İNSAN
İÇİN ALKOL VE SİGARA MI, YOKSA BUNLAR MI ZARARLI?
Bunlar kim?
Onlar.
Onlar kim?
Yok daha
neler.. Onları da sen bil.
Biraz düşün, kafanı çalıştır ve bul.
Doğru,
bulsaydın onları getirir miydi bunları.
Bunun için
sen önce ‘onları-bunları’ değil, kendini bulmalısın, çünkü kendinde değilsin ve
‘oy, oy!’ diye inlerken hala
‘oy(un)’ ile onları besliyorsun,
bre koyun..
Elbetti ki
içki ve sigara insanlar için zararlıdır, fakat insanlara bunlar çok daha zarar
vermeye başladılar.
Evet, Doğana
ve Doğaya fazlasıyla zarar verir oldular, 2002’den bu yana.
Doğana zarar
veriyor diye, önce sigara yasağı getirdiler; iyi yaptılar. Niçin iyi yaptılar?
Düşünün, uzun yolculuklarda, uçak da, gemide ve otobüste resmen zehir soluyordu
insanlar. Hata çok kısa yolculuklarda, yani asansörlerde bile zehir solutuyorlardı
bir takım densizler. Fakat, tek başına araba kullanan veya parkta oturan ve de,
alkolün içildiği yerlerde yasak getirmen ‘abartı boyutunda’ insanları strese
sokarak, insanlara sigara ve alkolden fazla zarar verir oldu, onlar. Salt yemek
yenen lokantalara yasak getir, ama; ayda yılda veya haftada bir kez, alkol alan
ve sigara ile bunu keyfe dönüştüren insanlara sigara yasağı getirmen anlamsız,
anlamsız çünkü alkol ve sigara keyfini bu mekanlarda her gün yaşamıyor, dediğim
gibi, yılda, ayda veya haftada bir kez geliyor buralar, stres atmak için. Demem
o ki. Sigarasız alkol da hiç keyif vermiyor. Hiç değilse, sigara içilen,
içilmeyen şeklinde mekanları ikiye ayırmaya izin verilmeliydi.
Burada,
“Kapalı alanda sigara yasağına karşısın” diyebilirsiniz bana. Asla değilim,
sadece Alkollü mekânlardaki sigara yasağının, abartı olduğunu vurgulamaya
çalışarak, yumuşatılması gerektiğini düşünüyorum. Birde, özel ve kamudaki
çalışma mekânı yapıların üst katları, özellikle teraslar, sigara içme alanları
olarak kullanıma açılmalıdır diyorum.
Bildim
bileli, sinema ve tiyatro salonlarında sigara yasağına ses çıkarmayan
insanlarımızın da, yukarıda işaret ettiğim kapalı alanlarda kesin sigara
içmemeleri gerektiğini ve de uzun süre çalışma yapılan mekanlarda ‘yapıların
son katlarının sigara içimi için ayrılmasını, tekrar vurguluyorum.
Son olarak
da, ‘Alkol Yasası ile’ Alkol yasağı
getirildi. Bırakın onların sınırlama getirdik demelerine ‘getirilen’ resmen
yasaktır. Batı normlarını uygulamışlar, doğrudur, batı normlarını uyguladılar,
fakat kendi ideolojik normları da Altan-altan dayattılar. ‘Duman altı olduk’
diye bir deyim vardır; bunların zamanında böylesi ideolojik yasalarla,
‘ideoloji altı olacak’ gibi insanlar.
Nasıl
olmasın ki;
Baksanıza,
Başbakan R-cep ‘Yeni alkol Yasasını’
dini referanslar vererek savunmaya başladı; ‘İki tane ayyaşın yaptığı
yasa sizin için muteber oluyor da, inancın emrettiği nhiçin reddedilmesi
gerekiyor”
Bunun neresi
batı normlarına göre Alkol Yasası hazırlamak? Bu resmen karanlık bir ideoloji
normlarına göre hazırlanmış bir yasa, çünkü başbakan devam ediyor; “Fatih
nesline anlamlı bir yasa armağan eden Meclis’i yürekten kutluyorum.”
Yasa(k)lar,
insanlara inanırlığı hissettirmelidir, ideolojiyi hissettiren yasa(k)lar,
insanlara zarar verir; onların kimyasını bozar. Her iktidar, böylesi
‘Yasa(k)lar’ ı kendi ideolojisi ile biçimlendirir ise, doğaldır ki, insanları
gerilime sokar.
Yapılanlarla
zarar verilmesini anladık, fakat söylenenlerle insanlara zarar verir oldular.
Kendi
ideoloji yanlıları bile böylesi söylemlerle karşı olmaları, hiç düşündürmüyor.
İslamcı,
türbancı yazar Nihal Bengisu Karaca bile söylenenlere karşı; “İki tane ayyaşın
yaptığı yasa’ifadesini ‘gelişi güzel söylenmiş bir şey’ diyerek açıklamak zor, TBMM gelişigüzel konuşulabilecek
bir yer değil.”
Yine ayni
İslamcı ideolojistlerden, ‘ Taha Akyol’un daha AKP’li oğlu’ Mustafa Akyol bile,
böylesi söylemin ötekileştirme olduğunu ve asla kabul edilemeyeceğini, İhsan
Dağı ise postmodern otoriterlik olduğunu söyleyebildiler.
Şimdi size
soruyorum; bu söylemler, şeriatla yönetilen İran karanlığına götürmez mi sizi?
İnsanları gerilim içinde yasaya karşı gizliden gizliye tehlikeli ortamlara
itmez mı? Bilin ki, dünyada alkollü araç kullanan insan sayısı en çok İran’da.
Ülkemde en çok alkol tüketen kentin de niçin Konya olduğunu hiç düşündünüz mu?
Bu nedenle;
“Zinayı serbest bırak, alkolü yasakla” diyenlere ve de ille de Hurşit Güneş’in
şu söylediklerine hak verdiriyor bana; “Başbakan önceki alkol yasasını
"iki ayyaş yapmış" diyor. Şimdiki de dinin gereğiymiş. Öyleyse
şeriata göre yasa yapma başlamış demek!”
Notalı
sorumdur; “Burada işaret ettiğin iki ayyaş Atatürk ve İnönü değilse, kimdir,
çabuk söyle?”
Tüm
bunların, Alkol ve içkiden daha çok
doğaya ve doğana zarar verdiğini düşünüyorum. Yani tabiata ve insana.
Taksim Gezi
Parkına ve Taksim Yayalaştırma Projesi'ne karşı uzun süredir mücadele veren
Taksim Dayanışması bileşenlerine yapılanlar, Emek sınamasına karşı çıkanlara
yapılanlar ve de 3. Boğaz köprüsü ile 3. Havalimanı inşasında 3 milyon ağacın
kesilmesi, doğaya ve insana ‘alkol ve sigaradan’ daha fazla zarar vermek değil
de nedir?
Onlar çıkıp;
1995’te (İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken) dönemin başbakanı Tansu
Çiller'in 3. Boğaz köprüsü istemine karşı çıkarak: "3. köprü İstanbul için
cinayettir. Kuzey bölgemizde kalan yeşil alanların imara açılarak
katledilmesinden başka şey değildir. İnşallah bu cinayet bitmeden hükümet
değişir." diyecek,
Onlar çıkıp;
‘bir dönem dini kullandık’ diyeceksiniz,
Onlar çıkıp,
“…. Abi Ben 28 Şubat’tan çok net ders aldım. Biz bu insanlara kızıyoruz. Ama
haklı yönleri de var. Biz ne istediğimizi tam somutlaştıramadık. Gayri ihtiyari
belki ülkeyi geriye doğru taşıyabiliriz…Muhafazakarlığım, dindarlığım da
Şahsıma ait bir olgu olarak kalsın istiyorum….. Biz böyle bir çizgiye
gelmezsek, yolumuz yol değil…. Biz , ne kendimizi ne Türkiye’yi bir yere
taşıyamayız… Ben, Kendimi eksik
hissediyorum…..” diyecek,
Onlar çıkıp;
"Birileri Taksim Gezi Parkı şöyle olmuş, böyle olmuş, orada gelip gösteri
yapacaklar şudur budur vesaire. Ne yaparsınız yapın. Biz kararı verdik, biz
orada tarihi yeniden ihya edeceğiz" diyecek,
Ve ardından
tarihi Emek sinemasını yıktıracak, ağaçları kestirecek, karşı çıkanlara biber
gazı sıktıracak, darp ettirecek..
Birileri de
çıkar, Onlara; iki yüzlülükle ve makyavelistlikle, yani, amaca ulaşmak için her
şeyi kendinde hak gören kişi suçlaması getirir.
Demokrasinin
ve demokratlığın neresine konuşlandırabilirsiniz, kentine ve kendine saldıran
onları?
Fetullah
Hoca mı, Başbakan mı daha Demokrat?
Taha Akyol’u
oğlu Mustafa’dan daha az eleştirdiğim bir kimlik. Zaman-zaman değil de,
zamanının %51’inde doğruları yansıtan bir kimlik. Son doğrusu; ‘Akil Adamlar’
olgusu karşısındaki duruşu.
Sayın Akyol,
geçenlerde köşesinde şunlara yer verdi:
Sayın Bülent
Arınç’ın ABD’de Fethullah Gülen’e gitmesi, ‘Gelmişken bir uğrayayım’ ziyareti
değildi. Hatta Arınç’ın Amerika’ya gidişindeki asli sebebin Gülen’le görüşmek
olduğunu düşünüyorum.
“İşte
Gülen'in AKP'den şikayetçi olduğu o 3 eleştiri; "Yolsuzluk, otoriteleşme
eğilimi ve bürokrasideki fişlemeler." Öte yandan, www.gercekgundem.com 'un
edindiği bilgiye göre yaklaşık 1,5 saat süren görüşmede Bülent Arınç da
cemaatten beklentilerini sıraladı. Arınç'ın Fethullah Gülen'e,
"Eleştirilerinizi medya üzerinden yöneltmeyin direk bize söyleyin"
dediği öğrenildi.
Çünkü
ABD’deki resmi görüşmelerde Sayın Arınç’ın görev alanıyla ilgili konular yoktu.
Başbakan’ın “Bana vekaleten ziyaret etti” diye açıklaması da,
Arınç’ın
Gülen’le görüşmek için gittiğini göstermiyor mu?
Bu görüşme için somut sebepler de mevcuttu: Cemaatle
iktidar arasındaki gerginliğe ilişkin yaygın söylentiler ve yaklaşan seçimler
gibi genel konulardan başka, Hocaefendi “siyasi gücün insanı kibirli hale
getirmesini” eleştiren sert bir konuşma yapmıştı; isim vermemişti ama Samanyolu
TV’de yayınlandığında talebelerinin de aklına gelen isim Erdoğan olmuştu.
Ben Gülen’in
sadece “üslup” uyarısı yaptığını sanmıyorum.
Hoca efendi
başka neler söylemiş olabilir? Bu konuda Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın 17
Nisan tarihli “Basın Özgürlüğü” bildirisi bize bir fikir verebilir. Bu metni
eminim, Hocaefendi görüp onaylamıştır. Bildiride basın özgürlüğü savunuluyor,
“siyasi aktörlerin medya üzerine baskı yapmaları, medya sahiplerinin ticari
çıkarlarını ön planda tutarak bu baskıyla uyumlu bir tavır içine girmeleri”
eleştiriliyordu:
“Son yıllarda Türkiye’nin gerçekleştirdiği
demokratikleşme çabalarının basın özgürlüğüyle bağdaşmayan gelişmelerle
gölgelenmesi, uluslararası arenada Türkiye’nin imajını zedelemektedir...”
Bildiride
yasalarda basın özgürlüğünü evrensel düzeye çıkaracak yasal düzenlemelerin
yapılması isteniyordu.
Gülen’in, Arınç’la görüşmesinde bu bildirideki gibi,
“siyasi aktörlerin medya üzerine baskı yapmaları” konusunu açmamış olması
mümkün mü?
Hatta ben
Gülen’in başka konulara değindiğini de sanıyorum.
Cemaat
çevresindeki gazete, dergi ve TV’lerde başkanlık sistemine yöneltilen
eleştirilerin yoğunluğu dikkatinizi çekiyor mu? Akademik değerde eleştirel
yazılar yayınlanıyor.
Yargı yönetiminde Başkan’a ve partisine çok fazla
yetkiler veriliyor...
Halbuki AKP
2007 seçim bildirgesinde ve 2011 referandumunda aksini, yani liberal bir
anlayışı savunmuştu! Şimdi niye böyle?
Martin
Lipset’in ifade ettiği bir tür tabiat kanununu hatırlıyorum: “İktidar süresi
uzadıkça daha çok güç eğiliminin artması!...”
Gülen sistem
konularına girdi mi, bilmiyorum. Ama iktidardaki otoriterleşme eğiliminin
toplumun geniş kesimlerinde tedirginlik yarattığı bir gerçektir. Sistem
konularına girmemişse bile bu yönde bir şeyler söylemiş olabilir.
Sayın Akyol,
bunları söylüyor. Bu yazılan ve söylenenlerden sonra siz karar verin, kimin
daha samimim vede daha demokrat olduğunu.
Ben mi? Ben
karar verdim: Fetullah Gülen hoca.
ŞEVKET
ÇORBACIOĞLU
TEKNOPOLİTİKALAR
PLATFORMU
sevket-che@hotmail.com.tr
evesbere@mynet.com
GSM:
05066090032
Yorumlar
Yorum Gönder