Macar halkını Karpatlar’a getiren ve Macar halkının kurucuları olarak kabul edilen yedi kabilenin liderleridirler. En önde bulunan kişi, Macarların büyük prensi olan Arpad’dır. Solunda ve sağında ise diğer kabilelerin liderleri olan Elod, Ond, Kond, Tas, Huba ve Teteny yer alır.
Bu heykellerin ardında ise, birer kanat şeklinde sola ve sağa doğru yerleştirilmiş, öndeki kaide ve heykellerle bir bütünlük sağlayan iki adet kolonlu yapı bulunur. Her bir kanatta 7’şer adet olmak üzere Macar tarihinde önemli roller almış olan 14 önemli kişinin heykelleri bu kolonların arasında yer alır.
Soldan sağa doğru kolonlarda yer alan kişiler: “01. I.Stephan (Istvan)-02. I.Ladislaus-03. Coloman-04. II.Andrew_05. IV.Bela-06. I.Charles-07.I.Louis-08.JanosHunyadi-09.MatthiasCornivus-10.Istvan Bocskay-11. Gabriel Bethlen-12. İmre Tököly-13. II.Francis Rakoczi-14 Lajos Kossuth”
Heykellerin yer aldığı kolonlu yapıların üzerinde, her birinde ikişer adet olmak üzere toplam dört adet daha anıt heykel yer alır. En solda elinde tırpan tutun bir heykel ve tohum atan bir kadın heykeli görülür. Bu figür çalışma ve bolluğu sembolize eder. Tam en sağda ise yine elinde bir heykel tutan bir adam ve yine elinde nişan şeridi tutan bir kadın heykeli görülür. Bu heykeller ise bilgi ve zaferi sembolize eder.
Kolonlu yapının orta kısmında ise yüzleri birbirine bakan ve savaş arabaları içinde betimlenmiş iki kadın figürü görülür. Soldaki kadın elinde savaş sembolü olan bir yılan görülürken, diğer kadını elinde ise barışın sembolü olan palmiye görülür..











































16:35'te Kahramanlar Meydanı'ndan ayrıldık.
Unuttuk, Rızferent müzisyenler parkı dikkat çekiyor. Opera binası bir harika. Avusturya Macaristan İmparatorluğu döneminde kral Viyana'dakilerden büyük olmama koşuluyla izin vermiş(Maghfal Allanzi opera binasınin adı).
Yol üstündeki, özellikle ana bulvar Luzgaroniç'teki tarihi yapılar Unesco tarafından korumaya alınmış. Bunların asla dış cephesine dokunamazsınız izinsiz olarak. Bu nedenle bazı yapılar parasızlık nedeniyle izin alınamadığı için kapkara olmuş. Genelde apartman yönetimi para toplar ve AB'den alınan özel bir kredi ile binaların restorasyonu yapılıyor.
Sinirlerim bozuk. Bu kadarda olmaz ki; geldiğimiz günden beri bir klakson sesi duyulmaz mı?!..İnsanlar uygar, insanlarda ortak yaşama kültürü var. Yıllardır modifiyeli araçların ve de kebapçı kuryelerinin motosikletlerinin egzozlarına taktıkları jet egzozlarının yarattığı gürültü kirliliğiyle savaş veriyorum Ankara'da sonuç alamadım.
Takma ad: "Tuna'nın İncisi"
"Tuna'nın Kraliçesi", "Avrupa'nın Kalbi",
"Özgürlüğün Başkenti", "Doğunun Paris'i"
Budapeşte içinden Tuna'nın geçtiği eşsiz kentlerden. Avrupa'nın en iyi ışıklandırılan kent. Tarihi, doğasi, doğanı(insan), kültürü, Perendi porselenleri, Atları(At çiftlikleri ve At sporu yaygın) şarabı ve acı biberi ünlü kent.. İnanın insanı felaket büyülüyor.
23 bölgeden oluşan Üniversiteler kenti olup dünyada ilk Turkolojı dersi verilen ülke Macaristan'ın geliri Tarım, hayvancılik ve Turizm..Mısır üretimi ile Avrupa'nın %70 gereksinimini karşılıyor.
Yapıların muhteşem dizaynı ve inceliği insanı fazlasıyla etkiliyor.
Gece hayati muhteşem. Özellikle tarihi New York Cafe..

Buda Kalesindeyiz(A Budai Varnegyed)'ndeyiz:
















Neresi mi? Elbet; üzerinde bir tane bile HES olmayan Tuna..Biraz sonra; Tuna'ya, uçan kuş gibi bakacağız..
























































Saat;16:45..16.yy'da Osmanlı tarafından gethedilen Buda Kalesi, cafeleri, alışveriş merkezleriyle, otel ve eğlence yerleriyle başlı başına bir Cumhuriyet. Veba anıtı dikkatinizi çekiyor. Mathias kilisesinde düğune rastladık. Ececan Çorbacıoğlu bol-bol görüntü aldı. Aslında herkes çıldırmışçasına deklanşore basmak için koşuşturuyor, Tuna'nın büyüleyen görüntüsünü yakalamak adına. Cep telefonuna kapanlar da görüş alanını yakalamak için koşuşturuyor.
Saat, 18:10. Buda'nın tepesindeyiz. Gellat(Cidadella veya Cidadelpa), yani Buda tepesi ve Tuna bana İstanbul Çamlıca tepesini çağrıştırmadı, orda olduğumu duyumsattı. Çünkü tıpkısının aynisi. Bir fark var ki düşündürücü. O da, burada asla yapılaşmaya izin verilmemiş. Bizim dinden geçinen ne güzel Cami ve ne de muhteşem köşk yapardı kendisine. Mesut Yılmaz'ın burnunun kırıldığı Hilton Oteli burada. Evet, Mesut Yılmaz'ın kumar düşkünlüğünün dünyaya kanıtlandığı yer. Cıdadella veya Cıdadelpa..İnanın anlatılamaz, çizilemez felaket bir doğa harikası..













































































Ayakkabılar dikkatinizi çekiyor. Ayakkabılar Yahudi katliamına ağıtmış.
Macaristan Avrupa'nın göller zengini. Balaton gölü Avrupa'nın en büyük gölü. Velensa termal gölü ise dünyanın en büyüğü.
Tuna nehri tekne gezisi insanı hayli etkileyen bir tur. Kıyının 2 yakasındaki tarihi yapılar müthiş bir görsellik sunuyor. "Tuna nehri akmam diyor, etrafımı yıkmam diyor" demesine de aksine akıyor ve de yıkıyor..Sel baskınları çok yaşanan bir kent Buadapeşte. Özellikle Margit adası sürekli sular altında kalabiliyor.
Söylenceye göre Tuna üzerinde olan 7 köprüden biri olan Aslan başlı köprüyü yapan mimar; "Köprüde bir hata bulun ben intihar ederim" diyor. Gel git zaman, bir çocuk Aslan'ın dilinin olmadığını fark eder. Ve mimar kendisini köprüden atar, intihar eder.
Budapeşye beni çok etkilediği için tekrar ediyorum: Buda tarafındaki; tasarımı ABD'deki Brooklyn köprüsüne benzeyen Zechenyi'yi veya Zincirli köprüyü, margit adasını-köprüsünü, Büyük Bulvarı, Lugato İstasyonu'nu özellikle gezin. Elisabeth Köprüsü, kıraliyet sarayı(şimdi kütüphane-müze) görmek için Mustafa Kemal caddesini aşmanız gerekiyor(birileri için zor olacağını biliyorum). Bunlar ve Budapeşte'de her şey bir harika. Buda kalesi-Balıkçı burcu gezisini ötelemeyin, çünkü, daha sonra yapacağımız Tuna nehir turunda yaşayacağımız görsel şöleni yakından görmekten kendinizi mahrum edersiniz.
































































Kaleden, Atatürk caddesi'ni geçerek iniyorduk ya. Atatürk ile ilgili tarihteki bu anektodu ötelemişim: Budapeşte Pendik ile kardeş kentmiş. Ben yeni öğrendim. Düşünebiliyor musunuz; İstanbul'un bir AKP belediyesi Budapeşte ile kardeş kent. Budapeşte' de Atatürk Parkı Ermeniler istemedi diye adı Pendik yapılıyor. İnandım bende. Fırsatını buldular mı Atatürk'ü siliyorlar, tıpkı sponsorlar bahane edilerek stadlarfaki Atatütk adlarını değiştirdikleri gibi.
Peşte'deki Teror Müzesi ve Kahramanlar Meydanı(Milenyum meydanını daha önce anlatmıştım).

Estergon'a gidiş..





































Tuna'daki Margit adasının ilginç öyküsüne değinmek isterim: Kral, Tatar baskınında kızı Margit'i bu adaya saklamış. Şu anda burası eğlence merkezi. İçinde Roma dönemi bir anfi de bulunmaktadır.
Saat, 18.07'de "Grand Hotel Hungarıa"ya döndük..
Tarih, 23 Ağustos 2015, Saat Macaristan'a göre 09:10,Türkiye saatı 10:10. ESTERGON'a yolculuk.










































































Slovaakya Setahajo'dan"Sturova(Parganh)" Estergon kalesine bakış







Pılısbourgen kasabasından geçtik. Kasabası, köyü adeta uygar olmanın resimleri gibiler..Dorog ve Solymaı'den, Pilisvorosvar'dan geçtik, kendimizden de..Tüm buralarda otobüs ve tren çalışıyor. Ulaşım çok kolay. Yeter ki az bir yabancı dilin olsun, asla yabamcılık çekmezsiniz. Ulaşım kolaylığı; eski bor demirperde ülkesi olmasından kaynaklanıyor.
Dünyada 3 zor dil varmış; Arapça, Çince ve Macarca..Sozde Türkler kolay öreniyormuş. Ortak sözcük çokmuş, Ural Altay dil grubundan olması nedeniyle. Örneğin; Elma Alma, Balta..v.s
Macarlar genelde ataeistmiş. Papazı bile şarap içen bir din adamı. Anlayın..Alkol çok alınıyor. Bu nedenle trafik cezaları ağırlaştırılmışm. En popüler içkileri; çeşitli bitkilarden yapılan "Palika" isminde şarapları; %70 alkol. Bunun yanısıra, bağırsak ve diğer hasyalıklar için kullanılan ve içinde 40 çeşit bitki buluna %41 alkol olan "Unicum" adlı içkileri var. Genelde içeceklerini porselen kaplarda içerler ve en ünlüsu de Herendi porselenleridir.
Tınye kasabasından geçtik.
Karpat ovası'nın yeşil okyanusunda adeta yüzüyoruz. Bu olmadı galiba; gök mavisi, ekin yeşili ve hasat sarısının oluşturduğu halı deseni içinde yürüyoruz adeta. Macaristan'ın en büyük yasağı asla tarım arazisini satmamak. Tarıma, özellikle mısır üretimine çok önem veriyor. Bundandır ki Avrupa'nın mısır deposu.
Saat, 10:55 Pılıssvev'den Estergona Estergon'a 7 km kala Slovakya'nın "Sturova(Parganh) kasabası'nda kahve içeceğiz. Kesztöle'deyiz. Osmanlıları gözetleme kulesi dikkatimizi çekti.
Burada Suzuki'nin fabrikası var.















Slovakya'dayız. Kahvemizi içtik. Resimlerimizi çektik.Tuna nehri burada da sürekli taşarmış. Tuna'nın bir diğer özelliğı dip akıntısının olması. Şimdilik aheste aheste akıyor. Karşısındaki gorkemli tarihi Estergon kalesi, Tuna üzerinde adeta raks ediyor, insanı büyüleyen tarih ötesi yakamoza benzer gizemli yansımasıyla.
Kent dışındaki Estergon Kalesi, Osmanlı'nın en uç sancağı olmuş. Mohaç savaşı sonrası elde edilen bu yöre beraberinde; "Mohaçtan'da mı kötü" deyimini Macar halkına kazandırmış.
Macaristan'ın adeta dini başkenti olan ve dünyanın en büyük bazilıkası karşımızda. Bazilika Estergon kalesi ile bütün. Estergon'un bir adı da 'Ciğerlerin kalesi'. Nedeni, buranın kızları 'yürekleri yakarcasına' çok güzelmiş.





















Esteregon kalesindeVictor Vedat(Vonkoo). Vedat'ın annesi Türk





























































































































































Saat, 11:55. Esteregon Bazilikası'na çıkıyoruz. Capuk, Materetmagistna Ecclesiarum Hungarıa. Saat, 12:10. Pazar ayinini izliyor ve görüntülüyoruz. Bazilika 5660 m2'lik alana kurulmuş. 118 mt uzunluğunda ve 49 mt genişliğinde. Osmanlı, Bazilika'nın iki yanındaki ibadethaneyi mescide çeviriyor. Osmanlı meleklerin de başını kırıyor. Macarlar, melekleri bu nedenle bir tepeye taşıyorlar.
Bazilika'daki duvarda bulunan; Bejanat Gaudent, Angel Asumpta isimleri İncil'in ilk tercümesini yapan Macarlar. Ayin salonundaki kafataslarının biri; kral Istava'nın, ikincisi aziz bir din adamının. Bazilika'nın altında çalışanların olduğu mezarlık varmış. 15 gün sonra ölülerini gömümüyorlar. Aslında %70'ini yakarlar ve küllerini 'gönlümüzde yaşıyor diyerek' evde saklarlarmış. Avrupa'nın ayinlerde kullanılan en büyük Org' u burada.
Bazilika girişinde konuştuğmuz ve kavalıyla bizi İzmir marşıyla kaşılayan Victor Vonkoo ile çıkışta konuştum, çat pat Türkçe konuşuyor. Şoke etti bizi; "Ben, Victor Vedat" deyince. Vedat adını, anne tarafından büyük dedesinden almış. Yani; Vedat’ın annesi Türk imiş.
Pılısmuro ve Pestemegye'den geçtik. Sanat kenti Szentendre'ye 21km var. Saat 13:35, yörenin otantik yemeklerini yiyeceğimiz emekli kenti Vısegrat'tayız.



























































































































Tuna sakin-sakin akmaya devam ediyor











Osmanlı, sabaşarak önce Buda kalesini, sonra Estergon'u, ardından Vısegrat'ı alıyor, fakat burayı savaşmaksızın. Dün(22Ağustos..) Esteregon bazilikası'nın papazı ölmüş. Tüm devlet arkanı buaradaymış, hala polis kaunıyor..Anlamıyorum, asillerin sectiği vekiller neden asillerden, uani jalkatan korkup halkın içine çıkamaz ve güvenlik ordusu oluşturur..Ha, düşmanlar..hade be!!!
Saat, 13:36 solumuzda Tuna. Gücünü gizleyen görüntüsüyle akmaya devam ediyor. Burada da zarif ve sakin. Tuna'nın hemen solunda yeşil ve maviye ve de sarıya teslim olmuş Nagyımaros kasabası ve sağımızda "Renasıance Restauran". İlk geleneksel kremalı Ceylan çorbasıyla yemeğe başladık. Çorba nefis, nefis olmasına da; Ececan Çorbacıoğlu, Bahar Soybay ve de gezimizin akıllı güzeli 10 yaşındaki İdil Taşdemir, Ceylanın doğadaki masum duruşu nedeniyle 'Sıcak Ceylan çorbasına' pek sicak bakamadılar, aslında çoğumuzda.... Çorba, sevgili eşim Kadriye Çorbacıoğlu'nun nefis et çorbası adeta..Fark, Kadriye'nin Alişke çorbasındaki minik hamurların Ceylan çorbasında yer alması.




















































Ardından, çok acıktığımızı anlamış olmalı ki "Trofeas et menusu" koşarak yanımıza geldi.
Hindi budu ve dana biftek ve de salata Macaristan'ın bu menusunu beğendik, fakat benim evimde pişen tandırın damak tadını aşamadı. Sırası gelince yanımıza koşan; Böğürtlenli, kremalı, çikolata soslu be kaymaklı kestane tatlısı da güzeldi. Bu avcıların dağdaki menüsünden esinlenilerek yapılmış..Ve de Şarap çesitleri ve su ve diğer içecekler. Restaurant ilkin geleneksel çalgıları olan tören davullarıyla karşılıyor sizi. Yerinizi aldıktan sonra da servisi Ortaçağ’dan gelen geleneksel Macar giysili çalışanlar yapıyor, başlarındaki şef eşliğindeki show'larla..Yemek sonrası; kral, kraliçe, şovalye giysi ve silahlarla resimler çektirebilirsiniz. Hatta yina Ortaçağ işkence aletleriyle(Çivili sandalye, giyotin v.b) de resimler alabilirsiniz..Ortaçağ giysileri ve silahlarıyla resimler çekindik. Kral olundu, kraliçe olundu, bol bol gülündü.



Bu muhteşem yerden 15:05'te ayrıldık. Çabuk-çabuk; Dunslaybcz, Tahitotlay, kısorohsi ve Leangfalu'dan geçiyoruz çünkü, sanatçılar kasabası Szentendre bir an önce varmak istiyoruz. Ve birbirine yakın ve birbirinin aynisi kasabaları aşarak 25 dakikada vardık da..Bogdanı Utca(cadde) caddesi, bizdeki kapalı Çarşı'nın açığı.. Szentendre, Sanatçılar kenti olmasının nedenini kente girince anlıyorsunuz; Macaristan başkenti Budapeşte yakınlarındaki Pest ilçesinde bir nehir şehridir. Müzeleri ve galeriyle bilinir. En önemlisi Open-Air Etnografya Müzesidir.





Burada Ahmet Akyüz'ün ağabeyi Abdullah'ın 'Mavi noncuk hediyelik eşya' dükkanı var. Dükkanda Abdullah'tan önce sizi Balıkesirspor yazılı flama karşılıyor.











Sanatçılar kasabası Szentendre'de deyiz
































































































































İzniniz olursa bir antrpatantez açmak istiyorum:"Yıllardır AB'ye girmek istiyoruz. AB bizi almayacak yanına belli. Acaba girişimci ruhumizdan mı korkuyor, yoksa yobazımızdan mı? Dışarda 'özgürlükler tanıdığı için' sol partilere oy veren, Türkiye için oy kullanırken yobaza oy veren yobazdan korksaydı sınır dışı ederdi. Batı galiba Anadolu insanının girişimci ve yaratıcılığından korkuyor. Düşünün, AB'ye alınmayan Anadolu insanı AB'ye çoktan girmiş. Her yerde varlar. Örneğin Budapeşte'nin ana caddesi olan Luzgaronic üzerinde dönerciler, İstanbul kebap, Antalya kebap. Savımı kanıtlar gibi."
17:30 Budapeşte'ye dönüş..
20:30'da Tuna nehir gezisi başladı. Fortuna Varhegy 9 nolu iskele'den Tuna nehir gezisi başladı.





İşte size dünyanın en iyi ışıklandırılan kenti Budapeşte ve efsaneTuna nehri:




































































































































































































Bilmem nasıl anlatılır. Yok, yok anlatılmaz bu görsel varsıllığın yarattığı muhteşem coşku ve heyecan duygusu anlatılmaz yaşanır ve herkes kendi duygusunu zihnine konuşlandırır. Her 2 yakadaki orta çağ yapıları olan, başta Macaristan'ın en büyük yapısı Parlamento binası, ..Ve üzerindeki 7 köprü- Ki bunlardan öyküsüne değindiğim Aslanlı köprü-, güneş paneli ile kendi kendini aydınlatan Kırmızı ayaklı köprü, Macar kahramanı Rakotski adını taşıyan köprü..........


















































SLOVAKYA- BRATİSLAVYA:
Hava; bulutlu ve yer-yer güneşli..Hava sıcaklığı; 28 derece.
25 Ağustos 2015 09:10'da Bratislavya'ya doğru yola çıktık. Bıcske'yi 09:35'te. geçtik. Becs-Wien 210, Gyor 95, Tatabanya'ya 35 km var..
Rüzgargülleri ile dolu tarlalardan geçiyoruz. Orta Avrupa'nın tamamı Rüzgar Enerji Santralleri'nden ve de Güneş enerji panellerinden elektrik gereksinimini karşılıyor. Rüzgâr enerji santralleri daha yaygın. Bunun için gerekli rüzgârgüllerini Danimarka üretiyor. Dahası Rüzgâr Enerji Santralini Danimarka kuruyor, 5 yıl kendi işletiyor ve sonra devrediyor.



















































Slovakya 20. yüzyıla kadar Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na bağlı idi. I.Dünya savaşında yıkıldı. 1918 yılında Slovakya, Bohemya, Moravya, Silezya ve Karpat Rutenya ile birleşerek Çekoslavakya adında bir ülke haline geldi. Sovyet döneminin bitişi ile başlatılan(AB ve ABD desteği ile) bölünme sürecinde bu cazibeye kapılarak, 1989 da Sovyetler’den ayrıldı. Ardından Kadife Devrimi’ni izleyerek 1993 yılında Çek Cumhuriyeti ve Slovakya diye ayrıldı.
Slovakya ormanı zengini bir ülke. Ormanlarında 4 bin çeşit mantarın bulunduğu söyleniyor. Enerjisini Nükleer santralla(%80) sağlıyor. Slovakça ve Çekçe konuşuluyor. Slovaklar, Almanlar, Macarlar, Avusturyalılar, Çekler ve Yahudiler şehrin geçmişinde güçlü izler bırakmış. Slovaklar, Nazilerle anlaşıp ülkelerini korumak için tüm Yahudileri Almanlara teslim etmişler. 550 BİN nüfuslu ve de. Üç üniversitede 60 bin öğrencinin eğitim gördüğü önemli bir üniversite kenti bir başkent Bratislava. Bratislava 2 ülkeye(Avusturya'ya Macaristan'a) sınırı olan dünyada tek başkent. Slovakya’ya da ilk üniversitenin M.S. 465’te kurulduğu söylenmektedir. Ayrıca; Viyana ve Bratislava dünyada birbirine sınırı olan iki başkent olma özelliğini de taşıyor.
Saat,11:36. Slav kardeşliği anlamındaki 500 bin insanın yaşadığı ve 1541-1784 yılları arasında, Macaristan’ın başkenti olmuş Bratislava’dayız(Brat:Kardeş anlamında)...
























































Staré Mesto olarak adlandırılan şehir merkezi



Slovakya’nın ünlü şairi Pavol Hviezdoslav’nın (gerçek adı Paul Országh)





Kente-kent insanlarına gülümseyen ‘Čumil the Peeper’ heykeli

















“Novy Most Köprüsü” bir harika









Tarihi kent merkezi olan Staré Mesto bölgesindeki barok yapılar her Avrupa ülkesinde olduğu gibi elbette ki burada var. Şehir: bir yandan eski komünist yönetim zamanından halka gözdağı veren çirkin blokların yanında, 18’nci yüzyıldan kalma Barok(Rokoko) tarzı binalar da bulundurmaktadır. Bilmem anlatmaya gerek var mı? Zaten; Avrupa’da; ‘Yüksek Ortaçağ Mimarlığı(M.S: 900-1200) olan Romanesk, Gotik, Rönesans ve Barok(devamı Rococo) tarzı kullanılmıyor. Erken Ortaçağ(M.S.: 450-900) yapılarına pek fazla rastlamıyorsunuz. İslam ve Bizans etkileri ise daha az bir tarz olarak karşınıza çıkıyor.
Saat, 12:00. Old Town(eski şehir) bölgesindeki Bratislavya’nın tek tepesinde(küçük karpat dağı) bulunan ve Osmanlı korkusu nedeniyle inşa edildiği söylenen beyaz kaleyi seyrediyoruz. Kale’den kentin panaromik resimlerini alabilirsiniz. Bratislava Kalesi beyaz renkli ve şehrin tepesine konumlanmış durumda. Kalenin dibinde minare olduğu söylendi, yıkılmış. Buradan tüm şehri kuşbakışı görebiliyorsunuz. Tuna nehri ve üzerindeki ilginç ve ünlü olan “Novy Most Köprüsü” bir harika.
Görülecek yerler, belirtiğim gibi Staré Mesto olarak adlandırılan şehir merkezinde Sadece yayalara açık olan bu bölgede heykellerin dışında kiliseleri görebilirsiniz. Türklerin yıktığı söylenen St. Michael Kilisesi yerine inşa edilen Trinity Kilisesi ve biraz kuzeyde kalan St. Martin's Katedrali de eski şehrin çevresinde yer almaktadır. Aziz Ladislava, Merhametli Kardeşler ve Kutsal Teslis Kiliseleri de görülmeye değermiş. Hlavne Meydanında (Hlavné námestie)bulunan Bratislava Şehir Müzesi (Múzeum Mesta Bratislavy) de görülmeye değer. Neoklasik tarzda inşa edilmiş Primatial Sarayı (Primaciálny Palác-1770 ) da ziyaret edilebilecek mekanlar arasında. Bezrucova üzerindeki mavi kilise de ilginç.
Özgürlük meydanı, günümüz yapılarıyla çevrili günümüz bir meydan dizaynı. Biraz ilerisindeki, Slovakya’nın ünlü şairi Pavol Hviezdoslav’nın (gerçek adı Paul Országh) heykelinin bulunduğu parkta dinlenebilirsiniz..
Kızıl ordu meydani eskiden nehirmiş. Burada Yahudi soykırım anıtı var. Ortaçağ’ın adeta simgesi olmuş Veba anıtını da görebilirsiniz. Slovakça dilini bulan Bernolak(1702-1813) heykelini de. Alman klasik müzik bestecisi. Ludwig van Beethoven’in Piyano çaldığı ve ev sahibinin kızına aşık olduğu evi, Klasik Batı Müziği'nin en üretken ve en etkili bestekârlarından biri olan Avusturyalı “Johannes Chrysostomus Wolfgangus Theophilus Mozart”’ın 6 yaşındayken piyano çaldığı ve 17 yaşında ilk konserini verdiği saray’ı ve 19. yüzyılın en önemli piyanistlerinden Franz Liszt’in 9 yaşında piyano çaldığı sarayı görebilirsiniz. Klasik dönemin ünlü Avusturyalı bestecisi Franz Joseph Haydn de burada bulunmuş. Ayrıca; Kentin en eski caddesindeki; en altında atların, ortasında insanların ve en üste kuşların su içebileceği şekilde dizayn edilmiş ilginç bir çeşme görebilirsiniz. Mozart buradan su içti diye insanların su içmek için sıraya girmesi batıl inanç değil de nedir. Demek ki, mantıksal bir temele dayanmayan inanç ve davranışlar her yerde yaşam buluyor.
Bratislav’ya, yapımcılığını Quentin Tarantino'nun üstlendiği ve Jay Hernandez (Paxton) , Derek Richardson (Josh) , Eythor Gudjonsson (Oli)’nun oynadığı ünlü Hostel filminin çekildiği yer.
Kent biraz muhafazakar milliyetçi duruşuyla tarihi yapılara pek sahip çıkamamış. Tüm ara sokakların ve bölgenin salt yayalara açık olması gezintileri kolaylaştırıyor. Buralarda kiliseler ve tarihi binaları görseleyebilirsiniz, kareye kendinizi de alarak. Hlavné Námestie(Büyük meydan) meydanı, cafeleri ve 1572’de yapılmış, Roland Fountain, ya da diğer adıyla Maximillian çeşmesi ve kent müzesi bir harika.
Viyana ile birlikte Avrupa’da birbirine en yakın iki başkent unvanını da taşıyan ve Eski Şehir(Old Town) diye anılan Bratislavya, heykeller kenti aslında. Hem de eğlenceli heykeller. Örneğin; Schoner Naci heykeli, söylencelere göre 1900’lerde yoksul ve biraz da uçuk, fakat kendi ile barışık bir olan ve Bratislava sokaklarında herkese fötr şapkası ile selam veren 1897 doğumlu fenomenin anısına yapılmış. Sokaklara mutluluk getirmesi amacıyla eski bir palyaçonun oğlunu simgelediği de söyleniyor. Orta Çağ’dan kalma 4 kapıdan biri olan ve Michalska sokağı üzerinde bulunan yeni Şehire açılan Michael’s Gate kapısı(kule) fazla özelliği olan bir ambiyansa sahip değil. Yalnız; üzerinde ejderha, altında ise şehrin “0” noktası kabul edilen yer var ve çeşitli şehirlere uzaklıkları belirtilmiş. İstanbul’da bunlardan biri.
Kanalizasyondan çıkan Çalışan adam olarak adlandırılan ve kente-kent insanlarına gülümseyen ‘Čumil the Peeper’ heykeli de Schoner Naci heykeli gibi 1997’de yapılmış. “Çalışan Adam” gülümsemesine hemen gülümseme ile yanıt veriyorsunuz.




Schoner Naci heykeli




1805’teki istilanın anılarını canlı tutmayı amaçlayan ‘Napolyon’ heykeli ve de Deklanşöre basan paparazzi heykeli..Hepsi de ilginç ve güzel. Her birinin belirtiğim gibi ayrı-ayrı öykücükleri var. Görmedik, fakat dünyanın en eski kadın heykeli de buradaymış.


Alman’ların Pressburg, Macar’ların ise Pozsony diye isimlendirdiği ve dünyanın en dar apartmanına sahip Bratislava’nın Tuna üzerinde 5 köprüsü var. Birincisi ve en gösterişlisi, iki katlı, beyaz renkli olan Yeni Köprü(Novy Most). Kentin ortasından geçen “Dunay nehri” üzerindeki 5 köprü adeta Bratislav’yanın gerdanlığını oluşturuyor. Bu köprülerden Novy Most köprüsü kolonsuz ve salt halat tutuyor. kentin sembolü kabul ediliyor. “Novy Most – Yeni Köprü”nun dışında dikkatı çeken 2 köprüsü daha var; Rusya’nın Alman mahkûmlarını çalıştırıdığı Stary-Most kentin en eski köprüsü. Apollo-Most köprüsününü bir adı da; UFO köprüsü. Uzay çağını çağrıştırıyormuş.
Dunay nehrinin kim olduğunu biliyor musunuz? Dunay, Slovence adı da Donava(İngilizce: Danube) olan Tuna nehri. Evet; Almanya'nın güneyinde Kara Orman bölgesinde Donaueschingen kasabasında Brigach ve Breg nehirlerinin birleşmesiyle 2 koldan meydana gelen ve Romanya’dan Karadeniz’e 2 koldan dökülen nehir. Ve bu nehir tam 19 ülkeye, oluşturduğu havza alanlarıyla yaşam katıyor; “Romanya (%29), Macaristan (%11,6), Sırbistan (%10,2), Avusturya (%10), Almanya (%7), Bulgaristan (%5,9), Slovakya (%5,9), Bosna-Hersek (%4,6), Hırvatistan (%4,4), Ukrayna (%3,8), Çek Cumhuriyeti, (%2,9), Slovenya (%2), Moldova (%1,6), Karadağ (0,9), İsviçre (%0,2), ve diğer (<%0,1 Arnavutluk, Makedonya, İtalya ve Polonya)”
Hlavne Meydanı dışındaki Hviezdoslav Meydanı da gezmeye değer. Bu uzun meydan adeta Kültür-Sanat ve Alışveriş Merkezi. Tarihi Slovak Ulusal Tiyatrosu-opera binası (Slovenské Národné Divadlo) burada. Meydanda alışveriş yapabileceğiniz mağaza bulunuyor. Kaliteli restoranlar ve barlar ve de Konsolosluklar da bu meydanda.
Ne diyeyim; Avrupa bu; en yoksulu bile bizden varsıl. Kentler araç sesinden rahatsız olmasın diye ses emici panelleri bırak, metrolarda bile ses emici duvarlar dizayn edilmiş. Kent içinde klakson sesi yok. Ortak yaşam kültürü var, temizlik var, kent planlaması var, raylı sistem ağırlıklı ulaşım politikaları var. Dokunmadığımız mavi bizde de var, fakat o mavi göğün altında yok ettiğimiz yeşil onlarda da var. Var da var, bizde örselenen her şey onlarda da var, ama değerleri artmış halde..
Saat, 13:05. Gezdik, gördük, yazdık. Elbette ki yedik ve içtik de..Hem de Türkiye’de yapmadığımız burada yaparak. Yapmak zorunda kaldık aslında. Evet; MC Danılts bizi burada yemeye zorunlu kıldı. Aramıyorsun yemek yenecek yeri ve acıktığın için hemen bildik bir yere koşuyorsun. Damak tadının evrensel özünü yakalamış kapitalizm ve bizi MCD’de ye yönlendirdi. Bratislava batının yoksul kentlerinden biri. ABD en yoksul ülkede bile MCD ile para kazanabiliyor. MC Danılts da ille de bir şey yemek zorundasınız, aksi taktirde tuvaletine giremezsiniz, parayla. Kasa fişinin okutmaz iseniz turnike açılmaz altınıza kaçırırsınız.
Avrupa Birliği, tarihinin en büyük göç akınıyla karşı karşıya kalırken AB Komisyonu, 160 bin mülteciyi ülkeler arasında paylaştıracak zorunlu dağıtım planı hazırladı. Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, mecburi paylaşım olmazsa serbest dolaşıma olanak sağlayan Schengen anlaşmasının(14 Haziran 1985-İlk; Hollanda, Belçika, Luksenburg, Fransa ve Almanya imzalamıştı) sisteminin çökeceği uyarısında bulundu. AB ve Euro üyesi Slovakya’nın pek göç sorunu yok.
Saat, 14:40. Avusturya’ya yolculuk başladı. 1 saat sürecekmiş..


AVUSTURYA-VİYANA
Saat, 14:45. Avusturya topraklarına girdik. Resmi dili Almanca. Almanca adı; Österreich. Doğu Alpler üzerinde kurulmuş bulunduğundan ülkenin aşağı yukarı dörtte üçü dağlıktır. En alçak yeri; kuzeyde ülkeyi batıdan doğuya kat eden 350 km uzunluğundaki Tuna Nehri' havzasıdır. Alpler Avusturya'da ülkeyi batıdan doğuya doğru üç sıra halinde kaplamışlardır. Ülkenin en yüksek dağı 3798 mt ile "Grossglockner"dir. Dünyanın 12.zengin ülkesi. Neler yok ki. Petrol ve kış turizmi büyük gelir odakları. 15. yüzyılda Avrupa'nın ve Hıristiyanların en güçlü devleti olmuş Avusturya.

















Osmanlılara karşı savaşmaları ünlüdür. Örneğin Viyana kuşatmaları. 16. yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti çeşitli seferler ile 1529'da Macaristan'ı, daha sonra 1540'ta Avusturya'yı yendi. İmparator I. Ferdinand, Macaristan'ın Osmanlı Devletine bırakılması ve senede 30.000 duka altın vergi vermek şartları ile bir antlaşma imzaladı. Böylece Osmanlı saldırıları son buldu.
Bilim, sanat, kongre, müzik, vals, kahve, pasta, ihtişam, tarih, inceliğin kenti. Doğrusu evrensel kültürün en etkin düzlemi olan Avusturya’nın başkenti Viyana’ya gidiyoruz. Kültür kenti, çünkü kent estetiği düşünüldüğü için klimaların bile dış cepheye takılması yasak.
Saat: 12:57. Viyana’ya 51 km kaldı derken erken geldi Viyana, Saat, 15:20’de.. Viyana’yı ben Milano’ya çok benzettim.
Avusturya'nın başkenti ve en büyük şehri, aynı zamanda ülkenin 9 eyaletinden yüzölçümü bakımından en küçüğü Viyana’dayız .Almanca: Wien olan Viyana’ya Osmanlılar “Beç” demiş.
Bu geliş, benim için 3. Viyana kuşatmasıdır.
Kuşatmaya Belveredere’den başladı. Bu aslında fethedeceğimiz yerlerin ön çalışması idi. Belvedere mi ne?. Belvedere bir saray; Viyana’nın 3. Merkez ilçesi Landstrasse´de iki parçadan oluşan barok stilde bir saray. 1668-1745 yıllarında Savoy(Fr. Dukalığı) Prensi Eugen emri ile yaptırılmış. Yukarı ve Aşağı Belvedere Sarayı olarak iki parçadan oluşan barok yapılar birbirine geniş ve etkileyici bir bahçe ile bağlıdır.
























































Müze olarak kullanılan yapılarda çok önemli tarihi tablolar da var. Yukarı Belvedere Sarayı´nın en önemli özelliği ise 15 Mayıs 1955'da Avusturya'nın II. Dünya Savaşı'n dan sonra özgürlüğüne kavuştuğu anlaşmanın burada imzalanmış olmasıdır.
Savoy Prensi Eugen kim? Eugen aslen Fransız ordusundan kovulma bir asker. Habsburg hanedanı bu gence sahip çıkar ve Avusturya ordusunda önemli bir göreve getirir. İşte bu Eugene, Osmanlı’yı 2. Viyana kuşatmasında durduran adamdır. Bahçenin karşı tepelerden en yakınında olanında Osmanlı Padişahının otağı kurulmuş.
Savoy Prensi Eugen Belveder sarayın’ın arazisini av köşkü için alır. Mimar Fischer Von Erlach'a küçük sarayı, sonrasında da Yukarı Belvedere sarayını yaptırır.
Belvedere'nin prens Eugene'den sonraki sahibi, 16 çocuk sahibi Avusturya İmparatoriçesi Maria Theresa'dir(1717-1780- Beğendiği askerlerle ilişkisi olduğu söyleniyor). Yukarı Beldere Sarayı’nın önündeki çay içme ve kahvaltı köşkünü o yaptırmış. Hayvanat bahçesi 2 Saray’ın sağ tarafında ‘günümüzde’ inşa edilmiş.
Bildiğiniz gibi; Osmanlı’nın Viyana kuşatmaları ünlüdür: İlk kuşatma; 27 Eylül-16 Ekim 1529 tarihlerinde Avusturya Arşidüklüğü'nün başkenti Viyana, Kanuni Sultan Süleyman(I.Süleyman) komutasındaki Osmanlı ordusu tarafından yapılmıştır. Başarısız olan kuşatma sonucunda kale alınamamış ve Osmanlı ordusu İstanbul'a geri dönmüştür. 2. Viyana kuşatması ise; 1683 yılında IV. Mehmet devrinde Osmanlı İmparatorluğu'nun Viyana'yı kuşatması ile gerçekleşti. 17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu ile Avusturya Arşidüklüğü arasında yapılan savaşların en uzun süreni bu kuşatma ile başladı…Kuşatma devam ederken Lehistan Kralı Sobieski'nin 120 bin kişilik yardım kuvvetini, Kırım Hanı Murad Giray Han'ın durduramaması üzerine 2. Viyana Kuşatması da neticesiz kaldı.
Bir de ben kuşatayım dedim. Bu nedenle 3. Viyana kuşatmasına karar verdik, aile meclisi olarak. 24 Ağustos 2015 15:20’de Çorbacıoğlu ailesi olarak 3. Viyana kuşatmasını başlattık.





























































Viyana'da Bira Festivali



















Orta Avrupa Orta çağ yapılarını adeta antik çağ yapıları üzerine konuşlandırmış



















Sonuç almak için, Viyana içinden bir güce gereksinimimiz vardı. Bu da, Viyana’da büyümüş, Viyana’yı avucunun içi gibi bilen kuzenim Atilla Çorbacı idi. Acilen o’na ulaşmaya çalışmaya karar verdim.
Şöyle bir şansım vardı: Yine bildiğiniz gibi(zannetmiyorum ya); Kanuni’nin Birinci Viyana Kuşatması sonrası Avusturyalılar, şehrin merkezindeki çok yüksek kuleleri olan “Stefansdom Katedrali”ne Türk akıncılarını gözetleme görevini verilir. Akıncı gözetleme görevi resmen 1956 yılına kadar devam eder ve ancak 1956’da Viyana Belediye Meclisi “artık Türk kuşatması tehlikesi kalmadığından bu göreve gerek yoktur” kararı alarak 400 küsur yıllık bu görevi iptal etmişti. Bundandır ki, yani gözetlenme korkum olmadığı için Viyana’yı kuşatabilirdim.
Aziz Stephan( Almanca, Stefansdom) Katedrali'nin yanındaki sağlı sollu dar sokakların altında tüneller varmış. Osmanlı kuşatması esnasında yapılan bu tüneller vasıtasıyla şehre su ve yiyecek girişi sağlandığı anlatılıyor.
Osmanlı'lar bu şehirde bir döneme damgasını vurmuş olup, hatta; yaramazlık yapan çocuklara 'seni Osmanlı askerine veririm' diyerek çocuklar korkutulmaya başlanmış.
Saat, 16:06’da Belvedere gezimiz bitti. Çok sayıda resimler çektik.
Ring caddesindeki turumuza başladık..Tuna nehrine paralel bir kanal tarafından 2 ucu kesilen Ring caddesi, U şeklinde eski şehrin merkezini çepeçevre dolaşan(çevre yolu adeta) bir cadde. Ring Caddesinin olduğu yerde, eskiden şehri çevreleyen surlar bulunurmuş. Viyana, Budaştepe’nin aksine Tuna nehrine uzakta konuşlandırılmış. Burada da Tuna nehir turu var, fakat Budapeşte’deki kadar görsel zenginliği yok. Türk elçiliğinin bulunduğu diplomatlar caddesinden geçiyoruz.
Kent merkezine ulaşmak için 6 km’lik Ring caddesini dik kesen cadde ve sokaklara girmeniz gerekir. Ki öyle yapacağız. Böylelikle, Viyana’nın en ünlü yemeği olan şnitzelin yapıldığı( endişelenmeyin tavuk ve süt danasından da yapılıyormuş) kafeleri, ünlü marka mağazaları, Mozart çikolatalarının satıldığı pastaneleri, butikleri, Svarovski kristallerinin(İcat ettiği makine ile camı parlatarak, mücevherden kıyafete, ayakkabıdan saate, tüm aksesuar ve eşyalarımızda kullandığımız göz alıcı taşların öyküsünü 1895’te başlatan Daniel Swarovski’den adını alıyor)satıldığı mağazaları görebileceğiz. Ve de dünyanın yaşam kalitesi en yüksek şehirlerden olan ve UNESCO tarafından dünya kültür mirasına eklenen, Birleşmiş Milletler ve petrol üreticisi olması nedeniyle “Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC)”’e ev sahipliği yapan, klasik müziğin esas düzlemi Viyana’nın özünü yakalayacağız.
Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph(1848-1916)’in yaptırdığı çevre yolu, yani Ring Caddesi adeta, tarihi yapıların konuşlandığı “bulvar müzesi” adeta; Opera binası, Avusturya Parlamentosu, Belediye Saray’ı, Adak Katedralı, Borsa binası, Mozart Evi ve Müzesi ve diğer ünlü müzeler 1365 yılında Avusturya Dükü IV. Rudolf tarafından kurulan Viyana Üniversitesi (Latince adı: Alma Mater Rudolphina). Viyana Güzel Sanatlar Akademisi, Habsburg’ların ikamet ettiği iki saraydan kışlık saray olan Hofburg Sarayı v.d burada..


Avrupa'nın her kentinde Orta çağ belası Veba anıtı var..



Avrupa'da dilenci bulamazsın demişti birileri. Türkiye kadar olmasa da var dilenci..


Viyana’nın kalbi Stephan Meydanı


Tepesinde Osmanlıları kollama kulesi varmış 1956'ya kadar





Viyana’nın kalbi Stephan Meydanı ve kilisesi


































































































Aziz Stephan Katedrali



Ring’i dolaştıktan sonra turist gruplarının buluşma noktası olan Opera’nın yanından Viyana’nın kalbi Stephan Meydanı(Stephansplatz)’na doğru uzanan oldukça işlek, araç trafiğine kapalı Kartner Caddesi’ne giriyorsunuz. Hemen sizi; mağaza, kafe, restoran ve pandomim sanatçıları karşılıyor. Meydandan yine araç trafiğine kapalı Graben Caddesi’ne de girmek zorundasınız, çünkü güzel binalar ve heykeller ile süren bir yol. İşte bu bölgenin adı, Kartner bölgesi. Kartner bölgesinin tam başında; Dünyanın en muhteşem iki-üç operasından birisi, hatta dünya operasının merkezi kabul edilen, Viyana Devlet Operası karşınıza çıkıyor. Mozart’ın, Don Juan(Giovanni) adlı bestesiyle açılmış(1869). Bu bina; Ring meydanında tamamlanan ilk bina olma özelliğini taşıyormuş. Belediye sarayı burada,
İlginç bir öyküsü var: Viyana’nın ilk bu opera binası, çok fazla kişi tarafından eleştirilince, özellikle Tren Garı’na benzetildiği için, binanın mimarı Edward an der Nüll intihar etmiş. böylesi eleştiriyi yapanın, İmparator Franz Joseph olduğu söyleniyor. Öyle ki; binanını 2. mimari August Sicard von Sicardsburg de Eduard’ın ölümünden 10 hafta sonra ani bir kalp kriziyle ölmüş. Her ikisinin ölümü de 1868. Bu nedenle opera binasının 1869’daki açılışını görememişler(Erdemi görüyor musunuz; bizde çürük yapılarıyla binlerce insanları öldürenler ödüllendiriliyor). 1945 yılındaki bombardımandan sonra, orijinal binaya uygun olarak yeniden inşa edilmiş. Biraz abartılı olacak, fakat buradaki konsere gidebilmek için 12 yıl sonrası için yer ayırtılabildiği söyleniyor.
Viyana Parlementosu, Viyana Belediyesi ve ünlü müzeler, Habsburg’ların ikamet ettiği iki saraydan kışlık saray olan Hofburg Sarayına ait yapılar olduğunu belirteyim.
Belediye Sarayı (Wiener Rathaus): Neo-Gotik tarzda 19. yüzyılın sonunda inşa edilmiş yapılmış Kent ve Eyalet Meclisi'nin binasıdır. En dikkat çekici unsurların başında ön cephede yer alan ve en tepesinde üç metrelik dev heykelin bulunduğu dev merkez kule ve insanı büyüleyen taş süslemeleri gelmektedir.
Avusturya Parlamentosu: Bina, 1874 ve 1884 yılları arasında mimar Theophil Hansen’in tasarımına göre inşa edilmiştir. Mimari tasarımı, “demokrasinin beşiği” olan antik Yunanistan mimarisinden esinlenmedir. Bu yapı üslubuna “Tarihselcilik” adı verilir. Artan eğimli yolu ve önündeki heykelleriyle inan insanı büyüleyici antik yunan tarihine taşıyor. 1920 senesi sonrası(ikinci dünya savaşı hariç;1934-1945) Avusturya Cumhuriyeti’nin federal yasama organları olan Milli Meclis ve Federal Meclis’in merkezidir. Elbette ki İkinci Dünya Savaşı’nda burası da bombalanmıştır. Adak Kilisesi (Votivkirche): İmparator I. Franz Joseph’in kardeşi Ferdinand Maximilian'ın çağrısı üzerine kardeşinin silahlı bir saldırıdan kurtulduğu için Tanrı’ya bir minnet amacı ile halktan kilisenin inşası için adakta bulunmasın isteyerek yaptırdığı kilise...















Avusturya, Faşist olan Almanya ve İtalya arasında kaldığı için bu iki ülkenin siyasi ve ekonomik baskılarına dayanamayıp, 1938 Mart'ında Hitler-Almanya'sına dirençsiz teslim olmuştu. 1889 Avusturya doğumlu Adolf Hitler ilk Viyana ziyaretinde, yani Kasım 1938'de “Kristal Gece(Almanca; Reichskristallnacht)” denen gecede; bütün sinagoklar ve Yahudi mağazaları ateşe verdirip yağmalattı. Bunların başında, daha önce kabul edilmediği “Modern Sanatlar Üniversitesi” gelir. Bir söylentiye göre, saldırılara Kristal Gece denmesinin sebebi; saldırıdan sonra sokakları kaplayan cam kırıklarının ışıltılarından esinlenmeymiş.
Viyana’ın en büyük parkı “Prater”, şehrin en büyük parkı, dinlenme ve eğlence alanı. Bu parkın içinde bir de lunapark var. 1897’den beri dönen ve Avrupa'nın ilk dönme dolabı olan “Giant Ferris Whell”’e binemedik, çünkü hem pahalı, hem de yağmur vardı.
Mozart’ın evi ve Muzesi: Mozart'ın 1784-1787 yılları arasında yaşadığı ve Figaro'nun Düğünü’ nü bestelediği ev burada: Dahası; Viyana’da bütün yollar, Stephansdom Katedraline çıkıyor. Viyanalılar, bu yapının, kentin ruhunu simgelediğine inanıyorlar. Aralarında Mozart'ın da bulunduğu, birçok müzisyen, kral ve ünlünün evlilik törenlerinin yapıldığı yapı aynı zamanda. Her kulesinin bir efsanesi olduğu söyleniyor. İşte bu görkemli yapının arkasındaki sokakta Mozart'ın 1784-1787 yılları arasında yaşadığı ve Figaro'nun Düğünü ‘nü bestelediği ev bulunuyor.
Viyana Güzel Sanatlar Akademisi (Akademie der bildenden Künste Wien. 1600’lerde):
Deniyor ki; “Adolf Hitler, 1908’de ilki olmak üzere tam üç kez sınavlarına girdiği Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’ne kabul edilseydi, 2. Dünya Savaşı olmayabilirdi. Stalin, annesinin ısrarıyla yazdırıldığı Tiflis’teki dini okulda papaz olarak kalsaydı, 20. yüzyılın tarihi inanılmaz ölçüde değişebilirdi.”
Her ikisi de, bir şekilde yine insanları katleder, özellikle Hitler alınmadığı Akademiyi yine yakardı, çünkü bunların fıtratında kötülük vardı. Ruhunda sanat olan insan Sanatlar Akademisini yakar mıydı?
Saat, 16:25, Viyana’nın göbeğindeki ve Burgring caddesinin önündeki Maria Theresa meydanındayız: Hofburg İmparatorluk Sarayı(Cumhurbaşkanlık Köşkü): burada. Meydanın ortasındaki devasa heykel dikkatinizi çekiyor. Derebeyi olan atlı oğulları arasında Maria Theresa ihtişamıyla oturuyor. Heykelin iki yanında, simetrik iki bina Güzel Sanatlar Müzesi ve Doğa Tarihi Müzesine dönüştürülmüş. Viyana’da Habsburg’ların ikamet ettiği iki saray var. Bunlardan kışlık saray olan Hofburg Sarayı şehrin merkezinde yer alırken, Schonbrunn sarayı ise yazlık saray olarak kullanılıyor ve şehrin biraz dışında kalıyor. Sarayda 4.659.852 tane tarihi eser vardır. Fransız Kraliçelerinden Marie Antoinette Hofburg Sarayı'nda dünyaya gelmiştir. Bu saray 1654 yılında yaptırılmıştır. Ayıca; Viyana Hofburg sarayının içinde ise Franz josef ve kraliçe Elizabeth’in (sisi) o dönem bu sarayda yaşarken kullandıkları eşyalar da sergilenmektedir.
Bunun yanı sıra Napolyon ve Osmanlı’ya karşı kazanılmış zafer anıtların da buraya ayrı bir anlam katmaktadır. Bir önemli olgu da dünyanın başına bela olan Adof Hitler’in Almanya+ Avusturya birlikteliği için konuşma yaptığı yer.
Hofburg'un görkemli girişi olan "Michaelertor" Elit mağazalar ve kafelerin sokağı olan "Kohlmarkt"'a çıkarsınız. Michaelertor'un yakınındaki geniş bir avlunun etrafına 16.yüzyılda kurulmuş olan kare biçimli "Stallburg"' adlı yapı karşınıza çıkar. Hofburg kompeksinin ahırları vardır burada . Stallburg'un hemen önünde, dünyaca binicilik okulu, "Spanische Reithofschule"(İspanyol Binicilik Okulu) bulunmaktadır. Habsburg hanedanı, İspanya'dan gelen atları yetiştirip eğitmek için kurdukları bu okul halen varlığını sürdürmekte ve her gün Binicilik Okulu olarak bilinen bu binada, bir buçuk saate yakın süren gösteriler yapılmaktadır.
Michaelertor'dan içeriye girdiğimizde karşımıza çıkan Hofburg Kompleksi'nin en geniş avlusu insanı şoke eden bir tarihi görsellik sunuyor. Adını bilmediğimiz bir festival vardı; insanlar yiyor ve bira içiyorlar, tümü zom. Zannedersem bir bira üreticisinin festival niteliğinde ürün tanıtım organizyonuydu.

















Avlunun bir kanadında kanadında, 16. yüzyıla uzanan tarihi yapılarla karşılaşıyorsunuz. Örneğin ilgi çekici Barok saat kulesiyle "Amalienburg". Avlunun bir diğer yanında yer alan, 16. yüzyıldan kalan Rönesans kapısı "Schweizertor", Hofburg Kompleksi'nin en eski kısmı "Alte Burg"a giriş sağlamaktadır. Schweizertor'daki merdivenlerden 13. yüzyılda inşa edişmiş olan, Hofburg Kompleksi'nin şapeli "Burgkapelle"'ye çıkıyorsunuz. Kaiserappartements saray daireleri ve hazinenin ziyaret edilebileceği kısımdır. Michalertor'un sağında kalan kanatta yer alan "Reichkanzleittrakt" ve "Amalienburg"'daki saray dairelerinde İmparator Franz Joseph (1857-1916) ve İmparatoriçe Elisabeth'in (1854-1898) yaşadıkları saray odaları yer almaktadır.
Hofburg Kompleksi'nde yer alan müzeleri de gezdikten sonra, yine Michaelertor içerisinden geçerek az önce sözünü ettiğimiz büyük avluya tekrar girip, karşısında yer alan geçitten devam ederek "Heldenplatz(Anlamı; Kahramanlar Meydanı)"'a varıyoruz. Kahramanlar Meydanı’nın(Heldenplatz) hemen solunda, "Neue Burg" bulunmaktadır. "Neue Burg"; Avusturya Arkeoloji Enstitüsü'nün 1895′te başlatmış olduğu kazılar ile ortaya çıkan Türkiye- Efes Antik kentindeki çok sayıda buluntuların yer aldığı ve Hofburg Kompleksi'nin en genç yapısı olan "Ephesos Museum"'a ev sahipliği yapan yer. Heldenplatz'ın her iki tarafında bulunan gösterişli heykellerden en çok sözü edilen, Hofburg Sarayı parçası olan Neue Burg'un hemen önünde yer alan, Osmanlı savaşındaki kahraman "Prens Eugéne Heykeli"'dir. Oldukça geniş ve ferah bir bahçe olarak da özetleyebileceğimiz bu meydanın sağ tarafında, Neo-Gotik mimarisi tasarımı ile yapılan Viyana Belediye Binası(Almanca:Wiener Rathaus) bulunmakta ve dev kuleleri tüm görkemiyle Hofburg'u selamlamaktadır.. Kulenin üzerine Viyana'nın sembollerinden olan Rathausmann heykeli konulmuş. Rathause’un üstünde bulunan Rathausmann adında bir heykel aynı zamanda laikliği sembolize ediyor. Nedeni; binanın yakınında bulunan Votiv Kirche Kilisesi’nin yüksekliği Rathause ile aynı olduğu için, binanın üstüne bir insan heykeli dikilerek Rathuse’un kiliseden daha yüksek olması sağlanmış. Bu da, halkın seçtiği yöneticilerin kilise karşısındaki üstünlüğünü, yani laikliği sembolize ediyor.. Binanın karşısına büyük park yapılmıştır.
Keltler’den sonra gelen Romalılar’dan kalma antik kalıntılar, Atlı arabaların müşteri bekledikleri alanın hemen altında, korumaya alınmış küçük bir kalıtı. Belli ki, Hofburg kompleksi resmen antik roma kenti üzerinde inşa edilmiş..
Heldenplatz'ı geçip Neue Burg'un arkasına doğru kıvrıldığımızda bizi 20. yüzyılın başında halkın girişine açılan, bir ucunda "Mozart Anıtı"'nın yer aldığı saray bahçesi "Burggarten" karşılar. Bahçenin karşısında Jugendstil mimarı Friedrich Ohmann'ın seraları bulunmaktadır.
Sarayın İmparatorluk döneminde faaliyet gösteren binalarının bir kısmı günümüzde, yukarıda belirttiğim gibi saray müzesi olarak kullanılırken, diğer binalarda ‘yine yukarıda belirtiğim gibi’ Viyana Parlementosu, Viyana Belediyesi ve Viyana’nın diğer ünlü müzeleri faaliyet gösteriyor. Hofburg Sarayı Müzesi; İmparatorluk Daireleri, Gümüş Koleksiyonu ve Sisi Müzesi olarak üç bölüme ayrılmış durumda. Sisi Müzesi’nde Sisi’nin hayat hikayesi anlatılıyor. Franz Joeseph aslında Sisi’nin ablasını istemeye gitmiş ancak Sisi’ye ilk görüşte aşık olduğu için vazgeçip Sisi ile evlenmiş.
Saat, 17:05. Graben semtindeki Stephan meydanındayız. Karşımızda, etkileyici ve de Viyana’nın en tanınmış sanat eserlerinden biri olan Veba Sütunu. 75 milyon olan Avrupa’nın üçte birinin salgına yakalanarak ölmesi anısına yapılmış. Deniyor ki;. “Veba’nın bu denli etkili olmasının en büyük nedeni hastalığın neden kaynaklandığının anlaşılamaması ve ilacının bulunamayışıdır.”. Hade be, Orta Çağ Avrupası, açlık ve pislki içerinde olmasıdır Veba salgının. Ne zaman Avrupa 18.yüzyıl sonrası uygarlaştı, modern ve planlı kentleşmeye gitti, alt yapılar yapılanmaya başladı, hastalık da gitti. Salgın ilk olarak Uzak Doğu’da ortaya çıkmış ticaret amaçlı yapılan İpek Yolu kervanları vasıtasıyla hastalık virüsü geniş alanlara yayılmış tezine inanmıyorum. Neden, Uzak Doğu ülkelerinde veba anıtları yok? Neden, Orta ve Yakın Doğuya sıçramamış?
Onun karşısında da; Aziz Stephan Katedrali (Almanca: Stephansdom, asıl ismiyle Domkirche St. Stephan zu Wien) Viyana'nın merkezinde. Katedral kendi ile aynı adı taşıyan Graben semtindeki Stephan meydanında (Stephansplatz) yer almaktadır.






























Dahası; “Stephansdom (Saint Stephen’s Catedral)”; Viyana Devlet Operası’nın (Staatsoper)” yanından geçen “Kärntnerstraβe” ile “Tuna Kanalı (Donaukanal)” tarafına uzanan “Rotenturmstraβe” caddelerinin birleştiği eski şehrin en önemli meydanlarından biri olan “St. Stephansplatz’” üzerinde yer alır. Kilise Avusturya dükü Rudolf tarafından, Roma gotik mimari tarzıyla 1365 yılında inşa edilmiş. Viyana piskoposluk ruhani dairesinin ana kiliselerindendir. Şu anki Viyana Başpiskoposu Christoph Schönborn'nun ikametgâhıdır.
Stephansdom Katedrali için Viyana’nın kalbidir derler. Bu nedenle Innere Stadt yani iç Kent’teki şehir turu buradan başlarmış. Tepesindeki, çok sözü edilen gözlem kulesiyle birlikte 137 metre yüksekliğinde olan Stephansdom, 8 asırdan bu yana, yangınlara, Osmanlı toplarına, Rus ve Nazi bombardımanlarına başarıyla direnerek, Viyana’nın sembolü olmayı sürdürmüş. Romanesk, Gotik ve Barok üç ayrı mimari tarzının birleştiği katedralin her yandan gözükebilir olması nedeniyle, kaybolmama adına adeta burası buluşma noktası Kuzey kulesinin tepesindeki 20 tonluk ve sadece şu an yılması arifelerinde kullanılan Pummerin çanının yapımında kullanılan bronzun l683 kuşatmasında ele geçirilen Osmanlı toplarından yapıldığını söyledi Asil Asımgil kardeşimiz.
Katedral hakkında bir söylenti var: kızıl elma. Oğuz Türkleri için düş olan meşhur kızıl elmanın bir ucunun, bu katedralde bulunan bir top olduğu söyleniyor. Hatta, bu top üzerinde “ay-yıldız” işareti varmış.
Katedralin yapımına 1240 yılında başlanmış ve ancak, 1365 yılında tamamlanabilmiştir.
Ana girişin, iç duvarında: “05” rakamı varmış. Bu rakam, Nazilere karşı, 1944 yılında başlayan Avusturya direniş hareketinin kod numarasıymış. Graben, Viyana’nın ünlü mağaza ve kafelerinin bulunduğu cadde olmanın yanında, giyecek mağazalarıyla dikkat çeken Yahudi mahallesi, Yahudi Müzesi, soykırım kurbanları için yapılmış anıt ve Nazi katliamından kurtulabilen tek sinagog burada görülebilecek yerler arasında.
Katedralin en dikkat çekici yeri; XV. yüzyılda inşa edilen 137 metre yüksekliğindeki, “Steffi” olarak bilinen “Güney Kulesi’dir”. Kulenin en üst noktasında çift başlı kartal yer alır.
İlginç öyküsü var Katedral’ın: Kanuni’nin Birinci Viyana Kuşatması sonrası Avusturyalılar, şehrin merkezindeki çok yüksek kuleleri olan “Stefansdom Katedrali”inin, "Pummerin" adını taşıyan büyük çanının olduğu kulesine 1534'de Türk akıncılarını gözetleme görevi verilir. Akıncı gözetleme görevi, 1956’da Viyana Belediye Meclisi “artık Türk kuşatması tehlikesi kalmadığından bu göreve gerek yoktur” kararı alarak 400 küsur yıllık bu görevi iptal etmiş.
Gözetleyen olmadığı için rahat geziyoruz derken rahatımız bozuldu erken. Çünkü, yürümekten topuğumuz düştü. Ayakkabı bulamıyoruz. Burada, altın çekiç kundura tamircisi yok ki. Ne yapabiliriz. Ayakkabı alacağız. Mağaza bulamıyoruz. Yürüyebilmek için sakızla yapıştırdık topuğu ve adım atar olduk. Graben semtindeki tüm sokakları ve caddeleri kat ettik. Korkumuz, topuğun her an düşmesi. Sonunda Stephan meydanında (Stephansplatz) H&M mağazasında, yani; Hennes & Mauritz (H&M) AB bir İsveçli uluslararası perakende giyim firmasında bir ayakkabı bulduk. Baktık sakız topuğu bırakmıyor, bizde ayakkabıyı bırakmadık, ötele sakızlı topukla döndük. Ayakkabıyı giydik rahat değil. Sakızlı topuğa devam ettik. İnanırmısınız, hala topuk sakızdan ayrılmadı ve böylelikle sakızlı ayakkabısı oldu sevgili eşim Kadriye Çorbacıoğlu’nun. H & M’ye tekrar dönmeyi düşündük, sakızlı ayakkabı patentini satmak için, fakat vazgeçtik. Çünkü; “siz, insanlar için ayakkabı değil de, dolarlar için ayakkabı kutusunda uzman değil misiniz” derler korkusuyla.
Yorgunluğumuzu; Hotel Stephanplatz ve Stephanplatz Katedrali’nin önündeki keman ve orgla verdikleri sokak konserini izliyoruz bay ve bayandan. Dakikalarca çekimini yaptık. Viyana konserine gitmiş kadar olmasa da müthiş bir şey. Gerçekten dinlendik..
SEEGROTE
25 Ağustos 2015: Seegrote-Mayerling-Baden ve Schönbrunn Sarayı ve bahçeleri gezisi var bugün:
Saat 08:30’da, Avusturya ormanlarını ve içindeki 2 katlı güzel evleri seyrederek ilerliyoruz. Karşımızdaki tepede görkemli Lihtenştayn Kalesi..












































































Saat, 09:00, 21 bin nüfuslu Mödling’e bağlı Mahallelerden Hinterbrühl’de yer alan Güney Viyana Ormanlarındaki Seegrote’deyiz. Viyana' ya yakın mesafede(15 km) bulunan, gizemli bir atmosfere sahip efsanevi mağara ve Avrupa’nın en derin yer altı gölünün bulunduğu muhteşem yer. Yaz mevsiminde bile içeri girişte mont, hırka giymeniz gerekir. Üç kattan oluşan madenin 8-10 derece sıcaklığındaki dar tünelden geçerek 15 dakika süren yürüyüş ve ardında kısa bir gondol gezisi. Adeta Vikingler gibi baskına gider durumdayız. Işıklandırmalar da bu ortama ayrı bir gizem katmış. Labirentler aynı zamanda bir müze görünümünde. Bir belgesel seyreder gibi labirentleri geziyorsunuz. Burası; Hollywood filmlerine de set olmuş. Charlie Sheen, Kiefer Sutherland, Chris O’Donell’in oynadığı 1993 yapımı Üç Silahşorlar filminin yaklaşık 20 dakikalık kısmı burada çekilmiş.
















































Seegrotte 19.yy’da alçı taşının bulunması ile alçı taşı madeni olarak faaliyete geçmiş. Dahası; Hinterbrühl’den G. Plankenbicher adlı bir değirmencinin, 1848 yılında 5 metrelik bir kuyu açarken bulduğu alçı madeni... Günümüzde inşaatlarda kullanılan malzemeler o tarihte keşfedilmediğinden alçı taşına talep yüksek. Talep artınca 20. yy’ın başlarında maden genişletilmeye karar verilmiş. Çalışmalar sırasında yer altı su kaynağı bulunmuş ve tüm madeni su basmış. Sonuçta maden kullanılamaz hale gelmiş. Madende kullanılan atlar asla dışarı çıkarılmazmış. Burada ölülermiş. Gün ışığı görmediklerinden gözleri kör olurmuş. Atların ahırının biraz ilerisinde ‘madencileri koruduğuna inanılan’ Azize Barbara’nın, küçük bir kilisesi, yani şapeli var. Mum da yaktık, İslam’ı inancım ile dua da ettim, ne de olsa tek tanrılı inanç. Bu maden galerisi,1920’de düzenlenmiş. Ve, 15 metre genişliği ile Seegrotte’nin en büyük galerisi. Azize Barbara adına düzenlenen dua köşesi yanında, “G-A” harfleri ise, madencilere şans dileme anlamında “glück auf” kelimelerinin baş harfleri imiş. İşçilerin tanrıçası diye bilinen Azize Barbara’nın anısına Aralık ayının birinci Pazar günü, burada törenler yapılırmış hâlâ. Akustiği çok iyi olduğu için, klasik müzik konserleri de verilirmiş. Şapel sonrası en alt kat olan üçüncü kata, yani göle inmek için, 2 yanı raylı sistem döşeli bayağı yüksek merdivenden iniyoruz. Bu raylar, yükün çekilmesinde kör atların kullanıldığı raylı sistem..1930’lu yıllarda Avusturyalı bir girişimci madeni satın alıp suların bir kısmını tahliye ederek burayı turizme açmış. Bir başka söylenceye göre de; 1918 yılında Viyanalı bir likör fabrikatörü Friedrich Fischer satın almış, bir eğlence mekânı yaratmak için. Sonra mantar yetiştirmeye karar vermiş, fakat ısı nedeniyle başarılı olamamış. 1920 yılında da, 200 metre uzunluğunda bir yeraltı tüneliyle ulaşılan bir galeri düzenlemesine karar verilmiş...

















Karayemiş çıktı karşımıza, fakat kavruk. Nerde o bizim KaradenizKarayemişi!?










İkinci Dünya Savaşında ise Hitler tarafından burası uçak yapım fabrikasına dönüştürülmüş. Jet motorlu uçak yapımına çalışılmış. Gövdesini burada üretip dışarıda montajını yaptırıyormuş. Savaşın son günlerinde, yani 1944’te bu başarılsa da bu sesten hızlı uçakları kullanma fırsatı bulamamış. Eğer bu fırsatı bulsaydı savaşın kaderinin değişeceği, savaşın çok daha uzun yıllar süreceği, belki de Hitlerin tüm dünyayı ele geçirmeye çalışacağı söyleniyor. Anlaşılan, dünya büyük tehlike atlatmış.
Savaşın bitmesine mutabık Seegrote’e tekrardan turizme açılmış. Şu an dünyanın dört bir yanından pek çok meraklıyı kendisine çekmekte. Özellikle İkinci Dünya Savaşındaki önemi nedeniyle pek çok belgesele konu olmaktadır…
Mağara çıkışı, memleketimin karayemiş ağaçlarından minyon yemişini yedim, resmini çektim. Çay içtik, Ececan kahve içti. İçecek listesinde kahve “Mehmet efendi kahvesi” olarak yazılmış. İlginç geldi bana.
Kahve deyince; daha önce duyduğum veya okuduğum iki söylence geldi aklıma. 2. Viyana kuşatması sonrası ilginç öyküler ve efsaneler bunlar:
Kuşatma sonrası, geri çekilen Osmanlı bıraktığı ağırlıklar(ganimetler) arasında, Mehter Takımı simballeri(Zil), kös davulları, hatta üçgen ziller (triangle) bulunmaktaymış. İşte bu aletler kuşatma sonrası Batı Müziği’ne girmiş. İkincisi; Osmanlı bıraktığı ağırlıklar arasında çekilmemiş kahve çuvalları da varmış. Savunmada kahramanlık gösteren bir tüccara verilir ve Avrupa önce deve dışkısı sandığı kahveyi tanımış. Kendisine verilen çekilmemiş kahveler ile Avrupa’nın üçüncü, Viyana’nın ilk cafesini açmış. Bu arada Cappuchin(başlıklı pelerin) giyen rahip arkadaşı Marco D’Aviano acı kahveyi bal ve süt ile tatlandırıp köpürterek sıcak bir içecek yapıyor. İçeceğin rengi kendi elbisesini andırdığından, hemen isim babalığı yapıyor ve sunuma ‘Cappuchino’ deniyor.
2. Viyana kuşatmasıyla ilgili yakın zamanda “11 Eylül 1683” adlı film yapıldı ve İtalya'da 11 Nisan 20013’te vizyona girdi. Film söylenenlere göre, Osmanlı ordularının Viyana kuşatmasında bozguna uğramasını ve de Polonya’yı 2.Viyana kuşatmasında savaşa girmesi için ikna eden ve de Capuchino’yu bulan Marco D’Aviano’nun yaşamını anlatıyormuş. Bana göre film;11 Eylül ikiz kulelere yapılan saldırıya vurgu yapılan ‘İslam Aleyhtarı’ bir film.

Tıpkı, bizim, bu film öncesi vizyona sokulan(2012) Hıristiyan aleyhtarı abartılı “Fetih 1453” filmi gibi(kim bilir, onlar da bu filme tepki olarak 11 Eylül 1683’u vizyona soktu). “11 Eylül 1683”’un ilginç öyküsü var: Ünlü İtalyan yönetmen Renzo Martinelli, “11 Eylül 1683” adlı yeni filminde Kırım Hanı Murat Giray’ı oynaması için Halil Ergün’e, IV. Mehmet’i canlandırması için de Ahmet Mümtaz Taylan’a teklif götürdü. Her iki oyuncu da tarihi gerçeklerin saptırıldığı, Osmanlı İmparatorluğu’nu ve Müslümanlığı karalayan bu filmde oynamayı reddettiler.
MAYERLİNG KÖŞKÜ VE FACİASI
Saat, 10:20 Mayerling köşküne doğru yola çıktık, ayni cennetin izdüşümü üstünden. Sanki, Doğu Karadeniz’in doyumsuz yeşil ve göğün mavisiyle harmanlanmış doğasındayız. Saat, 10:36’da Mayerling köşkündeyiz.

















Benim için fazla da ilginç olmayan bir “Mayerling Facia” öyküsü anlatıldı: Avusturya imparatoru Franz Joseph ve imparatoriçe Elisabeth'in(Sisi) tek oğulları olan veliaht prens Rudolph ve 17 yaşındaki Barones Mary Vetsera'nın 30 Ocak 1889 da Viyana yakınlarındaki Mayerling köşkünde intihar etmelerinin öyküsüdür.
Prens gelecekteki tahtan çok felsefe, edebiyat ile ilgili idi.
































































Rudolph'ün veliahtlığının gereği olarak 1881 yılında Belçika kralının kızıyla evlendirildi. fakat prens kısa bir süre sonra bu sıkıcı ve zoraki evlilik yerine barones Mary Vetsera ile bir aşk hayatı yaşamayı tercih etti. fakat bu aşkın asla evlilikle sonuçlanamayacağını anlayan prens ve Mary çekildikleri Mayerling köşkünde birlikte intihar etmişler. Öldürüldükleri de söyleniyor. Dahası, Çift intihar veya cinayet(double suicide or murder) deyimi ile anılır.
BADEN (BADEN BEİ WİEN):
Saat, 11: 20. 1480 yılında şehir statüsü kazanan, Baden(temiz su): Aşağı Avusturya Eyaleti'nde kaplıcalı kasaba ve ilçe merkezi. Kentin nüfusu yaklaşık 25.000'dir (2005). Viyana'nın güneyinde bulunan Mödling'in güneyinde ve Viyana Ormanları'nın doğusunda, neoklasik evlerin olduğu, sakin ama sevimli bir yer. Çok güzel düzenli ve temiz Pazar yerinden geçerek. Kent merkezine ulaştık yürüyerek. Sanki, doğa ile iç içe adeta doğal huzur evi.





















































































































Aynı zamanda romatizma tedavisinde kullanılan termal suları da olan bir sağlık bölgesi. Bölge daha Roma öncesi dönemde bir yerleşim bölgesiymiş. Bölgenin kaplıcası çok eski dönemlerden beri bilinmektedir. Romalılar'ın Aquae(Su) olarak adlandırdıkları kükürtlü termâller, imparatorluk zamânında da yaygın olarak kullanılmıştır. Ludwig van Beethoven(Neunten’i, yani Dokuzuncu Senfoniyi burada bestelemiş). ve Wolfgang Amadeus Mozart, Strauss, Schubert ve Mendelssohn gibi isimler zaman- zaman ziyaret etmiş yada yaşamışlar.
Baden, II. Viyana Kuşatması'nda(1683) çok zarar gördü. 1.700 kadar olan nûfus, kuşatmayı yapan Osmanlının çekilmesinden sonra 300'e inmiş. Gelirken Baydenberg ailesinin ülkeyi yönettiği, şehrin kuzeydoğu duvarı kıyısında bulunan ve de günümüzde 52 rahibin yaşadığı ve Sankt Stefan Kilisesi'nin kuleleri kuşatma svunmasında kullanıldığı çok hasar görmüş.19. yüzyılda saray halkının yazlık yerleşim yeri ve yönetim yeri olmuş.. 1812'de kentin önemli bir kısmı bir yangında zarar gördü. 19. yüzyılın silâhlarına karşı savunma imkânı veremeyen şehrin duvarları, artık eski ve gereksiz görülmeye başlandığından birçok Avrupa kentinde de olduğu gibi Baden'in duvarları 1805'te yıkılmış. Kalıntı olarak, sadece 1567 yılı yazılı olan bir mazgal, Batzenhäusl ile kent tiyatrosu arasında bulunan bir köprüde bırakılmış..
“SCHOENBRUNN YAZLIK SARAYINA”
25 Ağustos günü de bitiyor. Saat; 13:20’de Baden’den Viyana’ya döndük.
Ve de; sıra geldi “Schoenbrunn yazlık sarayına”. Avrupa’nın en güzellerinden bir olan Schoenbrunn yazlık sarayını(Almanca:Das Schloss Schönbrunn) ise Maria Theresa yaptırtmış.

























































Osmanlının 1683'deki II. Viyana Kuşatmasında, çevredeki binalar yok edildi.
“Schoenbrunn yazlık sarayının devasa büyüklükte müthiş bir saray parkı Schlosspark var. Bu park,1744-1749 yılları arasında imparatoriçe Maria Theresia tarafından bahçe olarak yaptırılmış. Günümüzde, botanik bahçesi ve de hayvanat bahçesi ile farklı kimlik de almış. Güzel çeşme anlamında gelen “Schoenbrunn Sarayı”’nın öyküsü şöyle: Sarayın arazisini 1569'da, Kutsal Roma İmparatoru Maximilian II, arazının ortasında kaynayan bir su görüyor ve tadını çok beğenince burayı satın alıyor. Suyun üstününe bir çeşme yaptırmış. Çeşmeye de güzel çeşme(güzel bahar da diyen var) yani Schönbrunn adı verilmiş. II. Maximilian, Eski Mısır’dan beri var olmuş ve değişik kültürlerde farklı formlarda uygulanmış, Orta Çağ Avrupası’nda çok popüler olan eskrim yapılması için alan düzenletmiş. Bunun yan sıra alana; sülünler, ördekler, karaca ve damızlık domuz bulundurmuş. Eğlenceli avlanma bölgesi olarak da değerlendirilmiş. Bahçeleri ve çeşmeleriyle tanınan bin 200 odalı sarayın hayvanat bahçesi ise Avrupa'nın en eskilerinden. Bu yazlık saray İmparator Franz Joseph'in eşi, Sisi adıyla tanınan ve Cenova’da İtalyan anarşist Luigi Lucheni tarafından kalbinden bıçaklanarak öldürülen İmparatoriçe Elisabeth'in en sevdiği mekanmış. Kızlarını Avrupa’nın çeşitli hükümdarlarıyla evlendirdiği için Avrupa’nın anası olarak kabul edilir. Bunlardan biri de Fransız kraliçesi olan en küçük kızı Maria Antoinette(1755). Şımarık, hoppa olduğu söylenir. Biz kendisinden çok onu “Ekmek bulamazlarsa pasta yesinler” sözü ile bilirdik, fakat o sözde onun değilmiş. Bazıları bu sözün annesi Maria Theresa’ya ait olduğunu söyler. Bazıları da, saray çalışanları “ekmek bitti biz ne yiyeceğiz” deyince, Maria Antoinette iyi niyetle bizim yediğimiz ekmeği yiyin. O da kaliteli ekmek türü olan "brioche" imiş. Fakat, Fransız devriminde kadınlar ekmek istiyoruz diyerek bağırınca, sözde Maria Antoinette “Ekmek bulamazlarsa pasta yesinler” demiş ve giyotinle kafası vurulmuş. Anlamsız tarih dersi verircesine niye bu kadar uzattım ki..Fakat Ağustos öğle sıcağını da fazlasıyla yedik. Bu saatte gelecekseniz, kesin şemsiyeniz olsun çünkü kafanıza yağan sıcaklık sizi sırılsıklam yapıyor ve de o ağaçsız, rengârenk çiçeklerin oluşturduğu tablo güzelliğindeki devasa bahçeyi gezmekte zorlanıyorsunuz..
Sarayın 2000 odası varmış(saymadım) şu an müze olarak kullanılıyor.. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı John Fitzgerald Kennedy(John F. Kennedy-JFK) ile SSCB başkanı Nikita Kruşçev Haziran 1961'de Viyana'da, Küba sorunu nedeniyle bu sarayda bir araya gelmişler.
Schönbrunn sarayını, Elektrik Mühendisi sevgili Uğur Soybay, eşi Doç. Dr. Güler Soybay hanfendi ve sevgili çocuklara Bahar ve Bora ile gezdik; huzur ve neşe içinde.. Bahar bizleri sürekli görüntüledi.
Nedense, kaçak saray aklıma düştü..Aklıma düşenleri uzun zamandır yazdım. Bu sanal ve de kaçak sarayla, tarihi gerçek sarayların moralini bozmayalım..











































































































Sevgili kuzenim Atilla Çorbac’yı bulmam gerek. Sağ olsun Asil Asımgil bizi; Museumsquartier ilçesindeki “Muzeums Platz(Muzeler meydanı) 1070-Wien” adresine. Museumsquartier: Viyana'nın 7. Merkez İlçesi Neubau'da ki eski ve yeni başta olmak üzere sanat ve müzeler'in oluşturduğu bir binalar topluluğu. Museumsquartier’de cafesi bulunan kuzenim Atilla Çorbacı'nın yanına gidiş nedenim;





IIl.Viyana kuşatmasını içerideki akrabalarımla başarıya taşımak:) Şaka diyelim ve yola koyulalım. Asil Asimgil kardeşim önce telefonla aradı, Corbacı Cafe’yi. Konuşma anında yüzü biraz allak bullak oldu. Fakat ben yine de sevinçliyim, çünkü hiç görmediğim kuzenimi göreceğim. Belki de, eşi Dina’yı, oğlu Gregor ve kızı İzabel’i. Olur ya diğer kuzenim Selma, eşi Rudolf Czeettel ve çocukları Yakup ve Katerina’yi..Benimkisi de biraz fazla oldu galiba. Atilla’yi göreyim bana yeter.. Atilla; sevgili Annem Emine Çorbacıoğlu’nun amcasının oğlu Şan hocası ve Türkiye'nin ilk bale piyanisti Vedat Çorbacı’nın oğlu .






























Atilla’nın annesi Maria yenge Avusturya’lı. Atilla ve Selma dünyaya geliyor. Her ikisinin de çocuklukları burada geçti.. Corbacı Cafe’yi bulduk, Museumsquartier yazılı kapıdan girince karşınıza geniş bir avlu ve bir tek Cafe, adı da Corbacı Cafe. Fakat Atilla yok..Üzüldük. Kendimizi değil de telefon bıraktık, aramadı..
Benim insanım boğaza düşkün. Düşkünlerin doyumsuzluğunda yok edilen İstanbul boğazı değil, kendi boğazına. Öyle ki, adeta deyiş oluşturmuş; “Gezdiğin gördüğün senin olsun, bana yediklerini anlat.” Benim için gezilen görülen ille de yazılan yer önemli olduğu için “Yediğin içtiğin senin olsun gördüklerini anlat” deyimi benim için esastır.
Sürekli gezdiğim ve gördüğüm yeri anlattım. Biraz da yediğimiz ve içtiğimize değineyim. Kuzen Atilla arayışından sonra acıktık. Ve, yer ile kültür arasındaki ilişkiyi inceliyen beni yarattığım disiplin olan gezikolojiden, kültür ve yemek arasındaki ilişkiyi inceleyen disiplin gastronomiye geçiş yaptık. Graben bölgesi meydanlara dönünce ‘etrafımız dönerci dolu, fakat tadı boş olduğu için’. Asil Asımgil ile Şinitzel yedik. Asil domuz eti olmasın diye garsona “Mooo” diyor, Ececan, domuz burnu işareti yapıyor..Tavuk, süt danası ve domuz etinden yapılıyor. Biz süt danasını indirdik gastromuza, yani midemize. Nefis ötesi bir şey..Aslında kuzen Atilla’nın Corbacı Cafe’de yiyebilirdik, döviz bırakalım diye, fakat serviste de soğuk karşılanırız diyerek vazgeçtik. Böylesi restoranlar zincirine Wıenerwald deniyor. Avusturya’da ve Almanya’nın Bavyera civarlarında göze çarpmış bir restoranlar zinciri. Ana faaliyet konusu schnitzel.
Hundertwasser Haus( Hundertwasser evleri):
Saat, 14:30 Schönbrunn gezisi bitti. 14:55’te; Mimar-Mühendis ve ressam Friedensreich Regentag Dunkelbunt Hundertwasser’ın yaptığı, 52 daire ve 4 dükkândan oluşan; “Hundertwasser Evi (Almanca: Hundertwasserhaus/yüzsular evi) ”ndeyiz.

















Tuvalet kapısı dışında, hiçbir kapının kilidi yok. ‘Doğada düz çizgi yoktur’ mantığından yola çıkarak; her katında ayrı ayrı renkler, ışıklandırma ve ağaçlandırma ile adeta görsel bir cümbüş yaratmış. Terasların ağaçlandırılması evlere ayrı bir gizem katıyor. Zarif dekoratif süslemelerin ön plana çıktığı, kıvrımların ve bitkisel desenlerin sıklıkla kullanıldığı bir sanat akımı olan “Gaudo üslubuyla” yapılmış. Gaudu üslubu adını; ‘Kökeninin Londra merkezli olduğu söylenen’ Art Nouveau(yeni Sanat) akımının öncüsü, İspanya-Katalanlı mimar Antoni Plàcid Guillem Gaudí i Cornet’ten almaktadır.
“Hundertwasser Evleri” aslında belediye evleri adı altında düşük gelirliler için yapılan toplu konutlar. Hemen karşısındaki ilginç çarşıdan alışveriş yaptık.
































































































Bir paralel sokak girişindeki “Diren gezi Parkı-Viyana” yazısı dikkatimizi çekti. 15:45’te buradan ayrıldık.


ÇEK CUMHURİYETİ VE PRAG
26 Ağustos 2015, 07:30’da, iki gün kaldığımız ‘Arion Ctyhotel Vienn’den Çek Cumhuriyet’ine yola çıktık. Yönümüz ve hedefimiz “Prag” ve extra gezi “Cesky Kurumlow” gezisi..















Tur otobus sürücüsü Endru Polonyalı,,. Yazın gurbette, kışın memleketinde..


























































Tarım son derce modern tekniklerle ve rantabl. Önce insan, sonra, hayvan yiyeceği saman ruloları..























Önce,“Cesky Kurumlow”’a gideceğiz. Ardından, “Prag”’a geçeceğiz. Prag’da yürüyerek önce eski belediye bınasına, IV.Charles köprüsü, Astronomik saat, Rudolfinüm, Paris caddesi, Clementinüm manastırını gezeceğiz.





























Vlatava nehri
























Önce; Çek Cumhuriyeti’nde Görülmesi Gereken En Güzel 10 Yeri sıralayalım ve gezdiklerimizi detaylandıralım: “1.Charles Köprüsü: Vltava nehri üzerinde bulunan Prag’ın en çok rağbet gören eşsiz bir köprüsüdür. 516 metre uzunluğundaki köprü üzerinde otuz tane heykel bulunmaktadır.--2. Karlovy Vary: Çek Cumhuriyet’inin en güzel şehirlerinden biridir. Bir film setinde olduğunuzu sanacağınız eşsiz mimari yapılarını mutlaka görmeli, şifalı kaynak sularını içmeli vaktiniz de varsa şifalı banyolarında spa keyfini yaşamalısınız.--3. Kutna Hora: Çek Cumhuriyet’inin küçük bir kasabasıdır. Doğası korunmuş sakin bir kasabadır. Kemik kiliseyi mutlaka görmelisiniz.--4. Plzen: Çek Cumhuriyeti’nin şehirlerinden biridir. Biralarıyla ünlü bu şehirdeki fabrikalarda bira yapım aşamalarını öğrenebilir, farklı bira türleri deneyebilirsiniz.--5. Astronomik Saat: Orta Çağ’dan kalma üzerinde burçların astronomik sembolleri olan bir saattir. Her saat başında çan sesleri eşliğinde saat açılıyor ve kuklalardan bir gösteri sunuluyor.--6. Prag Kalesi: Dünyadaki en büyük tarihi kalelerden biridir. Prag’ın en güzel yerlerinden birinde panoramik bir görüntü eşliğinde gidebileceğiniz muhteşem kalelerden biridir.--7. Terezin: Nazi dönemindeki toplama kamplarının bulunduğu yerdir. Prag merkezi dışında bulunmaktadır.--8. Dans Eden Bina: Fred ve Ginger olarak da bilinen bina dans eden bir çifti yansıttığı için bu isimle anılmaktadır. Barok ve gotik mimarinin en güzel eserlerinin bulunduğu büyülü şehir Prag’ın mimarisine değişik tarzda bir yorum getiren, iş merkezi olarak kullanılan bir binadır.--9. Nerudova Sokağı: Adını Çek asıllı yazar Nerudo’dan alan, evlerin birbirinden üzerine koyulduğu işaretlerle ayrıldığı tarihi Çek evlerini görebileceğiniz bir sokaktır. Pek çok küçük otel, restaurant bulunmaktadır.--10. Old Town Kulesi: Charles köprüsü sonunda bulunan gotik tarzda yapılmış bir kuledir. Üzeri heykellerle süslenmiş savaş sırasında zarar gören kısmı çıkarılmıştır.”
Tur otobüsünün sürücüsü Endru Polonyalı... İşçi olarak Polonya firmasına ait otobüslerde çalışıyor.Yazın çalışıp memleketine kışın dönüyorlar.

07:35’te Prag’a yolculuk başladı. Yollar tek yönlü. Recep galiba Yeni Osmanlı İmparatorluğunu kurar ise buralara duble yol ancak gelir:).
Saat, 09:35 Çek Cumhuriyet’i topraklarına girdik. İlk yerleşim yeri Tusta’dayız. Çam çeşitlerinden oluşan ormanları içinde adeta cennetin bir prototipi...
Çek Cumhuriyeti(Çekya) deyince aklıma Çekoslavakya ve Dübçek aklıma gelir. Biraz açalım bunu: Her Avrupa ülkesinde olduğu gibi Çek’lerin topraklarındaa Kelt ve Germen uygarlığı vardır. 5. yüzyılda egemen olan Cermenler Doğu Avrupa'dan gelen Hunlar, Avarlar, Bulgarlar ve Macar kavimlerinin zorlamasıyla Orta Avrupa'dan ayrılarak batıya ve güneye iniyorlar. Fakat Çeklerin gerçek ataları, 7.yüzyılda bizim Karadeniz ve Karpatlardan gelen Güney Slavlar olmuşlar. Slav devleti kuruluyor, ardından. 8. yüzyılda bölgede Büyük Moravya Prensliği kurulmuş. 9.yüzyılda Çek kökenli I. Bořivoj Hristiyanlığı kabul ederek Büyük Moravya Prensliği'nden bağımsızlığını ilan ediyor ve adına Bohemya devleti diyorlar. Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun bir parçası olan Bohemya Orta Çağ'ın sonuna kadar devam etmiş. Sonrasında mezhep kavgalarından çıkan 15. yüzyıldaki Hussit Savaşları ve 17. yüzyıldaki Otuz Yıl Savaşları Bohemya halkına büyük zararlar veriyor. Ve 16. yüzyıldan itibaren bölge Habsburgların yönetimi altına giriyor. Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu zayıfladıkça Bohemya önce Avusturya İmparatorluğu sonra da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun bir parçası haline geliyor. Ve de; Avusturya-Macaristan İmparatorluğu I. Dünya Savaşı sonunda yıkılınca 1918 yılında Bohemya, Moravya, Silezya, Slovakya ve Karpat Rutenya bölgeleri birleştirilerek Çekoslavakya kuruluyor. Adolf Hitler 1938 yılında Nazi yanlısı bir Çekoslovak vatandaşı olan Konrad Henlein'in desteğiyle Sudetenland bölgesine el koyuyor. Ve, Polonya Polonyalıların çoğunlukta olduğu Český Těšín bölgesini işgal ediyor. Macaristan da 1938 yılı sonunda Slovakya ve Karpat Rus bölgesini kazandı. II. Dünya Savaşı'nın başlamasından sonra Slovakya Nazi Almanyası'yla anlaşarak Çekoslovakya'dan ayrılıyor. Slovakya’da Alman hayranlığı hala devam etmektedir.
Çek toprakları da Almanya tarafından işgal edilerek, soykırım başlıyor: İşgal döneminde 390.000 Çekoslovak vatandaşı (83.000 Yahudi dahil) Naziler tarafından öldürüldü. Nihayet 9 Mayıs 1945 tarihinde Sovyet ve Amerikan birlikleri ülkeye girerek Alman işgaline son veriyor. Çek Cumhuriyeti 1945-1946 yıllarında Çekoslovakya 2,7 milyon Alman kökenli halkı Nazilerle işbirliği yaptıkları gerekçesiyle Almanya ve Avusturya'ya sınır dışı ediyor. Almanlara karşı katliamlar yapıldığı söylenir. Hatta, Almanların toplama kampları ve hapishanelerde tutsak edildiği ve Çekoslovakya'nın Alman azınlığı ortadan kaybolduğu da..
Bu arada Çekoslovakya'da Komünist Parti güç kazanmaya başlıyor. 1948 yılında yönetim komünistlerin eline geçti. Bu tarihten sonra 41 yıl boyunca Çekoslovakya Doğu Bloku'nda yer alıyor. Her demir perde ülkelerinde olduğu gibi burada da Rusların izine rastlıyorsunuz..
5 Ocak 1968 tarihinde iktidara gelen Alexander Dubček siyasi bir liberalleşme dönemi başlattı. Ancak, siyasi liberalleşme reformu olan Prag Baharı adı verilen bu dönem, SSCB(Sovyet Sosyalist Cumhuriyet Birliği ve Romanya hariç diğer Varşova Paktı müttefikleri olan Doğu Almanya, Polonya, Bulgaristan ve Macaristan'ın Çekoslovakya'yı ‘Kod adı: Tuna Harekatı ile’, 20-21 Ağustos 1968'de Çekoslovakya'yı İşgal ederek son buldu. Varşova Paktı birlikleri birkaç saat içinde, önemli bir direnişle karşılaşmaksızın bütün kentleri işgal ettiler. 300 binin üzerinde askerle yapılan harekatta 92 Çek vatandaşı öldü. Dubček tutuklanarak Moskova'ya gönderildi. 16 Ocak 1969'da Jan Palach adlı felsefe öğrencisinin ulusal bağımsızlığın çiğnenmesini protesto etmek için Wenceslas Meydanı'nda kendini yakması kamuoyunda geniş bir yankı uyandırdı. Yakın çevresinin görevden uzaklaştırılmasına göz yuman Dubček sonradan yalnız kaldı ve Nisan 1969'da Çekoslovakya Komünist Partisi'nin birinci sekreterliği görevinden alındı. Yerine, SSCB işgalinde Slovakya'dan sorumlu başbakan yardımcısı olan Gustav Husák geldi. Husak; Devlet ve parti yönetiminde yeni düzenlemeler getiren Prag Baharı'nı eleştirerek Sovyet müdahalesinin ülkeyi iç savaştan ve karşı devrim tehlikesinden kurtardığı görüşünü savundu ve reform deneylerinin sona erdiğini eski düzene dönüleceğini ilan etti. Sonrasında; Kasım 1989'da Çekoslovakya Kadife Devrimi adı verilen kansız bir devrimle demokrasiye dönüş yapıyor. Prag Baharı'nın komünist kahramanı Alexander Dubček, Sovyet müdahalesiyle ayrıldığı siyasete geri döndü ve federal Çekoslovakya'nın meclis başkanlığına seçildi. 1 Ocak 1993 tarihinde ülke barışçı bir biçimde Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olmak üzere iki ülkeye ayrıldı. Çek Cumhuriyeti 12 Mart 1999 tarihinde NATO'ya 1 Mayıs 2004 tarihinde de Avrupa Birliği'ne katıldı.
İşte bu ülkedeyiz. Avrupa Birliğine katılmasına karşın, para birimi hala Koruna. Çünkü AB para birliğinde yok. Viyana ile gideceğimiz yer olan “Cesky Kurumlow” arası 230 km olan yol bitiyor. İçinden kendi adını taşıyan nehir geçen, cennetin
oluşur. İki, üç katlı evler, Orta Avrupa köylerinin genel mimari anlayışlarını yansıtır. Burada zamanın nasıl geçtiğini izdüşümü Luznici’den geçtik ve sonrasında bir benzin istasyonunda 45 dakika mola verdik. Köy burası. Öyle bir köy ki, kışlık odunları itina ile dizil, bahçeleri özene bezene adeta park gibi, yerden tek bir tezek yok, tertemiz bir köy.
Çek Cumhuriyeti enerji sektörü başta üretim ve dağıtım olmak üzere, kömür, petrol, doğalgaz ve uranyum gibi çeşitli enerji madenlerinin çıkartılması ve kullanımından oluşmaktadır.
“Çek” adını, bu yöreye halkı getiren kabile reisinin adından almaktaymış. Çek Cumhuriyeti nüfusunun %94,2 si Çekler'den oluşuyormuş.
Çek Cumhuriyeti AB'de Estonya'dan sonra en büyük ateist nüfusu barındıran ülkedir. Nüfusun %60'ının dinî inancı yoktur. Keyfi ve fantastik inançları var. Örneğin Yıldız Savaşları bazıları için dini inanç olabiliyor. Yani, hayali bilim kurgu dinleri. Günümüzde kullanılmayan bazı kilise ve manastırlar konser salonu, müze olarak değerlendirilmektedir..
Çek Cumhuriyeti’nde en çok patates, bira ve domuz üretiliyor. Biranın anavatanı deniyor. Bildiğimiz “Pilsen” birası, Çek Cumhuriyeti’nin önemli kenti Plzen de üretildiği için bu adı almış. 30 çeşit biranın üretildiği söylenmektedir..En önemli içkileri “Apsent”..Apsent(Fr; Absinthe); şifalı, sarı çiçekleri olan gri bir ot olan pelin ile kokulandırılmış, alkol oranı %70, Rezene ve yeşil anasonlu olan sert bir Fransız içkisi(18.yüzyıl) içki manasına gelen kelime, bir adı da yeşil peri. Çek tarzı(Bohemya tarzı) absent, anasonsuzdur ve alkol oranı %90 olduğu söyleniyor. Genelde, sabah 5’te içilmeye başlanırmış. Fransızlar sabah yerine, yeşilde buluşalım derlermiş, yeşil renginden dolayı. Türkiye’de yasak..
CESKY KRUMLOV:
Saat; 11:45. Vltava Irmağı vadisinin ortasında, Vltava Irmağının Malse Çayı ile birleştiği mevkide kurulmuş Ceske Budejovice’deyiz. Güney Bohemya bölgesinin nüfus bakımından en büyük şehri. Bu bölgenin de coğrafi ve ticari merkezi ve Katolik Kilisesi başpiskoposluk merkezi. Güney Bohemya Üniversitesi ve Bilimler Akademisi şehrin önemli yüksek eğitim ve bilim kurumları. 13. yüzyıldan itibaren şehirde bulunan bira üretim fabrikaları ile ün yapmış.
12:05’te, 1992 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesinde bulun Cesky Kurumlow’adayız. Vltava nehri karşıladı bizi. Cesky Krumlov, Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’ın 174 km güneyinde kurulu cennetten bir kasaba. Almanca “Krumme Aue” sözcüğünden geliyor. Anlamı; “çarpık çayır”. Kıvırılıp uzayan Vltava Nehri’nin oluşturduğu menderes üzerine kurulu. 1253’lerde Crumlovia veya Crumlovium ismi ile anılan “Cesky Krumlov” ismini 1309 yıllarında almış. Bu güne dek kendine özgü, tarihi ve doğa dokusunu korumuş ender yerlerden.
















































































Cesky Krumlov kalesindeyiz. Çek Cumhuriyeti’nin Prag kalesinden sonra ikinci büyük kalesi. Prag gibi, Vlatava nehrinin yanında kurulmuş. Gotik yapılardan anlayamıyorsunuz. Cesky Krumlov'da 13. yüzyıldan kalma yapılar dikkatinizi çekiyor. Saat 12:32. Rosenberg'ler(1302-16029, Eggenberg'ler(1602 sonrası), Scharwenbergler(Kalenin son sahipleri) olmuş. Bölgenin zengin ailelerinin şato olarak kullandığı kale 1947’de müzeye dönüştürülmüş. İnsanlar huzur içinde ve sakin. Halk karda yapılan bir spor olan snowboard ve tenis ile ilgileniyor. Kentin, tarihini koruması,yani el değmemiş kalmasının nedeni 500 yıldır hiç savaş görmemesi deniyor. Hollywood filmlerine de set olmuş. Pinokyo'nun Maceraları, Sihirbaz, Dream City ve Hostel filimleri burada çevrilmiş.
Kaleye yürüyerek çıktık. Çünkü kente büyük araçlarla girmek yasak olduğu için otobüsümüz şehir dışında park ettik. Kale, heybetiyle bizleri selamladı, iki kayanın üzerindeki duruşuyla. Kale bahçesinden, Kırmızı kiremit çatılı evleri, sokakları, köprüleri ve Vlatava nehrinin insana huzur veren akışını huzurla panoramik resimlerini çekiyoruz, cennetin izdüşümünü yanımız alıp görselliyoruz. Kale içindeki. Rosenberg ailesini yaptırdığı ronesans ürünü Rolyefler, müze ve Eggenberg'lerin yaptırdığı Tiyatro ve11 bin kitabın olduğu kütüphanesi ayrı bir zenginlik gizem katıyor kaleye. Bir ilginçlik de, kalenin altında ayıların yer aldığı bölüm. Krallar gücün sembolü olarak bulundurmuşlar ve gelenek haline getirilip bugüne taşınmış.
Kemerlerle süslü Cloak (pelerin) Gate(geçit), Cesky Krumlov'un ana kapısı. Cesky Krumlov‘un Namesti Svornosti Meydanı(Eski şehir meydanı) ve sakin ara sokaklarında gezinmek, ayaklarımızın altındaki coğrafyayı yazmak ve yaşamak çok güzel. 18. YY’da inşa edilmiş Marian veba anıtı dikkatinizi çekiyor. Tatlı Kokoreç adını koyduğum, gerçekten fiziki görünümü kokorece benzer Mutlaka tatmanız gereken tatlı; Trdelnik yedik. Çeklerin deyimiyle Trdlo. Eski şehir meydanın altındaki sokakların birinde tattık. Şekerli bir hamuru kalın çubuklar etrafına sarıp fırında pişiriyorlar, özellikle kışın pek rağbet görüyor. Ballısı ve etrafı fındıkla çevrilmişi veya karamelli olup etrafı bademle çevrilmişi makbuldür. Kesinlikle sıcakken yenmelidir.
Söylenceler göre burada bir dönem, kurşunu altına çevirme çalışmaları yapmanın yanında mucize ilaçlar, zehirler ve sihirli iksirler yapmaya çalışan simyacıların yaşamış.
20'nci yüzyılın önemli ressamı, Egon Schiele de burada yaşamış. Adına müze kurulmuş.. Kentte değişik festivaller düzenleniyor. Beş Yapraklı Gül Festivali ile Yaz Gündönümü festival gibi.
Kısacası görülmeye değer bir yer..
Saat, 14:45. Ronesans kenti Cesky Krumlov gezisi bitti. Yolculuk Praga..
PRAG:
Kosov’u ve Lınz sapağını geçtik. Plana’ya yaklaşıyoruz. Csky Budojovice tekrar uğrayacağız. Sürücümüz Eduardo biraz dikkattsiz. Fren ve gaz pedallarını pek dengede kullanmıyor. Biraz da dalgın mı ne.. Yol, gidiş geliş tek şerit olduğu için her an tehlike yaşamak olası. Saat, 15:25. Hrdovıce’yı geçtik, Tabora’a 62, Prag’a 152 km var. Veselnvi’ye 20 km kaldı. Saat, 15:30. Saat 15:35’te Prah’(Prag) 136, Veselnvı’ye 13 km kaldı. 15:45’te Veselnvi sapağını geçtik ve Duble yola girdik. Prag’a 117 km kaldı. Tyn N.Vlt’e 23 km. Prag’a 112 km kaldı. 6 km kala Sobeslav sapağını geçtik. Plan’a 13 km kala da Plana sapağını geçiyoruz…Prag’a yaklaştıkça Çek Cumhuriyeti’nin zenginliği artıyor.. İtalya, Fransa, İsviçre ve Monaco tolları gibi yollar düzgün ve de yerleşim yerleri, araçların yarattığı gürültü kirliliğini yaşamaması için, yolların sağ ve solunda ses emici panolar dikkatimizi çekiyor. Çek de, saydığım ülkelere oranla bir Orta Avrupa ülkesi olarak yoksul, fakat diğer Orta Avrupa ülkelerine oranla varsıl. Köyler kışlık odunlarını hazırlamışlar. Her köy o denli sistemli ve temiz ki, kışın yakacakları odunları bile bir sanatçı elinden çıkmış gibi düzgün kesilmiş ve sıralanmış..
Prag’a 88, Chotovnyı’e 7 km kaldı. Çek, zengin ormanlık alanlara sahip. Orman adacıkları ve ekin tarlaları bir halının deseni gibi müthiş bir tablo sunuyor, yeşil ve sarı ve de kahve renkleri tamamlayan gök mavisiyle.. Chotovnyı sapağını, 16:08’de geçtik.
V.Popovıce’ye 9, Prag’a 30 km kaldığı an saat 16:50 idi ve 35 dakika sonra; "Altın Şehir", "Doksanların Sol Bankası", "Masal Şehri", "Şehirlerin Anası" ve "Avrupa'nın Kalbi" gibi isimlerle anılan Prag’a ulaştık. Prag’a Legerova caddesinden girdik. Bizi ilk karşılayan, Prag’ın ortasından geçen Vltava nehri oldu. Çekoslovakya'nın başkentini yapmış günümüzde de 1 Ocak 1993 tarihinden itibaren Çek Cumhuriyeti'nin başkentliğini yapan 1,2 milyonu aşan nüfusa sahip bir şehirdir. Çek Cumhuriyeti sınırları içerisindeki adı Praha’dır. Vltava Nehri üzerinde yer alan şehir bu nehir tarafından ikiye bölünmüştür. Vltava Nehri üzerine inşa edilen köprüler şehre mistik bir hava katmıştır.
Eski Prag düzlük alanlarda. 2. Dünya savaşında bombalanmadığı için yapılar otantizmini korumuş, tarihi merkezidir.. 1992'den beri Prag'ın tarihi merkezi, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO)'nun Dünya Mirasları listesinde yer almaktadır.. Prag’ın bugünkü dokusuna 9.yy'da başlamış. Fakat asıl gelişimi 13. ve 14. yıllar arasında göstermiş. Prag imparatorluklar, Dünya Savaşları, Komünizm, yönetimsel sorunlarla boğuşsa da 1993 yılında Çekoslavakya'dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etti ve 2004 yılında da tam Avrupa Birliği üyeliğini tamamladı.
Ve ‘geziye başlar başlamaz’ kaybolduk. Dahası grup dağıldı. Nedeni belli değil. Biliyorsunuz nedensiz nedenlerde hep sorumlu kişi suçlanır. Çoğumuz Rehberimiz olan dünya efendisi Asil Asimgil’i suçladı. Benim için suçlu Prag ve muhteşem, insanı büyüleyen, kendisine odaklayıp bulunduğu andan çıkaran, düşler ötesine taşıyan Prag’ın tarihi ve doğa dokusu..Bir grubumuz Astronomik saatı arıyor. Asil ile olan grup da bizi arıyordur çünkü aileler parçalanmış ve de yorulmuş halde bizim yanımızda. Rehberlerin, gruptakileri kaybetmemek adına yerlerini belli etmek için kullandığı her havadaki flamayı ve bayrağa koşuyoruz, Asil yok. Yok. İnanın Charles Köprüsünü(Karl Köprüsü) en az 2 kez bir baştan bir başa geçtik. Kralın köprüsü umurumuzda değil. Köprü tüm ihtişamıyla bizi izliyor, Türkler kaybolmuş dercesine. İnanın neredyse köprünün sol girişindeki Osmanlı heykeline soracağız. Tarihi bazı yapılardaki saatlere de Astronomik saat diye yaklaşıyoruz. Yardımcı olamıyorum, çünkü Lazca bileni bulmak imkansız:) Neyse Ececan Çorbacıoğlu İngilizce bilenlerle anlaşarak Asil’e ulaştık. Meğer Asil direkt grubu köprüye girmezden Astronomik saatın olduğu meydana götürmüş. Bizi köprüyü gezeceğiz diye köprününü büyüsüne takılarak deklanşörle işimiz. En büyük zorluğu da, dünyanın en sempatik ve o yaşta hoşgörülü çocuğu ve de sağlıklı bir Galatasaraylı(Galatasaray Dergisine bile, babası ve ablasıyla kapak olmuş) sevgili Bora Soybay yaşadı, çünkü ayakkabıları onu çok rahatsız ediyordu. Koca eşkıya Bora Soybay suskun kalmış, ses çıkarmıyordu. Suçlu birilerine göre Asil ise ise, asıl programda olmayan kale gezisi yapma sözünü aldık yârinki Karlovy Vary dönüşü..
Grup birleşti ve astronomik saatin olduğu eski Kent Meydanı(Staromestske Namesti) meydanına doğru yola çıktık:
Stare Mesto(Eski Şehir Meydanı), Prag’ın 17 dönümlük bir alanı kaplayan eski merkezi. Gotik, Rönesans, barok, neoklasik eserlerin bulunduğu etkileyici bir meydan. Burada da Atlı faytonları görebilirsiniz. 17. yüzyılda Protestan liderlerin idamından, 20.yüzyılad(1968) Sovyet tanklarının saldırılarına kadar birçok önemli tarihi olaya tanıklık etmiş bir meydan. Prag’ın kalbinin attığı ve kimliğinin yansıtıldığı yer. Bu Meydan’da sayısız yapı ve yapıt bulunmaktadır. Tümünü görmenizi isterim vaktiniz varsa. Fakat vaktiniz olmasa da görmeniz gereken Bir yapı var ki, o da; Prag’ın simgesi olan, Astronomik Saat(Staroměstská radnice- Orloj) ve kulesının yer aldığı eski Belediye Sarayıdır. Sırasıyla; Charles Üniversitesi Profesoru Hanus Usta tarafından yapılmış Astronomik saatin hemen yanındaki Dum u Minuty(17.yüzyıl) adlı ev(Bu ev aynı zamanda Alber Eınsteın ile arkadaş olan ve sık sık onunla buluşan Franz Kafka’ya ait). Belediye galerisinin geçici sergilerinin yer aldığı Taş Çanlı Ev(Barok m..), Tyn Önündeki Meryem Ana Kilisesi(14.YY). 1415 yılında kilisenin gelişim sürecinde değişimini istediği için yakılan Jan Hus Anıtı. 1918’de yıkılan ve günümüzde tekrar yapılması planlanan Marian Sütunu. Tyn Kilisesi’nin arkasında yer alan Ungelt avlusu. Aziz Vaclav’ın tasvir edildiği resimle tanınan Storch Evi. Golz – Kinsky Sarayı ve küçük meydanın ortasındaki kuyu ve veba anıtı Male Namesti’yi görebilirsiniz. Haa, oldukça meşhur Bohemia kristallerini unutmayalım, hediyelik eşye almak istiyorsanız..Bir de; ‘Tadım Festivali’nin yapıldığı şaraplarını da..
Eski Şehir (Stare Mesto) Meydanı, Ortaçağın bütün mimari özelliklerini taşıyor. Doğrusu, bu meydan, şehrin tarihi merkezi. Meydan, 10. yy.'da kurulmuş ve UNESCO Tarih Mirası listesine alınmış. Meydanın ortasındaki heykel, katoliklere karşı savaşmış ve yakalanınca bu meydanda yakılarak öldürülmüş ‘protestanların lideri’ Juan Huss'a ait.
Eski şehir meydanında sokak göstericilerini izlemek, sokak kafelerinde oturup dinlenmek ve de lokantalarında şnitzel yemek oldukça zevklidir. Dilerseniz Astronomik Saat‘in de üzerinde yer aldığı Eski Belediye Sarayı’nın kulesine çıkarak meydanı seyretmek olası. O olasılığı değerlendirmedik..
İlginç olanı; Avrupa’da, özellikle Viyana’da gördüğümüz dilenci figürüne burada da rastlamanız. Dizlerinin üstüne çökmüş secdeye varır şekilde yüzlerini gizliyorlar. Çoğunun yanında muhakkak bir köpek var. Bizdeki gibi kimseyi rahatsız etmiyorlar; hareketsizce yüzlerini gizleyen bir sessizlik içindeler. Belki de bu duruşlarını bir öyküsü vardır, öğrenemedik. Anlaşılan Avrupa’da bir dilenci onuru var.
Astronomik Saat’in önemli kısımları; Güneş saati, ay saati, Josef Manes takvimi, havariler, melek ve bilimler, kibir, açgözlülük, ölüm ve şehvet, horoz, saatlik gösteriler, Hanus usta ve kadranı. 12 Saat dilimini 12 burcun sembolleri gösterir. Astronomik Saat’ın önünde her saat başı insanlar dururlar, özellikle biz turistler. Çünkü; her saat başı çanlar çalar, azizleri simgeleyen dans figürleri dans ederler. ‘Danslar; özellikle bir horoz figürünün dışarı çıkıp kanat çırpması ile sona erer. Bu ara, her saat başı başınızı saat kulesine dikerseniz birileri de sizin cebinize göz diker. Canım kapkaççılar..
1410’dan beri hiç durmayan Astronomik saat, inanışa göre dört tehdidi sembolize etmekte. Saatteki iskelet figürü ölümü simgeler ve saat başı çanı çalarak ölümün her an geleceğini belirtir. Hemen yanındaki Osmanlı yeniçerisi figürü de şehveti simgeler. İki figür daha vardir. Bunlardan biri elinde para kesesini tutan Yahudi’dir ve cimriliği simgeler. Diğeri de kendi görüntüsüne hayran kibri simgeler. Bu iki figur ölüm cani caldikca kafasini sağa sola sallayarak 'hayır' derler..Hareketli figürler ise Felsefe, Din, Astronomi ve Tarih’i simgeler.
Astronomik Saat’i kimseye yapmasın diye Kral, Hanus Usta’nın elini kestirmiş. Hatta gözüne mil çektirmiş. Bir başka söylenceye göre, Hanus Usta kralın bu yaptıklarına dayanmamış ve intihar etmiş..
Rehberimiz eşliğindeki gez sonlandı. Hayli yorulmuşuz. Serbest saatımız başladı. Acıktık elbet. Yemek yiyecek güvenilir bir yer arıyoruz. Beğenmek endişe bütününde olası değil. Nedendir bilinmez domuz eti korkusu beyin dokularımıza işlemiş. Hakan Taş, Funda Taş ve dünya güzeli yetenek İdil Taş’a rastladık. Ve biz de onların tercih ettiği yerde kendimize güzel bir Şinitzel ziyafeti çektik..


Saat geç oldu, 19:35. Hotel Duo’dayız. Yarın Karlovy Varya ve dönüşte Prag kalesi, ardından Charles Köprüsü gezimiz var.
KARLOVY VARYA
27 Ağustos 2015. Saat, 09:00. Karlovy Varya’ya 160 km var. 11:30’da Karlovy Varya’dayız. Kent içine ağır vasıtaların girmesi yasak olduğu için, kent dışında durduk, belediye otobüsüyle kente ulaştık.



Uluslararası Karlovy Vary Film Festivaliyle de bilinen Rus film festivallerinin yapıldığı, dünyanın ilk 5 yıldızlı termal otelin (Thermal Hotel) yapıldığı, James Bond filmlerinin çekildiği, şifalı sularının bulunduğu, Atatürk’ün hastane ve termal bilimi kenti olması nedeniyle 1 ay kaldığı ve dinlendiği, yeşili alabildiğine yoğun masalsı yapılarıyla adeta bir cennet odağı. Bizde daha çok, Mustafa Kemal Atatürk'ün tedavi için gittiği sağlık kenti olarak bilinir. Sigara içilmesi tüm kent çağında yasaktır..


























































































Anadolu'dan bir arkadaş Karlovasky'da BADE bijuteri sahibi
































































































































































































"Kralın Banyosu" anlamına gelen Karlovy Vary (Almanca: Karlsbad); Çek Cumhuriyeti'nin Bohemya bölgesinde bulunuyor. Kaplıcalarıyla ünlü turizm kenti. Batı Bohemya'da 1370'de İmparator Karl IV tarafından kurulmuş. Bugüne kadar dünyadaki pek çok ünlü siyasi, asker ya da sanatçı ziyaret etti. İçinde kaplıcalar barındırır. Bu kaplıcalara Medikal Spa(Salus Per Aquam: Su ile gelen sağlık) denmektedir. Kâğıt helvaları ve porselenleri de ünlüdür.
Atatürk’ün, Karlovy Vary günlüğü(30 Haziran 1918 - 1 Temmuz 1918 anısı):
Bu günlük, ülkenin ‘o dönem koşullarında’ geleceği işaret etmesi bağlamında çok önemli. Büyük insan, 1918’lerde Anadolu’nun sosyal dokusunu dikkate alarak bugünkü Cumhuriyet’i düşünmüş ve yol haritasını belirlemeye başlamış:















{{..30 Haziran 1918 Pazar günü öğleden sonra saat 7.30'da Karlsbad(Karlovy Vary) istasyonuna muvasalat(ulaşma) edildi, istasyonda muvasalatıma(ulaşma) intizâr(Ah etme) eden otel kapıcısının getirdiği arabaya eşyalarımızı da tahmil(yükleme) ederek, ihzar bulunan ikametgâha gelindi..Cottage Sanatorium doktorlarından Markotein'in Karlsbad'da bulunan dostu doktor Vermer'e vukuu(gerçekleşen) bulan tavsiyesiyle(öneri), mumaileyh(adı geçen) tarafından bulunan ikametgâh(yerleşilen) adeta hususi(özel) bir evden ibarettir. İsmi Rudolfshof olan bu ikametgâh otel Pupp mebanisi(bina) ittisalinde(bitişmek-yapı kompleksi) ve büyük hamamın karşısındadır. Doktor Vermer mezkûradı geçen) evde benim için bir salon, bir yatak odası, bir uşak odası (bir emirber(subay) neferim Şevki için) ve hamamdan ibaret aksamı haftalığı 140 krona tutmuş. Ben ilk nazarda memmun olmadım. Pupp'a buna mümasil(benzeyen) meban-i âliye (ana bina) ve müdebbdenin (debdebe) şaşaası ve menban-i mezkûre (adı geçen bina) dahillerindeki haşmetin yanında, hemen ittisalinde(ulaşmak) onlara nisbeten basit kalan bu benim yeni ikametgâhım o kadar cazib görünmedi. Yarım saat sonra aynı zamanda beni tedavi etmesi de kendisine yazılmış olan Vermer geldi..İkametgâh hususunda neşesizliğimi gizleyemedim. Ellibir yaşında henüz teehhül etmemiş (evlenmemiş) bulunan doktor, ciddi ve tecrübekâr bir vaz(deneyimli konuşma) ile bana dedi ki: - Sen buraya ciddi bir kür yapmak için mi geldin, yoksa lüks ve debdebeli gürültüler içinde zevk etmek, yorulmak için mi? Ne istiyorsunuz, işte, sakin ve rahat bir apartman. Şimdi müsaade edin sizi muayene edeyim ve suret-i hareketinizi çizeyim. Göreceksiniz ki dediğim şeyleri harfiyyen takib edince başka bir şey düşünmeye vakit bulamayacaksınız..Ben, artık sözü uzatmadım. Doktor vazifesini yaptı ve nihayet takib edeceğim programı yazıp bıraktıktan sonra, yine görüşürüz dedi gitti.. .Gece Rudolfshof direktrisi ihtiyar madamın buldurduğu bir, iki kap yemeği yedikten sonra, ertesi gün mutadım(alışılmış) hilafında(dışında) olan erken kalkacağımı düşünerek yattım. Kapıcı saat 5.30'da kaldıracaktı. Saat 7'de su içilecek mahalde bulunabilmek için 1-2 saat evvelden kalkmaklığımı ihtiyatkâr buldum.
1 Temmuz 1918 Pazartesi: Hanenin(ev) Josef isminde kapıcısının hiç anlaşılmaz aksanla kapıyı vurarak bir şeyler söylemekte olduğunu işitmekle uyandım. Akşamdan tembih ettiğim için uyandırdığını hatırladım: -Ya, ya! diye seslendim…Bu kadar erken kalkmağa alışmamış olan neferim Şevki de, müşkilâtla(zor) yatağını terkederek geldi. Traş etti. Fakat bu erkenciliğin mahmurluğunu bertaraf edebilmek için behemahâl(kesinlikle) bir hamam almak lâzım geldiğine kani oldum. Onun da hazırlanmasını bekledim. Nihayet tuvaletimizi ikmal(tamamlamak) ederek saat yedide evden çıkabildim. Josef bize delalet(yol gösterme) edecekti. Direktrisin iare ettiği (ödünç verdiği) su bardağı elinde olduğu halde Şevki de beraberdi.
2 Temmuz 1918 Salı: Daha giyinmeden direktris(başhemşire) geldi, taleb ettiğim Almanca muallimesinin geldiğini haber verdi. Muallimeyi(hanım hoca) salonda bekleterek giyindim. Almanca muallimesi Paula Klemm fransızca olarak…- Efendim, bir muallime istemişsiniz, mükâleme(Karşılıklı konuşma) için mi, yoksa gramer mi okuyacaksınız... - Evet istedim, dedim. Fakat ne okuyacağımı bilmem...- Benim kitablarım vardır. Size gramer kitabı getirdim, oradan okuruz…- badmazel(bayan), dedim, ben senelerce mektebte gramer okudum, lektür(okuma) yaptım, resitasyon ezberledim; fakat Almanca'yı öğrenemedim. Şimdi Almanca öğrenmek istiyorum…- Öyle ise, efendim belki, biraz mükâleme ve dikte...- Pek güzel, fakat Almanca yazarım, dikteye ihtiyacım yok. Mükâlemeye gelince, Almanca olarak dedim ki, onu her gün her yerde bizzaruri(zorunsuz) yapmaktayım. Ancak bildiğim kelimeleri tekrardan ibaret kalıyor. Maksadımı söyledim, Almanca öğrenmek. Bunun için ne yapmak lazım geleceğini siz tayin ediniz. Bana kalırsa, siz beni evvelâ imtihan edin, ondan sonra kararınızı verirsiniz. Büroya geçtik... Görülüyor ki, kadıncağıza karşı pek müşkülpesent(titiz) bulundum ve işi talik edip, biraz düşünmek istedim. Kendisine haber göndereceğimi beyan ederek mülakatı(görüşme) ikmâl ettik.
3 Temmuz 1918 Çarşamba: Saat 6'da kalkmayı düşünürken saat 7'de kalktım. Şevki beni kaldıracaktı, halbuki ben onu kaldırdım, hiddetlendim. Şevki'ye çıkışmaya başladım. Şevki traş ediyordu. Mahmurluktan, benim çıkışmamdan büsbütün şaşırdı. Usturayı sol bıyığımın yanında yanağıma bastırdı. Kan başladı, dindirmek mümkün değil, asabiyetim arttıkça arttı. Çabuk gideyim derken şimdi kanı dindirememek yüzünden tamamen gecikiyordum. Nihayet, şap, pudra, kolonya... Kan durur gibi oldu. Acele acele Şevki ile beraber Markbrun'a gittim. Şevki kadehi dolu olarak alacağı yerde, boş olarak bırakmak istiyor. Kızlar alay ederek, gülerek gideceği yeri gösteriyor. Orada daima hazır duran polis, beni ve Şevki'yi tanımış olduğundan delalet(aracılık) maksadıyla, fakat Şevki'nin kolundan tutarak, bir çocuk gibi kadehi vermek lâzım olan yere götürüyor. Şevki ben görmüyor muyum diye polise tâbi olarak yürüdüğü sırada, yan yan benim bulunduğum tarafa bakıyor. Nihayet dolu kadehle geldi, kadehi aldım. Suyu orada yavaş yavaş içtim. Bugün geciktiğim zamanı adeta her şeyde istimal (kullanma) ederek telâfi etmek istiyorum..Su bitince boş kadehi Şevki'ye verdim ve Mülbrun'a gidip, orada beni beklemesine söyledim. Hergün beraber giderdik, bu gün o kadar asabi bulunuyordum ki, Şevki'nin yanımda yürümesinden hiddetleniyordum..Mustafa Kemal aynı günün akşamı yemeğe gidişini anlatıyor günlüğünde. Bu bölümün başına "Manasız Üzüntü" ibaresini koymuş...Asker elbisemi giydim. Saat 7'de imperial'e gittim. Daha henüz salonları temizliyorlardı. Pelerinimi garde de robe'a bıraktım. Otelin bahçesinde epeyce dolaştım. Canım sıkılıyordu. Bir aralık yağmur yağmaya başladı, tekrar otele girdim. Bu defa salona oturdum. Henüz kimse yok. Saat 8 oldu. Müzik başladı. Yemek salonuna geçtim. Obert'e hazırladığı yeri sordum…Dün tembih etmiştim. - Buyrun Miralay (albay) Efendi! Dedi. Adam zahir(belli) halimize bakarak demek ki, ancak miralaylık tevcih ediyordu. General olduğumu anlatmaya çalışmak bir mesele. Sesimi çıkarmadım. Bir küçük masaya oturttu. Yemekten sonra - Bu masanın her vakit akşam yemekleri için bana tahsis olunmasını söyledim. Ve kendimi tanıtmak için kartımı verdim..Moustapha Kemal Pasha Armeefuhrer..Herr Obert'in bütün bu tafsilatlı karta rağmen bizi Miralay efendilikten başka bir şey telakki edemediğini ve Pacha'nın merkum(eskimiş) nazarında tahminini tebdil(değişmiş) etmediğini Armeefuhrer'in de medlulünü(anlam) hiç düşünmediğini zannederim. Çünkü ertesi gün masa üzerine bıraktığı Bestellt (rezerve) levhasının altında kurşun kalemle şu isim yazılı idi. Monsicur Kemal Pacha.
4 Temmuz 1918 Perşembe: Program mucibince saat 7'de Marksbrun önünde kadehimi içiyorum, kadehi yarıladıktan sonra yudum yudum hem içiyor ve hem de Mühlbrun'a doğru yürüyorum. Yağmur yağdığı için açık olana şemsiyemle başımı muhafaza ediyor, paltomu ıslanmaktan vikaye(koruma) edemiyorum. Muşammamı Şevki'ye vermiştim. O da arkamdan geliyordu. Su bitti, hatvelerimi(adımlarımı) sıklaştırdım. Hızlı hızlı adeta asker yürüyüşüyle yürüyordum. Herkesin bana baktığını ve gülmekte olduğunu gördüm. Yürümeğe devam etmekle beraber etrafıma, geriye bakmıyordum. Bir de ne göreyim. Benim Şevki hemen bir, iki adım mesafayle bana ayak uydurmuş, yere kadar uzanan benim muşammam(su geçirmez örtü) içinde kendinden geçmiş, kollarım sallayarak beni takib ediyor. Talimhane meydanında acemi efradın yürüyüş talimi esnasında tatbik olunan şekillerinden biri. Ben de gülmeğe başladım. -Ne yapıyorsun? -Hiç efendim, dedi. Zaten Mühlbrun'a gelmiştik.... 5 Temmuz 1918 Cuma: Bugün sabahleyin her vakitki gibi rahatsız olmadım. Şevki dün satın aldığımız termosları men'balardan doldurup getirdi ben de yatağımda içtim. Ufak bir tuvaletten sonra saat 7.30'da dünkü hatıratı kaydetmek üzere bu masamın başına geçtim. Cemal Bey ve arkadaşı geldiler. Bürodan çıktım. Onlara beyân-ı itirazdan(itiraz etme) sonra pijamalı bir kıyafette salonda kabul ettim. Cemal Bey:- Cümleye, yeni padişaha ömür versin dedi! Birdenbire şaşırdım. Ne var ne oldu, dedim..- Malûmatınız yok mu? Padişah vefat etti!( V. Mehmed Reşad)..- Teessür ve teessüf ederim, dedim. Bu zevat bu sözlerin medlulünü(delil-anlam) anlayamadılar. Hakları vardı. Çünkü ben, ne ölen padişaha acıdığımdan ve ne de yeni padişahın ömrünün uzun veya kısa olacağından müteessir değilidim. Teessüf ettiğim cihet İstanbul'da bulunmayışımdı. Fakat bunun için de neden teessüf ettiğimi kendim de takdir edemiyordum. Filhakika(doğrusu) Padişah'ın değişmesi bir memleket ve millet için pek büyük bir hadisedir. Ben veliaht hazretlerini Almanya seyahati münasebeti ile pek iyi tanımıştım. Aramızda bir dereceye kadar hususiyet(özel) ve samimiyet de hasıl olmuştu. Gönlüm onu tahta cülus(oturma) ettiğini mütaakıb(sıra ile) bizzat tebrik etmek mi istiyordu? Acaba bunun için mi teessür(üzülme) ediyordum! Hayır zannederim bu da değil! Kendisiyle başlamış olan münasebeti azami derecede ilerletmek fırsatı elimde iken, müstağni (çekingen) davrandım. Bir defadan maada(başka) ziyaretine gitmedim. Hattâ bu defa İstanbul'dan ayrılırken veda' dahi etmedim. İşte teessür bundan ileri geliyor.
6 Temmuz 1918 Cumartesi: Mustafa Kemal bugünde her sabah olduğu gibi 7 de kalkıp gündelik yaşamına başlar. Akşam Miralay Emin Bey ve eşi tarafından Imperial otelde yemeğe davetlidir.....Akşam taamı(yemeği) esnasında hep askerlikten bahsettik, ben biraz Arıburnu ve Anafartalar'dan, biraz da Bitlis Muş cephelerinden bahsettim. Hanımefendi, asker kızı, asker refikası, asker hemşiresi olduğundan bu hikâyattan zevk alıyordu. Kumandanların en büyük cesareti mesuliyetten korkmamalarıdır, dedim, filhakika(doğrusu) mesuliyetin(sorumluluk) ağırlığını ben kendi nefsimde(kişiliğimde) tecrübe ettim. Namuslu ve izzet-i nefis(şeref ve haysiyet) sahibi bir kumandan için ölüm hiç bir vakit varid-i hatır(akla gelen) olmaz, onu düşündüren icraatının isabet ve adem-i isabettir. Bilakis, ric'at (geri çekilme) manevrası için kumandada pek büyük isabet-i karar, nüfuz-i nazar(keskin görüş) olmak lâzımdır. Bizim ordumuzu felâketlere sevkeden ekseriya ric'at manevrası için sahib-i azim ve karar kumandanlarımızın mefkudiyeti(yokluk) olmuştur. Faik düşman taarruzu karşısında ekseriya kumandanlar, askerin kendi kendine terk-i mevki ettikleri zamana kadar karar vermekten tehaşi(sakınma) ederler ve sonra da ric'ati bir kabahat ve askeri kabahatli görürler..Hanımefendi bir muharebeden sonra muzaffer bir kumandanın dolaşması kim-bilir ne kadar zevkli olacak dedi..Bunu tasdik etmekle beraben, -Bendenize, dedim, hayat-ı askeriyemde en çok zevk duyuran, Muş cephesinde Sekizinci Fırka(parti) ile yaptığım ric'at manevrasındaki muvaffakiyet(başarı) olmuştur. Bu hareketin kıymetini evvelâ kimse takdir edememiştir, İstanbul'dan ve benden evvel urdu Kumandanı olan izzet Paşa hazretlerinden vürud(gelen) eden telgraflarda bir inhizal(sakat) ve felâket mi olduğundan ve bu hal-imeş'umdan(durumu kötü) sonra düşmanın nerelere kadar gelebileceğinden, daha ne kadar kuvvet istediğimden bahsediliyordu. Bu telâşta müşarünileyhin hakkı da yok değildi. Çünkü ben tatbik ettiğim manevranın benim içinde bulunarak, görüp takdir ettiğim esbâb-ı mucibesini(gerekçe) izaha vakit bulamıyordum. Ve daha doğrusu hareketimin esbâb-ı muhaffefe(hafifletici sebepler) ve ilmiye ve fenniyeye müstenid(dayanak) olduğu kanaât-i kamilesi(eksiksiz kanaat) beni, "Şunun için veya bunun için fırkayı çekiyorum..." demeğe tenezzül ettirmiyordu. Sadece vaziyet şu kararı icab ettirdi(gerektirdi) diyor ve aynı zamanda tatbik ediyordum. Düşmanın beş misli faik(üstün) kuvvet karşısında arkadaşım Mehmet Nuri Beyin fırkası katiyyen mağlup olmadan ve bilakis pek şanlı muharebat yaparak, adeta bir manevra meydanında talim ettiriyor gibi, 3 gün birinci ilk bulunduğu mevzide muharebe ettirdikten sonra, Tarkos hattına ve oradan da bir gece manevrasıyla daha geriye ikinci hatla çektim..Düşman bizi mağlûb ettiğine kani' oldu, daha ziyade takib etmedi. Karşımda dağınık üç grup halinde tertibat aldı. On gün sonra Bitilis cephesinde beraber olmak üzere burada icra ettiğim taarruzla düşmanı mağlup ve perişan ederek Muş'u zaptettim. Aynı gün Bitlis'i de zaptetmiştim..Yemekten sonra oturduğumuz salon, dans salonunun ittisalinde(bitişik) idi. Gayet zarif, latif bir kaç genç kadın simokinli erkeklerle dans ediyorlardı, iki salon arasındaki büyük camlı kapı köşede işgal ettiğimiz fotöylerden bu tekerrür ve temadi(süren) eden Vonstep'leri seyre pek müsaitti..- Ne güzel, dedim. Dansı çok sevdiğimden ve ataşemiliterlik zamanımda birinci valsörlerden addedildiğimden bahsettim..Hanımefendi de kızlık hayatında çok dans ettiğinden ve dansı sevdiğinden bahsetti ve sonra ilave etti...- Bu hayatın bizde teessüsü(ortaya çıkma) ne kadar müşkül.. Dedim ki, ben her vakit söylerim, burada da bu vesile ile arzedeyim benim elime büyük selâhiyet ve kudret geçerse, ben hayat-ı ictimâiyemizde(sosyal yaşam) arzu edilen inkılâbı bir anda bir "Coup" ile (darbe) tatbik edeceğimi zannederim. Zira ben, bazıları gibi efkâr-ı avamı(Düşünceler),, efkâr-ulemâyı(dünce zengini) yavaş yavaş benim tasavvuratım(tasarı) derecesinde tasavvur(Tasarım) ve tefekkür(derin düşünce) etmeğe alıştırmak suretiyle bu işin yapılacağını kabul etmiyor ve böyle harekete karşı ruhum isyan ediyor. Neden, ben, bu kadar senelik tahsil-i âli(yüksek öğrenim) gördükten, hayat-ı medeniye ve ictimâiye-yi tetkik ve hürriyeti tezevvuk (zevk almak) için sarf-ı hayat(tüketme) ve evkat(zaman) ettikten sonra, avam(halk) mertebesine ineyim . Onları kendi mertebeme çıkarayım, ben onlar gibi değil. Onlar benim gibi olsunlar. Mamafih(durum bu iken) bu meselede şâyân-ı tetkik(araştırmaya değer) bazı noktalar var. Bunları iyice takarrür (düşünüp taşınmadan) ettirmeden işe başlamak hata olur..Ben henüz mücerret (yalnız) bir adamım. Benimle, bir müteehhilin (evli) bu babtaki tarz-ı muhâkemâtı arasında fark olabilir..Fakat bu hususta tamamen bitaraf olmak ve hisiyat-ı hasiteden(duygularından) tecerrüt etmek (arınmak) lâzımdır. Şimdi şunu demek istiyorum, ahlâk, her zümre-i ictimâiyenin(sosyal grup) telakkisine(anlayiş) göre başka mana, başka renk başka maksat gösteriyor gibidir..Mesela bizde iffet ve ismet pek büyük ve sıkı kuyûdaâta (kayıtlar) tabidir. Bir Avrupalı bu kuyûdu tanımıyor. Onun bizim nazarımızda tamamen ahlaksız, onlar nazarında biz tamamen vahşi..Binâenaleyh iki felsefeden birini tercih etmek gerekiyor. Hal-i asli tabiîye avdet (doğal duruma geri dönme) fakat daha süslü, daha insanî erkek ve kadın tamamen hür ve müstakil madam-ül hayat (hayat sürdükçe) hiç bir muayyen rabıtaya tâbi (ilişkiye bağlı) olmayacak. Fakat idâme-i beşeriyet(toplumun devamı), temin-i refah-ı cemiyet(refah temin eden cemiyetler), muhafaza-i intizam-ı umumiyet(genel düzeni korumak) için kanunlar, kaideler olacak bunlara riayet edilecek. Veyahut kemâle gelen her erkek ve kadın kendine her nokta-i nazardan küfüv (her açıdan denk) olan bir eş buluncaya kadar muhafaza-i nezahat(temizliği koruyacak) edecek ve bulduktan sonra teşekkül edecek çift bir ocak vücuda getirecek. Tarafeyynden (taraflardan) biri ölünceye kadar, veyahut şimdiye kadar “mer'i kavaid, ve kavanin-i şeriyenin mesağ/izin gördüğü esbâb tahtında tantında iftirak edinceye kadar(yürürlükteki kuralların izin verdiği sebeplerle boşanana kadar)” erkek karısına, kadın yalnız kocasına manen, fikren, maddeten hasr-ı mevcudiyet edecek. Zevceynde (karı koca), harice taşmak istidadında olan hissiyat ve temayülâtı(eğilim) boğmak için tedbir alalım: İslamiyette tatbik edilmekte olan tesettür, kadınların kocalarından başka erkekle kat'iyen temasa gelmemeleri ve hayal-ı hariciyeye(dış hayal) mâlik(sahip) olmamaları bir dereceye kadar kadınları tevkif eder, fakat erkekler için, bugünkü zemin-i medeniyette bir mania(engel) icat etmek müşkül. Vakıa onları ciddî ve sürekli mesaî içinde bulundurmak suretiyle meşgul etmek varid-i hatır olur (akla gelir). Pek güzel, o kadar ciddî ve yorucu meşagilden sonra, son asır terakki ve medeniyetin şuaatiyle (ışığıyla) ve dimağı tenevvür etmiş (aydınlanmış) bir erkek, işinden doğru evine gelüp, kapanmak suretiyle yarın için icab eden zevk ve kuvvet-i mesaiyi iktisab(kazanma) edebilir mi? Biraz hava, biraz musikî, biraz tiyatro, hülasa bir hayat arzu etmez mi? Bu icabat'ı tabiiye ve medeniyeyi tatbik ederken yanında karısı bulunmazsa, bu noksanı telâfi etmek lâzım gelmiyecek mi? Çünkü bir erkek için kadın huzurundan, kadın sözünden, kadın refakatinden mahrum bulunmak bir noksandır. Bu behemehal (mutlaka) tatmin olunur. Fakat evde erkeksiz kalacak kadın için erkek ihtiyacı aynıdır..Ecdadımızın, Osmanlı dilaverlerinin izdivaç usulü mağrur erkeklerin tercih edeceği bir tarzdır. Bir Osmanlı için, o da her emir ve işaretine amade yalnız kendine hasr-ı vücut(bütün varlığını bir yere odaklama) etmiş veya etmeğe mecbur kalmış bir veya daha ziyade kadın vardır. At ve silah ile icra ettiği askerlik sanat ve muzafferiyet ve ganaimi(ganimetler) kendince eğlendirmeğe kâfidir..Fakat zannediyorum, artık bugün kadınları büyük babalarımızın müthiş nazarları altında sinmiş olduğu gibi bulunduramayacağız..Velhasıl netice: Bu kadın meselesinde cesur olalım. Vesveseyi bırakalım. Açılsınlar onların diğamlarını (başlarını) ciddi ulûm(bilim) ve fünûn (fen) ile tezyin edelim (donatalım), iffeti, fenni sıhhî surette izah edelim. Şeref ve haysiyet sahibi olmalarına birinci derecede ehemmiyet verelim. Sonra şahsi irtibata gelince, tabiat ve ahlakımıza muvafık (kabul eden) karı arayalım ve onunla şurût-i izdivaciyemizi (evlilik şartları) açık ve kat'i kararlaştıralım. Ona riayette kusur edince onun icabatını yapalım. Kadın da böyle hareket etsin.
10 Temmuz 1918 - 11 Temmuz 1918: Bu iki günün suret-i güzerânını yazmayacağım. Birçok hatıratım gibi bunların da nisyâna karışmasında (unutulmasında) ne beis(engel) var. Yalnız şu kadar diyelim ki, insanlar hakikati daima gizlerler.
12 Temmuz 1918 Cuma: Sabahleyin saat 9.20'de ancak kalkabildim. Bugün su içmek, hamam almak hususlarında program altüst oldu. Akşam üzeri yalnız yürüyerek birkaç saat tenez-zühten (gezinti) sonra Veishaupt lokantasında yemek yedim. Eve avdet ederken ev sahibesini ve kızını gördüm. Yarın gece Courfaus'daki Concert'e davet ettiler. Evde soyundum, çalışacaktım. Bir Fransız madamın bir mösyö ile beraber geldiğini kapıcı haber verdi. Salona kabul ettirdim. Tekrar giyindikten sonra yanlarına çıktım. Bu kadın iki gün evvel Almanca muallimesinin takdim ettiği İsviçreli bir âmâ idi. Fransızca dersi veriyordu. Genç güzel bir kadın, gözleri tatlı bir mavilikte, âmâ olduğu farkedilmiyor. Malûmatlı. Alman, ingiliz, Fransız milletlerinin ıslahîyat ve terakkîyatı(yükselişi) hakkında birçok müdâvele-i efkar etti (fikirlerini anlattı). En nihayet kendisinden Fransız lisanında istifade etmek istediğimi söyledim. Haftalığı 100 Kron'a uzlaştık. Beni bu âmâ kadından Fransızca ders almağa sevkeden âmil(etken) nedir? Okuyamaz, yazamaz, yazılan şeyi görüp tashih(düzeltme) edemez. O halde bu nasıl muallime olabilir?
13 Temmuz 1918: Sabah saat 8'de uyandım. 20 dakika arayla içmek zorunda olduğum.... suyunun birinci ve ikinci bardağı arasındaki 20 dakikalık zaman içinde Şevki beni traş etti. Banyomu yaptım. Bütün tuvaletim bittikten sonra büroya geçerek Fransızca bir kitabtan biraz okudum ve Almanca dersini çalıştım. Bugün, kendisinden Fransızca dersi alacağım Madam Heinrich'e gitmem gerekiyordu. 11.30 ders için kararlaştırılmış zamandı. Tam o saatte orada olmak için evden ll'de çıktım. Ağır bir yürüyüşle, bir çeyrekte Madam Heinriche'in mağazasına vardım. Mağazadan bir çocuk beni evin üçüncü katında bulunan daireye götürdü. Çocuk: "Burası beyefendi" demekle yetinerek giriş kapısının önünde benden ayrıldı..Madam Heinrich beni dairesinin salonunda bekliyordu. Beni nezaketle kabul ederek pencerenin yanına konmuş olan koltuğa oturmaya davet elti. O da önünde yuvarlak bir masanın bulunduğu divanda yerini aldı. Ben, üç katın merdivenlerini çıkarken yorulduğum için, nefes nefese olmaktan kendimi alamıyordum. Görmemesine rağmen soluk almam dikkatini çekmişti: Sayın General, bu zahmetli merdivenler sizi yordu değil mi? Ve aniden konuşma mevzuunu değiştirerek: -Yanılmıyorsam beyefendi henüz evli değil! Acaba bir Avrupalı kadınla mı yoksa sizin milletinizden bir kadınla mı evlenmek isterdiniz? Farketmez diye cevap verdim. Hakikatte düşüncem, evlenirsem bir Türk kadınını tercih edeceğim yolundaydı. Fakat gücenebileceği uzun bir muhavereye (konuşma) girmemek için evlenme mevzuundaki konuşmayı kesmeyi tercih ettim.
27 Temmuz 1918 Cumartesi: Karlsbad'da geçen günlerimin hatıratını tamamen ve olduğu gibi bu defterlere tevdi'i(Verme) edemedim. Bunun iki sebebi var, birincisi lüzumu kadar yazı yazmak için vakte mâlik olamadım; ikincisi her düşündüğümü, her yaptığımı yani bütün esrar-ı fikrîye ve hayatiyetimi bu deftere nasıl ehemmiyet edebilirdim Hattâ bu yazdıklarımı bile birgün, ihtimâl pek yakın bir günde mahvetmeyecek miyim. Şimdiye kadar hep öyle olduğu içindir ki, mazbut bir hatıra ve mecmuam yoktur, tide(gelgit) sükûnetli ve tamamen bîtaraf bir vaziyette ve bir köşede kendi âlemimde yaşamağa muvaffak olursam, ihtimâl o zaman hatırat-ı hayatımı yazmak benim için bir meşgale olacaktır, çünkü hayatımın her safhasını bütün teferruatıyla dimağımda mazbut bulundurabiliyorum, yalnız tarih, gün, isim hatırımda kalmıyor, bunları da ihtimal başka bir vasıta ile temin ederim.}}
Hala kimsenin formülünü bilmediği, doğrusu ailenin vermediği Becherovka içkisiyle de ünlüdür. Mide hastalıklarına iyi gelmesi için Jan Becher adlı bir doktorun 16 çeşit baharatlı bitkiyi karıştırarak elde ettiği içki. Bir başka söyleme göre de; Anason tohumları, tarçın, ve yaklaşık olarak 32 başka bitki özü ile lezzet kazanmıştır. 38% oranında alkol içermektedir. Becherovka genellikle soğuk servis edilir. Dahası; 24 saat buzlukta tutulurmuş. Becherovka'nın ticari amaçlı üretimi 1807 senesinde başlamış.
Belediye otobüsünden indikten sonra ilk uğrak yerimiz Atatürk’ün, 1 ay kaldığı ve Anadolu’nun geleceğinin yol haritasını çizdiği, Karlovy Vary günlüğünü(30 Haziran 1918 - 1 Temmuz 1918 anısı) yazdığı otel’in önündeyiz. Marianskolazenska caddesi üzerindeki, Atatürk’ün kaldığı bu otele Karlsbad Plaza deniyor. Bir adı da; Medikal Spa( Medikal Salus Per Aquam: Su ile gelen sağlık hastanesi). Tam karşısında da; Kaiserbad Spa var. Karlsbad Plaza gerçekten bizi etkiledi. Atatürk’ün ülkemizdeki anıları ve Anadolu insanıyla kurduğu Türkiye Cumhuriyet’i yok edilmeye çalışılırken, Çek Cumhuriyet’i Atatürk’ün, 1.dünya savaşında yakalandığı böbrek hastalığını tedavisinin yapıldığı ve dinlendiği oteli(Karlsbad Plaza) ve çalışma odasındaki kütüphanede “Atatürk’ün Bütün Eserleri”ni korumaya almış(Bu konudaki güzel gelişmeleri yazının devamında belirteceğim)..
Binaların yarısından fazlası otel olan Karlovy Vary’a İmparator I. Franz Josef, Kazanova, Kafka, Karl Marks, Çar 1. Petro, Sigmund Freud, Hitler, Beethoven ve Mozart da uğramış..
Marianskolazenska caddesin den, Ohre nehrine karışan Tepla çayına koşut caddeleri geçiyoruz; Nova Louka caddesini, oradan köprü geçerek Triziste caddesini ve Mlynska caddesini. Anıtsal Ortaçağ yapıları, geniş ve düzenli meydanlar, birbirlerine sarılmış, kuş seslerin dinleyen ve dinleten başta ıhlamur olmak üzere devasa ağaçlar, etkileyici heykeller adeta dünyada tek ve görkemli “Doğa müzesi” izlenimi veriyor insana. Aslında Avrupa kentlerindeki Ortaçağ heykellerin çoğuna ayrıntılı bakarsanız; tanrı bilimine(teoloji) dayanan ve doğrunun var olduğunu savlayan okul felsefesi Skolastik düşüncenin yansımalarını görürsünüz. Dahası; Rönesans öncesi Avrupa’da egemen olan ve her şeyi din kurallarına göre açıklamaya çalışan, insan aklının yaratıcılığını reddeden dogmatik düşüncenin.. Doğrusu; aristokrasi ile kilise dayanışmasının baskısını ve zulmünü..Fakat bugünün Avrupası, Ortaçağ engizisyon işkence kültürü olan kilise ve aristokrasi egemenliğini yok ederek karanlık yükü üzerinden atmış ve de doğa ve doğan bütünlüğünde evrensel dayanışma ve barış kültürünü egemen kılmıştır. Korumaya aldığı karanlık Ortaçağ kültür yansımaları sanki ders bağlamında evrensel uygarlığa referans gibi..
Aklınıza gelmeli; ülkemdeki siyasi rantlarına materyal yaptıkları kutsal Cami ve yeşil sermaye(yandaş sermaye) dayanışması. Evet; ülkemde 81 bin 984 cami, 66 bin okula bulunuyor. 3 bin 87 caminin bulunduğu İstanbul’da devasa Çamlıca camisi inşa ediliyor. 2.788 Cami’nin bulunduğu Ankara’da Hacı Bayram camii yakındaki İtfaiye meydanında ve Opera kavşağında devasa 2 cami inşa ediliyor..Bunları bırakın, ayrıca 16 bin kapasiteli Kuzey Ankara Cami ve Külliyesi projesi elinde..Hastane sayımız ise 1220. Yani; 60 bin kişiye 1 hastane düşerken, 350 kişiye 1 cami düşüyor, ülkemde..Diyanet'in bütçesi,4 bakanlığın toplamından fazla..
Hesap edin, cami ve yandaş sermaye dayanışmasında “AKP öncülüğünde” hangi çağa gittiğimizi..Karanlığa mı, aydınlığa mı gittiğimizi..
Mlynska caddesinde ilerliyoruz. Sessizliğin, yeşil, mavi, sarı ve kahve renklerin oluşturduğu cennetin kordonboyu adeta.

















Hava tertemiz. Yeraltı şifalı sular bir yana buranın havası yeter insana.. Türkiye’mde 2002 sonrası oluşan gürültü kirliliğinin neden olduğu yorgunluğu Tepla çayının sessiz akışına bırakarak ilerliyoruz. Bırakın, ulaşım politikalarının yarattığı gürültü kirliliğini, bir klakson sesi bile yok, çünkü bu bölgelere araçla girmek yasak. Burayı biz ne yapardık biliyor musunuz, Jet egzozlu modifiye edilmiş dolmuş güzergahına dönüştürür, Ohre nehri ve Tepla çayının kıyısına yandaş sermayenin sermaye tapınaklarını diker ve Almanya sınırındaki ve Unesco tarafından koruma altında bulunan Karlovy Vary’a tecavüz ederdik. Bitmedi, siyasi ve ekonomik rant adına terennüm edilmeye başlanan “ Su akar, Türk bakar” özdeyişimizi dikkate alarak Tepla çayının tembel tembel akışının üzerine HES konuşlandırırdık..
Karşımızda Grandhotel Pupp de Luxe. Daniel Craıg’ın oynadığı James Bond filmi olan Casino Royale filminin kumarhane sahneleri burada çekilmiş. Mersinli Halil bağırıyor, Bade kuyumculuk önünden. Meğer Hali’in işletmesiymiş. Dönüşte diyerek Mlynska caddesinde yolumuza devam ediyoruz. Veba anıtı karşımıza dikildi. Vebadan ölen olmamasına karşın, amansız Ortaçağ hastalığına vurgu için dikilmiş. Karşımıza devasa çirkin bir yapı çıktı; kapkara..Meğer bu yapı, dünyada yapılan ilk 5 yıldızlı termal otelmiş(Thermal Hotel). Ruslar yapmış. Burada aynı zamanda film festivali düzenleniyormuş. Karlovy Vary’nin bu caddesinde 12 farklı termal suyun tadına bakabilirsiniz, çünkü bu şifalı suların bağlı olduğu çeşmeler var.
Film festivalinin yapıldığı, dünyanın ilk 5 yıldızlı termal oteli(Thermal Hotel)’nin önündeki parka paralel Záhradní caddesi no 23’teki Hediyelik Eşya Mağazası olan Beethoven Center’in en üst katındaki restoranda yemek yiyeceğiz(Adres: Záhradní 23, 360 01 Karlovy Vary, Çek Cumhuriyeti). Beethoven Center’in sahibi Karadenizli bir Türk, Ordulu Özgür Özyurt. Tanıştık. Kendisi sağlıklı bir Fenerli. Prag Fenerbahçeliler Derneği Başkanı. Kısa söyleşimiz oldu. Galatasaraylı olduğumu söyleyince, o kanıya nerden vardıysa “Galatasaraylılar, Fenerlileri yazmaz dedi” Aha da yazdım Özgür kardeş:
Hediyelik Eşya Mağazası Beethoven Center, 4 katlı pembe bir bina.



































Her kat hediyelik eşya ağırlıklı ayrı bir mağaza. Özellikle Granat(Granit değil) taşından yapıldığı söylenen takılar dikkatimizi çekti. Granat taşı Çeklerin nazar boncuğu imiş. Anlamı kırmızı olduğu için “Nar” imiş. Kötülüklerden koruyup, hastalığı iyileştirdiğine inanılırmış. Evet, bizdeki bir çeşit nazar boncuğu. Özgür, Atatürk’ün kaldığı Karlsbad Plaza karşısındaki parkta Atatürk büstü yaptırıyorlarmış. Daha da sevdim Özgür’ü..
Otantik Çek giysili bayanların getirdiği otantik Çek çorbası içtik. Bildiğimiz, havuçlu sebzeli şehriye çorbası. Ben çok beğendim ve 2 kâse içtim. Masada Edirne’den sağlıkçı çift Melis Yurtsever Arsan ve Özcan Arsan, İstanbul’dan meslektaşım Hakan Taş, eşi öğretmen Funda hanım ve süper zeka İdil..İdil bize piyano resitalı verdi. Gerçekten müthiş yetenek. Geleceğin İdil Biret’i.. Mağazaları gezdik, balkonunda ve veranda da bol bol resimler çektik, çektirdik fakat sevgili Bora Soybay’ın, ayakkabısından çektikleri ayrı bir yaşanmışlıktı.
Saat 13:00. Prag’a dönüyoruz. Prag’a 30 km kala mola verdiğimiz istasyonda Türk gibi olmanın gururunu yansıttık. ‘Bir Türk, 1 elma ve 1 Mürdüm eriği ağacına bedelmiş’i gösterdik.















Karşımızda, mosmor olmuş, ‘gelin benim meyveleri toplayın dökülmek üzereyim’ diye feryat eden murdun ağacı. Dallara dikkat ederek, özenle ve heyecanla yarısın topladık. Biraz da, elma..
VE PRAG KALESİ VE KÖPRÜSÜ
Saat, 17:45 Prag Kalesi(Prazsky hrad)’ndeyiz.


















































































































































































Hani derler ya, ayaklarının altında, aynen Prag adeta ayaklarımızın altında. Derim ya; “En büyük tutkum ayaklarımın altındaki coğrafyayı yazmak”. İşte kaleden ayaklarımın altındaki coğrafyayı hem yazacağım, hem görseleyeceğim. Vltava Nehri ve Prag; muhteşem ötesi bir görsellik ve de insanı kendinden alıp masalsı düşlere taşıyan bir an..Aslında, Kaleye, programda olmasa bile ilk Prag’a geldiğimiz gün çıkabilirdik, Ah o kaybolma olmasa..
Hem Asil Asimgil kardeşimi dinliyorum, hem not alıyorum, fırsat buldukça da deklanşöre yöneliyoruz. Ben, akıllı telefona..
M.S. 800’de ilkin tahtadan yapılmış. 900 yılından sonra taş kullanılmış. İlk inşa edilen kısmı kilise binasıdır. Georgios Bazilikası ve Vitus Bazilikası 10. yüzyılda inşa edilmiş. Bohemya döneminde bir manastır Georgios Bazilikası’nın yanına eklenmiştir. 10. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan ve 12. yüzyılda Gotik mimariye dönüşen Avrupa mimarisi olan Romanesk mimari tarzındaki saray ise 12. yüzyılda eklenmiş. 14. yüzyılda da saray Gotik tarz ile yeniden inşa edilmiş, kalede de güçlendirme çalışmaları yapılmıştır. Ayrıca Vitus Bazilikası’na ait rotunda(dairesel planli her tur roma yapisinin genel adi) ve basilika(dikdorgen şeklindeki Hristiyan mescidi) kısımlarınin inşaatı ancak altı yüzyıl sonra tamamlanabilmiştir. Bohemya Savaşları ve onu takip eden dönemde, 1485 yılına kadar, kale kullanılmamış. 1485 yılında kale yeniden inşa edilmeye başlanmış. 16. yüzyılda başlayan Habsburg döneminde Rönesans stilindeki bazı yeni yapılar eklenmiş. Kral Ferdinand I eşi için, Belvedere yazlık sarayını inşa ettirmiştir. Kral Rudolph II bu mekanı düzenli olarak kullanmıştır. 1541 yılında çıkan büyük bir yangın sonucunda kalenin büyük bir kısmı harap olmuş. 1600’lü yıllardan itibaren meydana gelen savaşlar ve halk ayaklanmaları sonucunda kale hasar görmüştür. 1648 yılında sarayı yağmalayan İsveçliler II. Rudolph’a ait koleksiyonu da yanlarında götürmüşler. Saray en son yeniden inşaatı 18. yüzyılın ikinci yarısında görmüştür…Guinness Rekorlar Kitabı’na göre dünyanın en büyük ve eski antik kalesi. Bohemya ve Kutsal Roma İmparatorluğu kralları ve Çekoslovakya ve Çek Cumhuriyeti devlet başkanları kalede çalışma ofisler bulundurmuşlar.
1918 yılında yeni kurulan Çekoslovakya Cumhuriyeti’nin devlet başkanlığı sarayı olmuş. İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin Çekoslovakya’yı işgal etmesinin ardından kale işgal kuvvetlerinin idare merkezi olmuş. Sonrasında; özellikle Soğuk Savaş yılları boyunca komünist hükümetin idare ofisleri olarak kullanılmış. Çekoslovakya'nın dağılmasından sonra bu kale Çek Cumhuriyeti’nin Devlet Başkanlığı Sarayı olarak kullanılmaya başlanmış. Kale, sokakları, altın yolu ve avlularıyla hiç de sıkıcı değil.
Kaleyi fethettik, sıra Vltava Nehri üzerindeki Charles Köprüsünü(Karl Köprüsü, Çekçe, Karlův most) ele geçirmede:
1870 yılına dek adları; Kamanny Most ve Prazky Most olan Charles Köprüsü(Karlův most); Çek Cumhuriyeti'nin başkenti Prag'da bulunan Vltava Nehri üzerine, Kral IV. Karl tarafından yaptırılan olan tarihi köprüdür. Judith Köprüsünün selde yıkılması üzerine yapılmış köprünün Mimarı Peter Parler’dir. Yapımı 1357-1400 yılları arasında tamamlanmış; 516 m uzunluğunda, 10 m genişliğinde bir köprü. 1950’den sonra salt yaya trafiğine açık olmasına karşın ilgi görmesi nedeniyle çok kalabalıktır. Yapıldığı dönemde köprü kalesi olarak da kullanılan bir tahkimat olan yapının iki ucunda birer kule yer alır. Köprünün üstünde 30 tane heykel vardır. Aziz ilan edilmezden önce(1683) yapılan Aziz John Nepomuk heykeli, en ünlü olanıdır. Söylenceye göre; hırs ve güç sahibi Papaz Aziz John ölünce, bedeni köprüden nehre atılınca ve suya düştüğü yerde beş yıldız belirmiş ve kutsal bir ruh yükselmiş. Bu nedenle aziz ilan edilmiş. Halkın heykelin uğur getirdiğine ve altındaki bronz levhaya dokunulduğunda buraya tekrar gelineceğine inancı oluşmuş.
Bizleri büyüleyen Prag’ın ve tarihi-doğal yapılarını görmek için elbette ki Prag’a bir daha, hatta bir daha gelmek isteriz, olanaklar ölçüsünde. Yani; Prag’ın tarihi ve doğa dokusuna tekrar dokunma ölçütümüz heykelin altındaki bronz plakaya dokunmak değil. Köprüde yaya trafiği o denli yoğun ki, köprünün her 2 korkuluğunda yer aramak için koşuşturuyoruz; o güzelim Prag resmini çekebilmek için. Evet; köprüden, Prag’ın kuzey, güney, batı ve doğu görüntüsü adeta insanı gizemli bir iç huzura taşıyan tablolar gibi. Onları görüntülememek işlevsiz gezmek gibi bir şey benim açıdan.
Köprü; 1841 yılına kadar eski şehri Prag Kalesine bağlayan öneme sahipmiş. Köprü’nun neti 515.8 metre uzunluğunda ve 9.5 metre genişliğinde. Üç kule tarafından korunan köprü 16 adet kemer üzerine oturtulmuş. 17. yüzyılda dikilen çoğu Barok stilinde olan 30 heykel ve heykelcik ile dekore edilmiş. Köprü geceleri özel olarak aydınlatılır. Judith köprüsü 1342 yılında bir sel baskınında kullanılmaz hale gelince öyküsel bir yapım sürecine girilmiş. Yenisinin yapımı için Kraliyet gökbilimcileri ve numarolojistleri IV. Karl'a köprü temelinin, 9 Temmuz 1357 sabaha karşı saat 5:31’de atılmasını istediler. Bu tarihte esas olan unsur ard arda gelen Polindromik sayı dizisidir(tersten yazıldığında değişmeyen simetrik sayılar; 16461 gibi). Yani 135797531 sayısı soldan sağa artışı ile sağdan sola azalışı ayni sayılarda oluyordu. Sayı 1357 yılı 9 Temmuz’u (7) işaret ediyordu. Temel taş blokların birbirlerine daha sağlam bir şekilde bağlanması için ara boşluklara konulan harcın yumurta ile zenginleştirildiği söylenir.
Ve bugünkü gezi de bitti. Biz de bittik. Üstelik kalacağımız yere metro ile gideceğiz. Prag metrosu, yeşil hat üzerindeki Straomestska StrızKov’da indik. Muzeum’da kırmızı hatta aktarma yaptık, soluğu otelde aldık, ama ne soluk. Bugünkü gezide de en çok yorulan sevgili Bora Soybay oldu, çünkü istediği ayakkabı bulunamayınca terlik ile gezmek zorundaydı. Ayakkabı bulununca Boraciğimizin mutluluğu yüzünden öyle okunuyordu ki, adeta net TV ekranı gibiydi. Onun mutluluğu bizleri de mutlu etti..
Dinlenmeye çekildik. Kumanda elimde Çek kanallarını tarıyorum. Türbanlı bir spiker çıktı karşıma, Arap TV diyerek es geçmeyi düşünürken Türkçe konuştuğunu fark ettim. Avrupa’daki TRT Türk kanalı karşımda. Diğer dünya kanallarını arıyorum; El Cezire ve tüm Arap kanallarının spiker bayanları türbansız ve çağdaş görünümlü. İran TV haber sunucuları bile.. Şok oldum demem gerekiyor, çünkü Avrupa’daydık ve verdiğimiz görüntü düşündürücü idi. İşin özü, İran bize koşarken biz İran’a koşturuluyorduk..
TEREZİN
28 Ağustos 2015. Yedinci günümüz.
Saatın; 09:05’de surlarla çevrili Terezin’deyiz.

























































































1765-1790 yılları arasında hüküm sürmüş Kutsal Roma İmparatoru II. Joseph tarafından kurulmuş bir kent(1780-90). Bohemya'nın kuzeybatı bölgesinde, Elbe ve Ohre nehirleri arasında bir yer. Theresienstadt diye geçer. Adını imparator II. Joseph’in annesi olan Maria Theresa'dan almış. Özellikle 19. yüzyılda askeri ve siyasi tutukluların yerleştirilmesi için kullanıldı. Örneğin; Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand ve eşine suikast düzenleyen ve I. Dünya Savaşı'nın başlamasına neden olan Saraybosnalı Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip burada veremden ölmüş. Burası; İkinci Dünya Savaşı'ndaki Nazilerin eline geçti(1939) ve Nazi getto-toplama kampına dönüştürüldü. Ve de 24 Kasım 1941'den 9 Mayıs 1945'e kadar açık kaldı.


Nazilerin işkence çeşitlerini uyguladığı Terezin Nazi Kamp’ı Prag’a 60 km uzaklıktaki lanet bir yer. Terezin’e önce Yahudileri mahkûm olarak getiriyorlar. Fakat, buradan başta Polonya’daki Auschwitz kampı olmak üzere diğer kamplara gönderilmesine karşın, sayı çoğalınca resmen Yahudi gettosuna çevrilmiş. Doğrusu Yahudilerle birlikte Çekleri, İngilizleri, Fransızları, Türkleri ve Romanları da getirmişler buraya. O denli kalabalıklaşıyor ki, önceleri mahkumlara isimleri verilmeye başlamış, sayı artınca da numara verilmiş. Mezar taşlarının bazılarının numaralı olması bundan.






















Hani derler ya, ikincisi her zaman birincisinden daha büyüktür, dahası ikincisi birincisini aratır; işte 2. dünya savaşı, birinci dünya savaşını arattı. Nedeni, daha büyük, daha acımasız ve daha yok edici olmasıydı. Çünkü, 1.dünya Savaşı'nda yaklaşık 15 milyon kişi ölmüştü. İkinci dünya savaşı, 73 milyon(72.758.900’un 42 milyonu sivil) insanın yaşamını sonlandırdı. Yarattığı bu yıkımla insanlıkta büyük yaralar açarak uygarlığa devasa bir darbe vurdu.


2. Dünya savaşının en büyük baş katili, Alman sermayesinin desteklediği Adolf Hitlerdir(Dünya’da üçüncü). Irkçı Nazi partisi aracılığıyla ‘Büyük Alman ırkı düşüyle’; Toplam 17 milyon insan öldürmüş; bunun 6 milyonu bu kamplarda öldürdüğü Yahudilerdir.
İnsanlığa karşı başlattığı savaşla, amacı yeni dünya düzen getirmekti. Bu amaçla dünyaya toplama kampları armağan etti. İnsanlıktan soyut insansızlığı ve insafsızlığıyla ırkçı politikasını ideoloji olarak yaşama geçirdi. Vahşi, aşağılık, onursuz, vicdansız planlı ve de sinsi duruşuyla dünyanın nefretini kazanan psikopat bir lider görüntüsü idi.





Öyle bir nefret ki, dünya insanı asla aklından çıkarmadığı Hitler vahşetini yaşamın sanatsal her alanda yansıtır oldu. Belli süreçlerde yeni bir Hitler sapık ideolojisini işleyen filimler yaptı. Örneğin; “Piyanist”, ”Schindler’s List”, “Hayat güzeldir” ve de son olarak “Fury” filmi.
144 bin kişinin esir tutuluyor Terezin de.




Bu kamp esir dağıtım kampı olmasına karşın burada 33 bin insan öldürülüyor, 88.000 kişi ise Polonya’nın Auschwitz şehir ve Birkenau köyünde inşa edilmiş benzeri toplama kampları ve imha kamplarına gönderiliyor.
Koşullar o denli kötüymüş ki; başta işkence olmak üzere açlık, salgın hastalıkların yaygınlığı insanlarda ölüm isteğini tek çare haline getirmiş. Sevk edilenler ise yolda veya gittikleri yerlerde son nefeslerini vermişler. Özellikle; Terezin kampındaki salgın hastalıklar, gardiyanların kamplardan kaçmalarına neden olmuş. Fakat, Terezin’e ilk olarak mayıs 1945 ‘de Sovyet askerleri girince sağlık ekipleri ile esirlere ilk müdahaleyi yapmışlardır.
Nazi kamp girişinde sizi ilk güllerle bezeli ulusal mezarlık karşılıyor. 1945’de yapılmış. 10 bine yakın isimsiz veya numaralı mezar taşları 20.yüzyılın insansızlığın ve insafsızlığın simge taşları gibi. İnsan olmanın erdeminin ve onurunun erdemsizliğe ve onursuzluğa düştüğü bu yeri güllerin bile yumuşatamdığını gözlemliyorsununuz. Burası insanın insanlığını sorgulaması gereken bir acımasız düzlem.
İşte bu utanç verici kampın numaralandırılmış alanlarını, avlularını geziyoruz. Utanmaz arlanmaz insan kılığındaki yaratıkların kemerli giriş kapısının üstündeki “Arbeit macht frei(Çalışmak Özgür Kılar) yazısını okuyarak avluya(DSC-0014);” giriyorsunuz. Bu yazıyı görünce iki yüzlülüğün çirkin yüzü sinirlerinizi daha da bozuyor. “Çalışmak özgürlük getirir", "Çalışmak özgür kılar" veya "Çalışmak insanı özgürleştirir" sözleriyle esirler öleceklerini sezinlemelerine karşın korkuyla motive edilmeye çalışmış. Anlayın, serbest kalacaksınız moral-motivasyon da korkuyla sağlanmaya çalışılmış. Anlayın kamptaki insanların ruh halini. Belli ki ölü ruhlar meydanı buralar.
Diğer uluslardan mahkumların yanında asıl trajik olan ise, Hitler’in Yahudi esirlerlere karşı olan acımasız tutumu idi. Naziler; “Biz bu kamplarda, tembel Yahudilere çalışmayı öğretiyoruz..” bahanesi ileri sürüyorlarmış.
Hitler sonrası küresel efendiler de kullanmışlar bu kampı ve insanları öldürmemişler, fakat açık hava ceza evinde gibi çalıştırmışlar..
Kemer giriş Kapısı sonrası idari avlu ve kayıt ofisi karşınızda. İdari avlu bir çeşit hoş geldin avlusu imiş. Mahkûmlar ilkin burada toplanır, değerli eşyalarının yanında altın dişleri sökülürmüş.
Revir mekanlarının çoğu arı ırk üretim merkezi olarak kullanılmış.
Sırasıyla;
{{ Kayıt ofisi(Geschäftszimmer)--Gardiyan Evi--1946’da idam edilen hapishane Müdürü Heinrich Jöckel’in odası--Mahkumların sivil kıyafetlerinin alındığı ve Nazi kıyafetlerinin verildiği ve 1968’de idam edilen Kurt Willi Wachholz yönetilen ambarı--A ve B bloklarından oluşan ilk avluda bulunan 17 toplu hücre ve ağır cezalıların, idamlıkların ve ifadesi alınmayan mahkumların bulunduğu 20 tek kişilik hücre. Bu tek kişilik hücreler bazen ölüm hücresi şeklinde kullanılıyormuş. Örneğin tek kişilik hücrenin 4 köşesine birer Yahudi koyarlarmış, ortaya da bir mum. Mum oksijeni bitirmeye başladığı an insanlar yavaş-yavaş ölüyormuş. Toplu hücrelerde sözde ısınma sistemi var. Toplu hücrelerinden birinde soba ve o sobadan diğer odalara soba borularıyla ısı dağıtılıyor. Mahkumların çocukları, ayrı bir kısımda tutuluyor,,. Çocukların üzerinde arı ırk deneyleri yapılıyor ve öldürülüyor-- Ruslar ve Yahudi esirlerin tutulduğu hücreler daha kalabalık oluyormuş ve onlara daha acımasız davranılıyormuş. Tek bir tuvaleti olan, bir ranzada 3-4 kişi olarak aynı anda ve nöbetleşe yatmak zorunda kaldıkları hücreler. Süreç içerisinde, sağlık ve fiziki durumlarına göre ayrılıyorlar. Kampa geldiğinde çalışamayacak derecede hasta, sakat ya da zayıf olanlar, ölüme gönderilmek üzere başka hücrelere alınıyormuş. Sağlamlar da çalışma kamplarına gönderiliyor –Tabiplik. Yahudiler üzerinde tıbbi denemeler yapışırmış. Yahudileri özel tek tek koyup basınç veriyorlarmış. İnsan vücudunun kaç atü basınca dayanabileceğini ölçmek için--Gaz odasını çağrıştıran toplu Banyo--Revir. Burada hastalara—Tertemiz, poselen lavabolu traş odası ve özel banyolar. Salt; Birleşmiş Milletler denetimden geçmek için burada insanlık dışı bir şey yapılmadığı, temiz ve nezih bir kamp olduğu izlenimi vermek için yapılmış..hapishanelerde sözde hijyene önem verildiğini anlatmak için yapılmış--Hastane Reviri—İdam alnına giden geçiş Koridoru—İşkence ile ölenlerin kaldırıldığı Morg. Cesetlerin yüksek sıcaklıklardaki yakıldığı Krematuryum da var--İdam Alanı. Darağacı işleri yavaşlattığı için vaz geçilmiş. Kurşuna dizme yöntemi kullanılmış--Toplu Mezarlar bölgesi-- İdama giden mahpusların geçirildiği ölüm kapısı—Yangınlar için su deposuymuş, fakat gardiyanların ailelerin ve Nazi askerlerinin yüzme havuzuna dönüştürdükleri yer--Sinema SS subayları için yapılmış--IV.Avlu ve idari binası-- Bugün Galeri olarak kullanılan Toplu Hücreler—Mahkumlara gözdağı vermek için kullanılan idam Yeri Nedeni; 1945 senesinde başarısız birkaç firar denemesi olmuş. Onun için duvardaki çıkıntıyı belli yere kadar kırmışlar duvar penceresine ulaşılmaması için. Gözdağı için, biri kadın biri erkek 2 kişi seçilerek idam edilmiş. Yakalanan 2 fiari taşlanarak öldürülmüş--IV. Avludaki tek kişilik hücreler--Müze olarak kullanılan Gestapo askerlerinin konakladığı mekan-- Anıt ofisi olarak kullanılmakta olan; hapishanae müdürü ve bazı önde gelen gardiyanların kaldığı binalar— II.Avlu. Ziyareçilere kapalı olan, mahkumlaırn çalıştığı atölye—Nazi görevlilerine hizmet veren kantin--III.Avlu. Bir dönem sadece kadınlar kaldığı ve sonra başka kamplara gönderilecek mahkumlar kaldığı yer..}}
Bu insansızlık ve insafsızlık kokan yerden işkence görmüş kadar olmasa da, hayli etkilendik..
Terezin gözlemimiz saat 11:00’de bitti. Ve şimdi bunları yapanların torunlarının ülkesi Almanya’ya, doğrusu Dresten’e geçeceğiz.
ALMANYA- AVRUPA’NIN İKİNCİ FLORANSASI “DRESTEN”
Saat, 11:25’te Terezin’den Dresten’e yolculuk başladı. Almanya’ya yaklaştığımız kara yolları ve demiryolları zenginliğinden anlıyorsunuz. Şu bir gerçek ki, küresel efendiler bize kara yolunu dayatıyorlar petrollerini satmak için, fakat tüm Avrupa’da ulaşım politikalarında ‘bizdekinin tersine’ demiryolu önceliği dikkatinizi çekiyor. Sevgili Kayahan’ın dizelerindeki gibi; “Yine bana hüsran bana yine hasret var-Yine bana esmer günler düştü”, yani, raylı sistem hasreti içinde kara yolları hüsranı düşüyor bize. Bana kimse “Hızlı Tren” projeleri deme. O bir çözüm değil, o bir siyasi rant projesi ve üstelik hızlı değil. Örneğin, Konya eskiden 5 saat sürüyordu karayoluyla, sözde Hızlı Tren ile 3,5 saat sürdü. Batı ülkelerinin ve Japonya’nın hızlı trenleri bu yolu 1 saatte alıyor. Bana sanal hızlısı gerekmiyor; ülkemi, Atatürk ve arkadaşlarının bıraktığı yerden demir ağlarla örebiliyor musun?
Petrovice sapağı sonrası karşımıza çıkan Panelska tüneli hayli uzun. Tünel az, çünkü coğrafya ova..Almanya topraklarına girince artabilir, dağ ve tepelerden dolayı. Saat, 12:15 Almanya topraklarındayız. Önümüzde Pirno kasabası var.
Ve; Almanya'nın Saksonya eyaletinin merkezi olan ve Saksonya Krallığı'nın merkezi olduğu tarihlerde gelişen ve büyüyen Dresten’deyiz. Balıkçıların ve köylülerin barındığı nehir kenarında bir köy iken Avrupa’nın “Doğu Floransa’sı” anlamına gelen “Elbe’nin Floransa’sı” ve de üniversite kenti olmuş Dresden’deyiz.. Prag'a kadar da uzanan Elbe nehrinin kıyısına kurulmuş olan Dresden; yaklaşık 1000 yıllık bir tarihi ile adeta evrensel sanatın Floransa’dan sonraki düzlemi. Çok sayıda, Barok mimarisindeki opera binaları ve diğer tarihi yapıları ve sanat eseri koleksiyonları barındırıyor.
1694 ve 1733 yılları arasında hüküm sürmüş Kral August the Strong (Güçlü Ağustos- IV. Carlos) şehrin eski şehir kısmını planlayan ve bugünkü halinin temelini atan kraldır. O olmasaydı Dresden şu an hala bir köy olabilirdi.
Güçlü August döneminin şanını ve ihtişamını taşıyan Dresten kentini Elbe nehri Alstadt(eski şehir) ve Neustadt(yeni şehir) olmak üzere ikiye ayırıyor. Bu iki yakayı görkemli Augustus köprüsü birleştiriyor. Biz Alstadt’dayız. Evet, Ağustos ayında “Güçlü Ağustos(August The Strong)” meydanındayız. Siz, siz olun; Dresten’e Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarında geliniz, eğer soğuk yemek istemiyor ve Elbe’nın çılgın taşkınlığını yaşamak istemiyorsanız..
Sanatin, çiçeklerin, resimlerin ve alman barok ‘unun kenti Dresten, derdest edilmiş ikinci dünya savaşında. Yani kentin %75’i bombalanmış-yıkılmış ve ele geçirilmiş. Kimler ve neden bombalamışlar?
13 Şubat 1945 gecesi müttefikler, dahası Amerikan Hava Kuvvetleri ve İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri 2 gün boyunca şehrin bombalamış; 18bin asker ve sivilin ölümüne yol açmışlar-Ki bu sayının 135 bin olduğunu savlayanlar varmış- Ve de; savaştan sonra Dresden Doğu Almanya’nın bir parçası haline gelmiş ve komünist yönetim tarafından idare edilmiş. Tahrip olan kent onarılmış, örneğin Frauenkirche Kilisesi aslına bağlı kalınarak yenilemek için bombalanan kiliseden kalan taşlar yeniden kullanılmış.
Trajik öyküsü şu; “ II. Dünya Savaşı bitmek üzereydi. Müttefikler, Rus birliklerinin doğudan ilerleyişini kolaylaştırmak için, Alman stratejik ve lojistik bölgelerini bombalamak ve Alman kuvvetlerine ikinci bir sorun vermek istediler. Hedefler seçildi. Hedefler arasında Berlin ve etrafındaki askeri mühimmat fabrikaları dışında pek stratejik önemi olmayan tarihi Dresden şehri de vardı. Çünkü Amerikalılar ve İngilizlere göre Dresten’de çok güçlü silah üreten fabrikalar varmış.
Churchill'in emri ile 1249 savaş uçağının katıldığı dört ayrı hava saldırısı ile Dresden tamamen yerle bir edildi. Ancak, müttefiklerin kullandığı Fosfor bombası Dresden şehrini günlerce yaktı ve tahrip etti. 28.410 binadan 24.866'sı yok oldu. Ayrıca, insan zayiatı da inanılmazdı. Düşük tahminlere göre 35,000, yüksek tahminlere göre ise zayiatlar 135,000'i aşıyordu. Felaket raporu saklandı ve ancak 2010’da yayınlandı.
1989’da duvar yıkıldıktan sonra; şehir yeni hayatına başladı. Bir çok tarihi kalıntı restore edilmiştir. Altsadt kısmında hala restorasyon çalışmalarının yapıldığını gözlemledik. Burası aynı zamanda Polonyalıların “Kırmızı Pazarı”nın kurulduğu yer.
Ayrıca; Dünyada Noel pazarı geleneğinin öncüsü Almanya’da, 500 bin nüfusu olan Dresden; 250’ye yakın tezgâha sahip Noel pazarı ile bir ayda yaklaşık 2.5 milyon kişi tarafından ziyaret ediliyor. Pazara adını veren, tezgahlarda bol bol görülen ve adına festival düzenlenen “Noel çöreği pazarı(Stollenmarkt)”. Heykelciklerle süslenen, akşamları ışıklandırılan dünyanın en büyük Noel piramidi (Erzgenbirge) burada kuruluyor. 14.6 metrelik piramit Guinness listesinde birinci olmuş.
Başladık gezinmeye sırasıyla; Elbe Nehri'nin kıyısında, Tiyatro Meydanı'ndayız (Theatherplatz). Bizi önce; Dresden’in kültür hayatının kalbi olan . ve yıl boyunca birçok önemli etkinliğe ev sahipliği yapan ihtişamlı yapı Opera Binasının önünde Kral Johann Anıtı karşılıyor. Evet; Richard Strauss’un pekcok eserinin prömiyerlerine ev sahipliği yapmış opera binası(Semperoper) burada. Adı, Semperoper. Nedeni; 1841 yılında mimar Gottfried Semper tarafından inşa edildiği için. Erken Rönesans, Barok ve Klasik Yunan Stili'nin izlerini taşıyan Semperoper mimarisi diye bir uslüp çıkmış ortaya..
1945 yılında bombardımanda yok edilen ama 1985’te tekrar diriltilen, 2002 yılında Elbe nehrinin taşması sonucu büyük hasara uğrayan ve aynı yıl tekrar hizmete açılmış. Demokratik Alman Cumhuriyeti sanata olan duyarlılığını kanıtlamak için Opera binasını yenilenmiş ve dünyanın en güzel binalarından birini yaratmış. İlginçtir ki; yenilemeden kısa bir süre sonra duvar yıkılmış, Doğu ile Batı Almanya birleşmiş. Almanya’da Mutlaka Görülmesi Gereken 50 Yerden biridir.
İnsanı büyülü bir düş dünyasına taşıyan bu bölge; Kral Augustus(August the Strong-Güçlü Ağustos- IV. Carlos), 39 yıllık döneminde Dresden’i etkileyici resmi ve dinsel yapılarla donatıp sanat objelerine çılgın yatırımlar yapmış. Burası; Alstadt denen Eski Şehir bölümü. Kuzey Denizi’ne dökülen Elbe Nehri’nin dirsek yaptığı bir coğrafyada kurulu.
Neleri mi görmelisiniz;
İkinci dünya savaşında tamamen yerle bir olmuş Dresten için Şair Gerhard Hauptmann şunları yazmış: " Kim ki ağlamayı unutmuştur, Dresden’in çöküşü sırasında tekrar öğrenir." Kent, ancak 2005 yılında açılabilmiş Dresten’in en muhteşem Kilisesi olan Frauenkirsche Kilisesini..
500 metre uzunluğunda; Rönesans döneminden kalma askeri kalenin üzerine inşa edilmiş, Avrupa’nın Balkonu-En eski Ronesans simgelerinden biri olan ve hemen altında Dresden kalesi bulunan “Brühl Terasını..
23 bin parça Meissner porseleninden yapılmış dünyanın en büyük mozaik resmi olan ve Saksonya Krallığı’nı yöneten kralları, lordları ve dükü tasvir eden Fürstenzug Dükler alayını..
Kilisenin halktan para alarak cennetten toprak satması olan endüljansa karşı çıkan ve sorgulayan, Protestanlığın babası ve Lüterciliği yayan, tanrıbilimci keşiş Martin Lüther heykelini( Dresten, Martin Luther’in Hıristiyan dini içinde, reform hareketlerini başlattığı bir şehir olarak bilinir. Şehrin sembollerinden biri olan kilisenin önünde, büyük bir heykeli karşılıyor sizi).
16.yy'ın ilk yarısında yapılmış ve günümüzde sanat müzeleriyle ünlü görkemli Zwinger Sarayını…,
İkinci dünya savaşı sonlarında bombardımanla yok edilen ama, 1985’teonarılmasına karşın, 2002 yılında Elbe nehrinin taşması sonucu büyük hasara uğrayan, Tiyatro Meydanı'nda (Theaterplatz) yer alan opera binasını..
Altsadt bölgesinde gezilecek çok yer var; gelmişken Modern Sanatlar Akademisini, Groser Bahçesi, Hygiene Museum ve modern sanat müzesi Albertinum’u, Dresten’n merkezinde en iyi bilinen meydan Neumarkt Platz’ı, Sophien strs. Caddesindeki Porzellansammlung-Porselen Koleksiyonunu, Residenzschloss Dresden (Krallık Sarayı, Dresden Castle), Şehir merkezi Marien platz meydanındaki Frauen Kirche ve Kreuz Kirche kiliselerini ve de Höfkirche Katolik Katedralini de görün ve doyun tarihi ve doğa dokusuna..
Dresten’in ucuz olduğu söylendiği için alışverişimizi yoğunlukla burada yaptık.
Ve Dresten gezisi ve de Orta Avrupa gezisi 28 Ağustos 2015 günü saat 16:55’te sona erdi. Saat, 17:26’da Çek Cumhuriyet’i topraklarına tekrar dönüş yaparak, Prag’daki otelimize dönüyoruz.
29 Ağustos 2015, saat; 11:35’te cennetin izdüşümü ülkemiz Türkiye’mize dönüş için Prag havaalanındayız.
Sürücümüz, Polonya’ya dönecekmiş. Çünkü 2 çocuğunu evlendiriyor. Aramızda para topladık ve hediye olarak kendisine verdik..
Avrupa adeta ırkların harmanladığı bir düzlem. Fakat bu Harmanlama’nın katkı maddesi demokrasi ve insan hakları olmasına karşın, bu evrensel katkı maddesi Avrupalıları yormaya başlamış. Göçmen feryadı bundan olsa gerek..
İnsanlar(hepimiz canım), elektronik iletişim teknolojisi ile adeta kendilerini metalleştirmişler, yani robotlaştırmışlar. Bu nedenle, robot üretmesine gerek yok, hepimiz bilgi işlem komutlarıyla hareket ediyoruz.
Anımsayın, insanlar ülke sınırları içinde ve dışında gittikleri kentlerden anı olarak kartpostallar alırlardı ve de yakınlarına gönderirlerdi. Şimdi cep telefonları ve elektronik aletler alıyor ve de yakınlarına, dostlarına mesaj gönderiyorlar..Dahası, somut gerçek sevginin iletileri tebrik kartları, mektupları bitirdik, sanal sevgilerle tüm değerleri bilgisayara ve cep telefonuna yükledik..Evet, eskiden kapıda karşılanırdık, özlenirdik, şimdilerde mesajlarla karşılatıyoruz kendimizi, özlenişleri bitirdik..İyi ki, ışık hızına erişip ışınlama döneminde değiliz, bıktırırdık..
Biz yine, dostlar ve akrabaları özledik, küçük de olsa özlem ve sevgi katkılı hediyecikler de aldık..
Yarından sonra, yeni edindiğimiz dostlarımız özleyeceğiz; ille de İdil Taşdemir’i ve Bora Soybay’ı(29 Ekim 2015, 02:48)..
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
GEZ-GÖR-YAZ
evesbere@mynet.com
evesbere@gmail.com
sevket-che@hotmail.com.tr
GSM.0506 609 00 32

Yorumlar

Konular-Yazılar

18 Mart Çanakkale zaferi2 19 Mayıs17 19 Mayıs çocuklarının Sakarya zaferi1 19 MAYIS TURNUVALARI SAMSUNSPOR1 1977 katliamı5 2 Temmuz 19931 20. yüzyıl ideolojileri metal yorgunu1 2002 seçim1 2018 seçim vaatleri1 2023 Seçim1 21 Temmuz 20041 21.YY KEMDİ İDEOLOJİSİNİ YARATMALI1 22 Ağustos 20101 23 Ekim 20111 23 Nisan12 27 Mayıs devrimi41 27 Nisan1 27 Nisan e-muhtırası10 27-28-29 Temmuz 2021 yangınları5 28 ŞUBAT1 29 Ekim2 3 BÜYÜKLER 4.SEZON KİM ŞAMPİYON?!1 3 büyükler operasyonu1 3 BÜYÜKLER; 3 KÜÇÜKLERE DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR MU?1 3 ÇOCUK1 3 fidan1 3 KEZ KALEMİZE GELEBİLEN B.MUNİH 3 GOL ATTI VE DE BURUK’UN TEK HATASI ULUSLARARASI DENEYİMİ OLAN ANGELİYO’YU DEĞİL DE DENEYİMSİZ KAZIM’I OYNATMASIYDI1 3 SEZONDUR SIRAYA KONAN ŞAMPİYONLUKLAR1 3. Havalimanı3 30 Ağustos7 30 Mart seçimleri1 4 MEVSİMİ BOZANLARA ŞİİR1 4+4+411 40 MİLYAR1 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu1 6 GOL1 6 YAŞINDAKİ KIZ ÇOCUĞUNU EVLENDİRENLER1 65 yaş üstü corona1 696 sayılı KHK1 7.7 DEPREM DEĞİL BU KIYAMET TİR CEHENNEMDİR BUNU SEN YARATTIN ÜLKEYİ İNŞAAT SEKTÖRÜ İLE KALKINDIRACAĞIM DİYEREK1 75 ve 100.Yılında kim şampiyon oldu!!??1 8 Mart Dünya kadınlar günü2 A.O.Ç.2 Abant gezisi1 ABD 6.FİOSUNU KIBLE YAPANLAR VE ABD'Yİ SAVUNANLAR ŞİMDİ ABD DÜŞMANI OLDU AMA ABD'NİN ORTASINDA GÖKDELENİ VAR1 ABD politika1 ABD-TÜRKİYE gerilimi1 Abdulhamit torunu1 Abdulkadir Selvi1 Abdullah Gül3 ABDÜLKADİR SELVİ ABDÜLKADİR SELVİ ABDÜLKADİR SELVİ1 Ad verme töreni1 ADANA BABAMIN İLK GURBETİ1 ADANA DEMİRSPOR DARBESİ1 Adana gezisi1 Adana yangını2 ADANA'NIN YOLLARI TAŞTAN1 ADANA'YA GİDEK Mİ1 ADI DUYULUNCA RAKİPLERİ KORKAN OKAN1 ADI ICARDI SÜREKLİ GOL ATARDI GALATASARAY DURUDURULMAZ GİBİ1 Adnan Kahveci2 Adnan Menderes72 Afad1 Afganlar29 Afrikalı Aydın John Kenyatta1 Agora Meyhanesi1 Ağustos böceği hikayesi1 AHA1 Ahfeş'in keçisi1 AHMET ÇALIK1 Ahmet Davutoğlu56 Ahmet Hakan Coşkun3 Ahmet Özal2 Akil insanlar1 Akkuyu nükleer santral13 AKP1 AKP ilkesi1 AKP YANLIŞ ADAY GÖSTERDİ1 akp'LİLER EFSUNLU MU1 Akrabalarım-dostlarım1 alamet-i farika nedir?1 Alanya1 Alev Alatlı1 Ali Ağaoğlu1 Ali Semerkandî1 Allah ile aldatmak2 Allahını seven üzerime toprak atsın1 Almanya1 ALT LİGİN EN ALTINDAKİNE ELENEN ASLAN GALATASARAY1 Altın direnişi1 ALTINBOYNUZ'U BOYNUZLAMIŞLAR1 Altınova gezisi4 ALTIPARMAK1 ama kim?!1 Amentü1 Amiraller2 Anacığım1 Anarşist olmak3 Anarşist olmamak1 Anasına babasına bakmaz ite bakar1 Anayasa1 Anayasa değişikliği1 ANAYASA İNAŞSINDA MÜHENDİS VE MİMAR YANINDA DÜZ İŞÇİ VE KALİFİYE USTA DA GEREKLİ1 Anayasa Tarihi1 Anıtkabir1 Ankara17 Ankara beton cangılı2 Ankara bilim kurgu kenti1 Ankara derelerin ıslahı10 Ankara dolmuş sorunu1 Ankara Manifestosu1 Ankara Papazın Bağı1 Ankara saldırısı2 Ankara su sorunu1 Ankara trafik sorunu1 Ankara-Ulus1 Ankaralılık1 Ankaranın en uzun sokağı1 Anneler33 Anneler günü11 Annem62 Anonim şirket1 Anzak askerlerine atfen1 aptallık vergisi1 araba modern silah1 Arabayı at gibi sürmek1 Araf Suresi’nin 7/1791 Araplar2 Archimets2 ARDA TURAN1 ArdaTuran1 Arhavi65 Arhavi köyleri1 Arhavi projelerim1 ARHAVİ VE DÜNYA1 Arhavi ve Laz gerçeği1 Arhavide sel3 Arhavili lazlar1 Arhavispor1 ARHAVİSPOR ŞAMPİYONLUĞU HAK ETTİ2 Arhaviye aşık eden kişiler1 Arhavli olmak1 Arşiment2 Artvin3 Artvin berta köprüsü1 Artvin Kalkınma ve Eğitim Vakfı15 Artvin kurtuluş1 Artvin Tanıtım Günleri3 Artvin-Arhavi sorunları1 Artvin-Cerattepe10 Asal sayı3 ASELSAN9 ASLAN KARTAL'IN KANATLARINI1 ASLI BAYKAL HAKLI MI? ATAÇ BAYKAL1 ASLI BAYKAL SİYASET OYUNLARINA GELMEMELİ1 ASLI BAYKAL'IN CHP'DEN İSTİFASINI NASIL OKUMALI1 Astroloji4 Aşı mitingi1 Atasözleri2 Atatürk42 ATATÜRK ARMASI1 ATATÜRK DEVRİMLERİNİ ANLATIRKEN ATATÜRK'Ü ANMAMAK1 Atatürk evrensel değerleri2 Atatürk Havalimanı7 Atatürk İnkılapları1 Atatürk Orman Çiftliği1 Atatürk ve Cumhuriyet1 Atatürk'ün "Evrensel Kurtuluş Felsefesi"ni yok sayamazsınız!!!2 Atatürk'ün veciz duruşu karşısındaki aciz duruşlar1 Atın sırtından attığı1 Atilla Kart6 Atilla Taş1 Atma Rcep1 Atmosfer kirliliği2 AVCI FIRTIN VAR DEDİ FIRTINAYA YAKALANDI1 Avrupa başarısı1 Avrupa durduramıyor GS yi çünkü TFF ve MHK'leri yok1 AVRUPA KUPALARİNDA EN ÇOK PUAN TOPLAYAN 10 TÜRK TAKIMI ARASINDA 34 PUANLA 6.OLAN ATATÜRK ARMALI VE DE BALKAN ŞAMPİYONU SAMSUNSPOR'UN YAKASINDA NEDEN AY YILDIZ YOK!!!???1 Avrupa parlamentosu10 Avukatlar günü1 Avusturya1 Ayağı kesik güvercin1 Ayasofya25 Ayazmend gezisi1 Aydın Muratoğlu1 Aydınlar dilekçesi2 Ayet-el Kürsi1 Ayetlere tersine mühendislik1 Ayır1 Ayni hakemin Galatasaray'ı da katletmesi1 Ayşe Kulin1 Ayşen Gruda1 Ayvalık1 Aziz Nesin32 Aziz Sancar1 Aziz Yıldırım93 Baba Vanga kehanetleri1 Babaannem2 Babalar günü1 Babam2 Bacasız Endüstri1 Bakara makara1 Balat1 BALKON TARIMI1 Balyoz57 Bana yapılanlar1 Barajlar genel bilgi1 BARCELONA GALATASARAY1 BARCELONA VE GALATASARAY1 Basımevi1 Basın metni1 Baş ağrısı1 Başakşehir1 Başarısızlıklardan öğrenme1 Başçavuş sokak16 Başı yerden kalkmayan insanlar1 Başıbozuk paşası1 BAŞKAN YÜKSEL YILDIRIM1 Başkanlık sistemi71 Başkent amblem1 BAŞKOMUTAN1 BATAN FUTBOLUN MALLARI BURADA GEL SEN DE AL1 Batı Anadolu Fay Hattı1 Batıkent4 Batıkent Botanik Bahçesi2 BATIKENT: "BOTANİK KENT" OLABİLİRDİ1 Batılılar-Afrika1 BAZEN DE YILDIZLARININ OYUNUYLA…1 Bedri Baykam2 Beka sorunu2 Ben ne yaptım?1 BEN SÖYLEYİNCE DARBE SEN SÖYLEYİNCE DEMOKRASİ1 BENCE MESSİ MARADONA DAN DAHA BAŞARILI1 Benim haykırışım14 Beraber yürüdük biz bu yollarda1 Beritan aşireti5 Berkin Elvan9 Beşar Esat21 Beşiktaş10 Beyazıt Öztürk1 Beyin kanaması1 Biat kültürü-Aleaddin Şenel1 Bilgi paylaşımı3 Binali Yıldırım1 Bir çift kadın memesi4 BİR GOMİS YETER Mİ? GALATASARAY SALT GOMİS İLE OLMAZ GALATASARAY DA KATILMALI GOLLERE...1 Bir Lale Orta düştü futbolumuzun ortasına1 BİRİNCİ KANAL İSTANBUL RİSKLERİ1 Biz bu boku niye yedik?1 BJK2 Blog yazma işi1 Bloglara yorumlarım1 BOEY FAYDASIZ DİYENLERE KAPAK OLSUN1 Bor1 Boyun ağrısı1 Bozkurt sel felaketi1 Böl-yönet1 Bölünmüş yol15 Bu görüntü siyasi rantın seçim versiyonu..1 BU MAÇ BUNU GÖSTERDİ!!1 BU ÜLKENİN EZENLERİ VE EZİLENLERİ..1 Bulaşıcı hastalıklar2 Burak Elmas2 Burçak Çubukçu2 Burçlar6 Bursaspor1 Bülent Arınç43 Bülent Ecevit46 Büyü ve sihir1 Büyükada7 Can Dündar22 Cansel Malatyalı1 CEHENNEMLERDE YANASIN..1 Celal Şengör1 Cem Uzan1 CEMAAT1 CENNET ÜLKE'Mİ CEHENNEME ÇEVİRENLER1 Cennetin izdüşümü1 Cerablus4 Cerattepe mücadelesi24 CESARET1 Cesur Yeni Dünya1 Ceviz ağacı3 Che Guevara5 CHP66 CHP mitingler1 CHP neden suskun1 CHP olağan kurultayı1 CHP ÖZELEŞTİRİSİ ÜVEY ELEŞTİRİ VE KARALAMA ASLA DEĞİLDİR1 CHP ÖZELEŞTİRİSİ YIKICI DEĞİL YAPICIDIR1 CHP'yi bitirme süreci1 CHP'yi yazmak1 CIA ajanı1 Confidential3 Corona günleri1 Corona virüs11 Covid delta varyantı1 Covid savları13 Covid-19 Delta1 Covid-19 için öneriler2 COVİD-19 TÜCCARLARI1 COVİD-19 VE FUTBOL1 Covid-19 Virüs6 Cumhur ittifakı8 Cumhuriyet Bayramı1 Cumhuriyet gazetesi2 Cumhuriyetimizin 501 CUMHURİYETİMİZİN YÜZÜNCÜ YILINDA GALATASARAT ŞAMPİYON1 Cumhuriyetin ilanı1 Cyborg3 Çağcıl kent nasıl olmalıdır?1 Çalışan gazeteciler günü1 Çanakkale şehitleri1 Çay1 Çay nasıl demlenir1 Çay neden önemli1 Çaykur Rizespor1 ÇED54 Çevre duyarlılığı1 Çevre temizliği1 Çeyrek akıl Eyüp1 Çığlık1 Çığlıklarım2 Çılgın projeler6 Çocuk Milletvekili1 Çocukları kör karanlıkta okula göndertmek neyin eğitimi?! İçimizdeki 4 mevsimi bozduğumuz noktada kendimizin ve kentimizin de iklimini bozduk!1 çok derin futbol1 Çukur dizisi1 Çukur ormanı1 ÇÜRÜK BİNALAR DEĞİL ÇÜRÜK YAPI YAPANLARIN GÜÇLENDİRİLMESİ..DEPREM MANİFESTOSU1 çürük binaları değil çürük binaları yapanları güçlendiriyoruz..1 D&R1 Dadybra1 Dani Rodrik3 Darbe3 Darbe hazırlıkları1 Darbe kurgucusu Hande Fırat1 Darbe kurgusu1 Darbe Mısır1 Davranışsal ekonomi1 DED1 Demokrasi3 Demokrasi manifestosu1 Demokratik açılım1 Demokratik devlet1 Deneme yanılma1 Deniz Baykal31 Deniz feneri16 Deniz Gezmiş16 Deniz Som1 Deprem17 DEPREM ALANINA SEÇİM KÜRSÜSÜ1 Deprem manifestosu9 Deprem manifestosu önemi1 Deprem önlemleri1 Deprem programında ne demeli? Çok yaşa padişahım1 DEPREM TARTIŞMALARINDA KANAL İSTANBUL1 DEPREM TOPLANMA ALANI DOLAR TOPLAMA ALANINA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ1 Deprem vergileri nerede harcandı?1 DEPREMİ DEPREMLERDE TARTIŞANLAR1 Depremi unutmama ve doğal afet günü1 DEPREMİN DEPİVERMESİNİ RANTA DÖNÜŞTÜRENLER1 Depremleri sadece depremlerde değil sürekli gündemde tut1 DERE TAŞKINLARI1 Ders notlarım1 Dever nedir?11 Dever olgusu2 Devlet bahçeli1 Devlet Bahçeli bile mahir ünal'in densizliğine çıldırdı1 Devlet ihale yasası2 Devlet yönetimi12 Devleti batırma projesi1 DİE1 Dikey yapılaşma6 Diktatör nasıl olunur?1 Dilipak2 DİN VE IRK SENTEZİ..1 Dinler ve dinleyenler1 DİPLOMA ÇADIR 350 BİN KONUT VE MUHARREM İNCE İNTİHARI1 Diyanet34 Dizayn42 Diziler1 DNS amacı nedir?1 DOĞA GÜCÜ YAPAY İNSAN GÜCÜ1 Doğa konseyi1 DOĞA VE DOĞAN1 DOĞA VE DOLAR1 Doğal afet29 Doğal Hayatı Koruma Vakfı1 Doğal yalan-doğalgaz gazı vermek1 Doğanın dengesi1 Doğanın yok oluşu1 DOĞAYA VE DOĞANA SAYGI1 Doğu Anadolu Fay Hattı1 Doğu Karadeniz Gerçeklerin 27 yıl önceki Gez Gör Yaz öyküsü1 Doğu Perinçek2 Dokunan yanar1 Dolar yeşili1 Domuz gribi2 Dostlar buluşmalar1 Doyum döner1 DÖNEKLİK İLE UZLAŞIYI KARIŞTIRMAMAK GEREK1 Dönüş vanası1 DÖNÜŞLERİN DE ASALETİ VARDIR BUNU BOZMAK DÖNEKLİKTİR VE 2002 SONRASI KURUMSALLAŞMIŞTIR1 Dövize endeksli hesap DEH1 Dries Mertens1 Dua1 Duvara konuşmak1 Duygu Asena1 DÜĞÜN2 DÜNYA DEVİ VE DÜNYA MARKASI KARŞI KARŞIYA1 DÜNYA FUTBOLU PETROL BARONLARININ VE OLIGARKLARIN ELİNDE1 Dünyanın merkezi İstanbul1 DÜŞÜNCE DEĞİŞİKLİĞİNDEKİ KESKİN VIRAJ KİMLİKLERİ UÇURUMA SAVURUR1 Düşünenler-peşinden koşanlar1 Düzce10 Düzce su felaketi1 Düzensiz göç1 E-ret1 ECECAN-BURAK2 ECEVİT DEPREM BÖLGESİNE GİTMEMİŞ..CEVİZOĞLU'NUN KIRDIĞI CEVİZ BİNİ AŞTI..DEPREM BÖLGESİNE GİTMEDEN GEÇECEKLERİ GÜZERGAHLARI ASFALTLATANLAR..1 EGOSANTRİK TERİM VE OYUNCULAR1 Eğitim sistemi8 Ekonomik kriz kitabı1 Ekrem İmamoğlu35 Ekrem İmamoğlu yasağını nasıl okumak gerek1 Ekrem İmamoğlu'na önerim2 EKREM İMAMOĞLU'NUN EKMEĞİNE OY SÜRDÜ1 Elazığ depremi1 ELEKTRİĞE %5 ZAM POSTMODERN BİR TEKAFİL-İ MİLLİYE'DİR1 Elektrik kayıp-kaçak oranı3 elektronik genel kurul1 Ellerde ağrı1 Elmadan değirmenlerim1 Emre Belözoğlu39 EN GÜZEL HEDİYE HEDİYE ALMAKTIR..1 ENERJİ ALANLARI2 Enerji yatırımları yeterli enerji üretir projeleri midir?1 ENFLASYON1 Engin Arık1 Entegre havza yönetim planları1 ERBAKAN1 ERBAKAN EV HAPSİNE ÇARPTIRILDI!!1 ERBAKAN VE ERDOĞAN 28 ŞUBAT'IN NERESİNDE İDİ ŞİMDİ NEREDELER!?..28 ŞUBAT DAVALARIYLA SÖZDE ERBAKAN'IN İTİBARI KURTARILACAKTI..1 Erdal İnönü15 Erdem Gül4 ERDOĞAN2 Erdoğan mı Bay Kemal mı1 Ergenekon64 Ergenekon başlangıç noktası1 ERKAN BAŞ KAZAK GİYEMEZ1 Erman Toroğlu73 ERMAN TOROĞLU SAHTEKAR VURGUSU1 Ermeni meselesi4 Ertuğrul Günay16 Ertuğrul Özkök2 Esin kaynağı1 Eşek1 Evlilik töreni1 Evrensel Atatürk ve felsefesi3 Evrensel birleştirici kimlik1 Evrensel değerler42 Evrensel kimlik1 Evrensel kurtuluş felsefesi47 Eymir gölü5 Fadıl Akgündüz2 Faiz caiz mi?1 Fal1 Falcılık1 Farkındalık1 Fas1 Fatih Altaylı1 Fatih Terim4 FATİH TERİM1 Fatih'in tablosunu saraydan kaçırma1 Fatma Betül Sayan Kaya1 Faydasız1 Fecr1 FEM1 Fen liseleri1 Fenerbahçe15 FENERBAHÇE NEREYE KOŞTURULUYORLAR?1 FENERBAHÇE VE LALE ORTA ORTASI1 FENERBAHÇE'NİN HAYALİ YILDIZ AVCILIĞI1 Fenike gezisi1 Ferguson1 Fethi Sekin1 FETÖ eylemleri3 Fetö tehditleri1 Fetullah Gülen64 Fetullah Gülen savaşı1 Fetullah Gülen terör örgütü1 FIFA SIRALASI SONUNCUSU FAROE ADALARI VE ULUSAL TAKIMIMIZ1 Fırsat maliyeti2 Fidel Castro3 FİKRET ÇORBACIOĞLU1 Fikri Sağlar2 FİLENİN SULTANLARINA KAFİR DE! VAKIF TECAVÜZLERİNE SES ÇIKARMA1 First Lady Bettina Wulff1 Fitch3 FİYAT BELİRLEMELERİ1 Foreign Policy dergisi1 Fransa1 FRANSIZ KALMAMAK İÇİN "BİR LİSAN BİR İNSAN"1 Fransızca öğrenme kolaylığı1 Fransızca ve İspanyolca öğrenelim hep beraber..1 Fredrik Midtsjö1 Fuat Avni9 FUAT ÇAPA'NIN ÇABASINA ALKIŞ1 FUTBOL1 FUTBOL BU; BAZAN TAKIM OYUNUYLA KAZANDIRIR1 FUTBOL FUTBOL OLMAKTAN VE ÇİLEDEN ÇIKTI1 Futbol simsarları2 FUTBOL YATAĞINA DOLAN İNSANAT ARTIKLARI FUTBOLU KİRLETİYOR1 FUTBOLDA OLİGARŞİ1 FUTBOLUN YENİ EFENDİLERİ SAMSUNSPOR'UN AMBLEMİNDEN RAHATSIZ1 GALATASAR VE ZANİOLO VE İLKLERİN TAKIMI OLDUĞUNUN KANITI YENİLMEZLİK REKOR1 GALATASARAIN SAHA İÇİNDEKİ OYUNU SAHA DIŞINDAKİ OYUNLA ENGELLENİYOR1 Galatasaray364 GALATASARAY BARCELONA AŞKIN KARTAL'I YENDİ1 GALATASARAY BAŞARILI FUTBOLUYLA VEDA EDEREK UEFA AVRUPA LİGİ'NE HAREKET ETTİ1 GALATASARAY BAŞKAN ADAYI1 GALATASARAY BU SAATTEN SONRA DURDURULAMAZ1 GALATASARAY DURDURULAMIYOR FAKAAAAT....1 GALATASARAY DURMUYOR..SACHA BOEY GOL DA ATMAYA BAŞLADI1 GALATASARAY EFORUNU BAYERN MAÇINDA BIRAKMIŞ HATAY'A GETİREMEDİ1 GALATASARAY GÜMRÜĞE TAKILDI BİRİLERİNİ GEÇEMEDİĞİ İÇİN1 Galatasaray Güneş'i kararttı1 Galatasaray hakeme karşın Trabzonspor'u Icardi ile yendi1 GALATASARAY HATA MAÇINDA HATA YAPMADI FAKAT ALİ KOÇ HATA ÜSTÜNE HATA YAPIYOR1 GALATASARAY İNİŞE GEÇER DİYENLERİ UMUTSUZLUĞA İTTİ..1 GALATASARAY KORKUSU1 GALATASARAY KUPADA DA LİG'DE DE GOMİS İLE VAR!! İYİ DEĞİLKEN DE KAZANIRSAN ŞAMPİYON OLURSUN!1 GALATASARAY LAZİO1 GALATASARAY MARSİLYA'DA TESLİM OLMADI1 GALATASARAY OPERASYONU DEĞİL FUTBOLU SEVER1 GALATASARAY PALABİYİK PALASI İLE DOĞRANDI1 GALATASARAY ŞAMPİYONLUK ŞARKILARINI SÖYLETMEYE BAŞLADI1 Galatasaray UEFA Şampiyonlar Ligine koşuyor1 Galatasaray ve Lale Orta1 GALATASARAY YENİ YILA LİDER GİRDİ1 GALATASARAY'DA OKAN BURUK1 GALATASARAY'DAN HAYLİ KORKUYORLAR1 GALATASARAY'I DURDURAMIYORLAR1 Galatasaray'ı eleştirmesi sevgisinin isyanı idi..1 GALATASARAY'I İHRAÇ EDİN BU KADAR YORMAYIN KENDİNİZİ1 GALATASARAY'I NE HAKEMLER NE DE DİREKLER DURDURABİLİYOR1 GALATASARAY’IN 2-0'DAN GERİ DÖNÜŞÜ GRUPTAN ÇIKACAĞININ İŞARETİ1 GALATASARAY'IN AVRUPA HAFIZASI BAŞARI GETİRİYOR DA BUNU AVRUPA HAZMEDEMİYOR GİBİ1 Galatasaray'in Okan sesleri1 GALATASARAYIN CORONA VİRÜSÜ İLE UĞRAŞMASI VE FUTBOL VİRÜSÜ1 Gandhi Kemal1 GDO2 Geleneksel tıraş1 GENÇLERBİRLİĞ VE KONYASPOR1 genel kurul1 Geniş aile1 Geniş aile bireylerim2 George Bernard Shaw1 GES1 Getto55 Gez-gör-yaz15 GEZDİM GÖRDÜM YAZDIM5 Gezegenimizi hangisi ele geçirir?1 GEZERİM GÖRÜRÜM YAZARIM1 Gezi eylemcileri6 Gezi parkı halk hareketi62 Gezi şifresi1 Gezilerimiz2 Gırgır dergi2 GOMİS VE DİĞERLERİ1 GOMİS VE GALATASARAY ADANA DEMİRSPOR1 Göçmen politikası1 Gökçeada7 GÖKHAN ZAN VE ÜNAL KARAMAN'IN SİYASETE TRANSFERLERİ1 GÖRSEL KİRLİLİK1 Gösteri namazı1 Graham Fuller1 Greenpeace5 Greenwich2 Gtech2 Guggenheim Etkisi1 Guus Hiddink2 Güldüşümlerim7 Güldüşün çorbası9 Günaydın1 Gündemlerin efendisi30 Güngör Uras3 Gürsel Tekin15 Gürültü kirliliği29 HABİTLARA SAYGI1 Hagi92 Haiti depremi1 HAK EMEN HAKEM ÖRGÜTÜ TFF1 hak emen hakemler1 Hak emenler iş başında..1 Hakan Şükür1 HAKEMLERİ KORUYACAKLAR YA BU SEFER TOPU YAYINCI KURULUŞA ATTILAR1 Haliçte yaşayan simonlar1 Halifelik5 Hamza Yiğit Akman1 Hanefi Avcı4 Harem1 Harf devrimi4 Haris Seferovic1 Hasan Cemal1 Hasan Sıtkı Özkazanç1 Hava kirliliği7 Haydarpaşa Manhattan1 Haydarpaşa tren garı2 Haymana Kaplıcası1 Hayrünnisa Gül1 Hedef 2023 sloganı1 HER BAŞARISIZLIK SONRASININ RUTİN KAOS TEKRARLARI1 HES3 HES izin1 Hes-savar doğa projeleri2 HESLER21 HESLER SALDIRGANLARI BESLER1 Hıncal Uluç33 Hıncal Uluç da ışıklara yol aldı1 Hızlı tren kazası5 Hicr1 Hidrolik enerji4 Higgs bozonu1 HİJYEN ERDOGAN VE PANDEMİ1 Hilafet2 HİLAFET MI DEDİN!? HADE BE ORADAN!!!1 Hint varyantı1 Hitit güneşi5 Hitler Almanyası6 Hollanda4 Hopa fekaleti1 HOŞGÖRÜ EVRENSEL BARIŞIN KATALİZORUDUR1 HOŞGÖRÜ VE İNSAN OLMANIN ERDEMİ1 HURDA ÇELİK HURDA EV1 Hülle nedir?1 Hülya Koçyiğit6 Hürrem1 HÜSEYİN EROĞLU HÜSEYİN KALPAR BAŞARISINI YAKALAR MI?1 Hüseyin İnan11 Hüseyin Sağ1 Icardı1 ICARDI2 ICARDI BU ELBET YIKARDI1 ICARDI MUSLERA BARDAKÇI TORERİA NELSON KEREM YUNUS OLIVERA VE OKAN BURUK VE DE DURSUN ÖZBEK YÖNETİMİ1 ICARDI YIKARDI VE DE YIKTI...GALATASARAY SAHADA DEĞİL DE SAHA DIŞINDA BİTİRMEYE ÇALIŞILACAK GİBİ1 ICARDİ ASİST KRALI DA OLACAK GİBİ çünkü ADAM ATAMAYINCA ATTIRIYOR!!1 Ilımlı İslam projesi1 IMF1 Irkçılık1 Isınmada tasarruf yöntemi1 Işıklara yolculuk1 IŞİD1 İBO ŞOV VE CELAL KILIÇDAROĞLU1 İbrahim Müteferrika1 İbrahim Özden Kaboğlu1 İbrahim Tatlıses2 iç savaşa hazırlık1 İçerik çalmama uyarısı1 İçerik üreticisi1 İdam1 İdeolojiye endekslemek1 İKİNCİ KANAL İSTANBUL1 İKTİDAR A PLANI DIŞINDA B VE C PLANINI DEKLARE EDERKEN MUHALEFETİN A PLANI BİLE TARTIŞILIR..1 İktisat bilimi2 İlber Ortaylı1 İlhan Selçuk'u aramızdan ayrıldı1 İlk alan çalışmam1 İlk deprem manifestosu1 İlk Tarım Kredi Kooperatifi1 İlker Başbuğ26 İltizam-Mültezim1 İMAM2 İmam-ı Azam1 İmamoğlu yasağı Erdoğan ın minareli süngülü yasağı ile örtüştürmek yanlışlığı1 İMPARATÖR DERKEN1 İmrahor vadisi1 İNCE İNCE GİDİNCE1 İnfaz yetkisi1 İnsana dokun-yüreğine dokun-kalbine dokun1 İnternet1 İnternet nedir?1 İRTİCA1 İslam burjuvazisi1 İslam yeşili1 İsmet Berkan1 İsmet İnönü2 İsmet Özsoylu1 İspanya gezisi2 İspanyol gribi3 İsrail3 İstanbul gezisi3 İstanbul Havalimanı2 İSTANBUL HÜZNÜ AZALTILIYOR1 İstanbul silüeti61 İSTANBUL-ÇATALCA RESİMLERİ1 İSTANBUL'DA DOĞAYA VE DOĞANA SAYGI1 İstifa kurumu1 İstihdam yalanı1 İstiklal Marşı1 İSTİNAT DUVARLI ANROŞMAN1 İstismar1 İsviçre1 İş hukuku1 İşsizlik16 İtalya4 İttifak dışı partiler1 İzmir-Karaburun gezisi1 Jeo Biden2 JES1 JET EGZOZLU ARAÇLAR1 Juan Mata1 Kabahatler kanunu1 Kabahatli kentli2 Kaçak elektrik3 Kaddafi nasıl öldü?1 Kader değiştirmek1 Kadir Mısıroğlu1 KAFATASI1 Kafkas usulü çay1 Kahrolsun deprem alanına giren muhalefet mı diyelim..1 Kalıcı önlemler18 KALLEŞ ÖLÜM1 Kamilet Vadisi12 Kanal İstanbul18 Kanal İstanbul-Musilaj2 Kanunî Sultan Süleyman1 Kaostan beslenenler1 Kapisre deresi7 Kapkara1 KAR BEYAZI ŞİİR1 KARA BEYAZI HAYATLAR İÇİN ŞİİR1 KARA PARA1 Karadeniz yollar1 Karagümrük maçında MHK Galatasaray ın ağzına bir parmak bal çalmış olmasın1 KARAMSALLIK TESLİMİYETTİR1 KARAMSARLIK KÖTÜYE ALAN AÇMAKTIR..1 karar organı1 karar yeter sayıları1 Karargâh rahatsız1 Karbondioksit-oksijen eşitliği1 Karl Marx5 Karşı duruş33 Karz-ı hasen1 Kaset komplosu3 KASTAMONUSPOR GALATASARAY MAÇINDA 25 DAKİKA DİRENÇ GÖSTEREBİLDİ1 KATAR FUTBOLA NE KATAR1 Katolik nikahı1 Kaya gazı1 KAYSERİ MAÇINDA GALATASARAY'İN 1 PENALTISI 1 DE GOLÜ VERİLMEDİ 3 PUAN RAKİBİNE VERİLDİ1 Kazım Koyuncu2 Kazımcan Karataş1 Kazuistik anayasa1 Kebabçı1 Kehanetlerim1 Kemal Kılıçdaroğlu28 KEMAL KILIÇDAROĞLU NUN SİYASİ ANATOMİSİ1 Kemalpaşa1 Kenevir1 KENT TARIMI1 KENT-KOOP3 Kentini dinle1 Kentsel dönüşüm37 KEREM2 KEREM AKTÜRKOĞLU1 KEREM KINIK VE 12 ŞİRKETİ VE DE DFB'NİN KURULMASI1 KHGM1 KILIÇDAROĞLU GÜNDEMSİZ DİYENLER1 Kılıçdaroğlu Manifestosu4 KINA2 Kırık sandalye2 Kırılma noktası19 Kıtlık bilimi1 KIYAMETİN YAŞANDIĞI DEPREM BÖLGESİNDE MESCİT Mİ ÖNEMLİ ÇOCUK BEZİ VE MAMASI MI?1 Kızılay1 Kızılderililerin atasözü2 Kilo problemi1 KİM FETÖCÜ ÖCÜ???!!!1 Kişisel görüşlerin dinleştirilmesi1 Kitaba yazacaklarım2 Kitabım1 Kitaplar1 Kitapyurdu1 Klasik tıraş1 Kloz1 Koalisyon1 Komplo teorisi17 Konfüçyüs2 KONYASPOR1 korkmuyorum6 Korku imparatorluğu21 Korona1 KÖHES4 KÖPRÜ1 Kötek2 Kötü uygulama1 Kötülük1 Köy enstitüleri10 KÖYÜM SİDERE DERESİNDEKİ BU TAŞ DÜŞSÜN KAFANIZA KAFASIZLAR..1 Kriz raporu2 Kriz-pandemi93 kronik subdural hematom2 KSH1 Kuğulu park3 Kur'an şifreleri1 Kurgu6 Kurtlar vadisi karakterleri1 Kurtuluş destanı26 KUŞAKLARLA KUŞAK GEÇMEK1 Kuşkularım2 KUTLARIM1 KUTSAL RİTÜEL EVLİLİK1 Kuzey Anadolu Fay Hattı1 Kuzey Marmara otoyolu9 Küba13 KÜÇÜCÜK ZORBAY KÜÇÜK1 Küresel efendiler5 Küresel ısınma11 Küresel sömürü denklemi: “AB+ABD=ARBD”16 Küreselleşme aldatmacası4 Kürtler65 Kütahya-Simav depremi1 Laik devlet6 Laiklik1 Larry Diamond1 Laz dilbilgisi1 LAZ LOBİSİ NEDEN YOK!?1 Lazca1 Lazlar13 Le Figaro1 Leo Dubois1 Levent Üzümcü1 LİDER ÇIKAR İNŞALLAH1 LİGDE TRABZON'A 5 ATAN ALANYA ELENDİ1 Lizbon1 Lokomativ Moskova1 LÖSANTE1 Lösemili Çocuklar Vakfı1 LÖSEV1 Lucas Torreira1 LÜTFÜ SAVAŞ VE HATAY LÜTFÜ SAVAŞ VE HATAY1 M.Akif Ersoy1 Macaristan1 Maça bombalı saldırı1 MADEN İŞÇİSİ MAHPUS1 MADENCİ SERBEST1 MADENLER1 Madımak10 Madımak-Auschwitz-Reistag1 Mahir Çayan1 Makarnacılar10 Malazgirt savaşı7 Manavgat8 MANCHESTER UNİTED GALATASARAY’I HAŞAT EDER DİYEN E.TOROĞLU’NU DA DEVİRDİ!!!1 Manisa-Soma2 Mansur Yavaş21 Maraba kültürü ve ağa17 Marcao olayı1 Marduk8 marka spor ayakkabı1 Market zincirler1 Marsilya1 MATA HATAYSPOR'U MAT ETTİ1 matbaanın geç gelmesi2 Matematik nedir?1 Mathias Ross1 Matthıas Ross1 Maval okumak12 Maya takvimi kıyamet1 Mayasızlar1 Mayınlı alanlar8 MECZUP1 Medyan nedir?1 Mehmet Barlas4 Mehmet Özhaseki1 Melih Gökçek30 Meral Akşener11 MERAL AKŞENER TARİH YAZMADI TARİHTEN SİLDİ KENDİSİNİ İYİ GELEN AKŞENER GERİ DÖNDÜ1 Merkez Bankası1 Merkezkaç kuvveti8 Mersin Gazi çiftliği1 Mersin gezisi1 Mersin-Alata1 MERT İNSAN MERTENS'İN HARİKA GOLÜ1 MERTENS MEST ETTİ MERTENS ALANYA'YI BİTİRDİ1 Mesleki sorumluluk sigortası5 MESSİ MEST ETTİ ARJANTİNLİLERİ1 Mesut Yılmaz15 Metal yorgunluğu3 METE YARAR KİME YARAR!!??1 Metin Oktay3 MHK1 Mılot Rashıca1 Milenyum kupası1 MİLENYUM KUPASI VE GALATASARAY1 Millet ittifakı6 MİLLET İTTİFAKI NEDİR NE DEĞİLDİR..1 Milletimizle alay etmeyin!1 Milletvekili dokunulmazlığı13 MİLLETVEKİLLİĞİ Mİ MİLLETİN VEKİLLİĞİ Mİ!?1 Milli Piyango şaibe3 Milliyetblog yazılarım2 MİT54 Mod nedir?1 Modern kölelik2 Modern tıraş aletleri1 Moğollar4 Monaco35 Montrö sözleşmesi2 Motorlu kuryeler1 MPİ Genel Müdürü İhya Balak3 Muammer Kaddafi5 Muaviye-Küfeli-Hz. Ali1 Mucur1 Muhalif duruş2 MUHARREM İNCE7 MUHARREM İNCE KALIN OYNUYOR OY OY DİYE İNLEYENE KATKI VERMEK ADINA1 Muhsin Yazıcıoğlu1 Muhteşem Yüzyıl dizisi10 Murat Bardakçı7 Murat Karayalçın34 Muru3xi1 Musilaj1 MUSLER SAKATLANDI1 MUSLERA1 Mustafa Balbay31 Mustafa cengiz1 Muvazzaf5 Mümtaz İdil1 Müslüm Gürses1 Nabi Avcı1 Naci Görür2 Nagehan Alçı2 Nasıl Galatasaraylı oldum?1 National Geographic3 Nazım Hikmet26 Nazlı Ilıcak17 Ne düşünüyorsun?1 Ne istediniz de vermedik1 Ne oldu?1 Necdet Hoşcan1 NEDEN SÜPER KUPA SAMSUN'DA DEĞİL DE ARABİSTAN ÇÖLLERİNDE1 Negatif bilgi1 Negatif uzmanlık1 New York Times10 NİCE NİTEL BAYRAMLARA1 NİCELERİ AKADEMİLİ1 Nicolae Ceaușescu1 NİKAH1 NİYE BİR ALANYASPOR OLMASIN!!??1 NOBEL BENİM HAKKIM HAKKI!!1 Nuh tufanı10 Nur Suresi 30-31. ayetler3 Nuray Mert12 Nurettin Veren2 Nurettin Yıldız3 Nuri Asan1 Nush ile uslanmayanı etmeli tekrir-tekrir ile uslanmayanın hakkı kötektir1 Nükleer1 Nükleer enerji1 Nükleer santral46 Nükleer tehlike1 OFLU HOCALAR OKUMASIN OFSPOR'U1 Ofspor1 OFSPOR NEREDE İSE GALATASARAY'I ELİYORDU1 OGG1 OKAN BURUK İLE GALATASARAY ARTIK KORKUTUYOR1 OKAN BURUK1 Okan Buruk 5 kez üst üste maç kazanarak Galatasaray'ı 17.kez Şampiyonlar Ligi'nde1 OKAN BURUK ANTALYASPOR'A BURUKLUK YAŞATTI..FUTBOLUMUZU OLİGARKLAR VE 7 BÖLGELİ LİG ÖNERİSİ1 OKAN BURUK REKORLARA DOYMUYOR1 OKAN BURUK VE ÖĞRENCİLERİ İLLE DE ICARDI SÜPER LİG'İ YIKARDI VE DE YIKTI DA!! FB'Yİ GS'İN DEPLASMANDA 3-0 YENMESİ AYRİ BİR HARİKA1 Okan Buruk'u istemeyenlere kötü haber1 Okan Emre'yi 7 bitirdi1 Okan içerde sinmiş Danimarkalıları üzdü1 Oktay Ekinci4 Okumak1 Ola1 Oligark15 One Munite6 OnPunto1 Opsiyon1 Orantısız yağdanlıklar1 ORDAN BURDAN PARDON MARDON..1 Orduspor1 Orhan Gencebay1 ORHAN PAMUK MU YOKSA ATATÜRK MU AĞIR GELİR1 Osama1 Osmanlı11 Osmanlı yönetimi6 Oturarak çalışmak1 Oturuş ergonomi1 Oy depoları1 OYUN VE KOYUN1 OZAN KABAK1 Öğrenilmiş çaresizlik1 Öğretmen27 Ölüm4 ÖLÜM GERÇEKTEN ADIN KALLEŞ1 Ömer Çelakıl2 Ömer Dinçer2 Önerim var15 ÖSO1 Öteki dünya önlemleri1 ÖYLE BİR KALECİ Kİ ICARDİ'YE BİLE GOL ATTIRMADI1 Özel istihdam büroları1 Özelleştirme40 Özer Akdemir1 Özgün çalışma11 Özgür düşünce53 ÖZGÜR ÖZEL SİYASET OYUNLARINI BİLENLERİN SİYASİ TİMSAHLARIN OLDUĞU HAVUZA İTİLENDİR1 Özhan Canaydın1 PageRank1 Papazın bağı nereden geliyor?1 PARTİLİ CUMHURBAŞKANI SÖZÜ DOĞRU DEĞİL1 Patalojik sorun1 PDY5 Pearl Harbor3 Pedofili1 PEHLİVANLARA ÖDÜL FİLENİN SOLTANLARINA LGBT1 PELE1 Pelikan1 Pelin Çift1 Pers1 Petek ısınma sorunu1 PETROL VE FUTBOL1 Peygamberler1 Pherma-sharp1 Pınar Selek1 Pierre Loti1 Pierre Webo1 Pisa Kulesi1 Pisagor4 Piyangolar1 Plansız yapılaşma1 Polo Dayı1 POLONEZKÖY1 Portekiz gezi1 Portekiz gezisi8 Porto1 Poşet meselesi4 PROF. ATAÇ BAYKAL1 Prof.Dr. Bülent Arı2 Prof.Dr. Ioanna Kuçuradi1 PROJE1 Pukiya1 Rant14 Rantsal dönüşüm5 Raşa1 Recep Yazıcıoğlu1 Referandum9 Reglaj ayarı1 Reina saldırısı1 Rejim1 Rektör Melih Bulu1 Reptilian1 RES16 Reşat Nuri Güntekin1 Reyting kaygısı2 Rıdvan Dilmen14 Rıza Sarraf6 Ribery1 Richard Feynmann1 RİZE ARTVİN HAVAALANI ARTVİN İÇİN HAVA RİZE İÇİN ALAN1 Rize felaketi3 Rizespor katledildi1 ROK2 Romantik bir hafta sonu1 Rothschild1 Rus bakışı1 Rus büyükelçisi vuruldu2 Rus uçağı düşürülmesi1 Rüyam1 SABRIN SABRINI TAŞIRAN SABIR SABIR OLMAKTAN ÇIKAR TESLİMİYETE DÖNÜŞÜR1 SACHA BOEY1 Safranbolu gezisi1 Sağlıksız kent politikaları1 SAHA İÇİNDE KAZANAN GALATASARAY SAHA DIŞINDAKİ OYUNLARA ASLA KULAK VERMEMELİ1 Sahte fatura1 Salgın hastalıklar1 Salgınlar2 Sami Karaören3 Samsun 19 Mayıs Lisesi29 SAMSUN ŞAMPİYONLUĞU HAK EDEN BİR KENT1 Samsun'un tarihi 19 mayıs 19191 Samsunspor157 SAMSUNSPOR AMBLEMİ1 SAMSUNSPOR BAŞKANI TAKIM YERİNE FUTBOLCU ALMALI!!!1 SAMSUNSPOR İYİ GİDİYOR HÜSEYİN EROĞLU İLE1 Samsunspor morard1 SAMSUNSPOR SEMT İ KUTSAL EYÜP TAKIMI EYÜPSPOR U PERİŞAN ETTİ. SAMSUNSPOR UN ÇALIŞTIRICIS HÜSEYİN EROĞLU1 SAMSUNSPOR SİVAS'TA İYİ BAŞLADI1 Samsunspor'u birileri aşağı çekiyor1 SAMSUNSPOR'UN 14 MAÇI1 Samsunspor'un armasına saldırmak1 SANIK SANDALYESİNE OTURTULMASI GEREKEN 20 YIL İKTİDARDA OLAN MUKTEDİRDİR1 Sansür16 Sapadere kanyonu1 Sapıklıkla suçlamak1 Saray darbesi1 SARAYDAN TABLO KAÇIRMAK1 Sarı inek2 sarı saçından güç alan Icardi attı üç puan geldi1 Sarp1 Sayısal Oyunlar4 Seçim hile1 SEÇİM HİLELERİNİN ANATOMİSİ1 Seçimlerde hile24 SEÇİN YAZMACA BUNLAR1 Seçmen profili1 SEÇSİS1 SED1 Sedat Peker11 SEFEROVİÇ1 Selahattin Demirtaş1 Selin Sayek Böke3 SEO-SERP1 SERGEN YALÇIN1 Sergio Oliveira1 Serhıy Perkhun1 SERİ FARKLI YENİLGİLER1 Seslendiklerim1 Sevgililer günü2 sevr anlaşması1 Seyduna21531 Seyit onbaşı1 Sezen Aksu8 Sırt ağrısı1 side1 SİDERAYEPE3 Sidere29 SİDERE DERE ISLAHI İÇİN ANROŞMAN ÖNERİSİ1 SİDERE NİN ALTINI ÜSTÜNE GETİRMEK Mİ İSTENİYOR? SİDERE'DE ALTIN1 Sidere vadisi8 SİDERENİN DOĞASINA VE DOĞANINA DOKUNMA!1 SİHA2 Sincan1 Siyanür4 Siyaset meydanı2 Siyaset yapmayın2 Siyaseten katl2 Siyasetin helalleşmesi1 SİYASİ DEPREMDEN YIKIM BEKLEYENLER YIKILDI1 SİYASİ KARAKTER YOK İSE..1 Siyasi rant aracı23 siyasi rant otomobilleri1 Siyasi suikast13 Siyasi üstünlük1 Sneijder185 Sol argüman2 SOL SOL İLLEDE TEK ÇATI SOL1 Solcu musun sağcı mı yoksa yağcı mı?! Sol yanlarımızı acıtanlar!!1 SOLDA CHP TEK ÇATI OLMALI1 SOLMAK VE EVRENSEL OLMAK İSTİYORSAN SOL!!!1 Solun tasfiyesi1 Soma katliamı3 Son viraj3 Son yazım-11 Son yazım-21 Son Yazım-31 Soner Yalçın5 Sorumsuz Hayvansever2 Soruyorum163 Sosyal hukuk devleti4 Sosyal patlama risk haritası5 Soytarı31 Spor eleştiri1 Srebrenica katliamı1 Stephen Hawking4 Stratejik önem8 Stres ve alkol3 Su akar Türkler bakar1 Su akar yatağını bulur1 Su debi ayarı1 SU SAVAŞLARI5 Suçlamalara karşı gerçekler1 Sultan Ahmet4 SUPER KUPA DURUŞU SÜPER SOPA İSTİYOR..FENERBAHÇE DEĞİL DE ALİ KOÇ NE YAPMAK İSTİYOR1 Suriye18 Süleymanşah Türbesi2 Sümela manastırı1 SÜPER LİG'E KOŞAN SAMSUNSPORU TUTANA AŞKOLSUN1 Süper loto4 Sürdürülebilirlik3 Sütyen Tarihi1 Şafak Sezer2 Şangay beşlisi1 Şans Oyunları1 Şans Topu3 ŞENOL GÜNEŞ2 ŞEREFSİZ SENSİN1 Şeriat1 Şevket1 ŞEYH BEDRETTİN DESTANINI YAZAN NAZIM HİKMET1 Şeyh Said isyanı1 Şeyhler16 Şiir2 ŞİİR VE ERDOGAN1 Şike101 Şike kronolojisi1 Şili depremi18 Şirince3 şirket yönetimi1 ŞUTBOL2 ŞUTLUYORUM-Futbol706 ŞÜKRİYE TUTKUN TUTUŞU1 Tahir Kıran1 TAKLACAI MERT YANDAŞ'IA ÖVGÜ ICARDI'YA SÖVGÜ HADE BE ORDAN1 Taksim meydan savaşı2 Taliban6 Taliban erkeklerinin bazıları neden yüzünü saklıyor? Makyaj1 Taliban yöneticisi1 TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE DİYEN DENİZLER IŞIKLARA GÖNDERİLİNCE TAM BAĞIMLI TÜRKİYE OLDUK1 Tanju Özcan1 TARAFLILIK CIVIK YAĞDANLIĞA DÖNÜŞTÜ1 Tarık Akan6 Tarifeli uçuş nedir?1 Tarih tekerrürden ibarettir1 Taşeron sistem1 Taşeronluk sözleşmeleri1 Taşımalı eğitim1 Taşımalı siyaset1 Taşkınlar54 TAŞKINLARI FIRSAT BİLEN RANTÇILARIN TAŞKINLIKLARI1 Tekâlif-i milliye nedir?1 TEKBİR DEĞİL YARDIM GETİR1 Tekel1 Tekel işçileri17 Televole kültürü31 Televole yangını1 Tema vakfı5 Tembellik yok üretmek var1 Temel Fransızca4 Temel İspanyolca6 Terim2 TERİM İLE GALATASARAY RESMİ1 Terör9 tevâfuk1 Tevfik Fikret1 TFF4 tff ve mhk1 TFF VE MHK ALİ PALABİYİK'A ASLAN'I DOĞRATTI MI DİYELİM??!!1 TFF VE MHK OLMAYINCA FUTBOL GÜZEL1 TFF-İBB- FUTBOLDAN GEÇİNENLER1 THY1 Tıraş keyfi1 Ticaret-Siyaset-savaş1 Timsah1 Timsah gözyaşları2 TL sembol1 TMMOB72 TOGG1 TOKİ2 TOKİ MOKİ...YOL1 TOPÇU VE VEFAKAR SEYİRCİYİ KUTLARIM..1 Toprak ağası1 Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Yasası1 Torba yasa7 Toryum10 Trabzon Ayasofya1 Trabzonspor10 TRT4 TRT TARİHİ DİZİLERDEN FIRLAMA TUHAF SAÇLI YENİ OSMANLI TİMİ1 TRT VE YANDAŞ KANALLAR SÖZDE İKTİDARIN İCRAATLARINI ANLATAN DİZİLERDE YARIŞIYOR1 TRT=trt1 TSK1 Tuncay Özkan7 Tuncel Kurtiz1 Turgut Özal2 Turist Ömer1 Tutsak lümpen gençler1 Tuzun kokması15 TÜİK2 TÜM ULUSUN YENİ YILINI KUTLARIM1 Tünaydın1 Türban12 Türbanlı polis1 Türbanlı zabıta1 Türk nasıl olunur?1 Türk-kürt faşizmi1 Türkan Saylan3 Türkçe dışındaki dillerde içerik üretmek1 Türkçe Fransızca İspanyolca sözlük1 TÜRKEVİ1 Türkiye başarısızlığı1 Tütün1 Tüzük Kurultayı Manifestom1 Uçurtma aşkı1 Uğur Mumcu23 Ulusal gereklilikler1 ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞININ KAHRAMANLARINI İDEOLOJİLERİNE ENDEKSLEYENLER1 ULUSAL TAKIM1 Ulusal varlık fonu1 Uluslararası iktidar alanı1 UNESCO29 UNESCO dünya mirası listesi1 UnutMADIMAKlımda1 UYARIMDIR5 Uzatmalı Covid1 UZLAŞI DA BARIŞ VARDIR DÖNEKLİKTE İNKAR VE İHANET..1 Uzun covid nedir?1 Üç fidan4 ÜKEM FUTBOLU KAFASINDA PATLAYAN SOPA1 Ülkenin ticarethane gibi yönetilmesi1 Ümit kocasakal1 Ümit Öztürk1 Üniter devlet1 Ürdünlü Ebu Musab Zerkavi1 ÜRKENLER1 Üzerih Garih1 Vedat Dalokay1 Vefat1 Venedik tacirliği1 Viyana1 VPN nedir?1 Washington Post1 Wikileaks2 YA SEV YA TERK ET ANLAYIŞI1 Yaban1 Yabancı durmak1 Yakup Kadri Karaosmanoğlu1 Yalçın Bayer18 Yalnız Kurt1 Yangın1 Yangından önce abant1 YANLIŞLAR İNSANI YALNIZ BIRAKIR1 Yap-işlet modeli1 YAPI DENETİMİ1 YAPI SINIFI1 Yapısal reform1 Yarbay Thomas Edward Lawrence1 Yarı başkanlık1 Yasaklanmış öğrenme fırsatları1 Yaşadıklarım1 YAŞAMDAN KOPRIANLAR YARALILAR DEĞİL YAŞAMDAN KOPARAN HURDA EVLERİN SAYILMASI VE YENİ TALAN YALAN SÜRECİ1 Yaşar Büyükanıt5 Yaşar Nuri Öztürk3 Yaşınılabilir kentler1 Yaşlılık sendromu1 Yatay yapılaşma2 Yatırım fonları1 YAZAN MÜHENDİS YAZIYOR1 YAZAN MÜHENDİS'İN BİRİKEN YAZILARI1 YAZSAN NE OLUYOR Kİ YİNE" BENİM OĞLUM OKUR DÖNER DÖNER OKUR"1 YEBİ YIL YENİ İDEOLOJİ1 Yemeksepeti1 Yeni dünya düzeni12 YENİ MORİNHO MONTELLO MU?1 Yeni proje-Fatih Terim1 YENİ YIL1 YENİ YIL YİNELİKLER DEĞİL YENİLİKLER GETİRSİN1 Yeni yollarda kazalar neden olur?1 Yere Batan Sarnıcı-Milyon taşı1 Yerel yönetimde aday1 YERİN ALTI MADEN EMEKÇİSİNİN YERİN ÜSTÜ MADENCİNİN1 yerli otomobil1 Yeşil sermaye1 Yetenek kazanmak1 Yeter be!1 Yeter söz milletindir1 YGS şifre1 YHT1 Yiğit Bulut1 yok böyle Icardi ve Kerem1 Youtube tüccarları1 Yörükler1 Yumuşak karın1 YUNUS1 YUNUS AKGÜN1 YUNUS AKGÜN VE TERİM1 Yusuf Aslan10 Yusuf Demir1 YÜKSEL ÇORBACIOĞLU CHP ADAY ADAYI1 YÜKSEL YILDIRIM2 Yürüyen virüsler1 Zeki Alasya6 Zeki olmayan ahlaksız1 Zigana Yaylaları1 Zirveye giden yol1 Ziya Gökalp1 Zorba1 Zorbay1 zorunlu organlar1 Zülfü Livaneli6
Daha fazla göster

1829 Adet Yazı Arşivi

Daha fazla göster

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *