İSTANBUL’A 3. KÖPRÜ İLE 3. GERDANLIK TAKILMAMIŞ İSTANBUL’U DAHA HIZLI SÜREBİLMEK İÇİN 3. BOYUNDURUK VURULMUŞTUR
29 Mayıs 2013
3’üncü köprü maliyeti söylenenin üzerine çıkar ve de kesilen ağaçlar eski kömür ocaklarına taşınmaz ise davacı olacağım!
Bilindiği gibi, 3. Köprü’nün temeli ‘Sarıyer ayağı ile’ Mart 2013’te sessizce atıldı. Bu öncü temel idi.
Siyasi getirime(Fr.rant)* eklemlenmiş asıl temel ise İstanbul’un 560. Fetih yıldönümü olan bugün atıldı(29 Mayıs 2013). Bana göre bu köprü ve yol ideolojiktir, çünkü ihalesi de ‘İstanbul’un fetih günü olan’ 29 Mayıs 2012 günü yapılmıştı. Doğrusu, siyasi ve ekonomik çıkara eklemlendirilmiş bir köprü ve yol ihalesiyle karşı karşıyayız.
Ben de bugün, yani asıl temel atma töreni olan 29 Mayıs 2013 sonrası dava temellerini atmayı ve yazımı yayınlamayı düşündüm.
Bilindiği gibi; Projeye, İtalyanlarla birlikte Çinlilerin yanı sıra Japon ve Fransızlar da ilgi göstermişti. İtalyanlar daha fazla ilgi göstermiş olacak ki, ihaleye İtalyan şirketi Astaldi ortak oldu.
Evet, İstanbul Boğazı’na yapılacak 3. köprüyü de içeren Kuzey Marmara Otoyolu Projesi’nin Odayeri- Paşaköy Kesimi ihalesini, ülkemde HES’çiliği ilk başlatan ve 2002 sonrası aldığı büyük ihalelerle(başta özelleştirme ihaleleri) dikkati çeken Ağrılı İbrahim Çeçen’in “IC-İçtaş” ile İtalyanların ünlü “Astaldi” şirketinin kurduğu “ IC İçtaş-Astaldi” gelir ortakçılığı(Fr. Konsorsiyum)aldı.
Perde arkasındaki ortakları mı kim? O’nu da siz bulun. Aksi taktirde onlar beni bulur. Onlardan korkan onlar gibi olsun. Söylemek istediğim; onlar biliniyor da, elimde belge olmadığı için başımı belaya sokmayayım(Doğru haklısın, hırsızlığın belgesi olmaz da, bunlar belgesiz çalışmalarına karşın, hep ‘belgemi göster’ diyerek karşı tarafı suçlu ilan ederler).
“Ben de resim yapıp yazı yazıyordum. Sol yayınların söylemleri kulağa hoş geliyordu, sonra anladık ki kazın bacağı öyle değil. Biz de U dönüşü yaptık, serbest piyasa ekonomisiyle bugünlere geldik. Süleyman Demirel, Turgut Özal, Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller ile çalıştım, fakat gelmiş geçmiş en çalışkan başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dır” diyen İbrahim Çeçen; ‘2007 yılında TBMM tarafından “Devlet Üstün Hizmet Madalyası” ile ödüllendirilmiş bir kimliktir(siyasi erke sırtını dayayıp para kazanana devlet üstün hizmet madalyası verilen tek ülke benim ülkem olsa gerek).
İbrahim Çeçen müthiş adam. Fazla tanımıyorum, fakat genel başkanlığın ve genel sekreterliğin yaptığım mesleki kuruluşlara üye olmanın dışında hakkında fazla bir şey bilmiyorum.
Öğrendik ki; sayın Çeçen iş hayatına çocukluğunda asker tartmakla başlamış(Güngör Uras’tan). Sayın Çeçen şimdi siyasileri tartıyor ve kazanıyor. Bir zamanlar, Süleyman Demirelleri, Turgut Özalları, Mesut Yılmazları, Tansu Çillerleri tartmış . Ve şimdi Recep Tayyip Erdoğanları tartıyor. Gelecekte kimleri tartacak dersiniz.
Tekniker iken, hızlandırılmış eğitimle sonradan İnşaat Mühendisliği diploması alan Çeçen ile benzer yanlarımız var. Birincisi, ikimiz de inşaat mühendisiyiz. İkincisi; Çocukluğunda baskül ile asker tartan(büyünce 12 Eylül 1980 darbecilerini tartan) Çeçen gibi ben de çocukluğumda, mukavva kutuya doldurduğum lokumlu bisküvi ve memleketten gelen fındıkları mahalle arasında satarak para kazandım. Aramızdaki fark, onun nefes almaksızın kazanmaya devam etmesi, benim ise nefes alacak kadar kazanabilmem. Anlaşılan ben bazı değerleri iyi tartamamışım ki sürdürülebilir kazanmayı sağlayamadım. Doğrusu, asker ve siyasileri tartan, İbrahim Çeçenler ve sırıkta marul satan, sucuk satan Abdullah Güller, Recep Tayyip Erdoğanlar adam oldu, bizler olamadık; neden acaba?
Dalga mı geçiyorsunuz? Öğrenci iken, karikatür çizerek harçlığını çıkaran biri, nasıl olur da o yıllarda Ankara’nın en büyük işhanı ihalesini alır. Dahası bu işi almak için gereken teminat parasını nerden bulur? Ve diğerleri, Cumhurbaşkanı, başbakan olur?
Astaldi’ye gelince;
Astaldi bir İtalyan şirketi. Türkiye’de önemli ihalelerde var olan bir şirket. Kamuoyu o’nu; Yapım aşamasındayken depremde zarar gören ‘yapımını üstlendiği’ Bolu Tüneli'yle ilgili sorunlar için, İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi'yi devreye sokan, yani R-cep’in yakın dostu Berlusconi ile yakın ilişkisi olan bir yapım şirketi. Berlusconi, Astaldi’nin adeta Türkiye’deki tüm işlerin direktörü, çünkü Astaldi için defalarca devreye girmiş, başbakanla pazarlıklar yapmış. Hatta, AB kozunu kullanarak Bolu Tüneli için Bayındır A.Ş’nin sahibi Samsunlu Kamuran Çörtük’ü kastederek, Erdoğan'a "Başkası yüzünden Astaldi'yi de batıracaksınız" diye sesini yükselttiği de savlanır.
Astaldi’nin Türkiye’deki işlerinin bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
İstanbul-Ankara otoyolunun Bolu Dağı geçişini Bayındır Holding ile ortak yapımcısı, 350 milyon dolara mal olacak Gümüşova-Gerede otoyolunun yapımcısı, Bodrum-Milas Havalimanı Dış Hatlar Terminali'nin "Yap-İşlet-Devir, pardon Devret" çisi(sözde 3,5 yıl işletecek ve sonra devredecek),
Ankara Etlik Şehir Hastanesi(Astaldi- Türkerler ortaklığı) yapımcısı ve daha niceleri. Anlayacağınız, Astaldi ülkemin resmen Deli Dumrul’u.
Ve son olarak;
3. boğaz köprüsü ve "Kuzey Marmara Otoyolu Projesi"ni IC İçtaş ile üstlendi. IC İçtaş-Astaldi Ortak Girişim Grubu, ihalede yapım süresi dahil en kısa işletme süresini veren grup ortaklığı, 10 yıl 2 ay 20 gün ile.
İş,Yap-İşlet-Devret Modeli(YİD) ile verildi.
Güzergâhı 'Garipçe ve Poyrazköy ' olarak açıklanan projede hem maliyet hem de köprünün zemin kalınlığı artacak. Böylesi devasa bir proje maliyetinin 6 milyar dolar olduğunu, ek harcamalarla bu rakamın 6 milyar 250 milyon dolara çıkacağına siz inanıyor musunuz?
‘Mesleki açıdan konuya yabancı olan arkadaşların anlaması için’ bu olguyu açmak istiyorum: “IC İçtaş-Astaldi Ortak Girişim Grubu ‘bu işi ben 6 milyar 250 milyon + %5 fazlasıyla, yani 6 milyar 314 milyon 500 bin dolara yaparım, sizden 5 kuruş almam, yalnız 10 yıl 2 ay 20 gün köprüyü ve 100 km’lik yolu ben işletirim’ diyor”
Yapımcı firma ne zaman para ister? %5 sonrası yapılacak her imalatın parasını devletten alır. Örneğin 350 milyon dolara çıkacak köprü üstündeki raylı sistem parasını. Düşünün, köprü ve 100 km’lik yol keşfi kadar bir keşif artışı olduğunu. Bu demektir ki; 6 milyarlık köprü ve yol parasını devletten alacak demektir.
3. köprünün yapımını da içeren "Kuzey Marmara Otoyolu Projesi"ni, 3996 YİD yasası bütündeki hangi ihale usulü ile ihale edildi, acaba? Pazarlık usulüyle mi, Tüm istekliler arasında Kapalı teklif usulü ile mi, yoksa Belli istekliler arasında kapalı teklif usulü ile mi? Bu merak konusu.
İhaleler 4734 sayıl Kamu İhale Kanunu’na göre yapılır.
4734’un amacı; kamu hukukuna tâbi olan veya kamunun denetimi altında bulunan veyahut kamu kaynağı kullanan kamu kurum ve kuruluşlarının yapacakları ihalelerde uygulanacak esas ve usulleri belirlemektir.
İhale usulleri:
a-Açık ihale usulü; “Bütün isteklilerin teklif verebildiği usuldür.”
b- Belli istekliler arasında ihale usulü; “Uzmanlık veya yüksek teknoloji gerektiren işlerde , yapılacak ön yeterlik değerlendirmesi sonucunda idarece davet edilen isteklilerin teklif verebildiği usuldür.
c- Pazarlık usulü. “Açık ihale usulü veya belli istekliler arasında ihale usulü ile yapılan ihale sonucunda teklif çıkmadığı taktirde-İdare tarafından önceden öngörülemeyen ‘doğal afetler, salgın hastalıklar, savunma ve güvenlik gibi’ olayların ortaya çıkması üzerine, acil ihale gereksiniminin doğması- İhalenin, araştırma ve geliştirme sürecine ihtiyaç gösteren ve seri üretime konu olmayan nitelikte olması-İhale konusu mal veya hizmet alımları ile yapım işlerinin özgün nitelikte ve karmaşık olması nedeniyle teknik ve malî özelliklerinin gerekli olan netlikte belirlenememesi ve Doğal afetler, hastalıklar, savunma güvenlik durumlarındaki ihalelerde ilan yapılması zorunluluk olmayan, ihale usulüdür(idare istediğini çağırır)”
d- Doğrudan temin; “Gerekliliğin sadece gerçek veya tüzel tek kişi tarafından karşılanabileceğinin ve gerçek veya tüzel tek kişinin gereklilik ile ilgili özel bir hakka sahip olması-İlk alımı izleyen üç yıl içinde gerek duyulan yedek parça, ek malzeme veya hizmetin ilk alım yapılanın dışında başka gerçek veya tüzel kişiden temin edilememesi ve İdarelerin beş milyar Türk Lirasını aşmayan gereksinimleri ile. İdarelerin gereksinimine uygun taşınmaz malın alımı veya kiralanması şeklindeki ihale usulüdür.”
Peki; “ IC İçtaş-Astaldi”’nin aldığı ‘3. köprüyü de içeren 100 km’lik Kuzey Marmara Otoyolu Projesi’nin Odayeri- Paşaköy Kesimi ihalesini hangi ihale usulü ile aldı?
Belli değil.
Hane, şeffaflık…
Yap-İşlet-Devret modeli nasıl uygulamaya kondu?
Tüm bunların yanıtını bulmak için; Önce YİD’in ne olduğuna bir bakalım . Ve ardından YİD ihalelerini yapabilmek için, YİD ile ilgili 3966 sayılı yasada ne gibi değişikler ‘kimler tarafından’ yapıldığına bakalım:
Bildiğimiz kadarıyla YİD modeli ‘az gelişmiş veya gelişmekte olan’ ülkelerin sermaye ve teknoloji yetersizliğinde ortaya çıkmıştır. Yani YİD modeli; ileri teknoloji ve özdeksel(parasal) kaynak gereksinimi duyulan projelerin gerçekleştirilmesinde kullanmak üzere geliştirilen bir finansman modeli oluyor.
YİD modelinde, elde edilecek kar dahil yatırım bedelinin şirkete(veya şirket ortaklığına), şirketin işletme sürecinde ürettiği mal ve hizmetin idare veya hizmetten yararlananlarca satın alması suretiyle ödenmesini içerir.
AKP iktidarı, belli yatırım ve hizmetlerin yap-işlet-devret Modeli (YİD) ile yapabilmek için; “3996 Sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli(YİD) Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanunun Uygulama Usul ve Esaslarını değiştirdi. Yani 3996’nın Uygulama Usul ve Esaslarına İlişkin Karar ile söz konusu esasları yeniden düzenledi.
Bunla ilgili Kararı Kanunun 4 üncü ve 8 inci maddelerine göre 26/4/2011’de yürürlüğe koydu.
1994 doğumlu 3996 sayılı kanunun yeniden düzenlenmesiyle(26/4/2011) getirilen yeni yaptırımlara göz atalım:
Madde 12’de; Başbakan ve Başbakanın belirlediği bakanlardan ve devlet planlama teşkilatı(DPT) müsteşarından oluşan Yüksek Planlama Kurulu(YPK) bu konuda görevlendirme usullerini, yani ihale usullerini belirler denmektedir. Her ne kadar, ihalenin hangi usul ile yapılacağının yetkisinin idarede olduğu vurgulanıyor olsa da; her şey Başbakan tarafından planlanmaktadır. DPT mı? Hak getire.
İhale usullerini içeren 13. maddedeki Tüm istekliler arasında Kapalı teklif usulü,14. Maddedeki, Belli istekliler arasında kapalı teklif usulü ve 15. Maddedeki; Pazarlık usulü tanımları benim için net tanımlamalar değil. Bir esneklik var tanımlamalarda. Ayrıca, tüm ihale usullerinde kapalı teklif usulünün esas alınması kafaları karıştırmaktadır.
4. Maddenin ‘I’ bendinde Katkı payı ve “m” bendindeki “Talep Garanti” yaptırım ifadesi düşündürücü geldi bana;
İfadeye göre; görevli şirketin mal veya hizmetinin bedelinin, mal veya hizmetten yararlananlar tarafından tamamen veya kısmen ödenmesi mümkün olmayan yatırımlarla ilgili yapılacak görevlendirmelerde, mal veya hizmetten yararlananların tüketim ve kullanım miktarları da göz önüne alınarak belirlenen ve idare tarafından görevli şirkete tamamen veya kısmen ‘katkı payı’ ödemeyi ifade eder.
Ayrıca “m” bendinde; “Talep garanti; görevli şirketçe üretilen mal ve hizmetler için idare tarafından verilen garantiyi” ifade eder denmektedir.
YPK yetkisi yeni düzenlemeye göre Madde 5’te şöyle belirlenmiş; “ YPK, başvuru sonunda yetkili idareyi, yapılacak olan yatırım hizmetleri, risk paylaşımı ilke ve esaslarını, katkı payı ve talep garantisi verilip verilmeyeceğini, verilecekse gerektiğinde bunlara ilişkin üst sınırları belirleyebilir ve bu doğrultuda idareyi yetkilendirebilir. Dedik ya, her şey Başbakan’ın 2 dudağı arasında biçim alıyor.
Talep garantisi ve hasılat paylaşımını içeren 42. Madde içeriğinin, Katkı payların saptanması ile ilgili madde 45’teki yeni düzenleme ile Madde 22’deki ücret ve katkı payının belirlenmesi ile ilgili yeni düzenleme ve de 36 maddedeki ücret belirleme yöntemlerinin yeni düzenlemesi yetersiz.
Ayrıca; ihtilafın çözümünü içeren 32. Madde’de; ihtilafın çözümünde Türk mahkemeleri geçerlidir denmesine karşın, tarafların hukuki anlamda çözüm getirecek hakemler aracılığıyla, yanı Tahkime de gidebilecekleri ifadesinde açıklık yoktur. Burada; İç (Ulusal) tahkime mi, Uluslararası tahkime mi gideceği belirtilmemiştir; her ne kadar; bu durumda ihtilafın esasına Türk maddi hukuk kuralları uygulanır dense bile.
Görevin devrini içeren 27. Maddedeki yeni düzenlemenin, bir başka şirket ve ortaklıklara devir kolaylığı kafaları hayli karıştırmaktadır. Devir ölçütlerinde açıklık olmaması bu kuşkuyu daha da artırmaktadır.
3996 sayılı Kanunun 4. Maddesinin “L” bendinde, görevle ilgili ihale şartnamesinin(Özel, teknik, idari usul ve esaslarını gösteren belge veya belgeleri içerir) gerekliliğini, madde 8’de de, Şartname içeriği belirlendiği ifade edilmektedir edilmesine de, özel şartnamelere nelerin konulacağı belirsizdir. Örneğin, Madde 8’in ‘ı’ bendinde; her türlü giderin kim tarafından karşılanacağı, “i” bendinde; süre uzatımı verilebilecek haller ve şartları, “j” bendindeki, ücret belirleme yöntemi, “n” bendindeki; katkı payı ödenip ödenmeyeceği ve katkı payı belirleme yöntemleri, “o) bendindeki; talep garantisinin verilip verilmeyeceği, verilecekse miktar ve süresi beni tatmin etmedi.
Özellikle 2002 sonrası kamunun geleneksel olarak varlığını sürdürdüğü alanlara yabancı özel sektörün özelleştirme ve yap-işlet-devret uygulamaları ile girmesi beni gerçekten endişelendiriyor.
En büyük endişem de; son düzenlenen ‘4. Yargı Paketi’ndeki ihaleye fesat karıştırma cezasının 12 yıldan 3 yıla düşürülmesinden kaynaklanmaktadır.
Şöyle ki;
“4. Yargı Paketi” nedeniyle, CHP önerge veriyor, fakat; sekiz tutuklu vekilin tahliyesini sağlanması ve Terörle Mücadele Yasası'nın kaldırılmasına ilişkin önerge reddediliyor, Terör propagandası suçlarına "şiddet" kriteri getiren Terörle Mücadele Yasası(TMY)’nda değişiklik yapan tartışmalı maddeler aynen kabul ediliyor, öteki yandan; TCK'nın 235. maddesindeki "ihaleye fesat karıştırma suçunun 7-12 yıl olan cezası 3-7 yıla indiriliyor. Evet; ‘ihaleye fesat karıştırmaya’ T.C’nin 765 Sayıl Ceza Kanunu’nda, 10 yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasıyla veriliyordu. 5237 sayılı Kanun’da bu ceza 7-12 yıl olarak değiştirilmişti. Şimdi 3-7 yıl olarak değiştirildi. Belli Yargı paketi artıkça ceza da tümden kalkacak, çünkü İhaleye fesat karıştırma suçuyla ilgili davalar artık ağır ceza yerine asliye cezada görülecek.
AKP iktidarı bu yaklaşımla, işine gelen önergeyi yasalaştırıyor, örneğin; YİD modeli ihale olmak üzere diğer tüm ihalelere kolaylık getirecek önergeleri yasalaştırıyor.
Bu nedenle; Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde yabancı şirketlerle yapılmış olan çeşitli imtiyaz sözleşmelerini YİD modeline çok benzetirim.
İstanbul’da Tramvay, Tünel İşletmeleri, Elektrik, Gaz İdaresi, Haydarpaşa Liman İşletmesi ve İzmir’de Liman İşletmesi, Göztepe Tramvay İşletmesini yabancı şirketlere veren sözleşmeler bir çeşit, ayrıcalıklı sözleşmeler değil miydi? Yani Osmanlı’nın yabancılara tanıdığı ayrıcalıklı hakların resmi ismi olan Kapitülasyonlar? Latince anlamı, baş eğmek, teslim olmak.
İşte, ülkemde böylesi bir süreç işletilmektedir.
YİD uygulamalarındaki fayda ve zararlara bakarsak, faydadan çok ulusal değerlere zarar verdiğini gözlemliyoruz.
Yabancıların, 2002’den sonra 10’larca milyar dolarlık Kar ve dövizi ülkelerine taşıması.
Ülkenin stratejik ve doğal kaynaklarının bırakın özel sektörümüz, yabancı sektörler tarafından kullanılması,
Dışsallık etkilerinin, yani küresel krizlerin ekonomik analizlere yansıtılamaması ve sonuçta yatırımın topluma olması gerekenden daha pahalıya mal olması,
Özel sektörün yüksek faizli kredilerle yatırımı gerçekleştirmeleri ve de daha fazla risk yüklenmeleri yatırımın daha pahalıya mal olmasına neden olmaktadır.
Yatırım ve işletme dönemlerindeki borçlanma maliyetlerinde anormal artışları olası YİD zararları olarak sıralayabiliriz.
Faydaya gelince, hiç gelmeyelim, çünkü birçok kişi değil birkaç kişi faydalanmakta ve de ülke değerleri birilerine teslim edilmektedir.
Bu gösteriyor ki; 2002 sonrası bir Post modern kapitülasyonlar dönemi süreci işletilmektedir.
3. Boğaz Köprüsü ve 100 km’lik Otoyol ihale süreci ile ilgili şu soruları sormak zorundayım:
“Yap-İşlet-Devret” modeli ile ihale edilen ve“ IC İçtaş-Astaldi”’nin aldığı ‘3. köprüyü ve 100 km’lik Kuzey Marmara Otoyolu yapım süresi(3 yıl) yeterli midir? Bu ortaklık, uluslar arası kaynak bulabilecek mi? Belli oranda özkaynak bulundurma zorunluluğu şartnamelerde var mıydı(Sözleşme diyelim)?
Bunun yanında, işletim süresi( 10 yıl 2 ay 10 gün) kısa bir süre. 99 yıl da olabilirdi, 49’da, 29 da olabilirdi. Neden 10 yıl 2 ay 10 gün. İşletim süresi dolduğunda, işletim hakkının uzatılmasının bir yumuşatıcı yanı mı?
Projenin, köprüye ek olarak 414 kilometrelik otoyol yapımı içerirken, neden otoyol bağlantısı 100 km’ye düşürüldü? Amaç; yüklenici ve idare adına dengeli ve adil bir düzenleme mi getirmekti? Yoksa, abartılı yatırımın ülke kalkınmasındaki, yani ekonomik büyüme dengesinin bozulacağı endişesinden dolay proje iptaline gidildi? Böyle bir şey yok ise; 314 km’lik otoyol madem bir gereksinim idi, niçin bu karayolu demiryoluna dönüştürülmedi.
414 km’nin 100 km’ye dönüştürülmesi yatırımın gereksizliğini anlatmıyor mu? Bana göre 3. Boğaz köprüsü dahil, otoyol tümüyle gereksiz ve de petrol baronlarının işine yarayan bir projedir.
Anlaşılan; böylesi devasa iş ile ekonomik dengeleri bozacağından korkuldu. Veya işi üstlenen olmadı.
Bir yerlerden edindiğimiz bilgilere göre, İstanbul’a yapılacak büyük kaynak isteyen Hava Limanı inşaatında ihale yapılmazdan önce şartnamelerin değiştirildiği ve “İstanbul Yeni Havalimanı YİD Modeli Çerçevesinde Yaptırılmasına İlişkin Görevlendirme Şartnamesi” ile ihale cazibesini artırmaya çalıştıklarını. Başbakan yüksek Planlama Başkanı(YPK) olmadı boşu boşuna. Nerede DPT? 3996 sayılı YİD Yasasını niçin değiştirdikleri anlaşılıyor.
İzmit Körfez Geçiş projesinde de benzer şeyler yaşanmıyor mu(kredi bulamamama).
İstanbul’a 3’üncü havalimanı ve Kanal İstanbul, yani ikinci boğaz inşasını bu koşulsuzluklarda yapmaları çok zor.
YİD Modeli üzerinden ihale edilir ve de ikinci boğaz 99 yıllığına yabancı yapımcı firmaya kiralanır ise, yakındır asıl İstanbul boğazını da satmaları. Ve böylelikle, boğazları yabancılara teslim etmiş oluruz.
Tüm bu endişeleri sıralarken; İstanbul'a ‘Karadeniz sahilindeki Yeniköy ve Akpınar köyü arasındaki 76 bin 500 dönümlük arazi üzerinde inşa edilecek 3. havalimanı ihalesi açık artırma ile yapıldı: İhaleyi alan Ortak Girişim Grubu(OGG), 25 yıllık kira bedeli olarak devlete 22 milyar 152 milyon euro + KDV ödeyecek. Yani yaklaşık olarak 26 milyar euro(3 Mayıs 2013).
Toplam yatırım maliyetinin de 10 milyar Euro olduğu söyleniyor Ve 'Toplamda yapılacak yatırım 90 milyar Türk Lirası'. Türkiye tarihininin en büyük ihalesini alan Limak-Kolin-Cengiz-MaPa-Kalyon Ortak Girişim Grubu bu rekor parayı nasıl ödeyecek?
Yani, ortak girişim grubu, tamı tamına bu iş için;36 milyar euro harcayacak; bunun 26 milyar euro’sunu devlete verecek, 10 milyar euro’bunu da inşa maliyeti için ödeyecek. Türk parasıyla yaklaşık toplam; “90 milyar. Eski deyimiyle 90 katrilyon”.
En önemli soruları şöyle sıralayalım;
Birincisi, bu parayı OGG nasıl ödeyecek, krediyi nasıl bulacak? Ve de 2018’e nasıl yetiştirecek?
Krediye bilmem, fakat ödeme, ihale bedeli 25 yıla bölerek eşit taksitlerle yapılacakmış. İnanın ben de girerdim bu ihaleye.
Bu havalimanına İstanbul’un gereksinimi var mıydı?
İhaleyi bir Türk OGG’nun alması. Neden yabancı ortaklık yok. Yoksa, para mı aklı…! Pardon; Londra bankalararası para piyasasında kredibilitesi yüksek bankaların birbirlerine ABD doları üzerinden borç verme işlemlerinde uyguladıkları faiz oranı olan Libor(London Interbank Offered Rate) faiziyle borçlanarak mı bulacaklar bu krediyi?
16 Mayıs 2013 günü ilginç bir süreç yaşandı.
Başbakan R-cep, Obama ile görüştüğü(16 Mayıs 2013) derecelendirme şirketi Moody’s, Türkiye’nin notunu yükseltiyor.
Bu, 3. Boğaz köprüsü ve 100 km’lik otoyol, 3. Havalimanı v.b büyük projeler için kaynak yaratmaya yönelik bir derecelendirme(İng.rating)dir. Çünkü var olan bankalarımız böylesi devasa kaynağı bulması olası değil.
Hani sen ‘dün borç aldığın IMF’ye bugün borç veren ülke olmuştun’, neden dışarıdan para bulmaya çalışıyorsun? Büyük projelerini kendi paralarınla finanse etsene.
25 yıllığına, yani çeyrek asır OGG burayı kendi işletecek, 25 yıl sonra ne olacak? Burası yoksa, OGG’nin evladiyeliği mi oldu?
Yılda 150 milyon yolcu sayısına nasıl ulaşacaklar?
Rekabet kurulu, işi alan OGG içindeki bazı ortakların benzer işletmeye sahip olmaları konusunda nasıl bir karar alacak?
Projenin yapılabilirlik(Fr. Fizibilite) raporlarına esas ölçümlemeler yapıldı mı?
İhale yöntemi, şartnameleri konusunda neden açıklık yok?
Sözleşme şartnamesi ve uygulama(teknik şartnamesi) OGG’na getireceği yaptırımları niçin açıklanmıyor?
Her iki ihalede de;
İhale şartnameler süreci işletildi mi? İhale şartnamesi ve ekleri; sözleşme, özel şartnameler, teknik personel şartnamesi, projeler ve Teknik şartname konularında gerekli özen gösterildi mi? Sonradan; Şartname ve yasalara aykırı düzenlemelere, yani değişikliliklere gidilmeyeceğini söyleyebilir misiniz?
Yapımcı kuruluş, işi süresinde bitiremez, özkaynak bulamaz ise, sözleşme ve şartnameler bazındaki yaptırımınız ne olacak?
3. Boğaz Köprüsü İstanbul’a Takılan 3. Gerdanlık Değil, İstanbul’a Vurulan 3. Boyunduruktur:
Hangi iktidar olursa olsun, gelirini giderinin önünde koşturmak ister. Ekonomi dilinde buna; cari açığı kapatmak ve de ekonomik kalkınmayı hızlandırmak diyorlar.
Bu konuda herkesin farklı bir yoğurt yiyişi vardır.. Dolayısıyla AKP’nin yoğurt yiyişi de farklıdır. Bu farklılık, önceki iktidarlardan çok farklı ve yatırım yapmaksızın satmaya(özelleştirmeye) dayalıdır. Doğrusu, üretim yapmaksızın, üretilmişleri veya ürettirdiklerini satmaya yöneliktir.
Bu yöntemine, Yap İşlet Devret ile varsıllık katmaya başladı. Her iki olgu da aynıdır, çünkü ikisinde de hükümet yatırım yapmaksızın üretim yapıyor. Birinde salt satarak/özelleştirerek yatırım yapmıyor, diğerinde yaptırdığı yatırımı devrederek/işletme hakkını/üretim hakkını devrederek yatırım yapmamış oluyor. Her iki durumda da, ülke değil, ülke insanı değil, bir grup siyasi yağdanlık kazanıyor ve onların kazandığını halkın kazanmadıklarıyla toplayıp ikiye bölüyor ve sözde bireyin yıllık kazanımını artırıyor. Çekinmeksizin, siyaset arenasına çıkıp, halkımın yıllık gelir seviyesini artırdım diyebiliyor; oyun budur.
İşte bu AKP iktidarı, gelir adına köprüleri ve otoyolları da özelleştireceğini söylemeye başladı. Bunun için de YİD modelini devreye sokuyor. Örneğin trafiği yoğun tüm karayollarını da satacak. Öyle bir süreç işletiyor ki YİD modeli ile inşaat yapanların sorumluluklarını, risklerini sıfıra indiriyor. Tüm riskleri devlete yüklüyor. Sözde, YİD modeli ile işi bitiren ortaklıklara işletim süresini 10 yıl gibi kısa tutuyor. Bundaki amaç, ben ülke çıkarını önde tutarım izlenimi yaratmak. Yalan, çünkü 10 yıl sonra aynı firmaya işletim hakkını verecek, yani süresiz süre işletim süreçleri başlatacak. Piyasa ekonomisini umurunda değil. Bunlarınki piyasa ekonomisi değil, yandaşları için pırasa ekonomisi.
Şöyle ki; trafiği yoğun karayollarını satacak ya, burada işi sattığı kişiye para kazandırmak için, araçları tahmini sayacak ve ücreti devlet ödeyecek, Çünkü, Madde 42’deki 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret(YİD) Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanunun uygulama usul ve esasları Bakanlar Kurulu Kararı ile değiştirildi(11 Haziran 2011). Anlaşılacağı gibi, YİD yüklenicisine talep garantisi vermek için talep garantisi değişikliği’ yapıldı.
Böylesi bir ödeme, yani araç başına YİD’çiye devletin katkı payı ödemesi bir haksızlık değil mi? Bu gelir dağılımını tümden birkaç kişinin lehine değiştirmek ve diğer yüklenicilerle birlikte, birçok kişi(halkın) aleyhine değiştirmek değil midir? Lüks araçların geçiş ücretini, benim asgari ücretlimin ödediği Katma Değer Vergisi ile ödenecek. Hade be!!!
Bu yolu, köprüyü devlet yapsa daha karlı çıkardı benim halkım. Düşünün, YİD’çi ürettiğine hem faiz, hem de kâr koyacaktır.
Küresel sermayenin Türkiye üzerindeki iştahı neden ‘2002 sonrası’ bu denli artığı gün gibi ortaya çıkmıştır.
Yap-İşlet-Devret modeliyle, İstanbul'a 3. gerdanlık olacak dedikleri 3. Boğaz Köprüsü , bence gerdanlık değil de İstanbul’u ‘küresel sermaye ile birlikte’ istediği gibi sürmek için İstanbul’a vurulan 3. Boyunduruktur.
İstanbul’un en büyük sorunu ulaşım değildir, depremdir. Çünkü, uzmanlar; şiddetli bir depremde ölü sayısının 100 binlere yaklaşacağını ve 150 milyon tona ulaşacak enkazın oluşacağı söyleniyor.
Tüm bu felaketler dikkate alınarak, seçilen pilot bölge Zeytinburnu’nda İstanbul'un kurtuluş için 'Sıfır Can Kaybı' projesine öncelik verilmesi gerekirken, bu görevi üstlenen İstanbul Büyükşehir Belediyesi, merkezi yönetim ile birlikte İstanbul için 3 ve 4. Boğaz köprülerini ve de Kanal İstanbul gibi çılgın projelere öncelik tanımaktadır.
İstanbul'da göçecek nitelikte bina oranının yüzde 5 olduğunu söyleyen uzmanlar, hangi binaların yıkılacağının taramasını daha yapılmadığı söylenmektedir.
Uygar kentlerde, bilindiği gibi nüfus başına gerekli yeşil alan 14 metrekaredir, İstanbul’da bu rakam 7 metrekaredir. Çünkü, bu anlayış Göztepe parkının olduğu yere ve Çamlıca’ya dahi cami düşünmektedir. 2020 yılında 20 milyon nüfusa ulaşacağı söylenen İstanbul'un yeşil alan gereksiniminin, İmar Kanunu'na göre, 280 milyon metrekare olacaktır. Fakat bu rakam böylesi yaklaşımla 2020 yılında ancak 50 metrekare yeşil alana ulaşabilir.
İstanbul dünya ticaret merkezi yapılmak isteniyor; sermaye tapınakları ‘Dubai benzeri’ kulelerle. Dünya ticaret merkezi olması çok zor, bu ‘Yap-İşlet-Devret’ benzeri ulaşım politikalarıyla, çünkü kent içi ulaşım sorunu var. Dünya ticaret merkezi İstanbul’un altında 9 km metro olduğunu, Londra, Paris ve New York’un altında 300-400 km metro olduğunu düşünün ve İstanbul’daki ulaşım politikalarını ölçülendirin.
“Kilometresi 15 milyon dolardan, 2 x 2 şeritli 78 kilometre uzunluğunda karayolu tüneli inşa edeceğiz ve İstanbul trafiğini rahatlatacağız.” Diyenler ya hesap bilmiyorlar, ya da ayrı bir hesapları var. Uzmanların dediğine göre, düşünülen; çapı 17 metre olan bir karayolu tünelinin veya çapı dokuz metre olan iki ayrı tünelin kilometre başına maliyeti 15 değil, en az 50 milyon dolarmış, ki doğrudur.
Metro’ya ağırlık vermedikten sonra, siz istediğiniz kadar Boğaz köprüsü, istediğiniz kadar tünel geçişler inşa edin, ancak taşımaclığın % 15’ine hizmet veren %90 oranındaki özel taşımacılığı besler, trafiğin sadece yüzde 8'ini oluşturan toplutaşım araçlarını(otobüs ve minibüsler) değil.
Otobüs Şöförü Hidayet’in Öyküsüyle Yazıyı Bitireyim:
Hidayet ölünce cennetin kapısında kuyruğa girer. Hemen önünde bekleyen adam pederdir. Kapıda bir melek beklemektedir.
Melek pedere sorar:
Hiç günahın var mı peder?
Peder; Aziz melek ben rahiptim. Tüm hayatım boyunca hep tanrıma dua ettim.Karıma ve çocuklarıma sadik kaldım. İnsanlara ve hayvanlara hep yardim ettim
Melek ; Çok iyi, bunları biliyorduk zaten. Al sana cennetin gümüş anahtarı der.
Ve sonra Hidayet'e döner. Senin hiç günahın var mı?
Hidayet; Ben de her zaman hayvanlara ve insanlara iyilik yapardım. Tanrıya dua etmedim açıkçası, inancım da zayıftı ve bir günahım vardı. Çok sert ve hızlı otobüs kullanırdım
Melek; Hidayet'e döner ve bunu da biliyoruz. Çok iyi al sana cennetin altın anahtarı, der..
Peder bu olaya çok sinirlenir: “Ben hayatımı tanrıya adadım siz de gidip bu adamı cennette benden üstün tutuyorsunuz, bu haksızlık değil mi?”
Melek; gülerek: “Koçum sen vaaz verirken herkes uyuyordu ama Hidayet otobüs kullanırken herkes dua ediyordu
Skor farklı yani! :))
*: Arkadaşlar; Türkçe sözcüklerin bazılarının yerine ‘kullandığımız sözcükleri’ Ayraç içinde belirtiyorum.
Örneğin, Ayraç(Yunanca, parantez) gibi.
Bu ‘birilerinin söylediği gibi’ bilgiçlik değildir, ki, asla okuyucuyu aşağılamak da değildir. Bundaki amacım; Türkçeyi yabancı sözcüklerden temizlemek. Çünkü ‘Biz Türkçe konuştuğumuzu’ zannediyoruz. Türkçemiz, üzülerek belirteyim ki, Arapça + Farsça ve bunların harmanlanmasıyla ortaya çıkan Osmanlı sözcükleriyle ve de Fransızca sözcükleriyle dolu. Bu sözcüklerin tümünü biz Türkçe zannediyoruz. Birilerine göre de; Türkçenin varsıllığı görülüyor. Aksine bu Türkçenin yoksulluğunu göstermektedir. Son zamanlarda, İngilizce’de eklendi, özellikle iletişim dili anlaşılmaz bir çizgiye oturdu. Bu yaklaşımım salt Türkçe için değil, Lazca ve tüm diller için de geçerlidir. Düşünebiliyor musunuz “Temel” sözcüğü bile Yunan sözcüğü. Tüm amacım, tüm dillerin ölmemesi, çünkü Küreselleşen gezegenemiz, küresel efendi tarafından .’Tek Dil’ ve ‘Tek Din’ düzlemine konuşturulmak istenmektedir.
Ülkemde, Ilımlı İslam proje yalanının bu amaçla işletildiğini söylemek isterim(10 Nisan 2013).
2 Nisan 2013 günkü yazım:
http://blog.milliyet.com.tr/3__Bogaz_koprusu_temelini_atanlara_seslenmek/Blog/?BlogNo=409876
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
TEKNOPOLİTİKALAR PLATFORMU
evesbere@mynet.com
sevket-che@hotmail.com.tr
GSM. 0506 609 00 32
29 Mayıs 2013
3’üncü köprü maliyeti söylenenin üzerine çıkar ve de kesilen ağaçlar eski kömür ocaklarına taşınmaz ise davacı olacağım!
Bilindiği gibi, 3. Köprü’nün temeli ‘Sarıyer ayağı ile’ Mart 2013’te sessizce atıldı. Bu öncü temel idi.
Siyasi getirime(Fr.rant)* eklemlenmiş asıl temel ise İstanbul’un 560. Fetih yıldönümü olan bugün atıldı(29 Mayıs 2013). Bana göre bu köprü ve yol ideolojiktir, çünkü ihalesi de ‘İstanbul’un fetih günü olan’ 29 Mayıs 2012 günü yapılmıştı. Doğrusu, siyasi ve ekonomik çıkara eklemlendirilmiş bir köprü ve yol ihalesiyle karşı karşıyayız.
Ben de bugün, yani asıl temel atma töreni olan 29 Mayıs 2013 sonrası dava temellerini atmayı ve yazımı yayınlamayı düşündüm.
Bilindiği gibi; Projeye, İtalyanlarla birlikte Çinlilerin yanı sıra Japon ve Fransızlar da ilgi göstermişti. İtalyanlar daha fazla ilgi göstermiş olacak ki, ihaleye İtalyan şirketi Astaldi ortak oldu.
Evet, İstanbul Boğazı’na yapılacak 3. köprüyü de içeren Kuzey Marmara Otoyolu Projesi’nin Odayeri- Paşaköy Kesimi ihalesini, ülkemde HES’çiliği ilk başlatan ve 2002 sonrası aldığı büyük ihalelerle(başta özelleştirme ihaleleri) dikkati çeken Ağrılı İbrahim Çeçen’in “IC-İçtaş” ile İtalyanların ünlü “Astaldi” şirketinin kurduğu “ IC İçtaş-Astaldi” gelir ortakçılığı(Fr. Konsorsiyum)aldı.
Perde arkasındaki ortakları mı kim? O’nu da siz bulun. Aksi taktirde onlar beni bulur. Onlardan korkan onlar gibi olsun. Söylemek istediğim; onlar biliniyor da, elimde belge olmadığı için başımı belaya sokmayayım(Doğru haklısın, hırsızlığın belgesi olmaz da, bunlar belgesiz çalışmalarına karşın, hep ‘belgemi göster’ diyerek karşı tarafı suçlu ilan ederler).
“Ben de resim yapıp yazı yazıyordum. Sol yayınların söylemleri kulağa hoş geliyordu, sonra anladık ki kazın bacağı öyle değil. Biz de U dönüşü yaptık, serbest piyasa ekonomisiyle bugünlere geldik. Süleyman Demirel, Turgut Özal, Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller ile çalıştım, fakat gelmiş geçmiş en çalışkan başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dır” diyen İbrahim Çeçen; ‘2007 yılında TBMM tarafından “Devlet Üstün Hizmet Madalyası” ile ödüllendirilmiş bir kimliktir(siyasi erke sırtını dayayıp para kazanana devlet üstün hizmet madalyası verilen tek ülke benim ülkem olsa gerek).
İbrahim Çeçen müthiş adam. Fazla tanımıyorum, fakat genel başkanlığın ve genel sekreterliğin yaptığım mesleki kuruluşlara üye olmanın dışında hakkında fazla bir şey bilmiyorum.
Öğrendik ki; sayın Çeçen iş hayatına çocukluğunda asker tartmakla başlamış(Güngör Uras’tan). Sayın Çeçen şimdi siyasileri tartıyor ve kazanıyor. Bir zamanlar, Süleyman Demirelleri, Turgut Özalları, Mesut Yılmazları, Tansu Çillerleri tartmış . Ve şimdi Recep Tayyip Erdoğanları tartıyor. Gelecekte kimleri tartacak dersiniz.
Tekniker iken, hızlandırılmış eğitimle sonradan İnşaat Mühendisliği diploması alan Çeçen ile benzer yanlarımız var. Birincisi, ikimiz de inşaat mühendisiyiz. İkincisi; Çocukluğunda baskül ile asker tartan(büyünce 12 Eylül 1980 darbecilerini tartan) Çeçen gibi ben de çocukluğumda, mukavva kutuya doldurduğum lokumlu bisküvi ve memleketten gelen fındıkları mahalle arasında satarak para kazandım. Aramızdaki fark, onun nefes almaksızın kazanmaya devam etmesi, benim ise nefes alacak kadar kazanabilmem. Anlaşılan ben bazı değerleri iyi tartamamışım ki sürdürülebilir kazanmayı sağlayamadım. Doğrusu, asker ve siyasileri tartan, İbrahim Çeçenler ve sırıkta marul satan, sucuk satan Abdullah Güller, Recep Tayyip Erdoğanlar adam oldu, bizler olamadık; neden acaba?
Dalga mı geçiyorsunuz? Öğrenci iken, karikatür çizerek harçlığını çıkaran biri, nasıl olur da o yıllarda Ankara’nın en büyük işhanı ihalesini alır. Dahası bu işi almak için gereken teminat parasını nerden bulur? Ve diğerleri, Cumhurbaşkanı, başbakan olur?
Astaldi’ye gelince;
Astaldi bir İtalyan şirketi. Türkiye’de önemli ihalelerde var olan bir şirket. Kamuoyu o’nu; Yapım aşamasındayken depremde zarar gören ‘yapımını üstlendiği’ Bolu Tüneli'yle ilgili sorunlar için, İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi'yi devreye sokan, yani R-cep’in yakın dostu Berlusconi ile yakın ilişkisi olan bir yapım şirketi. Berlusconi, Astaldi’nin adeta Türkiye’deki tüm işlerin direktörü, çünkü Astaldi için defalarca devreye girmiş, başbakanla pazarlıklar yapmış. Hatta, AB kozunu kullanarak Bolu Tüneli için Bayındır A.Ş’nin sahibi Samsunlu Kamuran Çörtük’ü kastederek, Erdoğan'a "Başkası yüzünden Astaldi'yi de batıracaksınız" diye sesini yükselttiği de savlanır.
Astaldi’nin Türkiye’deki işlerinin bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
İstanbul-Ankara otoyolunun Bolu Dağı geçişini Bayındır Holding ile ortak yapımcısı, 350 milyon dolara mal olacak Gümüşova-Gerede otoyolunun yapımcısı, Bodrum-Milas Havalimanı Dış Hatlar Terminali'nin "Yap-İşlet-Devir, pardon Devret" çisi(sözde 3,5 yıl işletecek ve sonra devredecek),
Ankara Etlik Şehir Hastanesi(Astaldi- Türkerler ortaklığı) yapımcısı ve daha niceleri. Anlayacağınız, Astaldi ülkemin resmen Deli Dumrul’u.
Ve son olarak;
3. boğaz köprüsü ve "Kuzey Marmara Otoyolu Projesi"ni IC İçtaş ile üstlendi. IC İçtaş-Astaldi Ortak Girişim Grubu, ihalede yapım süresi dahil en kısa işletme süresini veren grup ortaklığı, 10 yıl 2 ay 20 gün ile.
İş,Yap-İşlet-Devret Modeli(YİD) ile verildi.
Güzergâhı 'Garipçe ve Poyrazköy ' olarak açıklanan projede hem maliyet hem de köprünün zemin kalınlığı artacak. Böylesi devasa bir proje maliyetinin 6 milyar dolar olduğunu, ek harcamalarla bu rakamın 6 milyar 250 milyon dolara çıkacağına siz inanıyor musunuz?
‘Mesleki açıdan konuya yabancı olan arkadaşların anlaması için’ bu olguyu açmak istiyorum: “IC İçtaş-Astaldi Ortak Girişim Grubu ‘bu işi ben 6 milyar 250 milyon + %5 fazlasıyla, yani 6 milyar 314 milyon 500 bin dolara yaparım, sizden 5 kuruş almam, yalnız 10 yıl 2 ay 20 gün köprüyü ve 100 km’lik yolu ben işletirim’ diyor”
Yapımcı firma ne zaman para ister? %5 sonrası yapılacak her imalatın parasını devletten alır. Örneğin 350 milyon dolara çıkacak köprü üstündeki raylı sistem parasını. Düşünün, köprü ve 100 km’lik yol keşfi kadar bir keşif artışı olduğunu. Bu demektir ki; 6 milyarlık köprü ve yol parasını devletten alacak demektir.
3. köprünün yapımını da içeren "Kuzey Marmara Otoyolu Projesi"ni, 3996 YİD yasası bütündeki hangi ihale usulü ile ihale edildi, acaba? Pazarlık usulüyle mi, Tüm istekliler arasında Kapalı teklif usulü ile mi, yoksa Belli istekliler arasında kapalı teklif usulü ile mi? Bu merak konusu.
İhaleler 4734 sayıl Kamu İhale Kanunu’na göre yapılır.
4734’un amacı; kamu hukukuna tâbi olan veya kamunun denetimi altında bulunan veyahut kamu kaynağı kullanan kamu kurum ve kuruluşlarının yapacakları ihalelerde uygulanacak esas ve usulleri belirlemektir.
İhale usulleri:
a-Açık ihale usulü; “Bütün isteklilerin teklif verebildiği usuldür.”
b- Belli istekliler arasında ihale usulü; “Uzmanlık veya yüksek teknoloji gerektiren işlerde , yapılacak ön yeterlik değerlendirmesi sonucunda idarece davet edilen isteklilerin teklif verebildiği usuldür.
c- Pazarlık usulü. “Açık ihale usulü veya belli istekliler arasında ihale usulü ile yapılan ihale sonucunda teklif çıkmadığı taktirde-İdare tarafından önceden öngörülemeyen ‘doğal afetler, salgın hastalıklar, savunma ve güvenlik gibi’ olayların ortaya çıkması üzerine, acil ihale gereksiniminin doğması- İhalenin, araştırma ve geliştirme sürecine ihtiyaç gösteren ve seri üretime konu olmayan nitelikte olması-İhale konusu mal veya hizmet alımları ile yapım işlerinin özgün nitelikte ve karmaşık olması nedeniyle teknik ve malî özelliklerinin gerekli olan netlikte belirlenememesi ve Doğal afetler, hastalıklar, savunma güvenlik durumlarındaki ihalelerde ilan yapılması zorunluluk olmayan, ihale usulüdür(idare istediğini çağırır)”
d- Doğrudan temin; “Gerekliliğin sadece gerçek veya tüzel tek kişi tarafından karşılanabileceğinin ve gerçek veya tüzel tek kişinin gereklilik ile ilgili özel bir hakka sahip olması-İlk alımı izleyen üç yıl içinde gerek duyulan yedek parça, ek malzeme veya hizmetin ilk alım yapılanın dışında başka gerçek veya tüzel kişiden temin edilememesi ve İdarelerin beş milyar Türk Lirasını aşmayan gereksinimleri ile. İdarelerin gereksinimine uygun taşınmaz malın alımı veya kiralanması şeklindeki ihale usulüdür.”
Peki; “ IC İçtaş-Astaldi”’nin aldığı ‘3. köprüyü de içeren 100 km’lik Kuzey Marmara Otoyolu Projesi’nin Odayeri- Paşaköy Kesimi ihalesini hangi ihale usulü ile aldı?
Belli değil.
Hane, şeffaflık…
Yap-İşlet-Devret modeli nasıl uygulamaya kondu?
Tüm bunların yanıtını bulmak için; Önce YİD’in ne olduğuna bir bakalım . Ve ardından YİD ihalelerini yapabilmek için, YİD ile ilgili 3966 sayılı yasada ne gibi değişikler ‘kimler tarafından’ yapıldığına bakalım:
Bildiğimiz kadarıyla YİD modeli ‘az gelişmiş veya gelişmekte olan’ ülkelerin sermaye ve teknoloji yetersizliğinde ortaya çıkmıştır. Yani YİD modeli; ileri teknoloji ve özdeksel(parasal) kaynak gereksinimi duyulan projelerin gerçekleştirilmesinde kullanmak üzere geliştirilen bir finansman modeli oluyor.
YİD modelinde, elde edilecek kar dahil yatırım bedelinin şirkete(veya şirket ortaklığına), şirketin işletme sürecinde ürettiği mal ve hizmetin idare veya hizmetten yararlananlarca satın alması suretiyle ödenmesini içerir.
AKP iktidarı, belli yatırım ve hizmetlerin yap-işlet-devret Modeli (YİD) ile yapabilmek için; “3996 Sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli(YİD) Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanunun Uygulama Usul ve Esaslarını değiştirdi. Yani 3996’nın Uygulama Usul ve Esaslarına İlişkin Karar ile söz konusu esasları yeniden düzenledi.
Bunla ilgili Kararı Kanunun 4 üncü ve 8 inci maddelerine göre 26/4/2011’de yürürlüğe koydu.
1994 doğumlu 3996 sayılı kanunun yeniden düzenlenmesiyle(26/4/2011) getirilen yeni yaptırımlara göz atalım:
Madde 12’de; Başbakan ve Başbakanın belirlediği bakanlardan ve devlet planlama teşkilatı(DPT) müsteşarından oluşan Yüksek Planlama Kurulu(YPK) bu konuda görevlendirme usullerini, yani ihale usullerini belirler denmektedir. Her ne kadar, ihalenin hangi usul ile yapılacağının yetkisinin idarede olduğu vurgulanıyor olsa da; her şey Başbakan tarafından planlanmaktadır. DPT mı? Hak getire.
İhale usullerini içeren 13. maddedeki Tüm istekliler arasında Kapalı teklif usulü,14. Maddedeki, Belli istekliler arasında kapalı teklif usulü ve 15. Maddedeki; Pazarlık usulü tanımları benim için net tanımlamalar değil. Bir esneklik var tanımlamalarda. Ayrıca, tüm ihale usullerinde kapalı teklif usulünün esas alınması kafaları karıştırmaktadır.
4. Maddenin ‘I’ bendinde Katkı payı ve “m” bendindeki “Talep Garanti” yaptırım ifadesi düşündürücü geldi bana;
İfadeye göre; görevli şirketin mal veya hizmetinin bedelinin, mal veya hizmetten yararlananlar tarafından tamamen veya kısmen ödenmesi mümkün olmayan yatırımlarla ilgili yapılacak görevlendirmelerde, mal veya hizmetten yararlananların tüketim ve kullanım miktarları da göz önüne alınarak belirlenen ve idare tarafından görevli şirkete tamamen veya kısmen ‘katkı payı’ ödemeyi ifade eder.
Ayrıca “m” bendinde; “Talep garanti; görevli şirketçe üretilen mal ve hizmetler için idare tarafından verilen garantiyi” ifade eder denmektedir.
YPK yetkisi yeni düzenlemeye göre Madde 5’te şöyle belirlenmiş; “ YPK, başvuru sonunda yetkili idareyi, yapılacak olan yatırım hizmetleri, risk paylaşımı ilke ve esaslarını, katkı payı ve talep garantisi verilip verilmeyeceğini, verilecekse gerektiğinde bunlara ilişkin üst sınırları belirleyebilir ve bu doğrultuda idareyi yetkilendirebilir. Dedik ya, her şey Başbakan’ın 2 dudağı arasında biçim alıyor.
Talep garantisi ve hasılat paylaşımını içeren 42. Madde içeriğinin, Katkı payların saptanması ile ilgili madde 45’teki yeni düzenleme ile Madde 22’deki ücret ve katkı payının belirlenmesi ile ilgili yeni düzenleme ve de 36 maddedeki ücret belirleme yöntemlerinin yeni düzenlemesi yetersiz.
Ayrıca; ihtilafın çözümünü içeren 32. Madde’de; ihtilafın çözümünde Türk mahkemeleri geçerlidir denmesine karşın, tarafların hukuki anlamda çözüm getirecek hakemler aracılığıyla, yanı Tahkime de gidebilecekleri ifadesinde açıklık yoktur. Burada; İç (Ulusal) tahkime mi, Uluslararası tahkime mi gideceği belirtilmemiştir; her ne kadar; bu durumda ihtilafın esasına Türk maddi hukuk kuralları uygulanır dense bile.
Görevin devrini içeren 27. Maddedeki yeni düzenlemenin, bir başka şirket ve ortaklıklara devir kolaylığı kafaları hayli karıştırmaktadır. Devir ölçütlerinde açıklık olmaması bu kuşkuyu daha da artırmaktadır.
3996 sayılı Kanunun 4. Maddesinin “L” bendinde, görevle ilgili ihale şartnamesinin(Özel, teknik, idari usul ve esaslarını gösteren belge veya belgeleri içerir) gerekliliğini, madde 8’de de, Şartname içeriği belirlendiği ifade edilmektedir edilmesine de, özel şartnamelere nelerin konulacağı belirsizdir. Örneğin, Madde 8’in ‘ı’ bendinde; her türlü giderin kim tarafından karşılanacağı, “i” bendinde; süre uzatımı verilebilecek haller ve şartları, “j” bendindeki, ücret belirleme yöntemi, “n” bendindeki; katkı payı ödenip ödenmeyeceği ve katkı payı belirleme yöntemleri, “o) bendindeki; talep garantisinin verilip verilmeyeceği, verilecekse miktar ve süresi beni tatmin etmedi.
Özellikle 2002 sonrası kamunun geleneksel olarak varlığını sürdürdüğü alanlara yabancı özel sektörün özelleştirme ve yap-işlet-devret uygulamaları ile girmesi beni gerçekten endişelendiriyor.
En büyük endişem de; son düzenlenen ‘4. Yargı Paketi’ndeki ihaleye fesat karıştırma cezasının 12 yıldan 3 yıla düşürülmesinden kaynaklanmaktadır.
Şöyle ki;
“4. Yargı Paketi” nedeniyle, CHP önerge veriyor, fakat; sekiz tutuklu vekilin tahliyesini sağlanması ve Terörle Mücadele Yasası'nın kaldırılmasına ilişkin önerge reddediliyor, Terör propagandası suçlarına "şiddet" kriteri getiren Terörle Mücadele Yasası(TMY)’nda değişiklik yapan tartışmalı maddeler aynen kabul ediliyor, öteki yandan; TCK'nın 235. maddesindeki "ihaleye fesat karıştırma suçunun 7-12 yıl olan cezası 3-7 yıla indiriliyor. Evet; ‘ihaleye fesat karıştırmaya’ T.C’nin 765 Sayıl Ceza Kanunu’nda, 10 yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasıyla veriliyordu. 5237 sayılı Kanun’da bu ceza 7-12 yıl olarak değiştirilmişti. Şimdi 3-7 yıl olarak değiştirildi. Belli Yargı paketi artıkça ceza da tümden kalkacak, çünkü İhaleye fesat karıştırma suçuyla ilgili davalar artık ağır ceza yerine asliye cezada görülecek.
AKP iktidarı bu yaklaşımla, işine gelen önergeyi yasalaştırıyor, örneğin; YİD modeli ihale olmak üzere diğer tüm ihalelere kolaylık getirecek önergeleri yasalaştırıyor.
Bu nedenle; Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde yabancı şirketlerle yapılmış olan çeşitli imtiyaz sözleşmelerini YİD modeline çok benzetirim.
İstanbul’da Tramvay, Tünel İşletmeleri, Elektrik, Gaz İdaresi, Haydarpaşa Liman İşletmesi ve İzmir’de Liman İşletmesi, Göztepe Tramvay İşletmesini yabancı şirketlere veren sözleşmeler bir çeşit, ayrıcalıklı sözleşmeler değil miydi? Yani Osmanlı’nın yabancılara tanıdığı ayrıcalıklı hakların resmi ismi olan Kapitülasyonlar? Latince anlamı, baş eğmek, teslim olmak.
İşte, ülkemde böylesi bir süreç işletilmektedir.
YİD uygulamalarındaki fayda ve zararlara bakarsak, faydadan çok ulusal değerlere zarar verdiğini gözlemliyoruz.
Yabancıların, 2002’den sonra 10’larca milyar dolarlık Kar ve dövizi ülkelerine taşıması.
Ülkenin stratejik ve doğal kaynaklarının bırakın özel sektörümüz, yabancı sektörler tarafından kullanılması,
Dışsallık etkilerinin, yani küresel krizlerin ekonomik analizlere yansıtılamaması ve sonuçta yatırımın topluma olması gerekenden daha pahalıya mal olması,
Özel sektörün yüksek faizli kredilerle yatırımı gerçekleştirmeleri ve de daha fazla risk yüklenmeleri yatırımın daha pahalıya mal olmasına neden olmaktadır.
Yatırım ve işletme dönemlerindeki borçlanma maliyetlerinde anormal artışları olası YİD zararları olarak sıralayabiliriz.
Faydaya gelince, hiç gelmeyelim, çünkü birçok kişi değil birkaç kişi faydalanmakta ve de ülke değerleri birilerine teslim edilmektedir.
Bu gösteriyor ki; 2002 sonrası bir Post modern kapitülasyonlar dönemi süreci işletilmektedir.
3. Boğaz Köprüsü ve 100 km’lik Otoyol ihale süreci ile ilgili şu soruları sormak zorundayım:
“Yap-İşlet-Devret” modeli ile ihale edilen ve“ IC İçtaş-Astaldi”’nin aldığı ‘3. köprüyü ve 100 km’lik Kuzey Marmara Otoyolu yapım süresi(3 yıl) yeterli midir? Bu ortaklık, uluslar arası kaynak bulabilecek mi? Belli oranda özkaynak bulundurma zorunluluğu şartnamelerde var mıydı(Sözleşme diyelim)?
Bunun yanında, işletim süresi( 10 yıl 2 ay 10 gün) kısa bir süre. 99 yıl da olabilirdi, 49’da, 29 da olabilirdi. Neden 10 yıl 2 ay 10 gün. İşletim süresi dolduğunda, işletim hakkının uzatılmasının bir yumuşatıcı yanı mı?
Projenin, köprüye ek olarak 414 kilometrelik otoyol yapımı içerirken, neden otoyol bağlantısı 100 km’ye düşürüldü? Amaç; yüklenici ve idare adına dengeli ve adil bir düzenleme mi getirmekti? Yoksa, abartılı yatırımın ülke kalkınmasındaki, yani ekonomik büyüme dengesinin bozulacağı endişesinden dolay proje iptaline gidildi? Böyle bir şey yok ise; 314 km’lik otoyol madem bir gereksinim idi, niçin bu karayolu demiryoluna dönüştürülmedi.
414 km’nin 100 km’ye dönüştürülmesi yatırımın gereksizliğini anlatmıyor mu? Bana göre 3. Boğaz köprüsü dahil, otoyol tümüyle gereksiz ve de petrol baronlarının işine yarayan bir projedir.
Anlaşılan; böylesi devasa iş ile ekonomik dengeleri bozacağından korkuldu. Veya işi üstlenen olmadı.
Bir yerlerden edindiğimiz bilgilere göre, İstanbul’a yapılacak büyük kaynak isteyen Hava Limanı inşaatında ihale yapılmazdan önce şartnamelerin değiştirildiği ve “İstanbul Yeni Havalimanı YİD Modeli Çerçevesinde Yaptırılmasına İlişkin Görevlendirme Şartnamesi” ile ihale cazibesini artırmaya çalıştıklarını. Başbakan yüksek Planlama Başkanı(YPK) olmadı boşu boşuna. Nerede DPT? 3996 sayılı YİD Yasasını niçin değiştirdikleri anlaşılıyor.
İzmit Körfez Geçiş projesinde de benzer şeyler yaşanmıyor mu(kredi bulamamama).
İstanbul’a 3’üncü havalimanı ve Kanal İstanbul, yani ikinci boğaz inşasını bu koşulsuzluklarda yapmaları çok zor.
YİD Modeli üzerinden ihale edilir ve de ikinci boğaz 99 yıllığına yabancı yapımcı firmaya kiralanır ise, yakındır asıl İstanbul boğazını da satmaları. Ve böylelikle, boğazları yabancılara teslim etmiş oluruz.
Tüm bu endişeleri sıralarken; İstanbul'a ‘Karadeniz sahilindeki Yeniköy ve Akpınar köyü arasındaki 76 bin 500 dönümlük arazi üzerinde inşa edilecek 3. havalimanı ihalesi açık artırma ile yapıldı: İhaleyi alan Ortak Girişim Grubu(OGG), 25 yıllık kira bedeli olarak devlete 22 milyar 152 milyon euro + KDV ödeyecek. Yani yaklaşık olarak 26 milyar euro(3 Mayıs 2013).
Toplam yatırım maliyetinin de 10 milyar Euro olduğu söyleniyor Ve 'Toplamda yapılacak yatırım 90 milyar Türk Lirası'. Türkiye tarihininin en büyük ihalesini alan Limak-Kolin-Cengiz-MaPa-Kalyon Ortak Girişim Grubu bu rekor parayı nasıl ödeyecek?
Yani, ortak girişim grubu, tamı tamına bu iş için;36 milyar euro harcayacak; bunun 26 milyar euro’sunu devlete verecek, 10 milyar euro’bunu da inşa maliyeti için ödeyecek. Türk parasıyla yaklaşık toplam; “90 milyar. Eski deyimiyle 90 katrilyon”.
En önemli soruları şöyle sıralayalım;
Birincisi, bu parayı OGG nasıl ödeyecek, krediyi nasıl bulacak? Ve de 2018’e nasıl yetiştirecek?
Krediye bilmem, fakat ödeme, ihale bedeli 25 yıla bölerek eşit taksitlerle yapılacakmış. İnanın ben de girerdim bu ihaleye.
Bu havalimanına İstanbul’un gereksinimi var mıydı?
İhaleyi bir Türk OGG’nun alması. Neden yabancı ortaklık yok. Yoksa, para mı aklı…! Pardon; Londra bankalararası para piyasasında kredibilitesi yüksek bankaların birbirlerine ABD doları üzerinden borç verme işlemlerinde uyguladıkları faiz oranı olan Libor(London Interbank Offered Rate) faiziyle borçlanarak mı bulacaklar bu krediyi?
16 Mayıs 2013 günü ilginç bir süreç yaşandı.
Başbakan R-cep, Obama ile görüştüğü(16 Mayıs 2013) derecelendirme şirketi Moody’s, Türkiye’nin notunu yükseltiyor.
Bu, 3. Boğaz köprüsü ve 100 km’lik otoyol, 3. Havalimanı v.b büyük projeler için kaynak yaratmaya yönelik bir derecelendirme(İng.rating)dir. Çünkü var olan bankalarımız böylesi devasa kaynağı bulması olası değil.
Hani sen ‘dün borç aldığın IMF’ye bugün borç veren ülke olmuştun’, neden dışarıdan para bulmaya çalışıyorsun? Büyük projelerini kendi paralarınla finanse etsene.
25 yıllığına, yani çeyrek asır OGG burayı kendi işletecek, 25 yıl sonra ne olacak? Burası yoksa, OGG’nin evladiyeliği mi oldu?
Yılda 150 milyon yolcu sayısına nasıl ulaşacaklar?
Rekabet kurulu, işi alan OGG içindeki bazı ortakların benzer işletmeye sahip olmaları konusunda nasıl bir karar alacak?
Projenin yapılabilirlik(Fr. Fizibilite) raporlarına esas ölçümlemeler yapıldı mı?
İhale yöntemi, şartnameleri konusunda neden açıklık yok?
Sözleşme şartnamesi ve uygulama(teknik şartnamesi) OGG’na getireceği yaptırımları niçin açıklanmıyor?
Her iki ihalede de;
İhale şartnameler süreci işletildi mi? İhale şartnamesi ve ekleri; sözleşme, özel şartnameler, teknik personel şartnamesi, projeler ve Teknik şartname konularında gerekli özen gösterildi mi? Sonradan; Şartname ve yasalara aykırı düzenlemelere, yani değişikliliklere gidilmeyeceğini söyleyebilir misiniz?
Yapımcı kuruluş, işi süresinde bitiremez, özkaynak bulamaz ise, sözleşme ve şartnameler bazındaki yaptırımınız ne olacak?
3. Boğaz Köprüsü İstanbul’a Takılan 3. Gerdanlık Değil, İstanbul’a Vurulan 3. Boyunduruktur:
Hangi iktidar olursa olsun, gelirini giderinin önünde koşturmak ister. Ekonomi dilinde buna; cari açığı kapatmak ve de ekonomik kalkınmayı hızlandırmak diyorlar.
Bu konuda herkesin farklı bir yoğurt yiyişi vardır.. Dolayısıyla AKP’nin yoğurt yiyişi de farklıdır. Bu farklılık, önceki iktidarlardan çok farklı ve yatırım yapmaksızın satmaya(özelleştirmeye) dayalıdır. Doğrusu, üretim yapmaksızın, üretilmişleri veya ürettirdiklerini satmaya yöneliktir.
Bu yöntemine, Yap İşlet Devret ile varsıllık katmaya başladı. Her iki olgu da aynıdır, çünkü ikisinde de hükümet yatırım yapmaksızın üretim yapıyor. Birinde salt satarak/özelleştirerek yatırım yapmıyor, diğerinde yaptırdığı yatırımı devrederek/işletme hakkını/üretim hakkını devrederek yatırım yapmamış oluyor. Her iki durumda da, ülke değil, ülke insanı değil, bir grup siyasi yağdanlık kazanıyor ve onların kazandığını halkın kazanmadıklarıyla toplayıp ikiye bölüyor ve sözde bireyin yıllık kazanımını artırıyor. Çekinmeksizin, siyaset arenasına çıkıp, halkımın yıllık gelir seviyesini artırdım diyebiliyor; oyun budur.
İşte bu AKP iktidarı, gelir adına köprüleri ve otoyolları da özelleştireceğini söylemeye başladı. Bunun için de YİD modelini devreye sokuyor. Örneğin trafiği yoğun tüm karayollarını da satacak. Öyle bir süreç işletiyor ki YİD modeli ile inşaat yapanların sorumluluklarını, risklerini sıfıra indiriyor. Tüm riskleri devlete yüklüyor. Sözde, YİD modeli ile işi bitiren ortaklıklara işletim süresini 10 yıl gibi kısa tutuyor. Bundaki amaç, ben ülke çıkarını önde tutarım izlenimi yaratmak. Yalan, çünkü 10 yıl sonra aynı firmaya işletim hakkını verecek, yani süresiz süre işletim süreçleri başlatacak. Piyasa ekonomisini umurunda değil. Bunlarınki piyasa ekonomisi değil, yandaşları için pırasa ekonomisi.
Şöyle ki; trafiği yoğun karayollarını satacak ya, burada işi sattığı kişiye para kazandırmak için, araçları tahmini sayacak ve ücreti devlet ödeyecek, Çünkü, Madde 42’deki 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret(YİD) Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanunun uygulama usul ve esasları Bakanlar Kurulu Kararı ile değiştirildi(11 Haziran 2011). Anlaşılacağı gibi, YİD yüklenicisine talep garantisi vermek için talep garantisi değişikliği’ yapıldı.
Böylesi bir ödeme, yani araç başına YİD’çiye devletin katkı payı ödemesi bir haksızlık değil mi? Bu gelir dağılımını tümden birkaç kişinin lehine değiştirmek ve diğer yüklenicilerle birlikte, birçok kişi(halkın) aleyhine değiştirmek değil midir? Lüks araçların geçiş ücretini, benim asgari ücretlimin ödediği Katma Değer Vergisi ile ödenecek. Hade be!!!
Bu yolu, köprüyü devlet yapsa daha karlı çıkardı benim halkım. Düşünün, YİD’çi ürettiğine hem faiz, hem de kâr koyacaktır.
Küresel sermayenin Türkiye üzerindeki iştahı neden ‘2002 sonrası’ bu denli artığı gün gibi ortaya çıkmıştır.
Yap-İşlet-Devret modeliyle, İstanbul'a 3. gerdanlık olacak dedikleri 3. Boğaz Köprüsü , bence gerdanlık değil de İstanbul’u ‘küresel sermaye ile birlikte’ istediği gibi sürmek için İstanbul’a vurulan 3. Boyunduruktur.
İstanbul’un en büyük sorunu ulaşım değildir, depremdir. Çünkü, uzmanlar; şiddetli bir depremde ölü sayısının 100 binlere yaklaşacağını ve 150 milyon tona ulaşacak enkazın oluşacağı söyleniyor.
Tüm bu felaketler dikkate alınarak, seçilen pilot bölge Zeytinburnu’nda İstanbul'un kurtuluş için 'Sıfır Can Kaybı' projesine öncelik verilmesi gerekirken, bu görevi üstlenen İstanbul Büyükşehir Belediyesi, merkezi yönetim ile birlikte İstanbul için 3 ve 4. Boğaz köprülerini ve de Kanal İstanbul gibi çılgın projelere öncelik tanımaktadır.
İstanbul'da göçecek nitelikte bina oranının yüzde 5 olduğunu söyleyen uzmanlar, hangi binaların yıkılacağının taramasını daha yapılmadığı söylenmektedir.
Uygar kentlerde, bilindiği gibi nüfus başına gerekli yeşil alan 14 metrekaredir, İstanbul’da bu rakam 7 metrekaredir. Çünkü, bu anlayış Göztepe parkının olduğu yere ve Çamlıca’ya dahi cami düşünmektedir. 2020 yılında 20 milyon nüfusa ulaşacağı söylenen İstanbul'un yeşil alan gereksiniminin, İmar Kanunu'na göre, 280 milyon metrekare olacaktır. Fakat bu rakam böylesi yaklaşımla 2020 yılında ancak 50 metrekare yeşil alana ulaşabilir.
İstanbul dünya ticaret merkezi yapılmak isteniyor; sermaye tapınakları ‘Dubai benzeri’ kulelerle. Dünya ticaret merkezi olması çok zor, bu ‘Yap-İşlet-Devret’ benzeri ulaşım politikalarıyla, çünkü kent içi ulaşım sorunu var. Dünya ticaret merkezi İstanbul’un altında 9 km metro olduğunu, Londra, Paris ve New York’un altında 300-400 km metro olduğunu düşünün ve İstanbul’daki ulaşım politikalarını ölçülendirin.
“Kilometresi 15 milyon dolardan, 2 x 2 şeritli 78 kilometre uzunluğunda karayolu tüneli inşa edeceğiz ve İstanbul trafiğini rahatlatacağız.” Diyenler ya hesap bilmiyorlar, ya da ayrı bir hesapları var. Uzmanların dediğine göre, düşünülen; çapı 17 metre olan bir karayolu tünelinin veya çapı dokuz metre olan iki ayrı tünelin kilometre başına maliyeti 15 değil, en az 50 milyon dolarmış, ki doğrudur.
Metro’ya ağırlık vermedikten sonra, siz istediğiniz kadar Boğaz köprüsü, istediğiniz kadar tünel geçişler inşa edin, ancak taşımaclığın % 15’ine hizmet veren %90 oranındaki özel taşımacılığı besler, trafiğin sadece yüzde 8'ini oluşturan toplutaşım araçlarını(otobüs ve minibüsler) değil.
Otobüs Şöförü Hidayet’in Öyküsüyle Yazıyı Bitireyim:
Hidayet ölünce cennetin kapısında kuyruğa girer. Hemen önünde bekleyen adam pederdir. Kapıda bir melek beklemektedir.
Melek pedere sorar:
Hiç günahın var mı peder?
Peder; Aziz melek ben rahiptim. Tüm hayatım boyunca hep tanrıma dua ettim.Karıma ve çocuklarıma sadik kaldım. İnsanlara ve hayvanlara hep yardim ettim
Melek ; Çok iyi, bunları biliyorduk zaten. Al sana cennetin gümüş anahtarı der.
Ve sonra Hidayet'e döner. Senin hiç günahın var mı?
Hidayet; Ben de her zaman hayvanlara ve insanlara iyilik yapardım. Tanrıya dua etmedim açıkçası, inancım da zayıftı ve bir günahım vardı. Çok sert ve hızlı otobüs kullanırdım
Melek; Hidayet'e döner ve bunu da biliyoruz. Çok iyi al sana cennetin altın anahtarı, der..
Peder bu olaya çok sinirlenir: “Ben hayatımı tanrıya adadım siz de gidip bu adamı cennette benden üstün tutuyorsunuz, bu haksızlık değil mi?”
Melek; gülerek: “Koçum sen vaaz verirken herkes uyuyordu ama Hidayet otobüs kullanırken herkes dua ediyordu
Skor farklı yani! :))
*: Arkadaşlar; Türkçe sözcüklerin bazılarının yerine ‘kullandığımız sözcükleri’ Ayraç içinde belirtiyorum.
Örneğin, Ayraç(Yunanca, parantez) gibi.
Bu ‘birilerinin söylediği gibi’ bilgiçlik değildir, ki, asla okuyucuyu aşağılamak da değildir. Bundaki amacım; Türkçeyi yabancı sözcüklerden temizlemek. Çünkü ‘Biz Türkçe konuştuğumuzu’ zannediyoruz. Türkçemiz, üzülerek belirteyim ki, Arapça + Farsça ve bunların harmanlanmasıyla ortaya çıkan Osmanlı sözcükleriyle ve de Fransızca sözcükleriyle dolu. Bu sözcüklerin tümünü biz Türkçe zannediyoruz. Birilerine göre de; Türkçenin varsıllığı görülüyor. Aksine bu Türkçenin yoksulluğunu göstermektedir. Son zamanlarda, İngilizce’de eklendi, özellikle iletişim dili anlaşılmaz bir çizgiye oturdu. Bu yaklaşımım salt Türkçe için değil, Lazca ve tüm diller için de geçerlidir. Düşünebiliyor musunuz “Temel” sözcüğü bile Yunan sözcüğü. Tüm amacım, tüm dillerin ölmemesi, çünkü Küreselleşen gezegenemiz, küresel efendi tarafından .’Tek Dil’ ve ‘Tek Din’ düzlemine konuşturulmak istenmektedir.
Ülkemde, Ilımlı İslam proje yalanının bu amaçla işletildiğini söylemek isterim(10 Nisan 2013).
2 Nisan 2013 günkü yazım:
http://blog.milliyet.com.tr/3__Bogaz_koprusu_temelini_atanlara_seslenmek/Blog/?BlogNo=409876
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
TEKNOPOLİTİKALAR PLATFORMU
evesbere@mynet.com
sevket-che@hotmail.com.tr
GSM. 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder