Günaydın arkadaşlar; gecikmiş bir 12 Eylül yazısı ve 12 Eylül faşizminin bana yaşattıklarını kısa öyküsü..
BEN DARBEYE DARBE DEMEM 12 EYLÜL GİBİ OLMAYINCA.. SOLDAKİ HERKESİN BİR 12 EYLÜL’Ü VAR DURUR İÇERİSİNDE EVREN’İN NU RESİMLERİNİ ASMAYIP BESLEYELİM Mİ?
Darbe dedin mi; 12 Eylül 1980 darbesi gibi olmalı!!
Ne o; Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları esir alınmış, tüm birimlerine girilmiş ve de ardından teslim olunmuş.. Kurgu kokulu 15-16 Temmuz 2016 darbe kalkışmasına ben darbe demem, darbe 12 Eylül olmayınca… Darbeyi de örseledik..
Darbeyi aslında ‘savcısıyım diyerek’; 12 Haziran 2007 (Ergenekon), 20 Ocak 2010’da Balyoz operasyonlarıyla örselemeye başladık.
Ergenekon davasında CHP lideri Deniz Baykal’ın kendisine savcı yakıştırmasında bulunduğunu hatırlatıldığında, ne demişti Erdoğan Başbakan?
Aynen şunu demişti: “Millet adına hakkı aramanın hakkı savunmanın gayreti içindeyiz, eğer bu anlamda savcılık ise evet savcıyım(16 Temmuz 2008)”
Ve sonunda Ergenekon ve Balyoz’a ve benzerlerine kumpas dedi. Dahası; paralel devlet dedi kendi paralelliklerini unutarak..
İşte böylece gerçek darbeciler varken (12 Eylül), Ergenekon ve Balyozcular vb içerikte darbeciler yarattık. Ve sonra dönüp “Meğer FETÖ kumpasıymış” diyebildik.
İyi de, süreç içinde nur topu kabul edilen on yedi darbemizin de kumpas olmadığının garantisini kim verecek?
Her şeyi FETÖ darbesine bağladık. Var olan tüm kötülüklerin panzehiri Kominizim, yerini FETÖ’ya bıraktı.. Allah razı olsun; FETÖ Komünizmi akladı..
- 27 Mayıs 2013 Gezi Halk harekatını FETÖ yaptı..
- 17/25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonunu FETÖ Yaptı..
- 15-16 Temmuz 2016 Darbesini FETÖ Yaptı..
- Ve son olarak; 24 Eylül 2016 Moody’s’in not indirimi kararı ile Türkiye’yi yatırım yapılamaz ülke sınıfına sokmayı FETÖ yaptı..
İyi de ben ne yaptım?
Ne yapacağım; alnı secdeye vardıkları için üzerlerine varmadım. Ne istedilerse verdim.. Şimdi herkesi tutukluyorum. En sonunda kendim de teslim olacağım.
Biz darbeler darbesine gelelim darbeler gelmemek için..
Aşağıdaki yazı; 2013 12 Eylül’ü için yazmış ve depolamışım. Unuttuğumu depoyu karıştırıken karşıma çıkınca anladım ve güncelleyerek servis etmeye karar verdim.. Yani gecikmiş 12 Eylül yazısı..
12 Eylül darbesi ve 3 Kasım 2002 dayatması arasındaki fark: Gerçekleri, üst başlık ve alt başlıklarla ’12 Eylül ve 28 Şubatı’ bir bütün olarak anlatmaya çalışacağım:
12 Eylül’ün bir darbe olmadığını kim söyleyebilir ki?
Kimse söyleyemez. Fakat, söylenmeyen bir gerçek var ki, o da 3 Kasım 2002 iktidarının bir dayatma olduğudur. Evet, kurgusal bir dayatma. Bunu bütünleyen gerçek de; 12 Eylül cuntasına ve liderine dua edenlerin varlığıdır. Bir diğer gerçek de, 12 Eylül ive 28 Şubat 1997 tanklı darbe ile haksızlığa uğradığını (Arapça, mağdur) söyleyen siyasal erkin, aksine, her iki süreçle beslendiğidir.
İşte onlar bugün çıkıp, 12 Eylül ve 28 Şubat’tan hesap sormaları gerekirken, her 2 olguya şükranlarını ve dualarını gönderiyorlar. Darbeciler ortada iken, darbeci yaratıp 15 senedir demokrasi için kendilerini zorlayan ve suskun kalan askerlerin tepesine Balyoz gibi iniyorlar. Fakat, kamuoyu tepkisi karşısında, istemiyerek de olsa,12 Eylül’ü yargılamaya başlıyorlar. Öyle ki, 12 Eylülcülerin ceza almaları için de, davaya katılacaklarını (Arapçası, müdahil ) bile söylüyorlar. Katıldılar bile.
Yetmedi, 12 Nisan günü; 28 Şubat süreciyle ilgili soruşturmayı başlatarak, 5 kentte toplam 31 adreste eşzamanlı aramalar yapıldı. Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir ile 3 emekli tuğgeneral, 19 emekli albay, 2 emekli binbaşı, 2 emekli yüzbaşı ve 4 emekli astsubay hakkında gözaltı kararı verildi. Başbakan bu halkın talebidir diyor.
İyi de, balyoz ve sarıkız benzeri darbe kurguları da mı halkın talebi idi, yoksa karanlığın gülün yüzünün mu?
Sözde darbelerle yüzleşiyorlar. Benim için sorun yok. Hatta, sevindim, eğer samimi iseler, özellikle 28 Şubat darbesiyle yüzleşirken kendi yüzlerini de görecekler, çünkü 28 Şubat’a dua edip şükranlarını iletenlerdi. Hatta, 12 Eylül yüzleşmesinde de, karanlığın gülen yüzünü veya gün gelecek…. göreceklerdir.
Neler duyuyoruz Allah’ım!!! Üst düzey komutanların eşleri örtünmeleri için ikna seansları düzenleniyormuş. Bu da benim için sorun değil, çünkü onlar bu konuda kafalarının içini zaten örtmüşlerdi, eşleri kafalarını örtmüş fark etmez.
Soruyorum; Genel Kurmay neden Anıtkabir ziyaret sayısını veren bilgileri sitesinden kaldırdı? Gelin, tüm ordu düzlemindeki isimleri kaldıralım, Fetullah, İskilipli Atif Hoca, Said-i Norsi vb adlar verelim. T.C bakanları sakallı, neden asker sakal bırakmasın…
12 Eylül’den darbe yiyenler konuşmaya başladı. Sen, ben sıradan bizler ve siyasal aktörler bir şeyler söylüyor. Özellikle ‘Zincirbozan’ sakinleri. Rahşan Ecevit hanımdan ses yok.
İlk konuşan Süleyman Demirel oldu; "Ben Darbeyle Hesabımı Gördüm. Darbe davasına müdahil olmayacağım. Türkiye'de barışı tesis etmek istiyorsanız, bugün adil yargıyı sağlayın. 95 yaşındaki bir adama hesap sorarak sisteme muhalefet edilmez, zamanında sorsaydınız. Benden zor yoluyla aldıkları iktidarı, ben halkın oyuyla geri aldım. Esas olan halkın oyudur, ben hesabımı orada görürüm."
Darbeyle hesap görmek, darbecinin sunduğu demokrasiyi araç olarak kullanarak, iktidar olmak değildir. İktidara geldiğinizde hesap sormanız gerekir. Demirel çelişiyor, çünkü iktidarken hesap zormadı. İşte bu noktada adama sorarlar; “Bu zamanı kullanıp niçin hesap sormadın?”
Doğrudur; Kenan Evren ile Hava Kuvvetleri Komutanı Emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya'nın Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılayarak, dahası; eldeki 2 adet 95’liği yargılayıp 12 Eylül’ün hesabını soramazsınız.
Bu nedenle; AKP’nin başlattığı yargılama sürecini; sanallıktan kurtarıp, ciddi ve inandırıcı bir yargılama sürecine sokmak gerekir.
Demirel’in konuşmasının bir yerinde var olan doğru şu; “Esas olan adil yargıdır. Bugün Türkiye'de barışı tesis etmek istiyorsanız, adil yargıyı sağlayın. Bakın bugün Türkiye'de el atılması gereken haksızlıklar, davalar var, onlara el atın, atabiliyorsanız.”. İşte bu doğruyu işletmek gerekir. Yani, Demirel’in kendisinin de yanaşmadığı doğruyu. Doğrusu neden böyle konuştu, anlayamadım. Nedense ‘Kurtlar vadisi pusu’ senaryosu aklıma geldi..
Sayın Deniz Baykal’ın söylemleri doğru olanı idi; “Sayın Demirel’in söylediği manada ben de meydanlarda hesaplaştım. Zincirbozan’dan çıktım, yasakla mücadele ettim, Meclis’e döndüm, CHP'yi açtım, genel başkan oldum; bu manada evet hesaplaştım ama benim hesaplaşmam sürüyor”
Ben de, 12 Eylül’de haksızlığa uğrayanlardan olmama karşın, davaya katılmayanlardanım. Katılmadım, çünkü benim yaşadıklarım ‘Deve’de kulak’ idi. Yazıyorum, çünkü, 12 Eylül’de ‘ birilerinin dışında’ soldaki herkeslerin bir şeyler yaşadığını anlatacağım. Anlatacağım, çünkü; Soldaki herkesin bir 12 Eylül’ü var durur içerisinde.
Evet, 12 Eylül benim çalışma yaşamımı (memuriyet) bitirdi. “Yol Su Elektrik Genel Müdürlüğünde (YSE)” çalışıyordum. Darbe sonrası; üst düzey görevlere sağcı kimlikleri atadılar, özellikle dindar kimlikleri (yani birilerini). Sürekli suçladılar. Yetmedi; komplolar ile karşı-karşıya bırakıldık. Örneğin, Cunta lideri Doğu Karadeniz’de konuşma yaptığı gün köyleri de içeren büyük ölçekli Türkiye haritasının ‘Doğu Karadeniz’ bölümü kesilerek çıkarıldı.
Suçlu bendim, çünkü Doğu Karadenizli, yani Laz idim. Tam tutuklanırken, haritayı kesen kişi, birinin ihbarı ile bulundu. Eğer kesilen parça üzerinden çıkmasaydı, ben Mamak’ta idim. O kişi sağcı idi ve de sorgulanmadı bile. Beni içeri atamadılar, fakat memuriyetten uzaklaşmama neden oldular. Uzun zaman işsiz kaldım. Özel sektör de iş vermiyordu. Çünkü, memuriyetten uzaklaştırılan kişi tehlikeli idi.
Sevgili Satılmış Kazim Özdemir ile kaldığımız İlkiz sokaktaki bekâr evimizi, Gaziosmanpaşa-Kırlangıç sokağa taşıdık. Ardından, ben Nenehatun’a taşındım. İller Bankası’nda çalışan Kazim kardeşim, köyü Ahıbozan’a döndü. Kısacası sürekli yer değiştiriyorduk. Kazim Afyon’a sürgün edildi ve yolda yaşamını yitirdi. Işıklar içinde yatsın.
Son taşındığım apartmanda oturan ve 12 Eylül öncesi bilerek emekli edilmiş askeri savcı (kurmay Albay) uyardı; ‘eğer yasak yayınların var ise yok et, kesin evin aranır’. Solcuların egemen olduğu böylesi yerler sürekli baskın görüyordu. Bazı arkadaşlar, sağcıların olduğu semtlere kaçmalarına karşın, orda da sağcıların baskısını yaşıyorlardı. Böylelikle, işkencenin farklı boyutlarıyla dışarıda içeriyi yaşıyorduk.
Uyarı sonrası, KSD’nin tüm yayınlarını kalorifer kazanında yaktım. Yanımdaki arkadaşımı memleketine gönderdim, ben de yakın bir köye gittim. Birkaç gün sonra döndüğümde, kapıyı açamadım. Apartman görevlisi geldi , bir anahtar uzattı; ‘birileri kapıyı kırarak içeri girmiş, ben görmedim, eşyaların dağınıktı, kilidi değiştirdim..’ diyerek . İçeri girdim, tüm koliler darmadağın idi. Her şey yerlere saçılmıştı. Masanın üzerinde sadece, Türkçe Kur’an ve Atatürk’ün Nutku vardı. Arkadaşıma, korkmaması için durumu anlatamadım. Eğer KSD yayınları yakalansa idi, kesin evim karargâha döner, kurdurttukları gizli örgütü onaylamam için, aylarca Mamak işkencesindeki payımı verirlerdi.
Şans bu, devrimci olamadık (kesin bu sözüm gerçek devrimciler için değil, İçerden çıktıktan sonra, kapitallerine kapital katarken ve sınırsız, kuralsız demokrasi avcılıklarıyla bugünün siyasi erkini teorize ederken, hala devrimciyim diye böbürlenenleredir)
Demem o ki, 12 Eylül cuntası, Türkiye’deki tüm solculara kan kusturdu, mağdur etti. Sokaklarda ‘in ile cin’ muhbirlerle dans ediyordu. Fakat, o güne dek hiç denecek kadar cemaati olan Camiler, her geçen gün artış kaydediyordu. Sanki, askeri kışla cemaati ile, Cami avlusu cemaati arasında bir iletişim kurulmuştu.
İşte 12 Eylül’ün bilançosu:
“650 bin kişi gözaltına alındı-1 milyon 683 bin kişi fişlendi-Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı-7 bin kişi için idam cezası istendi-517 kişiye idam cezası verildi-Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si asıldı
(18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1’i Asala militanı)
- İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi
- -71 bin kişi TCK’nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı
- -98 bin 404 kişi “örgüt üyesi olmak” suçundan yargılandı
- -388 bin kişiye pasaport verilmedi
- -30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı
- -14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı
- -30 bin kişi “siyasi mülteci” olarak yurtdışına gitti
- -300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü
- -171 kişinin “işkenceden öldüğü” belgelendi
- -937 film “sakıncalı” bulunduğu için yasaklandı.
- 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu
- -3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi
- -400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi
- -Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi
- -31 gazeteci cezaevine girdi-300 gazeteci saldırıya uğradı-3 gazeteci silahla öldürüldü
- -Gazeteler 300 gün yayın yapamadı
- -13 büyük gazete için 303 dava açıldı
- -39 ton gazete ve dergi imha edildi
- -Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi
- -144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü
- -14 kişi açlık grevinde öldü
- -16 kişi “kaçarken” vuruldu.
- 95 kişi “çatışmada” öldü
- -73 kişiye “doğal ölüm raporu” verildi
- - 43 kişinin “intihar ettiği” bildirildi.”
Peki, kürenin efendileri 12 Eylül 1980 faşist darbesi için neler söylediler?
16 Eylül 1980 Salı günkü Hürriyet gazetesinden kestiğim (Fr. Kupür) “Dünya Bizi Konuşuyor” başlıklı haber in arka sayfasında Yılmaz Köksal’ın ağabeyi Yücel Köksal’ın yazıp çizdiği “Özlenen Sevgi”adlı çizgi romanı var.
Birileri “Özlenen Türkiye” umuduyla 12 Eylül’e sıcak baktığı bir gerçekti.
Batı ise, iki yüzlü politikasıyla bütün bakışını söyle sıralamış: “Türkiye’deki gelişmelere geniş yer ayırmaya devam eden Batıl Alman basını, seçimlerin belirsiz bir tarihe ertelenmesini ‘Demokrasiye geçişte önemli bir gecikme’ olarak niteledi…. Batı Alman basını, Belçikanın çekilmesine karşın Türkiye’deki NATO manevralarının devam edeceğini, NATO konseyi’nin askeri müdahaleden sonra durumu görüşerek buna kesin karar verdiğini bildirdi. (Nato’nun ve Batının 12 Eylül darbesinden haberdar olduğunun göstergesi)
Batı Almanya’nın önde gelen dergilerinden Der Spiegel ise, Türkiye’deki askeri müdahaleyi kapağına taşıyarak, ikinci konu olarak işledi ve Türkiye’deki müdahalenin Bolevyadakı ya da Güney Kore’deki müdahalelerle hiçbir benzerlek taşımadığını belirtti…
Dergi, ‘Övün, Güven, Çalış’ başlıklı yazısında Türk Ordusu’nun Atatürk’ün yolunda olduğunu belirterek ordunun ‘Atatürk’ün devletini kurtarmak zorunda kaldığını’ söyledi…Türkiye’ye geniş yer ayıran dergi, Erbakan’ın Atatürk reformlarını ‘iyice kemirdiğini’, bunun sonucu olarak Hümeyni taraftarlarının ortaya çıktığını öne sürdü. Dergi Türkiye’de Turancılık akımının da güçlendiğini belirtti. (Aynı batı, bugünlerde orduya neler yapıldığını, Atatürk’ün reformlarının nasıl kemirildiğini, İran halkı bize koşmaya çalışırken, bizim halkımızın İran’a koşturulduğunu gözlemliyor mu? Gözlemlemiyor ve umurunda da değil. O zaman batının Atatürk’ün devletini ve ordusunu umursadığı söylenemez)…
Adnan Menderes’in bir resmine yer veren ve eski başbakanın idam edildiğini bildiren dergi, ‘Ecevit ile Demirel kişisel düşmanlıkları yüzünden el ele verip ülkeyi kurtaramadılar,’ dedi. (Ecevit ve Demirel’i asın önerisini çağrıştırmıyor değil)…
Franfurter Allegemeine Gazetesi ise manşetten verdiği haberinde Türk Ordusu’nun Nato’ya ve Batıya bağlı olduğunu (Ona ne şüphe. Bağlı değil bağımlı) bildirdi. Gazete komutanların ekonomik açıdan da batı’ya güvence vermek eğiliminde olduğu ve bu amaçla hem Turgut Özal ile hem de diğer teknokratlarla görüştüklerini belirtti. (Türkiye’nin sivilleşmesini resmen batı projelendirdiğinin yansıması)…
Amerikan’ın önde gelen gazetelerinden Washington Post ise, Türk ordusunu överek, ‘Türkiye bir Güney Amerika Cumhuriyeti i değildir. Türk generalleri de hileci, faşist Yunan albayları değildir,’ dedi. ‘Atatürk’ün çizdiği yolda ilerleyen Türk Ordu’su politikaya karışmaz, orduda bölünmeye meydan vermez ve şöhretine gölge getirmemeye dikkat eder’ diyen gazete, ordunun 1960 ve 1971 hareketlerinden sonra yönetimi silerle terk ettiğini hatırlattı…
Askerlerin, durum ‘acil’ olduğu için harekete geçtiğini belirten gazete, ‘Türke politik liderlerin güç ekonomik ve sosyal şartlara rağmen demokrasiyi yürütmeye çalıştığı ve askerin kendisine leke gelmemesine dikkat etiği bir ülkedir’ dedi….
Gazete; ‘Son yıllarda Türkler Amerika’da popüler olamadılar. Kıbrıs konusundaki inatları da Amerika’daki Yunan lobisinin ekmeğine yağ sürdü. Fakat bu konuda anlayışlı olmak gerekir. Hiç olmazsa Kıbrıs sorunun Atina’daki albaylar cuntası yüzünden çıktığını kabul etmek lazım.’ Dedi…
Amerika’nın Türkiye’ye, Sovyetlerin yayılmasını engellemek ve demokrasiyi desteklemek için yardım ettiğini bildiren gazete, ‘Ancak Ankara’daki son durum bu nedenlerden ikincisini zedeliyor. Bu durum kaygılara yol açıyor’ dedi….
İngiltere’nin en etkin gazetelerinden The Times ise, ‘General Evren, diktatörlük ihtirası taşımayan bir insandır. Türk halkı, yeni liderlerinin ne zaman seçim kanununu ve anayasayı hazırlayıp yönetimi sivillere devredeceği merakla bekliyor’ diyen gazete, Ecevit ve Demirel’in uzun süre tutuklu bulunmalarının sakıncalı olduğunu belirtti. The Times siyasi tutukluların bir an önce serbest bırakılmalarını istedi….
Türkiye’nin askeri yöneticilerinin batı yanlısı olduğunu ve NATO’yu desteklediklerini belirten gazete, ‘NATO’yu seçimle işbaşına gemlememiş askeri bir yönetimi, ancam bu yönetim baskıcı metodlardan kaçınır ve sivil yönetime geçmek için çaba harcarsa kendi içinde barındırabilir,’ dedi…. Bağımsız Financial Times gazetesi ise, Atatürk’ten bu yana Türk Ordusu’nun Türk Devleti’nin dayanağı olduğunu belirterek, 'Batı Dünyası, askerlerin Türkiye’nin anayasal düzene geçebileceği bir ortamı yaratıp yaratmayacağını merakla bekliyor’ dedi.
1971-73 yılları arasındaki askeri yönetim sırasında politik tutuklulara işkence yapıldığı yolundaki iddiaların yaygınlaştığını hatırlatan gazete, ‘Askeri yönetim, anayasal düzene geçmek için fazla gecikmemelidir,’ dedi… Demokratik gazetesi ise 22 siyasal tutuklunun siyasi cinayetlere karıştıkları için yakında idam edileceklerini öne sürdü….
Belçika’nın önde gelen gazetelerinden La Cite ise, ‘Türk Ordusu’nun iktidarda kalma eğiliminde olmadığı bir gerçek. Orgeneral Evren, demokrasiye içten bağlı bir insan’ dedi. Gazete, ‘Ancak sol sendikaların faaliyetleri durdurulurken, sağ sendikaların faaliyetlerini sürdürmesine izin verilmesi, demokrasi uygulamasında iyi bir başlangıç sayılmaz,’ dedi. İyi demiş, çünkü 12 Eylül 1980 faşist darbesi solu bitirdi, sağı ve özellikle siyasal İslam’ın önün açtı.
Evet; Söylendiği ve görüldüğü gibi; 12 Eylül’ün amacı; solu bitirmekti. Asla, Demirel’e karşı yapılmadı. Ecevit ile büyüyen Sol’a darbe indirmekti. Uluslar arası finans kuruluşlarının (İMF-Dünya Bankası) önünü açmaktı. Emek örgütlerini bitirmekti. Kitapları yakmaktı. Düşün ve yazın özgürlüğünü kaldırmak için yazarları ve gazetecileri içeri tıkmaktı.
27 Mayıs Anayasası ile gelen çağdaş hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaktı. Kendisine destek veren, gizliden gizliye siyasal İslam’ı kurgulamak olan dinden geçinenlerin önünü açmaktı. (Bunlar için, Anayasaya din dersi zorunluluğu kondu. Hatta; Suudi Arabistan kökenli bir vakfın (Rabita) Türk imamlarına maaş ödemesine izin verilmişti).
Bu nedenle, siyasal erkin; 12 Eylül 2010 referandumu ile işletilmeye başladığı 12 Eylül 1980 yargılamasını samimi bulmuyorum. Doğrusu inandırıcı olduklarını düşünmüyorum. Olsalardı, 12 Eylül sürecindeki CIA rolü ve kontrgerillanın etkisinin araştırılması iddianamede dikkate alınırdı.
Hayatta kalan Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya paşaları Ankara 12. Ağır Ceza Mahkeme salonuna getirirlerdi ve de tutuklanma talepleri mahkemece reddedilmezdi. Ama, Ergenekon ve Balyoz vd benzer operasyonlarla görevde olan veya yeni emekli olmuş paşalarla birlikte, 365 sanığın 166’sini Silivri toplama kampında sorgusuz susalsız içeri atabilmektedirler.
Düşünün, tutuklu tutuksuz toplam 365 sanal darbeci sanık için 20 yıl hapis isterken, 12 Eylül’ün gerçek darbeciler için daha hiçbir şey istemiş değilller.
20 yıl hapis isteminin kanıtı ne biliyor musunuz?
Sahteliği yerli ve yabancı bilirkişilerce kanıtlanan CD’ler. Ve bu CD’leri mahkeme kendi saptayacağı bilirkişilere tekrar incelettirecek.
İşin öfkelendiren yanı; “Balyoz darbe planıyla ilgili belge ve bilgi olmadığını” söyleyen Zamanın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın mahkemede tanık olarak dinlenmemeleri.
Mantıki, hukuki ve siyasi süreç gerçekleriyle işletilir ise, tarihi hesaplaşma o zaman gerçekleşecektir.
12 Eylül darbecilerin göstermelik yargılanmaları ve balyoz hareketiyle yaratılan sanal darbecilerin yargılamalarındaki amacı, farklı bir yaklaşımla betimlemek gerekir.
Amacın özünü, AKP’nin tayyare gibi yükselttiği Tayyar’ın Twitter'ınde yakalıyorsunuz: Şamil Tayyar Twitter'da "12 Eylül davası başladı . Darbenin dayanağı sayılan TSK İç Hizmet Kanunu'nun meşhur 35. maddesini de kaldırıyoruz."diye yazdı.
"Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır." şeklindeki TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. Maddesi, Tayyar’ın verdiği kanun teklifi ile "Silahlı Kuvvetlerin vazifesi Türk yurdunu korumaktır" şeklinde değiştiriliyor. AKP yönetimi de bu yönde verilen kanun teklifi üzerinde çalışma başlatmış.
- İyi de, asker vatanı korudu, T.C’yi kim koruyacak?
- TC’ye karşı olan T.C’yi korur mu?
Peynir hırsızına peynir emanet etmek bu olsa gerek.
Yeni ideoloji, eski ideolojinin karalanmasıyla yaşam bulur. Birileri için eski ideoloji, Atatürk’ün arkadaşları ve Anadolu insanıyla kurduğu Laik Demokratik Cumhuriyet’tir. Bu yapının, temel taşları; CHP, Ordu ve Atatürk’ün kişiliğine ve onun yarattığı Evrensel felsefesine sevgidir.
12 Eylül 1980 sonrası bu ‘3 olguyu’ yıpratılmaya başlandı. Özellikle 12 Eylül ile bunun altyapı taşları döşendi, 28 Şubat 1997’de yüründü ve 3 Kasım 2002’den sonra da koşulmaya başlandı.
Son zamanlardaki CHP, ille de Ordunun üzerine gitmeler bunun temel göstergeleri. 14-15 Nisan 2007 ‘Cumhuriyet Mitinglerini’ darbecilerin provası diye gösterilmesinin özünde bu karalamalar yatıyor.
Turgut Özakman’ın “Çılgın Türkler” yapıtı, çılgınca sattı. Aynı ön adla yayınladığı belge-roman’ın adı; “Çılgın Türkler-Kıbrıs”. Kitabın iç kapağına şunları yazmışım; “‘Çılgın’ olan sadece Türkler değil, ‘Anadolu İnsanı’, Türkü, Tatarı, Lazı, Kürdü, Gürcüsü, Boşnakı, Çerkezi, Arabı, Romanı, kısacası yaşayan tüm etnik yapısı. Atatürk bu yapıyı; bir bütün haline getirip ‘Ulus’ yarattı. İşte bu ulus, dünyada ilk kez batı emperyalizmine ve onun işbirlikçisi hilafet yanlılarına tokat atarak yenilgi tattırdı.
Bu, “Kurtuluş Savaşı”’nı veren ulus’un adını ‘Çılgın Türkler’ diye tanımlayabiliriz, fakat gerçek betimlediğimdir. İşte bu emperyalist batı ve onun işbirlikçisi içerdekiler, bugün bu ‘Çılgın Ulus’tan intikam almak için, Atatürk’ün asker ve sivil arkadaşlarıyla yarattığı, kurumsallaştırdığı ‘Laik Demokratik Cumhuriyet’i yıkmanın savaşını veriyorlar.
12 Eylül ve 3 Kasım 2002’nin karşılaştırılması: 12 Eylül’de, yazılan kitaplar yargılandı, bu dönem
yazılmayan kitaplar.
- -- 12 Eylül’de cuntanın egemenliği vardı, bu dönem yürütmenin.
- -- 12 Eylül’de gazetecilere köşe kapatılmadı, bu dönem gazetecilere hem köşe kapatıldı, hem gazeteciler içeri kapatıldı.
- -- 12 Eylül’de %10 barajı, YÖK, RTÜK, MGK ve Özel Yetkili Mahkeme vardı, bu dönemde de.
- -- 12 Eylül’de örtülü ödenek harcamaları yoktu, bugün örtülü ödenek harcamaları alabildiğine yoğunlaştı.
- -- 12 Eylül’de, solcu aydın, gazeteci, yazar, çizer baskı gördü, bugün aynı kesimlere baskı fazlasıyla sürüyor.
- -- 12 Eylül’de din eğitimi zorunlu kılındı ve imam hatiplerin önü açıldı, bu dönem, 4+4+4 yasasıyla, okullara Kur’an dili Arapça konarak tüm okullar İmam Hatipleştirildi(nin) önü açıldı.
Öyle ki, bakın siz İmam hatiplerin kapatılmasını istiyordunuz, biz Kur’an dersini diğer okullara da getirerek, insanlar artık dini eğitim için çocuklarını İHL’lere göndermeyecek aldatmacasını ileri sürerek.
Bu farksızlıkları çoğaltabiliriz… Kimse çıkıp AKP asla 28 Şubat’tan faydalanmadı diyemez.
“12 Eylül siyasal İslami da hoş görmedi, salt Türk-İslam sentezi ideolojisinin önünü açtı, AKP 12 Eylül’ün ürünü değil, 12 Eylül günü rahatladık” diyenlere soruyorum;
- F. Gülen, neden Erbakan’ı istifaya çağırdı? 28 Şubatçılara dua eden kim?
- Adeta, küresel efendinin Truva atı gibi, Okyanus ötesinde yan gelerek 12 Eylül’e güzellemeler yapan, 28 Şubat’ın sevap olduğun söyleyen kim?
- Refah Yol hükümetinin yıkılması için Cemil Çiçek verilen gensoruya lehte oy kullandı mı?
- Şimdi AKP’li olan Salih Memecan ,Erbakan’ı aşağılayan karikatürler çizdi mi?
- AKP iktidara gelir gelmez, neden milli gömleği çıkardık söyleminde bulundu?
- Süreç içinde işletilmeye başlanan ‘Ilımlı İslam’ projesi, kimlerin projesi?
- Recep Tayyip Erdoğan’ın; 12 Aralık 1997 tarihinde Siirt'te bir miting esnasında okuduğu “Minareler Süngü Kubbeler Miğfer” şiiri nedeniyle, 4 ay hapse mahkum edilmesi, böylesi projeler kurgusallığının başlangıcı mi?
- Siyasal erkin teorisyenleri; Hasan Cemal, Ali Bayramoğlu, Mehmet-Ahmet Altanlar, Yasemin Çongar, Ergun Babahan ve de Oral Çalışlar, Erbakan’a bayrak açmadı mı?
- Tüm bunları içeren son sorular: “Siyasal İslam ile Türk-İslam sentezi arasındaki farkı kim tanımlayabilir?
- Nasıl ki, kapitalizmin üst aşaması Emperyalizmdir, Siyasal İslam’ın da üst aşaması, Türk-İslam sentezi değil midir?
- Bugün , kendilerine ‘yeni muhafazakar’ diyen siyasal erkin politikası bu değil mi?”
- Bu gerçekler dururken, birileri hala, türban özgür bırakılsın derken, türbanın İlkokul seviyesine indirildiğini görmüyorlar mı?
- Nasıl görsün ki, onlar için Laiklik tehlikede değil. Bunlar ne zaman algılayacaklar ve de halka da algılatacaklar; dine karşı olmakla, yobazlığa karşı olmanın ayrı olgular olduğunu?
Ve yapılmak istenenin yobazlığa karşı savaş vermek olduğunu.
Teknopolitikalar platformu
evesbere@gmail.com
0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder