AKP’NİN DEĞİŞİM POLİTİKALARINI GÖRMEMEK
AKP’nin 12 Haziran 2011 günkü genel seçimi dikkat çeken bir oranla (% 49.91) alması, başta benim ve birileri için ezici bir çoğunluk eziyet (Arapçası; kahir ekseriyet) olduğunu söylemek isterim. Ne olursa olsun, nasıl olmuşsa olsun bu % 49.91 için AKP’yi ve Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı kutluyorum.
Öncelikle şunu belirteyim; AKP’yi bazı konularda sorgulayabilirsiniz; fakat asla 12 Haziran 2011 günkü seçim başarısını yadsıyamazsınız. Türkiye’mde 2 kişiden 1’nin oyunu almış bir AKP başarısı vardır ve bunun nasıl olduğunu sorgulamazdan önce alkışlanması gerektiğini düşünüyorum. Sorgulamak bizi aşar (Arapçası, haddimize düşmez), fakat bir iki eleştiride bulunmamak da, evrensel düşün özgürlüğümüze gem vurmak olacağı için, bir veya birkaç olguya değineceğim:
Yoksulluğun ve işsizliğin artığı ülkemde, yoksul ve işsizin büyük çoğunluğu… Doğrusu; ülkemdeki iki kişiden biri AKP’ye oy veriyor ise ben aşağıdaki yazıyı yazmak zorundayım; çünkü yazmanın dışında bir şey yapamıyorum. Bunun nedeni de; muhalefette, ne de etkin bir yerde görevimin olmayışıdır. Anlayacağınız, benim adım Hıdır….. Fillerin yetiştirilmesindeki yöntem; küçükken kalın bir zincirle kazığa bağlamaktır.
Çünkü yavru filin o zinciri koparabilmesi, kırabilmesi ya da kazığı söküp atabilmesi olası değildir. Yavru önceleri bundan kurtulmak için tüm gücüyle uğraşır, defalarca dener ama sonucu değiştiremez, özgürlüğüne kavuşamaz. Yıllar geçer, fil devasa bir fiziğe sahip olur. Fakat yine zincire bağlıdır. O devasa fiziğiyle sahip olduğu devasa gücüyle bağlı olduğu zinciri rahatlıkla kırabilir. Ama fil asla böyle bir girişimde bulunmaz. O özgür olamayacağına inanmıştır, artık kırılamayan şey, filin zinciri değil inancıdır.
Buna psikolojide “öğretilmiş çaresizlik” deniyor. Seçmenin bu seçimdeki duruşu; “Öğrenilmiş çaresizlik midir?” Yukarıdaki fil öyküsü “öğrenilmiş çaresizlik” kavramının ciddiyetini ve toplumdaki yansımalarını gösterir. Bu aynı zamanda, korku ve teslimiyet kültürünün insan yaşamındaki görüntüsüdür. Günümüz dünyasında yazılı ve görsel basın aracılığıyla insanların güçsüzlüğü ve acizliği sürekli tetiklenmektedir.
Bu nedenle, yoksulluğunu kırmak, ekonomik, sosyal ve kültürel özgürlüğünü için savaşa girecek insan, özellikle günümüz Türkiye’sinde şiddetin yanında ‘ayni ve nakdi seçim yardımlarıyla’ öylesine durdurulmaktadır ki, diğer kitleleri edilgenleştirerek suskunluğunu yoğunlaştırmakta, hatta özgürlük eylemlerine karşıt duruş sergileyerek düşmanca tavır bile alabilmektedir.
Tüm bunlar günümüzdeki “Susma, sustukça sıra sana gelecek” sloganında net olarak ortaya konmaktadır. Ekonomik, sosyal ve kültürel özgürlüğü için verdikleri eylemlerden dolayı acı çeken insanların, yaşadıkları acılara karşın bu acılardan dolayı özgürlük mücadelesinden kaçmış olmalarını anlaşılır bir durum olarak göremeyiz. Görmemeliyiz…
Görmemizin zorunlu olduğunu; acı çekmediği için suskun kalan ve sonrası acı çekmeye bile zamanının kalmadığını anlayan Alman rahip Martin Niemöller’in (1892-1984) şu söyledikleri bize somut olarak sunuyor; “Naziler önce komünistler için geldiler, bir şey demedim çünkü komünist değildim. sonra yahudiler için geldiler ve bir şey demedim çünkü yahudi değildim. sonra sendikacılar için geldiler ve bir şey demedim çünkü sendikacı değildim. sonra katolikler için geldiler ve bir şey demedim çünkü katolik değildim. ve sonra benim için geldiklerinde ise çevremde benim için bir şeyler diyecek kimse kalmamıştı.” İnsanımızın yükü, her bağlamda artmasına karşın, suskunluğu ve teslimiyeti de aynı oranda arttı…
12 Haziran’da önüne konan sandık ile, bu duyarsızlığını kırar sandık; aksine duruşuyla usandık… Adamın bir buzağısı varmış. Bu buzağıyı her sabah kucağına alıp severmiş. Buzağı büyümüş, inek olmuş. İneği de buzağı gibi kucağına alıp sevmeyi sürdürmüş. Çünkü Adam buzağının inek olduğunu(yükünün artığını) fark etmemiş. Bu öyküyü duymuştum, hatta mitolojik söylenceye göre Zeus’un oğlu Herkül’ün ‘her sabah bir Tay’ı kaldırarak güç çalışması yaptığı, Tay’ı At olunca da kaldırarak gücüne güç kattığını’ da…
Ama buzağıyı kucağına alan adamın ünlü matematikçi ve filozof Blaise Pascal (1632-62) olduğunu duymamıştım. Önemli değil, Mitolojiye göre gücü, günümüz öyküye göre bir yükü işaret edebilir. İşin düşündürücü yanı bu öykünün, bazı AKP yağdanlıkları tarafından değişimi fark etmeyenleri vurgulamak için anlatılmasıdır. Yani, AKP ülkede büyük değişim yapmış da biz bunu algılayamıyormuşuz.
Evet, AKP ülkede büyük değişim yapmıştır yapmasına da hangi anlamda olduğu tartışılır. Bence bu inek öyküsüyle değişimi anlatmak havada kalmış. Değişim veya gelişim her ne ise.
Bana göre Pascal’ın bu öyküsü bir yükü, acıyı, işkenceyi, baskıyı fark etmemeyi, dahası tüm bunlara alışmayı işaret eder. Evet, tıpkı İnsanların, demokrasizliği, yoksulluğu ve özgür düşünce ve istençten yoksunluğu ve bunların getirdiği her geçen artan yükü fark etmemesini işaret ettiği gibi… Bunun süreklilik kazanması; Cumhuriyetsizliğin ve de Laik Demokratik insan haklarının olmayışındaki ağır yükünü de beraberinde getirir mi dersiniz?
ŞEVKET ÇORBACIOĞLUTeknopolitikalar Platformu
Yorumlar
Yorum Gönder